Konu Başlıkları: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Temmuz 2009, 11:18   Mesaj No:5

Yitiksevda

Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)

2- Kurân'da Tahrif Istılahı ve Anlamı
Kurân'da tahrif kavramı tahrif lafzı olarak geçmemektedir. Fiil kullanımlarıyla Tef îl vezninde çoğul olarak daha önce belirtildiği gibi Bakara 2/75, Nisa 4/46, Mâide 5/13, 41 ayetlerde geçmektedir. Harefe maddesinin iştikakı bölümünde açıklandığı gibi kutsal kitapların değiştirilmesi, asıl anlamından uzaklaştırılması anlamında kullanılmıştır.

B- KURÂN'DA TAHRİF KAVRAMININ TAHLİLİ
l- Kurân'da Tahrif Kavramının Anlam Alanı
a- Temel Anlamı
Tahrif kavramının geçtiği ayetlere baktığımızda ister lafızlarda yapılan değişiklik olsun, ister yorumda, ister hükümlerde ve isterse lisanla yapılan tahrif olsun ortak anlam kelimeyi asıl anlamından uzaklaştıracak şekilde bozmak ve değiştirmektir. Tahriften kasıt budur.


b-Yan Anlamı
ba-Tağyîr kavramı
Kurân'da "tahrif kavramı ile yaklaşık aynı semantik alanı paylaşan iki kelime daha vardır. Bunlardan bir tanesi de tağyir kelimesidir ki, değiştirmek, olduğundan başka bir hale sokmaktır.
Tağyir kelimesinin bu anlamda geçtiği ayet Ra'd sûresi 11. ayettir: "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez."

Tahrifin özünde olan değiştirme anlamı bu ayette de mevcuttur. Bir toplumun kendilerindeki özellikleri değiştirmesi bulunan özelliklerinin tam tersine bir özellik kazanmaları, huy ve tabiatta bulunan bir değişiklik olması anlamındadır.
Aynı anlamda örnek gösterilebilecek başka bir ayette ise, "Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah, işitendir, bilendir."

bb- Tebdil Kavramı
Bir şeyi diğer bir şeyle değiştirme, bir şeyin diğer bir şeyin yerini alması anlamına gelir.
Bu kelime, bir şeyin suretini değiştirmek, sözü tahrif etmek, bir şeyin yerine başka bir şeyi bedel getirmek ifadeleri ile anlamlandırılmıştır ki Kurân'da daha çok bu anlamı teyit eden örnekler vardır.


"Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik " seyyie yerine hasene getirildiğini,
"Biz bir âyetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir, "sen ancak bir iftiracısın" dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler ayeti de bir ayeti diğer bir ayetle değiştirmeyi, " Onların derileri pişip acı duymaz hale gelince, derilerini başka derilerle değiştireceğiz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakimdir." Ayeti cehenneme duçar olanların yanan derilerinin yenileceğini,
Yunus Sûresi 15. Ayeti kerîme ise: Allah'a, ahiret'e inanmayanların, Peygamberden işlerine gelmeyen ifadelerin yerine başka ifadelerin getirilmesini talep ettikleri belirtilmektedir.
Tebdil kelimesinin geçtiği ayetlerde ortak olan nokta; bir şeyin yerini alternatifinin alması yani değişen şeyin yerine bedel olabilecek başka bir şeyin olmasıdır.

2- Kurân'da Tahrif Kavramının Müteradifleri
a- Tebdîl
"Tebdil", Arapça beddele fiilinin mastarıdır. "Tahrif gibi "değiştirmek" anlamına gelir. Kurân-ı Kerîm’de tahrif anlamında sadece iki ayette geçen "tebdil" kelimesi, Hz. Musa dönemi İsrailoğulları ile ilgilidir.
Bedelle kelimesinin bu anlamda geçtiği ayetler Bakara suresi 2/59, Araf suresi 7/162. ayetlerdir.
(İsrailoğullarına) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) "Hıtta!" (Ya Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım, zira biz iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik" "Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik." Bakara 2/58-9)

Müfessirlerin zikrettiklerinin özeti ve hadislerin akışından ortaya çıkan husus şudur: İsrailoğullarının "Arz-ı mev'ûda" şükür ve nimet duygularıyla gelip yerleşmeleri gerekiyordu. Burası ister Kudüs ister Şittim ister Eriha olsun, onların asırlarca özlemini duydukları bir ülkeydi. Onlara secde ederek girmeleri emrolunmuşken, başlarını kaldırarak emekleyerek girdiler. Hitta, yani "günahlarımızı bağışla" demeleri emredilmişken "arpa içinde buğday" diyerek alay ettiler. Böylece Yahudiler Allah'ın emrine kavlen ve fiilen boyun eğmediler ve buyruğunu değiştirdiler.
Bu, işe direnmenin ve muhalefetin son sınırıydı. Bunun üzerine Allah; onlara gazabını, Allah'ın itaatinden çıkmaları sebebiyle azabını indirdi.
Tevbe ve istiğfarla emredilen şeyi, dünya nimetlerini talep etmek suretiyle değiştirdiler. Yani af yerine menfaat istediler.
Esasen bunların kendilerine emredilen sözü değiştirmeleri mutlaka bir kelime yerine başka bir kelime söylemeleri anlamına gelmez. Kendilerine emredilen tersine davranmaları da, Allah'ın buyruğunu değiştirmeleri demektir. Yani muhalefet etmeleri bir tahriftir. İsrailiyyat'tan rivayet edildiğine göre; bu tebdil Arapça ve İbrani'ce lafızlar arasında olmuştur. Fakat bunun bir güvenilirliği yoktur. Bu tür rivayetler Ka'bil- Ahbardan rivayet edilmiştir.



b-Kitmân
"Kitmân" Arapça keteme fiilinin mastarıdır. Birisi bir haberi saklamak anlamına gelir. Medine Yahudilerine ve Hıristiyanlara hitap eden ayetlerde geçmektedir.
ba- Kitmânm Mahiyeti
Bakara sûresi 146. Ayette bile bile gerçeği gizlemek ifadesi vardır. Zararlı olduğunu bile bile zararlı bir şeyi yapmak, zararlı olduğunu bilmeden yapmaktan daha kötüdür. Bakara suresi 42. Ayet hakkı bilen kimsenin onu ortaya koymasının vacip, gizlemesinin ise haram olduğunu gösterir.
"Bile bile, bildiğiniz halde" sözüne gelince bunun manası şudur: "Yani siz insanları saptırmanızdan dolayı, kıyamet günü size dönecek olan büyük zararı biliyorsunuz, bunu bile bile yapmayınız" Çünkü hakkı batıl ile karıştırmak kıyamet gününe kadar onları haktan men etmeye ve kıyamete kadar onların batıl üzerinde bulunmasına sebep olmaktadır. Bu her ne kadar Yahudiler hakkında varit olmuşsa da, diğer bütün insanlar için de bir uyan ve onları böyle bir şeyden sakındırmadır.
Allah, kendisine kitap verilenlerden "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler, Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü"

Allah kitap verilenlerden hakkı konuşacaklarına ve onu amelle tasdik edeceklerine dair söz almıştı. Onu arkalarına attılar, sözü yerine getirmemekle, onunla ameli terk etmekle, mîsâkı boşa çıkarmak, kitabı değiştirmekle kötü bir alışveriş yaptılar.
Rasulullah (s.a.v.), Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste: "Bir kimseye bir ilimden sorulur, o da onu ketmederse, o kimse ateşten gem ile gemlenir" buyurmuştur.
Katâde: "Şu mîsâkı Allah, Ehl-i İlim üzerine almıştır. Bir kimse bir şey biliyorsa, onu başkalarına öğretsin, ilmi gizlemekten sakının, zira: hakikaten bu helaktir" demiştir. Yine Katâde: Konuşulmayan ilmin benzeri, istifade edilmeyen hazinenin benzeri gibidir"

bb-Kitmanın Şekli
(1) Hz. Peygamber'in Risâletini Gizleme
Bakara suresi 146. Ayet Ehl-i Kitabın Peygamberin nübüvvetini, misakını gizlediklerini çok açık bir şekilde dile getirmektedir: "Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (o kitaptaki peygamber) öz oğullarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler."
Buradaki zamir, Rasulullah (s.a.v.)' e aittir. Yani "Onu apaçık bir bilişle bilir, kendi oğullarım bilip, onları başkalarının oğullarıyla karıştırmadıkları gibi peygamberi de başkalarından kolayca ayırt ederler.
Buradaki hu zamiri kıble meselesine râcidir diyenler olmuştur. Peygamberlik, ilim kelimesiyle söylenmiştir. Onlar bu ilmi oğullarım bildikleri gibi bilirler.
Kurân-ı Kerîm'de kıblenin tahvili işinin Tevrat ve İncil'de zikredilmiş olduğu haber verilmemiştir. Fakat Muhammed (s.a.v.)'in nübüvveti Tevrat ve İncil'de zikredilmiştir.
Yani buradaki hu zamiri Muhammed (s.a.v)'in nübüvvetine işaret etmektedir.
Gizleme kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde de ortak olan Peygamberin ismini, sıfatlarını, nübüvvetini gizlemiş olduklarıdır.



(2) Tevrat Sahifelerini Gizleme
"(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onu kağıtlara, yazıp(istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kurân'da) size öğretilmiştir. (Resulüm) sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar!
Onlar, Tevrat'ı sahifeler (kitap) haline getirip, onu bölümlere ve kısımlara ayırınca, bir kısmını açıklayıp, bir kısmını gizlemeye imkan bulmuşlardır. Gizledikleri şeyler de Hz.Muhammed (s.a.v.)'ın sıfatları belirtilmiş olan Tevrat sahifeleridir.
"İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder"
"İndirmiş olduğumuz apaçık deliller" ifadesinden murat peygamberlere, akli deliller dışında indirilen semavi kitaplar, hidayet sözünün kapsamında ise akli ve nakli deliller girmektedir.
Yani buradaki gizlemek, Peygamberin sıfatlarını, risâletini gizleme olabileceği gibi Kitabın kendisini gizleme manası da taşıyabilir.

c-Lebs
ca- Hakkı Batılla Karıştırmak
"Lebs", Arapça lebese fiilinin mastarıdır. "Karıştırmak" anlamına gelir.
Ehl-i Kitab, Kurân-ı Kerîm'de geçen iki ayette hakla batılı birbirine karıştırmakla suçlanmıştır.
"Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kurân'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun". "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin"
"Hakkı Batıl ile karıştırmayın", yani bu delilleri bilen kimsenin zihnini bulandırmaya çalışmayın. Hakkı gizlemeyin" buyruğu da hakkı bilmeyen kimselerin o delillere ulaşmaması için engel olmayın anlamındadır.
Hakkı Batıl ile karıştırıp aldatmayın; doğruyu, yanlışlarla bulayıp da bile bile gizlemeyiniz demektir. Bu ayetin anlamı çok kapsamlıdır. İlme ve amele dair hususları kapsar. " İnsanları aldatmayınız. Sahtekârlık yapmayınız" mealinde bir genellemeyi ifade eder. Bunanla beraber kelamın şevki bilhassa ilmi değeri hedef oluyor. Nice kimseler vardır ki, ilmi gerçekleri bozarlar, kötüye kullanırlar, onları kendi gönüllerine göre evirerek çevirerek aslından çıkarırlar, bakırı yaldızlar, altın diye satarlar.
Bu durum İsrail oğulları haberlerinde çok vardı. Bunlar kendi yazdıkları fikirleri, tevilleri, tercümeleri, Tevrat'ın aslı ile karıştırıyorlar, seçilmez bir hale getiriyorlardı. Bakara sûresi 79. Ayette: "Yazıklar olsun o kimselere ki, Kitabı elleriyle yazıp sonra "Bu Allah katındandır" derler. Kendi yazdıkları tercümeleri "İşte Allah'ın Kitabı" diye Tevrat yerine koyuyorlardı.

Hakkı batılla karıştırmaktan kasıt yani onlar münezzel, vahyedilmiş ayetleri, muharref ve uydurma şeylerle karıştırıyorlardı. Yani Tevrat'ı tahrif etme anlamı verilmiş hakkı batılla karıştırmaktan kasıt budur.

"Hakkı batıl ile karıştırmayın" Yani Yahudilik ve Hıristiyanlığı İslâm'la karıştırmayın. Hak olan Tevrat'tır, batıl olan onu elleriyle yazmalarıdır.
Alıntı ile Cevapla