Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.KUR'ÂN-I KERİM.::. > Kurân-ı Kerîm > Fizilalil Kur'ân

Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi:  16 Eylül 2008 (00:03), Konuya Son Cevap : 28 Şubat 2014 (14:44). Konuya 58 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı3Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 17 Eylül 2008, 21:24   Mesaj No:51
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

281- Allah`a döneceğiniz ve sonra hiç kimseye haksızlık edilmeksizin herkese kazancının eksiksiz olarak verileceği günden korkun.


Allah'a dönülüp herkesin kazancının eksiksiz verileceği gün, mümin kalpte etkisi ve mümin vicdanında sürekli korku salan bu manzara zor bir gündür. Bu günde yüce Allah'ın önünde durmak, insanın varlığını sarsacak bir duygudur.


Bu uyarı muamele atmosferine; alış-veriş... kazanç ve muhalefet havasına uygun düşmektedir. Çünkü bu, geçmişte olan herşeyin bütünüyle tasfiye edileceği ve geçmişte bulunanlar arasındaki şeyler hakkında son hükmün verileceği gündür. Mümin kalbin bu günden korkup sakınması en iyisidir.


Kuşkusuz takva, vicdanın derinliğinde gizlenen bir bekçidir. İslâm onu oraya yerleştirmektedir. Öyle ki kalp artık ondan kurtulamaz, çünkü O, bu derinliklerde yeretmiştir.


Bu son derece güçlü, yeryüzünün pratiğinde temsil edilen, cömert, yumuşak, Allah'ın beşeriyete rahmeti, insana ikramı, ancak beşeriyetin ondan kaçtığı, Allah'ın ve insanların düşmanı olanların engelledikleri düzen olan İslâm'dır.



282- Ey müminler, birbirinize belirli bir süre sonra ödenmek üzere borç verdiğiniz zaman bunu yazın. İçinizden biri bunu dürüst bir şekilde yazsın. Yazan kimse onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmayı ihmal etmesin. Bu hesabı yazıcıya borçlu taraf yazdırsın. Ama Rabbi olan Allah'tan korksun da bu hesabı yazdırırken hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu taraf aptal, zayıf ya da nasıl yazdıracağını bilmeyen biri ise yazdırma işlemini onun yerine dürüst bir şekilde velisi yapsın.


Bu işleminize erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutunuz, eğer iki erkek şahit bulunmaz ise karşılıklı olarak onayladığınız bir erkek i!e iki kadını şahit tutunuz, ta ki biri yanılınca öbürü ona hatırlatsın. Şahitler çağrıldıklarında gitmemezlik etmesinler.


Borç küçük olsun büyük olsun onu vadesini belirterek yazmaktan üşenmeyiniz.


Bu Allah katında en dürüstçe şahitlik için en sağlam ve sizi şüpheden uzak tutacak en kestirme yoldur.


Yalnız aranızda peşin b!r alış-veriş olursa bu işlemi yazıya geçirmemenizin sakıncası yoktur. Alış-veriş yaparken de şahit tutun. Ne yazana ne de şahide zarar verilmesin. Eğer bunlara zarar verirseniz kendi hesabınıza fasık olmuş, günaha girmiş olursunuz. Allah'tan korkun. O size nasıl hareket edeceğinizi gösteriyor. Allah herşeyi bilir.


283- Eğer yolculukta olur da işlemlerinizi yazacak birini bulamazsanız, karşılıklı olarak alınan rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenerek borç işlemi yapmış iseniz kendisine güvenilen kimse borcunu ödesin. Rabbi olan Allah'tan korksun. Sakın şahitliği saklamayın. Kim şahitliği saklı tutarsa onun kalbi günahkardır. Hiç kuşkusuz ne yaparsanız Allah onu bilir.


Borç, ticaret ve rehin'e özgü bu hükümler, sadaka ve faiz derslerinde geçen hükümlerin tamamlayıcısı konumundadırlar. Geçen bölümde faizle muamele, faizle borç verme ve faizle alış-veriş hayattan uzaklaştırılmıştı. Burada ise faiz ve kâr olmaksızın güzel borçtan (Karz-ı Hasen) ve faizden arınmış peşin ticari işlemlerden sözedilmektedir.


İnsan; yasal düzenlemede hayret verici dikkat unsurunu öne çıkarıp hiçbir lafı diğerinin yerine geçirmemesi, hiçbir maddeyi olması gerekenin öncesine almadığı gibi sonraya da bırakmaması, yasal düzenlemelerde gösterilen bu kesin dikkatin, ifadenin güzelliğini ve parlaklığını bozmayacak şekilde olması, hükmün kanuni yönünü ihlal etmeksizin şeriatı dini duygulara latif nüfuzlu, derin ilhamlı ve güçlü etkisiyle bağlaması; anlaşan taraflar, şahitler ve yazanların konumuna ilişkin muhtemel etkenleri gözönünde bulundurması, bu etkenlerin tümünü bertaraf edip her ihtimal için ihtiyat payı bırakması ve yasal noktayı yeterince belirtmeden bir noktadan diğerine geçmemesi ve ancak aralarındaki bağa işaret edilmesi gereken yeni bir noktayla bağları ortaya çıkması durumunda aynı noktaya yeniden dönmesi bakımından Kur'an'ın yasal düzenlemelerde bulunurken kullandığı bu ifade tarzı karşısında hayret ve şaşkınlık içinde kalıyor.


Kuşkusuz buradaki şer'i hükümleri bildiren ayetlerin sıralanışındaki olağanüstülük, duygulandırıcı ve yönlendirici ayetlerin sıralanışındaki olağanüstülük kadar vardır. Hatta bunun daha açık ve daha güçlü olduğu söylenebilir. Çünkü buradaki hedef son derece incedir. Bir kelime bu inceliği değiştirebilir; bu yüzden bir kelimenin yerine başka bir kelime kullanma yönüne gidilmemiştir. Şayet bu vecizlik olmasaydı mutlak teşrii incelik ile mutlak edebi güzellik bu kadar eşsiz bir tarzda gerçekleşemezdi.


Çağdaş hukukçuların itiraf ettiği gibi bu, İslâm şeriatının, bu ilkeleriyle medeni ve ticari kanunu on asır geride bıraktığı bir üstünlüktür.


BORÇLAR YAZILMALIDIR


"Ey müminler, birbirinize belirli bir süre sonra ödenmek üzere borç verdi;iniz zaman bunu yazınız..."


Bu, yerleştirilmesi istenen genel bir ilkedir. Çünkü yazmak, ayetle farz kılınmış bir emir olup ayetin sonunda hikmeti açıklanacağı gibi belli bir süre için borç verme durumunda isteğe bırakılmış bir işlem değildir.


"..içinizden biri bunu dürüst bir şekilde yazsın..."


Bu da, borcun yazılma işlemini yürütecek bir kişinin belirlenmesi ile ilgilidir. O da, yazacak biridir, anlaşmaya taraf olanlardan biri değil. Anlaşmaya taraf olanların dışında üçüncü bir kişi gerektirmesi ihtiyat ve mutlak tarafsızlık içindir. Yazanın da iki taraftan birine meyletmeden, metinde eksiltme veya arttırmaya gitmeden dürüstçe yazması gerekmektedir.


"..Yazan kimse onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmayı ihmal etmesin..."


Burada yüce Allah'ın yazan kişiye yüklediği sorumluluk, yazmayı geciktirmemesi, çekinmemesi ve nefsine ağır gelmemesidir. Bu, yüce Allah'ın hüküm bildiren ayetle farz kıldığı bir emirdir, dolayısıyla bu konudaki hesapları Allah'a kalmıştır. Üstelik bu, nasıl yazması gerektiğini öğreten yüce Allah'ın nimetine şükretmektir... "...Yazsın..." Allah'ın kendisine öğrettiği gibi...


Burada yüce kanun koyucu, belli bir süre için verilen borçların yazılmasına ilişkin ilkenin yerleştirilmesini, yazma işlemini yürütecek kişinin belirlenmesini ve ona yazma sorumluluğunun yüklenmesini, Allah'ın, üzerindeki nimetini hatırlamasıyla ilgili latif teklif ve adaletli davranmasını ilham ettirmekle beraber, bitirdikten sonra yazma işinin nasıl olacağını açıklayan aşağıdaki maddeye geçiyor.


"...Bu hesabı yazıcıya borçlu taraf yazdırsın. Ama Rabbi olan Allah'tan korksun da bu hesabı yazdırırken hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu taraf aptal, zayıf ya da nasıl yazdıracağını bilmeyen biri ise yazdırma işlemini onun yerine dürüst bir şekilde velisi yapsın..."


Yazıcıya borcunun miktarını, şartını ve süresini söyleyecek ve yazdıracak, -yükümlülük altına giren- borçlunun kendisidir. Bunun sebebi, borç verenin dikte ettirmesi halinde borcun miktarını arttırmak, süreyi kısaltmak veya kendi yararına belli şartlar zikretmek suretiyle borçluyu aldatması endişesinin bertaraf edilmesidir. Borcu olan zayıf bir konumdadır. İhtiyacını gidermeye şiddetle muhtaç olduğundan itiraz etmeyebilir, dolayısıyla aldanabilir. Borçlu yazdıracak olsa, kendisinden istenen bağları güzel bir duyguyla yazdırır. Sonra kendisi yazdırınca, ilerde borcunu kabullenmesi için daha sağlam ve güvenilir bir yöntemdir. Aynı zamanda borcunu yazdıran borçlunun vicdanını harekete geçirip kararlaştırılan borçtan ve diğer şartlardan herhangi bir şeyi eksik yazdırmak hususunda Allah'tan korkmasını temin içindir bu emir. Şayet borçlu aptal ise, kendi işini idare etmesi doğru değildir. Ya da zayıf ise, -yani küçük veya akli seviyesi düşük ise- veyahut konuşma bozukluğu, bilgisizlik, dilde herhangi bir arıza, hissi ve akli bir sebepten dolayı yazdıramayacak olursa, işlerini üstlenen velisinin "...dürüstçe..." yazdırması gerekmektedir. Borç şahsına ait olmadığından veli konumunda olan kişinin az da olsa gevşek davranması mümkün olduğundan anlaşmanın sağlıklı yürümesi, güvencelerin herkesi kapsaması burada dürüstlüğün zikredilmesi dikkatli davranmak için gereklidir.


Bununla, bütün yönleriyle yazma işlemine ilişkin açıklamalar son bulmaktadır. Bundan sonra yüce kanun koyucu başka bir noktaya, şahitlik noktasına geçmektedir.


"...Bu işlemlerinize erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutunuz. Eğer iki erkek şahit bulunmaz ise karşılıklı olarak onayladığınız bir erkek ile iki kadını şahit tutunuz, ta ki biri yanılınca öbürü ona hatırlatsın..."


Sözleşmelerde "...onayladığınız şahitlerden..." iki şahidin olması kaçınılmazdır. Onaylamak iki anlama gelmektedir: Birincisi; şahitlerin toplum içinde adil ve sevilen kişilerden olması, ikincisi; sözleşmeye taraf olanların şahitliklerini onaylamasıdır... Ancak belli şartlarda iki şahidin bulunması pek kolay olmaz. Bu noktada şeriat, kolaylaştırma yönüne gitmekte ve kadınları şahitlik yapmaya çağırmaktadır. Ancak, dengeli müslüman toplumda geleneksel olarak bu tür işleri erkekler yaptıklarından, esas olarak onları şahitlik yapmaya çağırmaktadır. Çünkü müslüman toplumda kadınlar geçimlerini sağlamak için çalışmak zorunda değildirler. Böylece İslâm, kadının anneliğini, kadınlığını ve bugün içinde yaşadığımız bedbaht, sapık toplumdaki kadınlarda olduğu gibi, çalışmakla elde edeceği birkaç lokma, birkaç kuruşa karşılık insanlığın en değerli hazinesi ve gelecek neslin temsilcisi olan çocukları yetiştirme görevini korumuş olmaktadır. Şayet iki erkek bulunamazsa, bir erkekle, iki kadın bulunsun. Ancak niye iki kadın?.. Ayet-i kerime varsayımlar ileri sürmemize imkan bırakmıyor. Çünkü kanun koymada her hükmün sınırları belirlenmeli, açıklığa kavuşturulmalı ve nedenleri bildirilmelidir.


"...Biri yanılınca öbürü ona hatırlatsın..." Buradaki yanılma birçok nedenden kaynaklanabilir. Öncelikle kadının anlaşmalar konusundaki eksik bilgisin, den ve bütün inceliklerini ve şartlarını kavramamasından kaynaklanır. Bu yüzden gerektiğinde dikkatli bir şahitlikte bulunabilmesi için olay hakkında zihninde bir tür açıklık olmaz. Bu noktada konunun şartlarını diğeriyle birlikte hatırlamaya çalışırlar. Ayrıca kadının heyecanlı tabiatı da yanılmaya neden olabilir. Çünkü biyolojik, uzvi annelik görevi kadında zorunlu olarak ruhsal tepki meydana getirmiştir. Bu zorunluluk kadını, çocuğunun isteklerini düşünmeden ve gecikmeden, çabucak ve canlılıkla karşılık vermesi için duygusallık ve acelecilikle karşılık vermesini gerektirmektedir. Bu, Allah'ın kadına ve çocuğa olan bir lütfudur. Kadının bu tabiatı bölünemez. Çünkü kadın -şayet dengeli bir kadınsa bu tabiata sahip bir bütündür. Ayrıca bu tür işlemlerde anlaşmalara şahitlik yapmak, bütünüyle heyecandan arınmayı ve olaylar üzerinde etkilenmeden ve duygulanmadan durup düşünmeyi gerektirmektedir. Burada iki kadının bulunması -herhangi bir nedenden dolay yanılacak olursa- diğerin hatırlatması için bir garanti konumundadır. Böylece hatırlamaları ve olayı yalın bir şekilde aktarmaları sağlanmış olur.


Ayetin başında yüce Allah, yazmaktan kaçınmamaları için hitabı, yazanlara yönelttiği gibi burada da şahitlikten kaçınmamaları için şahitlere yöneltmektedir.


"... Şahitler çağrıldıklarında gitmemezlik etmesinler."


Buna göre şahitlik için çağrı yapıldığında karşılık vermek isteğe bağlı olmayıp farzdır. Çünkü şahitlik, adaletin yerine gelmesi ve hakkın gerçekleşmesi için bir araçtır. Ve bunu yüce Allah, şahitlerin zorlanmadan, çekinmeden, içtenlikle ve isteyerek şahitlik yapmaya gitmeleri için emretmektedir. Ayrıca şahitler, şahitlik teklifi anlaşmaya taraf olanların ikisinden ya da birinden gelse bile her ikisi veya biri hakkında eklemede bulunmamalıdırlar.


Burada şahitlik hakkındaki söz noktalanmakta ve yüce kanun koyucu başka bir hedefe, şer'i hükmün konmasındaki genel hedefe geçmektedir. Burada büyük olsun, küçük olsun- tüm borçların yazılmasının zorunluluğunu belirtmekte vé küçük borç yazılmaya değmez ya da iki arkadaş arasındaki hoş görünmek, utangaçlık, tembellik ve önemsememek gibi nedenlerden dolayı yazmak zorunlu değildir gibi nefse yazmanın ağırlığını hatırlatan duyguları tedavi etmektedir. Sonra yazmanın gerekliliğinin nedenini duygusal ve pratik nedenlerle güçlendirmektedir.


"...Borç küçük olsun, büyük olsun, onu vadesini belirterek yazmaktan üşenmeyiniz. Bu Allâh katında en dürüstçe, şahitlik için en sağlam ve sizi şüpheden uzak tutacak en kestirme yoldur."


Üşenmeyiniz... Bu, işin sorumluluğunun değerinden fazla olduğunu hisseden insan ruhunun tepkilerini kavramanın ifadesidir. "Bu, Allah katında en dürüstçe olanıdır..." Adalete en uygunu ve en iyisidir. Ayrıca bu, yüce Allah'ın bu davranışı sevip beğendiğini bilinçlere ilham ettirmektedir. "...Şahitlik için en sağlam... olanıdır"


Herhangi birşey hakkında yazılmış bir şahitlik yalnızca hafızaya dayanan sözlü şahitlikten daha sağlamdır. İki kişinin ya da bir erkek iki kadının şahitliği, bir şahitlikten daha sağlam ve bir erkek veya kadının şahitliğinden daha doğrudur. "...ve sizi şüpheden uzak tutacak en kestirme yoldur." Gerek anlaşmanın kapsadığı açıklamaların doğruluğu hakkında gerekse iş bağlanmadan bırakıldığında sizin ve sizden başkalarının nefsinde meydana gelebilecek şüphelerin yok edilmesine daha yakındır.


Böylece bu uygulamaların tümünün hikmeti ortaya çıkmakta ve iş yapanlar, bu hükmün zorunluluğu, hedeflerinin inceliği ve uygulamasının doğruluğu konusunda ikna olmaktadırlar. Çünkü bu doğruluk dikkat, güven ve huzurun ta kendisidir.


Belli bir süre için verilen borçlar konusunda uygulama böyledir. Peşin ticarete gelince buradaki satış yazılmaktan müstesnadır. Sözleşmenin zorlaştırdığı, çabucak tamamlanan ve kısa bir süre içinde yenilenen ticari işlemlerin kolaylaşması için bu tür işlemlerde şahitlerin şahitliği ile yetinilir. Çünkü İslâm, her şartı gözeterek hayatın her alanı için hükümler koyar. İslâm şeriatı, içinde karmaşıklık bulunmayan, pratik ve gerçekçi bir şeriattır. Onda hayatın kendi tabii yolunda seyrine devam etmesini engelleyecek hiçbir hükme rastlanmaz.


".. Yalnız aranızda peşin bir alış-veriş olursa bu işlemi yazıya geçirmemenizin sakıncası yoktur. Alış-veriş yaparken de şahit tutunuz."


Ayetten anlaşıldığına göre peşin ticarette yazmama, sakıncası bulunmayan bir ruhsattır. Ancak şahitlik zorunludur. Şahitliğin de mendup olup zorunlu olmadığına ilişkin bazı rivayetler olsa da tercih edileni budur.


Belli bir süre için verilen borç ve peşin ticarete ilişkin hükümler, her ikisinin de gerek zorunlu gerekse ruhsatlı olarak yâzma ve şahitlik şartlarında buluşturarak son bulmuştu. Şimdi ise daha önce görevleri belirlenen yazıcı ve şahitlerin hakları belirlenmektedir. Onlara yazmaktan veya şahitlikten kaçınmamaları zorunluluğu getirilmişti. Şimdi de genel sorumlulukların yerine getirilmesinde hak ve görev dengesinin içinde onların korunmasının zorunluluğu dile getirilmektedir.


"...Ne yazana ne şahide zarar verilmesin. Eğer bunlara zarar verirseniz kendi hesabınıza fasık olmuş, günaha girmiş olursunuz. Allah'tan korkun. O size nasıl hareket edeceğinizi öğretiyor. Allah herşeyi bilir."


Allah'ın farz kıldığı görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle yazana veya şahide herhangi bir zarar gelmemelidir. Böyle bir şey sözkonusu olursa bu sizin hesabınıza Allah'ın şeriatından çıkmak ve onun yoluna karşı durmaktır. Bu da kaçınılmaz bir tedbirdir. Çünkü yazanlar ve şahitler çoğu zaman anlaşmaya taraf olanlardan birinin öfkesine maruz kalabilirler. O halde, kendilerine güvenmelerini, görev sorumluluğu içinde, zimmet, emanet, gayret ve her hâlükarda tarafsızlık içinde görevlerini yerine getirmelerini sağlamak için birtakım güvencelerden yararlandırmak gerekmektedir. Sonra -sorumluluğun yalnızca hükmün baskısı olmaktan çıkıp ruhların derinliklerinden gelmesi için Kur'an'ın her zaman sorumluluk yüklemek istediğinde vicdanları uyandırmak ve duyguları harekete geçirmek için yaptığı gibi- ayet-i kerime müminleri sonunda Allah'tan korkmaya davet etmekte, yüce Allah'ın onlara iyilik yaptığını, onlara, öğretip doğruluğa iletenin O'nun olduğunu hatırlatmakta ve bu nimetin hakkını, itaat, hoşnutluk ve boyun eğme ile ifa etmeleri için O'ndan korkmanın kalplerini bilgiye açtığını ve ruhlarını öğrenmeye hazırladığını bildirmektedir.


"Allah'tan korkun. O size nasıl hareket edeceğinizi öğretiyor. Allah herşeyi bilir."


Sonra yüce kanun koyucu aradaki genel hükmün içinde zikretmeyip özel şartlardan dolayı bir başka ayete bıraktığı borca ilişkin hükümlerin tamamlanmasına dönmektedir. Buna göre borç veren ve alan yolculuk yapıyorlarsa ve yazacak birini bulamıyorlarsa yüce kanun koyucu işlerin kolaylaşması için ödeme garantisiyle, borcun miktarını içeren birşeyin borç verene rehin bırakılmasıyla yazmaksızın sözlü anlaşmaya izin vermektedir.


"Eğer yolculukta olur da işlemlerinizi yazacak birini bulamazsanız, karşılık olarak alınan rehinler yeterlidir."


Burada yüce kanun koyucu, Allah korkusunun etkisiyle emanet ve söze riayet hususunda mümin vicdanları harekete geçirmektedir. İşte bu, tüm yasaların uygulanması, malların ve rehinlerin özenle korunup sahiplerine iadesi için en son güvencedir. "Eğer birbirinize güvenerek borç işlemi yapmış iseniz, kendisine güvenilen kimse borcunu ödesin, Rabbi olan Allah'tan korksun." Borçlunun üstlendiği borç ona emanettir, borç verenin rehin aldığı mal da ona emanettir. Her ikisi de Rabbleri olan Allah korkusu adına emanetleri vermeye çağrılmaktadırlar. Rabb; idare eden, terbiye eden, efendi, hükmeden ve kadı anlamlarına gelmektedir.


Bu anlamların herbiri, iş yapma, emanet etme ve eda etme durumlarında duygulandırıcı etkiye sahiptir... Bazı görüşlere göre bu ayet, karşılıklı güven durumunda yazmayı emreden ayeti neshetmiştir. Ancak biz bu görüşte değiliz. Çünkü yazma, yolculuk durumu dışında bütün borç işlemlerinde farzdır. Güvenme ise bu duruma özgüdür. Bu durumda borç veren ve alan birbirine güvenmektedirler.


Takvaya yöneltici bu duygulandırmanın gölgesinde şahitlik konusu -bu defa mahkeme sırasındaki şahitlikten sözediliyor, anlaşma anındakinden değil- tamamlanmakta ve bunun şahidin boynuna ve kalbine bir emanet olduğu bildirilmektedir.


"...Sakın şahitliği saklamayınız. Kim şahitliği saklı tutarsa onun kalbi günahkardır."


Ayet-i Kerime burada, her ikisinin de tamamlandığı nokta kalp olduğundan, günahı gizlemek ile şahitliği saklamak arasında bir uygunluk kurmak için kalbe yüklenmekte ve günahı ona dayandırmaktadır. Ardından hiçbir şeyin Allah'a gizli olmayacağına ilişkin örtülü bir tehdit yer almaktadır: "...Hiç kuşkusuz ne yaparsanız Allah onu bilir." Herşeye, kalplere gizlenmiş, günahları ortaya çıkaran ilmi gereğince karşılığını verir.


Sonra Ayet-i Kerimenin akışı, bu işareti güçlendirmek ve kalpleri, göklerin ve yerin ve her ikisinde bulunanların Maliki, gizli-açık vicdanların derinliklerinde bulunanları bilip ona göre karşılığını veren, rahmetinden ve azabından dilediği gibi kullarının akıbetinde tasarrufta bulunan ve hiçbir şeyden sorumlu olmadan dilediğini yapmaya kadir olan yüce Allah'tan korkmak için harekete geçirmektedir.



284- Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah sizi onun yüzünden hesaba çeker. Sonra dilediğini affeder ve dilediğini azaba çarptırır. Hiç şüphesiz Allah'ın herşeye gücü yeter.


Böylece tamamen medeni hukukla ilgili bir hükmün konusunun ardında sırf bilince yönelik bir direktif yer almakta, hayatla ilgili yasalarla, hayatın yaratıcısı arasında bir ilişki kurulmakta, yerin ve göklerin hükümranına karşı duyulan korku ve umuttan meydana gelen bu sağlam bağ sayesinde yasal düzenlemelerden oluşan güvencelere kalbin derinliklerinde yeralan güvencelerde eklenmektedir. Bu da İslâm şeriatının müslüman toplum içinde müslümanların kalplerine yerleşen en sağlam ve en belirgin güvencesidir. İslâm, öncelikle kendisi için şeriat vazedeceği kalpleri ve kanunlarını uygulatacağı toplumları oluşturur. Çünkü İslâm, her yönüyle mükemmel, ahenkli ve ilahi bir sistemdir. Hem eğitim hem de şer'i düzendir. Hem takva hem otoritedir. Aynı zamanda insanın yaratıcısının insan için seçtiği hayat metodudur.


Peki, yeryüzü kaynaklı düzenlere, kanunlara ve metotlara ne demeli? Ömrü, bilgisi ve görüşü sınırlı, heva ve hevesi daldan dala konup hiçbir zaman istikrar bulmayan, iki kişinin aynı görüş, düşünce ve anlayış üzerinde anlaştığı pek az olan insanın bakış açısına ne demeli? Kendini yaratan, yarattığını ve her an ve her durumda yarattığının yararına olanı bilen Rabbinden uzaklaşan beşeriyete ne demeli?


Kuşkusuz Allah'ın hayat için koyduğu metottan ve düzenden uzaklaşmak beşeriyet için bir bedbahtlıktır. Bu bedbahtlık, Batıda, zorba ve azgın kiliseden ve onun adına konuştuğunu iddia ettiği tanrısından, onun adına insanları düşünüp anlamaktan alıkoymasından, yine onun adına alınan ağır vergilerden ve bu korkunç hükümlerden kaçış şeklinde başladı. İnsanlar bu kâbustan kurtulmaya karar verdiklerinde kiliseden ve onun otoritesinden de kaçtılar. Ancak bu işi makul bir noktada durdurmadılar. Daha da ileri giderek kilisenin tanrısından ve onun otoritesinden de kaçtılar. Ardından, yeryüzündeki hayatlarında Allah'ın metoduyla kendilerine öncülük eden dinin tümünden uzaklaştılar. İşte bu bir bedbahtlıktı, bïr felaketti... Ya bize... -kendi kendini müslüman sanan bize- ne oluyor?.. Bize ne oluyor da, Allah'tan, O'nun hayat metodundan, şeriatından ve kanunundan kaçıyoruz?.. Hoşgörülü ve sağlam dinimiz, üzerimizdeki tüm zincirleri parçalamış, bütün ağırlıkları kaldırmış, bize rahmet, hidayet, kolaylık ve hidayete, ilerlemeye ve kurtuluşa götüren yolda istikamet bahşetmişken bize ne oluyor?..


Burası, bu büyük surenin sonucudur. Kur'an'ın en uzun suresi olması bakımından büyük kelimesinin ifade ettiği anlamda olduğu kadar imani düşüncenin temelleri, müslüman cemaatin niteliği, hareket yöntemi, sorumlulukları, yeryüzündeki konumu, varlık içindeki rolü, kendisine karşı koyan düşmanlarının konumu, tabiatları, kendisine karşı tutuştukları savaşta başvurdukları taktiklerin mahiyeti bir yönden onların çıkardığı gailelerin savuşturulması için kullanacağı yöntemi, diğer yandan onların bedbaht akibetlerinden korunması gibi kabarık ve geniş bir bölümünü temsil eder. Konularıyla da büyüktür bu sure. Ayrıca sure, insanın yeryüzündeki rolünü, tabiatını, fıtratını, beşer tarihinde ve gerçek hikayelerinde görüldüğü üzere düşülen hataları ve uzun ayetlerinin sunulması sırasında ayrıntılarıyla ele alınan daha birçok sorunu açıklamaktadır.


Şu iki ayet, bu büyük surenin sonunu teşkil etmektedir. Her iki ayet, surenin büyük bir kısmının tam bir özeti olduklarından sureye yakışan, onun konuları, atmosferi ve hedefleriyle uyum içinde bir sonuç meydana getirmektedirler.


MÜMİNLERİN İMANI


Sure, yüce Allah'ın şu sözleriyle başlamıştı:


"Elif, lam, mim... Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap takva sahipleri için hidayet kaynağıdır. Onlar görmediklerine inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına verirler. Yine onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve Ahiretten hiç kuşku duymazlar. İşte onlar Rabblerinden gelen hidayet yolundadırlar ve kurtuluşa erenlerdir."


Bu gerçeğe, özellikle de bütün Resullere iman gerçeğine orada işaret edilmişti. İşte aynı konu yüce Allah'ın şu sözüyle son bulmaktadır:


"...Peygamber kendisine rabbi tarafından indirilen gerçeklere inandı, müminler de hepsi birlikte Allah'a, O'nun meleklerine, O'nun kitaplarına ve O'nun peygamberlerine inandılar. `O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız'..." Bu, bir kitabın iki kapağı gibi surenin başlangıcıyla uyuşan bir sonuçtur.


Sure, müslüman ümmetin sorumluluklarının birçoğunu ve hayatın çeşitli alanlarına ilişkin hükümleri içermektedir. Nitekim, İsrailoğulları'nın sorumluluk ve şeriatlarından yüz çevirmeleri de sözkonusu edilmektedir. Surenin sonunda, sorumlulukları yerine getirme ile onlardan kaçınma arasındaki ayırıcı sınırı belirleyen, yüce Allah'ın bu ümmete zorluk ve ağırlık dilemediği gibi -yahudilerin Rabbleri hakkında iddia ettikleri gibi- onlara ayrıcalık tanımadığını ve başıboş bırakmadığını açıklayan şu Ayet-i Kerime gelmektedir."


"...Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır."


Sure İsrailoğulları'nın kıssalarından bazılarını içermekte, yüce Allah'ın onlara lütfundan verdiği nimetleri ve onların bu nimetlere nankörlükle karşılık vermelerini, ayrıca yüce Allah'ın onlara bir kısmı öldürme cezasına varan keffaretler yüklediğini açıklamaktadır. "Yaratıcınıza tevbe edin ve kendinizi öldürün."·(Bakara Suresi, 54)· Surenin sonunda müminlerin şu mütevazi duası yeralmaktadır:


"Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi, bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma. Bizi affet, günahlarımızı bağışla, bize merhamet eyle..."


Surede, küfrün ve kâfirlerin kovulması için müminlere savaş farz kılınmış, Allah yolunda cihad ve infakla emrolunmuşlardı. Aynı sure, sorumlu kulların, yerine getirmede yardımı ve düşmanlarına karşı zafer dilemek için müminlerin Rabblerine yönelişleriyle son buluyor. "...Sen mevlamızsın bizim, kâfirlere karşı yardım et bize." Bu, surenin ana çizgisini özetleyen, ona işaret eden ve ona uyan bir sonuçtur.


Şu iki ayette yeralan her kelimenin, ayrı bir yeri, değişik bir yolu ve kapsamlı bir yol göstericilik özelliği vardır. Onların herbiri, ibarede, arka-planda yeralan -daha büyük olan- akidenin hakikatlerini, bu dinde imanın tabiatını, özelliklerini ve yönlerini, müminlerin Rabbleri ile olan durumlarını, bu kelimelerle yüce Allah'ın onlardan istediği düşüncelerini, bunlarla farz kıldığı sorumluluklarını, O'nun himayesine sığınmalarını dilemesine, teslimiyetlerini ve O'nun yardımına dayanmalarını temsil etmek için yer almaktadırlar. Evet... Her kelimenin olağanüstü bir şekilde yerine getirdiği önemli bir rolü vardır. Kur'an'ın gölgesinde yaşayan, onun ifadesindeki sırlardan az birşeyi kavrayan ve her ayette bu sırlara muttali olan ruhlarda bile bu rolünü olağanüstü bir şekilde oynamaktadır. O halde bu ayetleri ayrıntılarıyla ele almaya çalışalım.



285- Peygamber kendisine Rabbi tarafından indirilen gerçeklere inandı, müminler de. Hepsi birlikte Allah'a, O'nun meleklerine, O'nun kitaplarına ve O'nun peygamberlerine inandılar. `Onun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Günahlarımızı bağışlamanı dileriz, ey Rabbimiz, dönüşümüz sanadır' dediler."


Bu, müminlerin içinde iman gerçeğinin pratik olarak temsil edildiği seçkin cemaatin ve bu ulu gerçeği temsil eden her topluluğun tablosudur. Bu yüzden yüce Allah, üstün iman gerçeği konusunda onlarla peygamberleri birlikte zikretmek suretiyle onları onurlandırmıştır. Bunu, yüce Resul gerçeğini idrak eden mümin cemaat anlayabilir. Yüce Allah'ın onlarla peygamberi bir sıfat altında Kur'an'ın bir ayetinde birlikte zikretmekle ne kadar yüce bir makama yükselttiğini bilirler.


"Peygamber, kendisine Rabbi tarafından indirilen gerçeklere inandı, müminler de..."


Peygamberlerin, kendisine Rabbi tarafından indirilenlere iman etmesi, doğrudan algılanan bir imandır. Tertemiz kalbinin yüce vahyi almasıdır. Hiçbir çabada, hiçbir girişimde bulunmaksızın, bizzat varlığında, somutlaşan gerçeğe aletsiz, araçsız, doğrudan bağlanmasından kaynaklanır bu iman. Bu, vasfetmeye imkan bulunmadığı gibi tadına varandan başkasının tavsif edemediği bir iman derecesidir. Gerçek anlamda tadına varamayandan başkası da bu tavsiften birşey anlayamaz zaten. Bu imanı, -peygamberin imanı- yüce Allah mümin kullarına bahşetmiş ve onları peygamberiyle aynı sıfat altında birleştirmiştir. Ancak peygamberin yapısı ile bu gerçeği doğrudan mevlasından almayan başkalarının yapısının bu imanın zevkine varması farklı olacaktır, haliyle. Bu imanın tabiat ve sınırı nedir?


"Hepsi birlikte Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar. `O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Günahlarımızı bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz! Dönüşümüz sanadır' dediler."


Bu, İslâm'ın getirdiği kapsamlı imandır. Bu iman, Allah dininin varisi, Kıyamete kadar yeryüzünde davet görevini yürüten, kökleri zamanın derinliklerine inen, beşer tarihi boyunca uzanan davet, Resul ve iman kervanında yol alan bu ümmete yakışır bir imandır. Bu iman başlangıçtan sona kadar bütün insanlığı iki gruba ayırır; müminler ve kâfirler... Allah'ın taraftarları (hizbi), Şeytanın taraftarları (hizbi)... çağlar boyu, bunların dışında bir üçüncü durumun varlığı sözkonusu olmamıştır.


"Hepsi birlikte Allah'a... inandılar."
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Eylül 2008, 21:25   Mesaj No:52
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

İslâm'a göre Allah'a iman; düşüncenin, hayata egemen olan metodun, ahlâkın, ekonominin, orada-burada müminlerin yaptığı her hareketin temelidir.


Allah'a iman, O'nun uluhiyet, rububiyet ve kulluk kılınma hususunda birlenmesi, dolayısıyla insanın vicdanına ve hayatla ilgili herhangi bir konudaki tavrına tek başına O'nun egemen olması-anlamına gelmektedir.


Buna göre uluhiyet ya da rububiyette ortağı olmadığı gibi yaratma ve düzenlemede, tasarrufunda da ortağı yoktur. Varlık alemi ve hayat üzerindeki tasarrufuna kimse müdahale edemez. İnsanlara onunla birlikte rızık veren biri yoktur. O'nun dışında kimse zarar ya da yarar dokunduramaz kimseye. O'nun izni ve rızası olmadan varlık aleminde küçük-büyük hiçbir şey meydana gelemez.


Gerek sembolik kulluk davranışları şeklinde olsun gerekse boyun eğme ve itaat etme şeklinde olsun insanların kullukta yönelecekleri ortaklar yoktur. Allah'tan başkasına kulluk sözkonusu olamayacağı gibi O'na ve O'nun emri ve şeriatı uyarınca hareket etmek suretiyle gücünü kendisinden başka otorite bulunmayan kaynaktan alan başkasına itaat de sözkonusu olamaz. Bu imana göre, insanların vicdanları ve davranışları üzerindeki egemenlik tek başına Allah'a aittir. Buna göre şeriat, ahlâk kuralları, toplumsal ve ekonomik düzen tek başına egemenlik sahibi olan yüce Allah'tan alınmalıdır.


İşte Allah'a imanın anlamı budur. Artık insan; Allah'ın dışında herkesin yanında özgür, Allah'ın koyduğu şeriatten kaynaklanmayan sınırlamaların bağından serbest ve otoritesini Allah'tan almayan her gücün karşısında son derece güçlü olur.


"...ve meleklerine... inandılar."


Allah'ın meleklerine iman, surenin başında -birinci cüzde de- insan hayatındaki öneminden sözettiğimiz gaybe iman etmenin bir yönünü oluşturmaktadır. Bu inanç insanı, hayvanlara özgü duygular noktasından alıp bu hayvani çerçevenin ötesindeki bilgiyi algılayacak aşamaya getirir bununla da belirgin özellikleriyle "insanlığını" (Bakınız Fatiha suresinin açıklamalarına) ilan eder. Aynı zamanda bu inanç, insanın, fıtratı gereği varlığını hissettiği ancak duygularıyla kavrayamadığı, bilinmez şeylere olan fıtri tutkusuna da cevap teşkil etmektedir. Şayet bu fıtri tutkusunu yüce Allah'ın kendisine bahşettiği gibi gayp gerçeği ile tatmin etmezse, bu açlığını gidermek için ya efsanelerin, hurafelerin ardına düşecek ya da insan varlığı sarsıntı ve bunalımlara maruz kalacaktır.


Meleklere iman; insan idrakinin kendisi için hazırlanan duygu ve akli araçlarla bizzat öğrenmeye imkan bulamadığı gayp gerçeğine inanmaktır. İnsan varlığı, gaybi gerçeklerden herhangi birşeyi bilme arzusuna sahip bir özellikte yaratılmıştır. Bunun için, insanı yoktan vareden, bünyesini, arzularını, kendisi için yararlı olan şeyleri ve kendisini ıslah edecek şeyleri hakkıyla bilen yüce Allah, insana gaybi gerçeklerden bir kısmını göstermeyi ve her ne kadar kişisel yetenekleri buna ulaşmaya yetmese de görüşünde somutlaşması için yardım etmeyi dilemiştir. Bununla yüce Allah, bilmedikçe bünyesinin ve fıtratının düzenlemeyeceği, elde etmediği sürece gönlünün tatmin olmayıp istikrar bulamayacağı bu gerçeklere ulaşmak uğruna enerjisini dağıtıp yorulmaktan kurtarmıştır. Fıtratına baskı yapıp, gayp gerçeklerini hayatlarından silmek isteyenlerin bazısının gülünç, hurafe ve saplantıların tahakkümüne girmesi ya da akılları ve sinirleri sürekli bunalım içinde bir yığın kompleks ve sapıklıklarla dolup taşması bunun kanıtıdır.


Bütün bunlara ek olarak meleklerin gerçekliğine iman etmek -Allah'ın katından gelen kesin gaybi gerçeklere iman etmek gibidir- insanın varlık hakkındaki bilincinin ufuklarını genişletir, böylece varlık manzarası küçülerek müminin düşüncesinde duyularla kavranan bir duruma indirgenmez. Sonra mümin, kalbi çerçevesindeki mümin ruhlarla yakınlık kurar, Rabblerine iman noktasında onlara katılır, Rabbinden bağışlanma diler ve Allah'ın izniyle O'nun yardımıyla birlikte olur.


Bu, son derece latif, sevimli ve cana yakın bir bilinçtir kuşkusuz... Sonra ortada bir bilgi vardır; bu gerçeği bilme... Bu da yüce Allah'ın müminlere onunla ve melekleriyle bahşettiği bir lütuftur.


"...0'nun kitaplarına ve O'nun peygamberlerine... inandılar, `O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız' dediler."


Allah'ın kitaplarına ve hiçbirini diğerinden ayırmadan peygamberlere iman, İslâm'ın belirttiği tarzda Allah'a iman etmenin tabii sonucudur. Allah'a iman, O'nun katından gelen şeylerin sıhhatine, gönderdiği tüm Resullerin doğruluğuna, mesajlarının dayandığı temelin birliğine ve kendilerine indirilen kitapların bu temeli içerdiğine inanmayı gerektirir. Bu yüzden, müslümanın vicdanında peygamberlerin arasına fark koymak gibi bir düşünce yer etmez. Çünkü bir tek dinin son şekliyle bütün insanlığı Kıyamete kadar Allah'ın dinine davet etmek için gelen son peygamber Muhammed'e kadar gelen tüm peygamberler, gönderildikleri kavmin durumuna uygun bir şekliyle Allah katından İslâm ile gönderilmişlerdir.


Böylece müslüman ümmet, bütün Risalet mirasını bu şekilde karşılayıp yeryüzündeki hayatını varisi olduğu Allah'ın dini uyarınca düzenler... Bu yüzden müslümanlar, yeryüzünde Kıyamete kadar üstlendikleri önemli rolün bilincinde olurlar. Onlar, insanlığın uzun tarihi boyunca tanıdığı en değerli hazinenin bekçisidirler. Onlar; kavmiyet, milliyetçilik, uyrukçuluk, ırkçılık, siyonizm, haçlı, sömürgecilik ve dinsizlik gibi değişik çağlarda ve değişik yerlerde farklı isim ve kavramlar altında yeryüzünde cahiliye mensuplarının kaldırdığı birçok cahiliye sancağına karşı Allah'ın -tek başına Allah'ın- sancağını taşımak üzere seçilmişlerdir.


.Müslüman ümmetin, yeryüzünde bekçisi bulunduğu ve en eski Risaletlerden beri varisi olduğu iman hazinesi, insan hayatının en şerefli ve en sağlam hazinesidir. Bu hazine; hidayet, nur, bağlılık, güven, hoşnutluk, bilgi ve yakin'den ibarettir. İnsan kalbi bu hazineden boş olduğu oranda, sıkıntı ve karanlığa gömülür ve vesvese ve kuşkulara gark olur, üzüntü ve bedbahtlığın istilasına uğrar. Bu tehlikeli bataklıkta ayaklarını nereye koyacağını bilmeden, zifiri bir karanlıkta yol almaya çalışır.


Bu gıdadan, bu yakınlıktan ve bu nurdan yoksun kalplerin feryatları her çağda duyula gelen canhıraş feryatlardır. (Ömer Hayyam şöyle der:


Ruhumda yokluğun ızdırabını hisseder gibiyim Hayatta bedbahtlıktan başka birşeyle karşılaşmadım. Ne acı! ya bir de zamanım gelmişse


Oysa henüz kaza ve kader bulmacasını çözemedim. Günlerim, geri gelmeden geçip gidiyor.


Çöllerde esen rüzgarlar gibi. Ruhun bütün yaşadığı iki gündür, Geçen, dün ve gelecek, yarın


Yarın gaybın arkasındadır, bugünse benim, Gelecek hakkında nice zanlar boşa çıkar. Bu kadar gafil değilim, gördüğüm halde, Dünyanın güzelliğine, zevkine bakmayayım. Rüyamda doğru bir ses işittim;


Uykunun gençlik kozasını açtığı görülmemiştir, Uyan, çünkü uyku ölümün ikizidir.


İç, zaten son konağın topraktan bir döşek olacaktır. Çabucak gelen ölümü gözlüyorum.


Birgün ismim varlık defterinden silinecektir. Getir, şarap sun ey sevgili?


Çünkü günlerin amacı uzun bir uykudur.


Kitab-ı Mukaddes'in "Eski Ahid" bölümünde şöyle denir: "Boşların boşu. Herşey boş. Güneş altında insanın çektiği bunca yorgunlukların yararı ne? Bir dönem geçerken bir başka dönem geliyor. Yeryüzü ise, sonsuza kadar kalıcıdır. Güneş doğuyor, güneş batıyor. Yine doğduğu yere koşuyor. Rüzgar güneye gidiyor, kuzeye dönüyor. Döne döne gidiyor. Dönüşlerini tekrar ediyor. Bütün nehirler denize akar ancak deniz dolmaz. Nehirler akıttıkları yere, tekrar oraya akıyorlar. Bütün sözler eksik kalıyor. İnsan herşeyden haber veremiyor. Göz, bakmaya doymuyor. Kulak da işitmekle dolmuyor. Olan oluyor. Yapılan neyse o, yapılıyor. Güneşin altında yeni birşey yoktur. Bak bu yenidir, denilecek birşey bulunsa o da bizden önceki zamanlardan kalmadır. Öncekiler hatırlanmıyor, sonrakiler de kendilerinden sonra gelenler nezdinde hatırlanmayacaklardır,) Bu da o kalplerde, hassasiyet, canlılık, öğrenmeye karşı bir arzu ve yakin'e karşı bir istek sözkonusuysa... Ahmak, ölü, donuk ve katı kalpler ise bu üzüntüyü hissetmedikleri gibi bilgiye duyulan şiddetli arzu da onları huzursuz etmez. Bu yüzden onlar, yeryüzünde dolaşan hayvanlar gibi yerler ve zevk alırlar, tıpkı onlar gibi toslaşıp tekmeleşirler veya vahşi hayvanlar gibi parçalayıp eşinirler. Böylece yeryüzünde, azgınlık, despotluk, zorbalık, saldırganlık ve bozgunculuk yayarlar. Sonuçta Allah'ın ve insanların lanetini hakederler.


Bu nimetten yoksun toplumlar, maddi konfor içinde yüzseler de açtırlar, ne kadar fazla üretim yapsalar da boşturlar, geniş bir özgürlük, güven ve dış barış ortamı sağlasalar da kaygılıdırlar. Bunun kanıtlarını günümüz toplumların-da açıkça görebiliriz. Elle tutulup gözle görülen gerçekleri inkâr eden hakikat düşmanlarından başkası bu gerçeği görmezlikten gelemez.


Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inananlar, itaat ve teslimiyetle Rabblerine yönelirler. O'na döneceklerini bilir, kusurlarının bağışlanmasını O'ndan dilerler.


"...Duyduk ve uyduk, günahlarımızı bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz, dönüşümüz sanadır, derler."


Bu sözlerde, Allah'a, O'nun meleklerine kitaplarına ve peygamberlerine imanın etkisi ortaya çıkmaktadır. Duyup itaat etmek, Allah'tan gelen herşeyi dinlemek ve O'nun emrettiği herşeye itaat etmek şeklinde ortaya çıkmaktadır bu etki. Bu da daha önce de söylediğimiz gibi yüce Allah'ı egemenlikte birlemek ve her işte O'na başvurmak demektir. Çünkü Allah'ın emrine itaat edip O'nun metodunu hayatta uygulamadıkça İslâm sözkonusu olamaz. Aynı zamanda, insanlar, büyük-küçük, hayatla ilgili herhangi bir konuda Allah'ın emrinden yüz çevirdikleri ya da ahlâk, hayat tarzı, toplum, ekonomi ve siyasetle ilgili düşüncelerini O'nun dışındaki bir kaynaktan aldıkları sürece imanın varlığından sözedilemez. Çünkü iman; kalbe yerleşip pratik hayatın doğruladığı bir olgudur.


İşitip, itaat etmekle beraber, Allah'ın nimetlerine hakkıyla şükretmekte ve O'nun farzlarını gereği gibi eda etmekte eksiklik ve acizlik yeralmakta ve hoşgörüsüyle bu eksiklik ve acizliği telafi etmesi için yüce Allah'a sığınmaktadır, mümin.


"...Bağışlamanı dileriz, ey Rabbimiz!.."


Bağışlama dileği, öncelikle teslimiyetin sunulması, karşı çıkma ve inkâr sözkonusu olmadan işitip-itaat etmenin bildirilmesinden sonra gelmektedir. Bunun da arkasından dönüşün yüce Allah'a olacağına ilişkin kesin inanç yeralmaktadır. Dünya ve Ahiretteki dönüşün... Her iş ve her davranışın dönüşü... Allah'tan, ancak Allah'a sığınılır. Çünkü O'nun kaderinden insanı koruyacak hiç kimse bulunmadığı gibi O'ndan gelecek kazayı da kimse defedemez. Rahmeti ve bağışlaması dışında azabından kurtuluş mümkün değildir.


"...Dönüşümüz sanadır."


Bu söz daha önce gördüğümüz gibi Ahirete imanı içermektedir. Ahirete iman; İslâm düşüncesine uygun bir şekilde Allah'a iman etmenin gereklerindendir. Bu düşünce, insanın Allah tarafından koyduğu şartlar ve ahidler doğrultusunda yeryüzünde büyük-küçük tüm faaliyetlerini kapsayacak hilafet için yani dünya hayatında denenmek ve deneme sonrasında karşılığını almak için yaşatılıp halife tayin edildiği esasına dayanmaktadır.


Ahiret ve oradaki mükafat ve azap, İslâm düşüncesine uygun, iman etmenin kesin kurallarındandır. Bu şekilde iman etmek; müslümanın vicdanını, hayat tarzını, değer ölçülerini ve dünyada elde ettiği sonuçları şekillendirmektedir. Bundan sonra müslüman, itaat yolunda, hayrı gerçekleştirmek, hakka dayanmak ve yeryüzündeki meyvesi, rahat ya da yorgunluk, kâr veya zarar, zafer veya yenilgi, zenginlik yahut yoksulluk, yaşamak ya da şehadet de olsa iyiliğe yönelmek şeklindeki hayatını sürdürür. Onun mükafatı, imtihandan başarıyla çıktıktan sonra Ahiret yurdunda verilecektir. Bütün dünya, karşı çıkmak, işkence etmek, kötülük yapmak ve savaşmak şeklinde karşısına dikilse de onu, Allah'a itaat, hakk, hayır ve iyilik yolundan alıkoyamaz. Çünkü o, Allah'la beraber hareket etmekte, O'.nun sözünü ve şartını uygulamakta ve mükafatını da O'ndan beklemektedir. Allah'a ve meleklerine iman, tüm kitaplarına ve aralarını ayırmadan Resulleriné iman, işitip-itaat etmek, Allah'a tevbe etmek ve hesap gününe kesin inanmak, şu kısacık ayetin çizdiği ve İslâm akidesine tabi büyük bir birliktir. Bu, akidenin sonu ve Risaletlerin sonuncusu olmaya yakışan İslâm'ın ta kendisidir. İslâm, yaratılışın başlangıcından sonuna kadar sürekli olan iman kervanını tasvir eden akide ve İslâm gelip, varlığa egemen, mükemmel kanunun birliğini ilan ederek insan aklına ayrıntıları ve uygulamaları bırakana kadar beşeriyeti yükseliş aşamalarında yükseltmek ve gücü oranında varlığa hakim, biricik kanunu ortaya çıkarmasını sağlamak için, Allah tarafından gönderilen bütün Resullerin elleriyle ulaştırılan kesintisiz hidayet çizgisidir.


Sonra İslâm, insanı insan olarak kabul eden bir dindir. Hayvan ya da taş, melek veya şeytan değil. Onu olduğu gibi, zaaf ve güç noktalarıyla birlikte ele almaktadır. Onu, özlemleri olan bir beden, değerlendirme yeteneğine sahip bir akıl ve birtakım arzuları olan bir ruhtan oluşan kapsamlı bir birlik olarak görür. Gücünün yetebileceği sorumlulukları yükler, zorluk ve meşakkate koşmaksızın sorumluluk ve güç arasındaki uyumu gözetir. Ayrıca, fıtratın temsil ettiği şekilde beden, akıl ve ruh arasındaki uyumu sağlayarak ihtiyaçlarına cevap verir. Bundan sonra, insana seçtiği yolun sorumluluğunu yükler.



286/a- Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır.


"...Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır." Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma, bizi affet, günahlarımızı bağışla, bize merhamet eyle, sen mevlamızsın bizim. Kâfirlere karşı yardım et bize.


Böylece müslüman, yeryüzündeki hilafetinde, yüklendiği sorumluluklarda, hilafet esnasında karşılaştığı imtihanlarda ve sonuçta amelinin karşılığı olarak aldığı mükafatta Rabbinin rahmetini ve adaletini düşünür. Bütün bunlarda Rabbinin rahmetine ve adaletine güvenir. Bu yüzden, yükümlülüklerinden bıkmaz, bunların karşısında göğsü daralmaz ve bunları ağır kabul etmez. Çünkü O, bunları yükleyen Allah'ın kendi gücünü çok iyi bildiğine inanır. Şayet gücü yetmeseydi bu sorumlulukları yüklemezdi. Bu düşüncenin bir diğer özelliği de kalplere akıttığı huzur, güven ve yakınlığa ilaveten müminde yükümlülükleri yerine getirme azmini harekete geçirmesidir. O, bilir ki, bunlar gücü dahilindedir. Şayet böyle olmamış olsaydı Allah böyle takdir etmezdi. Bir defa zayıflık gösterdiyse ya da yorulduysa veyahut sorumluluk ağır geldiyse bunun kendi zaafından kaynaklandığını kavrar, yoksa sorumluluğunun ağırlığından değil. Böylece azmi tekrar harekete geçer, zaafını giderir, sorumluluğunu yerine getirmeye yeniden karar verir. Tabii ki gücü oranında. Bu, uzun yol boyunca zaaf baş gösterdikçe gayretini harekete geçirmek için son derece üstün etkileri bulunan bir duygudur. Bu bilinç yüce Allah'ın kendisine yüklediği herşeydeki iradesinin hakikati hakkındaki düşüncesini arttırdığı gibi mümin ruhu, himmeti ve iradesi için de bir eğitimdir. Sonra, bu düşüncenin ikinci kısmı gelmektedir.


"...Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır."


Sorumluluk bireyseldir. Dolayısıyla hiçbir nefis kazandığından başkasını alamaz, işlediğinden başkasını da taşımaz. Sorumluluk bireyseldir; ve her insan özel hayatıyla, lehinde ya da aleyhinde içinde kaydedilenlerle birlikte Rabbine dönecektir. Orada hiç kimseye hile yapılmayacağı gibi kimseden yardım da beklenmez. Bütün insanların fert fert Rabblerine dönecek olması -kalp yakınen inanırsa tüm fertlerin birlikte, O'nun kullarından hiçbiri için Allah'ın hakkından feragat etmemelerini, her zorbalık, azgınlık, sapıklık ve bozgunculuk karşısında Allah'ın hakkını savunmaları için durmalarını gerektirir. O, kendi nefsinden ve Allah'ın hakkından sorumludur -Allah'ın hakkı, tüm emrettikleri, nehyettikleri konusunda itaat etmek; inanç ve hayat tarzı olarak yalnızca O'na kulluk yapmaktır- zorbalık, sapıklık, zulüm ve azgınlık altında -kalbi iman ile mutmain olduğu haldeki zorlama müstesna- herhangi bir kul için Allah'ın bu hakkından vazgeçerse Kıyamet günü bu kullardan hiçbiri onu savunamaz ve şefaat edemez. Bu kullardan hiçbiri onun günahını taşıyamaz ve Ahiret günü Allah'a karşı ona yardım edemez. Bu yüzden herkes cezasını tek başına çekeceğine göre hem kendi hukukunu hem de Allah'ın hakkını koruma hususunda arslan kesilir. Bu ferdi sorumluluktan -bu aşamada- korkulacak birşey yoktur. Çünkü her ferdin Allah'ın üzerindeki hakkı olarak toplum içinde toplumun hakkını koruması imanının gereğidir. O, malı, kazancı, çabası ve öğütleriyle toplumda dayanışma içinde olmalı, toplumda hakkın gerçekleşmesi ve batılın yok edilmesi, hayır ve iyiliğin sağlamlaştırılması, şer ve inkârın uzaklaştırılması için toplumla birlikte hareket etmelidir. Tek başına Allah'la karşılaşacağı ve cezasını göreceği günde tüm bunlar, defterinde lehinde veya aleyhinde hesaplanacaktır.


Sanki müminler bu gerçeği duyup kavramışlardı... İşte bak, kalplerinden, Kur'an ayetinin Kur'an'a özgü tasvir yöntemiyle zikrettiği gibi titrek ve coşkulu bir dua yükselmektedir. Sanki biz, sorumluluk ve ceza gerçeğinin duyurulmasından sonra mümin safların tekrarladığı bir dua sahnesinin önündeyiz.


286/b- Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma, bizi affet, günahlarımızı bağışla, bize merhamet eyle, sen mevlamızsın bizim. Kâfirlere karşı yardım et bize.


MÜMİNLERİN DUASI ve SURENİN SONU


Bu dua; müminlerin Rabbleriyle olan durumlarını, zaaf ve acizliklerini idrak etmelerini, rahmetine, affına, medet ve yardımına olan ihtiyaçlarını, arkalarını O'nun desteğine dayamalarını, himayesine sığınmalarını, O'na intisap edip O'nun dışında herkesten soyutlanmalarını, O'nun yolunda cihada hazırlanmalarını ve zaferi O'ndan beklemelerini tasvir etmektedir. Bunların tümü, ahengiyle kalplerin ürpertisini ve ruhların süzülüşünü tasvir eden ürpertici ve tatlı bir nağme şeklinde sunulmaktadır. "Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma..."


Hata ve unutkanlık, hiçbir ard niyet olmadan beşeri zaafların sonucu, müslümanın tasarruflarına egemen olabilir. Bu durumda hemen Rabbine yönelir, affını ve hoşgörüsünü talep eder. Ancak bu, hataları övmek veya emredilen şeylerden yüz çevirmeye bir başlangıç ya da yüce Allah'a itaat edip teslim olmaktan kaçınma yahut kasden ve bilerek sapıklığa dalmak anlamına gelmemelidir. Müminin Rabbiyle beraber olduğu durumda bunlardan hiçbirinden eser bulunmaz. O'ndan af ve hoşgörü dilerken bu duygulardan birine meyletmez. Onun tek amacı, tevbe edip yüce Allah'a dönmek ve itaat etmektir. Bu durumda yüce Allah, mümin kullarının duasını kabul eder. Resulullah şöyle buyuruyor: "Hata, unutmak ve zorda yaptırılan şeyden ötürü ümmetimden sorumluluk kaldırılmıştır." (Taberani ve başkaları rivayet etmiştir.)


"...Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük yükleme..."


Bu dua, bütün Risalet mirasına varis müslüman ümmetten yükselmekte, bu Kur'an da yüce Rabblerinin öğrettiği gibi önceki Risaletlerin muhatabı olan ümmetlerin hayat tarzını ve içlerinde bulunan bazı kimseler yüzünden yüce Allah'ın onlara yüklediği ağır yükleri bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi İsrailoğulları'na, amellerinden dolayı bazı şeyler haram kılınmıştı: "Yahudilere bütün tırnaklı olanları haram kıldık. Sığır ve koyunun iç yağlarını da haram kıldık. Bunların sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan ya da kemiğe karışanı müstesna." (En'am Suresi, 146) Bu surenin başında değinildiği gibi buzağıya tapınmalarının keffareti olarak kendilerini öldürmeleri emredilmiş ve "cumartesi" günü ticaret veya avlanmaları yasaklanmıştı. Böylece müminler, kendilerinden öncekilere Allah'ın yüklediği ağırlıkları yüklememesi için Rabblerine dua etmektedirler. Kuşkusuz yüce Allah, ümmi peygamberini, müminlerden ve bütün insanlardan "ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri" (A'raf Suresi, 157) kaldırmak için göndermiştir. Kuşkusuz bu, hoşgörülü, kolay ve yumuşak din, fıtrattan kaynaklanıp onun çizgisini takip etmek için gelmiştir. Bu yüzden "Sana kolayına geleni kolaylaştırırız." (A'la Suresi, 7) şeklinde bir seslenişte bulunulmuştur peygambere.


Yüce Allah'ın müslüman ümmetin omuzlarından kaldırdığı ve kendisinden önceki ümmetlerin boynuna yüklediği, böylece hilafet ahdini bozup hadlerini aşmalarına neden olan en ağır yük, beşeriyete kulluktur. Kulun kula kanun koyması ve kulun şahsına, sınıfına veya ırkına boyun eğmesi şeklinde somutlaşan kulun kula kulluğudur. Yüce Allah'ın mümin kullarını yalnızca kendisine kulluk etmeye, yalnızca kendisine itaat etmeye ve hayatın düzeni konusunda sadece ve sadece kendisine başvurmaya yönelterek kurtardığı en büyük yük budur. Böylece müslümanlar, yalnız ve yalnız Allah'a kul olmakla, ruhlarını, akıllarını ve hayatlarını kula kulluktan kurtarmışlardır.


Kuşkusuz, hüküm, kanun, değer ve ölçüleri sırf O'ndan almak şeklinde somutlaşan tek başına Allah'a kulluk, beşeriyetin serbestlik ve özgürlük noktasıdır... Zorbaların, tağutların, mabed bekçilerinin, kâhinlerin, evham ve hurafelerin, örf ve adetlerin, heva ve şehvetin, kısaca insanlığın boynunu büken ve alınlarını bir ve güçlü olan Allah'tan başkasının önünde eğen ağırlıkların temsil ettiği tüm sahte otoritelerden kurtuluş ve özgürlük bildirisidir.


Müminlerin şu duası, "...Bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük yükleme..." Bu onların kula kulluk etme zilletinden kurtulup özgür olma nimetinin bilincinde olduklarım gösterdiği gibi o iğrenç duruma dönmekten korktuklarını göstermektedir.


"...Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma."


Bu, kayıtsız şartsız teslimiyetin ruhuna uygun bir duadır. Çünkü ne olursa olsun müminler Allah'ın yüklediği birşeyden kaçınmayı düşünmezler. Ancak sadece O'na yönelerek, zayıflıklarına acımasını ve güçlerinin yetmeyeceği sorumluluğu yüklememesini böylece, acizlik gösterip kusur işlememeleri için O'na yalvarırlar. Yoksa kayıtsız şartsız itaat ve kesin teslimiyettir niyetleri. Bu, büyük merhametten küçük bir beklentidir. Zayıf olan kulun, herşeyin maliki ve mutlak egemenlik sahibi Allah'ın hoşgörüsüne ümit bağlamasıdır. Yüce Allah'ın kullarıyla ilişkisine hakim; ikram, iyilik, sevgi ve kolaylık atmosferine uygun bir istektir.


Sonra etkisini Allah'ın fazlı, affı ve bağışlamasından başka birşeyin gideremediği zayıflığı kabullenme ve kusuru hissetme duygusu yeralmaktadır:


"...Bizi affet, günahlarımızı bağışla, bize merhamet eyle..."


İşte imtihanda başarıya ulaşmanın ve Allah'ın hoşnutluğuna nail olmanın gerçek güvencesi. Çünkü kul her ne kadar sorumluluklarını yerine getirmeye çalışsa da kusur işler. Ona af, merhamet ve bağışlama ile muamele etmek de Allah'ın merhametine yakışır.


Hz. Aişe, Resulullah'tan şöyle rivayet eder: "Resulullah `sizden hiçbiriniz kendi ameliyle Cennet'e giremez' buyurdu. Orada bulunanlar: `Sen de mi ya Resulullah?' dediler. Resulullah da: `Şayet Allah beni rahmetine gark etmese ben bile' buyurdu." (Buhari)


Müminin duygusunda sorunun özü şudur; bütün gücüyle çalışmak, ancak her zaman eksikliğinin bilincinde olmak, bundan sonra da Allah hakkında kesin ümit sahibi olmak ve affını, bağışlamasını ve hoşgörüsünü beklemektir.


En sonunda müminler, Allah'ın dilediği hakkı gerçekleştirmek "fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah için oluncaya kadar.." (Bakara Suresi, 193) Allah'ın dinini ve hayat metodunu yeryüzüne yerleştirmek için Allah yolunda cihad görevini yerine getirirlerken de arkalarını Allah'ın desteğine dayarlar. Müminler arkalarını Allah'ın sarsılmaz desteğine dayayıp O'nun sancağını yükseltirler, cahiliye, çeşitli armalar ve isimlere intisap ederken, onlar sadece Allah'a intisap ederler.


Allah'ın dininden çıkmış kâfirlerle savaşırken, dostlarına va'dettiği zaferini, talep ederler. Çünkü onların yegane dostu Allah'tır.


"...Sen mevlamızsın bizim, kâfirlere karşı yardım et bize.."


Bu sonuç, sureyi özetlediği kadar, müminlerin akidelerini, düşüncelerini ve Rabbleriyle olan her zamanki hallerini de özetlemektedir.
Mihrinaz beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Eylül 2008, 22:32   Mesaj No:53
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.071
Konular: 340
Beğenildi:1382
Beğendi:464
Takdirleri:10171
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

Allah razı olsun Muhtar..fizilal tadında tefsir okumak ayrı zevk..yoruldum ama okumaya değdi..bakarayı ilk okuyormuşum gibi geldi bana,hafızayı güncelledim bu vesileyle...takdire ihtiyacın olsaydı verecektim bir 50 lik...ama ihtiyacın olmadığından başkasına verelim..
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2009, 21:35   Mesaj No:54
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

Alıntı:
Abdulmelik Üyemizden Alıntı
Allah razı olsun Muhtar..fizilal tadında tefsir okumak ayrı zevk..yoruldum ama okumaya değdi..bakarayı ilk okuyormuşum gibi geldi bana,hafızayı güncelledim bu vesileyle...takdire ihtiyacın olsaydı verecektim bir 50 lik...ama ihtiyacın olmadığından başkasına verelim..
Amin hocam cümlemizden.Çok uzun olduğu için bende kendimin okuyup not aldığım bölümleri kısa kısa ekleyeceğim inşAllah.


BAKARA SURESİ GENEL ÖZETİ

Bakara Suresi İlk 10 Ayet



1-Bakara suresi, Medine-i Münevverede İslam çağrısını, ve karşısındaki İsrailoğullarını tavırlarını, İslam dini esasları üzerinde büyüyen, islam toplumuna ve onun resule karşı tutumları ele alınırken yahudilerin münafıkların müşriklerin kurdukları sıkı işbirliği bunun etkileri anlatılır...
2-Yahudilerin Hz.İbrahim a.s yolundan ayrılmaları anlatılır.
3-Hicret hazırlığı ve sebebi
4-Mekkedeki müşriklerin baskısı yüzünden İslamı seçme durumu engelleniyordu.
5-Kabenin bakımı ve korumasında görevli peygamber efendimizin akrabaları bile mücadele ediyordu..
6-Müslümanların ancak hicret sayesinde inançları doğrultusunda yaşamaları zafere ulaşması mümkün olacaktı...
7-Aynı zamanda habeşistanada hicret olmuştur.
8-Bu hicret edenler arap kabilelerinin önemli kişileri idi.Bu nedenle kabilelerinde sarsıntı meydana geliyordu.
9-Güvenli yer bulmakta habeşistana hicretin önemli sebebidir.
10-Taife giden peygamber efendimizi taşlamışlardır.
11-I. ve II.Akabe biatı yapılmıştır.
12-Biat olayı;Peygamberimizin mekkede hazrec kabilesine islamı anlatıp onların müslüman olmasıi ertesi yıl tekrar gelip müslüman olmaları karşısında şart olarak peygamberimizin malınızı ve canınızı korduğunuz gibi benide koruyun demesi BÜYÜK AKABE BİATI'dır...onlarda kabul etmişlerdir.
13-Medinede münafıklık başlangıcı (Genel başlık)
14-Medine yahudileri(Genel başlık)
15-Yahudiler, Evs ve hazrec kabileleri birbirine düşman olmasından faydalanmışlardır.İslam gelince bu düşmanlık ortadan kalktı ve yahudiler İslamı hedef almaya başladılar.
16-Yahudilerin peygamberimize düşmanlık etme sebebi son peygamberin arap olması ve kazandığı başarılar.
17-Üç grup insan Müslüman Kafir Münafık (Genel başlık)
18-Kuranda bu üç grup anlatıldıktan sonra bütün insanlar birinci gruptan olmaya davet ediliyor.
19-Elif Lam Mim:Kuran böyle harflerden meydana gelmiş olduğunu bildirerek meydan okuması belirtilmektedir.
20-Muttakilerin gaybe inanması bütün hayatının temel değerlerini oluşturduğu görülmesi.
21-Gaybe iman insanın yükselme merdiveninin ilk basamağıdır..
22-İnfak, zekatı sadakayı ve iyilik olarak gerçekleştiren her yardımı içine alan bir kavramdır.
23-Kafirlerin özellikleri gözlerine perde çekildiği belirtilmektedir.
24-Münafıkların bozgunculuğu ikiyüzlülüğü anlatılmaktadır.




Bakara Suresi 20.Ayetten İtibaren (Özet)
1-Şirk kavramı ve müşriklerin durumu(Genel başlık)
2-Kuran meydan okuyor, bir benzeri getirilemez..(Genel başlık)
3-Allahı inkar etme yaşam verme tekrar öldürme(Genel başlık)
4-Kuran kıssaları(Genel başlık)


Bakara Suresi 30.Ayetten İtibaren (Özet)
1-Hz.Adem kıssası(Genel başlık)
2-Allah halifelik gibi ağır bir görevi yerine getirmesi için kainatı yeni varlığına teslim ediyor.
3-Allah insana yeryüzünü teslim ederken nesnelere isim verme ve onları sembolize etmiştir.
4-Allah hz.ademe bu isimleri öğrettikten sonra bir takın nesneler önüne getirdi.Melekler bilemedi ve acizliklerini, bilmediklerini itiraf ettiler.
5-İblis melek değildir lakin onlarla yaşamaktaydı.
6-İblis cin taifesindendir.
7-Hz.adem ve hz.havvaya ağaca yaklaşmamaları emredildi.
8-Bu ağaca dokunulmamasının istenmesi insanı diğer varlıklardan hayvanlardan ayran iradenin ahdine bağlı kalmada gösterdiği sabır ve tahammülü ifade etmektedir.
9-Şeytan onları kandırdı ve cennetten çıkarıldılar.
10-Allah meleklere ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti bundanda anlaşılacağına göre jz.daha işin başlangıcında yeryüzünde yaşamak üzere alınmıştı(yaratılmıştı) O halde yasak ağaç nerdeydi yeryüzünde yaşamak üzere yaratıldığıına göre buraya indirilişi nereden olmuştu.Bu deneme halife olarak insanın yetiştirilmesi ve hazırlanması için yapılmıştır.

Bakara Suresi 40.Ayetten İtibaren (Özet)
1-İsrailoğulları kıssası(Genel başlık)
2-İlahi nimeti değerlendirmeleri(Genel başlık)
3-İşkenceden onları Allahın kurtarması(Genel başlık)
Mihrinaz beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2009, 21:50   Mesaj No:55
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

Kardeşim Öncelikle ALLAH razı olsun Şehid seyyid kutub'un tefsirinden olması beni dahada sevindirdi.
Kuran'ın münafıklar üzerindeki titizliğini tefsir alimleri konu etmiş ve genel anlamda şöyle cevap vermişlerdir.
Münafıklarda gerçekte kafirlerden bir grupturlar .ama kuran'a detaylı baktığımızda anlaşılacağı üzere münafıklar, İslam dini için kafirlerden daha tehlikelidirler.

Çünkü kafir yani kuran'ın kafir diye nitelediği kimse Allah'ı ve peygaamberi kabul etmeyen ,ama kafirliğini gizlemeyen kimseler kabul etmediklerini açıkça söylerler.
Ama kalbindeki inancını gizleyen örten,dilde başka konuşan kalbinde ise daha başka bir şey olan kimseler kafirden daha tehlikelidir:
Allah bizi Kuran'ın müdaimleri eylesin ve Hakka hak batılada batıl demeyi nasip eylesin(amin)
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Eylül 2009, 22:47   Mesaj No:56
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart re: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri-Medineweb

Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerde belirttiği gibi yahudiler, önlerine çıkan her fırsatta hakkı batıl ile örtmüşler, bunları birbirine karıştırmışlar ve hakkı gözlerden saklamışlardır. Bunun sonucu olarak, İslâm toplumunda sürekli bir fitne, kargaşa ve bölücülük unsuru olmuşlardır
Mihrinaz beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Kasım 2013, 18:03   Mesaj No:57
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.708
Konular: 1315
Beğenildi:12528
Beğendi:9253
Takdirleri:28524
Takdir Et:
Standart Cevap: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

paylaşım yapan bütün hocalarımdan rabbim razı olsun...
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Şubat 2014, 14:18   Mesaj No:58
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.708
Konular: 1315
Beğenildi:12528
Beğendi:9253
Takdirleri:28524
Takdir Et:
Standart Cevap: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

110. ayetle 133.ayet arsındaki ayetler sanırım gözden kaçmış,paylaşılmamış..rica etsem kıymetli editörlerim ilgilenebilirmisiniz..
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Şubat 2014, 14:44   Mesaj No:59
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Standart Cevap: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri

Alıntı:
mihrinaz Üyemizden Alıntı Mesajı göster
110. ayetle 133.ayet arsındaki ayetler sanırım gözden kaçmış,paylaşılmamış..rica etsem kıymetli editörlerim ilgilenebilirmisiniz..

ekledim abla
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 25 Kişi okuyor. (0 Üye ve 25 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Fizilalil Kuran A'la Suresi Tefsiri-Medineweb MERVE DEMİR Fizilalil Kur'ân 1 28 Ekim 2012 17:43
Fizilalil Kuran Tin Suresi Tefsiri-Medineweb MERVE DEMİR Fizilalil Kur'ân 2 30 Nisan 2012 09:50
Fizilalil Kuran Nas Suresi Tefsiri-Medineweb MERVE DEMİR Fizilalil Kur'ân 1 18 Ekim 2009 18:54
Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri-Medineweb MERVE DEMİR Fizilalil Kur'ân 4 08 Ekim 2008 13:40
Fizilalil Kuran Nur Suresi Tefsiri-Medineweb MERVE DEMİR Fizilalil Kur'ân 7 08 Ekim 2008 12:56

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.