Konu Başlıkları: Namaz dinin direğidir
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Temmuz 2009, 09:46   Mesaj No:4

Yitiksevda

Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart RE: Namaz dinin direğidir

Kaypkentli kardeşim sizin söylediğiniz gibi bu işe açıklık getirmek için İHSAN ELİAÇIK abimizin bir yazısı var bu konuda aktarayım:

DİNİN DİREĞİ NEDİR?
Yazının başlığını okuyunca “Tabiî ki namaz” demiş ve hemen “Namaz dinin direğidir” hadisini (!) hatırlamışsınızdır. Çünkü bunu bilmeyenimiz yoktur.
Öncelikle yazının başında söyleyeyim ki, “Namaz vaktinde eda edilmesi gereken bir farzdır” (Nisa; 4/103), beş vakittir, tekbir alarak başlar, kıyam, kıraat, rüku ve secdeden oluşur, sağa sola selam vererek bitirilir; amenna…
Kur’an’da 123 yerde geçer; bunların 67’sinde “es-Salât” (lam-ı tarif ve yuvarlak te) ile ıstılahlaşmış anlamıyla, 56’sında kök anlamıyla (SLY) kullanılır. Yani genellikle “es-Salât” şeklinde geçen (67) yerde bildiğimiz anlamda namaz, diğer (56) yerde de yöneliş, dua anlamında kullanılır; amenna, öptük başımıza koyduk…

Hatta denilebilir ki İslam’da en çok bilinen “nüsuk” namazdır. Yüzyıllardır Hz. Peygamber’in gösterdiği şekilde kılanagelmektedir. Ben de bu gösterilen yoldan gidenlerdenim…

Buraya kadar bir sorun yok.

***

Fakat “Namaz dinin direğidir” sözüne bir mim koyalım.

Çünkü…

İlk olarak bu söz uydurma hadisler kategorisinde değerlendirilmektedir. (bkz. Harun Ünal; Uydurma Hadisler, c.3, Mirac yay. İst., 2007)

İkinci olarak Kur’an’da namaz için böyle bir ifade kullanılmamaktadır.

Üçüncü olarak Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in din ve ibadet anlayışına uymamaktadır.

Şöyle ki: Malum, Kur’an’da nüsuk-ibadet ayırımı vardır ve namaz aslında ibadet değil; nüsuktur (bkz. Din ve ibadet anlayışımız I-II başlıklı makaleler).

Bu açıdan dinin direği, Müslümanlara mahsus, yer ve zamanı belli, önceden belirlenmiş hareketlerden oluşan ve onu yapan herkesin öyle yapmak zorunda olduğu “nüsuk” üzerine değil; tüm insanlığa mahsus, yer ve zamanı belli olmayan, önceden belirlenmiş hareketlerden oluşmayan ve onu yapan herkesin öyle yapmak durumunda olmadığı ve de “hayatın içinde faaliyet” şeklinde tezahür eden alan üzerine dikilmek icap eder.

Aksi halde dinin direği yaşayan hayatın ortasına değil; hayatın nispeten durduğu ve dışarıda bırakıldığı mabede dikilmiş oluyor. Bu ise gerçek hayat dininin tarzı (İslam) değildir. Bu, hayatı değil tapınağı esas alan diğer dinlerin tarzını andırıyor.

Dördüncü olarak Kur’an’ın nüsuk-ibadet ayrımına paralel olarak Hz. Peygamber’in de ibadeti böyle anladığını görüyoruz. Şu hadisler de bunun delilidir;

* “Mü’minin keremi (cömertliği, haysiyeti, şerefi, bütün iyilikleri) dinidir. Mürüvveti (mertliği ve insanlığı) aklı, hasebi (asaleti) güzel ahlakıdır.” (Hakim, Beyhaki)

* “Bedene kolay ve hafif gelen ibadeti size bildireyim mi? Sükutu tercih etmek ve güzel ahlak sahibi olmaktır.” (İbn Ebi’d-Dünya)

* “Allah’ın Resülü’nün yanında idik. Temiz su istedi, elini suya daldırarak abdest aldı, biz de Onu gözledik, hemen artan sudan içmeye çalıştık. Bunun üzerine Allah’ın Resülü şöyle dedi:

- Bunu size yaptıran nedir?

-Allah ve Resülüne olan sevgimiz dedik.

Şöyle buyurdu:

“Eğer Allah ve Resulüne olan sevginizi göstermek istiyorsanız emanete ihanet etmeyin, konuştuğunuzda doğru söz söyleyin ve etrafınızdakilerle güzel komşuluk yapın.” (Tabarani)

* “Biz Mesih Deccal’den konuşup dururken Resul-i Ekrem çıkageldi ve (bırakın bunları da) “Size Deccal’den daha korkuncunu bildireyim mi? buyurdu. Biz de : Evet, bildir ey Allah’ın Resulü dedik.

Şunları söyledi:

“Gizli şirktir. O da, namaz kılan adamın, başkası görüyor diye namazını gösteriş için süslemesi (daha ağır kılması) dır.” (İbn-i Mace)

* Allah’ın Resülü ile beraberdik. Yanında hayadan bahsedildi. “Ey Allah’ın Resulü haya dinden midir? Şöyle buyurdu: “Evet, hatta o dinin tamamıdır.” Ve şöyle devam etti: “Haya, haramdan sakınmak ve dilini tutmaktır. İffet de imandandır. Cimrilik ve faydasız söz ise nifaktır. (Taberani)

Bu tür rivayetler çoktur. Bunların hepsi Kur’an’ın din, ibadet ve ahlak anlayışına tamamen uyuyor. Dini ve ibadeti hayatın içinde vazediyor. Dinin direğini hayatın içine çekiyor. Dikkatle okuyun “ibadet” diye neye diyor, “dinin özünü” (tamamını) neden ibaret görüyor anlarsınız.

***

Hz. Peygamber’in nereyi işaret ettiğine, dini ve ibadeti nerede gördüğüne dikkat edin;

Demek ki Mesih Deccal muhabbetlerini bırakıp gizli şirke yani namazda riyaya bakmalıyız…

Demek ki güzel ahlak ve dilini kötü sözlerden tutmak ibadettir…

Demek ki haya, bırakın direği olmayı dinin tamamıdır…

Demek ki cömertliğimiz, haysiyetli ve şerefli olmamız ve de bütün iyiliklerimiz dinimizdir…

Demek ki aklımız mertliğimiz ve insanlığımızda, asaletimiz güzel ahlakımızdadır…

Demek ki peygamber sevgisini göstermenin yolu onun abdest suyunu içmek veya yüzümüze gözümüze sürmek değil; sözümüzde durmak, emanete riayet etmek ve güzel komşuluklardır…

Demek ki bunları “hayatın içinde” ayağa diken direği de dikmiş oluyor. Demek ki bunları yıkanın dini de yıkılmış oluyor.

***

Şu halde illa bu dine bir direk arayacaksak, bu, Kur’an’da geçtiği gibi “emrolunduğu gibi dosdoğru/dürüst olmak” (Hud; 11/112) ve “adaleti ayağa dikmek” (Hadid; 57/25) olabilir.

Demek ki dinin (İslam) direği doğruluk, dürüstlük ve adalet olmak icap eder.

Biraz düşünürsek, direk meydana/orta yere dikilir. Çünkü meydan veya orta yer herkesi ilgilendiren, herkesin gelip geçtiği yerdir. Bu nedenle direği herkesi ilgilendiren alana dikmek durumundasınız. Bu da bir toplum için doğruluk, dürüstlük ve adalet alanından başkası değildir. Dini ancak bu alan üzerinde yükselttiğinizde ayağa dikmiş olursunuz. Aksi halde namaz gibi sadece Müslümanları ilgilendiren, ancak camiye, mescide gidenlerin görebileceği bir yere dikerseniz hayatın dışına düşmüş olursunuz.

Başka bir deyişle, dinin direği mabette nüsuk (namaz, abdest, hacc vs.) ile değil; hayatın içinde ibadet (güzel ahlak, doğruluk, dürüstlük, adalet, söz, vefa, mertlik, cömertlik, çalışma vs.) ile ayağa dikilir. Bu nedenle dinin direği hayatın ta içinde; meydanda, herkesin ilgili olduğu orta yerde tezahür etmek durumundadır.

İnsanlar, sizi, hayat mecralarında güzel ahlak sahibi olarak, doğruluk, dürüstlük üzere, adalet için kılı kırk yararken, “o söylüyorsa doğrudur” dedirtirken, sözünde dururken, emanete riayet ederken, sözü namus bilerek yaşarken, mert bir karakterde, sahaveti (cömertliği) şeref sayarken, aldattığı ve yalan söylediği asla görülmemiş bir vaziyette, insanların elinden ve dilinden emin olduğu bir halde, çalışıp, üretip, yardımlaşırken, dayanışırken, paylaşırken, öksüzün başını okşarken, düşmüşün elinden tutarken, mağduru kollarken, mazlum için gözünü kırpmadan belanın içine atılırken vs. görecek…

Yani insanlar sizin “farklı bir kumaşa” sahip olduğunuzu anlayacak ve soracak;

“Bunları sana ne yaptırıyor? Nasıl ben de senin gibi olabilirim?”

İşte o zaman sizin “saklı gücünüz” ve “manevi dinamiğiniz” olan namazdan bahsedebilirsiniz;

“Bunları bana namazım (nusukum) yaptırıyor. Çünkü ben bir Müslümanım, Müslümanın ibadeti böyledir…”

Hz. Peygamber’in “sünneti” aynen budur.

***

Aksi halde “Namaz dinin direğidir” söyleminin manası yoktur.

Dahası “Kıl beşi bitir işi” anlayışında olanların kafa konforunu iade eden bu söylem, dinin esas olarak namazdan ibaret olduğunu çağrıştırmakta ve şeklî olarak dahi olsa sırf bunun yapanın cennetin baş köşesine otaracağı inancını iyiden iyiye yerleştirmektir.

Ne demek istediğimi Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbul’a gelen ve “Türklerde dini hayat” üzerine gözlemlerini aktaran yabancı bir gözlemcinin söylediklerini okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Ben susayım, aynayı o tutsun;

“Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır… Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. Bir şahıs az nazik bir hikaye anlatır. O sırada müezzin ezan okumaya başlar. Hikaye anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder… Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder… Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşgüldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur…” (Filibeli Ahmet Hilmi; Tarih-i İslam, s. 535-536)

Bunlar yüz yıl kadar önceki gözlemler. Şu an değiştiğini pek sanmıyorum.

Görülüyor ki, Filibeli’nin de dediği gibi, gerileme sebeplerimizden birisi de din ve dindarlıktan arzu edilen şeyin “ruh” yerine sırf “şekil” ve “dışa yansıyan davranışlar” ortaya koymamızdır. Bu hususun mutlaka düzeltilmesi ve aydınlatılması gerekir. Üzülerek diyebiliriz ki İslam aleminde özellikle din görevlilerinin en az anladığı husus da budur. (Filibeli, s. 536)

Oysa asırların şartlarına direnen, mekanik hareketler değil; “ruh ve fikirler”dir. Dindarlıktan dünya ve ahiret bakımından umulan bir takım neticeler vardır ki bunlar ancak fazilet, erdem ve iyiliklerle elde edilmesi mümkün olan şeylerdir. Kaldı ki erdemler ve iyilikler ancak saf bir inancın ve temiz bir hikmetin mahsulü olabilir. Bizde çoktan beri din hususlarında “düşünmek” ortadan kalkmış olduğundan, dindarlar ancak şekil ve surette kalmakta ve düşünürler ise din dışında düşünmektedirler. (Filibeli, s. 536).

***

Demek ki dinleri üzerine biraz olsun düşünen kafalar, dinin doğruluk, dürüstlük ve adalet gibi doğrudan yaşam mecralarından akan davranışlar ile ayağa dikilebileceğini, dinin direğinin bunlar olduğunu hemen anlarlar.

Dinleri üzerine düşünmeyi “dine akıl karıştırmak” olarak anlayan çoğu “kıl beşi bitir işi”ciler ise, yarın, ellerini ovuşturarak geldikleri cennetin kapısında nasıl bir “şok” geçireceklerinden habersizdirler
Alıntı ile Cevapla