Durumu: Medine No : 3021 Üyelik T.:
14 Ağustos 2008 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
22 Konular:
18 Beğenildi:1 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Mehmet Akif Ersoy, Afgani ve Abduh'u savunuyor peki size ne oluyor!
Son dönemde kimi kelam erbabı, İslâm dünyasının yetiştirdiği bazı güzide âlimlere, fikir adamlarına karşı ağır tenkidlerde bulunmakta… Öncelikle belirtelim ki bu geçerli bir yöntem değildir. Elbette ulemadan hata yapanlar olursa ki -olmuştur, olacaktır- onları bir kalemde tasfiye etmek, bühtanda bulunmak yerine, günahlarıyla sevaplarıyla yaptıkları, yazdıkları ortaya konulmalıdır. Geçen hafta Cemaleddin-i Efganî ve Muhammed Abduh’a dair yazdığım yazıdan dolayı okuyucularımızın bazı sorularına muhatap oldum. Bu nedenle hem âlimlerimize, mütefekkirlerimize sert eleştiriler yönelten muharrirlere, hem de okuyucularımıza cevap mahiyetinde olan Üstad Mehmed Âkif’in konuyla ilgili 1911 yılında Sırat-ı Müstakim mecmuasında yazdığı bir makaleyi önemine binaen aşağıya dercediyorum.
...
“Geçen hafta merhûm Cemaleddin Efgânî’ye dair birkaç söz söylemiştim. Maksadım o büyük adama isnad edilmek istenen dinsizliğin pek yanlış bir tevcîh olduğunu göstermek idi. Maatteessüf bu sefer de “Cemaleddin mülhid değil idi, fakat Vehhabî idi!” iddiası ortaya sürülmeye başladı.
Acaba bu şâyiayı çıkaranlar bir adamın alnına “Vehhabî” damgasını yapıştırmak ne demek olduğunu biliyorlar mı?
Vehhabîlik bir mezheb-i mahsûsun ismi olmakla beraber Arabistan’ın birçok yerlerinde dinsiz tanınan yahut öyle tanıtılmak istenen adamlara verilir bir pâyedir. Lehde söylenen sözlere inanmamak lâkin aleyhde söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibillî bir hasîse olduğu için meselâ ben bugün çıkar da Allah’tan korkmadan en akîdesi pâk bir adam hakkında “İyidir amma dinsiz olmasa!..” dersem az zaman sonra zavallıyı bütün aşiret halkı baştan başa mülhid tanırlar, acaba bu adam ilhadı mûcib olacak ne yapmış, ne söylemiş demeyi hatırlarına bile getirmezler!
Müslümanlıkta en güç bir şey varsa o da bir adama dinsiz pâyesini vermekten ibaret olduğu halde fazlını, irfanını, ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahud tarz-ı tefekkürünü kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri bu hasbî rütbe ile nazardan düşürmek nedense bize pek kolay geliyor.
Lüzûm-ı küfr başka, iltizam-ı küfr yine başka iken; yüzde doksan dokuz ihtimal doğrudan doğruya tekfirini icab eden bir adamı yüzde bir ihtimal ile kurtarmak üzerimize farz iken biz bilakis binde bir ihtimal-i zaif ile yakaladığımızı dinsiz yapıp çıkıyoruz, gerideki dokuzyüzdoksandokuz ihtimali imanı nazara bile almıyoruz!
Arabistan’a gidin, en büyük adamlar Vehhabî: Türkistan’a gelin, farmason; Acemistan’a uğrayın dinsiz yahut Bâbî!
En garibi şurasıdır ki bütün aktar-ı İslâmiye’de bu ünvan ile teşhir edilen adamların kısm-ı azamı Müslümanlığı, Müslümanları müdafaaya vakf-ı hayat etmiş olan ekâbir-i ümmettir, fedakâran-ı millettir!
Bir yabancı aramıza girse dese ki:
— Ey Cemaat-ı Müslimîn filân filân filân zatlar sizin en akıllınız, en âliminiz, en fazılınız olduktan başka ebnâyı milletin saadetine çalışmış olmak itibariyle en hayırhâhınız, en hamiyetlinizdir. Siz bunları Vehhabîlikle, masonlukla itham ediyorsunuz, yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz. Demek sizin dininiz akıl ile, ilim ile, fazl ile, hamiyet ile kabil-i telif olamayacak!
Bu söze karşı ne diyebileceğiz?
Bugün hıtta-i Mısriyede menafi-i İslâm’ı müdafaa eden ne kadar hamiyetli kalem varsa hepsi Cemaleddin’in saye-i terbiyetinde yetişmiştir. Cihan-ı tevhide binlerce dest-i muharrir, binlerce dimağ-ı mütefekkir ihda eden bir Cemaleddin Vehhabî olabilir mi?
Merhûmu ne Afganistan’da, ne Hindistan’da, ne Avrupa’da, ne Osmanlı toprağında rahat bırakmadılar; hiçbir yerde oturtmadılar? Cemaleddin Müslümanlık âleminde hakîkî, sermedî bir intibah uyandırmak gayesine matûf olan hamiyetinde biraz imsak edeydi, bu siyasetine azıcık fasıla vereydi dünyanın her yerinde şerafetiyle mütenasib bir debdebe içinde yaşayabilirdi. Fakat o koca adam maktusad-ı bülend-i hamiyeti uğrunda dehrin her türlü şedâidine göğüs gerdi; başkalarının bilıztırar dayanamayacağı hirmanlara, haybetlere o kendi ihtiyariyle katlandı. Kemâl’in tabîri vechile o bir şehîd-i zîyahat idi:
Ne devlettir şehîd-i zîyahat olmak bu dünyada!
Cemaleddin hakkında söylenen Vehhabîlik Şeyh Muhammed Abduh için de diriğ edilmiyor. İki senedir Sırat-ı Müstakim’in sahifelerinde merhûmun eserlerini görüp duruyoruz. Allah için söyleyelim, hangi mânâsına alınırsa alınsın, Vehhabîliği okşar bir cümlesi, bir makalesi görüldü mü?
Bazıları, Şeyh’in zühdü ilmi nisbetinde değil idi, derler. Olabilir. Lâkin acaba merhûm bütün hayatını i’tikâf ile, nevâfil ile geçireydi âlem-i İslâm için daha müfîd mi olacaktı? Mösyö Hanutov (Hanotaux)’a karşı çıkıp da mağribdeki milyonlarca Müslüman’ın hukukunu müdafaa etmek öyle zannederim ki asırlarca nevâfil edâ eylemekten daha sevaptır.
Bilmez misiniz Hazret-i Ömer tabiînden Ebu Kılâbe’ye “Bence seni evlâd ü iyâlin için nafaka tedarikiyle meşgul görmek böyle mescid köşelerinde mu’tekif görmekten daha hayırlıdır.” demiş.
Düşünmeli ki Ebû Kılâbe nihayet üç beş kişiden ibaret ailesine yiyecek bulacaktı. Abduh ise üç yüz milyonluk bir ailenin hayatı için çalışmak mecburiyetinde idi!
İşte bugün bir Cemaleddin’i, bir Muhammed Abduh’u yok! Cihan-ı İslâm hakikaten bîkes, cidden garîb. Biz bu gibi ekâbir-i ümmeti rahmetle, hürmetle anmalıyız ki geriden gelenler aramızda bir yâd-ı cemîl bırakabilmek ümidinden mahrûm kalarak mücahededen vazgeçmesinler.
Üç beş sene evvel bir frenk bana demişti ki:
“Erbab-ı fen ve sanatın kıymetini takdîr edemiyorsunuz, ma’zûrsunuz; lâkin erbab-ı sa’y ü hizmeti takdîr etmiyorsunuz! İşte bu kabahatiniz affolunmaz…”*
* Mehmed Âkif, “Hasbıhâl”, Sırat-ı Müstakim, IV/ 91, 20 Mayıs 1326, s. 222- 223; ayrıca bkz. İsmail Hakkı Şengüler, Açıklamalı Mehmed Âkif Külliyatı, c. V, Hak Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 51- 55.
|