25 Ekim 2023 07:54 | |
Esma_Nur |
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbıyla birlikte otururken elinde üzeri sarılı bir şey bulunan bir adam gelerek Efendimiz’e şöyle dedi: “–Ey Allâh’ın Rasûlü, Sen’i görünce buraya geldim. Gelirken bir ağaç kümesinin yanına uğradım. Orada bir kuşun yavrularının seslerini işittim de hemen onları alıp elbisemin arasına sardım. Derken anneleri gelip başımın üzerinde dönmeye başladı. Neticede ben yavrularının üzerini açtım, anne kuş gelip onların üzerine kondu. Ben tekrar üzerlerini örttüm. Şimdi onlar işte buradadır.” Fahr-i Kâinât Efendimiz: “–Onları hemen bırak!” diye emretti. Adam da bıraktı. Ana kuş, kaçıp uzaklaşmak yerine yavrularının başında durdu, onları terk etmedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü ashâbına sordu: “–Şu annenin yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?” “–Evet yâ Rasûlallâh!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “–Beni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allâh’ın kullarına karşı rahmeti, şu anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır. Onları götür, aldığın yere koy, anneleri de beraber olsun!” buyurdu. Sahâbî de onları derhâl yerlerine götürdü. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 1/3089) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] RABBİMİN SONSUZ MERHAMETİNE SIĞINDIK |
08Haziran 2023 19:37 | |
Esma_Nur |
8 Haziran Pazartesi 632. Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammedﷺimizin vefatının yıl dönümü.Sonsuz özlem ve hasretle; Sonsuz salat, sonsuz selam olsun Rasûlullâhﷺa. O'nu anmak anlamamıza ve kurtuluşumuza vesile olacaktır.Çok özlüyorum. Kur'an'daki siretini, hadis ve siyerdeki şefkatini, merhametini, toleranslarını, sonsuz anlayışını, daimi sevgisini, bir Peygamber bir Baba bir dede bir sığınak bir mürşid bir muallim bir dost... Esselatüvesselamü aleyke ya resulah Esselatü vesselamü aleyke ya habibAllah Çok özlüyoruz seni:( |
23 Kasım 2019 17:00 | |
nurşen35 |
Peygamberimizin Evlilikleri Bu konu hakkında bilen de bilmeyen de fikir yürütüp yorumlarda bulunabiliyor. Aslında ülkemizdeki en büyük sıkıntılardan birisi budur. Her konuda bilse de bilmese de herkes ahkám kesecek kadar kendisini yetkin kabul ediyor. Uzmanlığa saygı duyulmuyor. Kutsallar hafife alınıyor. Bilimsellikten uzaklaşılıp alternatif ve ama aynı zamanda uyduruk olan çözümlerde çıkış yolları aranabiliyor. Din konusunda da, tıp konusunda da, mühendislik konusunda da durum bu. Peygamberimiz çok evlenmiştir, doğrudur. Ama çok evlilik Hz. Peygamber’den önce gelen bir gelenekti. Eski Çin, Mabie, antik Mısır’da yaygın bir alışkanlıktı bu. Tevrat’ta, Hz. Davut’un -Dawid, David- yüz kadınla evlendiği yazılıdır. Hz. Süleyman’ın -Selome, Salamone- yaklaşık bin kadınla evliliği anlatılır. Hz. İbrahim’in de en az iki eşinin olduğunu biliyoruz. Yahudilikteki sınırsız evlilik kavramı Hıristiyanlığa da aynen geçmiş kabul edilir. Bilindiği gibi İncil bu konuda bir sınır getirmemiş, bir anlamda Yahudilikteki geleneği -teorik anlamda- devam ettirmiştir. Hıristiyanlar ahkám konusunda Tevrat’ın bağlıları sayılabilir. Nitekim Katoliklerin zıddına Marunilerde çok evlilik vardır. Hz. Peygamber henüz 25 yaşındayken kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice (40 yaş) ile evlenir. Yaklaşık 25 yıllık gençlik döneminin tümünü tek hanımla geçirir. Bu arada Mekkeliler Peygamberimize, İslam’ı tebliği bırakma karşılığında tekliflerle gelirken para, liderlik, makamın yanında genç ve güzel kızlarını da eş olarak teklif ederler. Peygamberimiz bunun karşılığında "Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bile ben bu davadan -İslam’dan- vazgeçmem. Ya başarırım ya da başı veririm. Teklifleriniz size kalsın" buyurur. Peygamberimiz, eşi Hatice vefat ettikten sonra dul bir kadın olan 55 yaşındaki Hz. Sevde ile evlenir. Peygamberimizin o dönemde yaşı 52 civarındaydı. Peygamberimizin çok evlilikleri Medine dönemine rastlar. 53-63 yaşları arasındaki döneme. Bu dönemde aldığı bütün eşler -Hz. Aişe hariç- dul ve çok çocuklu kadınlardır. Örnekleme sadedinde bir kısmının yaşını belirtelim: Hz. Zeynep B. Huzeyme, dul ve 60 yaşındadır, iki yıl sonra vefat eder. Ümmi Seleme, yaşı 65 civarında, dört çocuklu. Hz. Meymune, dul ve yaşı 60 civarında. Ümmi Habibe, 55 yaşında. Bu evlilikler, cinsel taleplerle olan evlilikler değil, siyasi, insani ve coğrafi şartların oluşturduğu stratejik evliliklerdir. Zira Peygamberimiz, cinsel ihtiyacın daha güçlü olduğu 25-53 yaşları arasında tek ve yaşlı bir kadınla evli kalmıştır. Eğer istese bu dönemde genç birçok kadın alabilirdi. Daha sonraki yaşlarda yaptığı evliliklerde genç hanımlar yerine daha çok dul, yaşlı ve çocuklu kadınlar almıştır. Nitekim bir Yahudi liderin kızını alınca koca bir kabile İslam’a girmiş ve sulh imzalanmıştır. Peygamberimizin arkadaşlarına, dul ve çok çocuklu kadınlarla evliliği teşvik ettiğini biliyoruz. Zira o dönemde ekonomik imkánı olmayan birçok kadın gayri meşru şartların kurbanı olabiliyordu. Nitekim Mümtehine Suresi’nin 12. ayetinde de belirtildiği gibi, Peygamberimiz kendisinden biat alan Medine kadınlarından özellikle "zina etmemek, çocukları öldürmemek" üzerine söz alıyordu. Demek ki böyle bir problem ve sıkıntı vardı. Bu nedenle de koruma amaçlı çok evliliğe sıcak baktı. Peygamberimiz, evlilikleriyle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le akrabalık bağı kurdu, bu vesileyle de Hz. Ali ile kızı Hz. Fatıma’yı evlendirdi. O dönemlerde evlilik, sıcak ilişki kurmanın en güçlü yoluydu. Medineli erkekler, günlerinin en az 18 saatini Peygamberimizle paylaşır, dinlerini kendisinden bire bir öğrenirlerdi. Kadınlar bu konuda o çağdaki iletişim araçlarının yokluğu da düşünülecek olursa şanssızlardı. Bütün bilgileri kulaktan dolmaydı. Bu amaçla Peygamberimiz, kadınlar için haftada bir gün özel sohbet sözü verdi. İşte bu bağlamda Peygamberimizin eşleri, o dönemde kadınlar için birer öğretmenlik vazifesini yüklendiler. Kadınlarla ilgili özel fıkhın tümünü kadın sahabilerin rivayetine dayandırırız. Hz. Ayşe bu konuda 2210 hadisle başı çeker. Peygamberimizin bazı eşleri, yetim kızların, düşkün ailelerin koruyucusu oldular. Bir kısmı yün örerek ailelerine katkıda bulundu. Hz. Aişe’nin Cemel olayından sonra 70 kadını himayesine alıp yetiştirdiğini biliyoruz. Hz. Aişe’nin öğrencileri müçtehit imamların öğretmeni olmuşlardır. Daha sonraki yıllarda, diğer dinlerden veraseten gelen sınırsız evlilik sınırlanınca, Hz. Peygamber hanımlarının bir kısmından uzaklaştı. Karı-koca irtibatını kesti ama boşanmadı. Zira O’nun eşleri müminlerin anneleri sayıldığı için (Ahzab Suresi, 6, 53) başkasıyla evlenemezlerdi. Onları ortada bırakamazdı. Onların bakımlarını Hz. Peygamber hayatının sonuna kadar yüklenmeye devam etti. O ayetten sonra asla bir daha evlenmedi. Müslüman bir kişi defalarca boşanıp evlenebilme imkánına sahip olsa da bu seçenek Peygamberimize verilmemiştir. (Ahzab, 52) Bu yazımızla Peygamberimizi savunmayı hedeflemedik. Zira O’nun böyle bir savunmaya ihtiyacı yoktur. Ancak çok evliliğin tarihi şartları içerisinde değerlendirilmesinin gerektiğini anlatmak istedim. Çünkü o dönemde bu öylesine yaygın bir gelenekti ki Medine’de veya Mekke’de bu hususta en küçük bir sızlanma göremeyiz. |
08 Kasım 2019 22:44 | |
Hâdimul İslam |
Dedin ki: “Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Birbirinize kin tutmayınız. Birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinizle dostluğunuzu kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.” hiç uğruna hepsini yaptık Yâ Rasulallah. |
06 Kasım 2018 21:43 | |
nurşen35 | ![]() ![]() |
14 Kasım 2008 16:54 | |
Seyyid | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz Zuhur-ı kainatın madenisin ya Resulallah Rumuz-ı küntü kenz' in mahzenisin ya Resulallah Beşer denen bu alem ki senin suretle şahsındır Hakikatte hüviyette değilsin ya Resulallah Vücudun cümle mevcudatı nice cami' olduysa Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya Resulallah Dehanın menba-ı esrar ilm-i min ledünnidir Hakayık ilminin sen mahremisin ya Resulallah Ne kim geldi cihana hem dahi her kim gelisedir İçinde cümlenin ser-askerisin ya Resulallah Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya Resulallah Şefaat kılmasan varlık Niyazi' yi yoğ ederdi Vücudun zahmının sen merhemisin ya Resulallah |
16 Ocak 2008 21:27 | |
KalbinNûru | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bu durum muvacehesinde, bugünkü Müslümanlar bu üstün vasıflı asr-ı saadet devri toplumunu ve bu toplumu oluşturan fertleri iyi bilmek durumundadırlar. Çünkü bilmeden örnek alınamaz. Ama bilme, öğrenme yolları farklı olabilir. Kimi bu alanda yazılmış bir kitabı okur, kimi bu konuları iyi bilenlerden dinler; kimi hâzık bir vaizin nasihatine kulak verir, kimi gönülleri teshir eden bir âlim ve fâzılın sohbetine katılır. Hâl böyle iken günümüzde bir Müslüman; imân, ibadet, ahlâk ve muamelat konularına gereken ehemmiyeti vermiyorsa, alışverişte helâle harama riâyet etmiyorsa, İslâmî emirlerin bazılarını yapıyor bazılarını yapmıyorsa, ilâhî yasakların kimilerini gözetiyor kimilerini ise kaâle almıyorsa o zaman üstün bir İslâmî şahsiyete sahip olamaz. Böyle bir Müslüman Kur’ân-ı da Sünneti de yeterince anlamamış, üsve-i hasene olarak gösterilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’i de gereğince örnek almamış demektir. O’nu ve ashabını örnek alabilseydi dinî şahsiyetinde belirli ve net bir ilerleme olacaktı Şimdi şu hususa dikkat etmek lâzımdır: Şayet biz örnek birer Müslüman olamazsak bu durumda bizden sonrakilere örnek olma vazifemizi de yerine getirememiş oluruz. Bu ise büyük vebaldir. Biz geçmişe baktığımızda asr-ı saadet neslini ve onların peşinden giden bahtiyarları nasıl örnek alarak yolumuzu aydınlatıyorsak, bizden sonrakilere de geriye dönüp baktıklarında kendilerine rahatlık verecek mânevî ışıklar hazırlayabilmeliyiz. Şunu da iyi bilmeliyiz ki, İslâmiyet, samimîyetle yaşandığı zaman bütün güzellikleriyle ortaya çıkan bir dindir. Bugün bir Müslüman tembelse, gayretsizse, plânsız inti*zamsızsa, temizliğe riâyet etmiyorsa, ibadetlerinde ihmalkârsa; ticaretinde doğruluğu gözetmiyor, zekâtını iyice hesaplayıp vermiyorsa; hayır hasenatta bulunmuyorsa, har*camasında helâle harama dikkat etmiyorsa; komşularını incitiyor, cami ve cemaatla alâkalanmıyorsa, Müslümanların dertleriyle dertlenmiyorsa, içtimâi tesanüdü sarsacak eksik ve yanlış tutumlar içine giriyorsa... Bu taktirde Kur’ân’a Sünnete, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in örnek alınması gereken hayatına yeterince bağlanmamış, gerektiğince dü*şünmemiş demektir. Allah’ın ipine yeterince sarılmamış demektir. Burada Müslüman’ın ihmali, gafleti, vurdumduymazlığı ve şuursuzluğu söz konusudur. Böyle olunca İslâmî güzellikleri görememekte, yakalayamamakta, bu güzelliklerin insan yüreğinde oluşturduğu sımsıcak sevgiyi hissedememektedir. İşte her kusurlu Müslüman, Kur’ân’a Sünnete ve Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile O’nu örnek alabilen salihlere dönerek eksiklerini telâfi etmek durumundadır Bu vesile ile şunu da ifade etmeliyiz ki, Peygamber Efendimiz ’e ve ashâb-ı kirama olan muhabbetimizde ne derece samimî olduğumuz, onların yaşayışını ne derece örnek aldığımıza bağlıdır. Onları örnek alabildiğimiz nisbette bizden sonraki nesillere örnek olabileceğiz demektir. Arkadaşlar kitabın sonuna gelinmiştir. Allâh Teâlâ bu kitap husûsunda emeği geçenlerden Râzı olsun. |
16 Ocak 2008 21:25 | |
KalbinNûru | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Örnek Alalım Örnek Olalım Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gerek suret yani beden yapısı, gerekse siret yani ahlâk, âdâb ve davranış bakımından mükemmel bir insandır. Cenâb-ı Hak, O’nun bu istikametteki bir duasını kabul etmiş ve İslâm ahlâkını en kâmil bir şekilde yaşadığı için O’nu ümmeti için üsve-i hasene (uyulması gereken en güzel misal) kılmıştır Bu ise, insanlık için, Ümmet-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için ilâhi bir rahmettir. Zaten Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyrulduğuna göre, O, âlemlere rahmet olarak gön*derilmiştir Nedir bu rahmet? Yani Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in, Ümmeti için üsve-i hasane olarak gösterilmesindeki rahmet nedir? Bunun izahından dil ve kalem âcizdir. Bununla beraber ehemmiyetine binâen birkaç cümle ile işaret etmemiz faydalı olur. Bilindiği gibi, tarihte yaşanmış güzel örnekler; insanlara, hayrı, doğruluğu, temiz inancı, ahlâk ve âdabı kazandırmak hususunda en tesirli öğretim vasıtalarıdır Keza, Cenâb-ı Hak tarafından Peygamber Aleyhisselâma vayh ile indirilen prensiplerin, O’nun ve ashabının şahsında en belirgin şekliyle yaşandığını hepimiz biliyoruz. İşte, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in ve Ashâb-ı Kiramın İslâmî esasları nasıl yaşadıklarını; şahıslarında, ailelerinde ve cemiyette bunu nasıl tatbik ve temsil ettiklerini bilmek, bizim için en büyük ilâhî rahmettir, lütuftur, saadet kaynağıdır. Hatta bu kaynak bu kadarla da kalmıyor, müteakip asırlara doğru arı ve duru bir şekilde akıyor, akıyor... İşte biz akıp giden bu kaynak içinde, tarih boyunca Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in İslâm’ı anlama ve yaşama ile, Ashâb-ı Kiramın İslâm’ı anlama cehdi ve yaşama gayretini misâl alarak ruhen yükselen, insanlık ufkunda ilerleyen değerli şahsiyetleri de tanıma şansına sahibiz. Bu da bizim için bir rahmettir. Bize genişlik ve kolaylık sağlayan bir rahmettir. Şayet bu imkânlara sahip bulunmasaydık İslâm’ı asıl şekliyle anlamakta binbir müşkilâtla karşılaşabilirdik. O hâlde bize düşen nedir? Bize düşen, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’den günümüze uzanan çizgide İslâm nokta-i nazarından örnek şahsiyet olarak tarihe geçen muhterem simalardan feyz almak ve onlardan aldığımız mânevî ışıkla yolumuzu aydınlatmaktır. Bu takdirde hiçbir Müslüman “Ben kâmil bir ahlâk sahibi olmak isterdim, ama buna imkân bulamadım” diyemez, böyle bir mazeret ileri süremez. Çünkü bu, en açık bir şekilde gözlerimiz önüne serilmiş vaziyettedir. Geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, asr-ı saadet toplumu kâmil imân sahibidir, imânını muhafaza için ibâdetlerini muntazam bir şekilde ifâ etmektedir, ibâdetin gereği olarak iyi ahlâk sahibidir, iyi ahlâkın gereği olarak da muamelâtında, alışverişinde dürüsttür, vazifesinde üstün bir sorumluluk duygusuna sahiptir. Güler yüzlüdür, tatlı dillidir, komşularıyla ilgilenmektedir ve onlar için ümit ve güven kaynağıdır. Adaletli olup, zulme düşmandır. Mü’minlere karşı merhametli, kâfirlere, münafıklara ve mürâilere karşı ise tavır ve tedbir sahibidir. Yetime, yoksula acımakta, muhtaçlara yardım elini daima uzat*maktadır. İslâmiyet’i canı ile, malı ile yayma gayretlerine iştirak etmekte, hakkı tavsiye etmekte, hakkın tebliğinde herhangi bir sıkıntı ile karşılaşırsa da sabretmekte, herkese de sabrı tavsiye etmektedir. Çevresinde bir münker (aklen ve dinen kötü bir şey) görünce bizzat alâkadar olarak bu kötülüğü önlemeyi en mühim bir iş saymakta, bütün çabalarına rağmen önleyemiyorsa hiç değilse buna sebebiyet verenlere kalben buğzetmektedir. Fert plânında müsamahakâr, mütebessim, yumuşak; cemiyet plânında ise ağırbaşlıdır. Toplumda din kardeşlerinin sıkıntılarını kendi sıkıntıları, sevinçlerini kendi sevinci bilmektedir... |
16 Ocak 2008 17:51 | |
KalbinNûru | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hz. Peygamber çok mütevazı idi. Nakledeceğim şu sözü bu açıdan mühimdir: “Hrıstiyanların İsa hakkında ‘Allah’ın oğlu’ dedikleri gibi beni övgüde aşırı gitmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum, siz de benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” Birgün Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna bir kadın geldi:“Yâ Rasûlullâh! Benim size arz edecek bir ihtiyacım var!” dedi. Bu, yaşlı bir kadındı, belki de bunamıştı. Buna rağmen Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her insana verdiği değeri ona da verdi: “Ey kadın! Medine’nin herhangi bir yerinde, nerede istersen geleyim, ihtiyacını söyle, halletmeye çalışayım!” dedi. Kadın, istediği bir yere gitti. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onu takip etti ve ihtiyacını gidererek hoşnut etti. Yine birgün adamın biri Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ziyarete gelmiş, huzuruna girince titremeye başlamıştı. Bunu gören Peygamberimiz-sallâllâhu aleyhi ve sellem- o kişiye şöyle dedi: “Arkadaş, titreme! Ben bir kral değilim, Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” [SIZE=14][COLOR=#a0a0a0]Ev içindeki davranışları da O’nun ne kadar mütevazi olduğunu gösteriyor. Hz. Aişe -radıyallâhu anh-’den, ev içinde Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in davranışlarından sorulduğunda şu bilgiyi verdi: “Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, evinin içine girdiği zaman herhangi bir fevkalâdelik ve inziva göstermeden insanlardan herhangi biri gibi tevazu ile davranırdı. Kendi elbisesinin söküğü ile meşgul olur, koyunlarını eli ile sağar, ailelerine ev işlerinde gerekli olan kısımlarda yardımcı olurdu. Çarşıya pazara gider, bizzat alışveriş yapar ve yükünü kendisi taşırdı. Ashâb-ı Kiram: “Müsaade buyurunuz da biz taşıyalım.” derlerse de: “Herkes kendi yükünü kendi taşısın!” buyururdu. [SIZE=14][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3]Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vefakâr bir insandı; ahdinde dururdu, vadinde sadıktı. Sözünden caymazdı. Kendisine ve çevresindeki ashabına yardımı dokunanları unutmaz, dostlarını sık sık arar, hâl hatırlarını sorardı. Müslümanlara da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Buna dair çeşitli misâllerden birkaçını nakledelim: Abdullah b. Ebi’l-Hamsa, -radıyallâhu anh- anlatır: Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile bir alış veriş yapmıştım. Kendisine: “Biraz bekle gelirim.” dedim. Ancak O’na verdiğim sözü unutmuştum. Aradan üç gün geçmişti, hatırlayıp gittiğimde O, aynı yerde hâlâ beni bekliyordu... [SIZE=14]Bir kere Habeşistan Necaşi’sinin elçileri, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna gelmişlerdi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunlarla yakından ilgilendi. Ashab-ı Kiram’dan bazıları: “Ey Allah’ın Rasûlu! Biz hizmete yetişiriz, siz istirahat buyurunuz” dediler. Fakat bunlara Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle dedi: “Bunlar Habeşistan’a göç etmiş olan ashabıma yer göstermiş, ikram etmişlerdi. Şimdi bunlara karşılık ben de hizmet etmek isterim.” Kendisini tanımak üzere taşradan gelen kabile temsilcilerini misafirhanelerde ağırlar, onlara yakınlık gösterir, onlara öğretmenler tayin eder, maddî ihtiyaçlarını karşılamak için memurlar vazifelendirir, kabilelerine döneceklerinde de azık hazırlatır, kendisine ve İslâm dinine alâka duyarak ziyarete gelen bu insanları unutamayacakları bir vefa duygusuyla uğurlardı. Mut’im b, Adiy Kureyşli inkârcıların ileri gelenlerindendi. Vaktiyle Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Taif yolculuğundan şehre dönerken düşmanları O’nu şehre almak istememişlerdi; Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istedi, fakat hepsi reddettiler; ancak Mut’im kabul etti. Oğullarını silâhlandırarak Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şehre aldı. Aradan yıllar geçti, Bedir Savaşı’nda Mut’im, diğer Kureyşlilerle birlikte Müslümanlara karşı savaştı ve öldürüldü. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şâiri Hassan, bu zâtın ölümünün ardından manâlı bir mersiye yazmış, şiirinde onun vaktiyle Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i himaye ettiğinden söz ederek iyilikle anmıştı. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisi adına gösterilen bu vefakârlıktan son derece hoşnut oluyordu. Düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in söylemiş olduğu şu söz de onun vefakârlığının hangi derecelere vardığını göstermesi bakımından çok manâlıdır: “Şayet Mut’im b. Adiy sağ olup da benden esirleri isteseydi fidye (kurtulmalık akçesi) istemeden hepsini serbest bırakırdım.” Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ittifaklarına bağlılıkta da vefalı idi. Hudeybiye’de Müslümanların yanında antlaşmaya katılan Huzâe kabilesi, Kureyş’in yanında antlaşmaya giren Benu Bekir’in saldırısına uğramıştı. Kureyşliler de bunları destekliyorlardı. Huzâeliler durumu Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ilettiklerinde o, derhâl ordusunu hazırladı ve yola koyuldu. Bu hâdise Mekke fethinin sebebi olarak tarihe geçti. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âdâb-ı muaşereti ile alâkalı özet incelememizi şöyle sonuçlandıralım: “O; insanların iyi niyetli, gayretli, çalışkan, şefkatli, yardımsever, temiz, tertipli, dürüst, mütevazı, vefalı olmalarını istiyor; onları dağınık, pis, kötü niyetli, tembel, acımasız, yalancı ve gururlu olmaktan sakındırıyordu. İnsanların birbirlerini sevip saymalarını, birbirlerine destek olmalarını, sorumluluk duygusuna ve üstün vazife şuuruna sahip bulunmalarını arzu ediyordu.” Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
16 Ocak 2008 17:44 | |
KalbinNûru | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ev döşemesinde de Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sade bir yol takip etmiştir. O, bu konuda örfe uymuş, gelenekte olan sedir, divan, hasır, yatak, leğen, ibrik ve diğer ev eşyasını kullanmıştır. Yalnız bunların en lüksü, en pahalısı olsun diye hususî bir gayreti yoktu, temiz ve tertipli olmasına özen gösterirdi [COLOR=#4f6128][SIZE=3]Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yakınlarla ilgilenmeye, komşularla ve diğer insanlarla iyi ilişkiler kurmaya, herkese imkânlar elverdikçe yardımcı olmaya, bilhassa yoksulları gözetmeye önem veriyordu. Bilhassa anne babalara karşı hâl hatır sormanın ve ihtiyaçlarını gidermenin en kutsî vazifeler arasında olduğunu ısrarla belirtiyordu. O, küçük yaşlarda iken annesini kaybetmişti, bu sebeple onu daima hasretle anardı. Süt annesi Halime’ye özel yer gösterip oturtarak saygıda kusur etmediği gibi, maddî ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Yine bunun gibi kendisine süt emziren Süveybe ile ölünceye kadar alâkadar olmuş, daima mektup, selâm ve para göndererek gönlünü almıştı. Kendisine süt emzirdiği sanılan Ümmü Süleym ve Ümmü Haram’a da çok saygı göstermişti. Süt kardeşi Şeyma ile yakinen ilgilenmiş, çocukluk yıllarının bir bölümünü evinde geçirdiği Ebu Talib’in eşi Fatma hanıma da “Anneciğim! Anneciğim!” diyerek yakın bir ilgi göstermişti. -Daha önce geçtiği gibi- dadısı Ümmü Eymen’e de “Anneciğim!” diye hitap etmişti. Bütün bunlardan Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, annelere, anne mevkiindeki kadınlara ve genel olarak hanımlara nezaket ve saygı ile davrandığı anlaşılmaktadır Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ev, sokak, yiyecek ve giyeceklerin temizliğine önem verdiği gibi kalb ve ruh temizliğine de önem veriyordu. Bunun için O: “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği kişidir.” buyurmuştur. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hadisiyle toplumda, Müslümanlara, “itibarlı ve güvenilir insan olmaları gerektiğini” işaret ediyordu. Ayrıca Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Söz söylerken yalancılık edeni, söz verdiği zaman sözünde durmayanı, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet edeni” ikiyüzlülükle nitelemiştir. Çünkü, bu eksiklik ve yanlışlıkları yapan Müslümanlar, güvenilir insan olmaktan uzaklaşırlar. Kalb hakkında da şöyle buyurmuştur: “Dikkatli ve uyanık olunuz! Bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki; iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o et parçası kalbdir!” [SIZE=14][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3][COLOR=#4f6128]Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çok cömertti, insanlara da cömertliği tavsiye ediyordu. Ashab’dan Câbir b. Abdullah -radıyallâhu anh- diyor ki: “Rasûl-i Ekrem Hazretlerinden dünya ile alâkalı bir şey istenilince asla reddetmez, istenilen şey varsa verir, yoksa vâdederdi.” Hz. Aişe -radıyallâhu anh- ise şöyle diyor. “Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine bir hediye geldiği zaman onu getiren kişiye daha fazla ve değerlisiyle karşılık verirdi.” Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daima “büyüklere saygı, küçüklere şefkat” gösterilmesini isterdi. Kendi çocuklarına, öteki Müslüman çocuklarına ve hatta müşrik çocuklarına karşı çok şefkatli idi. Yolda rastladığı çocukları devesine bindirir, gezdirir, onlarla ilgilenirdi.[SIZE=14][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3]Adaletli idi; iltiması, maksatlı olarak taraf tutmayı, adam kayırmayı yasaklıyordu. Ne kimsenin hakkını yerdi, ne de kimseye hakkını yedirirdi. Çirkin sözler söylemezdi; haya, terbiye ve nezakete aykırı hiçbir davranışta bulunmazdı. Umumî yerlerde gürültü yapmaz, bağırıp çağırmaz, kimseyi rahatsız etmezdi; hoşlanmadığı bir şey, yüzünden anlaşılırdı. Bir kişide gördüğü kötü davranışı giderirken, o kişinin şahsiyetini incitmemeye özen gösterirdi; dolayısıyla sırf o kişiyi kastetmeksizin, öyle bir davranışın kötü olduğunu umuma duyururdu. O, bütün mü’minlere karşı çok merhametliydi. Tevbe Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır ve güç gelir, üstünüze çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır O.” (Tevbe-9/128). Bu âyette Yüce Allah: “Rauf-rahim: Çok şefkatli çok merhametli” mânâsına gelen iki ismini peygamberleri arasında sadece Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hakkında anmıştır. İşte bunun içindir ki, düşmanları tel’in etmesini isteyen birine: “Ben lânet okumak için değil, âlemlere rahmet olmak için gönderildim!” cevabını vermiştir.Her müşkili olan, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna endişe duymaksızın gider, dileğini rahatça iletirdi. Hastalarla ilgilenir, onlara geçmiş olsun der, ağır ise telkinde bulunur, cenazeye gider, yakınlarına başsağlığı diler, teselli eder, cenaze sahiplerine teselli verilmesini, yardımcı ve destek olunmasını isterdi. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ilme çok önem verirdi, onun en mühim bir özelliği öğretmenlikti; Müslümanlar bir hurma ağacının gölgesinde, bir evin kenarında ya da camide toplanarak O’nun öğrettiklerini öğreniyorlardı. Bir de daha ziyade bekâr ve kimsesizlerin barındığı yatılı bir okul vardı ki, buna Suffe Okulu deniliyordu. Bu okulun talebeleri sayı olarak 70-400 arasında değişiyordu. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine getirilen hediyelerin hemen çoğunu bu okulun talebelerine gönderirdi, zekât ve sadaka yardımlarını ise onlara aktarırdı. Çünkü Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Ehl-i Beyt’i bu tür yardımlardan yararlanamazlardı. Şu hâdise; Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, talebelerine verdiği önemi göstermesi bakımından enteresandır: Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Fâtıma, yoksul bir hayat sürüyordu. Eliyle çektiği değirmenden yorgun düşer, su taşımaktan elleri yaralanırdı, birgün babasından bir hizmetçi istedi. O sırada bir savaş sonunda Medine’ye ganimet malları gelmişti. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Fâtıma’nın isteğini: “Suffe talebeleri böyle yoksul yaşarken size nasıl hizmetçi verebilirim?” diyerek geri çevirdi. |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|