Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Nisan 2010, 21:08   Mesaj No:2

Efser

Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Efser isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 3125
Üyelik T.: 17 Ağustos 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 69
Konular: 15
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Şiirin Burçlarında Açan Çiçek: Na't

Na't; edebiyatımıza Fars edebiyatı kanalıyla girmiştir. Edebiyatımızdaki ilk na'tlarda, Peygamberimiz’in risaleti, hicreti, dini tebliğ ederken karşılaştığı zorluklar, gördüğü zulümler, O'nun insanlık için bir rahmet olduğu, insanlığın en seçkini olduğu, zulmeti aydınlatan bir nur olduğu ortak tema olarak işlenmiştir. İlk dönem na'tlarında O'nun peygamberlerin ilki ve sonuncusu olduğu, diğer peygamberlerden üstün olduğu ve Allah'ın övdüğü kişiyi övmenin zorluğu özellikle vurgulanır. Bu na'tlar, Peygamberimiz'den (sas) şefaat umularak bitirilir.
Na'tlar ilk dönemlerde kaside nazım şekliyle yazılırken, daha sonraları mesnevi tarzıyla da yazılmaya başlanmıştır. Türk edebiyatına girdikten sonra ise, gazel, rubai, müstezat ve tuyuğ nazım şekilleriyle de yazılmıştır. Bu açıdan na'tı bir nazım biçimi olarak değerlendirmek yerine, konu olarak Efendimiz'i (sas) öven bir şiir olarak almak daha doğru olacaktır.
İslâmî bir kültür üzerine bina edilen Divan edebiyatında na'tın en güzel örneklerini görmekteyiz. Özellikle Fuzuli'nin Su Kasidesi bu şiirlerin en güzelleri arasındadır. Bu kasidede özellikle iki beyit diğerlerinden öne çıkmış, hem semantik hem de estetik olarak insanımız tarafından daha fazla beğenilmiştir:

Dest- bûsı arzûsuyla ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun ânınla yâre su

"Eğer ben sevgiliye (Peygambere) kavuşma arzusuyla ölürsem, toprağımdan testi yapıp o sevgiliye sunun." Bu beyitte Peygambere duyulan iştiyak o kadar fazladır ki, ne olursa olsun O'na kavuşma arzusu kendini hissettirmektedir. Diğer beyitte ise, Peygamberimiz’in hasretiyle dolu olan şair, kendi ruh halinin bir aksi olarak tabiattaki her şeyi, O'na doğru koşuyor görmektedir. Fuzuli, peygamber sevgisiyle dolu olan ruhu ile, Dicle ve Fırat'ın coşkun suları arasında şairane bir münasebet kurar: Ona göre sular, asırlardır O'nun ayak bastığı topraklara yüz sürebilmek için başını taştan taşa vurarak akıp gitmektedir:

Hâk-i pâyine yetem der ömürlerdir muttasıl
Başını taştan taşa urup gezer âvâre su

Nitekim O'nun ayak bastığı topraklara yüz sürmek için ırmaklar başlarını taşlara vura vura akıp giderken bir şair padişah da, O'nun ayak resmini başına taç yapıp yüzüne gözüne sürmenin arzusuyla yanıp kavrulmaktadır:

N'ola tâcım gibi başımda götürsem daima
Kademi resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rasülün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma, yüzün sür kademine o Gül'ün
(Bahtî / 1. Ahmed)

O'nun yaşadığı mekân, ayak bastığı topraklar ve ebedî istirahatına çekildiği makam o kadar değerlidir ki, Oralar Nazar-gâh-ı İlâhîdir. Oralarda O'nun hatıraları dolaşmaktadır, bu sebeple bir an bile terk-i edeb etmemek gerekir. Bu duygularla yüklü olan Nâbi, Hac yolculuğu esnasında Medine'ye yaklaştığında dudaklarından şu mısralar dökülür:

Sakın terk-i edebden, kûy-ı mahbub-ı Huda'dır bu
Nazargah-ı İlâhi’dir, Makam-ı Mustafa'dır bu
Evet O, yaratılmışların en üstünüdür. O'nu bizzat, Kâinatın Yaratıcısı övmüştür. O Fahr-i Kainat'tır, Rasüllerin Şahı, Efendilerin Efendisi’dir. Şeyh Galib bu duyguları şöyle dile getirir:

Sultan-ı Rusül, Şah-ı mümeccedsin Efendim
Bîçarelere devlet-i sermedsin Efendim
Divân-ı İlâhi’de seramedsin Efendim
Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammed'sin Efendim
Hak'tan bize Sultan-ı Mümeyyedsin Efendim

İslâm tesirindeki Türk edebiyatında hemen hemen her şair, Peygamberimiz'i (sas) metheden şiirler yazmıştır. Tanzimat'a kadar divan sahibi şairlerin divanlarında na't vardır; lâkin bu gelenek Tanzimat'la birlikte bozulur. Türkler Müslüman olduktan sonra, hayatın her safhasında İslâmiyet'in getirdiği kaidelere uymaya çalışmışlardır. Fakat 19. yüzyılda Batı'da gelişen pozitivist ve materyalist felsefeler bizim insanımıza da tesir etmiştir. Bu durum kendini edebiyatta da gösterir. Yüzyıllardır divanlarda peygamber sevgisinin en içli nağmeleriyle dolu olan na'tlar terk edilmeye, na'tsız divanlar tertip edilmeye başlanır. Tanzimat şairlerinden Şinasi daha da ileri giderek dinî terminolojide özel mânâları olan kelimeleri M. Reşit Paşa için yazdığı bir kasidede kullanır:

Sensin ol fahr-ı cihan-ı medeniyyet ki hemen
Ahdini vakt-i saadet bilir ebnâ-yı zaman

Bilindiği gibi dinî literatürde "Fahr-i Kâinat" tamlamasının karşılığı Efendimiz (sas), "Asr-ı Saadet" de O'nun yaşadığı dönemdir. Yukarıdaki beyitte Şinasi, M. Reşit Paşayı medeniyet dünyasının fahrı olarak nitelerken, onun yaşadığı dönemi de vakt-i saadet olarak değerlendiriyor. Aynı şiirde geçen aşağıya aldığımız mısralar ise, Şinasi'nin ulaştığı kavram anarşisini göstermesi açısından önemlidir:

Aceb midir medeniyyet rasülü dense sana
Vücud-ı mu'cizin eyler taassubu tahzir

Bilindiği gibi, "rasül" kendisine kitap indirilen peygamberdir. Şinasi bu mısralarda M.Reşit'i medeniyyet rasülü olarak değerlendiriyor. Yine bu dönem şairlerinden Âkif Paşa "Kaside-i Adem" şiirinde İlahi Hikmet karşısında o zamana kadar var olan tavrın tam zıddını alır, kaderi tenkit eder. Bu durum ileriki dönemlerde daha uç noktalarıyla ele alınır. Devrin ortak düşüncesi gereği maziye ve mukaddesata dair her şeye hücum edilir. Dindar insanların asırlar boyu büyük değer verdiği ve kendilerini adadıkları değerlerle dalga geçilir. Mukaddesatın karşısına yeni modeller çıkartılır.

20. yüzyılda hayatın her safhasında çağdaşlaşma adına köklü değişikliklere gidilmiş, maziye ait değerlere doğru veya yanlış olmasına bakılmaksızın reddiye çıkarılmıştır. "Çağdaş" olarak lanse edilen değerler(!) ruhun ihtiyacına cevap verememiş ve bu sahada çok ciddi bunalımlar yaşanmıştır. "Değerler Kaosu Devri" diyebileceğimiz bu dönemde dindar şairlerce Peygamberimiz'in (sas) mayasının sevgi olduğu tekrar hatırlanmış, O'nun rahmet olduğunu ifade eden şiirler yazılmıştır. Modern şiirdeki na't, bazı bakımlardan klâsik şiirdeki na'tlardan ayrılır. Günümüzde yazılan na'tlarda Peygamberimiz’in yokluğu daha derinden hissedilir. Şüphesiz ki, Klâsik şiir döneminde de Hz. Peygamber yoktu, şairler O'na duydukları hasreti dile getirmekteydi. Fakat modern çağlarda durum çok daha farklıdır. Modern şairin dramı, Hz. Peygamber’in ruhlardan da silinmesinin dramıdır. Yıkılan huzurun yeniden inşa edilmesi, adaletin, ahlâkın, sosyal düzenin istenilen tarzda yeniden kurulabilmesi, ancak gözün O'nu görmesi, hafızanın O'nu hatırlaması ve gönlün O'nu hissetmesiyle mümkündür. Sevgili olarak bütün deniz kenerlarında beklenen O olduğu gün, işler yoluna girecektir. Sezai Karakoç, "Küçük Na't" başlıklı şiirinde bu sevgiyi şöyle dile getirir:

Göz Seni görmeli, ağız Seni söylemeli
Hafıza Seni anma ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında Seni beklemeli

Sen Eskimoların ısınması Sevgililer mahşeri
Alıntı ile Cevapla