YitikSevda Üyemizden Alıntı
Allah "İnsanları ve cinleri ancak kendisine kulluk etsinler diye" yaratmıştır. (51/56) yaratılışın ve yaşamın tek gayesinin "kulluk" olduğunun yegane belirleyicisi Allah'tır. Bu nedenle, Allah yaratılıştan itibaren insanlara tabi olacakları, öğüt alacakları, arınacakları vahiy ve elçiler göndermiştir. Bu. kulluğun gerçekleşmesi ve hesap günü (Din günü)nün anlam kazanması için gereklidir.
Allah'a kulluğun, Allah'ın istediği şekilde gerçekleşmesini engelleyici çeşitli etkenler olagelmiştir. Bunlar atalarının dininde ısrar etmekten, bilimsel davranmaktan, akletmemeye, heva ve hevese uymaya kadar uzanmaktadır. Hepsinin de temelinde yatan etken, vahyin (Kur'an) gerektiği gibi değerlendirilip gereken önemin verilmeyişinden kaynaklanmaktadır. Bu. Kur'an'ın bizim hayatımızdaki konumu ve önemi ile doğrudan ilgilidir. Kur'an'ın Allah'ın istediği anlamda değerlendirilememesi sonucu farklı kulluklar, farklı yaşantılar ve farklı anlayışlar kaçınılmaz olarak doğmuştur ve doğmaktadır. Bu nedenle Allah'a kulluğun Allah'ın istediği anlamda gerçekleşmesi, Kur'an'ın bilmek, onu kavramak ve onu bütünlüğü içinde değerlendirebilmekle mümkündür. Bu inananda bütünsel olarak Kur'ani bir düşüncenin ve anlayışın doğması demektir. Ayrıca bu düşünce bütünlüğünün oluşması için her türlü şartlanmışlıklardan, etkilerden, bilgi birikimlerinden uzak olarak ayetlerin Kur'an bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesi diğer gerekli bir şarttır.
Kur'ani düşüncenin oluşması için gerekli bu şartlarla birlikte Allah katında Müslüman olmanın ölçüsü olan diğer bir şart Kur'an'ın yaşanmasıdır. Allah'ın ayetlerinin iman edenlerce yaşanması bunun daha iyi kavranmasını ve gereken önemin verilmesini sağlar. Yani Kur'an'ın gerektiği şekilde değerlendirilmesi ve öneme sahip olması bizzat "Kulluk" ile mümkündür. Entelektüel düzeyde bir Kur'an çalışması, düşünce ve anlayış, o insanlara Allah'ın istediği gibi bir kulluk oluşturmadıktan sonra Allah nazarında pek öneme sahip olmasa gerektir.
Peygamberlerin mücadelesine ve Kur'an'ın Alak Suresinden son ayetine kadar devam eden seyrine bakıldığında, mutlak olarak insanlardan iman etmek ve yalnız Allah'ı Rab olarak tanımak ile birlikte belli davranış ve yaşayış içinde olmaları istenmektedir. Bu "kulluk" ve "yalnız Allah'a ibadet edilmesi" ilkesi etrafında örülmektedir. "Allah'ı tekbir etmek" (74/3) "yalanlayanlara boyun eğmemek" (68/8). "yalnız Allah'ı vekil tutmak" (73/9) "Çok yemin eden, alçak diliyle iğneleyen, çekiştiren, hayra engel olan, aşırı giden suç isleyen zorbaya, kendisine mal ve oğullar verilen kaba kimseye boyun eğmemektir (68/10-14). "Salatı ikame etmek zekat vermek" (73/20), "Kişiliği temizlemek, çoğalmasını umarak iyilikte bulunmamak" (74/5-6), "yetimin hakkını gözetmek", "adaletli olmak", "zina etmemek..." Tüm bunlar kul olabilmek için gerekli olan şartlardır.
İlke olarak kulluğun ve salih amelin olması, Kur'an'ın tüm ayetlerine gereken önemin verilerek bizzat pratik edilmesi ile mümkündür. Kur'ani bilgi, Kur'ani eylemi mutlaka beraberinde getirmelidir. Kur'ani bir eylem ve davranışı ortaya koymayan Kur'ani bilgi soyut ve yarım kalır. Bunlar Müslüman kimliğin oluşmasının evrelerini oluşturmaktadırlar. Ayrıca Kur'ani eylemlerin zaman ve mekan gibi etkenler bahane edilerek ileriye atılması, geciktirilmesi mümkün değildir.
Eğer insanlar yaptıkları her hareketten, geçirdikleri her saniyeden "Allah'a gereği gibi kul olup olmadıkları" ölçüsüyle hesaba çekileceklerini kavramış olsalar Kur'an ile olan kopukluklarını gidermiş. Kur'ani eylemi doğurmuş olurlar. Allah'ın istediği gibi bir kulluğun yani "yaşayan Kur'an olabilmenin şartı Kur'ani bir düşüncenin ortaya konması, ayetlerin yaşanmasıdır.
Kaynak: Kalem Dergisi, Şubat 1988, sayı: 2, s.5 |