Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Hadis-i Şerif (https://www.forum.medineweb.net/494-hadis-i-serif)
-   -   Bir hadis-i şerif bir yorum ... (https://www.forum.medineweb.net/hadis-i-serif/2059-bir-hadis-i-serif-bir-yorum.html)

KalbinNûru 28 Aralık 2007 21:41

Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Siz Îmân etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekte îmân etmiş olmazsınız. Size yaptığınız zaman sevineceğiniz bir şeyi söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.

bu Hadîs-i Şerîf hakkında neler düşünürsünüz arkadaşlar...

NUR 28 Aralık 2007 21:53

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Allah razı olsun sizlerden....hadisler üzerinde konuşmak gerçekten onları anlayıp hayata geçirmede bize faydalı olacaktır inş.
burada sevgili peygamberimiz müminlerin kalplerinin birbirlerine yaklaşması için bir yoldan bahsediyor.gerçekten selam, imana giden yolda birbirimizi sevmek için güzel bir alışkanlık.yolda gördüğümüz birine belki o an hal hatır soramayabiliriz ama bir selam verebiliriz.böylece bağlarımızı koparmamış oluruz.o kişiye karşı muhabbetimiz artar. böylece cennete giden yola bir adım daha yaklaşırız.

KalbinNûru 28 Aralık 2007 22:05

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Âmîn. Rabb'im sizlerden de Râzı olsun. Mü'minler kardeştir bunu yine bir bedene benzetirler nasıl beden bir işlev yapacaksa bütün beden aynı anda hareket eder ve yine beden de bir uzuv rahatsız olsa yine bütün beden bunu çeker.

Sevmek çok güzeldir Yunus boşuna dememiştir ki Yaratılan'ı severiz Yaratan'dan ötürü. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- işte bunu yoluna bize öğretmiş birine selam verdiğimiz zaman sanki onunla selam veren arasında bir muhabbet bağı oluşuveriyor.

KalbinNûru 29 Aralık 2007 17:26

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Ebû Hüreyre (ra)'den: Demiştir ki, Resûlullâh (sav) Hazretleri: "Kişinin mâlâya'niyi terketmesi, iyi müslüman olduğu(nun alâmetleri)ndendir." buyurdu. (Bu hadis-i şerif hasen olup onu Tirmizi gibi başkan da böylece (mevsülen) rivayet etmişlerdir.)
Mâlâyani: Kendisiyle alâkası olmayan iş olsun diye, laf olsun diye, vakit geçsin diye,ömür tükensin diye yapılan boş konuşmalar ve faydasız işlerdir.
Müslüman bir işe bakar Dünya ve/veya âhiretine fayda sağlamayacak bir iş ise ondan uzaklaşır. Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi Müslümanın güzelliğindendir.
Yani Müslüman kendisini ilgilendirene bakmalı ilgilendirmeyenden uzaklaşmalıdır. Buna bir Misâl verecek olursak meselâ arkadaşlar arasında sohbet edilir. Bakarsın o sohbet senin faydana mı; yoksa boş boş konuşup vakit geçirme mi? v

KalbinNûru 30 Aralık 2007 15:05

Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Rasûlullah (sav)'in şöyle buyurduğu Enes (ra)'den rivâyet olunuyor: [B]Allahû Teâlâ buyurdu ki: "Ey Âdem-oğlu, sen bana yalvarıp benden ümmid-vâr oldukça senden sâdır olan (günahlar) her ne olursa olsun sana mağfiret ederim ve aldırmam. Ey Âdem-oğlu, senin günahların gökyüzünü kaplayacak dereceyi bulsa da benden mağfiret dilesen sana mağfiret ederim. Ey Âdem-oğlu, bütün yer dolusu günahlar getirirsen de sana bana hiç bir şeyi şerik tutmayarak huzûruma çıksan herhalde ben sana bütün yer dolusu mağfiret veririm. (Bu hadis-i şerifi, Tirmizi rivâyet etmiş olup, "Hadis, Hasendir, Sahihdir" demiştir.)


Allâh Teâlâ biz kullarına bu kadar bağışlayıcı ve mağfiret edicidir. Allâh Teâlâ Kendi'sine hiçbirşeyi ortak koşmamamızı buyuruyor. Yaptığımız amelleri İhlâs ile yani Allâh Teâlâ Rızâsı için yaparsak o zaman değer kazanır. Riyâkarlıktan, gösterişten, Şirkten uzak yalnız Allâh Teâlâ için nitekim Yusuf bin Hüseyin şöyle demiştir: Riya ve gösteriş için yapılmış bir amelle Allâh Teâlâ'nın huzûruna çıkacağıma, günâh yükü ile çıkmayı tercih ederim.

maşuk 31 Aralık 2007 01:29

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Efendimiz
عليه صلا ت و سلا م
buyurdular ki ;
Cennete girdim ve cennetin iki kanadı arasında altın ile yazılmış üç sütun gördüm.
1.Satır :
لا ا له ا لا ا لله
2.Satır :
Önden gönderdiğimizi ( sevabımızı ) bulduk,
(helal olarak ) yediğimizden kar ettik,
geride bıraktuğımızdan ( mirastan ) zarar ettik...
3.Satır :
Günahkar ümmet,
bağışlayıcı Rabb.........
Ben hadisin senedini bilmiyorum.Ama İmam Gazali'nin bi kitabında okumuş,
çok hoşuma gittiğinden not etmiştim..
Bundan bana ulaşan çağrılar;
1.) k.tevhid herbirşeyde number one...aklımın alacağı yahut alamıycağı..
2.)akıllıysam ticaretim aklımın göstergesi...
3.)herşeye rağmen O tüm af kapılarını bana açmış ve kapıdan girmek neyse sadece O'na yönelmem bile O'nun için yeterli...

KalbinNûru 31 Aralık 2007 12:59

Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Benim adıma yalan söylemeyin! Kim benim adıma yalan söylerse, ateşe girer!"
Ali radıyallahu anh. Buhârî.

bu Hadîs-i Şerîf beni çok korkutuyor. Çünkü Günümüzde uydurma ve yalan Hadîs-i Şerîf'ler çok. Bunları nasıl ayırt edeceğimizi bilemiyoruz. Ve Özellikle duyduğumuzu okuduğumuzu paylaşıyoruz. Onun için buna daha çok dikkat çekmek îcâb eder.

Allâh Teâlâ bizleri uydurma ve sonradan söylenmiş sahih olmayan bütün O sözlerden bizlerin hıfzına girmekten korusun. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- adına yalan söylemekten bizleri muhafaza eylesin. Âmîn.

NUR 31 Aralık 2007 15:46

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
hatadan elbet Allah Tealaya sığınırız.ama bizlerin de dikkat etmesi gereken hususlar vardır elbet...
örneğin bir hadisin uydurma olup olmadığını anlamak için önce kuranın ruhuna aykırı olmaması gerekir,ayrıca sünneti seniye ye de uygunluk önemlidir.
ikinci ölçütümüz ise Rabbimizin bize bahşettiği akıl dır.akl-ı selime ters düşen hadisler zaten kendini belli eder.örneğin üç şeyde uğursuzuk vardır:kadında,binekte,evde...örneğin bu hadis,neye binaen böyle söylenmiş olabilir.?oturup düşünmemiz lazım şüphe ediyorsak,rivayet eden ravinin ismine dikkat etmeliyiz,şu an kütübüsitteye bile girmiş uydurma hadislerden bahsediliyor.bizler yine de buhari ,müslim,darimi,tirmizi,ibn i mace gibi güvenilir ravilerin rivayet ettikleri hadisleri kullanalım.uydurma olduğundan şüphe duyuyorsak biraz araştırmayla doğru sonuca ulaşabiliriz inş.Allahım bizi şaşırtmasın.

KalbinNûru 01 Ocak 2008 12:34

Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Ebû Hureyre Abdu'r-Rahmân b. Sahr-ı Devsi (ra)'den: Demiştir ki, kendim işittim, Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizi her neden nehyedersem ondan ictinâb ediniz. Size her neyi emredersem kudretiniz yettiği kadar yapınız (da nasıl yapacağınızı sormayınız.) Zirâ sizden evvelki (ümmet)leri helâk eden, ancak onların çok çok sormaları ve peygamberlerine muhâlefet etmeleri olmuştur. (Bu hadis-i şerifi, Buhari ile Müslim rivâyet etmişlerdir.)
evet günümüzde bâzı sözler işitiyuruz ki ben bir şeye ancak Kitapta (Kur'ân-ı Kerîm) varsa inanırım diyor. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Sünnetini söylediğimizde ise Kitapta var mı geçiyor mu diye cevaplar alıyoruz. Halbuki bu sakıncalı bir durumdur. Rabb'imiz Âl-i İmrân(*) Sûresinin [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]. Ayetinde
Allah’a ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin. buyuruyor. ve bir şey yapılması istendimi o yapılacak olan şeye muhalefet söz konusu olmadan işittik itaat ettik. Bakara 285 demeleri gerekir. bunu neden böyle yapıyoruz yapmasak olmaz mı gibi sözler söylenilmesi uygun olmasa gerektir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- emirlerine karşı gelmeden elimizden geldiğince muhalefet olmadan yapmamız îcâb eder.
Şurası muhakkaktır ki Efendimiz - sallâllâhu aleyhi ve sellem- her hâlukarda bizlerden ve tüm insanlardan Allâh'a en yakın olanı O'ndan en çok korkanı ve insanların en bilgilisi idi.
Uhud savaşında Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- savunma savaşı yapalım dediğinde, Medîne'nin gençleri karşılık göğüs göğüse çarpışalım dediler. Ve Medîne'nin büyükleri siz ne yaptınız O'nun reyinin üstüne Rey'mi olur. O'nun sözünün üstüne söz mü olur. ve Uhud harbinde Müslümanlar ağır kayıplar verdiler.
Efendimiz'e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- har hâlukarda itâar gerekir. karşılık vermeden. Allâh Teâlâ bizleri Peygamber Efendimiz'e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- muhalefet olmaktan korusun. Âmîn.

NUR 01 Ocak 2008 13:19

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
bahsettiğiniz hareket hindistan da ortaya çıkmış ehl i kuran hareketidir.ayrıca dış güçlerin müslümanların aralarına nifak sokmak için yürüttükleri bir harekettir ki,tamamen sünneti reddederler kurandan başka bir kaynağı kabul etmezler.hadisleri yok sayarlar.
oysa sünnet ,kuran ı kerimin emirlerinin hayata geçirilmesinde , onun ruhunu anlamada yegane kaynağımızdır.kuran bizlere teorik bilgiyi verir,sünnet ise bu bilgiyi pratik hayatta uygulama imkanını kazandırır.sünnet olmadan kuranın ahlakını yaşayamayız.kuranın kaç yerinde Allah teala namazı kılınız buyuruyor.kılalım ama nasıl kılacağız,namazda hangi sureleri okuyacağız,zekatı verelim ama nasıl?hangi miktarda? ...işte bu sorulara sünnet olmadan cevap veremeyiz. kuran özünü sünnette,hadislerde bulur.yüce rabbimiz,Allahın rasülünde sizin için güzel örnekler vardır buyurmuş.bizim idolümüz,örneğimiz sevgili peygamberimizdir,onun sünneti seniyesidir,mübarek ağzından çıkan hadisleridir...

sünneti terketmek veya reddetmek akıl alır bir iş değildir.Rabbim hakkı hak , batılı batıl görenlerden eylesin hepimizi...
acizane.

KalbinNûru 14 Ocak 2008 22:36

Bir Hadîs-i Şerîf Bir Düşünce
 
Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."
Tiırmizî, Sıfatu'1-Kıyâme 57, (2512).
hasetlik yani çekememezlik. Bir kimsenin sahip olduğu herhangi bir nîmetin elinden gitmesini istemek. gıpta farklıdır. hasetlik ile karıştırılmamalıdır. Gıpta etmek bir başkasında olan nîmetin aynısınında sende olmasını istemek. Oda bunlar dışında câiz değildir diyor Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse."

Buhârî, İlm 15, Zekât 5 Ahkâm 3, İ'tisam 13; Müslim, Salâtu'l-Müsâ irin 268, (816).
bu kötü hasletten kurtulmamız Îcâb eder. Çünki iyiliklerin bitmesini kim ister. yarın birgün Huzûr-u İlâhî'ye vardığımızda elimiz ya boş kalırsa deriz ki ben çok sevap işledim ama farkında olmadan onlar kül oldu ise :((( o halde hasetlikten vazgeçeceğiz.
Allâl Teâlâ cümlemizi bu kötü davranışlardan muhafaza eylesin. Bizleri Hakkıyla İlmiyle Amel eden kullarının zümresine ilhâk eylesin. Âmîn.

NUR 11 Şubat 2008 20:30

Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
İlerde bir fitne olacak. O fitne içinde kişi mümin olarak sabahlayacak, kafir olarak akşamlayabilecek. Ancak Allah’ın ilimle kalbini dirilttiği kimseler hariç.” (1)




Bu hadis-i şerif fitne ile ilgili hadis-i şerifleri kuvvetlendirmektedir. Burada da fitnenin, bozulmanın yaygın bir hal olacağı anlatılır. Müslüman bir cemiyette sabahleyin Müslüman olarak uyanan, evinden çıkan bir kimse, toplumdan, arkadaşlarından, yayın organlarından veya başka mihraklardan aldığı tesirle, sabah mümin evinden çıktığı halde akşam, bir şüphe, bir söz veya bir başka sebeple evine kafir dönebilecektir. Burada en önemli faktör, kişinin dinini bilmemesi olarak görülmektedir. Çünkü Allah’ın, kalbini İslam bilgisi ile, iman hakikatleri ile dirilttiği kimse bu duruma düşmekten korunabilecektir. Bu durumda fitne ve bozulma devrinde, toplumda İslamı bilenlerin azalacağı, İslamî bilginin kifayetsiz olacağı, İslamı muhtaçlara ulaştırmanın güçleşeceği hususları akla gelmektedir.

Özetleyecek olursak, bidatlar ve dalaletler, müslümanları kuşatmışken, takva ehli dindar kimselerin islamın hükümlerine ve sünnete uymaları, onlara çok büyük sevaplar kazandıracaktır. Çünkü o zamanda imanı muhafaza edebilmek bile, büyük bir iştir.

maşuk 11 Şubat 2008 20:37

Cvp: Bir hadis-i şerif
 
ا اللهم ثبت قلبى على ا لر ينك ا مين
Allahım kalbimi dinin üzere sabit kıl
Amin...

AŞK'ÜL İSLAM 11 Şubat 2008 22:31

Cvp: Bir hadis-i şerif
 
İlerde bir fitne olacak. O fitne içinde kişi mümin olarak sabahlayacak, kafir olarak akşamlayabilecek. Ancak Allah’ın ilimle kalbini dirilttiği kimseler hariç.” (1)


Burada en önemli faktör, kişinin dinini bilmemesi olarak görülmektedir. Çünkü Allah’ın, kalbini İslam bilgisi ile, iman hakikatleri ile dirilttiği kimse bu duruma düşmekten korunabilecektir.


Kainat Kitabını OKU'mayanların ahvali....Müslümanın görevi önce OKUMAK, sonra FARKINDA OLMAK .. Dinini en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek, öğretmek !...Mirası bu hal ile taksim etmek.. Taklidi değil, TAHKİKİ halde yaşamak!.. HAKİKİ İMANI ELDE EDEN, DÜNYAYA MEYDAN OKUR derdi çok sevgili öğretmenim.. Israrla, İnatla.. Selam olsun bu cazibedar fitne asrında, TAHKİKİ imanı UNUTMUŞ gönüllere HATIRLATAN islam ER'lerine...Medine Dolusu Dualarla...

NUR 21 Şubat 2008 15:42

Bir hadis -i şerif bir yorum
 
el mer'u mea men ehabbe...

kişi sevdiği ile beraberdir...

evt arkadaşlar bugünkü hadis i şerifimiz bu olsun. kısa ve gerçekten içerisinde yoğun anlamlar barındıran bir hadis i şerif.şöyle bir kendimizi gözden geçirelim.neleri, kimleri çok seviyoruz? nelere değer veriyoruz.hayatımızın merkezine koyduğumuz şeyler nelerdir? öyle ki ,
Efendimizin bu hatırlatmasını duyan sahabeler sevinçlerinden uçacak gibi olmuşlardır. Çünkü hepsi de Allah Resulü Efendimizi çok seviyorlardı. Efendimizi sevenleri seviyorlardı... İslam ahlakıyla yaşayanları, günahtan kaçanları, haramdan uzak duranları, kötü alışkanlıklardan korunanları seviyorlardı... Yani cennetlik iman, amel ve ahlak sahiplerini seviyorlardı. Biliyorlardı ki, insan kimi seviyorsa onunla birlikte olacaktır sonunda. Öyle ise onlar da bunları seveceklerdi elbette...
kıymetli yorumlarınızı bekliyorum.

Belgin 01 Mayıs 2008 11:43

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav), utangaç kardeşine bu huyundan vazgeçmesini söyleyen Medine’li bir müslümanın yanından geçti ve ona:
“Onu kendi haline bırak; zira hayâ imandandır.” buyurdu.
(Buhari, İman 16; Müslim, İman 57-59)



İşiten, gören ve her şeyden haberdar olan Allah’a inanan her Müslüman bilir ki, yanında hiç kimse olmasa da aslında insan yalnız değildir; her an Rabbinin huzurundadır. Bu “huzurda oluş” şuuru insanda otokontrol sisteminin gelişmesine yardımcı olur. Hayâ duygusu da kaynağını bu hassasiyette bulur ve insanı kötülük yapmaktan alıkoyar.
Utanma duygusu, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerin başında gelmektedir. Modern dünyada bu duygunun, insanı dezavantajlı duruma sokacağı inancı yaygındır. Halbuki hak edilen şeyi elde etmeye engel olan, hayâ duygusunun varlığı değil, kişinin acizliği, çekingenliği, korkaklık ve beceriksizliğidir. Kişiliklerinde bu tip noksanlıkları taşıyanlar bunun vebalini utanma duygusuna bağlayarak bir çeşit savunmaya geçmektedirler. Oysa sahabe hanımlarının, bir hanımın sorabileceği en mahrem soruları Hz. Peygamber (sav)’e iletip, utanma duygusunu dinlerini öğrenmeye engel kılmadıkları için övgüye mazhar olduklarını unutmamak gerekir.
Çocuğun aklî olgunluk emarelerinden birinin, hayâ duygusunun belirmesi olduğunu söyleyen İmam-ı Gazzalî’ye göre bu dönem eğitime başlamak için de en uygun dönemdir. İslamî düşüncede akıl, hem zihnî hem ahlakî aydınlanma aracı olduğu için çocuğun zihnine yerleştirilebilecek sahih bir Allah inancı, davranışlarını da eğiterek güçlü bir vicdanî eğitime de zemin hazırlamış olacaktır. Bundan sonra ortaya çıkacak toplum yapısındaki farklı karakter ve kişilik yapıları zenginlik kaynağı olarak kabul edilecektir. Yeter ki üstünlük yarışının ancak hayırları artırmada olabileceği unutulmasın.


Meral Günel

Belgin 03 Mayıs 2008 21:19

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:
"Sağlık ve boş vakit, insanlardan pek çoğunun bunlardan faydalanmak hususunda aldandıkları iki büyük nimettir"
(Buhari, Rikâk 1)



İnsanı doğum ve ölüm çizgileriyle kuşatan "zaman"ı en anlamlı bir şekilde değerlendirebileceği bilincin zirvesine davet ediyor bu hadis-i şerif. Sahibi olup da kadir ve kıymetini bilemeden hodbince kullandığımız iki önemli nimete dikkatimizi çekiyor: Sağlık ve boş vakit. İnsanın elinden akıp da gidiveren onca nimet arasından bu ikisinin öne çıkarılması manidar değil mi? Biri maddî diğeri manevî tekamülümüz için sıçrama tahtası olabilecek iki önemli değerden söz ediyoruz. Sağlık olmadan birçok ibadeti eda edemiyoruz, sosyal hayatta bazı zorluklarla karşılaşıyoruz. Kendimizle baş başa kalabileceğimiz boş vaktimiz olmadan ise içsel bir yolculuğa adım atamıyoruz.

Yaşadığımız çağ, içinde bulunulan "ân"ı idrak etmemize fırsat tanımıyor. Geleceğe endekslenmiş hayatlar yaşıyoruz. Düşünme ve nefis muhasebesi için ayıracak zamanımız yok. Belki de bunlardan kaçarak gereksiz meşguliyetlere sığınıyoruz. Varlığımızın anlamına ilişkin sorularla karşılaşma korkusu, bize nereden gelip nereye gittiğimizi, kim ve ne olduğumuzu hatırlatacak herkes ve her şeyle aramıza mesafe koyuyor. Böylece zengin olan fakirden, sağlıklı olan olmayandan, genç olan yaşlı olandan uzaklaşıyor. Bizi tefekkürün eşsiz derinliğine, insan olmanın yüceliklerine ulaştırabilecek vakitlerimizi de, Allahu Teala'nın üzerine yemin ettiği (Asr Suresi) kudsiyetinden koparıp, "boş" sıfatı aldıklarında "öldürülecek" ucûbeler olarak algılıyoruz.

Zaman merkezli bir medeniyet kuran İslam'ın bu konudaki tavrı daha çok ibadet anlayışında ortaya çıkar. İslam, günlük (beş vakit namaz), haftalık (Cuma namazı), yıllık (oruç) ve ömürlük(hac) periyotlarda ifa edilmesi gereken ibadetler koyarak, insanı daima zamanın bilincinde olmaya davet eder (Ali Murat Daryal, Dinî Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri). Hatta mü'min kardeşinin ölümünde kılacağı cenaze namazı gibi insanı rutin planlamalarının dışına da çıkarabilir. Bu bilinç, "O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul; ve yalnız Rabbine yönel (isteyeceğini O'ndan iste)" (İnşirah/ 7-8) kelamıyla zirve yapar. İbadet, dua, tebliğ ve irşad gibi dinî faaliyetler kadar çalışma, üretme, öğrenme-öğretme, yardımlaşma ve dayanışma gibi dünyevî faaliyetler de ayetin kapsamına dahil edildiğinde İslam'ın, hayatın her iki cephesini (dünya-ahiret) nasıl dengelediği daha açık görülecektir.

Sürdürdüğü ömrün her anının hesabını vereceğini bilen insan için boşa geçirilecek zaman yoktur. Ömür, ancak en kıymetli sermaye olarak değerlendirildiğinde arkada "hoş bir seda" bırakılabilir ve boş vakitler, arınma ve yeniden dirilme fırsatı olarak görülebilir.

Ataullah İskenderî'ye atfolunan şu söz, bu konuda yolumuzu aydınlatıcı olacaktır: "Allah katındaki değer ve kıymetini öğrenmek isteyen, hangi işle meşgul olduğuna baksın."

Belgin 07 Mayıs 2008 13:32

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ) مَنْ لَزِمَ الاِسْتِغْفَارَ جَعَلَ اللهُ لَهُ مِنْ كُلِّ هَمٍّ فَرَجاً، وَمِنْ كُلِّ ضِيقٍ مَخْرَجاً، وَرَزَقَهُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ


"Bir kimse istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir." (Ebû Davud, Vitr 26)


İstiğfar... Bağışlanmayı dilemek... Yapılan yanlışlıkların hiç yapılmamış sayılmasını arzulamak... Bu dileğe dili ve bedeni şahit tutmak... Diliyle affolunmayı dilerken davranışlarla bu dilekteki samimiyeti göstermek...

İnsana kendi ruhundan üfleyerek onu şereflendiren Allahu Teâlâ ile kulun ilişkisinde dengeyi sağlayan bir fonksiyonu vardır istiğfarın. İstiğfar kulluğun gereğidir; insanın mutlak saltanat sahibini tanıyıp kendi acziyet hududunu çizebilmesinin gereğidir. Kulun Rabbini unutmadığının nişanesidir.

Hatadan berî olmak insan için muhal. Hatasız yaşamayı dilemek, melek olmayı dilemek demektir. Oysa "Canım kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, sizin yerinize, günah işledikten sonra Allah'tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi." (Müslim, Tevbe 11) buyurmuştur Hz. Peygamber. Buradan anlaşılıyor ki İslam'a göre insandan beklenen şey, günaha hiç düşmemek değil, günahta ısrar ederek ona dadanmamaktır. Zira bu ısrar insanda potansiyel olarak mevcut olan iyiliğe meyli köreltir, kötülüğü normal görmeye zemin hazırlar ve kişiyi, kendini temize çıkarabilmek için dinin hükümlerini olduğundan farklı yorumlamaya sevk eder. Günahtan/ kötülükten uzak durmaya çalışmanın bile bizatihi hayır olduğunu (Buhari, Itk 2) kavramaktan uzaklaştırır. Böylelikle iyilik yapma fırsatları da birer birer kaçmaya başlar.

İnsan hatasını düzeltebilme, hatalardan yola çıkarak öğrenebilme yeteneği ile yaratılmıştır. Hatayı düzeltebilmek için ise ilk önce bunu istemek, yapılan yanlıştan dolayı pişmanlık duymak gerekir. Bunun da temel şartı doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda bilgi ve fikir sahibi olmak, bunların arasını ayırabilme feraset ve basiretini kazanmış olmaktır. Hatanın ne ve nerede olduğu, kimden kaynaklandığı konusunda sağlıklı bir bilgi ve düşünceye ulaşamamış insan ne için bağışlanma dileyecektir? İşte tam bu noktada peygamberlik müessesesinin fonksiyonu önümüze çıkar: İnsanın bütün davranış, fikir ve ahlakının büyük ölçüde kaynağı olan bakış açısı ve düşünce tarzını oluşturma ve yeniden yapılandırmada peygamberler son derece önemli rol üstlenmişlerdir. Kuran ve sünnet, insan davranışına, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün ayrımında göreceli formattan uzak, ilâhî temele dayalı argümanlar sunmak suretiyle yön verir. “Bize göre” doğru olan ile “dine göre” doğru olan arasındaki ayrımı yapabilmek, olan bitenler ve olması gerekenlerdeki kişisel payımız hakkında farkındalık şuuru geliştirmek sorumlu müslüman olmanın gereğidir. "Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki O birçoğunu da bağışlar." (Şura 42/30) ayeti bize şimdi ve şu anda, gelecekte yaşamak istemediğimiz dünyevî-uhrevî tüm musibetler için önemli bir mesaj vermektedir: Kendi davranışlarımızı kontrol ederek bugün için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek. Bu açıdan istiğfar, görünürdeki sebeplerin ötesinde bir yerde saklı duran kendi sorumluluklarımızı idrak etmemizi sağlayacak en önemli şuurlanma aracıdır aynı zamanda.

[SIZE=3]İstiğfar, insanı kibir, şımarıklık ve her nimeti kendinden bilme sarhoşluğundan korur. Önünde eğildikçe insanlığımızın yükseleceği bir kemal kapısı sunar bizlere. Bizi günaha karşı duyarlı ve donanımlı kılar. Bu duyarlılık ve donanım ise dikkati diri tutarak kişiyi günahtan uzaklaştırır. İnsanın Rabbi ile ilişkisinde yeni bir dönüm noktası oluşturur. Bütün varlığın sahibine kendisini emanet edebilmiş olmanın huzuru ile bütün sıkıntılarında O'na sığınarak arınabilmeyi öğretir. Allah'ın sevdikleri arasına girme fırsatı verir. Ancak kendisi için af dileyen insan affedilmenin ne demek olabileceğini kavrar ve insanlara karşı hoşgörü sahibi olur.

Bağışlanma dile(ye)memek ise kendini müstağni görmenin sonucu olabilir ancak. Kişinin önündeki en büyük engellerden biri de bu büyüklenmeci benlik algısıdır. Nefsin kendini temize çıkarmak için akıl almaz yöntemleri olduğunu da akıldan çıkarmamalı. Bizi kendimizle hesaplaşmaktan uzak tutacak hangi sebebin zihnimizin bize oynadığı oyun/bahane olduğuna dikkat etmeli. Burada mantıkî açıklamaların tuzağına da düşmemek gerekir. Çünkü her hata için geçerli bir neden bulabiliriz. Oysa unutmayalım ki İblis'i şeytanlaştıran şey de "hiçbir kimse" önünde eğilmeyen o mağruriyeti idi.


"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan kendini bağışlamasını dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulacaktır." (Nisa 4/ 110)



Meral Günel

NUR 01Haziran 2008 13:39

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
çok sevdiğim hadis- i şeriflerden bir tane daha:



Sevgili Peygamber edendimiz Hz.Ali ye şöyle buyurmuş:

Ya Ali, ya öğrenen ol, ya öğreten ol, ya dinleyen ol, yada bunları seven ol...beşinci olma; helak olursun...

peygamberimiz hz.ALİye bu güzel sözleri söylerken aslında ümmetine de sırati müstakim yolunun nerelerden geçtiğini öğretmiş. yolumuzu çizmiş önümüze koymuş.Bizlerin de mümin olarak beşinci grup olma gibi bir şansımız yok. yaş , çevre, statü, önemli değil, her an öğrenme , birilerine bir şeyler öğretme halindeyiz.öyle bir dine mensubuz ki , bu yoldakileri sevenlere bile bir mükafat var, şükran lillah....

sizlerin de değerli yorumlarıızı beklerim kardeşlerim...

maşuk 01Haziran 2008 13:55

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
ewt değerli kardeşim
ama en önemlisi Rabbim yaşatsın o ilmel bildiklerimizi.

şu an mesela bi gıybet hususu.
hepimiz biliriz deriz.

ancak çevremizde bu hal üzere birileri bulunduğunda ne kadar müdahale edebiliyor ve onları uyarabiliyoruz ?

bilmek yetmiyor.
çok tanış var ki böyle durumlarda ne yazıkki susmayı tercih ediyor

sonuçta yazık yaşamayana oluyor.
kitap tabiriyle
kitap yüklü eşek olunuyor..

NUR 01Haziran 2008 14:05

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
hadisi şerifi değiştirmek gibi olmasın ama bir temenni de biz ekleyelim sonuna... bir de bildikleriyle amel edenlerden olmayı nasip eyle yarabbi...

burası ayrı bir konu...burayı da ben şöyle düşünüyorum, hani ahir zamanda peygamber efendimizin kuran lafız olarak okunacak ama boğazlarda kalacak aşağı inemeyecek diye bir sözü vardı, şimdi de öyle herkes her şeyi biliyor ama kalbine indiremiyor.artık siz buna ister nefis deyin, ister işine gelememe durumu deyin , ister de şeytanın vesvesesi deyin... hepsi aynı kapıya çıkıyor. bizler vahyin gerçeğini idrak edemediğimiz sürece müslümanlığımız ancak temennilerde, buğz etmelerde kalır.

belki de imanlarımızı sorgulamayız, amenna dedik ama ya gerisi?

NUR 16Haziran 2008 12:52

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
Abdullah b. Ömer (ra)'in naklettiği bir hadiste Allah Rasûlu şöyle buyurdular: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz."

(Buharî, Nikah, 91)


Çoban - sürü istiâre (benzetme)siyle sorumluluk bilincinin önemine vurgu yapılan bu hadiste, bir yandan akıllı ve ergen bütün bireylerin sorumluluğuna atıfta bulunulurken, diğer yandan idarecilik ve aile yönetimi gibi başkalarına karşı yükümlülük içeren görevleri üstlenenlerin daha ağır bir mesuliyet taşıdıklarına işaret edilmektedir.
[I]Yerlerin ve göklerin taşımayı kabul etmediği emaneti yüklenen insanoğlu her şeyden önce Allah'a karşı sorumludur. "Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir." âyeti gereğince, herkes söz ve eylemlerinin, tutum ve davranışlarının hesabını büyük mahkemede Yüce Yaratıcıya verecektir. "Kendilerine elçi gönderilenleri sorgulayacağımız gibi, gönderilen elçileri de sorgulayacağız." âyeti bu hesaptan peygamberlerin de istisna edilmediğini göstermektedir. Büyük mahkemedeki hesabı verebilmek için, imtihan dünyasındaki sorumlulukları yerine getirmek gerekir. Bu da insanın başta kendisi, ailesi ve yakınları olmak üzere bütün insanlara ve doğal çevreye karşı üzerine düşen görevleri ifa etmesiyle mümkün olur.
Akıl ve irade nasıl insana özgü iki kabiliyetse, bunların sonucu olan sorumluluk bilinci de ona özgüdür. İnsan bu bilinçle diğer canlılardan ayırt edilir. Nasıl davranması gerektiğine bu yolla karar verir. Yaptıklarının sonuçlarına bununla katlanır. Vicdanında söz ve eylemlerinin muhasebesini bu duyguyla yapar. Kendilerine karşı yükümlü olduğu kimselerin hukukunu bu bilinçle korur. Başkalarına karşı en ağır sorumluluğu taşıyanlar şüphesiz bir toplumun yöneticileridir. Sahip oldukları yetki oranında, idaresiyle ükümlü oldukları kimselerin sorumluluğu da onların omuzlarındadır. Onlar mahkeme-i kübrâ'da kendi hesaplarıyla beraber sorumlu oldukları kişilerden dolayı da hesap vereceklerdir.Onun için Sevgili Peygamberimiz, istenmeden bir göreve talip olmayı uygun bulmamıştır.

KalbinNûru 29 Eylül 2008 18:09

Bir Hadîs-i Şerîf Bir Yorum
 

Allah Resûlü sallâllâh-ü aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kim, benden sonra öldürülen sünnetimi diriltirse, beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle beraber olur."
Ali radıyallâhu anh. Rezîn.



Öldürülen sünnet yani terkedilen sünnettir. Efendimiz'in -aleyhissâlât-ü vesselâm-'ın sünneti işlememek terketmekdir. Hâlbuki bizim O'nun Sünnetine sımsıkı sarılmamız îcâb eder. özellikle de şu âhir zaman devrinde terkedilen bir ve/veya bir kaç sünneti işleyenin şehîd sevâbı alacağını yine Efendimiz -sallâllâh-ü aleyhi ve sellem- bizlere habe vermektedir. Biz O sünneti işer isek O'nu sevmiş oluruz. O'nu sevince de O'nunla berâber olmuş oluruz. Bu dünyada bir kere dahî O Mübârek yüzüne bakamadığımız Efendimiz ile berâber olmak ne büyük bir bahtiyarlıktır. Kişi Sevdiğinin yaptığı şeyleri yapmaz mı? Onun terkettiği şeyleri terketmez mi?

çoksevdiğin bir arkadaşın, dostun veya eşinin yapma dediğini yapmıyoruz veya yap dediğini sırf o istedi diye yapıyoruz. niye onu sevdiğimiz için. Bu hâli Sünnete uygularsak inanın Sünnetleri yapmak İnsanı o kadar mutlu ve aynı zamanda huzurlu kılıyor ki insan ruhen ve bedenen huşû-a eriyor.

Rabb'im celle celâluhû- bizleri Sünnete hakkıyla uyan O'nu hakkıyla uygulayan kullar zümresine ilhâk eylesin. Âmîn.

Mevlâm Sünnetin kadir ve kıymetini bilen kullarından eylesin. Bizlere Efendimiz'in -aleyhissalât-u vesselâm-'ın yolundan dosdoğru bir şekilde giden kullardan olmayı nasîb etsin.




NUR 29 Eylül 2008 18:15

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Yorum
 
amin kalbin nuru kardeşim...bu başlık benim çok üzerinde durduğum konulardandı.geri dönüşünüzle hemen başlamışsınız..sağolun...

hadis-i şerife gelince, ben bunu biz müminlere verilmiş hediye olarak görüyorum. terkedilmiş bir sünneti yaşatıyorsunuz, ve 100 şehit sevabı elde ediyorsunuz..bundan daha güzel bir müjde olabilir mi?

KalbinNûru 29 Eylül 2008 22:07

Cvp: Bir Hadîs-i Şerîf Bir Yorum
 
Rabb'im -celle celâluhû- sizlerden de Râzı olsun.

sende sağol Nûr. Nûr kardeşim evet baktığımda senin yorumlarını gördüm. ben yokkende bir hayli devam edilmiş bir konu. aslında bu başlık bizler için çok önemli Hadîs-i Şerîf'leri bilgimiz dahilinde yorumlarsak neler anladığımızı yansıtırız. buda bizler için bir aydınlık olur. evet dediğin üzre gerçekten bir hediye niteliği taşıyor. evet daha güzel müjde olabilir mi? Sünneti yaşayıp Âhirette O GÜL kokulu Yâr ile berâber olmak. Rabb'im -celle celâluhû- bizlere bunu ihsân eylesin. Tâbi onun için de O'na lâyık olmak gerekir.

KalbinNûru 01 Ekim 2008 22:48

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 

Sizden biri öldüğünde, muhakkak ki onun kıyameti kopmuş demektir. Öyle ise Allah Tealâ'ya, onu görüyormuşsunuz gibi ibadet edin. Ve her vakit ona istiğfarda bulunun.
Ravi: Hz Enes -radıyallâhu anh-


İnsan öldüğünde dünyâ hayâtı son buluyor. amel zamânı geçmiş hesap zamânı başlamış oluyor. ölümün ise ne zaman nasıl geleceği bilinmiyor. bu konu hakkında şöyle bir dörtlük yazmıştım:

ne zaman,nerde,nasıl geleceği bilinmez ölümün
o anda son bulur hayat bölümün
hiçbir zaman bırakma bugün kü işi yarına
bilmelisin ki bu iş olur senin kârına

ölümün ne zaman geleceği bilinmediğine göre ölüme her an hazır olmak gerekir. yarın ölecekmiş gibi Âhiret için çalışmak gibi. bu konu hakkında Efendimiz'in -sallâllâh-ü aleyhi ve sellem-'in bir çok Hadîs-i Şerîf'leri vardır. hesâba çekilmeden evvel kendimizi hesâba çekmemiz, ölmeden evvel ölmemiz îcâb eder.

işimizin kâr'a dönüşmesi için bugünkü işi yârına bırakmamız gerekir. tövbe-i istiğfârı elden bırakmamamız, her ân lisânımızda olması gerekir. Hazret-i Lokman'ın oğluna verdiği öğütlerden bir tanesi de "oğlum Allâhümmağfirlî'yi dilinden düşürme" diye olmuştur.

Rabb'im -celle celâluhû- bizleri Kendi'sine ihsân ve ihlâs ile ibâdet eden kullarından eylesin.

NUR 04 Ekim 2008 17:06

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
Sevdiğin kişiyi ölçülü sev.
Yoksa, bir gün gelir o insan gözünde sevimsizleşir de önceki aşırı muhabbetinden dolayı elemin iyice ziyadeleşir.
Kızdığın kimseye karşı da ölçülü ol ve nefret hissinin önünü kes. Aksi halde, gün döner de o şahıs dostun oluverirse evvelki öfkeli tavırlarının mahcubiyeti seni çok üzer.
(Tirmizi, Birr, 59)



bugün foruma günün hadisini eklerken bu hadis çok dikkatimi çekti.dinimiz İslam bize hayatın her alanında itidalli, ortayollu olmamızı tavsiye ediyor.bu durum yeme içmede, giyinmede, birini sevmede, nefret etmede, hayatımızın her alanında bize yol gösterici olmalı...

hayatta birine çok değer verebiliyoruz.önemseyebiliyor, çok sevebiliyoruz.ama insanız nihayetinde.bir kırgınlık olduğunda da aynı ölçüde üzülüyoruz.veya o kişi aynı derecede gözümüzden düşebiliyor.

tersinden bakarsak ta, nefret ettiğimiz kişiiye karşı da aşırı gitmemeliyiz. bir bakmışız o kişi, en samimi arkadaşımız olup çıkıvermiş.bu sefer geriye dönüp baktığımızda pişmanlıklar bizi çepeçevre kuşatmış..

velhasılı islam ortayoldur.dinimizde aşırılıklarada, hiççiliğede yer yoktur.beşeri ilişkilerimizinde bu doğrultuda olması gerekir.

NUR 11 Ekim 2008 16:30

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Rasûlünü (bu ikisinden başka) herkesten daha fazla sevmek.

Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”
(Buhârî, İman 9; Müslim İman 67)

İslam toplumunu diğer toplumlardan ayıran dinamiklerin başında sevgi- kulluk ve ihlas temelleri üzerine kurulmuş olması gelir. Sevgiye dayanmayan kulluğun ve kulluğu hedeflemeyen ihlasın/samimiyetin değeri tartışmalıdır. Ancak sevilerek yapılan işler insana kolay ve zevkli gelir. Ortaya çıkabilecek güçlükler daha kolay aşılabilir. Sevgi, insanı Allah’a ulaştıran köprüler kurar, cennetin yolları sevgiyle döşenir. Sevgisizlik ise cehennemi dünyada başlatır.

Sevmek kalbin en soylu eylemidir. Gerçek sevgiye ulaşabilmenin yolu sevdiğini tanımaktan geçer. Bilip tanımadan, tanıyıp anlamadan sevdiğini söylemek dilden gönüle inmeyen kuru bir sözden ibarettir; ilk sınanmada sahibini yalancı çıkarır. Allah’ı sevmek O’nu tanımayı, O’na hamdetmeyi, O’na şükretmeyi, O’ndan razı olmayı, O’ndan korkmayı, O’ndan ummayı, O’nunla huzur ve sükûna ermeyi, O’nunla ünsiyeti gerektirir. Allah sevgisi, elde edilmesi için her türlü fedakârlığın seve seve göze alınacağı en yüce gayedir. Kendi ruhundan üfleyerek bizi var kılanı yâr kılabilmektir. İnsanoğlunun dünyaya gönderilişinin hüzünlü hikâyesinde ümit ışığının menbaıdır. O’nun dostluğunu kazanan her şeyi kazanmış, başka dost aramaya ihtiyacı kalmamış demektir.
Sevginin kaynağı Allah’tır, Allah’tan başkasını Allah’ı sever gibi sevmek ise o kaynağa ihanettir, en büyük şirktir. (Bakara 2/165) Allah dışında bir şeyi Allah gibi sevmek sevilen şeye kul olmaya götürür insanı.
Allah Teâlâ, kendisini sevmeyi Hz. Peygamber’e uymaya ve O’nu örnek almaya bağlamıştır: “De ki; siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin…” (Âl-i İmran 3/31) İnsan birisini gerçekten sevdiğinde bu sevgi onu, sevdiğini her yönüyle takip etmeye, onu devamlı anmaya (salevat), sözlerini dinlemeye ve aktarmaya, onun davranışlarını takip etmeye götürür.
İdeal sevgi, ortaklığı ve şartlara bağlı olmayı kabul etmez. Koşulsuz sevgidir aslolan. Allah ve Peygamber’i “…olduğu için, …se/sa sevmek”, gerçek sevgi olmayacaktır. Rasûl-i Ekrem, hayatın bireysel ve toplumsal tüm yönlerini sevgi ve adaletin ışığı ile aydınlatmış olmakla Allah Teâlâ’dan sonra mü’minlerin kalbinde en müstesna yeri hak etmiştir. Peygamber sevgisinin eyleme dönük tarafı, sünnetini öğrenip yaşama ve yaşatma, davetine sahip çıkıp korumayı içerir.

Amellerin en faziletlisi olarak “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek” tanımlamasını yapan Hz. Peygamber de (Ebû Davud, Sünnet 3) sevmenin duygudan ziyade davranışa dönük tarafına işaret eder. Sevgide ve nefrette “Allah için” olmak kaydı, ilişkileri kişisel zeminden çekerek aşkın ve ilkesel bir nitelik kazandırır.
Allah için sevmek, sevdiğinden hiçbir menfaat ummadan sadece Allah onun sevilmesinden hoşnut olacağı için birini sevmektir ki, sevginin bu derecesine ulaşabilenlerin, kıyamet gününde Allah’ın arşında özel olarak ağırlanacakları ve kıyametin hiçbir sıkıntısını yaşamayacakları vaat edilen yedi sınıf insandan biri olacağı bildirilmiştir.

Allah için sevmek insana sorumluluk yükler; kişiye sevdiğini Allah adına, Allah’ın koyduğu sınırlar içinde denetleme sorumluluğunu… Allah için sevmenin belirtisi, doğru yolda olduğu için, doğru yolda olduğu sürece dostunu desteklemek, Hak’tan uzaklaştığında hiçbir korkuya kapılmadan yanlışın önüne dikilebilmektir.
Birbirini Allah için seven insanlardan oluşan bir toplumda menfaate dayalı, küçük hesaplardan beslenen kin ve düşmanlık görülmez. Sevgi bağları güçlenir, Allah’ın rahmet ve bağışlaması o toplumu kuşatır. Karşılaşabilecekleri her türlü tehlikeye karşı onları sağlam bir bünye haline getirir. Yesrib’li bir avuç müslümanın, kendilerini seveni Allah’ın da seveceği (Müslim, İman 129) “Ensar” olması gibi.

İnsan yaptığı seçimlerle hayatının akışına yön verir. İman eksenli bir hayatı seçme, diğer tüm seçenekleri özünde reddetmeyi gerektirir. Dünyadaki konumunu Allah’a kul olma eksenine oturtan birisi için iman, vazgeçilemeyecek en önemli değerdir. Var oluşunun anlamıyla ilgili kuşku taşıyanlar için ise iman, horozun elindeki inci tanesi gibidir; az bir bedele feda edilebilir. İman nimetine ulaştıktan sonra tekrar küfre dönmek; sevgi ve ümidi kaybetmek, gayyâlarda yitmek demektir.

[COLOR=darkorchid]Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.” (Âl-i İmran 3/8)

KalbinNûru 13 Ekim 2008 11:31

Cvp: bir Hadîs-i Şerîf bir yorum
 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kişi, insanların gözünde cennetliklerin işi gibi iş yapar, oysa o cehennemliktir."
Sehl radıyallahu anh. Buhârî.


İnsanların gözünde iş yapmak yani riyâkarlık, gösteriş, yaptığını Allâh için yapmamak, bu kişiyi felâkete sürükleyebilir. Allâh Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de "Ben cinler ve insanları,ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyurmaktadır. -Zâriyat 56-

bu durumda biz Allâh'a ibâdetle emrolunmaktayız. Yapacağımızı O'nun için yapmak, yine yapmayacağımızı O'nun için yapmamak. Mahşer yerinde Allâh Teâlâ bâzı kesimin kişilerine soracaktır. Benim için ne yaptın? Yâ Rabb'i. Sen'in için canımı fedâ ettim. Yalan söylüyorsun Sen bana kahraman desinler diye şehîd oldun. nitekimde öyle dendi. yüzüstü sürünerek gider cehenneme. bir başka kişiye Benim için ne yaptın? o kul, Yâ Rabb'i. Sen'in için malımı tasadduk ettim, Sen'in yolunda harcadım. Hayır yalan söylüyorsun. Sen bana cömert birisi desinler diye öyle yaptın nitekimde öyle dendi. yüzüstü sürünüp atılır cehenneme. bir başka kişiye Benim için ne yaptın? Yâ Rabb'i. Sen'in için Kur'ân okudum. yalan söylüyorsun. sen ne güzel Kur'ân okuyor desinler diye okudun nitekimde öyle dendi yüzüstü sürünüp atılır cehenneme...

bu gibi durumlardan Rabb'imiz bizleri ve cümlemizi muhafaza eylesin.

Yarın huzûr-u İlâhî'ye vardığımızda yüzümüzün ak olması için yaptığımızı Allâh için yapmak yine yapmadığımızı da Allâh için terketmek lâzım gelir. Çünkü bizleri Yaratan, Yaşatan, nîmetlendiren, sağlık, sıhhat, âfiyet veren ve nasîb ederse Cennet'ine koyacak olan, Cemâl'ini gösterecek olan yine O'dur. O bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yalnızca ibâdet edilmesi gereken O'dur.

Başkası bize ne derse desin ister övsün ister yersin biz yaptığımızı Allâh için yaptığımız zaman amacımıza ulaşırız. BÜyüklerden bir söz gelir: Kişi yaptığını başkası görsün diye yaparsa şirktir, başkası görmesin diye yaparsa da riyâ'dır. bu durumda biz her hâlukarda Allâh ile berâber olursak o zaman onları düşünmediğimiz gibi İhlâs ve ihsâna da ulaşırız Biiznillah. Rabb'im -celle celâluhû- bizleri Kendi'sine hakkıyla lâyıkıyla ibâdet eden kullar zümresine ilhâk eylesin. İhlâsı ve ihsânı bizlere nasîb etsin. Âmîn.

NUR 16 Ekim 2008 14:53

Cvp: Bir hadis-i şerif bir yorum ...
 
"Eğer Ademoğlunun iki dere dolusu altını olsa üçüncüsünü arzular. Ademoğlunun boşluğunu ancak toprak doldurur."
Yani: Bu hadis hem dünyevi hem de manevi yönden geçerlidir.
"Bir kalp için iki vadi olsa... İş bu iki vadi, ruhun ve nefsin vadileridir. Ve bunlar ledünni ilimlerin altını ile dolsa mutlaka üçüncü bir vadinin de dolmasını ister. Çünkü onun istidadı vardır: Özellikle İlahi feyz kabul etme bakımından böyledir. Burada bilhassa, Ademoğlunun gözünü dolduran şeyin toprak olarak anlatılmasından murad kulluk şuuruna ve teslimiyet huzuruna varan bir fena halini bulmaktır. Özellikle burada fani bir varlığın izzet bucundan zillet enginine düşmesine işaret vardır. Buraya kadar anlatılan manaları şu Ayeti Kerimenin özlü manasına bağlamak icab eder; "HARAM HELÂL DEMEDEN MİRASI YİYORSUNUZ, MALI AŞIRI BİÇİMDE SEVİYORSUNUZ"
Allah-ul âlem."

Hâdimul İslam 08 Kasım 2019 23:07

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hâdimul İslam 14 Nisan 2022 13:19

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Oruç, mümin için kalkandır. Bu bakımdan herhangi biriniz oruçlu ise, fahiş konuşmasın, cahilce hareket etmesin. Eğer bir kişi kendisiyle çirkin konuşur veya dövüşürse: ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin.” (Buharî, Müslim)


Sadece midemize değil; kalbimize, gözümüze, kulaklarımda, dilimize, elimize, parmak uçlarımıza, ayaklarımıza, kısaca bütün organlarımıza da oruç tutturmalı. Bu Salihlerin orucudur. Oruç insanı kendi nefsinden, şehevî arzularından, şeytanın vesveselerinden de koruyan bir kalkandır. Bu kalkanı öncelikle kendi elinden ve dilinden sadır olabilecek yanlış tutum ve davranışlara karşı kullanacaktır. Bu nedenle kimseye karşı kaba davranışlarda bulunmayacak, cahil ve zorba tutumlar içine girmeyecektir. Şayet bir başkası ona sataşır, kavga ve dövüş edecek olursa bu defa da oruç kalkanını ona karşı kullanacaktır. Çünkü böyle davranmak zor olsa da öfkeyi yenmenin ve yanlış yapana iyilikle karşılık vermenin bir şeklidir.

c*

Hâdimul İslam 21 Eylül 2022 09:27

Allah Rasulü buyurdu ki;

"Sizden öncekiler, güçlü biri suç işlediğinde onu bırakmaları, zayıf biri suç işlediğinde ise hemen cezalandırmaları sebebiyle helak oldular" Buharî

Adam kayırmanın normalleşmesi bir toplumu çürütür, helakin eşiğine getirir.

Hâdimul İslam 26 Şubat 2024 11:23

Peygamberimiz (sav) bir defasında,
‘Sadaka vermek, her Müslümanın görevidir’
buyurdu. Etrafındaki Ashâb-ı Kirâm: ‘Sadaka verecek bir şey bulamazsa?’ dediler. Peygamberimiz (sav) de bunun üzerine, ‘Amelelik yapar, hem kendisine faydalı olur; hem de sadaka verir’ buyurdu. Sahabe: ‘Buna gücü yetmez veya iş bulamazsa ne olacak?’ dediler. Peygamberimiz (sav), ‘Darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder’ buyurdu. Sahabe ‘Buna da gücü yetmezse?’ dediler. Peygamberimiz (sav) ‘İyilik yapmayı tavsiye eder’ buyurdu. Sahabe: ‘Bunu da yapamazsa?’ dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav): ‘Kötülük yapmaktan uzak durur, bu da onun için sadakadır’ buyurdu.*

Buhârî, Zekât, 30; Edeb, 33.

Her insanın mutlaka, kendi çapında, faydalı olabileceği bir şeyler vardır. Ve unutmamak lazımdır ki; iyilik yapan ve insanlığa faydası dokunanların yaptıkları iyilikler de, Allah katında karşılıksız kalmayacaktır.


SAAT: 11:40

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321