13 Temmuz 2012 15:44 | |
muallime | Cevap: Hayata Dair Demekki Ali kaptan heryerde var. |
13 Temmuz 2012 13:41 | |
muallime | Cevap: Hayata Dair Adını vermiyeyim bir yazar hanım köşesinde yazmıştı bu olayı... Kadın, yazar hanımı telefonla arar ve kendi anlatır. Biz eşimle ikimizde Boğaziçinde okuduk kocam mühendis,ben ise ona aşkımdan okulu bitirmedim evlendim(iyi halt etmişsin) Evliliğimiz gayet iyi gidiyordu...4 çocuğumuz oldu...çok samimi bir arkadaşım vardı..Kendisi bekar,tahsilli...Bize çok sık gelirdi çok samimi idik...Ona hem iş bulması için hem de koca bulması için kocamı sıkıştırırdım... Evet sonunda kocam ona hem iş buldu ,hem eş. Kocam ona ,işi, kendi işyerinden, koca olarakta kendisini...İkisi bir olup 4 çocukla beni sokağa attılar... Yazar burda ona diyorki ''tamam annenin evine gideceksin ,başka çaren yok !'' Kadın devam ediyor.. -Annemde babamda sizlere ömür gidecek kimsem yok...Şimdi kamyonun arkasında yaşıyoruz çocuklarla ve mahallelinin verdikleriyle geçiniyoruz..ve ben sizi kamyondan arıyorum.... Şimdi bu yaşanmış hikayeye yorumlarınızı bekliyorum..(özellikle erkeklerin) Benim ise düşüncem şu ;haremlik selamlık diye bir şey var... siz bunu evinizde uygulayabiliyormusunuz? Yoksa berabermi oturup kalkıyorsunuz? Her ne kadar baba evine dönmek zorsa da o nimetten de mahrum olanları düşünüp sabır lazım.. Kadınlar mutlak meslek sahibi olmalılar..Terzilik bile olsa |
09 Temmuz 2012 08:21 | |
Esma_Nur | Cevap: Hayata Dair Hayata olumlu ve güzel bak; mutlu, sağlıklı ol Bazı anlar var ki sorumluluklarımızı yerine getirmek, zorluklarla başa çıkmak için kendi irademizi (bilincimizi) kullanmamız ve gayret ederek kendimizi harekete geçirmemiz gerekmektedir. Bu demektir ki bedenimizin üretmeye alışık olduğu biyokimyasallar ve enerji, içinde bulunduğumuz durumun üstesinden gelmemiz için yetmiyor. Böyle durumlarda hayata daha olumlu, daha ümitli bakmak işimizi kolaylaştırıyor. İnsanoğlu bir yere kadar kendini programlayabilen, değiştirebilen bir varlık. Ve biz bu sınırı bilmiyoruz. İnsanoğlu müthiş bir enerji potansiyeline sahip. Kişi, içindeki potansiyeli ne kadar çok ortaya çıkarabilirse zorlukların üstesinden o kadar çok gelmekte ve yapmak istediklerinde de o kadar başarılı olmaktadır. Enerjinin ortaya çıkarılması kadar yerinde kullanılması da önemlidir. Bazı kişiler son derece enerjiktirler fakat bu enerjiyi uygun şekilde kanalize edemeyince verimsiz olurlar. Bu durum bir huzursuzluk da meydana getirir. Bu sebeple enerjiyi uygun şekilde kullanma alışkanlığı kazanmak da gerekir. Günlük hayatımızda daha başarılı olmak, sağlığımızı kaybetmemek veya kazanmak, insanlarla iyi ilişkiler içinde olmak, kendimize güvenimizin artması hep içimizdeki pozitif enerjiyi açığa çıkarmayla ilişkilidir. Şöyle bir düşünün, omuzlarınız ve kollarınız düşük, neredeyse bir adım bile atmak istemiyorsunuz. O gün de o kadar çok yapılacak işler var ki: Aynaya bakıyorsunuz, yavaşça arkaya geriliyorsunuz, derin bir nefes alıyorsunuz. "Biraz canlanmam gerekiyor" diyorsunuz. Omuzlarınız şimdi daha dik. Bakışlarınız daha canlı. İşte bu durumda siz pozitif enerjinizi harekete geçirmiş oluyorsunuz. Eğitim, hayat boyu devam eder. Stres zihinde düşünce bozukluklarına yol açarken eğitimde verimliliği azaltır. Pozitif enerji, hayata olumlu bakan, inanan ve başarmak isteyen, öğrenmek için bir amacı olan kişilerde daha fazladır. Bu da doğal olarak başarıyı getirir. Hayatta olumlu bakmak, olumsuzlukları hiç görmemek değildir. Olumsuzlukları görmek, tedbir almak için gereklidir. Birçok sıkıntılı durumun üstesinden gayret etmekle gelinebilir. İnsanoğlu hayatta karşılaşabileceği olumsuz durumlara da hazırlıklı olmalıdır, bu hayatın doğal bir parçasıdır. Fakat olabilecek olumsuzluklara odaklanmak kişinin yaşama sevincini ve enerjisini azaltmaktadır. Pozitif enerjiyi açığa çıkararak karamsar düşüncelerden kurtulmaya çalışan, hayata gülen gözlerle bakabilen, gayret etmeyle kazanabileceği güzel özelliklere, güzel şeylere odaklanan kişinin bağışıklık sistemi kuvvetlenir. Nitekim tebessüm, seretonin gibi mutluluk verici hormonları artırır. Hayatın hep kötü yönlerini gören karamsar kişiler ise hastalıklara daha açıktırlar. Pozitif enerji, travmayla başa çıkmayı kolaylaştırıyor Kişi yaşama gayesini ve sınırlarını bilerek hayata ne kadar olumlu yaklaşır, olumlu tarafları daha çok görür ve kendine düşeni yapmaya odaklanırsa zorluklarla da o kadar kolay başa çıkabiliyor. Bu durumda travmalardan sonra yaşanan stres bozukluğu ya hiç görülmüyor ya da daha kolay atlatılıyor. Bu gibi durumlarda profesyonel yardım ve tıbbî tedavi gerekse de daha kısa sürede sonuç alınıyor. Kişi pozitif enerjisini ortaya koyarak yani olaylara umutla yaklaşarak ve iyileşeceğine inanarak kanser gibi ciddi hastalıkları da yenebiliyor. Pozitif enerji, enfeksiyon hastalıklarının tedavisini de kolaylaştırıyor. zaman |
02 Temmuz 2012 21:25 | |
Esma_Nur | Cevap: Hayata Dair Yaşlanmak..Ama ihtiyarlamamak... Evet!!..yaşlanmalıyız ama ihtiyarlamamalıyız..Peki arasındaki fark nedir ? Yaşlanmak: Doğduğumuz günün üzerinden 12 ay geçmesi ile bir yaş daha atlarız ve diğer yıla nazaran yaşlanırız, büyürüz bir nevi. Yoo..aslında geçen gün yaşlanıyoruz ![]() İhtiyarlamak:Bedenen ve ruhen diri kalamamaktır, bu da bir nevi çökmek demektir ![]() Konunun özüne temas ederek başlayalım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla... "Tedavi arayın ey Allah'ın kulları!!.. Zira, Allah Teala hazretleri yarattığı her hastalığa şifa da vermiştir, bundan sadece ihtiyarlık hariçtir, onun tedavisi yoktur." Asırlar öncesinden ümmetine en güzel çağrıyı ifşa etmiştir Hazreti Muhammed. Günler geçiyor birbiri ardına aceleyle. Hayat geçiyor. Ömür bitiyor. Elbet bir gün hayatlar sona erecek. " Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize döneceksiniz." ( Enbiya suresi, 35.ayet) buyrulmaktadır. ..Ölmeden evvel, mutluluğu yakalamayı ve bırakmamayı öğrenmeliyiz...Unutmayalım ki; Çaresizseniz,"çare" sizsinizdir...Çare mü'mindir. Cenab-ı Allah eşsiz yarattığı kainatda her derdin devasını bizlere vermiştir. Bizlere yanlızca doğru yolda çareleri arayarak ilerlemek düşer. Nefes aldığımız süre zarfınca "Elbet buda geçer ya hu!. " diyerek yaşamdan tat almalıyız. Ayrıca nineminde çok güzel bir sözü vardır "dertsiz baş, denesiz aş olmaz. Unutma kızım!!.. " tabii küçük yaşta bu sözün idrakı benim için birhayli zordu, lakin şimdi çok iyi anlıyorum. Herkesin derdi var!!.. Farklı farklı kimisi hastalık ile kimisi borç ile kimisi evlat, kimisi vs.vs... Sevgili Okurlar !! Hayatımızı yeşerteceğiz, değerli kılacağız çünkü amacımız kendimizi geliştirmek sosyal yaşama ayak uydurmak en önemlisi imanlı, adaletli, takva ehli bir hayat sürmek...Mutlu bir yuva kurmak, bu yuvayı hayırlı evlatlar yetişrirerek güçlendirmek..Cenab-ı Allah'a hayrlı bir kul, Hazreti Muhammed'e karşı hayırlı bir ümmet, ana babamıza karşı hayırlı bir evlat ve vatanımıza karşı hayırlı bir vatandaş, hem yetişmeliyiz hemde yetiştirmeliyiz... Ve veda ederken sevdiklerimizin yanı sıra yaşadığımız dünyaya, bu değerleri aktarıp miras bırakmak, ardımızdan da hayırla anılacağımız, güzellikler bırakmak. Şayet olmuşsa, oluşturabilmişsek bu MUTLU SON; yaşlanmışızdır, kaçınımsız ama asla ihtiyarlamamışızdır. İhtiyarlamak, çok başka bir duygu ve oluşum. İdeallerle, çalışmakla, yaşama bakış açısıyla ilintili bir süregelim. O nedenle ki yirmi beş, otuzlu yaşlarda pek çok ihtiyar görmekteyiz çevremizde; yetmiş, seksen yaşındaki gençlerin yanı sıra. İdealsiz insan, üretmeksizin yaşayan, yaşamı bomboş, yemek içmek ve uyumaktan ibaret bırakın ihtiyarlamayı, yaşamıyor, ölüdür hatta. Her yaşın bir güzelliği, o güzellikleri güzellik yapan bir takım değerleri vardır. Olmalıdır da. Olması gereken budur. Doğru yaşamayı yalnış nitelendirenler var. Şöyle ki; belli bir yaşa gelinince, elini eteğini dünyaya dair ****dan çekip bir köşede ölümü bekleyenler veyahutta aksine hep para mal-mülk gez-eğlen ahirete meğili olmayan yaşam tarzıda doğru değildir. Dengede yaşamanın adına " hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanın" denmiştir. Son decere akılda idrakı kolay bir cümle. Lakin hayata geçirmekte birhayli zorlandığımız bir konu. İftat ve tefrit arasında yansıtılan yaşamlar biz kullara tat aldırmaz. Zaten Cenab-ı Allah bu kainati bir dengece yaratmıştır. Fatih Sultan Mehmed " Hayatım boyunca Allah'ın emirlerinden dışarı çıkmadım. Allah'ın rızasını kazanmak için uğraştım. Tek Gayem bu idi. " demiştir. Yaşama ve insan ilişkilerine yönelik ibretli önerilerinin her birinde olduğu gibi, o meşhur inci sözlerinden biride budur. Nitekim Allah'ın rızasını kazanmak demek bütün maksada ulaşmak demektir. Cenab-ı Allah için tüketilen nefesde ihtiyarlamaksızın yaşlanlanmıştır. Cenab-ı Allah yolunda, Hazret'i Muhammed'in rotasında yaşlanmanın ümidi ile.. Yazar: Hatice Tüfekçi |
20Haziran 2012 12:00 | |
Esma_Nur | Cevap: Hayata Dair Kaybolan Çorap Tekleri Nereye Gider?(İbretlik) Bediüzzaman’ın Hayatından Bir Kesit Alt kısmı odunluk, üst kısmında ise iki odası olan ahşap bir evde oturuyordu. Bir soba, bir yatak ve bir kilimden ibaretti eşyası… On bir ay süren bir hapis hayatından sonra eskişehir’den Kastamonu’ya getirilmiş ve karakol karşısındaki bu eve yerleştirilmişti. Bu evde devamlı gözetim altında tutuluyor, yaptığı her şey kayda geçiriliyordu. Birgün çoraplarını kaybetmişti. Nereye baktıysa bulamadı. Talebesi Emin’den yardım istedi: “Kardeşim, çoraplarımı her yerde aradım, bulamadım. Hatta kibrit kutusunun içine bile baktım” dedi gülerek. “Bazı meczup evliyalar var, bu sıkıntılı günlerimde bana yardım edecekleri yerde, benimle uğraşıyorlar.” “Beşyüz lira tazminat isteyeceğim onlardan” diye de ilave etti. Beraber aradılar, yine bulamadılar. Tebessüm ederek kalktı, abdest aldı, namaza durdu. Duasını ve tesbihatını yaptı. Sonra soba deliğine bakmak geldi aklına. Uzun zamandır sobayı yakmamışlardı. Olsa olsa burada olur dedi. Soba borusunun yanından sarkan çorabı gördüğünde, “Fesübhanallah,” dedi hayretle: “Bu buraya nasıl girer?” Meğer fareler çorabı almış, sobanın içinden ve borulardan geçerek deliğe bırakıvermişlerdi. “Bunda bir hikmet var” diye geçirdi içinden. Çorapları alırken, bir muşambaya sarılmış kağıt parçalarını görünce hayreti bir kat daha arttı. Bu, günler önce sakladığı Nur Risalelerinden parçalardı.Devamlı baskın ve arama olduğu için Risale yazılı kağıt parçalarını buraya saklamış, zamanla da oraya koyduğunu unutmuştu. Risaleleri alarak daha güvenli bir yere sakladı. Kısa bir zaman sonra kapı hızlı hızlı vuruldu ve bir anda içerisi polis ve jandarmalarla doldu. “Yine baskın var” diye söylendi talebesi Emin. Sırf imana ve inanmanın güzelliğine dair yazılan Nur Risaleleri, yasaklı eserler arasındaydı. Yazmak ve okumak büyük suçtu o zamanlar. Her tarafı didik didik aradılar, soba deliğine kadar baktılar. Bir şey bulamayınca da tutanak tutarak çıkıp gittiler. Mesela anlaşılmıştı. Fareler büyük bir iş başarmışlardı. alıntı |
12Haziran 2012 17:59 | |
Esma_Nur | Cevap: Hayata Dair Tşkler arkadşlar ![]() |
12Haziran 2012 17:52 | |
Mihrinaz | Cevap: Hayata Dair fazla söze ne hacet,müthiş bir paylaşım olmuş sevgili esma nur,nasibimize düşeni almak dileği ile ![]() ![]() |
12Haziran 2012 17:02 | |
suhtem | Cevap: Hayata Dair çok anlamlı .. saol esma ablam.. |
12Haziran 2012 11:58 | |
Esma_Nur | Cevap: Hayata Dair Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına ' Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. ' demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş. Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş. Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış 'Bak' demiş kocasına ' Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba?' 'Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim' diye cevap vermiş kocası. Hayatta da böyle değil midir ? Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduguna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamadan önce zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir... Pencerelerimizi temiz tutabilmek dileğiyle... Alıntı |
04Haziran 2012 14:13 | |
Esma_Nur | Cevap: Hayata Dair İnan, İste ve İlerle İsteklerime ulaşamadığım zamanlar kendi kendime hep şu muhasebeyi yapmışımdır: tüm bu ormanlar, dağlar, dereler, alabildiğine geniş ovalar benim olsa ve ben de gözlerini kaybetmiş bir hasta olsam. Gözlerime yeniden kavuşabilmek için hepsini hiç düşünmeden verirdim. Peki bize, onunla gördüğümüz her şeyden (neredeyse) daha kıymetli göz gibi bir organı ve daha nicelerini bağışlayacak kadar cömert olan, neden basit ve küçük isteklerimizi bazen vermiyordu. Bunun mutlaka bir sırrı olmalıydı da o neydi?Nasıl istiyorsunuz? “ya olmazsa, ya başaramazsam, yıllardır istiyorum, çalışıyorum hâlâ olmadı” diyor muyuz? Böyle demenin, “Ya Allah yarat(a)mazsa, ya istediğimi ver(e)mezse, bu güne kadar istediklerimi ver(e)medi” demek anlamına geldiğinin farkında mıyız? Dahası, bu tür şüphelerle, “yapan benim, kendi gücümle kazandım” diyen Karun’a benzediğimiz ve Rabb’in rahmetini itham ettiğimiz bile söylenebilir. İslâm Peygamberi asm bizi, dileklerimizin kabul edileceğinden emin olmaya davet ediyor: “Allah’a, kabul edileceğine kesin şekilde inanmış olarak dua edin. Şunu da bilin ki, Allah kendisinden gâfil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duasını kabul etmez.”2 İstemekle, kabul edileceğine-gerçekleşeceğine-kesin emin olmak arasındaki ilişkiyi vurgulayan bu söz, başarının en heyecan verici boyutunu dile getirir. İnanma gücü, Yaratıcının sınırsızlığına ayna olmak için insanın başvurabileceği tek kaynaktır. İnsan, alan; Yaratıcı, verendir. İnsan sınırlı; ama Yaratıcısı sınırsızdır. Bedeninizde ve ruhunuzda yansıyan, hayat, güzellik, zekâ, zenginlik gibi tüm değerlerin kaynağı, evrenin Yaratıcısıdır. Bu değerlere ne kadar gelişmiş düzeyde sahipseniz, Yaratıcıdan o kadar almışsınız demektir. Diğer deyişle, Yaratıcının sıfatları üzerinizde ne kadar parlamışsa, size o kadar destek sunulmuştur. Yaratıcı, insanlardan gelen talepler arasında ayrım yapmıyor; insanlara dinlerine göre farklı davranmıyor. Çünkü yarattığı sistemi kanunlarıyla yönetiyor. Yaratıcı sınırsız bir eminlik düzeyindedir. Bu yüzden, “bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece o şeye ‘ol’ demektir.”3 Bize nasıl davranacağını, “ben kulumun bana olan zannı üzereyim; zannı iyi ise iyi muamele ederim, kötü ise kötü muamele ederim”4 sözüyle açıklamıştır. Yani, Yaratıcının zekânızı daraltacağını sanıyorsanız, zekânız daraltılıyor. Kendi hakkınızda yaptığınız değerlendirme, hakkınızda bir duaya dönüşüyor: “Ben üzüntülüyüm” demekten, “üzüntülü olmak istiyorum” duası çıkıyor. Hafızanızı kaybettiğinizi sanıyorsanız, hafızanız gerçekten de alınıyor elinizden. Bir askerin gücünü, arkasındaki ordunun gücü belirler. Tek başına kendi silahıyla askercilik oynayan çocuk, büyük bir orduyu esir alamaz. Dolayısıyla “yapabilirim” derken, askercilik oynamayalım; bizim gücümüze değil, bizimle olan güce dayanacağız. Bir askeri, ordu kadar güçlü kılan, ordusunun arkasında olduğuna güvenidir. Yaratıcısının yanında olduğuna kesin olarak inanmayan, Yaratıcının kudretine hangi hakla dayanabilir? Üstelik O’ndan şüphe ettikten sonra, “bana vermedi” demeye hakkımız olabilir mi? İstanbul’da açılan bir sınava başvuran yüzlerce kişiden dördüyle, başvuru kuyruğunda yapılan röportajı tv.’de izledim. Söylediklerine bakın: “Şansım milyonda bir de olsa denemek istedim. Kazanacağımı hiç sanmıyorum. Türkiye’de dayın yoksa kazanamazsın. Ne yapıp edip torpillileri kazandıracaklardır. Şans işte, bakarsın kazanırım...” İnanmadığınızı başarabileceğinizi ümit ederseniz, emeğinizi lüzumsuz yere sarf etmiş olursunuz. Tereddüt içinde büyük bir iş yapmaktansa, emin olarak küçük bir iş yapın. On kat başarılı olacağınızı söyleyebilirim. Bir itiraz: “İyi de, bana çok duyduğum şeyleri söylüyorsunuz. Ben başarabileceğime inanıyorum; ama yine de olmuyor, inanmama rağmen başaramıyorum.” Bir tuzaktır bu söz. Gerçekten başaracağınıza inansaydınız, bu sözü söyleyemezdiniz. İnanmak kelimesini GÜNEŞ kadar büyütün. Gerçekten inanıyor musunuz? Sözünü ettiğiniz inanç, bizim anlatmaya çalıştığımız iman mı? Yani içselleştirilmiş, hücrelerinize kadar vücudunuza kodlanmış, hiçbir saldırının sarsamayacağı inançtan mı söz ediyorsunuz? Akıllı olduğuna inanan bir deli, “ben deliyim, bir türlü akıllı olamıyorum” diyebilir mi? Sağlıklı olan insan, “ben hastayım” diyebilir; ama, sağlıklı olduğuna inanan hasta, “ben hastayım” diyemez. Mantık size şöyle der: Eğer hastaysanız, sağlıklı olduğunuza inanamazsınız. Eğer başarısızsanız, başarılı olduğunuza inanamazsınız. Neden öne sağlığı veya başarıyı alıyorsunuz? Öne inancı almayı denemenizi öneriyorum. “Sağlıklıyım” inancının nedeni, sağlıklı olmak değil, sağlıklı olduğuna daha önce inanmış olmaktır. İnanç sağ beyin tarafından, mantık sol beyin tarafından yönetilir. İnanç ruhsal evrenin, mantık maddesel evrenin sınırları içerisindedir. Henüz başaramadığınız işle ilgili inancı, mantıkla sorgularsanız, birbirleriyle savaşacaklardır. Mantık size engellerinizi, inançsa desteklerinizi gösterir. Aslında mantık, ruhsal evreni kuşatabilecek kadar gelişebilir; ama, biz tabiat kanunlarının gösterdikleriyle sınırlanan mantıklar geliştiriyoruz. Daha doğrusu bizim mantıklarımız, bilinenlerle ilgilidir. Bilinmeyeni, basit mantıklar her zaman reddetmiştir. Ustad “Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” der. Sizinle, yaratılmışlar dünyasına meydan okumanın formülünü paylaşıyorum: Hiçbir şey yokken iman vardı, yani ruh vardı. Kadın bedeni yokken kadın ruhu, erkek bedeni yokken erkek ruhu vardı. Hastalık gelişmeden önce, hastalık inancı gelişti. Başarısızlık yokken başarısızlık inancı üretildi. Hiçbir komutan, yenileceği endişesine kapılmadan önce yenilmemiştir. Daha da kötüsü, Yıldırım Bayezit’in dediği gibi, “Yenileceğinden korkan daima yenilir.” Her başarının öncesinde, başarma inancı gelişmiş; başarı, bu inancın eseri olmuştur. Kolomb Amerika’ya varmadan önce, Dünyanın öteki tarafından Hindistan’a geçen bir yol olduğuna inanmıştı. Elias Howe dikiş makinesini bulmadan önce, böyle bir makinenin varlığına inanmıştı. Edison ampulü keşfetmeden önce onun var olduğunu biliyordu. Başaranlar, önce inandılar, sonra yaptılar; başaramayanlar ise, önce yapıp sonra inanmayı deneyenlerdir.5 Yaratıcıyı tanımak O’nun gücünün sınırsızlığına inanmaktır. O’nun gücünden şüphe eden onu tanıyor olamaz. Kim olursanız olun; hangi dinden veya inançtan gelirseniz gelin, hayatınız şu evrensel kuralın emri altında geçecek: Başarıya ulaştırılacağınıza ne kadar çok inanmışsanız, o kadar az emekle, o kadar kolay ve o kadar hızlı başaracaksınız demektir. Başarmanız için, kanunların değişmesi, dağların denize dönüşmesi gerekse bile. Sadece şu Peygamber sözü bile, size sunulan desteğin potansiyel büyüklüğünü anlatmaya yeter: “Eğer Allah’ı hakkıyla tanısaydınız, duanızla dağlar yerinden oynardı.”6 2- Tirmizi, Daavat:65; Müsned, 2:77 Bu olağanüstü sözün verdiği iki önemli ders var: Birisi emin olarak istemek; diğeri de akılla değil kalple istemek. Bu yazı, mesajın sadece birinci tarafına odaklanıyor. 3- Kur’an; 36:82 4- Cami’u’s-Sağir 2:312, Hadis No:1934 5- Zihninizde pek çok soru oluştuğunun farkındayım. Yanlış anlamayalım: “İnanma Gücü”, sırlardan sadece biridir. Anlatmak istediğimizi tamamen görebilmemiz için, konunun “Ruhsal Zeka” kitabımızda anlatılan tüm boyutlarını öğrenmeliyiz. 6- Hz.Muhammed (asm); Cami’u’s-Sağir 5:319, Hadis No:7448 Yazar: Muhammed Bozdağ |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|