Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Muhtelif Konular > Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi

Konu Başlıkları: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Aşağıdaki Kutuya Sorunun cevabını Yaz ( Bakara )
Başlık:
  
Mesajınız:
Trackback:
Kaynak olarak Ekle
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:

Diğer Seçenekler
Diğer Ayarlar
Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
09 Ocak 2012 23:52
Yitiksevda
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Esadullah kardeşim sizin başka linkte sunmuş olduğunuz delillere yine ortak paydamız Kuran ile size şu linkte cevap verdim ....

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
09 Ocak 2012 17:32
Muvahhid25
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

güncel
06 Ocak 2012 17:22
Muvahhid25
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Alıntı:
kamer34 Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Selamun aleykum



Esadullah bey bu astığınız yazı amacını çok aşmış müslüman insanlara iftira dolu zehir zemberek güyya birilerine reddiye olmuştur. Diyaceksinizki siz Muhammed bin Abdulvahabın avukatımısınız evet ben tüm tevhid ehli müslümanların avukatayım.


Mezarlara kümbetler inşa ederek oraları şirk batağı haline getiren osmanlı furyasının ciğerlerini adeta söken onların şeyhulislamlarının DELİLLERİYLE fikirlerini paramparça eden Muvvahid müslümanların avukatlığını yapmak bir şereftir.


.
şimdi kamer kardeşim ya sizin tarihten haberiniz yok yada işiniz takiye yapmaktır.OSMANLI SEVDALISI VE TORUNU OLARAK buyurun onların delilleriyle çürüttü dediğiniz delilleri sunun kardeşim. Bensana bir kaç tane Tarihi vesika yazayımda onun üzerinden devam edelim ve mümkünse bunca tarihi vakiadan sonra At gözlüğü takmaktan kurtulun eğerin gerçekten derdiniz Hakkın ortaya çıkmasıysa ve savunmaktan şeref duyduğunuz şahıslar buyrun tarihi yolculuk:



Vehhâbîlerin Tâifde müslimânları öldürmeleri ve yağmaları.
Binikiyüzon 1210 [m. 1796] senesinde, Ehl-i sünnet âlimleri vehhâbîleri cevap veremiyecek hâlde bırakınca, böyle inanmanın müslümanlıktan ayrı bir yol olduğunu, islâm düşmanlarının islâmiyeti içerden yıkmak için sinsice hazırladıkları bir tuzak olduğunu gösteren âyet-i kerime ve hadis-i şerifler yazılarak, Mekkedeki islâm âlimleri imzaladılar. Tevbe eden üç vehhâbî de, bu vesikaya şâhit oldular. Bu vesika her memlekete gönderildi.
Mekkedeki vehhâbî din adamları, Der'ıyyeye, Abdülazîzin yanına gelerek, cevap veremediklerini, böyle inanmanın islâm düşmanlığı olduğu yazılarak her tarafa gönderildiğini anlattılar. Abdülazîz bin Muhammed bin Sü'ûd ve adamları, bunları işitince, Ehl-i sünnete diş bilediler. Binikiyüzonbeş [1215] senesinde Mekkeye saldırdılar. Mekke emîri şerif Gâlib bin Müsâ'id bin Sa'îd efendi, bunlara karşı koydu. Her iki taraftan çok kan döküldü. Şerif Gâlib efendi, bunları Mekkeye sokmadı. Mekke etrâfındaki Arab kabîleleri, vehhâbî oldular. Sü'ûd, hemen o sene, iki bayram arasında, Tâif şehrine asker gönderdi. Tâifteki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeynî Dahlânın (Hulâsat-ül-kelâm) kitabında ve Eyyûb Sabri Pâşanın [Eyyûb Sabri pâşa 1308 [m. 1890] de vefât etti.] 1296 [m. 1879] senesinde basılmış olan (Tarih-i Vehhâbîyân) ve (Mir'ât-ül-Haremeyn) kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. (Hülâsat-ül-kelâm) 1395 [m. 1975] de İstanbulda bastırılmıştır.
Tâife girdikleri zaman, kadınlara ve çocuklara ve bütün ehâlîye yaptıkları işkenceler (Osman-ül-Mudâyıkî) adındaki islâm düşmanı, azgın bir şakînin emri ile yapıldı. Bu adam, Muhsin isminde biri ile birlikte, şerif Gâlib efendi tarafından Der'ıyyeye gönderilmişti. Medîneye girmelerini ve müslümanlara işkence yapmalarını önlemek için, önceki sözleşmeyi yenilemeye çalışacaklardı. Fakat bu münâfık, şerif Gâlib efendinin yanında câsûsluk yapıyordu. Yolda arkadaşı olan Muhsini de, bir çok menfaatler vaat ederek aldattı. Der'ıyyeye gelince, Sü'ûd bin Abdülazîze içlerini döktüler. Sü'ûd, bunların, sâdık bir köle olduğunu anlayınca, Der'ıyye çapulcularını bunların emrine verip, (Tâif) yanındaki (Abîle) denilen yere geldiler. Şerif Gâlib efendiye mektûb yazıp, Sü'ûd ve kendilerinin önceki sözleşmeyi tanımadıklarını ve Sü'ûdün Mekkeyi almaya hazırlandığını bildirdiler. Şerif Gâlib efendi, cevap yazarak, tatlı sözlerle nasihat etti ise de, islâm düşmanı olan bu azgın, mektûbları yırttı. Emîrin gönderdiği müslümanlara saldırıp, bozguna uğrattı. Şerif Gâlib efendi, Tâif kal'asına çekilip savunma tedbîrleri aldı. Bu azgın vehhâbî, 1217 [m. 1802] Şevvâl ayı sonunda Tâife yakın (Melîs) denilen yerde ordusunu kurdu. Kendisinden daha taş yürekli ve gönlü islâm düşmanlığı ile dolu olan (Bîşe) emîri (Sâlim bin Şekbân) alçağını dahî yardıma çağırdı. Sâlimin yanında yirmi kadar çöl şeyhi ve her şeyhin yanında beşyüz kadar vehhâbî şakîsi vardı. Sâlimin emrinde ayrıca bin kişi vardı.
Şerif Gâlib efendi, Tâiflilerle birlikte Melîsteki eşkiyâ üzerine kahramanca saldırdı. Sâlim bin Şekbânın binbeşyüz çapulcusunu kılıncdan geçirdi. Sâlim ve yanında kalanlar kaçtı. Fakat toparlanarak Melîs denilen yeri bastılar. Ehâlînin mallarını yağma ettiler. Şerif Gâlib efendi, yardım almak için Ciddeye gitti. Tâifliler korkup, çoğu, çoluk çocuğunu alıp gizlice kaçtılar. Kal'ada sığınan Tâifliler, ard arda gelen vehhâbîleri bozup kaçırdılar ise de, düşmana yardımcı da gelmiş olduğundan, kal'aya teslim bayrağı çektiler. Cana ve ırza kıymamak şartı ile teslim olacaklarını bildirdiler. O gün düşman da, çok ölü vererek dağılmaya başlamış idi. Anlaşmak için Tâiflilerin gönderdiği alçak ve südü bozuk bir kimse, düşmanın kaçtığını gördüğü hâlde, arkalarından bağırmaya başladı: Şerif Gâlib, sizden korkup kaçtı. Tâif ehâlîsi de, dayanacak hâlde değildir. Kal'ayı size verip af dilediklerini bildirmek için beni gönderdiler. Ben sizi severim. Geri dönünüz. Bu kadar kan döktünüz. Tâifi ele geçirmeden gitmek doğru değildir. Size yemin ederek söylüyorum ki, Tâifliler kal'ayı hemen verecekler. Her istediğinizi kabûl edeceklerdir dedi. Tâifin böyle boş yere vehhâbîlerin eline geçmesi, şerif Gâlib efendinin hatâsı olmuştur. O, Tâifte kalsaydı, müslümanların başına bu felaket gelmiyecekti. (Hâinler, korkak olur) gereğince, bu sözlere inanamadılar. Fakat, kal'a üstünde teslim bayrağını görünce, işin iç yüzünü anlamak için kal'aya bir adam gönderdiler. Adamı iple kal'aya çektiler. Teslim olmak istiyorsanız, cânınızı kurtarmak için bütün malınızı buraya toplayın dedi. İbrâhîm ismindeki bir müslümanın gayreti ile eşyalar getirildi. Bunlar azdır, bu kadar mal ile affolunamazsınız. Daha getiriniz dedi. Bir defter verip, mal getirmiyenlerin ismlerini buraya yazınız! Erkekleriniz istediği yere gidebilirler. Kadınlarınız ve çocuklarınız zincirlere bağlanacaktır dedi. Biraz yumuşak olması için yalvardılar ise de, azgınlığını ve sertliğini arttırdı. İbrâhîm, buna dayanamayıp, göğsüne bir taş vurdu, öldürdü. Bunun üzerine, kal'aya saldırdılar. Böylece, kurşun ve gülle dokunmasından kurtuldular. Demirlerle kapıları kırıp içeri girdiler. Önlerine çıkanları, kadın, erkek ve çocuk demeyip öldürdüler. Beşikteki yavruları bile parçaladılar. Sokaklarda dere gibi kan aktı. Evleri basıp herşeyi yağma ettiler. Güneş batıncaya kadar azdılar, kudurdular. Kal'anın şark tarafındaki taş evlere giremediler. Fakat kurşun yağmuruna tuttular. İçlerinden bir habîs, sizi affettik. Çoluk çocuğunuzu alıp istediğiniz yere gidebilirsiniz diye bağırdı. Başka yere gitmek için yola çıkanları bir tepede topladılar. Bunların çoğu kadın ve çocuk idi. Etrâflarını sardılar. Bunları oniki gün aç, susuz bıraktılar. Her biri temiz âile, nâz ile büyümüş müslümanlardı. Bunlara söz ile, sopa ile ve taş ile eziyyet ettiler. Birer birer çağırıp, mallarınızı sakladığınız yerleri bildirin diyerek döverlerdi. Merhamet için yalvaranlara, ölüm gününüz yaklaşıyor derlerdi.
İbni Şekbân, taş evleri oniki gün sıkıştırmış, içeri giremeyince, (Evinden çıkıp silâhını bırakanlar affedilecektir) diye söz vermişti. Bu söze inanıp evden çıktılar. İbni Şekbân, bunların ellerini arkalarına bağlayıp tepedeki müslümanların yanına gönderdi. Böylece üçyüzaltmışyedi erkekle birlikte tepede beklemekte olan kadın ve çocukları kılıncdan geçirdiler. Şehitleri günlerce hayvanlara çiğnettiler. Yırtıcı hayvanların ve kuşların yimesi için onaltı gün açıkta bıraktılar. Müslümanların evlerine saldırdılar. Mal, eşya, ne varsa hepsini toplayıp kal'a kapısının önündeki meydana dağ gibi yığdılar. Bunların ve topladıkları paraların, altınların beşte birini, Sü'ûda gönderdiler. Geri kalanı aralarında paylaştılar. Hâinlerin ve yağmurun götürdüklerinden arta kalıp Ehl-i sünnetin eline geçen kırkbin riyâl altın ile sayısız kıymetli eşyadan onbin riyâl kadınlara ve çocuklara dağıtıldı. Eşya da pazarlarda çok ucuza satıldı.
Kütübhânelerden ve mescidlerden ve evlerden topladıkları Kur'an-ı kerimleri, tefsîrleri, hadis ve çeşidli din kitaplarının hepsini parçalayıp yerlere attılar. Kur'an-ı kerimlerin ve din kitaplarının altın işlemeli meşin ciltlerinden çarıklar yapıp pis ayaklarına giydiler. Ayaklarındaki kitap cildinden çarıklar üzerinde âyet-i kerimeler ve mübârek yazılar yazılı idi. Kıymetli kitapların yaprakları, yerlere o kadar çok atılmıştı ki, Tâif sokaklarında basacak toprak kalmamıştı. İbni Şekbân, yalnız Kur'an-ı kerimlerin parçalanmamasını emretmiş ise de, çöllerden vurgun için toplanıp gelmiş olan vehhâbî haydutları, Kur'an-ı kerimi tanımadıklarından, ele geçirdikleri Mushaf-ı şeriflerin hepsini parçalayıp yerlere saçtılar. Üzerlerini çiğniyerek geçtiler. Koca Tâif şehrinde yalnız üç Mushaf-ı şerif ile bir Buhârî-i şerif kitabı bu yağmadan kurtulabilmişti.
Mucize: Yağma yapıldığı günlerde hava durgundu. Hiç rüzgâr yoktu. Eşkiyâ çekilip gidince, bir fırtına çıktı. Rüzgârlar, yerlerdeki Kur'an-ı kerim ve çeşidli din kitaplarının yapraklarının hepsini uçurup götürdü. Uçan kâğıdların nereye gittikleri anlaşılamadı. Yere düşmüş hiçbir kâğıd görülemedi.
Şehitlerin cesedleri tepe üzerinde onaltı gün kalarak sıcaktan çürümüşlerdi. Her tarafı fena koku sarmıştı. Müslümanlar, İbni Şekbâna çok yalvardılar, ağladılar, sızladılar. Nihâyet izin alabilip, iki büyük çukur kazdılar. Babalarının, dedelerinin, akrabâlarının, arkadaşlarının, çocuklarının kokmuş cesedlerini bu çukurlara doldurup toprakla örttüler. Tanınacak tam bir ceset hiç yoktu. Kiminin yarısı, kiminin dörtte biri kalmıştı. Yırtıcı kuşların ve hayvanların uzaklara taşıyıp bırakmış oldukları insan parçalarının kokuları, vehhâbîleri de rahatsız ettiğinden, bunların toplanmasına da izin verdiler. Müslümanlar, her tarafı dolaşıp, bunları da topladılar. İki büyük çukura gömdüler.
Eşkiyânın, şehitleri, çürüyünceye kadar açıkta bırakmaları, müslümanların ölülerine de hakâret etmek ve intikam almak içindi. Beyt:
Yükselmeye sebep olur, gam yime düştüm diye,
Binâ tâmîr edilmez, benzemezse harâbeye.
Bedenleri açıkta kalıp, kuşlara kurdlara yem olan ve çürüyüp kokan şehitlerin Allah huzurundaki dereceleri katkat artar.
Eşkıyâ, Tâif şehrindeki müslümanları kılıncdan geçirdikten ve eşyaları, paraları yağma edip paylaştıktan sonra, her tarafı dolaşarak, Eshâb-ı kirâmın, Evliyânın ve âlimlerin türbelerini yıkıp yerle bir ettiler. Türbeleri yıkarken, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve Peygamber efendimizin çok sevdiklerinden Abdüllah ibni Abbâs hazretlerinin mezarını kazıp, mübârek cesed-i şerifini çıkarıp yakmak istediler ise de, toprağa ilk kazmayı vurunca, etrâfa yayılan güzel kokudan ürktüler. (Bu mezarda büyük bir şeytan vardır. Toprağı kazmakla vakit geçirmiyelim. Dinamitle havaya uçuralım) dediler. Çok miktârda barut getirdiler. Pek uğraştılar ise de, barut ateş almadı. Barut ateş almayınca, şaşırıp dağıldılar. Böylece bu mübârek mezar birkaç sene düz toprak hâlinde kaldı. Sonra, seyyid Yasîn efendi gayet güzel bir sanduka yaptırarak bu mübârek mezarın unutulmasını önlemiştir.
Seyyid Abdülhâdî efendinin ve daha birçok Velîlerin de mezarlarını kazmak istediler ise de, herbiri kerâmet göstererek, zarar vermelerine imkân olmadı. Güçlüklerle karşılaşarak, bu kötü düşünceden vazgeçtiler.
Osman-ı Mudâyıkî ve İbni Şekbân mel'ûnları, türbelerle berâber, câmilerin ve medreselerin de yıkılmasını emretmişler idi. Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklerinden olan Yasîn efendi, (Cemaat ile namaz kılmak için yapılmış olan mescidleri niçin yıkıyorsunuz? Eğer Abdüllah ibni Abbâsın kabri bulunduğu için yıkmak istiyorsanız, onun mezarı, büyük mescidin dışındaki türbededir. Onun için mescidin yıkılması da Îcap etmez) dedi. Osman-ı Mudâyıkî ile İbni Şekbân bu söze cevap veremediler. İçlerinde bulunan Matû' adında bir zındık, (Şüpheli olan şeyleri yok etmelidir) diye gülünç bir söz söyledi. Yasîn efendi buna karşılık, (Mescidde şüphe olur mu?) deyince, cevap veremedi. Uzun bir sessizlikten sonra, Osman-ı Mudâyıkî, (İkinizi de dinlemiyeceğim. Mescide dokunmayınız, türbeyi yıkınız!) emrini verdi.
Vehhâbîlerin Mekke'de yapdıkları işkenceler (Mir'ât-ül haremeyn) den alındı.
Tâifte müslüman kanı akıtan alçaklar, sonra Mekkeye saldırdılar ise de, hac zamanı olduğu için, şehre girmeye korktular. Mekke ehâlîsi, Tâifteki müslümanların öldürülmesini işitince, Şerif Gâlib efendi, vehhâbîlere karşı koymak için Ciddeye asker toplamaya gitti. Fakat Mekke ehâlîsi, Tâif fâciasından çok korktukları için, bir hey'et göndererek yalvardılar. 1218 [m. 1803] senesi Muharrem ayında Mekkeye girip, inançlarını şehirde yaydılar. Kabir ziyâret edenleri, Resûlullahın türbesine gidip yalvaranları öldüreceklerini bildirdiler. Ondört gün sonra, şerif Gâlib efendiyi yakalamak için Ciddeye gittiler. Şerif Gâlib efendi, Cidde kal'asından merdce saldırarak, vehhâbî eşkıyâsından çoğunu öldürdü. Geri kalanları, Mekkeye kaçtı. Halkın yalvarması üzerine, şerif Gâlib efendinin kardeşi olan şerif Abdülmu'în efendiyi Mekkede emîr bırakıp, Der'ıyyeye gittiler. Şerif Abdülmu'în efendi, vehhâbîlerin işkencesinden Mekkelileri koruyabilmek için bu emîrliği kabûl etti.
Şerif Gâlib efendi, eşkiyânın bozguna uğramasından otuzsekiz gün sonra, Cidde vâlîsi Şerif pâşa ile, Ciddedeki askerleri alarak Mekkeye geldi. Burada bırakılmış olan eşkiyâyı çıkardı. Emîrliği tekrar ele geçirdi. Eşkiyâ, Mekkelilerden intikam almak için, Tâif etrâfındaki köylere saldırıp çok cana kıydılar. (Osman-ül-mudâyıkî) adındaki şakîyi Tâife vâlî yaptılar. Osman, Mekke etrâfındaki eşkiyâyı da toplıyarak, büyük bir gürûh ile 1220 [m. 1805] senesinde Mekke şehrini kuşattı. Mekkedeki müslümanlar aylarca sıkıntı çekti. Aç kaldılar. Son günlerde, yimek için köpek eti dahî bulamadılar. Şerif Gâlib efendi, milletin canlarını kurtarmak için, düşmanla anlaşmaktan başka çâre olmadığını anladı. Mekke emîrliği kendinde kalmak ve müslümanların canına, malına dokunmamak şartı ile, şehri teslim etti.
Mekkeyi aldıktan sonra, Medîneye de saldırdılar. Şehre girdiler. (Hazîne-i nebeviyye)de bin seneden beri toplanmış olan dünyanın en kıymetli tarihi eşyalarını yağma ettiler. Müslümanlara buraya yazamıyacağımız kadar çirkin işler yaptılar. Mübârek bin Magyan adında birini vâlî bırakıp, Der'ıyyeye gittiler. Mekkede ve Medînede yedi sene kaldılar. Yedi sene Ehl-i sünnet hâcılarını Mekkeye sokmadılar. Kâbeyi (Kaylan) denilen siyah kumaştan iki örtü ile sardılar. Nargile içmeyi yasak ettiler. İçenleri çok dövdüler. Mekke ve Medîne ehâlîsi, bunlara hiç sokulmazlar, bunları beğenmezlerdi.
Mekkedeki müslümanlara yapılan işkenceleri, Eyyûb Sabri pâşanın binüçyüzbir 1301 [m. 1883] senesinde basılan (Mir'ât-ül-Haremeyn) kitabının birinci cildi şöyle anlatmaktadır:
Mekke-i mükerreme şehrindeki müslümanlara ve her sene hâcılara yapılan işkenceler sayılamayacak kadar çoktur.
Sü'ûd, Mekke ehâlîsine ve bunların emîri şerif Gâlib efendiye sık sık korkutucu mektûblar gönderirdi. Birkaç kere asker göndererek, Mekkenin etrâfını sardı ise de, binikiyüzonsekiz 1218 [m. 1802] senesine kadar bu şehri alamadı. Şerif Gâlib efendi, binikiyüzonyedi (1217) senesinde Cidde vâlîsi ile Şâm ve Mısr hâcı kâfilelerinin reîslerini toplayıp, (Eşkıyâ Mekke-i mükerreme şehrine saldırmak istiyor. Bana yardım ederseniz, onların reîsleri olan Sü'ûdü ele geçirebiliriz) dedi. Bunu kabûl etmediler. Şerif Gâlib efendi, kardeşi şerif Abdülmu'îni yerine vekîl bırakıp Ciddeye gitti. Şerif Abdülmu'în Mekke emîri olunca, Ehl-i sünnet âlimlerinden Muhammed Tâhir, seyyid Muhammed Ebû Bekr, Mîr Ganî, seyyid Muhammed Akkâs, Abdülhafîz Acemiyi Sü'ûd bin Abdülazîze gönderip, af ve iyilik istediler. Binikiyüzonsekiz (1218) senesi idi. Sü'ûd, kabûl edip, askeri ile Mekkeye geldi. Abdülmu'îni kaymakam yaptı. Türbelerin, mezarların hepsini yıktırdı. Vehhâbîlerin inancına göre, Mekke ve Medîne ehâlîsi, Allahü teâlâya ibâdet etmiyorlarmış. Türbelere tapınıyorlarmış. Türbeler ve mezarlar yıkılırsa, herkes Allaha tapınmaya başlarmış. Abdülvehhâb oğlu Muhammede göre, 500 [m. 1106] senesinden sonra ölen müslümanların hepsi küfür ve şirk üzere ölmüş. İslâmiyetin doğrusu, ona bildirilmiş. Vehhâbî olduktan sonra ölenlerin, önce ölmüş olan müşriklerin yanına gömülmeleri câiz değilmiş.
Sü'ûd, şerif Gâlib efendiyi yakalamak ve Ciddeyi ele geçirmek için, Cidde üzerine yürüdü. Fakat Cidde ehâlîsi, oradaki Osmanlı askeri ile elele vererek kahramanca çarpıştılar. Sü'ûdün askeri fena hâlde bozuldu. Sü'ûd, kaçanları toplıyarak Mekkeye döndü.
Şerif Abdülmu'în efendi, Mekkedeki müslümanları ölümden ve işkenceden kurtarmak için vehhâbîlere dost göründü ise de, azgın vehhâbîler, hergün işkenceyi ve soygunculuğu arttırdılar. Şerif Adülmu'în efendi, tatlılıkla geçinmeye imkân olmadığını anladı. Şerif Gâlib efendiye haber gönderip, (Sü'ûdün Mekkede ve askerlerinin [Mu'allâ] denilen meydandaki çadırlarda olduğunu, bir miktâr askerle gelirse, Sü'ûdün ele geçirilebileceğini) bildirdi.
Şerif Gâlib efendi, bunu duyunca, Cidde vâlîsi Şerif pâşa ile birlikte ve seçme askerleri alarak, bir gece Mekkede vehhâbîlere baskın yaptı. Çadırları sardı ise de, Süûd kaçıp kurtuldu. Askerleri de silâhlarını teslim etmek üzere af dilediler. Dilekleri kabûl olundu. Mekke-i mükerreme şehri zâlimlerden kurtarıldı. Bu başarı, Tâifteki vehhâbîleri korkuttu. Onlar da, kan dökmeden teslim oldu. Osman-ı Mudâyıkî zâlimi, adamları ile birlikte, Yemen dağlarına kaçtı. Mekkeden çıkanları, köylerde ve kabîlelerde vurgunculuk yaptıklarından şerif Gâlib efendi, (beni Sakîf) kabîlesine hemen adamlar gönderdi. Tâife gidip, vehhâbîleri vurun! Ele geçirdikleriniz sizin olsun dedi. Benî Sakîf kabîlesi, eşkiyâdan intikam almak için, Tâife saldırdılar. Tâif de böylece kurtarıldı.
Osman-ı Mudâyıkî, Yemen dağlarındaki câhil, vahşî köylüleri toplayıp ve yolda karşılaştığı vehhâbîleri de alıp Mekkeyi kuşattı. Ehâlî üç ay kadar şehirde çok sıkıntı çekti. Şerif Gâlib efendi, on kere çemberi yarmak istedi ise de, başaramadı. Mekkede yiyecek kalmadı. Ekmeğin okkası beş riyâle, sâde yağın bir okkası altı riyâle çıkmakla berâber, satıcılar bulunamaz oldu. Halk, kedi, köpek yidi. Sonra bunlar da bulunamadı. Ot, ağaç yaprağı yidiler. Bunlar kalmayınca, eziyyet etmemek ve kan dökmemek şartı ile Mekke şehri Sü'ûda teslim edildi. Şerif Gâlib efendi, bunda suçlu değildi. Fakat önceden, kendini dinleyen kabîlelerden yardımcı getirmiş olsaydı, bu duruma düşmiyecekti. Hattâ, Mekkeliler, şerif Gâlib efendiye yalvarıp, bizi seven kabîlelerden yardımcı getirirseniz, hac zamanına kadar dayanabiliriz. Mısr ve Şâm hâcıları gelince, kurtuluruz demişlerdi. O da, bunu önceden yapabilirdim; şimdi yapılamaz diyerek, önceki yanlışlığını söylemiştir. Teslim olmak da istemiyordu. Fakat ehâlî, (Efendim, mübârek ceddiniz olan Resûlullah düşmanla anlaşma yapmıştı. Siz de anlaşarak bizi bu sıkıntıdan kurtarınız. Resûlullah efendimizin sünnetine uymuş olursunuz. Çünkü Resûlullah, anlaşmak ve sözleşme yapmak için Hz. Osmanı [Hudeybiyeden] Mekkedeki Kureyşlilere göndermişti) dediler. Şerif Gâlib efendi, halkın bu isteğini oyalıyarak son ana kadar anlaşma yapmadı. Halk dayanamıyacak hâle gelince, Mekkede bulunan Abdürrahmân adındaki bir din adamının baskısı ile, sözleşmeye râzı oldu. Şerif Gâlib efendinin böyle davranması, pek kurnazca olmuştu. Abdürrahmânın aracılığı ile, Sü'ûdün işkence yapmasını önlemiş oldu. Müslümanlara da, (Anlaşmayı istemiyerek yaptım. Hac zamanına kadar bekliyecektim) diyerek, halkı ve askeri kendine bağlamış oldu.
Bu anlaşma üzerine, Abdülazîzin oğlu Sü'ûd, Mekkeye girdi. Kâbe-i muazzamayı kaba bir keçe ile örttü. Şerif Gâlib efendiyi işbaşından ayırdı. Fir'avn gibi, öteye beriye saldırmaya, akla gelmiyecek işkenceler yapmaya başladı. Şerif Gâlib efendi, Osmanlılardan yardım gelmediğine gücenip, Sü'ûdün Mekkeye yerleşmesindeki sebep, Osmanlı devletinin gevşekliğidir sözünü halk arasına yaydı. Osmanlı devletini harekete geçirmek için de, Mısr ve Şâm hâcılarının Mekkeye sokulmamasını Sü'ûda aşıladı.
Şerif Gâlib efendinin bu sözleri, Sü'ûdün azmasına ve işkencelerini arttırmasına yol açtı. Ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu ve Mekkenin ileri gelenlerini ve zenginlerini yakalatıp işkence ile öldürttü. Vehhâbî olduğunu açıklamıyanları korkuttu. Çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, (Sü'ûdün dînine giriniz! Onun geniş olan gölgesine sığınınız!) dedirtti. Müslümanları Abdülvehhâb oğlu Muhammedin dînine sokmaya zorladı. Çöllerde olduğu gibi, hak dînini ve doğru mezhebini koruyabilecek sağlam kimseler çok azaldı.
Şerif Gâlib efendi, bu acı hâlleri görüp, Arabistân çöllerinde olduğu gibi, Hicâzda ve mübârek şehirlerde de islâmiyetin yok olacağını anlıyarak, Sü'ûda haber gönderdi: (Hacdan sonra, Mekkede kalırsan, Osmanlı hükûmetinin İstanbuldan göndereceği askere dayanamazsın. Yakalanır öldürülürsün. Hacdan sonra Mekkede kalma, çık, git!) dedi ise de, bu sözler Sü'ûdün azgınlığının ve işkencelerinin artmasına yol açtı.
Sü'ûd bin Abdülazîz, her tarafa zulüm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, Ehl-i sünnet âlimlerinden birini çağırıp, (Hz. Muhammed mezarında diri midir? Yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür) deyince, (Resûlullah bizim bilmediğimiz bir hayatla diridir) cevabını aldı. Sü'ûdün bu suâli sorması, onun cevap verebileceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi.(Hz. Peygamberimizin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. Saçmasapan sözlerle cevap verirsen, benim hak dînimi kabûl etmemekte inatçı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm) dedi. Ehl-i sünnet âlimi, (Dışarıdan birşey gösterip de seni inandırmaya çalışmıyacağım. Geliniz, birlikte Medîne-i münevvereye gidelim! (Muvâcehe-i saadet) penceresi önünde duralım. Ben selâm vereyim. Selâmıma cevap verirse, inanırsın. Resûlullah efendimizin, Kabr-i saadetinde diri olduğunu, selâm verenleri işittiğini ve cevap verdiğini anlamış olursun. Selâmıma cevap verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezâyı verebilirsin) dedi. Sü'ûd, bu sözleri işitince, Ehl-i sünnet âlimini salıverdi. Sü'ûd bu cevaba çok kızmıştı. Çünkü, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kâfir, müşrik olurdu. Şaşırıp kaldı. Çünkü, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yoktu. Rezil olmamak için, âlimi serbest bıraktı. Sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. Allahü teâlânın takdîri ile, bu vehhâbî bir yoluna getirip de, o zatı öldüremedi. Bu korkunç haber, ağızdan ağıza, o zata kadar ulaştı. Bu mücâhid zat, artık Mekkede bulunmanın doğru olmıyacağını düşünerek, başka yere hicret etti.
Sü'ûd, mücâhid zatın Mekkeden çıktığını haber aldı. Arkasından kiralık kâtil gönderdi. Bu kâtil, (Bir Ehl-i sünneti öldüreceğim, çok sevap kazanacağım) diyerek, gece gündüz durmadan gitti. Mücâhid zata yetişti ise de, o zat, biraz önce kendi eceli ile vefât etmiş idi. O zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitti. Gelince, yalnız deveyi gördü. O zatı bulamadı. Sü'ûda gidip olanları söyledi. Sü'ûd, (Evet, evet! Ben o zatın zikir ve tesbîh ile göklere çıkarıldığını rü'yâda gördüm. Nûr yüzlü kimseler, bu cenâze filan zattır. Âhır zaman Peygamberine dürüst inandığı için, cenâzesi semaya kaldırıldı dediğini işittim) cevabını verince, (Beni böyle mübârek bir zatı öldürmek için, gönderirsin. Allahü teâlânın ona olan ihsânını gördüğün hâlde, bozuk inancını düzeltmezsin) diyerek sövüp saydı. Kendi tevbe etti. Sü'ûd, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi. Osman-ı Mudâyıkîyi Mekkede vâlî bırakıp, Der'ıyyeye gitti.
Sü'ûd bin Abdülazîz, Der'ıyyede kaldı. Medîne-i münevvereyi de ele geçirdi. Hac etmek istiyenleri ve doğru dürüst konuşabilenleri, yanına alarak Mekkeye doğru yola çıktı. Vehhâbîliği övecek ve yayacak olan din adamları, önde gidiyordu. Bunlar Mekkeye girince, 1221 [m. 1806] Muharrem ayının yedinci Cuma günü, Abdülvehhâb oğlunun yazdığı vehhâbî kitabını (Mescid-i haram) içinde okuyup anlatmaya başladılar. Ehl-i sünnet âlimleri bunlara cevap verdi. Bu cevapları (Seyf-ül-Cebbâr) kitabında yazılıdır. On gün kadar sonra, Sü'ûd bin Abdülazîz de geldi. Şerif Gâlib efendinin (Mu'allâ) denilen yerdeki konağına yerleşti. Şerif Gâlib efendiye dostluk gösterisi olarak, üzerindeki örtünün bir parçasını ona örttü. Şerif Gâlib efendi de, buna dostluk gösterisinde bulundu. Şerif Gâlib efendi, Sü'ûd ile birlikte Mescid-i Harama gidip, Kâbe-i muazzamayı tavâf ettiler.
1221 [m. 1806] senesinde, Şâm kâfilesinin Mekkeye yaklaştığı işitildi. Sü'ûd, bu hâcıları Mekkeye sokmıyacağını bildirmek için, Mes'ûd bin Mudâyıkî adında birini kâfileye gönderdi. Mes'ûd, kâfileye gidip, (Siz evvelce bildirilen şartlara uymadınız. Sü'ûd bin Abdülazîz size Sâlih bin Sâlih ile emir göndermişti. Askersiz geliniz demişti. Yanınızdaki bu askerler nedir? Emre uymadığınız için, Mekkeye giremezsiniz) dedi. Hac kâfilesinin emîri Abdüllah Pâşa, hac için geldiklerini bildirmek ve izin almak için Yûsüf pâşayı Sü'ûda gönderdi. Sü'ûd, Yûsüf pâşayı görünce: (Pâşa! Allahdan korkmasaydım, hepinizi öldürürdüm. Haremeyn ehâlîsi için ve Arab köylüleri için getirmekte olduğunuz altın torbalarını buraya getirip, hemen geri dönünüz! Bu sene hac yapmanızı yasak ettim) dedi. Yûsüf Pâşa, altın torbalarını teslim edip geri döndü.
Şâm kâfilesinin hac yapması yasak edildiği haberi her tarafa yayıldı. İşiten müslümanlar şaşkına döndü. Mekkedeki müslümanlar, kendilerinin de Arafâta çıkmaları yasak edildi sanarak ağladılar, sızladılar. Ertesi gün, Mekkelilerin Arafâta gitmelerine izin verildi ise de, mahfe ve taht-ı revân içinde gitmeleri yasak edildi. Hâkimler, âlimler ve herkes merkeb veya deve ile Arafâta gittiler. Arafât meydanında hutbeyi Mekke kâdîsı yerine vehhâbîlerden birisi okudu. Hacdan sonra Mekkeye döndüler.
Sü'ûd, Arafât dönüşünde, Mekke kâdîsı Hatîb-zade Muhammed efendiyi işinden ayırıp, yerine vehhâbîlerden Abdürrahmânı getirdi. Abdürrahmân da, Muhammed efendiyi ve Medîne mollası Sü'âdâ beği ve Mekke-i mükerreme nakîbi Atâyî efendiyi getirip yerdeki keçe üzerine oturttu. Sü'ûda bî'at ediniz dedi. Bu âlimler, vehhâbî inancına göre, (Lâ ilâhe illallah vahdehu lâ şerîke leh) diyerek müsâfeha ettiler ve yine yerlerine oturdular. Sü'ûd güldü, (Ben sizi ve Şâm kâfilesi hâcılarını Sâlih bin Sâlihe bıraktım. Sâlih, iyi bir adamımdır. Ona güvenirim. Mahfe devesi ve yük devesi için üçer yüz ve merkeb için yüzelli kuruş vermek üzere Şâma gitmenize izin verdim. Bu kadar ucuz para ile Şâma gitmek, sizin için büyük bir nîmettir. Sâyemde rahat ve sevinerek gidiniz. Bütün hâcılar, böylece gidip geleceklerdir. Bu da, benim bir adaletimdir. Pâdişâh-ı âl-i Osman sultan üçüncü Selîm hân hazretlerine mektûb yazdım. Kabirler üzerine türbe yapılmasının ve ölülere kurban kesilmesinin ve onları vesîle ederek duâ okunmasının yasak edilmesini istedim) dedi.
Sü'ûdun Mekkede yerleşmesi, dört sene devam etti. 1227 [m. 1812] senesinde, Mısr vâlîsi Muhammed Ali Pâşa, sultan Mahmûd-ı Adlîden gelen emir üzerine Ciddeye geldi. Ciddeden ve Medîneden gönderdiği Mısr askerleri ile birleşerek kanlı bir muhârebeden sonra, Sü'ûdu Mekkeden çıkardılar.
06 Ocak 2012 16:40
Esadullah
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Evvela yitiksevda kardeşim bu denli zaman ayırdığınız ve ehemmiyet gösterdiğiniz için Allah razı olsun ,

Konuda vermiş olduğunuz bir çok bilgi hamd olsun zaten ilmimizde ve müslümanın ilminde olan bilgiler mezhepler v.s bu konuları zaten biliyoruz ama tekrar hatırlattığınız için teşekkür ederim , ama elbette eklemek istediğim yerlerde var ...


@yitiksevda
Cevap: Başta şunu belirteyim Ehli Sünnet veya başka isimlendirmeler yapaydır İslamın özünden olmayıp daha sonradan türemiş kavramlardır.Hiçbir ehemmiyeti olmayıp fırkalaşmalar neticesinde ortaya çıkmış isimlerdir...Kendilerini kutsamak isteyen hemen her ekol Allah resulüne ait olmayıp onun sözüymüş gibi uydurmalar ile kendilerini aklamayı başarmışlardır..Hadisler ile konuyu ele alır isek istediğiniz kadar aynı düşünceleri red eden ve kabul eden rivayetleri bulmak hiçte zor değil çünkü herkes kendi düşünce sistemini kabullendirmek için Allah resulüne kendilerini yaslamış ve onun adına sözler üretmişlerdir..

Eğer Ehli Sünnet ve diğerleri islamın özü değilse ki sizde sonuçta diğerlerinden faydalanıyorsunuz biz ve siz Allahın c.c. katında aynı değilmiyiz ,sonuçta islamın özü olmayan akımlara bel başlamışız size göre ....

Madem bu akımlar kendileri için Allahı c.c. ve Kuranı vede Resulü kullanıyor o zaman bunlara asla ve kat a uymamak lazım değilmi? Ne Şia ya nede Ehli Sünnete , sadece inen Kitabı elimize alıp oturup okumalıyız deyişinize göre , sonuçta Resulullah s.a.v Kitabı nasıl uygulamış buna bakacaksak bunlarda rivayettir onun için bu Resulullahın s.a.v değil bir nevi ravilerin ve naklettikleri sahabelerin vede Hadis ailmlerinin uygulaması oluyor demekki...O zaman biz neye göre hükmedecez Sadece Kurana bakarsak eğer bugün uygulanmayan bir çok hüküm var mesela Zina yada Hırsızın hükümleri biz Külliyen Şirk ehliyiz ve hatta Allaha c.c. asi kullarız Allah c.c. hükmü vermiş ve biz hala uygulamıyoruz ...



@yitiksevda
Cevap: Mezhepli olmak ayrı Mezhepçilik Mezhep holiganlığı ayrıdır...

O zaman biz her mezhepten çeşitli hükümleri alıp gerisini karıştıracaz bu da demektirki 74 üncü bir mezhep orataya çıkacak yani 73 Fırka Hadisini de zaten saf dışı etmiş oluruz ,

Hem eğer sizin gibi bir mezhepten kendimize uyanları alır düşüncesinde olursak (şia bölümünde değinmişsiniz) o zaman bizde bir mezhep oluşturmuş ve onda holigan olmuş olmayızmı ?


@yitiksevda
Cevap: Üç İmam yada daha fazlası Kur'an ve Sünnete uygun fikirleri açıklamış iseler Alimdirler ...''Ayeti kerimede ''Sizden olan Otorite/Ulul Emr (Emir Sahiplerine) '' Uyma emri gereği uyulur .Bu uymada yine Esas ölçü Kur'an ve Canlı Örneği Allah resulü ve Sapmadan onu takip edenlerdir...Burda Mürşid edinme mevzuuna gelince ...


يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسٖيلَةَ وَجَاهِدُوا فٖى سَبٖيلِهٖ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ


Ya eyyuhellezine amenuttekullahe vebteğu ileyhil vesilete ve cahidu fi sebilihi leallekum tuflihûn.

Ey müminler, Allah'tan korkunuz, sizi ona yakınlaştırabilecek her yolu arayınız, onun yolunda cihad ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.
(Maide-35)


Değerli kardeşim Ayeti kerimede Allah'a ulaşma/yakın olmak için yollar/vesileler aranması emrini Yine Allah açıkça İbadetlerimiz takvamız olarak belirlemiş iken ne yazık ki Bu ayet üzerinden kendilerini vesile/aracı gösterme mantığına sahip olanlar ayeti kendi heva ve hevesleri amacında yormakta ve insanlarada o şekil anlatmaktadırlar...

Allah neden dememiş o zaman acaba ibadetlerinizi vesile edinin eğer kasıt ibadet olsaydı bunuda eklemezmiydi Allah c.c. sevgili kardeşim , vesilete kelimesini sadece ibadet ve taatlere yorarsak Kuranı daraltmış ve kısaltmış olmazmıyız?

Bu konuda size cevap en güzel şekilde şu konuda verilmiş taşımaya gerek yok forum kirlenmesin konu yoğunluğundan diye butaya link veriyorm bkn.....

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

tevessül bölümü ....


@yitiksevda
CEVAP:
Bizler emevi dönemini konuştuğumuz için Abbasi dönemi memnun zamanına binaen eleştiri yapmışsınız haklı olarak lakin o dönemde yapılan zulüm ve haksızlıkları aklayacak kadar adaletsiz davranamam Zincire vurularak yargılanmak üzere götürülen Ahmed bin Hanbelin direnişi takdire şayandır…
.
.
.


Sizinle Muaviye Fasık/Zaliminin yapmış olduğu tüm cürümler hakkında deliller ile konuşmamıza rağmen o kadar delil sunmama rağmen bir türlü Zalime zalim diyemediniz bu taassup değilmi?


Zalimki ne zalim gözden kaçırmış olabilir yada diğer konulardan dolayı cevap verememiş olabilirm ki bu zalimliğe göz yumabilmek zalimliğin ta kendisidir zaten kardeşim


@yitiksevda
Cevap: Bu fikirleri kabul edenlerde Şirk bataklığındadır...Fıkhi bağlayıcılığı yoktur...Şimdi değerli kardeşim siz Şianın bazı fırkalarında var olan sapkınlıkları sundunuz amenna kabul ediyorum asla ve asla benimsemiyorum ve karşıyımda...Bende kalkıp burda Sünni ekole ait hataları ifşa etsem bize ne faydası olacak bundan kimler nemalanacak ...Sünni alimler olarak isimlendirilen 4 İmam başımın tacıdır saygı duyarım ve ortaya koymuş oldukları görüşleri sizin deyiminiz ile Ehli sünnet diye adlandırmam Hakikat olarak alırım Kur'an ve Sünnete uygun olmayan görüşlerini ise benimsemem almam bu kadar rahatım...



Şia bölümüne gelince orada da gine size uyan kısımları aldığınızı ve gerisini reddettiğinizi bildirmişsiniz Caferi kolu Ehli Sünnte en yakın olan çok küçük ayrımların olduğu bir koldur, hem madem oradan kasıtla kendinize çıkış bulyorsunuz bakın Tarikatların özü Hz Hüseyine dayanır o zaman neden bunu reddediyorsunuz, Bu insanlar O soydan gelirler ve Hz Hüseynin bir nevi vekilleridir...

Neden reddinize Tarikatları alırkan onlarla aynı kaynaktan beslenen Ceferileri taklit etmektesiniz o zaman ?



Dediğim gibi eğer biryerlerden birşeyler alıp ona göre islam ı yaşamak mezhep , ama bir yolda ilerleyip onu savunmak mazhepçilik oluyorsa bu çok anlamsızdır.Aslolan dost doğru yolda olmaktır.Yoları harmanlamak başka bir yol açmaktır ki buda gine bir mezhebi doğruru ve neticesi mezhepçilik olur...

Hem siz Ehli Sünnet alimleri ni överken acaba neden Ehli Sünnetten fıkıh ta yararlanmazda Şia yı seçersiniz madem sizin için hepsi aynıda önemli olan doğrularsa bu övdüğünüz kişilerin hiçmi hak sözü yok neden fıkıh seçiminiz Ehli Sünnet alimleri olmadı ?Hem eğer Şia , Mutezile diye adlandırıyorsak buda gereksiz ise o zaman neden onlarıda yerden yere vurmuyoruz ?Bunu da çok merak ettim ...vesselam

Bu kadar saygı ve sevgi içinde münazara bile müslüman olmanın zevkini tattırdı bizlere, umarım amacımızın aynı Allah c.c. olduğu bu sıratel müstakim de araçlarımızın da farklı olsada aynı yolda olduğu kanısına varırda karşılıklı eyvallah laşanlardan oluruz kardeşim...






05 Ocak 2012 05:25
kamer34
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

1- Tevhidin aslını bozan zamanın küfürlerini, alternatif yok diye işlemeleri. İnsanların ikrahda olduklarını söylemeleri.

2- Allah imanın şartını tağutun reddine bağlamışken tağutu bütün çeşitleriyle reddetmemeleri.

3- Tağuta muhakeme için başvurulabilinir, bu zamanda zarurettir demeleri.

4- Tağuta muhakeme olmayı istemeyi küfür olarak görmemeleri veya küfür dür deyip başvuranları biz birşey diyemeyiz demeleri ve Müslüman görmeleri.

5- Tevhidin aslında cehaleti mazeret görmeleri.

6- Tevhidin aslını elde edememiş kişilere Müslüman muamelesi yapmaları.

7- Beraber velayet paylaştığı kişilerin şirklerini ve küfürlerini görmemezlikden gelmeleri. Küfre rıza küfürdür kaidesinin gereğini yapmamaları.

8- Tevhid akidesiyle direk alakalı olan meselelerde hak kendilerine geldiği halde hakdan yüzçevirmeleri.

9- Hak olan meseleleri, ilimsiz ve mesnetsiz kendi hevalarına göre tevil etmeleri.

10- Müşriklerin kestikleri hayvanların etlerini helal görerek yemeleri.

11- Müşrik kadın ve kızlarla evlenip nikah akdi yapmaları.

12- Mümin, müşrik, kafir ve mürted ayırımı yapmamaları.

13- İmanın zıttı olan küfrü bilmemeleri, ve küfre sebeb olacak konularda bilgi sahibi olmamaları.

14- Alimlerde ihtilaf etmiştir diyerek kendi küfürlerine mazeret aramaları.

15- Küfürleri açıkca bilinen belamları müslüman olark görmeleri.

16- Askerlik meselesinde tağutlara askerliğin islamdaki hükmüne göre hareket etmemeleri.

17- Tağutların okullarının eğitim sisteminin islam dinine uygun olduğunu düşünmeleri.


18- Harbi ve müşriklerin islama göre hükümlerini bilmemeleri ve onlara islamın hükmünü uygulamamaları.

19- Küfür olan anlaşma senet ve sözleşmeleri dikkat etmeden imzalamaları.

20- Hak olan bir topluluk aramamaları, önlerine çıkan belamları tevhid alimi zannetmeleri.

21- Tevhidin aslını elde eden muvahhidlere tekfirci, harici,irticacı, demeleri ve onlara beddua etmeleri ve onların ayaklarının kaymasını beklemeleri.

22- Kendilerine gelen hak olan meselelerde şüphe duymaları.

23- Küfürlerinde inat ederek hak olan meseleleri hevalarına göre tevil etmeleri.

24- İttifak edilen şeri delilleri, ihtilaf edilen şeri delil gibi göstererek küfürlerine kılıf aramaları.

25- Mütevatir hadislere zanni demeleri.(mealciler)

26- Müşriklerle velayetini paylaşan kişileri Müslüman görerek arkasında namaz kılmaları

27- Tevhidin aslını sağlamayanlara sırf kendilerine yakın diye Müslüman muamelesi yapmaları.

28- Allahın müşrik dediğine müşrik kafir dediğine kafir dememeleri. Müşrik ve kafirlere Allah'ın hükmünü vermemeleri.

29- Tevhidde taklidci olmaları. Ve kendilerini yeterli görmeleri.

30- Tevhidi bir bakış açısından uzak oldukları için dünyayı yeteri kadar bilmemeleri ve müslümanların dünya belamları hakkında yazdıklarını okuyup onlara düşman olmaları.

31- Müslümanlara Allah için değil de nefsi için tavır takınmaları.

32- Kendilerini red eden müslümanın geçmişte olan açığını yada işlediği hatasını gündeme getirerek, kendi küfürlerini örtbas etmeleri.

33- Kendilerini haklı olarak red edenin saptığını doğru yoldan çıktığını ilmi olmayan insanlara yayarak tevhidin anlaşılmasının önüne engel olmaları.

34- Kendi ilimlerini yeterli görmeleri. Çevrelerinin arkadaşlarının kendilerini terk etmesinden korkmaları. Şayet onlar üzerinde nufus sahibi olmuşlarsa hiçmi hiç bu çevreyi kayıp etmek istememeleri.

35- Tevhidin aslını elde eden kişilerden uzaklaşıp, tevhidin aslını elde edemeyen kişilerle dost olmaları onlarla velayet paylaşmaları.

36- Tevhidin red ve kabul rüknuna muhalefet etmeleri.

37- Bayramlarda müşriklere müslüman muamelesi yapmaları ve bayramlarını kutlamaları.

38- Sebepsiz müşriklerle haşir ve neşir olmaları.(Vela sınırını bilmemeleri)

39- Tevhidin aslını sağladıkdan sonra irtidat etmiş küfrü açık olan kişilere islamın hükmü olan mürted hükmünü vermemeleri.

40- Tevhidin aslını elde eden bir müslümanın davetinin önüne engel olmak için o müslümanı fitneci diye çevresindekilere tanıtmaları.


İşte tüm bunlar birer hastalıktır. Bizler bu önemli küffar yada küffara götüren hallerden nefsimizi uzak tutmalıyız. Tekrar hep birlikte peygamberimizin dizi dibinde toplanmalıyız. Çünkü O (SAV) aramızda sünneti ile yaşıyor. ANCAK O ZAMAN FIRKAYİ NACİYE OLABİLİRİZ

"De ki: Ey kitab ehli Tevrat'ı, İncil'i, ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir-şey üzerinde değilsiniz. Andolsun Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun azgınlıklarını ve inkarlarını artıracaktır. Sende kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma." (Maide Sûresi, 5/67-68)
Allaha Emanet Olunuz
05 Ocak 2012 05:11
kamer34
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Esadullah bey şianın içerisinde şirk ve küfrün olduğu su götürmez bir gerçektir. Tasavvuf dinin birçok bozuk fikirlerinden diğer mezhepler gibi şiada gerekli kadar nasibini almıştır.

Bu konu mevlüt abimin vereceği cevaptır.

Muhammed bin Abdulvehhab Keşfüş-Şübuhat adlı eserinde Kelime-i Tevhidi de kendine göre açıklamış ve kendi yolundan gitmeyen, fikirlerini tasdik etmeyen bütün Müslümanları kafir ilan etmiştir.

Cevap:Sayın güzel abim tevhidin elli türlü açıklaması yokki Muhammed bin Abdulvahhab kendi anlayışına göre tevhidi açıklmaış olsun. Bilemiyorum siz o kitabı okudunuzmu.

Osmanlı ulemasının kişi ne yaparsa yapsın diliyle “lailaheillAllah” dediği müddetçe dinden çıkmaz müslüman olarak vasıflandırılır,işte bu mantığa muhammed bin abdulvahhab konuyu ele alır sözünü ettiğiniz kitabında ve diğer kitaplarında geniş şekilde delilleri ile bu mantığı çürütür.

Muhammed bin abdulvahhabın bu fikirleri farklı birşeydir ingiliz ajanı olduğu ithamı farklı birşeydir. Tabiki insanların fikirleri tartşılabilinir red yada kabulde edilebilinir. Bu başka birşey iftira atıp bunu kanıtlayamamk başka birşeydir.
Bugün medineweb forumda fecr hocamın ahmet kalkandan tevhidi bozan haller başlıklı bir yazısını gördüm. Tehvidi bozan hallerin başında da helal haram yetkisinin bazı insanlara yada mercilere tanılmasıdır.

Mevcut olan günümüz cahilliye toplumları bu yetkiyi oy kullanmak suretiyle gerçekleştirmiyorlarmı? O halde açıkça şirk olan bu ameli işlyen toplumların olmayan tevhid akidesini bozduğunu söylemek sahibini dinin dışına ittiğini söylemek tevhidi kendi kafasına göre yorumlamak demekmidir?

Melaen : Biz tevratı incili indirdik yahudi alimleri yada hakimleri onunla insanlara adaletle hüküm versinler diye maide/ sanada bu kuranı indirdik onunla hüküm veresin diye buyuran yüce rabbimizin bu buyruğu dururken bugünki mevcut yargı hangi dinin esaslarına göre hüküm vermektedir.


“Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).”


““Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab'ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk'tan gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde” hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.””MAİDE/48


"Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum vahzerhum en yeftinûke an ba’dı mâ enzelallâhu ileyk(ileyke) fe in tevellev fa’lem ennemâ yurîdullâhu en yusîbehum bi ba’dı zunûbihim ve inne kesîran minen nâsi le fâsıkûn(fâsıkûne)."
“”Ve onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına uyma. Allah'ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Bundan sonra eğer (Hakk'tan) yüz çevirirlerse, o taktirde bil ki artık Allah, bazı günahları sebebiyle, onları bir musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu gerçekten fâsıklardır. “”Maide/ 49

Kişi bu amelleri işlediği müddetçe istediği kadar diliyle “lailaheillAllah” desin birşey ifade etmez. İşte bu Muhammed bin Abdulvahhab tüm kitaplarında vurgulamak istediği ana tema bu. Bunun nersi yanlış.

Tevessül ile ilgili dün bir makale yayınladım tasavvuf dinindeki tevessül anlayışı bile tevhidi bozan hallerdendir.

Sonuç: insnaların fikirlerini tartışmak farklı birşeydir onlara iftira atmak farklı birşeydir.

Buradan olaya bakablirsiniz inşallah şimdi elbette savunduğunuz bir kişinin hitabı size göre yanlış olmayabilir kardeşim, siz nasıl ki Mürşidler ve Velilere isnatlarda bulunuyor ve delil sunuyorsanız elbette bunu yapmak herkesin de hakkıdır.Sonuçta Tarih ortada ve yazılı deliller de ortada bu yazılanlar uydurulupta yazılmadı buna emin olun ….Öyle olsaydı gine konunun başında şu şekilde bir giriş yapılmazdı ;
Alıntı

Bakın sayın abim benim kimseyi falan savunduğum yok . hak kimden gelirse gelsin doğrudur batıl ise kimden gelirse gelsin batıldır savunulamaz.
Sizlerin içerisine düştüğü vahim hata kanımca şu olsa gerek. Alimler veliler ilim ehli insanlar ancak şu ayetin hükmü gereğini yerine getirdikleri takdirde itaat edilmeyi hak ederler. Ayete bakalım.

“”Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi).Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. “”MAİDE 44.

Allah'ın kitabını korumaları gerekirken kalkıp panteizmi kavram değişikliği yaparak tasavvuf adı altında islam diye lanse etmek Allah'ın kitabını korumak olmadığı gibi veli yada mürşit olmayıda hak ettirmez.

İnsanlara itaat ancak Allah'ın belirlemiş olduğu sınırlar çerçevesinde gerçekleşebilir.

Tağuti rejimlerlerle gönül bağı kurarak onları rey vermek suretiyle destekleyenler Allah'ın hükümleri ile hüküm etmeyen kafirlere velayet vermek, mürşitlik değil, düpedüz müşrikliktir.

Bunu söylemek kuranın özünün ta kendisidir.Bunu söylemek ingiliz ajanlığı değildir.
Kim bir hokkabazlık yaparsa cahil toplumlar tarafından hemen ya mürşit yada veli ilan edilirler.

Maneviyatlarıyla bilmem kaçbin kilometre uzaktaki sözde bir müride yardım edebileceiğini iddia etmek Allah'a şerik koşmak anlamına gelmekten başka birşey değildir.

Şimdi size daha evvelde astığım tevhidi bozan 40 maddeden meydana gelen ve islam dininin olmazsa olmazları olan hükümleri kurandan ve sahhih sünnetten delil getirerek yanlış olduğunu ispat etmeye davet ediyorum inşallah.

Bu 40 maddeye uygun bir hayat tarzı seçen insanlar inşallah müslümandırlar. Tevhidin gereklerini yerine getirmeyen insanlar ise namaz kılasalar, oruç tutsalar, hacca gitseler bile onlar asla islam dairesi içerisinde yer alamazlar.

Dinin aslını oluşturan konularda iman edenler ve imanlarına şirk küfür bulaştırmadıkları müddetçe zina etseler, hırsızlık yapsalar, üçkağıtçı olsalar yine dinden çıkmaz müslüman statüsünde değerlendirilerler.

Şunuda unutmayın biz Muhammet Abdulvahhab yada başka hiç kimseyi Şirk ehli yada Kafir ilan etmeyiz ama biz ve yolumuzda olan herkes Şirk ehli Küfür ehli olarak nitelendirilir . Oysa İnanan insan ve Müslüman olduğunu söyleyen bir insana Kafir yada Şirk ehli denemez ….
Alıntı
Esadullah bey kusura bakmayın ama sizin hiç kimseyi şirk ve küfürle itham ettiğiniz tarih boyunca vaki olmuşmudur. Tasavvuf dinine göre hz. Musa ile firavunun mücadelesi bile boş bir mücadeledir. Hatta mevlana dahada ileri giderek “firavun ve musanın mücadelesinde firavun haklıydı”diyecek kadar sapıtmıştır.

Müslüman olmak taraf olmak demekir.
Müslüman olmak kafirlerin saflarından çıkıp müslümanların saflarına katılmak demektir.
Müslüman olmak hakka teslim olmak demektir.
Müslüman olmak önce red sonra kabulu gerektirir
Müslüman olmak firavunlara karşı hz. Musa (a.s) ların saflarında yer almaktır.

Daha düne kadar demirellere ecevitlere özallara rey verilmesi gerektiğinin fetvasını veren güyya mürş-it-ler nasıl Allah'ın dostları oluyorlar doğrusu anlamak mümkün değil
Allah’a emanet olunuz
05 Ocak 2012 03:08
Yitiksevda
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Kur'anı anlamak ve yaşamak zorundayız burda Sünnet hususunda görüşlerim açıktır bakmanızı rica edecem....
05 Ocak 2012 03:04
Yitiksevda
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Şia ;

Komple bir tarihi ele almıyacağım Şia dan faydalandığınızı söylediniz , Bugün Tarikatlar Şirk batağından diyirsunuz Şeyhler kendilerini İlah ilan etmiş diyorsunuz.

Cevap:
(Halende diyorum Hepsi birer ilah'a dönüştürülmüş ve Şirk Bataklığındadırlar)

Bakın fıkıhta taklit ettiğiniz Şia mezhebinin 22 grubu aynı kaynaktan ve farklı düşüncelerden kendi içlerinde bile ayrılmışlar , Şimdi şirksiz bir yol isteyen size Şia kaynaklarından bazı akatarmalar yapmak isterim ...

Cevap: Bu fikirleri kabul edenlerde Şirk bataklığındadır...Fıkhi bağlayıcılığı yoktur...Şimdi değerli kardeşim siz Şianın bazı fırkalarında var olan sapkınlıkları sundunuz amenna kabul ediyorum asla ve asla benimsemiyorum ve karşıyımda...Bende kalkıp burda Sünni ekole ait hataları ifşa etsem bize ne faydası olacak bundan kimler nemalanacak ...Sünni alimler olarak isimlendirilen 4 İmam başımın tacıdır saygı duyarım ve ortaya koymuş oldukları görüşleri sizin deyiminiz ile Ehli sünnet diye adlandırmam Hakikat olarak alırım Kur'an ve Sünnete uygun olmayan görüşlerini ise benimsemem almam bu kadar rahatım...

1. Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra üç kişi hariç herkes İslam’ı reddetti: Mikdad, Ebu Zer ve Selman-ı Farisi! (Kur’an-ı Mecid, Makbul Hüseyin Dehlevi, Sayfa 134)
2.Tüm imamlar makam ve mertebe olarak Hz. Muhammed (sav)’e denktirler. (Usûl-u Kâfi, Cilt 1, Sayfa: 270)
3. Gerçek Kur’an-ı Kerim’de 17.000 ayet vardır! (el Şafi, Cilt 2, Sayfa 616)
6. Bizler Allah’ın nazarında kullarının gözleriyiz ve tüm insanlık için nihai otoriteyiz. (Usûl-u Kâfi, Cilt 1, Sayfa 145)
7. Kur’an-ı Kerim’in tam bilgisine İmamlar hariç kimse sahip değildir. (Usûl-u Kâfi, 1, Sayfa 228)
8. “Bidat”; Allah (cc) haşa yalan söylüyor. (Türkiye’deki Şii Caferiler de dahil tüm Şiilerin en temel eseri olan Usûl-u Kâfi, Cilt 1, Sayfa 148)
9. Hz. Ebubekir (ra) öldüğü sırada kelimeyi (şehadet) söyleyemedi! (Israr-ı Muhammed, Sayfa 211)
10. Ali İlahtır! (Cila’ul-Uyûn, Cilt 2, Sayfa 66)
11. İmamlar İlahtır. (Cila’ul-Uyûn, Cilt 2, Sayfa 85)
12. Pakistan hakiki Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmiştir, şimdiki Kur’an anlamsızdır. (Hazar Tümhari Das Hamari, Sayfa 554)
13. Hz. Ömer (ra)’in kafirliği hakkında şüpheye düşmek küfürdür! (Cila’ul-Uyûn, Sayfa 63)
14. Abdullah İbni Sebe İmamet’in zorunlu olduğunu savundu ve Hz. Ali (ra)’nin gerçek ilah olduğunu iddia etti. (Envar-ı Nu’maniye, Cilt 2, Sayfa 234)
15. Hz. Ali (ra)’in ilk halife olduğunu inkar edenler kafirlerdir. (Envar-ı Nu’maniye, Cilt 3, Sayfa 264)
16. Hz. Ayşe (ra) kafir bir kadındı. (Hayat’ul Kulûb, Cilt 2, Sayfa 726)
17. Bizler halifesi Ebubekir olan ne Allah’ı ne de Peygamberi kabul etmeyiz! (Envâr-ı Nu’maniye, Cilt 2, Sayfa 278)
18. İmam Peygamberin (as) sahip olduğundan daha fazlasına sahiptir. (Usûl-u Kâfi, Cilt 1, Sayfa 388)

Şimdi bu denli açık ve seçik bir Şirk işleyen mezhebi nasıl taklit edebiliriz ki sevgili kardeşim?

Bu tür anlayışı kabul etmek ve bunları Şia'nın tümüne mal etmek bana şu sözü hatırlattı:

''Kişi Bilmediğinin Düşmanıdır'' Allah aşkına bu görüşler hangi Müslümana yakışır akli selim birinin bu görüşleri benimsemesi aptallıktan/sapkınlıktan başka bir şey değildir...Hz Aişe Annemizdir Son asrın Alimlerinden Allah'ın rahmeti üzerine olsun Muhammed Hüseyin Fadlullahın Hz Aişe Annemiz hakkındaki fetvası:

İmam Cafer-i Sadık buyuruyor ki:

‘’Müminlerin annesine lanet etmek ,onlar hakkında kötü söz söylemek haramdır.her ne kadar Cemel savaşında yanılmış olsa da.Onlara ikramda bulunmak.Allah resulü Muhammed (s.a.a)’e ikramda bulunmaktır.

Kaynak: Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlullah.

Allah resulünün eşleri hususunda Kuran açıkça hükmü vermiştir bu hüküm üzerine kimse kalkıp hüküm veremez aşikardır...Annelerimizdir hepsi...

Usuli Kafi hususunda haklılık yönleriniz var lakin Sizin vermiş olduğunuz kısımları bende olan Farsça Usuli Kafiden bakacam böyle bir şey var ise Adil olma anlayışı ile sunacam yoksa eğer bu iftiraları atanları Allah'a şikayet ediyorum:


Fıkıh konusuna gelince;
Evvela şunu bildirmek isterim konu “Hakkı konuşmaksa utanmak olmaz” şimdi size şunu soruyorum Şia Mezhebinde Bakara – 222 ayeti gerek gösterilerek kişi hanımı ile ters ilişki kurabilir. Buna kanıtları da ayette gecen “haysu” kelimesidir oysa bu kelime tamamen mekana baktığından hayız olarak adlandırılamaz.

Şimdi bu denli sapık bir fıkhi görüşe mensup olan mezhebe nasıl bağlı olur bir insan yada benimser?

Bu ayet ve hadisle sabitken hemde, bu sapıklık değimlidir?Ve şia da bu hüküm hala mevcuttur…….

Böyle bir iananışın fıkhi hükümleri nasıl güvenilir olurki ?

Bakara 222 Ayeti Kerime'de geçen ''Haysu'' Kelimesi Kur'anda 31 yerde geçer : Mübhem mekan zarfı olup kendisinden sonraki kelime yahut cümle kendisini açıklar.Mücerred olarak من harfi cerriyle birlikte getirilir....yerde...yerden manasını ifade eder....

Tefsir kaynaklarına bakmanızı rica edecem size burda bu konuyu sunmak isterdim lakin İmam Humeyninin bu iftiralara cevap niteliğinde 40 sayfalık bir yazısını buraya aktaramayacam Hiçbir Şia alim bu görüşü benimsememkte lakin Kur'anın bu ayetini açıklarken sarf nahiv gramer usullerine göre yorumlar mevcuttu ama kimse cevaz vermemiştir bu konuyu burda tartışmak dahi abestir ama siz isterseniz bu husustaki iftiralara cevap niteliğinde El Mizan tefsirinden ve İmam Humeyniden cevapları sizin mail adresinize atabilirim....

Baştada söylediğim gibi Kur'an ve Sünnete uygun fetvaları benimserim kimden geldiğine bakmam yeterki hakikat olsun Allah'ın kelamına Resulünün yaşamına sünnetine uygun olsun ....
05 Ocak 2012 02:25
Yitiksevda
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Şimdi Mutezile itikatına bakalım ;
Beş temel inanış şekilleri vardır tarihte ve Mutezile hakkında ki görüşler zaten ortadadır.Ehli Sünnetle ayrıştığı noktalarda zaten kendilerine cevap verilmiştir.Mutezile mensupları Hz Osman ve Hz Ömer zamanın da da bir çok savaştan uzak durmuş ve Müslümanları yalnız bırakmışlardır.Bu da kaynaklarda geçmektedir.Elbette bu böyle olmadı diyen yazılarıda sunacaksınızdır…..Ayrıca bir dönem Emevi ve Abbasilerde bu görüş benimsenmiş ve Ehli Sünnet inancını savunan bir çok Alim şiddete maruz kalmış ki İmam Hambel bunlardan birisidir.Bu da Kurana ve İslama nasıl bağdaşlaştırılır şaşmak lazım …

CEVAP:
Bizler emevi dönemini konuştuğumuz için Abbasi dönemi memnun zamanına binaen eleştiri yapmışsınız haklı olarak lakin o dönemde yapılan zulüm ve haksızlıkları aklayacak kadar adaletsiz davranamam Zincire vurularak yargılanmak üzere götürülen Ahmed bin Hanbelin direnişi takdire şayandır

Memnun ve etrafındakilerin Müslümanlara zorla fikirleri empoze etmeye çalışması buna karşı çıkan kesimlere zulmedilmesine sebep olanlara sevgi ve muhabbet besleyeceğimi aklınızdan dahi geçirmeyin…

Sizinle Muaviye Fasık/Zaliminin yapmış olduğu tüm cürümler hakkında deliller ile konuşmamıza rağmen o kadar delil sunmama rağmen bir türlü Zalime zalim diyemediniz bu taassup değilmi?

Sizinle İslam tarihinde yaşanan zulümlerin asıl müsebbibi olan Beni Ümeyye hanedanlığının zorbalıklarını deliller ile konuştuk lakin siz Mutezile fırkasına kendi pencerenizden hatalı ve yanlış olduğunu izah ettiniz...

Mutezile Fırkasının Kuran ve Sünnete uyan birçok fikrini benimsediğim gibi Şianın da taassuptan uzak birçok fikrini benimsemekteyim bu Sünni kesime karşı olduğumu ifade etmez. Çünkü Allah'ın rahmeti üzerlerine Olsun Sünni ekolün âlimlerinden İmam Ebu Hanife İmam Şafi İmam Malik İmam Ahmed B hanbel gibi şahıslar bu Zalim yöneticiler ile kıyasıya mücadele etmiş ve ŞEHİD olmuşlardır eğer çok oturaklı insanlar olsa idi Beni Ümeyye soyu bu saymış olduğum imamlar onlara biat eder ve onlar ile beraber hizmet ederdiler Ebu Hanife’nin şahadetinin sebebini siz daha iyi bilirsiniz?

Allah Resulünün ''Ali'yyun minni ve ene minhu'' ''Ali bendendir ve ben de Ali'denim'' ve daha birçok sözüne rağmen Hutbelerde 80 yıl Lanetleyen Zalime nasıl saygı sözcüğü kullanılabilir?

İmam Ahmet Bin Hanbelin Muhammed Ebu zehranın Mezhepler tarihinde nakli ile sabit olan bu zulmün neresi adilane bir davranış... Ehlibeyte yapılan kıyım Arapçı emevi zalimlerinin işi değilmi... Bizlere ulaşmış olan Kur'anın korunmuşluğu dışında kalan tüm bilgi ve belgeler Emevi zorbalarının saltanat dinciliği üzerinden gelmemişmidir...

Size sunacağım şu tarihi vesika ile sonuca varalım:

Dehşet Katliamı (Harre) Emevi zorbalarına karşı çıktıkları için medinede 80 kusuru sahabe olmak üzere yaklaşık on bin kişi katledildi. Cinayetlere ödül olarak Emevi katillerine üç gün boyunca yağma ve her tür ahlaksızlık serbest kılınması:

Bu canilere verilen serbestiyet sayısı 1000 yakın Müslüman kadının ırzına geçmeye kadar varmıştır.

Meskeni yağmalanan Sahabelerden Ebu Said el Hudri’nin sakallarının tek-tek yolunması gibi zulümlerin işlenmesine sebep olan Yezit (Lanetullahi aleyhi) İslam ümmetinin başına kral olarak atayan babası ne kadar masum olabilir ve bu yapılan zulüm, talan, ırza geçme gibi fiillere oğlunu bildiği halde zorla biat toplayan muaviye ye Hz denilirmi?
(İbn Kuteybe El İmame ve’s siyase 1-180-190)

Yezit in ordu komutanlarından olan Müslimin yapmış oldu katliamlardan sonra zorla biat yeniletmede kullanmış olduğu metod üzere biat etmeyenlerin katli ve Abdullah bin zübeyrin kabeye sığındığını bahane ederek Beytullahı mancınıkla tahrip etmesi ve Harre olayında Medineli Müslümanlara komutanlık eden Abdullah bin hanzala Allah’ın rahmeti babası üzere olsun Uhud savaşında Şehid olan ve Allah resulü tarafından ‘’Meleklerin yıkadığı şehit’’ diye anılan hanzalanın oğlunu öldüren gruha en büyük ödülü vermesi (Tarihçi İbn Sad) ve emevi taktiği olarak sonradan bu askerleri öldürtmesi Küfrüne kafi gelmiyor ise sözün bittiği yerdeyim…

Harre olayını daha detaylı incelemek isteyen kardeşlerimiz İbn sad’ın tabakat İbni Kuteybenin El imame ve’s siyase İbn Abd Rabbih’in el ikdul ferid kaynalarına bakabilirler…

Mevlüt Hönül
Malazgirt


(Esadullah kardeşim tüm sorularınıza cevapları vereceğim inşaallah hatalı veya yanlış gördüğünüz bölümleri lütfen belirtin bizde doğrumu yanlışmı olduğunu açıklayalım : )
05 Ocak 2012 01:58
Yitiksevda
Cevap: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu’nun Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin T

Esadullah Kardeşim:
Esselamu aleyküm

Başlamadan evvel demek isteriz ki aslında bu konuyu açma amacımız az da olsa bizi anlayabilmenizdir. Bizim savunduğumuzu ve size karşı nasıl göründüğümüzü anlayıp inançlara ters paylaşımlar olduğunda neden savunma ihtiyacı duyulmasıdır.

Evvela sizin Ehli Sünnet inancı taşımadığınızı ve bu inancı şirklere bürünmüş olarak gördüğünüzü, Sünnetin ehemmiyeti olmadığını, kula sadece Kuranın yeteceğini ve Peygamberin s.a.v sadece bir elçi ve insan olduğunu savunduğunuzu ve Tarikatlarında şirk yerleri olduğunu savunduğunuzu bilmekteyiz, Yanlış anlaşılmasın sakın, bu sizi yermek için yazılmış bir yazı değil aksine Aile ve Akrabalarımızda da sizin görüşlerinizde olan ve sık sık Münazara ettiğimiz dostlarımız olduğundandır….

Cevap: Başta şunu belirteyim Ehli Sünnet veya başka isimlendirmeler yapaydır İslamın özünden olmayıp daha sonradan türemiş kavramlardır.Hiçbir ehemmiyeti olmayıp fırkalaşmalar neticesinde ortaya çıkmış isimlerdir...Kendilerini kutsamak isteyen hemen her ekol Allah resulüne ait olmayıp onun sözüymüş gibi uydurmalar ile kendilerini aklamayı başarmışlardır..Hadisler ile konuyu ele alır isek istediğiniz kadar aynı düşünceleri red eden ve kabul eden rivayetleri bulmak hiçte zor değil çünkü herkes kendi düşünce sistemini kabullendirmek için Allah resulüne kendilerini yaslamış ve onun adına sözler üretmişlerdir..

Sünnet'i kabul etmediğimi düşünmeniz bile çok büyük bir hatadır...Kur'an'ı Sünnet olmadan anlayabiliriz mantığına her daim karşı durmuşumdur Sünnetsiz Kuran Kuransız Sünnet olmaz anlaşılamaz....

Namaz,Zekat,Hac,Oruç vb ibadetlerden tutunda ceza,miras,evlenme, gibi hukuki konular gibi pek çok konuda Kuran'i Kerimde temel ilkeler verilmiştir, Lakin bir çoğunda tafsilata girilmemiştir.Böyle bir durum söz konusu iken Kuran dışında başka hiç bir bilgiye gerek kalmaksızın yeterlidir demek kendi kanımca her şeyden önce Hakikatlere ters düşer.Çünkü Peygamber efendimiz kendi döneminde,Kuran'ın anlaşılması ve uygulanması bazında teferruatlar ile ilgili hususları belirtmiştir.

Kuran'i kerimi bir ansiklopedi kitabı gibi görmek ve her konu ve hususta en ince ayrıntıya kadar,beşer hayatının her alanını düzenleyici nitelikte olduğunu iddia etmek yanlış bir yaklaşımdır.Çünkü İnsanların yaşamları boyunca karşılaşacakları Bireysel toplumsal evrensel problemler sınırsızdır bu hususlarda Kuran bizlere TEMEL ilkeleri vermiştir.Dinin tamamlanması hususu TEMEL ilkeler bazındadır demek doğru bir görüştür. Bu görüşe dayanarak Peygamber efendimizin SÜNNETİ ile bizlere ulaşmış olan açıklamaları reddetmek için yeterli bir sebep teşkil etmez.

Hadislerin ve Sünnetin İslam dininde delil olmadığını savunanların dayandığı Ayeti kerimeyi verip öyle devam edelim:

Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz. (Hicr 9)

Bu ayeti kerimede Kuran'ın korunacağı garantisi verilmiştir. Ve Bu ayeti kerimeyi deli olarak alanlar Allah'ın Kuran'ı koruyacağı garantisini verdiğini .
Şöyle bir yaklaşım sergiliyorlar ''Şayet'' Sünnette Kuran gibi korunmuş olsa idi Allah onuda korurdu şeklinde bir mantık ile yaklaşmaktadırlar. Lakin Ayetin nüzuluna siyak ve sibakına baktığımızda burada anlatılmak istenen konunun Sünnetin korunup korunmadığı meselesi değildir.Bilakis ayeti kerime Kuran’ın gerçekliği ile alakalı tartışmalara cevap niteliğindedir.

Ayeti kerimeye birde şöyle bakalım?

Ayeti kerime’de ‘’Biz sadece Kuran’ı Koruyacağız’’ ifadesi geçmediği için,Kuran dışındakiler (Sünnet) korunmamıştır sonucu çıkarılamaz.Düşünen insanlar olarak Kuran indirilmeye başlandığı günden bugüne kadar bizlere İnsanlar aracılığı ile ulaşmıştır.Vahyin iniş sürecinde Peygamber efendimizin onu yazdırması,Ezberletmesi ve nesilden nesile aynı metod ile bizlere kadar ulaşması ‘’Tevatüren’’ suretiyle gerçekleşmiştir.

Aynı metod ile bizlere ulaşan ‘’SÜNNET’’ tevatüren olduğuna göre,Kuran’ın özü ile mütevatir olması arasında fazlaca fark yoktur..Mutezilenin deyimiyle ‘’Yaşayan Sünnetler ‘’.Yalnız şu noktayı belirtelim.Mütevatir olmayan ve Ahad hadisler aracılığı ile bize gelen ‘’SÜNNET’LERİN’’ Kesinlik ifade etmediği,sadece görüş olarak ileri sürülebilir, Bu görüşü mesnetsiz olarak değilde Birçok İslam Ulemasının aynı görüşte olduğu bellidir. Yalnız ‘’Ahad’’ hadisler yolu ile bizlere ulaşmış olan,Sünnet’lerin Kuran gibi korunduğu söylenemez.Bu söylenemeyeceği gibi Sünnet’in Müslümanların bilgi kaynağı olduğu ve bu durumunda olan Hadislerin tümünün uydurma ve asılsız olduğu anlamınada gelmemelidir.Böyle bir düşünce sistemi kesinlikle kabul edilemez bir olgudur.

‘’SÜNNET’İ’’ Delil olmaktan çıkarma amacında olanların başvurdukları Ayeti kerimelerden biride şudur:

"Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf 40)

Bu ayeti kerime’de ‘’HÜKÜM YALNIZCA ALLAH’INDIR’’ kısmı bir dönemler Haricilerin ayaklanmalarında kullandıkları ‘’Sloganları’’ idi.Bu ayeti kerime Kuran’i Kerim’de 3 yerde geçmektedir.

De ki: "Ben, gerçekten Rabbimden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz (azab) yanımda değildir. Hüküm yalnızca Allah'ındır. O, doğru haberi verir ve O, ayırd edenlerin en hayırlısıdır."
(EN'AM/57)

Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiç bir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler."
(YUSUF/67)

(Enam suresi 57 )Bu ayeti kerimeye bakarak, ‘’HÜKÜM’’ verme yetkisinin Allah’a ait olduğu .’’Onun’’ dışında kimsenin dinde Hüküm verme yetkisinin olmadığı ve Peygamber efendimizin ‘’KURAN’’ dışında hüküm koyamayacağı öne sürülmektedir ve Bu ayeti kerimeler ile ‘’Sünnet’in ‘’ delil olamayacağı sonucu çıkartmaktadırlar.

Bu sonucun doğru veya yanlış olduğu kanısına varmak için Ayetleri incelemeye tabii tutalım:

Ayeti kerimelerde açıkça Yasama yetkisine kimin sahip olduğu ve kiminde olmadığı hususu ile ilgili değildir. Konu ‘’Müşriklerin’’ Peygamber efendimizi susturmak için ortaya attıkları ‘’Kendilerine azabın gelmesi ‘’ İsteğinin gerçekleşmesinin. Peygamber efendimizin elinde olmadığının, Allah’ın yetkisinde olduğu ile ilgilidir. Bu ayetlerin ‘’Sünnetin’’ delil olmadığını ispat etmek için kullanılması apaçık Ayetleri saptırmaktan başka bir şey değildir.

(Yusuf suresi 40.) Ayeti kerimesinin ‘’Sünnet’in otoritesi ile alakalı olmadığını ispatlayalım:

Ayeti kerimede Yusuf (a.s) tarafından Zindan’da bulunan arkadaşlarını ‘’ŞİRK’TEN’’ kurtarmak amacıyla söylenmiştir.Ayeti incelemeye tabii tuttuğumuzda ‘’SÜNNET ‘’ile alakalı olmadığı bizzat ‘’ŞİRK’İN ‘’ yanlışlığı ve ‘ULUHİYET’İN ‘’ sadece Allah’a ait olduğu hususudur.Bu ayetin de siyak ve sibakını gözardı ederek ‘’Sünnet’in’’ otorite olamayacağını söylemek Ayet’i kerimeyi saptırmaktan başka bir gaye taşımamaktadır.


(Yusuf suresi 67) Bu ayeti kerimede’de Yakup (a.s) evlatlarına yaptığı nasihatler ile alakalıdır.Yakup (a.s) Mısır melikin huzuruna vardıklarında onlara nasıl gireceklerini ve şayet bir sorun ile karşılaştıklarında , Bunun ‘’ALLAH’IN TAKDİRİ ‘’ olduğunu ve bu konuda hiç bir şey yapamayacağını anlatmak bazında Ayeti kerimedeki sözleri söylemiştir.Önceki ayeti kerimelerde değindiğimiz gibi Bu ayetinde ‘’SÜNNET’İN ‘’ otoritesi ile alakalı bir durum söz konusu değildir.


Vermiş olduğumuz ayeti kerimelerde zikredilen Ayetlere dayanarak ‘’SÜNNET’İN ‘’otorite olmadığını çıkarmak mümkün değildir. Bizim anlayacağımız ‘’Hüküm ancak Allah’ındır’’ demek, Allah ihtiyaç duyduğumuz ve karşılaşabileceğimiz her konuda detaylı hükümleri tek tek göndermiştir, demek değildir. Bilakis ‘’Hüküm Vermede’’ başvurulması gereken ‘TEMEL’’ ilkeleri ve değerleri vazetmek sadece ‘’ALLAH’A ‘’ ait olduğudur.Peygamber efendimizin bu esasları göz önünde bulundurarak ‘KURAN’DA’’ açıkça çözüm olmayan konulara çözüm getirmesi ‘’HÜKÜM ANCAK ALLAH’INDIR’’ ilkesine aykırı değildir..KURAN’SIZ bir SÜNNET anlayış olamaz. Zaten Peygamber efendimizin yaşamı KURAN ile bire bir di..Konu çok uzun yazmaya çalışsam günlerce sürer eğer takıldığınız hususlar olursa Allah’ın bahşetmiş olduğu ve gayret ile geliştirmeye çalıştığım bu tür konularda her tür kafa karışıklığını giderme hususunda buradayız.

Bu güne kadar Klasik ''Sünneti'' reddetme eğiliminde olan kesimler, Yalnızca KURAN'IN yeterli olduğunu savunanlar,Peygamber efendimizin Görevini sadece ''Kuran'ın'' Tebliğcisi konumunda görerek, adete Peygamber efendimizi bir ''Postacı'' konumuna getirmeye çalışmakla Kurandaki Peygamber tasavvuru dışında bir olguya doğru hızla kaymaktadırlar.Bu tür görüşlerin İslam ümmetine zarar vermekten başka yanı yoktur.


Bizim ''SÜNNET'' anlayışımız şu ilkeler kapsamındadır.

1:Kuransız bir sünnet anlayışı Kuran'ı anlayamamaktır.
2:Sünnet İslamın esas gerçeklerindendir.
3:Bu islam gerçekliği Peygamber efendimizin tabiatı gereği olduğu gibi, Kuranın bir çok ayetinde açıkça beyan edilmektedir.
4:Sünnet Peygamber efendimizin bizzat Kuran'ı yorumlayarak uygulama biçimidir.Sünneti sünnet yapan ana esas Şekilcilikten ziyade ihtiva ettiği mana yönü hiç bir zaman unutulmamalıdır.
5:Sünnetin günümüzde anlayışın aksine hem lafzi hemde manası ile çoğu zaman da şekilden ziyade o şeklin altında yatan ilkesi kavranarak bizlere rehberlik edebilmelidir.Yoksa Şekil ile anlamadan uymak rehberliği anlayamamaktır.
6:Günümüz Sünnet anlayışlarına doğru bir bakış açısı ortaya koymak adına Kuran'ın pratik hayattaki yaşama biçimi olarak tanımlanan bir Sünnet anlayışı sayesinde Sünnet'i anlamayan kesimlere net bir cevap Kuran'ı ve sünneti beraber ele almakla sonuçlandırılabilir.
7:Sünnetin getirmiş olduğu hükümleri Kuran ile karşılaştırma yapmak ve bu karşılaştırma ile Sünnet'in getirmiş olduklarını temellendirmek sağlıklı bir yaklaşım ile sonuçlanır.
8:Bir hadisin Sünnet konusunda bizlere bilgi verebilmesi için, Onun sağlam olmasını anlayabilmek adına ''KURAN'' ile uyumu ve Peygamber efendimizin yaşamına ve Kuran'ın Ruhuna ters düşmemesi gereklidir.

Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab 21)

Sonuç olarak:Peygamber efendimizin en zor durumlarda bile hiç bir zaman dik duruşunu bozmadığını,Alemlere rahmet olabilmenin,Bütün İnsanlığa örnek Model olmanın adı,duruşu,yaşantısı,modeli bizlere ''SÜNNET'' olarak uymamız hususunda bu ayeti kerime ve daha bir çok ayetle emredilmiştir.

O zaman demek değimlidir ki sizinde mezhebiniz var?
Cevap: Mezhepli olmak ayrı Mezhepçilik Mezhep holiganlığı ayrıdır...

Ve hem de üç ayrı mezhep ve bu mezheplerin kurucuları , Fikir adamları da sizin imamınız Mürşidiniz olmuyor mu?

Cevap: Üç İmam yada daha fazlası Kur'an ve Sünnete uygun fikirleri açıklamış iseler Alimdirler ...''Ayeti kerimede ''Sizden olan Otorite/Ulul Emr (Emir Sahiplerine) '' Uyma emri gereği uyulur .Bu uymada yine Esas ölçü Kur'an ve Canlı Örneği Allah resulü ve Sapmadan onu takip edenlerdir...Burda Mürşid edinme mevzuuna gelince ...

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسٖيلَةَ وَجَاهِدُوا فٖى سَبٖيلِهٖ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ya eyyuhellezine amenuttekullahe vebteğu ileyhil vesilete ve cahidu fi sebilihi leallekum tuflihûn.

Ey müminler, Allah'tan korkunuz, sizi ona yakınlaştırabilecek her yolu arayınız, onun yolunda cihad ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.
(Maide-35)

Değerli kardeşim Ayeti kerimede Allah'a ulaşma/yakın olmak için yollar/vesileler aranması emrini Yine Allah açıkça İbadetlerimiz takvamız olarak belirlemiş iken ne yazık ki Bu ayet üzerinden kendilerini vesile/aracı gösterme mantığına sahip olanlar ayeti kendi heva ve hevesleri amacında yormakta ve insanlarada o şekil anlatmaktadırlar...

Mezhep:(Arapça: مذهب mazhab, çoğ. مذاهب‎ mazahib), bir dinin çeşitli görüş ayrılıkları nedeniyle ortaya çıkan kollarından herbirine verilen isimdir.


İslam dininde Sünnilik, Şiilik ve Haricilik olmak üzere 3 ana mezhep vardır. Bu mezhepler de çeşitli açılarından kendi içinde alt mezheplere sahiptir.

Sünniler günümüzde inanç açısından Maturidilik ve Eşarilik, fıkhi açıdan da sırayla Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerine bağlıdırlar. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefi mezhebi Maturidilik'e diğer üç mezhep (Şafii, Maliki ve Hanbeli) ise Eşarilik'e bağlıdır.

Bu mezhepler dışında, Sünnilik'te icma-i ümmete, kıyasa ve reye başvurulmasını kabul etmeyen, her sorunun çözümünü Kur'an'da, sünnette, sahabe ve tabiunun görüş ve uygulamalarında arayan bir grup daha vardır. Bunlar; Selefiyye veya Selefiyyun (geçmişe bağlılar) olarak anılır. Hanbeli mezhebi, Selefiyye anlayışına en yakın sünni mezhep olarak tanınır. Ayrıca günümüz Sünni alimleri tarafından Selefiler Sünni olarak görülmezler, Mücessime olarak görülürler.Bu alimlerin onları farklı görmesi onların yanlış olduğu anlamı taşımaz..

Şiilerin günümüzde bağlı olduğu en büyük fırka ise İmamiye (Caferiyye) dir. Bunun dışında sayıları az olmakla birlikte Zeydiyye ve İsmailiyye fırkaları da günümüze ulaşmıştır.

Peygamber'in zamanında ‘mezhep’ var mıydı?

Mezhepler ayet ve hadisleri farklı anlamaktan kaynaklandığına göre, Peygamberin zamanında mezhep olması düşünülemez.Çünkü Peygamber zamanında bir mesele olduğunda, sahabiler Peygambere geliyor, soruyordu. Peygamber hüküm veriyor, muhakeme için gelenlerin davalarını neticeye bağlıyordu.

Şayet sorulan şey yeni ve hakkında ayet bulunmayan bir konu ise bekliyordu. Bu soru üzerine o konuda Allah (cc) tarafından bir ayet indiriliyor, konu hakkında hüküm bildiriyordu. Eğer ayet açıklamaya muhtaçsa, Peygamber o ayeti izah ediyordu.

Peygamber bir meselede ne diyorsa, Sahabiler onu yapıyorlardı. Çünkü bununla ilgili Allah’ın emri vardı: De ki (ey Peygamber): "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin; zira Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır."
(Ali İmran 31)

Başka bir ayet de şu anlamdaydı: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir.…” (Haşr 7)

Böyle olunca, Peygamber hayatta iken farklı mezheplere ihtiyaç yoktu.

İtikadi Açıdan Mezhepler İtikadi açıdan mezhepler iki tanedir.

• Maturidi mezhebi; İmam Maturidi tarafından kurulmuştur.
• Eş'ari mezhebi; İmam Eş'ari tarafından kurulmuştur.

Bu iki mezhep temelde birdir. Ancak teferruata ait kırka yakın konuda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Fikir ayrılığına düştükleri konular sadece ayrıntılardan ibarettir.

Ameli Açıdan Mezhepler Ehl-i Sünnet itikatında, ameli konularda dört mezhep vardır:

• Hanefi mezhebi; İmam-ı Azam Ebu Hanefi'ın adını taşıyan mezheptir.
• Şafii mezhebi; İmam-ı Şafii'ın adını taşıyan mezheptir.
• Maliki mezhebi; İmam-ı Malik'ın adını taşıyan mezheptir.
• Hanbeli mezhebi; İmam-ı Hanbel'ın adını taşıyan mezheptir.

Şiilik
• Caferilik; İmam Cafer-i Sadık'ın adını taşıyan mezheptir.
• Zeydilik; İmam-ı Zeynel Abidin'in oğlu Zeyd bin Ali'nin adını taşıyan mezheptir.
• İsmaililik; İmam Cafer-i Sadık'ın büyük oğlu imam İsmail'in adını taşıyan mezhep.

Kur'an’i Kerim'de Ayrılık ve Çekişme
”Sakın kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp çatışmaya düşenler gibi olmayınız. Böyleleri için büyük bir azap vardır..”
(Ali İmran 105)

”Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız, gücünüz parçalanıp gider.”
(Enfal 46)

”Dinlerini parça parça edip, fırka fırka ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.” (En’am159)

”O dini dosdoğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin diye dinden Nuh’a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimizi İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi size de şeriat yaptı.” (Şura 13)

İslam dininde, fıkıh yani İslam hukuku konusunda anlayış, metod ve uygulama açısından farklı düşüncelere sahip mezhepler bulunur.Bu mezheplerin başlıcaları şunlardır:

Sünni mezhebinin takip ettiği dört büyük fıkıh mezhebi:

• Hanefi mezhebi (Hanefilik)
• Şafii mezhebi (Şafiilik)
• Maliki mezhebi (Malikililik)
• Hanbeli mezhebi (Hanbelilik)

Şia mezhebinin takip ettiği fıkıh mezhepleri:
• Zeydiyye mezhebi (Zeydiyye)
• Caferi fıkhı (Caferiyye) (İmamiye)
• İsmailiyye mezhebi

Ayrıca diğer bağımsız fıkıh mezhepleri ve alimleri mevcuttur;
• Zahiri mezhebi (Zahirilik)

Mezhepler hakkında bu bilgiler ışığında Mezhepli olmak ve Mezhep Holiganlığı yapmak arasındaki farkı birbirinden ayıralım,Mezhepli olmak vardır yalnız Mezhepçi olmak Holiganlıktır.

Mezheplerin çıkış noktasında farklı bakış açılarından yapılan yorumlardır,Hiç bir mezhep Kuran ve sünnet ile belirlenmiş itikadi konularda İmani hususlarda ayrılığa düşmemiştir sadece uygulamalardaki Farklılıklarda ayrılığa düşmüşlerdir. Mezhep imamları hiç bir zaman diğer mezhep imamlarının görüşlerine küçük düşürücü vs bir tutum sergilememişlerdir,aksine bunu yapanlar Mezhepleri dinleştiren ve İslamın olmazsa olmazı gösteren zihniyetlerdir.

Bakın İmam Malik kendi yorumları hakkında şu görüşü beyan etmiştir:

“Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı inceleyiniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir.

Bu üstünlüğü gösteren İmamlar kendilerinin de bizler gibi birer beşer olduğunu beyan ederek asıl baz almamız gerekeni Yani Öncelikle Kuran’ı ve Kuran’ın pratize edilmiş olan yaşam biçimi Sünneti esas almamızı belirtmiştirler.

Buna rağmen halen birileri Mezhepsizlik dinsizliğe gider söylemleri ile mezhep holiganlığı ile sözde tutuculukları ile koruma yaptıklarını zannederek Müslümanları ayrılığa itmekten başka bir işe yaramıyorlar.

Evet bugün İslam aleminde bu sunni gündem ile Müslümanı Müslümana kırdırma çabasında olan Tutucu ve Cahil kesimler,Şiiyi,vahabiyi,Mutezileyi vs Müslüman kabul etmeyerek sözde İslama hizmet ettiklerini zannediyorlar,İsimlerini zikretmiş olduğum vb Mezhep mensuplarının tümü Aynı Allah’a ve Aynı İmani konulara inanmış iken kimin işine geliyor bu tür suni gündemler ile Müslümanları meşkul etmek düşünür isek cevabı açıktır.Tabiki İslam düşmanlarının ve Bu düşmanlara hizmet eden zihniyetlerin...

Bu kadar ortak noktamız var iken birilerini sapık vs ilan etmek ve ikilem oluşturmak isteyenler,ayrıntılar üzerinden Müslümanları bir birine kırdırmaktan başka gaye taşımamaktadırlar.Dikkat etmemiz gereken husus hiç kimse kimseyi ne cennete ne de cehenneme göndermeye hakkı ve hükmü yoktur,Kişi ancak hesabını Allah’a verir bizler beşer olarak kimseden hesap sorup hüküm vermek durumunda değiliz bunu iyice anlayalım.

Mezhep Holiganlarına şunu açıkça ifade ediyorum,Günümüz İslam aleminde Mezhep holiganlığı yaparak,Müslümanların gücünü kırmaya çalışanlara Akli selim olan Müslümanlar alet olmayacaktır.Bizler birbirimiz ile varız çünkü KÜFÜR tek millet iken bizler bölünmelere asla izin vermeyeceğiz,Müslümanlara Mezhep HOLİGANLIĞI yakışmaz bize düşen İman kardeşliğidir bizler bir birimize sıkıca bağlanmadıkça Mazlumlar gün geçtikçe çoğalacaktır.

Şunu iyice kavrayalım,Müslüman hangi Mezhepten olursa olsun Mezhepli de olmayabilir bunlar bizler için ayrılık meselesi olmamalıdır ve bu tür farklılıklar ile içimize ekilmek istenen FİTNE tohumlarına müsaade etmeyelim,Hepimizin ortak yönü olan TEVHİD inancı ile bir birimizi destekleyelim. Bizler bir birimiz içinde ayrılığa düşersek bizleri bölmeye ve parçalamaya çalışanların ekmeğine yağ sürmüş oluruz .

İslamda MEZHEPLİ olmak vardır Ama Mezhepçi,Mezhep Holiganlığı yoktur. Asırlardan bu yana bu tür sapkınlıklar her daim İslam Ümmetini bölmüştür bizler bu tür oyunlara gelmeyelim..

Temel kaynak Kuran gibi bir cevher var iken Sünnet gibi bir hayat biçimi bizlere sunulmuş iken a veya b olmak o kadar sorun olmamalı Allah bizlere Akletmezmisiniz dediği halde Taklidi bir İman ile İnanmak Allah’ın mesajını anlayamamaktır. İnşaallah Tahkiki bir İman ile dinimizi yaşayanlardan oluruz .İslam tevhid ve Vahdet dinidir ayrılıklara düşmeyelim Allah’ın bizleri hesaba çekeçeği yegane kaynak KURAN’DIR Allah kimseye hangi mezhepten idin diye hesaba çekmeyeceğine göre Mezhep Holiganlarına karşı uyanık olalım:
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın.

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.