RE: Taraf Gazetesinden İktibas Yazılar
Avrupa’da modernlikten anlaşılan hep liberallik oldu. Otoriter zihniyet ise geçmişten gelen bir kalıntı olarak tanımlandı. Oysa modernlik otoriterliği yeniden harmanladı ve onu liberalizmin payandası olarak meşrulaştırdı. Dolayısıyla işlerin ‘iyi’ gittiği dönemlerde liberalliği öne çıkaran Avrupa, işler ‘kötüye’ sardığında hiç gocunmadan otoriterliğe sarılabiliyor. Hele ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde hâlâ göçmen meselesini çözememiş durumda iseniz, otoriter zemin faşizan ve ırkçı meyveler de veriyor. Kendinizi ırkçı saymamanın yolu ise göçmenleri ‘gerçekten de’ geri ilan etmeyi gerektiriyor. Bunun en kolay yolu onları kültürel olarak mahkûm etmekten geçiyor ve özellikle Müslüman göçmenler bu açıdan son derece işlevsel. Diğer bir deyişle eğer Müslümanlığı öz itibariyle sakıncalı ilan edebilirseniz, Müslüman göçmenin entegrasyon sorumluluğundan kurtulur, yaşadığınız her türlü sıkıntının nedenini onlara yükleyebilecek bir ruh hali yaratabilirsiniz.
Avrupa bugün bu hastalıklı psikolojinin içinde... Kullanılan en önemli manivela ise laiklik... Müslümanlığın öz olarak laikliğe aykırı olduğu ileri sürülüyor ve böylece Müslümanlara yönelik zımni ırkçılık besleniyor. Ama Avrupalılar hiç merak etmesinler... Yalnız değiller. Derinlemesine mülakatlara dayanan yeni bir çalışma, İstanbul, Ankara ve İzmir’deki laik kişilerin epeyce paralel bir ruh hali içinde olduklarını gösteriyor. Füsun Üstel ve Birol Caymaz’ın yürüttüğü araştırma laik kesimden prestijli okul mezunu, orta üst gelir grubundan ve yüksek mesleki pozisyonlara sahip insanları muhatap almış. Dikkat çeken ve konuşulan tüm kişiler için geçerli olabilecek bir tespit, çağdaşlığın ‘okumuş olma’ haliyle bağlantılı olarak algılanması. Anlaşıldığına göre okulda alınan iyi eğitimle ‘kültürlü’ olmak ve buradan hareketle ‘laik yaşam biçimi’ arasında doğrusal bir bağ kuruluyor ve buna ‘çağdaşlık’ deniyor. Böylece laik olmayanlar kendiliğinden bir ‘alt kültür’ oluşturup çağdaşlığın dışında kalıyorlar.
Araştırmacılar mülakat yaptıkları kişilere gayrımüslimleri, Kürtleri, Müslümanları, AB’yi ve Ergenekon davasını sormuşlar. Çıkan sonuçlardan biri, genelde gayrımüslimlerin romantik ve nostaljik bir unsur olarak hatırlandığı, ama bu grubun yaşamış ve yaşamakta oldukları sorunlar konusunda büyük bir cehaletin olduğu. Aynı şey Kürtlere ilişkin olarak da geçerli... Bu mesele aniden ortaya çıkan ve ‘yabancıların’ tetiklediği, neredeyse yapay bir sorun olarak algılanıyor. Görüşmelere bakılırsa, Müslümanlar ise zorunlu olarak tahammül edilmesi gereken bir kesim... Bunları tamamlayan bir biçimde laik hayat tarzı nedeniyle beğenilen AB’den bir siyasi aktör olarak kuşku duyulduğu ve Ergenekon davasının da AKP’nin karşıtlarını temizleme operasyonu olarak görüldüğü anlaşılıyor.
Bu tablonun en şaşırtıcı yanı muhakkak ki sergilenen cehalettir. Prestijli okullardan mezun olan, toplumun genelinden üstün oldukları iltifatıyla yetişen bu insanlar gerçekte hem tarih hem de siyaset alanında inanılması güç bir yüzeysellik ve bilgisizlik içindeler. Bu cehalet bir yandan içe kapanmaya, öte yandan da laik cemaat dışında kalanlara karşı gizli bir ırkçılığa neden oluyor. Görünen o ki laik kesim içinde siyasi önermelerin özcü bir bakışa dayandırılması doğal bir durum. Başkaları genellemeler içinde ifade edilip homojenize ediliyorlar ve ‘zorunlu’ birliktelik ima eden durumlarda da aşağılanıyorlar. Nitekim Müslümanlığın simgesi olarak alındığı için, başörtüsü takanlar yaygın bir aşağılanma ile karşı karşıyalar.
Bu fikirleri öne sürenler kendilerini ırkçı olarak değil, çağdaş olarak görüyorlar... Böylece siyasete gelindiğinde de rahatlıkla darbeciliği savunabiliyorlar. Çünkü otoriter modernlik anlayışı, kültürel farklılığı bir ‘demokrasi filtresi’ olarak işlevselleştiriyor. Diğer bir deyişle ‘geri’ kültürden olanın demokrasi dışı kalması mümkün olurken, onu demokrasinin dışına iten, haklarına el koyan tavırlar da ırkçılık değil, aksine çağdaşlık oluyor...
Söz konusu tablo muhakkak ki ulus-devletin ideolojik yönü güçlü eğitim sistemiyle yakından bağlantılı. Gerçekten de Türkiye’deki prestijli okullar ve makbul eğitim sistemi, aksiyomatik bilgi üretmeye ağırlık vermekte. Belirli disiplinleri öğrenmek, onların içinde ilerlemek teşvik ediliyor; ancak dışımızdaki toplumsal gerçekliği anlamaya yönelik bilgi vermekten özellikle kaçınılıyor. Böylece ortaya kendi konularını gayet iyi bilen ama toplum, tarih, siyaset alanlarında epeyce cahil olan bir ‘modern’ cemaat çıkıyor.
Bugün Türkiye’deki laik kesim halen korunmuş bir gerçeklik dünyasında yaşıyor... Cehalet aslında devletin elinde siyasi bir asimilasyon aracı... Modern eğitim iyi yurttaşlar yaratmayı hedeflediği ölçüde, içinde yaşadığı topluma yabancılaşmış, devlete bağımlı ve ‘ötekileri’ horlayan bir cemaat da üretiyor.
Ve bu tablo Avrupa’da faşizme göz kırpan yeni muhafazakârlaşma ile örtüşüyor. Ama doğrusu Avrupalıların durumu daha utanç verici... Çünkü onlar cahil bırakılmaktan ziyade cehaleti seçiyorlar... Psikolojik nedenlerle değil, siyasi kaygılarla içe kapanıyorlar. Irkçılığın ve faşizmin yeryüzünden kalkmasının önkoşulu, bunlardan utanılmasıdır... Türkiye kendisini henüz yeni tanıyor, ama Avrupa bunu bilerek yapıyor.
ETYEN MAHÇUPYAN...
|