|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Seleme,Açılış Tarihi: 06 Mart 2008 (02:20), Konuya Son Cevap : 13Haziran 2014 (04:29). Konuya 34 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
12 Nisan 2009, 01:39 | Mesaj No:11 |
Çoçuklar Bilgisayar Oyunlarından Etkilenir mi?
Yaşadığımız dönemde bilgisayar oyunları çocuklar için adeta vazgeçilmez bir eğlence konumuna geldi Bilgisayarı olan ailelerin çoğu çocuklarını bilgisayarın başından kaldıramamaktan, olmayanlar ise çocuklarının eve bilgisayar alma yönündeki ısrarlarından şikayet ediyorlar Ayrıca son dönemlerde şiddet içeren oyunların giderek artması, aileleri bu oyunların olumsuz etkileri üzerine de düşünmek zorunda bırakıyor Bilindiği gibi oyun oynamak çocuklar için bir lüks değil, ihtiyaçtır Bununla beraber çocuğa doğru bir eğitim verilmesi açısından ailelerin oyuna ayrılacak süre ve oyunun içeriği konusunda dikkatli olması ve bilinçli hareket etmesi kuşkusuz önemlidir Bu başlık altında hem bilgisayar oyunlarının çocuk üzerindeki etkilerini hem de ailelerin dikkat etmesi gereken noktaları ortaya koymaya çalışacağız Bilgisayar Oyunları Çocukları Nasıl Etkiler? Bilgisayar oyunları deyince çoğunluğun aklına şiddet içeren oyunlar ve bunların olumsuz etkileri geldiği için bu konuyu şöyle bir araştırmadan yola çıkarak anlatalım Bir grup çocuğa tek başlarına iken şiddet içeren görüntüler izletiliyor Aynı görüntüler başka bir grup çocuğa ise yanlarında bir büyük varken gösteriliyor Görüntüleri yalnız başına izleyen çocuklar her seferinde bu görüntülerden daha çok zevk almaya ve günlük hayattaki konuşmalarında orada duydukları kelimeleri kullanmaya, görüntüdeki kahramana benzer hareketler yapmaya başlıyorlar Bir yakınlarıyla birlikte görüntüyü izleyen çocuklar ise giderek şiddet içeren sahnelerden rahatsızlık duymaya başlıyorlar Çünkü izleme esnasında yanlarındaki büyükleri, çocuklara izledikleri olayların kötü olduğunu anlatıyor Dahası şiddete maruz kalan kişinin hissedecekleri hakkında düşünmelerini sağlayarak çocukların empati yeteneğini geliştirmeye çalışıyor Yalnız başına izleyen çocuklar bu görüntüleri oyun olarak görüp ondan zevk alıyorlar, diğerleri ise gördükleri olayların gerçekte nasıl anlamlandırılması gerektiğini öğrendikleri için aynı görüntülerden rahatsızlık duyuyorlar Televizyon gibi bilgisayar oyunlarının da küçük çocuklar üzerindeki etkisi daha fazladır Çocuğun gerçeklik duygusunun yedi yaşında geliştiğini hatırlarsak yedi yaşından küçük bir çocuğun gerçekle hayal arasındaki sınırı çizemediğini görürüz Gördüklerini anlamlandıramayan çocuk anne babasının tepkisine bakar Eğer anne baba panik yapıyorsa, ciddiye alıyorsa çocuk bunun ciddi bir şey olduğunu düşünür Beyninde korkuyla ilgili alanlar harekete geçer ve aşırı stres kimyasalları salgılamaya başlar Anne baba soğukkanlı ise daha az etkilenir O nedenle çocukların, özellikle küçük çocukların, gerek televizyon izlerken gerekse bilgisayarda oynarken mümkün olduğunca yalnız bırakılmaması gerekir Son yıllarda iyice yayılan bir akım, kitle iletişim araçları vasıtasıyla popüler kimliklerin oluşturulması ve bu kimliklerin bilgisayar oyunlarıyla desteklenmesi yoluyla çocuklara benimsetilmeye çalışılmasıdır Çocukların popüler kimliklerle özdeşim kurması sağlanarak o kimliklerin üzerinden tüketim arttırılmaya çalışılmaktadır Buna karşı çocukları küçük yaştan itibaren bilinçlendirmek gerekir Aileler çocuklara bu kimliklerin kasıtlı olarak ortaya çıkarıldığını anlattıkları takdirde çocuk eleştirel düşünme becerisi kazanır Eleştirel düşünebilen bir çocuk da her gördüğüne, duyduğuna inanmak yerine, görüp duyduklarını bir süzgeçten geçirdikten sonra kabul ya da reddeder Gördüğü her şeyi olduğu gibi beynine yazan bir çocuk şiddeti haklılaştıran görüntüleri zihnine kaydederse büyük olasılıkla hak arama, sorun çözme yöntemi olarak şiddeti seçecektirBilgisayarı ve televizyonu baştan sanık sandalyesine oturtmak yerine çocuğa bu aletleri doğru kullanmayı öğretmek gerekir Yapılan araştırmalar bilgisayar oyunlarının çocukların zihinsel gelişimi üzerine olumlu etkilerinin de olduğunu gösteriyor Doğru oyunlar aracılığıyla öğrenmeyle ilgili zihinsel süreçleri harekete geçirerek çocuğa stres altında soğukkanlı kalma becerisi, dikkatini uzun zaman sürdürme becerisi kazandırılabilirÇocuğa doğal bir ihtiyacı olan oyun sayesinde birçok şey öğretilebilir Mesela bizim klinikde kullandığımız bilgisayarlı eğitim modülleri dikkat dağınıklığı çeken, okuldaki başarısı düşük olan çocuklara kavrama, algılama, akıl yürütme, görsel beceri gibi yetenekler kazandırmakta oldukça faydalıdır Özellikle hiperaktif çocukların acelecilik ve sabırsızlık gibi belirgin özelliklerini törpülemek, onlara katlanmayı, yılmamayı öğretmek için bu tür oyunlar kullanılmaktadır Bilgisayar Karşısında Çok Fazla Zaman Geçiren Çocuklar Çocukların oyun oynamalarının onlar için doğal bir ihtiyaç olduğunu ve bilgisayar aracığıyla da çocuklara bazı şeylerin öğretilebileceğini ifade ettik Ancak bir çocuğun bütün gününü bilgisayarda oyun oynayarak geçirmesinin de doğru olmadığı açıktırOyunda başarılı olmak, örneğin bir makineyi kontrol edebilmek, bir yarışı kazanabilmek çocukta üstünlük duygusu oluşturur Bu durum çocuğun hoşuna gider ve çocuk kendisini mutlu hisseder Bunun nedeni o esnada beyninin mutluluk kimyasalları salgılamasıdır Fakat çocuk bunu sürekli yaptığı zaman sadece onunla mutlu olmayı öğrenir, başka mutlulukları tadamaz Halbuki insan beyni başka sebeplerle, uğraşlarla da mutluluk hormonu salgılayabilir Bilgisayar oyunları da, televizyon vb de kontrollü kullanılmalı, insanın hayatında başka şeylere de zaman ayrılmalıdırÇocuk başka şekillerde karşılayamadığı duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için bilgisayar oyunlarına sığınıyor olabilir Fakat şöyle bir sorun vardır; çocuk oyun oynarken mutlu olur ama oyun bittiği zaman hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kalır, mutsuz olur ve tekrar oyuna döner Bir müddet sonra bütün gününü bilgisayar karşısında geçiren, gece geç yatan, sabahleyin kalkamayan, gözü bir şey görmeyen, okuldaki başarısı düşen bir çocuk ortaya çıkabilir Böyle bir durumla karşılaşmamak için baştan önlem almak gerekir Aileler Ne Yapmalı? Bir çocuğa “Bilgisayar oyunu oynama” demek hiçbir zaman gerçekçi olmaz İnsanlarda yasaklanan şeylere karşı merak ve öğrenme içgüdüsü uyanır Bu nedenle yasaklamak çözüm değildir Yasaklamak yerine çocuğa bilgisayarı doğru kullanmayı öğretmek ve onu farklı alanlarla, hobilerle tanıştırmak gerekir Öncelikle çocuğu anlamak lazımdır, anlamazsak çocuk için doğru olanı bulamayız Uzun bir süre bilgisayar istedikten sonra buna kavuşan çocuğun ilk günlerde bunun keyfini çıkarmasına izin verilmelidir Ondan sonra aile içi oturum yapılmalı ve çocuğa bilgisayar kullanma kültürü anlatılmalıdırÇocuğa şöyle diyebiliriz: “Bilgisayarda oyun oynamanın yararları da zararları da var Kimi oyunlarla zekanı, düşünsel kapasiteni geliştirebilirsin Ancak her konuda olduğu gibi bilgisayarla da ilgili bazı kurallarımızın olması gerekir Biliyoruz, senin eğlenmeye de dinlenmeye de ihtiyacın var ama bunun belli bir süresi olmalı”Aileler bilgisayarla ilgili koydukları kurallara çocuklarının ne kadar uyduğunu takip etmelidirler Çoğu anne bunu ilk birkaç gün takip edip sonra bırakabiliyor Çocuklar annelerinin yufka yürekliliğinden yaralanıp bir müddet sonra rahatlıkla eskisi gibi davranabiliyorlar Aileler uygulamayacakları kuralları koymamalı, koydukları kuralın da arkasında durmalıdırlar Çocuk böylece bilgisayarla oynamanın, televizyon seyretmenin yöntemini öğrenmiş olur Çocukta görev bilgisi, sorumluluk duygusu oluştuktan sonra gerisi kolay olacaktır Sorumluluk bilincine eren çocuk gereğinden fazla oyun oynarsa zaten kendisini huzursuz hissederAilelerin yaptığı hatalardan birisi de şudur: Çocuk tam kendisini bilgisayara kaptırmış oynarken “Hadi ders çalış” denilince çocuk derse düşman olur Onun yerine “Vaktin doluyor, bak sana 10 dakika daha müsaade 10 dakika sonra dersinin başına oturacaksın” denirse daha iyi olur Öbür türlü çocukla anne zıtlaşır ve ilişkileri daha da bozulur Bozulan ilişkiyi düzeltmekse oldukça zordurAile çocuğu bir türlü vurdulu kırdılı oyunlardan vazgeçiremiyorsa hiç olmazsa bunu onaylamadığını çocuğa ifade etmelidir Uzmanlar çocukların günde en fazla iki saati bilgisayar başında geçirebileceğini söylüyorlar Bu süre arttıkça zararlar da artıyor Onun için anne babalar çocuklarına başka uğraşlar edindirme konusunda yardımcı olmalı, mümkün olduğu kadar onlarla birlikte olup hep birlikte zaman geçirecekleri hobiler geliştirmelidirlerBilgisayar oyunlarının popüler kimlikler benimsetme ve şiddete eğilimi arttırma gibi olumsuz etkilerinin olabileceğini vurgulamıştık Bunun için anne babalar çocuğun gerek bilgisayar gerekse televizyon aracılığıyla maruz kaldığı mesajları takip edip gerektiğinde uyarılarda bulunmalı, çocuğa eleştirel düşünme yeteneği kazandırmalıdırlar Çocuğun doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarını doğru kurgulaması büyük ölçüde ailenin göstereceği dikkat ve özene bağlıdırAnne baba çocuğu eğitemiyor, doğru yönlendiremiyorsa, sorunu bilgisayar oyunlarında değil kendilerinde aramalıdırlar Doğru yöntemler kullanıldığı takdirde bilgisayar oyunları zaman yönetimi, mesajları doğru algılama, eleştirel düşünme, görsel becerinin artışı, zihinsel kapasiteyi yükseltme, stres altında soğukkanlı kalabilme becerisi gibi özelliklerin kazandırılmasına aracı olabilir Bilgisayar oyunlarını zararlı deyip yasaklamak yerine doğru kullanmayı öğretmemiz gerekir (*)İDER İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı- Psikiyatrist Prof Dr Nevzat TARHAN | |
13 Nisan 2009, 23:11 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 5998 Üyelik T.:
02 Ocak 2009 | Evlilikte kimin sözü geçmeli?
Evlilikte kimin sözü geçmeli? Evlilikte, her konuda ısrarla kendi fikrini benimsetmek olumsuz sonuçlar doğuruyorİşte mutlu birliktelik için kadının ve erkeğin vermesi gereken tavizler Evlilikte kadın ve erkek olmaktan önce insan olma fikri benimsenmelidir İnsan her zaman haklı olamaz 'Ben erkeğim her zaman benim sözüm geçmeli' veya 'ben kadınım duygularım her zaman dikkate alınmalı' tarzı yaklaşımlar ilişkiye zarar verir İlişkinin sağlıklı yürüyebilmesi için En uyumlu evlilikte bile zaman zaman eşlerin birbirlerine ayrı düştükleri, farklı istek ve ihtiyaçlar içinde olduğu zamanlar vardır Örneğin; erkek işten eve gelip dinlenme ihtiyacında iken, kadın bütün gün ev işleri ve çocuklarla uğraşıp bunalmış ve ilişki, iletişim ihtiyacında olabilir Ailelerle veya arkadaşlarla görüşmeler, çocuklarla ilgili alınması gereken kararlar, bütçenin ayarlanması vb konularda farklı fikirler doğabilir Bu gibi durumlar kaçınılmaz olarak bir çatışma oluşturur Her zaman orta noktayı bulmak ve uzlaşmak mümkün olmayabilir Böyle bir durumda eşlerden birinin istediği olup ihtiyacı karşılanırken diğeri ona uymak zorunda kalabilir Yani biri kazanırken diğeri kaybedebilir İlişkinin sağlıklı yürüyebilmesi için evlilikte bu gibi durumlar çok sık yaşanmıyor olmalıdır Evliliği iki insan oluşturur Kadın ve erkeğin doğasından veya kültürel etkilerden gelen farklılıkları olabilmekle birlikte evlilikteki iki kişi kadın ve erkek olmaktan önce birer insandır ve evliliği iki "insan" oluşturur Bir insanın her zaman haklı olması, her konuda doğru düşünüyor olması imkansız bir şeydir 'Ben erkeğim her zaman benim sözüm geçmeli' veya "ben kadınım duygularım her zaman dikkate alınmalı, isteklerim yerine gelmeli" tarzı yaklaşımlar ise ilişkiyi çıkmaza sokar Evlilikteki uyum ve denge bozulur Farklılıklar kabul edilmelidir Evlilikte ben daha önemliyim, benim isteklerim daha önceliklidir tarzındaki yaklaşımlardan kaçınılmalıdır Bunun için kadın olsun erkek olsun kişinin öncelikle kendisini iyi tanıması gereklidir Çiftler kendi düşünce kalıplarının, değer yargılarının farkında olmalıdır Kendi doğrularını hayattaki tek doğru olarak kabul edip buna göre davranan çiftler karşısındakine baskı ve güç uygulamış olur Bu tavır karşı tarafta olumsuz duygular yaratmış olacaktır PROF DR NEVZAT TARHAN- UZM PSK ÇİĞDEM DEMİRSOY
__________________ Söz işlemez yüreklere sükûtum dağlar gibi... |
07 Nisan 2010, 16:26 | Mesaj No:13 |
Eşim Beni Anlamıyor 1. Doğrudan anlatın: Toplumda ipucu vererek, meraklandırarak, sitem ederek, şikâyet ederek, eleştirerek konuşma o kadar fazla ki neredeyse doğrudan söyleyenlere "patavatsız" damgası vurmaktalar. Ancak direkt anlatımda hata ve yorum ihtimali azdır. Yani "konuşmanın muhatabı" olan eşiniz farklı yorumlar yapmadan ne dediğinizi anlayacaktır. Meselâ: Eve geç kaldınız. Kapı açıldığında eşinizin suratı asık, siz önce davranın -"Ah canım... Geç kaldım, özür dilerim. Otobüsü kaçırdım. Dolmuşta da epey vakit harcanıyor bilirsin. Bir dahaki sefe-re erken çıkarım" şeklinde bir açıklama doğru bir başlangıç örneğidir. “Ne bu surat, sanki sen hiç geç kalmadın... Kaçırdık işte otobüsü, napalım yani!" ise, diğerine kıyasla yanlış bir başlangıç örneğidir. Meselâ eşiniz çarşıya çıkarken çok sıkı tembihleyerek tatlı almasını istediniz. Akşama misafir olduğundan bahsettiniz. Eve girdiğinde elinde hiçbir şey yoktu. "Bir gün de unutmadan gelsen olmaz mı?" gibi suçlayıcı cümleler, "Şimdi ben nasıl tatlı yapacağım?" gibi acındırma cümleleri, "Nasıl bir bahane bulacağını merak ediyorum?" gibi alaylı çıkışlar yanlış başlayan konuşma örnekleridir. Doğru başlangıç ise, "Tatlıyı alabildin mi?" sorusuna, "Evet, arabada, başka bir şey lâzım mı? Çıkmışken alayım" cevabını almakla eşinize ve kendinize sağlıklı bir diyalog yolu açmış olursunuz. Yine farklı bir örnek vermek gerekirse; kendi ailenizde akşam yemeklerinden sonra kahve içme âdeti vardır. Yeni evlisiniz, ancak yemekten sonra kahve gelmiyor. Burada yanlış başlangıç, -"Üç aydır bekliyorum, bir kahve pişiresin diye misafir olarak mı geleyim bu eve?" yerine doğru başlangıç; "Rica etsem, akşam yemeklerinden sonra kahve keyfi yapar mıyız?" şeklinde olmalıdır. 2. Duygularınızı ifade edin: Duygularla konuştuğunuzda muhatabın sizi anlaması kolaylaşacaktır. "Neden ve nasıl" sorularına daha az muhatap olursunuz. Açıklamalar her zaman mantıklı olamaz, duygu yüklü olursa konuşma ve anlayış daha kolay olur. : "Seviniyorum "Hissediyorum "İğreniyorum "Utanıyorum "Sinirliyim "Endişeliyim "Korkuyorum Şeklinde, konuşurken duygusal etiketler kullanın. Konuşma sırasında yalnız kendi duygularımızı açıklayabiliriz. Karşıdakinin düşünce ve duyguları hakkında yorum yapmamalıyız. Davranışlarla tepki vermek yerine sözlü iletişim yollarını kullanmalıyız. Yani kapı çarpıp evden çıkmak yerine "Kızgınım konuşmak istemiyorum" demeyi tercih etmeliyiz. "Başaramayacaksın" yerine "Bu çalışmanın seni başarıya taşıyacağı konusunda endişelerim var" demek; "Arabayı deli gibi sürüyorsun" yerine "Korkuyorum, biraz yavaşlar mısın?" demek; "Beni üzüyorsun" yerine "Geç kaldığın için üzülüyorum" demek; "Beni çirkin buluyorsun" yerine "O kadar az iltifat ediyorsun ki kendimi çirkin hissedi-yorum" demek daha etkili olur. 3. Eleştirmeyin, yargılamayın, sadece soru sorun: Hafta sonu dinlenmek istiyorsunuz. Eşiniz piknik programı yapmış. Sabah kalktığında yağmur yağıyordu. "Ohhhh... Yağmur ne güzel! Bugün evdeyiz" (onun istediğinin olamayacağına sevindiğini göstermek yanlışı) yerine "Yağmur yağıyor, sanırım pikniği evde yapacağız, istediğin özel bir şey var mı?" demek. Film seyrettiniz. Filmin genel seyri sizi hiç memnun etmedi. Göründüğü kadarıyla eşiniz ilgi ve merakla seyretti. Film bittiğinde: "Şimdi bu filmin neresini beğendin? (düşünce okuma yanlışı)" yerine "Filmin şu sahneleri çok mantıksız ve sıra dışı geldi bana. Seyirciye bir şey kazandırdığını zannetmiyorum. Ne dersin?" demek daha etkili olur. Eleştiri yapmanız gereken durumlarda: Bazen eşinizin hoşlanmadığınız bir tavrını eleştirmek istemeniz doğaldır. Ancak bu eleştiri, yıkıcı değil yapıcı ve olumlu bir niteliğe sahip olduğunda istenilen mesajı verecektir. Eleştiri yaparken: "Başlangıç gizli olmalıdır. Herkesin içinde yapılan eleştirilerde sonuca ulaşılmaz." "Nazik bir söz veya iltifattan sonra konuya girilmelidir". "Eleştiriler şahsi olmamalı, söz veya davranışa yönelik olmalıdır." "Muhatabın cevap vermesine imkân tanınmalıdır." ""Bir yanlışa bir eleştiri prensibi unutulmamalıdır." "Eski konulardan örnek verip yeni tartışma konuları çıkartılıp eleştirileni üzmemelidir." "Bu konuda ne yapabiliriz" şeklinde düzeltme önerilerine beraber karar veril-melidir." "Konuşmanın bitişi dostça olmalıdır." 4. Konuşma havasını gerginleştirmeyin: Ses tonu, bakışlar, yüz ifadesi ve davranışlar normal sınırlarda olmalıdır. Asla bağırmamalı, kaşlarınızı çatmamalı, ellerinizle havada daireler çizmemelisiniz. 5. Teşekkür edin: Konuşma içinde mutlaka uygun bir yerde teşekkür edin. Bu teşekkür, içten, samimi ve gerçek olmalıdır. Mırıldanarak değil, açık sözlerle ve beden dili ile desteklenmelidir. Teşekkür, muhatabın gözlerine bakarak yüzde minnet ve sevecenlik ifadesi taşıyarak belli edilir. Kişilere beklemedikleri anda ve isimleri ile hitap ederek teşekkür edilmelidir. Özür dilemek bir incelik ve sanattır. Özür dilemek, karşılıklı değer vermenin bir göstergesi olması bakımından ikili ilişkilerde son derece önemli bir yöntemdir. Sözle dilenen özür beden diliyle desteklenmelidir. Özür dilemenin beş aşaması vardır: 1.Pişmanlık dile getirilir. 2.Sorumluluk kabullenilir. 3.Kasıt olmadığı belirtilir. 4.Şartlar açıklanır. 5.Verilen zarar varsa telâfi edilir. Tartışmayı önleyen veya güzel sonuçlandıran tutum ve davranışlar şunlardır: *Genel prensip savaşmak değil, birlikte gelişmek ve huzuru sağlamak olmalı, *Sorun algıladığımız biçimde ortaya koyulmalı, diğer eşin nasıl anladığı sorulmalı, *Duygu ve düşünceler abartılmadan gizlenmeden konuşulmalı, *Sadece anlık sorunlar konuşulmalı, eski hatalar veya olaylar konuşulmamalı, *Konuşmalarda kızgınlık ifadesi başladığında erteleme yapılmalı, *Nasihat verir, emreder gibi konuşulmamalı, *"Sen zaten anlamazsın, kaba adam sen de" gibi eleştiri ve hakaret cümleleri olmamalı, *Konunun-sorunun özü ile ayrıntısı karıştırılmamalı, *Konuşmaktan çok dinlemeye özen gösterilmeli, söz kesilmemeli, *Mutlaka haklılık değil doğruluklar araştırılmalı, *Sorunlar çevre şartları veya kişilerden kaynaklanıyorsa tartışma ortamına onlar da davet edilmeli, *Eşler birbirini düzeltmeyi değil ilişkiyi düzeltmeyi hedeflemeli, *Gerektiğinde özür dileme olgunluğu gösterilmeli, "Sana ihtiyacım var, sen benim hayat arkadaşımsın" mesajı, davranışla veril-meli, *Tartışma çözüme ulaşmayacak gibiyse ertelenip sevgi sunumu ile gün devam etmeli, *Ses tonunuz alçak, sevecen, güzel hitaplar içeren tarzda olursa diğer eşin ses tonunun kontrolü kolay olur, *Sorunu bastırmak çözümsüzlüğe götüreceğinden, en sakin olduğunuz anda konuyu başlatma olgunluğu gösterin, *Bir erkeğin kararlarının doğrudan takdir edilmesi ve hatalarının bağışlanması, onun kalbine giden en kısa yoldur. Dr.Semin GÜLER/Feyz Dergisi, Sayı;193 | |
07 Nisan 2010, 16:34 | Mesaj No:14 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | RE: Eşim Beni Anlamıyor
güzel paylaşım. evlilerin tıkandığı nokta; 1-diyalog eksikliği 2-dilin kulağa fırsat vermemesi 3-ben kazanayım haklı olayım çabası 4-kapasite dünya farklılığı |
07 Nisan 2010, 20:21 | Mesaj No:15 |
RE: Eşim Beni Anlamıyor
Eşler çınar ağacı gibi olmalıdır. Çünkü çınar ağacı, asırlarca ayakta kaldığı gibi gölgesine sığınanları da korur. Sarmaşık gibi olursa hep birilerine dayanır. Üstelik çiçeği sabah açar ama akşam solar. Sabırın mutlaka mükafatı vardır bekleyin görürsünüz | |
07 Nisan 2010, 20:26 | Mesaj No:16 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | RE: Eşim Beni Anlamıyor
Evlilik, ömürlük bir yolculuktur. Bu uzun yolculukta, tahmin edilemeyecek kadar güzel anlar da yaşanır, hesaba katılmayan sorunlar da baş gösterir. Önemli olan bir kere kanatlandıktan sonra hep havada kalmayı başarabilmektir. Duyguyla mantığı, aşkla arkadaşlığı dengede tutabilen kişiler, bu yolculukta menzile varabilirler. Prof. Dr. Nevzat Tarhan |
11 Nisan 2010, 17:38 | Mesaj No:17 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | RE: Eşim Beni Anlamıyor
sıpa otur dinle şimdi; 1-nasredin hoca "deliye kırk gün akıllı deyın akıllı olur,akıllıya kırk gün deli deyın deli olur" .biz sana 3 yıldır akılı dedik netice alamadık.hocanın tezi çürükmüş iflas etti. 2-biri anlamıyor ikisi anlamıyor üçü anlamıyor beşi anlamıyor.konuşturma beni şimdi.asıl anlaşılmaz sensin.müzelik değil tımarhaneliksin. 3-evlilikte seçici olacaksın,kafana hayaline göre seçeceksin.seçtin ise,saygı sevgi eşliğinde eğiteceksin,netice alamazsan müze yerine sabır edeceksin.sen kadını selpak mendilmi sandın be sıpa!! 4-hiç kimsenin eşi 4*4 değildir.illa kusuru olacak ve sen buna göz yumacaksın.(iffet,tesettür,ahlak ve ibadetleri hariç).parantez içindekilere müminler göz yumamaz.ve burası cennet değil eşlerimizde hüri değil.hemmm biz çokmu süperizde,kusuru eşimizde ararız.! 5-eşin forumda üye,ve bu tatsız (ben espiri sanıyorum ciddi olamazsın) cümlelerini okuyacaktır.empati yap bakalım ne düşünecek? 6-biz müslümanlar,eşlerimize saygı sevgi ile yaklaşırız,eğitiriz,uğraşırız,hata ve eksikliklerini asgariye indirmeye çalışırız ve sabırla yolumuzda devam ederiz.eşlerin birbirine tahamulu kalmadığı noktada son çare boşanmayı deneriz.MÜZEYE DEĞİL,BOŞANSAK BİLE O EŞE BAKARIZ SOKAĞA ATAMAYIZ. anlaşıldımı sıpa!! |
15Haziran 2011, 19:58 | Mesaj No:18 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Duygunun Merkezi Kalp mi, Beyin mi?
Yüzyıllardan beri insan vücudunda duygulara ev sahipliği yapan yerin kalp olduğu düşünülüyordu. Ancak sonradan görüldü ki, kalp sembolik bir kavram. Bir insanın kan dolaşımı ve solunum çalışsa da beyin ölümü gerçekleştiğinde, o kimse ne korkuyor, ne seviyor ne de duyabiliyor. Eğer duyguların merkezi kalp olarak kabul edilirse kalbi çalışan kimsenin bunları yaşamaya devam etmesi gerekirdi. İşte bu noktada duyguların yönetiminden sorumlu beyin alanlarının varlığı ortaya çıkıyor. Mesela, konuşma sırasında gramer ile ilgili özellikler beynin sol tarafında işlenirken, anlam özellikleri sağ tarafta gerçekleşiyor. Kalem dediğimizde, kalemin hangi harflerden oluştuğu beyindeki sol loba yazılırken, fonksiyonları sağ loba yazılıyor. Kalemle alakalı duygular ise beynin amigdala bölgesine, yani daha iç ve daha derin taraflarına kaydediliyor. Demek oluyor ki insan birşey konuşurken, beyninin her alanı harekete geçiyor. İşte aslı beynin sağ tarafına kaydedilmiş duyguların analizi de yine bu bölümde gerçekleşiyor. Bazı epilepsi hastalarında beyindeki amigdala bölgesi çıkarıldığında bu hastalarda duygusal körlük oluşuyor. Böyle kimseler çok güzel cümleler kursalar da, robot gibi hiçbir şey hissetmeyen insanlar olup çıkıyorlar. Sezgiler Bir insanı doğruya götüren dört tane yol vardır. Birincisi pozitif bilim, deney ve gözlem yani ampirik yaklaşımdır. ‘Ateş yakar, arsenik zehirler’ gibi. Bundan sonra akıl yürütme yöntemleri gelir. Bu yöntemlerde dağın ardından çıkan ateşi gördüğümüzde ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Duman çıktığına göre ateşte vardır’ diye düşünürüz. Üçüncüsü sezgilerdir ki; bu doğuştan kadınlarda daha güçlüdür. Kadınların bazı şeyleri sezebilmesi, duygusal farkındalık ile ilgilidir. Meselâ, romatizmalı bir kişi eklemlerindeki duyarlılıkla yağmurun geleceğini birgün önceden nasıl hissederse, duygusal farkındalığı olan kadınlarda bazı sıkıntıları, iç sesleriyle daha erken ve daha fazla hissedebilirler. Meselâ, erkek bazen bir riske girer ve eşi bununla alâkalı korku hisseder. Çoğu zamanda korktuğu konuda haklı çıkar. Teknoloji ve Duygular İnsandaki duyguların gözardı edilmesi, ruhsal hastalıkların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bu çağın en büyük özelliği olan vakit sıkıntısı ve insanların kendilerini zaman fakiri gibi hissetmeleri, onları duygusal bakımdan mekanikliğe itiyor. Bazı kimseler duygularını moda, sergi, sanat faaliyetleri gibi değişik yöntemlerle ifade etmeye çalışsalar da bunu herkes yapamıyor. Elektriğin bulunmasıyla beraber gecelerin kullanılır olması ve gelişmiş teknoloji dahi hiçbirimizi zaman yoksunu olmaktan kurtaramıyor. Eskiden işlediği kilimin desenlerine, bir oyanın motiflerine, ördüğü bir kazağın ilmeklerine duygularını aktaran kadın şu anda bunlardan uzak bir şekilde kendisine terapi yolları arıyor. Duyguların Uyarılması İnsan beyninde yeniliği arama geni vardır. Bu gen fizikî görünüm noktasında da geçerlidir. Yenilik ihtiyacı kadındaki estetik kaygı ve beğenilme hissiyle birleştiğinde ortaya moda denilen kavram çıkmıştır. Kadının duygusallığını okuyup, analiz eden modacılar duyguları modanın bir unsuru olarak kabul etmişlerdir. Tabii burada, kent kültürünün etkisinden de bahsetmek gerekecektir. Köy kültüründe yetişmiş kimse için estetik kaygılar çok fazla önemli değilken şehirli kadın içinde yaşadığı sosyal çevrenin de etkisiyle işlevsellikten öte bir güzellik endişe taşır. Bu düşünce satın aldığı bir mendilde dahi kendini gösterir. Ancak köylü kadında tıpkı şehirde yaşayan kadın gibi her şeye zevkini yansıtmak ister. Yani yaratılış gereği erkek güzellik, kadın işlevsellik duygusundan uzaktır. Kadınlar birşey alırken. ‘ne kadar işe yarar, amaca ne derece hizmet eder?’ düşüncesinden ziyade hangi oranda güzel olduğuna bakarlar. Böyle düşündükleri içinde alıp kullanılmadıkları pekçok eşyaları vardır. Erkekler ise, beyinlerindeki modülün uyarımı gereği, ‘Güzellik de neymiş? Mühim olan bir şeyin ucuz ve kaliteli olması, işe yaramasıdır’ diye düşünürler. Erkek aldığı bir nesnenin rengine, kadın da fiyatına bakmayı bilmez. Oysa duygusal farkındalığın oluşabilmesi için her ikisinin de bu öğelere dikkat etmesi gerekir. Çünkü hayatta sahip olduğumuz şeylerin fonksiyonel, kaliteli ve estetik olması esastır. Akıllı erkek yaptığı işe güzellik katmayı, akıllı kadında mantık katmayı becerebilirse durum dengelenmiş olacaktır. Kıskançlığın Kimyası İnsan kıskançlık hissettiği zaman, kendisine ilk olarak ‘Neden kıskandım?’ sorusunu sormalıdır. Bu soru ile kıskançlık sebebi mutlaka ortaya çıkacaktır. Eşini öldürmek isteyen paranoid bir kadın hastam vardı. Kendisini psikolojik açıdan incelediğimde, ortaya ‘Eşim beni aldatıyor’ düşüncesi çıktı. Aslında eşi kendisini aldatmıyordu. Onu bu düşünceye yönelten, eşinin cinsel ilgisinin eskisi gibi olmamasıydı. Bu halin, kendisinin aldatıldığını düşünmesi için geçerli bir sebep olmadığını söylediğimizde ise, ‘Beni aldatmıyorsa, cinsel açıdan neden bana eskisi gibi ilgi göstermiyor?’ diye cevap verdi. Elindeki tek delil buydu. İşte hasta, bu delilden hareketle oluşan şüphe sonunda eşinin her davranışını buna göre yorumlamaya başlamıştı. Küçük bir delili büyük bir kanıt gibi değerlendirmiş, eşine bir bayan selam verdiğinde bile, ‘İşte bu olay da, beni doğruluyor’ diye düşünmüştü. Eşinin cep telefonuna işiyle ilgili, basit bir mesaj bile gelse, olayı hemen abartmıştı. Bütün bunlar beyindeki yargı mekanizmasının bozulması sonucunda oluşur. Erkek, eşine güvenmeyen ve her fırsatta saldıran bir kadın karşısında, ’Bıktım bu kadından’ diyerek başka kadınlara yönelir. Aslında kadın, farkında olmadan eşini başka kadınlara ittiği halde, ‘Bak haklıymışım, bu adam zaten beni sevmiyordu’ diye düşünür. Fakat kadın daha başlangıçta, ‘Eşimin bana olan cinsel ilgisi azaldı, acaba bu neden oluyor ?’ diye sorabilir, yanlış bir yargıdan kaçınırsa ve kendinde değişiklikler yaparsa, olay başlamadan bitecektir. Basit kıskançlıklar haset, gıpta gibi bir takım kavramlarla açıklanır. Fakat kıskançlıkta asıl önemli olan sebebi bulabilmektir. Basit kıskançlıktaki savunma mekanizmalarını tanımalıdır. Meselâ; karşı cinsle olan kıskançlıkta cinsel imaj öne çıkar. Fakat hemcinslerin birbirini kıskanmasında, değer verilen şeye özen ön planda olur; sahip olduğu şeyi kaybetme korkusu vardır. Bazı insanlar ‘ben asla kıskanmam’ der, ama asıl kıskanç olanlar onlardır. Çünkü kıskançlık, asla kabul edemeyecekleri ve kendilerine yakıştıramayacakları en olumsuz duygudur. Kıskanma, negatif duygular içinde en çok gizlenen ve utanılanıdır. Fakat rahatsızlık duyulması gereken şey, kıskanma değil, onun karşısında gösterilen davranışlardır. Bir insan başarılı birini kıskanıyorsa, bundan utanç duymamalıdır. Çünkü kişinin özen gösterdiği bir değer vardır ve kıskançlık onun, bu değerle ilgili hassasiyetidir. Fakat insan, ‘Kıskançlık esnasında yaptığım doğru mu?’ sorusunu kendisine ısrarla sormalıdır. Meselâ; iyi evliliği çok önemseyen biri, başkalarında gördüğü güzel evliliği kıskanabilir, ama sonradan bunu reddedip, ‘ben kıskanç değilim’ diyebilir. Fakat ‘ben iyi evliliğe önem veriyorum, o sebeple bu duyguları yaşamam normal’ diye düşünmelidir. İnsanlar iyi şeylere layıktır; ancak iyi özellikler layık olanlara gelir. Bunun için kişi, kendisini kötülüklerden arındırmalı ve sürekli gelişme çabası içinde bulunmalıdır. Gönlümüze güzelliklerin misafir olmasını istiyorsak, önce güzellikleri iten olumsuzlukları ortadan kaldırmalıyız. İnsanın gördüğü bir güzellik karşısındaki ilk tepkisi, özenmek ve ‘benim de olsa’ diye bu özeni ifade etmektir. Kişi, kıskandığı kimsenin kişiliği ile kıskandığı ‘şey’i birbirinden ayırabilmelidir. Yâni başkalarının kişiliği değil, kişiliğindeki iyi özellikler kıskanılabilir. Örneğin, kıskanılan insan çalışkansa, kıskanan kişi onun bu özelliğinden ders çıkarabilmelidir. Yani olayları ayrıştırarak düşünmeyi başarmalıdır. Yoksa insan, kıskançlığı başkalarının kişiliğine indirgerse, ego çatışması yaşar. Kıskançlığın basamaklarından biri de, gıpta duygusudur. Bu duygu insanı olumsuza yaklaştırır. ‘Benim de olsa’ düşüncesi doğaldır; ama gıpta duygusunda ‘keşke’ vardır. ‘Keşke benim de olsa, ama artık olamayacak. O şanslı, ben şanssızım.’ Bu düşünce tarzı insana acı çektirir. Ayrıca kıskançlık hisseden kişi, niçin kıskandığı konusunu aydınlatır ve alternatif çözüm yollarına yönelirse, kıskançlık gibi olumsuz bir duygu bile insanı geliştirir. Tabi kişinin bu kabiliyetini geliştirmesi için düşünme yeteneğini de ilerletmesi lâzımdır. Günlük hayatımızda karşılaştığımız problemleri çoğu zaman düşünerek değil, çocukluğumuzda öğrendiğimiz tepkilerle çözmeye çalışırız. Oysaki insan, kendini analiz ederek kemale erer. Yapılması gereken, Yaratıcı tarafından insana verilen, irade ve seçme yeteneğini gerektiği gibi kullanmaktır. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Âzam’ın, yolda giderken karşısına bir öküz çıkar. Bunun üzerine İmam yolunu değiştirir. Kendisinin bu davranışını görenler şakayla karışık sorarlar: ‘Hocam öküzden mi korktunuz?’ İmam Âzam, ‘Onun boynuzları var, benim de aklım’ diye cevaplar. İnsanın silahı akıldır. İnsanlar akıllarını yeterince kullanabilirlerse, pek çok yanlıştan kurtulabilirler. Prof. Dr. Nevzat Tarhan
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
06 Eylül 2011, 19:04 | Mesaj No:19 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi
Söz büyüğün, sus küçüğün mü? Anne soruyor "Çocuğum 10 yaşında ama çok çekingen, insanların arasına girmekte zorluk çekiyor, kendini ifade edemiyor. Bunun sebebi nedir, düzelmesi için ne yapmalıyım?" Çocuğun ruhsal gelişiminde üç ana unsur çok önemlidir. Sevgi, disiplin ve ilgi. Disiplinin yanlış kullanılması çocuğun geleceğini yanlış şekillendirecektir. Disiplin kelimesi sert sözler, otorite, eğitim çavuşunun emirler yağdırması, sindirilmiş kitleleri çağrıştırıyor. Çocuklarla ilgili düşünüldüğünde bile bir soğukluk ifade ediyor. Disiplin sağlıklı sınırlar koymaktır, kalp kırmak değildir. Düzeltmek ve iyileştirmekle yargılamak ve cezalandırmak birbiri ile karıştırmamamız gerekmektedir. Disiplin çocuğa hayatın kurallarını öğretmektir, onun kişiliğini ezmek değildir. Disiplin çocuğu sağlıklı ve dengeli yetişkinliğe hazırlamaktır. Disiplin çocuğun doğru ile yanlışı ayırma, kendini kontrol edebilme, özdisiplin sahibi olabilmesi, insan ilişkilerinde sınır koyabilme, iyi ve yardımsever olabilmek gibi temel duygularımızı güçlendirmektir. Başını duvarlara vuran Anne-Baba olmamak. Eğer çok katı olursanız çocuğunuzun kalbini kırarsınız, saldırgan veya çekingen kişilik ortaya çıkar. Eğer çok şefkatli olursanız, çocuğunuz ana kuzusu olur. Eğer çocuğu kontrolsüz bırakırsanız size ve topluma yabancılaşır. Çocuğunuzda davranış sorunları oluşmaması için doğru kişilik ölçülerinin öncelikle Anne-Baba tarafından bilinmesi gerekir. Elinde model olmayan büyükler küçüklere iyi örnek olamayacaklardır. Daima orta yolu aramak İfrat: Katı, tutucu, titiz, kuralcı, yargılayıcı, suçlayıcı olmak. Tefrit: Göz yumucu, aşırı hoşgörülü, her istediğini yapıcı, verici olmak. Orta yol: Sertlik ve yumuşaklık arasında denge. Tıpkı sabun gibi; fazla sıkılırsa kayar gider, fazla serbest bırakılırsa yine kayar gider. Tatlı bir disiplinle orta yolu bulabilmek beceri ister. 1. Otoriter Anne-Baba: Herşeye hayır demeye eğilimli, hükmetmeyi seven, esnekliği olmayan, emir verici, çocuk yerine karar verici eleştiriye kapalı tutum. 2. Liberal Anne-Baba: Çocuğun yanlış davranışlarına göz yuman, kararları tamamen çocuğa bırakan, ceza vermeyen, kabullenici, herşeye evet deme eğilimli, eleştiriyi ciddiye almayan tutum. 3. Demokrat Anne-Baba: Çocuğu ile herşeyi tartışabilen, ikna ve inandırma yöntemi kullanan, gerekirse fikir değiştirebilen, eleştriye açık yönlendirici, karar alırken çocuğun da düşüncelerini alan, doğru yerde evet doğru yerde hayır diyen tutum. Otoriter Anne-Babaların çocukları nasıl olur? Eğer sevgi, disiplin, ilgi beraber fazla ise çocuk çekingen, fikrini ifade edemeyen, kendine güveni az, içe dönük, vesveseli, karamsar, konuşma becerisi gelişmemiş, özgür düşünemeyen insiyatif kullanamayan, bağımsız davranamayan bir kişilik olur. Toplumumuzda itaat kültürünün varlığı, herşeyi devlete, büyüklere havale etme eğilimi; "Hikmet-i hükûmetten sual olmaz, söz büyüğün sus küçüğün" anlayışı tembellik ve havalecilik eğilimi bu aile tutumlarının sonucudur. Sevgi az, disiplin çoksa çocuk antisosyal kavgacı, suça ve yalana eğilimli kişilik geliştirecektir. Liberal Anne-Babaların çocukları, düşüncesizce hareket eden (impulsif), saldırgan, pervasız, bencil, sadece kendini düşünür, acıma duygusu az, narsist (kendini özel ve önemli gören), huzursuz, içki-uyuşturucuya eğilimli bireyler ortaya çıkar. Sevgi, ilgi, disiplin üç unsurda az kullanılmıştır. Demokrat aile ortamında ilgi yoğundur fakat bu ilgi mantıksız isteklere taviz şeklinde olmaz. Yetişen çocuklarda kendine güvenen, farklı fikir üretebilen, eleştiriye açık, girişken, atak, doğru ve yanlışı ayırt edebilen bireyler ortaya çıkar. Sevgi, ilgi, disiplin üçü de dengeli ve ölçülü verilmiştir. Rahmet ve Adalet Bu iki sıfat bütün dinlerde özellikle Kuran-ı Kerim’de ilahi değer olarak sık olarak vurgulanmaktadır. Bunun çocuk ruh sağlığındaki yansıması sevgi ve disiplindir. Rahmet Yüce Rabbimizin bize olan sevgisi, merhametidir; adalet adil yasalara itaat etmemiz için bize ısrarıdır. Görünüşte bu iki değer birbirine zıt gözükmektedir ama uygun ölçülerde değerlendiği bir atmosfer insanı en mutlu edecek atmosferdir. Aynı şekilde çocuğu en mutlu edecek atmosferde sevgi ve disiplinin uygun ölçüde dengelendiği atmosferdir. Sevgi atmosferi; sıcak ve kucaklayıcı bir sevgi, iyi davranışlara sevgi ile destek olmak, hatalara makul ölçüde göz yumma, sabır ve tahammüllü olma, mizah duygusunu geliştirme, hoşgörülü, bağışlayıcı olma, değer verme, zaman ayırma ve ilgilenme demektir. Mutluluk atmosferinde adalet yani disiplinin yeri çocuğun olumsuz isteklerini kontrol altına almasını ona öğretmek, ters davranışlar için adil cezalar, hayatın zor ve tehlikelerini tanımasını sağlamak, iç disiplin, diğergâmlık, alçak gönüllülük, iyilikseverlik, çalışkan olmak, başkalarının hakkına saygı, dürüst ve adil olmak gibi özellikleri kazanmasını sağlamaktır. Görüldüğü gibi çocuğun içe kapanık çekingen olmaması için bizim iyi anne ve baba olmamız gerekmektedir. Zararın neresinden dönülürse kârdır anlayışı ile sevgi, disiplin ve ilgi ile çocuğumuza özgüven kazandırabiliriz. Dozunu kaçırdığımız disiplini ona insiyatif vererek, fırsatlar tanıyarak olumlu şekle çevirebiliriz. Prof.Dr.Nevzat Tarhan
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
28 Eylül 2011, 16:51 | Mesaj No:20 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi
NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ı daha çok uzmanı olduğu psikiyatri alanında yazdığı kitaplardan ve özellikle de "evlilik" üzerine yaptığı çalışmalardan tanıyoruz. Son kitabı "Evlilik Psikolojisi" nde de konuyu detaylarıyla incelemiş. Nevzat Tarhan ile "evlilik" hakkında konuştuk. - Son kitabınız "Evlilik Psikolojisi". Bu kitapta hangi konuları işlediğinizden ve neyi amaçladığınızdan bahseder misiniz? - Bu kitapta evliliğin öncesi ve sonrasıyla pratik yaşamda karşılaşılan her konuyu ele almaya çalıştık. Modern çağın aileye bakışı, evlilikten beklentiler, farklıların uzlaşması, evlilik öncesi kişinin kendini tanıması, kiminle evlendiğini doğru analiz etmesi, eş seçiminde ailenin rolünün ne olduğu, nişanlılık dönemi ve yaşanan sorunlar, eşler arası iletişim, sevgi, aşk, kıskançlık, güven, fedakarlık gibi konuların evlilikteki karşılıklarının ne oldukları, ailede krizlerin doğru yönetilmesi, yaşanan iletişim hataları, aldatma, boşanma, ikinci evlilikler, şiddet, gelin kaynana ilişkileri, çalışan anneler gibi konular kitabımızın ana temalarını oluşturuyor. Kitap, evliliği düşünenler ve evli olanlar için rehber bir çalışma niteliğinde. Yaşanan sorunların altında yatan psikolojik dinamiklerin de ele alındığı bir eser oldu ve büyük bir kabul gördü. Evliliği yanan bir ateşe benzetebiliriz. Ateşin devamlı yanması için sürekli beslenmesi gerekir, tıpkı bunun gibi evliliğin de sağlıklı yürüyebilmesi için evliliği beslemek, evliliğe yatırım yapmak icap eder. Kitabın yazılış amacı budur. Bu yatırım da, ancak kişinin kadın erkek psikolojisi, eşler arası iletişim, çocuk ve ergen psikolojisi vs. gibi konularda bilgi sahibi olarak kendini geliştirmesiyle gerçekleşebilir. Evlilik kendine ait sosyal ve psikolojik sınırları olan bir kurumdur. Bu sınırlar iyi öğrenildiği zaman, evlilik de iyi yürür. Bu nedenle bireylerin evlilik konusunda eğitilmeleri, hayat boyu sürecek sağlıklı birliktelikler için önemli bir etken olacaktır. - Evlilik kararı verilirken, eğer taraflar aşıksa çoğu zaman başka bir kriter aramıyor. Ama aşk yoksa fiziksel çekicilik, meslek, para, ailelerin durumu gibi kriterler doğrudan belirleyici oluyor. Bu aşamada kadınların ve erkeklerin kriterleri neye göre değişiyor? Kadın nelere bakıyor, erkekler nelere bakıyor? - Evliliğin doğasını anlayabilmek için biyolojik, psikolojik ve sosyal yani kültürel temellerini iyi bilmek gerekir. Eşleşme biyolojiktir; insanın genetik algoritması, doğal yapısı evlenmeye yöneliktir. Kadın ve erkeğin birbirlerine cinsel eğilimleri vardır. Bu eğilim, içgüdüseldir ve insan soyunun devamı için gereklidir. Yani evlilik öncelikle insanın biyolojik ihtiyacıdır denebilir. Kadın erkek ilişkilerinde, erkek aşk verir, cinsellik ister; kadın da cinsellik verir, aşk ve sevgi ister. Kadın psikolojik doğası gereği cinselliği ikinci planda tutar. Çünkü kadın sevilmeyi, değer verilmeyi, duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasını daha çok önemser. - Evliliğin bir de kültürel yanı var değil mi? - Evet, eşleşme biyolojik olsa da evlilik kültürel bir olgudur. Kadın ve erkek arasındaki içgüdüsel çekimi, kültürel bir kurum haline getirir. Bir toplum için kültür, kabul edilebilir standartlar kümesi anlamına gelir ve kültürlerde evlilikle ilgili standartlar birbirinden farklılıklar gösterir. Evlilikteki standartları kültürler kadar insanın kişiliğinde bulunan iletişim stili, sorun çözme tarzı, düşünce biçimi belirler. Bu üç unsur, sosyal bir kurum olan evliliği iki tarafın karşılıklı zaafına dayalı işleyen bir birliktelik haline getirir. - Sizce eş seçimini yaparken baz alınması gerekenler neler? Mesela aynı dünyanın insanı olmak ne derece gerekli? Türk filmlerinin fakir kız zengin erkek aşkı yürümez mi? - Evlilikte kişiliğin önemli olması yanında, yaşam felsefesi de önemli. Evliliğe, aileye önem verir kişilikte biriyle evlenmek ön planda olmalı. İnsanın hayatındaki hedefler piramidinin en tepesinde soyut hedefler olmalı. Maddi hedeflerin ikinci, üçüncü planda olması gerekiyor. İnançlı birisinin soyut hedefi ALLAH'ın rızası ve memnuniyetidir. Hatta kariyer koçları bu hedefi şöyle verirler; "Bir insanın ego ideal olarak ne olması gerekir? Hayatının sonuna geldiğinde nasıl anılmayı istiyorsun, mezar taşına ne yazılmasını istiyorsun, idealin bu olmalı." derler. İyi insan mı, insanlara faydalı birisi mi, yoksa nitelikli bir dolandırıcı mı? İşte insanın yüksek idealleri budur. Bu idealler eş için de önemli olmalı. Eş adaylarının birbirini sağlıklı tanıyabilmesi için sevgiyi ikinci, aklı ve mantığı birinci plana almaları gerekir. Evlenmeye hazırlanan gençlerde ise mantıktan çok duygular ön plandadır. Bu nedenle evlenecek genç, duygularının kontrolünde hareket eder ve eş adayını tanımaya çalışırken onun hakkında yanlış değerlendirmeler yapar. Hatta ona karşı objektif olamadığı için doğru değerlendirmelerle yanlış yargılara da varabilir. - Özellikle size ulaşan vakalardan da yola çıkarak; kadınlar ve erkekler evlilikten ne umuyorlar, ne buluyorlar? - Kişiler evlilik öncesi kendilerini tanımalı ve evliliğe verdikleri anlamı birlikte oluşturmalıdırlar. İnsan kendini doğru analiz edemezse, beklentileri de gerçekçi olmaz. Bu da evlilik sonrası çatışmaların fitilini ateşler. Evlilikte kadın ve erkeklerin beklentilerinde farklılıklar görüyoruz. Bunları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz. Kadınlarda önceliği olan psikolojik ihtiyaçlar; Sevgi ve şefkat ihtiyacı İlgi ve destek ihtiyacı İstendiğini hissetme ihtiyacı Terk edilmeyeceğine inanma ihtiyacı Çocuklarını büyütme sorumluluğunu paylaşma ihtiyacı Açık iletişim ve danışma ihtiyacı Güvenlik ve korunma ihtiyacı Takdir edilme ve onay ihtiyacı Evde eğlenme ihtiyacı Parasal güven ihtiyacı Erkeklerde önceliği olan psikolojik ihtiyaçlar ise; Özerklik (bağımsızlık) ihtiyacı Kendine güven ihtiyacı Cinsel mutluluk ihtiyacı İlişkilerde sınır ihtiyacı Saygı görme ihtiyacı Mücadele ihtiyacı Yetilerine inanma ihtiyacı Adil davranma ihtiyacı Dışarıda eğlenme ihtiyacı Parasal özerklik ihtiyacı Evlilikte tarafların iyi ilişki kurması, psikolojik farkındalık, duygusal kavrayış ve bireylerin doğru analiz yapmasından geçer. - Evlendiğinin daha erkesi günü "ben bu insanla mı evlendim?" diyenler var, özellikle de kadınlar arasında. Neden insanlar evlenmeden önce kendilerini gizler? Bu noktada karşı tarafın gizlemeye çalıştığı kişilik özelliklerini anlayabilmek için bir takım yöntemler, ip uçları var mı? - Çiftlerin iletişim biçimi, birbirini anlama ve rol paylaşımı evliliğin ilk yıllarında şekillenir. Bu önemli dönemin sağlıklı bir şekilde atlatılabilmesi evliliğin temellerini sağlamlaştıracaktır. Evlilik öncesi çiftlerin birbirlerini tam anlamıyla tanıması çok zordur. Evlenecek çiftler uzun bir nişanlılık dönemi geçirseler bile, birbirlerini tam anlamıyla tanımaları mümkün olmaz. Eş adayları evlenecek olmanın kaygısıyla hareket ettikleri ve bunun için yoğun bir zihinsel motivasyon harcadıklarından birbirlerine doğal davranmazlar. Bir anlamda, gerçek yüzlerini ister istemez maskelerler. Evlilik öncesi gençlerin ilgileri hep birbirlerine yöneliktir ve birbirlerini memnun etmeye çalışırlar. Birbirlerinin beklentilerini, ihtiyaçlarını, isteklerini düşünerek hareket ederler. Evlendikten sonra ise şahsi öncelikler ön plana çıktığı için çiftlerin zaafları, kontrolsüz hareketleri kendini gösterir, çiftler birbirlerine karşı daha doğal davranmaya başlar. Evlilik öncesi eşlerin birbirlerine duyduğu ilgi ise evlilikten sonra başka alanlara yönelir. Bütün bunlar çiftlerin evliliğe bakış açısını değiştirir ve ister istemez ilişkide krizler, çatışmalar ortaya çıkar. - Aşk evlilik için ne derece gerekli ve yeterli? Aşkla başlamış bir evlilik neden hüsrana uğrar ya da sadece "aşk" evliliği nereye kadar yürütür? - Evlilik başından sonuna kadar monoton değildir ve birbirinden farklı üç dönemi vardır. İlk dönemde eşlerin ilişkisine romantik duygular hakimdir. Daha sonra karşılıklı kişilik çatışmalarının yaşandığı dönem başlar. Eğer kişiler akıllı davranırlarsa bu dönemi aşarlar ve daha sonra bağlılık dönemi ortaya çıkar. Bu süreçte, evlenmeden önce yaşanan aşk da sürer. Fakat bu duygu, evlilik sağlıklı yürüyorsa sevgi ve saygıya dönüşür. Hem aşkın hem arkadaşlığın olduğu evlilikler bu yüzden en ideal evliliklerdir. Dolayısıyla aşkın yok olup olmaması evliliğin kendisiyle değil, eşlerin bu duyguyu besleyip besleyememesiyle ilgilidir. Ayrıca birbirine aşık iki kişinin evlenmeseler de aşklarının daha uzun olacağının garantisini kimse veremez. - Türkiye'de son yıllarda evlilik profilleri değişti. Boşanmalar arttı. Toplumsal yapıdaki değişmeler evliliklere nasıl yansıyor? Bu sebeple ortaya çıkan sorunlar zaman içerisinde çözülebilir sorunlar mı, yoksa bu doğal bir süreç ve böyle devam mı edecek? - Boşanan insanlar, genellikle eşlerinin kişilikleri ve ruhlarının, kendilerinden farklı olduğunu söyler. Meselâ bazı insanlar, arabaları bir iki arıza yaptığında onu hemen satar, yenisini alırlar. Evlilikte de durum böyledir, ufak tefek arızalarda hemen eş değiştirmek şeklinde kendini gösterir. xBuna nasıl sabrederim, bu gemiyi batırmadan nasıl götürürüm?' tarzında hareket etmek, büyük bir çaba gerektirir. İnsanlar eskiye göre daha bencil zevkler peşinde ve daha sabırsız olduklarından, zorluklara katlanma yönünde daha az verici davranıyorlar. Zevk peşinde koşmayı daha fazla tercih ediyorlar ve evlilik sorumluluğu onlara yük gibi geliyor. Buna bağlı olarak da boşanmalar artıyor. Eşinin ağzı koktuğu için ya da göğsü küçük olduğu için boşanan çiftler vardır. 'Senin göğsün küçük, beni tahrik etmiyorsun' diye eşine sürekli söylenen bir erkek, sonunda karısı tarafından terk edilmiştir. Bunların hepsi insanın evliliğe verdiği anlamla, 'evlilikte ne, neden önemlidir? Öncelikler hangileridir?' sorularına verilen cevaplarla ilgilidir. Bir insanın dokuz iyi özelliği, ağız kokusu gibi bir kötü yanı varsa, böyle bir sebepten evlilik yıkılmaz. Burada meseleye çözüm yolu bulmak gerekir. Bu düşüncedeki bir insan, eşi trafik kazası geçirse ve ayağı sakatlansa, onu bırakacak demektir. Bu insan evliliğe hazır değildir, evliliği bilmiyor kabul edilir. Boşanmada alkol kullanımı ve ona olan bağımlılık, karşımıza önemli bir sebep olarak çıkar. Sigaranın zararı, kişinin daha ziyade kendi organlarına iken, alkolde insanın sosyal iletişimi ve bu arada evlilik bağları zayıflar. Alkol insanın akıl ve yargı gücünü zayıflattığı için, kişiye yani iş yaptırır. Bunun sonunda, - bir süre sonra - evlilik devam edemez hale gelir. Evlilikteki önemli boşanma sebeplerinden biri de güven zayıflaması, sadakatsizlik ve cinsel ihanettir. Kişinin, önündeki uzun evlilik yolculuğunu eşiyle yapamayacağı kanaatine varması veya eşinin kendisine zarar verebileceği düşüncesi de çiftleri boşanmaya götürebilir. Boşanma, mantığın insana en lazım olduğu zamanlardan biridir. Çünkü insan bu dönemde hep duyguları ile hareket eder. Mantık kullanıldığı zaman, kişi geleceğini akıllıca garanti altına alacak, sonra da herkes kendi hayatını yaşayacaktır. - Evlilikte fedakarlık nereye kadar olmalı? - Eşler arası iletişim ve aile içinde fedakarlığın sınırlarına dikkat etmek gerekir. Geleneksel yapımızda kadın eşine adeta bir taht kuruyor ve erkeğin her istediğini yapıyor. Evlilikte verici olmak, eşler arası iletişim için hayati bir öneme sahiptir ancak bu uygun yerde, uygun zamanda uygun kişiye yapıldığı zaman faydalıdır. Eşler, özellikle de kadınlar kendi kişiliğini yok sayarak, karşı taraftan övgü ve takdir beklentisi içine girerek fedakarlık yapmamalı. Eşlerden biri, fedakarlık yaptığı zaman diğer eş bunu anlamıyorsa, "Ben fedakarlıklar yapıyorum ama bunların değeri bilinmiyor" demek yerine fedakarlık yapmamayı tercih etmeli. Bir kadın kocasının her istediğini yapıyor ama ondan sürekli nankörlük görüyorsa, bunu onun başına kakmak yerine o fedakarlıkları yapmamayı tercih etmeli. Bu karşı tarafı "neler oluyor" diye düşünmeye itecektir. Fedakarlığa duyarsız eşe karşı verici olmanın dozunu ayarlarken, onun fedakarlık yapmasına zemin hazırlamak da gerekiyor. Bazı kadınlar, eşi fedakarlık yapacağı zaman sert çıkışlar yaparak, surat asarak onun fedakarlık yapmasını engel olurlar. Bunun yerine fedakarlığa zemin hazırlamak, bunu yapamıyorsa geriye çekilip beklemek gerekir. Fedakarlığın istenildiği için yapılması da özellikle erkekleri rahatsız eder. Kadın eşine "Fedakarlık yap, yapmıyorsun" dediği zaman erkek savunmaya geçer. Fedakarlık bekleyen kişi, acı çektiğini, üzüldüğünü, incindiğini kısacası duygularını karşı tarafa ben diliyle anlatabilirse, eşinde fedakarlık duygusu uyanır. - Evlilikte 3. kişilerin (kayınvalide v.b.) etkisi nasıl ortadan kaldırılır. - Gelin kaynana ilişkisinin temelinde her iki tarafın birbirlerine ön yargılılarla yaklaşması yatar. Evlilikten önce kayınvalide, "Gözüm gibi büyüttüğüm çocuğumu bir genç kadın elimden alıyor." gelin ise "Bir kalpte iki kadın olmaz, annesinden koparamazsam eşime sahip olamamam." psikolojisiyle hareket eder. Bunun gibi duyguların her iki tarafta da olması doğaldır. Ancak bunların zamanla davranışlara yansıması sorunlara neden olur. Çünkü bir düşüncenin beden diline yansıması önemlidir. İletişimin yüzde ellisinden fazlası sözel değil, davranış dilidir. İnsanın davranışlarını ise bilinçli beyin değil, bilinçaltı yönetir. Yani bir kimsenin beden dili, onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini ele verir. Mesela oğlunun elinden alınacağını düşünen kayınvalide bunu bakışlarına yansıtırsa, gelinde "Kayınvalidem bana hain hain bakıyor" diye düşünür. Bunun gibi davranışlar gelinin eşini annesinden uzaklaştırma çabalarını körükler ve ortada hiçbir sebep yokken tartışmalar çıkar. Sonuçta da kayınvalidenin istemediği olur ve erkek annesine karşı tavır alır. Her konuda olduğu gibi aile içi iletişimde püf noktası, tarafların niyetidir. Peygamberimiz "Müminin mümine hüsnü zanla muamele etmesi gerekir" buyuruyor. Gelin kaynana ilişkisinde problemlerin olmaması için en azından birinin önce iyi zanla, art niyetsiz hareket etmesi gerekir. Gelin iyi zanla hareket ederse, davranış dili kayınvalidesini pozitif yönde etkiler ve o da pozitif davranmaya başlar. Unutmamalı ki kaygı ve korkunun arttığı yerde güven zayıflar, güvenin zayıflaması ise iyi niyeti ortadan kaldırır. - Bazı evliliklerde eşler birbirlerinin özgüvenini ve özsaygısını yıkmaya çalışırlar. Neden? - Eşinin ihtiyacını, beklentilerini arayıp bulmak, orta noktada buluşmak yerine, kendi hayat senaryosunu karşı tarafa empoze edenler, sorunlar karşısında müvekkilini, suçlu ya da suçsuz olduğunu düşünmeden, körü körüne savunan avukatlar gibi davranır. Oysa evlilikte hakim gibi olmak, ortada bir problem olduğu zaman "Acaba eşim haklı mı?" diye düşünebilmek sağlıklı bir iletişim için şarttır. Evlilikte "Seni seviyorum"dan daha güzel bir söz varsa o da "Sen haklısın" dır. Eşlerin gerektiğinde sorunlar karşısında birbirlerine "Sen haklısın" diyememesi zıtlaşmayı körükler ve sorun ne olursa olsun, eşler birbirinin kişiliğini sorgulamaya başlar. Erkek ve kadının, kadın-erkek iletişiminden beklentisi birbirinden farklıdır. Erkek bir sorun olduğunda kabuğuna çekilerek, düşünür ve çözüm üretir. Yani çözüm odaklıdır. Kadın ise sorunu çözmeyi hedeflemez, onu eşiyle paylaşmak ister. Erkek iletişimin bilgi aktarımı; kadın ise yalnızlığı giderme ve paylaşma boyutunu önemser. Bir başka deyişle, iletişimde erkeği sonuç, kadını ise süreç ilgilendirir. Burada iki taraf da birbirinin bu yönünü dikkate almazsa, ilişkide sürekli iletişim hataları meydana gelir. Örneğin erkeğin yaptığı sekiz işten üç tanesi yanlış ise kadın yapısı gereği yanlış olanlara yönelir ve bunları eleştirir. Erkek ise hatalarının söylenmesinden, kendisine buyurgan tarzda konuşulmasından hoşlanmaz. Kadının ise, bir sorun olduğu zaman konuşarak rahatlaması adeta şarttır. Bu yüzden erkek sorun olduğu zaman eşini mutlaka dinlemelidir. Sorun çözülmeyecekse bile, bol bol konuşma hakkı verirse onun psikolojik ihtiyacını karşılamış olur. Eşler arası iletişimde hatalara odaklanarak eleştirel bir dil kullanmak ve karşı tarafı yeterince dinlememek sevgiyi azaltır. Doğru yapılan işleri taktir etmek yani pozitife vurgu yapmak ise sevgiyi artırır. - Evlilik problemlerinde hangi aşamada profesyonel yardım almak gerekir? - Eşler arasında yaşanan sorunların, krizlerin temel nedeni evlilik hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaktır. Eğitim sistemimizde bu konu ailelere bırakılmıştır. Fakat eskisi gibi aileler, evliliğe katkıda bulunamamakta ve hakemlik görevini üstlenememektedir. Eskiden bir sorun olduğu zaman yeni evlenen gençlere aile büyüklerinin yardımı olurdu. Çünkü babaanne, büyükbaba, anne, baba ve yeni evli çift aynı evde yaşıyordu ve bunlar birbirlerine destek oluyordu. Tabii sevecen, sevgi veren şefkatli anneanneler, babaanneler artık yok denecek kadar az. Ayrıca gençler de büyüklerine karşı toleranslı değiller. Bütün bu nedenlerden dolayı günümüzde çiftlerin, aile içi sorunlarda uzmanlardan yardım almaktan başka çaresi kalmamıştır. Aile terapistliği alanında profesyonelleşmiş uzmanların çalıştığı merkezler bu açığı kapatmaktadır. Aile terapisi denilince akla sadece sorun olduğunda çözüm üretmek gelmemeli. Aileye rehberlik ederek muhtemel sorunların çıkmasını engellemek de aile terapisi ya da danışmanlığı içindedir. Aile terapisinin bilimsel adı çiftterapisidir ve sadece eşlerden biriyle olmaz. Eşler arası iletişimde de bir doğruyu farklı şekillerde söyleyebilmeyi başarmak gerekir. Eşler genellikle "Benim kalbim temiz, dobra dobra konuşuyorum" diye düşünür ve nasıl konuştuğunun önemli olmadığını zanneder. Gerçekten de bu yaklaşım ilk anda insana doğru gibi gelir ama bu tarz iletişimin ilişkiye zararı yoksa bile -ki çoğu zaman vardır- faydasını görmek mümkün değildir. Bu, kalçadan yapılması gerekirken ağızdan alınan bir iğnenin vücuda yararı olmaması gibidir. Eğer iletişimde iyi niyetiniz, bilginiz, istekleriniz, beklentileriniz gibi veriler karşı tarafa doğru yollarla aktarılmazsa, sonuç alınmaz. Bu ise iyi niyetinizin, çabanızın bir anlam ifade etmemesi anlamına gelir. Eşler arası iletişimde doğru yöntemlerin neler olabileceği ve bunların nasıl kullanılacağı, eşlerin kişilik yapısının ve iletişim tarzlarının tespit edilmesine bağlıdır. Bunları da en iyi şekilde yapacak olan bir uzmandır. - Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. - Rica ederim. Başak Hayat Dergisi okuyucularına selam ve saygılarımı sunuyorum. KAYNAK: BaşakHayat Dergisi
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
Konuyu Toplam 17 Kişi okuyor. (0 Üye ve 17 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Prof Dr Faruk Beşer'in Vefatı | Mihrinaz | Taziye-İlan-Selamlaşma | 3 | 15 Ocak 2024 19:35 |
Ezineli Yahya Çavuş Ve Havranlı Seyit Onbaşı - Nevzat Bilgiç | Seyit_Onbaşı | Şiirler ve Şairler | 0 | 15 Ağustos 2022 18:22 |
Yazı Dizisi [Son Nefes Endişesi ile yaşamak] | İslaminesil | Makale ve Köşe Yazıları | 4 | 03 Aralık 2018 21:21 |
Kurban & Prof . Dr. Yusuf El- Kardavi | enderhafızım | Hacc-Umre-Kurban | 0 | 23 Ekim 2012 02:20 |
"Ayrılık"(Aşkta ve Savaşta Filistin) Dizisi İsrail'i Kızdırdı | FECR | Serbest Kürsü | 5 | 15 Ekim 2009 21:04 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|