Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
ÂYETLERİN MEALLERİ:
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA.
1. Muhakkak ki biz onu Kadir gecesinde indirdik.
2. Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi? [ bildirdi/öğretti]
3. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4. Melekler [haberciler] içlerindeki ruh ile Rabblerinin izniyle iner dururlar/ hulûl eder dururlar; her bir işten.
5. Bir esenliktir o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar.
ÂYETLERİN TAHLİLLERİ: 1. Muhakkak ki biz onu Kadir Geces'inde indirdik/ hulûl ettirdik.
Âyette indirilen [hulûl ettirilen] şey için o zamiri kullanılmıştır. Acaba Allah'ın indirdiği/ hulûl ettirdiği nedir? Arapça ve tüm diğer dillerdeki genel kural şudur: "Gaip [üçüncü şahıs] zamirinin mercii, zamirden evvel lâfzen, mânen veya hükmen zikredilmiş olmalıdır." Yani cümlede herhangi bir gaip zamiri kullanıldığı zaman, kullanılan zamirle kastedilen şey, nesne veya anlam daha önce söylenmiş olmalıdır. Aksi halde kurulan cümleden kimse bir şey anlayamaz. Buradaki O zamiri Sûrenin ilk Âyetinde kullanıldığına göre, bu zamirin mercii nedir? Yani Allah'ın indirdiği/ hulûl ettirdiği şey nedir?
Bize göre, انزلناه - enzelnâhu ifadesindeki hu = o zamirinin mercii, bu Sûreden önce 24. sırada inmiş olan Abese Sûresinin 11. Âyetindeki تذكرة – tezkiretün = öğüt ve 23. sırada inmiş olan Necm Sûresinin 59. Âyetindeki الحديث = hadîs ile kastedilen Kur'ândır sözcükleri ile kastedilen Kur'ân'dır. Yani Sûreyi anlayabilmek için önce Abese Sûresi okunmalıdır. Aksi halde enzelnahu ifadesindeki hu = o zamiri herhangi bir yere bağlanamaz ve hu = o zamiri ile kastedilenin ne olduğu bilinemez.
Kur'ân'ı anlamak ve yaşamak isteğinde olanlar, onu kesinlikle iniş sırasına göre okumalıdırlar. Aksi halde Âyetler ve Sûreler arasındaki bağı tespit edemezler, dolayısıyla Kur'ân'ı da gerektiği gibi anlayamazlar. Sevap olur diye anlamadan okumayı yeterli görenler ile kesim ve cifir hesaplarıyla uğraşanların zaten böyle bir taleplerinin olduğu söylenemez.
Âyetteki انّا – innâ = biz ifadesi ile "ta'zîm (saygı)" kastedilmiştir. Bu ifadeden çoğul anlamı çıkarmak imkânsızdır. Zira Rabbimizin "bir tek"liği, şerik [ortak] ve nazirinin [benzerinin] olmadığı aklen ve naklen sabittir. Bazılarının "Allah, işlerini yardımcıları olan evliyaları, Üçler, Yediler, Kırklar ile beraber yürütür" şeklindeki inançları sapıklıktan başka bir şey değildir. Yüce Rabbimizin Kur'ân'da sıkça kullandığı "Biz" ifadesiyle ilgili bir açıklama, Sûrenin tahlilinin sonuna konulan "Allah ve 'Biz' Zamiri" başlığı altında okuyucunun dikkatine sunulmuştur. 2. Kadir Gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi/ bildirdi/öğretti?
ليلةالقدر - leyletü'l qadir = Kadr gecesi ifadesi, bir tamlama hâlinde Arap diline ilk kez bu Sûre ile girmiştir. Bu Sûre inene kadar kimse böyle özel bir geceden haberdar değildi. Bu syetten anlaşıldığına göre, Kadir gecesinin ne olduğunu daha önceden peygamberimiz de bilmiyordu. Zaten kolunda saati, masasında ajandası, olanı.biteni kaydettiği bir günlüğü ve peygamberlik gelene kadar çevresinde kayıt tutan vakanüvisleri olmayan birinin böyle özel bir geceyi bilmemesi de son derece doğaldı.
Bu nedenledir ki, gerek peygamberimizin kendisi ve gerekse diğer müminler, peygamberimizin Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütüldüğü ve Cennetü'l-Me'vâ denilen yerde son sidre ağacının yanında Allah'tan ilk vahiyleri aldığı o Ramazan gecesinin Kadir Gecesi olduğunu bu Sûre indikten sonra öğrenmişlerdir. Bir başka ifade ile söylemek gerekirse, Kadir Gecesi peygamberimizin Kur'ân ile ilk kez tanıştığı gecedir.
Yüce Allah bu konuda başka bilgi vermemiş, bu kadarının bizim için yeterli olacağını takdir etmiştir. Demek ki, Kur'ân'ın inmeye başladığı bu gecenin M. S. 611 yılının Ramazan ayının hangi gecesi olduğu önemli değildir; bunu bilmenin kimseye faydası da yoktur. Önemli olan Sûrenin mesajını doğru anlamak, dolayısıyla kerametin gecede değil indirilende olduğunun bilincine varmaktır. Bu bakış açısı ile denilebilir ki, Kur'ân ile meselâ 5 Ocak günü öğle saatinde tanışan bir insan için o gün Kadir günü olur. Çünkü önemli olan Kur'ân ile tanışmaktır ve hemen sonraki Âyetten öğreneceğimiz gibi, Kur'ân ile kurulan ilişki bir ömürden daha değerlidir.
İşin gerçeği böyle olmasına ve Kur'ân'ın da bu doğrultuda mesaj vermesine rağmen karanlığa taş atma itiyadındaki kimi eski zevat Kadir gecesinin hangi gece olduğu konusunda epeyce mesai harcamış ve pek çok görüş üretmişlerdir. İbret alınması bakımından bu görüşlerden bazısını rivayet tefsircilerinin temel kaynağı olan Mefâtihü'l-Ğayb'den naklediyoruz:
Kadir gecesinin hangi gece olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir. Sekiz farklı görüş ileri sürülmüştür. İbn-i Rezin Kadir gecesinin Ramazan ayının ilk gecesi olduğunu söylerken, Hasan el - Basri yirmi yedinci gecesi olduğunu söylemiştir. Enes'ten de "merfu" olarak bu gecenin yirmi dokuzuncu gece olduğu rivayet edilmiştir. Muhammed b. İshâk yirmi birinci gece olduğnu; İbn-i Abbas yirmi üçüncü, İbn-i Mes'ud yirmi dördüncü, Ebû Zer el - Gıfari yirmi beşinci, Ubeyy b. Ka'b ile bir grup sahabe yirmi yedinci, diğer bazıları ise yirmi dokuzuncu gece olduğunu söylemişlerdir.
Kadir gecesinin Ramazan ayının ilk gecesi olduğunu ileri sürenler şöyle bir gerekçeye dayanmaktadırlar: Vehb, İbrahîm peygamberin Suhuf'unun Ramazan'ın ilk gecesinde, Tevrât'ın da İbrahîm peygamberin Suhuf'undan yedi yüz yıl sonra Ramazan'ın altıncı gecesinde, Dâvûd'a inen Zebur'un Tevrât'tan beş yüz yıl sonra Ramazan'ın on ikinci gecesinde, İsa'ya indirilen İncîl'in de Zebur'dan altı yüz yirmi yıl sonra Ramazan'ın on sekizinde nazil olduğunu, Kur'ân'ın ise Peygamber'e bir seneden diğer seneye kadar olan her Kadir gecesinde indiğini, Cebrâîl'in Kur'ân'ı Beytü'l-izze'den, yedinci kat gökten en yakın semaya indirdiğini, böylece Yüce Allah'ın Kur'ân'ı yirmi yıl, yirmi ayda indirdiğini rivayet etmiştir. Şimdi Ramazan ayı, bu kadar yüce şeylerin kendisinde meydana geldiği bir ay olunca, hiç şüphesiz ki bu ay, son derece kıymetli, şerefli ve muazzam olmuş olur. Dolayısıyla bu ayın ilk gecesi Kadir gecesi olmuş olur. Hasan el - Basrî'ye gelince, Bedir Savaşının bu gecenin sabahında gerçekleşmiş olduğu gerekçesiyle Kadir gecesinin Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olduğunu söylemiştir.
Bu gecenin Ramazan'ın on dokuzuncu gecesi olduğu iddiası ise Enes'in bu konu hakkında bir hadis rivayet etmesinden dolayıdır. Bu gecenin Ramazan'ın yirmi yedinci gecesi olduğunu düşünen Şafii, bu görüşe "Adem'in daha su ile çamur arası bir şey olduğu sırada Peygamberin Nebi olması" hadisinden dolayı meyletmiştir. Eski tefsircilerin büyük bir kısmı da bu gecenin Ramazan'ın yirmi yedinci gecesi olduğu kanaatindedirler. Bu kanaatin sahipleri bu hususta ipucu olarak şu zayıf verileri ileri sürmüşlerdir: Bir hadiste İbn-i Abbas, "Bu Sûre otuz kelimedir. hiye kelimesi ise yirmi yedinci kelimeyi teşkil etmektedir" demiştir. Rivayet olunduğuna göre, Ömer bu meseleyi sahabeye sormuş, sonra da İbn-i Abbas'a dönerek "Ey ilimler dalgıcı, bu konuya bir dalıver!" demiş. Bunun üzerine sahabeden Zeyd b. Sabit "Muhacirlerin çocukları burada bulunduruldu da bizim çocuklarımız bulundurulmadı!" deyince Ömer de "Sen bu sözünle İbn-i Abbas'ın bir çocuk olduğunu söylemek istiyorsun; ne var ki, onda bulunan ilim sizde yoktur" demiş. İbn-i Abbas, bunun üzerine söze girerek: "Allah'a en sevimli sayı, tek olan sayıdır. Tek olan sayıların en sevimlisi ise yedidir. İşte bundan dolayı O, yedi kat göğü, yedi kat yeri, yedi günden oluşan haftaları, yedi tabakalı cehennemi, sayısı yedi olan tavafı, yedi uzvu zikretmiştir. Böylece bu, bu gecenin Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olduğuna delalet eder" demiş. İbn-i Abbas'ın şöyle dediği de nakledilmiştir leyletü'l-qadr = Kadir gecesi Arapça olarak dokuz harftir. Bu tamlama bu Sûrede üç defa geçmektedir. Binaenaleyh, [çarpma işlemi yapıldığında sonuç 3 x 9=27] yirmi yedi olmuş olur." Osman b. Ebi'l - As'ın bir kölesi vardı. Bunun üzerine o köle, "Ey efendimiz, denizin suyu bu ayın bir gecesinde tatlılaşıyor" deyince, Osman da "O gece olduğunda beni haberdar et" tembihinde bulundu. Bir de ne görsünler, bu gece Ramazan'ın yirmi yedinci gecesiymiş. Görüldüğü gibi, gündelik hayatın en tabii tecrübelerine bile aykırı olan böyle bir iddianın kitaplara geçirilmesi gerçekten dramatiktir. Hem gerçeklere uygun olmayan böylesi bir iddianın ileri sürülebilmesi, hem de tefsircilerin önlerine gelen bu tür verileri eleştirel gözle değerlendirmeden kitaplarına dercetmesi aynı derecede üzüntü vericidir. Bu gecenin Ramazan'ın en son gecesi olduğunu söyleyenler ise şöyle demektedirler: "Çünkü bu gece, bu aya ait taatların kendisinde tamamlandığı bir gecedir. Ramazan'ın böyle oluşu, tıpkı peygamberlerin ilkinin Adem, sonunun da Muhammed (a. s) olması gibidir. İşte bundan ötürü, bir hadiste, 'Ramazanın sonunda, başından itibaren o güne kadar cehennemden azat edilen nefisler sayısınca, sadece bu gecede azat edilir…' buyrulmuştur. Daha doğrusu Ramazanın ilk gecesi, birinin bir oğlunun olması gibidir. Bundan dolayı bu gece şükür gecesidir. En son gecesi de birinin çocuğunu kaybettiği ayrılık gecesi gibidir. Binaenaleyh bu son gece de sabır gecesidir. Şimdi sen, herhalde sabırla şükür arasındaki farkı anlamış bulunuyorsun." [25–5] Mef âtihü'l-Ğayb
Saydığımız görüşler söz konusu zevatın kendi görüşleri olup peygamberimizle herhangi bir ilgileri yoktur. Kadir gecesinin Ramazan'ın hangi gecesi olduğu ancak modern araçlar ile geçmişin tespit edilebilmesi durumunda mümkün olabilecektir. Şimdilik söz konusu olmasa bile ilerleyen zamanlarda bunun da gerçekleşebileceği muhal sayılmamalıdır.
Kesin olarak bilinen şudur ki, Kadir gecesi Kur'ân'ın inmeye başladığı ilk gecedir. Bu da tarihte sadece bir kez yaşanmıştır. Her yıl yeni bir Kadir gecesi yaşanmaz. Bu, Kur'ân'ın her sene yeniden inmediği anlamına gelir. Sadece Kur'ân'ın indiği vaktin yıl dönümleri olur.
Tıpkı doğum ve evlilik günleri gibi... İnsan her sene doğmaz ve her sene evlenmez. Kutlanan günler bu olayların sadece yıldönümleridir. 3.Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
الفشهر - bin ay ifadesi, söylenenin önemine dikkat çekmek üzere mübalâğa üslûbuyla ifade edilmiş bir sözdür. Dünyanın her yerinde ve her dilde bu tür mübalâğa ifadeleri kullanılmaktadır. Mübalağa sanatı, Arapçada ve dolayısıyla Kur'ân'da da kullanılan bir anlatım aracıdır. Kur'ân'da mübalağa üslubuyla kullanılan ifadeler genellikle övgü veya saygıya değerlik belirtmek için kullanılmıştır. "Bu asker bin askere bedeldir" örneğinde olduğu gibi, bu Âyette de "Bu gece bin aydan daha hayırlıdır/yararlıdır" denilmiştir. "Bin ay" zaman olarak ortalama bir insanın ömrüne eşittir. Dolayısıyla bin aydan daha yararlı olan Kadir gecesi, aynı zamanda bir insanın da ömrüne bedel bir değerdedir. Bilinmelidir ki, bir ömre bedel değerde olan bir şey, her insan için mutlak bir önemi ifade eder. 4.Melekler, [haberciler] içlerinde ruh olduğu halde, Rabblerinin izniyle iner dururlar/ hulûl eder dururlar; her bir işten.
Âyette geçen تنزّل - tenezzelü kelimesinin aslı تتنزّل - tetenezzelü 'dür. Bu sözcüğün kullanıldığı "Tefa'ul" kalıbı, gramer yapısı itibariyle bir iş, oluş ve hareketin tekrar edip duran bir süreç olduğunu, bir olaydan sonra o olayın üst üste tekrarlandığını anlatır. Tefa'ul kalıbının bu anlam özelliğinden dolayı تنزّل - tenezzelü ifadesinin "Melekler iner [hulûl eder], sonra yine iner [hulûl eder], sonra yine iner [hulûl eder] …" ya da "…inmeyi [hulûl etmeyi] sürdürür…" şeklinde anlaşılması gerekir.
Bu anlamın Türkçeye "iner dururlar/ hulûl eder dururlar" veya "iner de iner, hulûl eder de hulûl eder" şeklinde çevrilmesi daha da uygun olur.
Nüzul sözcüğünün esas anlamı hulûl = girmek, içe işlemek, nüfuz etmek" demektir. Bu anlamdaki "giriş", duhul sözcüğüyle ifade edilen "giriş"ten farklıdır. Hulûl etmek, gizlice, haber etmeden, fiziksel bir etki yapmadan girip girdiği nesnenin her bir zerresine homojen olarak yerleşmek şeklinde bir giriştir. [255-6] İbn Menzur; Lisanü'l-Arab; Cilt. 8, s. 523, Darülhadis Kahire - 2003
Nitekim Mümin Sûresinin 15. Âyetinde ruhun "hulûlü" [içe yerleştirilmesi] تنزّل - tenezzül sözcüğüyle değil القائ - ilqa = koymak, bırakmak, sözcüğüyle ifade edilmiştir.
Bu nedenle, Âyette geçen "inme" ifadeleri "hulûl etme" anlamıyla açıklanacaktır. Bazı sapkın inançlarda Allah'ın bazı kişi veya eşyaya girişi olarak kabul edilen "hulûl inancı" konumuzun dışındadır.
Zaman içerisinde "yukarıdan aşağı giriş"e de "iniş" anlamı verilmiş ve daha sonraları "nüzûl" sözcüğü de "iniş" anlamında kullanılır olmuştur. Özellikle halk kültünde melekler gök varlığı kabul edildiğinden, meleklerin de gökten indikleri tasavvur edilmiştir.
Sûrenin buradan itibaren doğru anlaşılabilmesi, "melek-melâike", "meleklerin inişi [girişi]" ve "ruh" kavramlarının doğru bilinmesine bağlıdır. Bu kavramlar Kur'ân'dan öğrenilmeyip örf bilgileri ile değerlendirilirse, Sûre anlaşılamaz ya da yanlış anlaşılır.
Necm Sûresinde melek sözcüğünün iki farklı kökten de gelebileceği belirtilmişti. Buna göre, eğer ئلوك - ülûk kökünden geliyorsa "elçiler," [haberciler] ملك - milk kökünden geliyorsa "yönetim güçleri" anlamlarına geldiği ifade edilmiş, hangi kökten ne anlama geldiğinin ancak sözcüğün yer aldığı pasajın kontekstinden [bağlamından] anlaşılacağı açıklanmıştı.
Meselâ, meleklerin nüzûlünü [hulûlünü] konu alan aşağıdaki Âyetlerden bazılarında melek sözcüğü "elçiler [haberciler]" anlamında, diğer bazılarında da "yönetim güçleri" anlamında kullanılmıştır.
ملك - Melek sözcüğünün "elçiler [haberciler]" anlamında kullanıldığı Âyetler:
(Nahl: 2) Kullarından dilediğine melekleri, emrinden [kendine özgü iş] olan ruh ile "Gerçek şu ki: Benden başka ilâh yok, o hâlde benden sakının" diye uyarmaları için indirir/hulûl ettirir.
(Fussılet: 30–32) Şu bir gerçek ki, "Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler iner durur; [hulûl eder durur] "Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz size, dünya hayatında da âhirette de [yol gösteren, yardım eden] Yakınlarız. Orada sizin için nefislerinizin arzuladığı şey var. Orada sizin için istediğiniz şey var. Gafur ve Rahîm Allah'tan bir ikram olarak…"
(Al-i-Imrân: 124) Hani sen inananlara, "Rabbinizin indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun.
Melek sözcüğünün "yönetim güçleri" anlamında kullanıldığı Âyetler:
(Hicr: 8) Biz melekleri ancak gerçekle indiririz ve o zaman, asla göz bile açamazlar.
(Fussılet: 14) Hani elçiler onlara önlerinden, arkalarından gelerek şöyle demişlerdi: "Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmeyin!" Şöyle cevap vermişlerdi: "Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyleri inkâr ediyoruz."
(En'âm: 8) Ve: "Ona bir melek indirilseydi ya!" dediler. Eğer böyle bir melek indirmiş olsaydık iş mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı.
Görüldüğü gibi, örnek olarak verilen Âyetlerin hepsi de meleklerin nüzûlü [hulûlü] ile ilgili Âyetlerdir. Bu Âyetlerde "melek" sözcüğü ile hep aynı şey kastedilmemiş olmasına rağmen, hangi Âyette ne kastedildiği kolayca anlaşılmaktadır.
Bu noktada çok önemli bir hususa daha dikkat edilmelidir. Bu önemli husus, "elçiler [haberciler]" anlamındaki meleklerin ne iş yaptıklarıdır. Yukarıdaki örnek Âyetlere bakıldığında elçi meleklerin inzar [uyarı] ve tebşir [müjdeleme] görevi yaptıkları görülmektedir. Hâlbuki meleklerin inzar ve tebşir görevi yapmaları mümkün değildir. Çünkü Kur'ân bu görevlerin ya peygamberler ya da vahyedilmiş kitaplar tarafından yapıldığını belirtmektedir. Uyarı ve müjdeleme ile ilgili olan Âyetlerin tümünden anlaşılan mesaj da uyarı ve müjdeleme görevinin peygamberler ve vahyedilen kitaplar dışında herhangi bir varlık tarafından yapılmadığıdır.
Mü'min Sûresinin 15; İbrâhîm Sûresinin 52; Ahkâf Sûresinin 12; Furkân Sûresinin 1; Fussılet Sûresinin 3, 4, 14; Bakara Sûresinin 97, 119, 213; Nahl Sûresinin 89, 102; Neml Sûresinin 2; En'âm Sûresinin 48, 92; A'râf Sûresinin 2; Sebe' Sûresinin 28; Fâtır Sûresinin 24; İsrâ Sûresinin 105; Ahzab Sûresinin 45; Feth Sûresinin 8; Nisâ Sûresinin 165; Kehf Sûresinin 56. Âyetleri.
Dolayısıyla melek sözcüğünün, "elçiler [haberciler] anlamında kullanıldığı Âyetlerde bu sözcükle kastedilenler "Kur'ân Âyetleri"dir. Talâk Sûresinin 10 ve 11. Âyetlerine göre zaten Kur'ân'ın bir adı da rasü l = elçi' dir. Bu elçi, [haberci] toplumun canı demek olan güvenilir ve kutsal bilgiler içermektedir.
Buraya kadar 4. Âyet kapsamında nüzûl sözcüğü ile ifade edilen "inme" kavramına ve melek sözcüğünün Kur'ân'daki kullanılışına değinilmiştir. Şimdi de "meleklerin inişi", ruh ve ruhun inişi konuları incelenerek Sûrenin mesajının daha iyi anlaşılmasına çalışılacaktır.
|