13Haziran 2014 03:29 | |
EyMeN&TaLhA | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi ÇOCUĞUNUZU EVİN HÜKÜMDARI YAPMAYIN!... Şımartılan çocuklar ileride büyük sorunlar yaşıyor. Çocuğunun her ihtiyacını karşılayan, bir dediğini iki etmeyen ebeveynler aslında çocuklarına kötülük yapıyor. Çünkü her ihtiyacı karşılanan çocuk bir süre sonra benmerkezci oluyor ve evin küçük hükümdarı haline geliyor. Hep almak istediği gibi vermeyi öğrenemiyor. Büyüdükçe istekleri de büyüyor, zevk eşikleri yükseliyor. Bir süre sonra ise sıradan şeylerden zevk alamaz olup, sıra dışı şeylere yönelmeye başlıyor. Tehlike de işte o zaman geliyor. Ebeveynin çocukluk yaralarını onarmak için kendi çocuklarını kullanabildiklerine dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ebeveynin aklın gereğinden ziyade duyguların gereğini yaptıklarına dikkat çekiyor. Hal böyle olunca çocukların zamanla evin küçük hükümdarları haline gelebildiğini vurgulayan Tarhan, çocuğun zamanla her şeyi yönetmeye başlayabildiğini kaydediyor. Tarhan her ihtiyacı karşılanan çocuğun bir süre sonra benmerkezci olabileceği uyarısında bulunuyor. Benmerkezci çocuk daha kolay zevk tuzağına düşüyor “Her ihtiyacı karşılanan çocuklar bir süre sonra benmerkezci olurlar, hep almak isterler, vermeyi öğrenemezler. Biraz daha büyüdüklerinde istekleri de büyür, zevk eşikleri giderek yükselir. Artık sıradan şeylerden zevk alamaz olur ve sıra dışı şeylere yönelmeye başlarlar. Zevk tuzağına kapılabilirler; iş uyuşturucu madde kullanımına kadar varabilir. Anne-babalar da ‘Biz ondan hiçbir şeyi esirgemedik, ona iki kişilik sevgi verdik. Neden böyle oldu?’ diye sormaya başlarlar.” Bu tehlikeden uzak durmak için çocuklara arzularını durdurmayı, kontrol etmeyi, “dur-düşün-yap” mantığını öğretmek gerekir diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuğun ihtiyacı olmayan şeyi istediğinde çocuğa hayatta her arzulananın karşılanmasının mümkün olmadığını uygun bir dille anlatabilmesi gerektiğini ifade ediyor. “Çocuk ihtiyacı olmayan bir şey almak istediğinde ona sevgiyle yaklaşıp ‘İhtiyaçlarını gidermeyi biz de çok isteriz. Senin mutluluğun bizim mutluluğumuzdur. Ama insanın hayatta tüm arzularının karşılanması mümkün değil. Sadece senin ihtiyaçların yok; kardeşinin de, evin de ihtiyaçları var’ şeklinde bir açıklama yapılmalı ve çocuğun arzularını kontrol etmeyi öğrenmesi sağlanmalıdır.” Bu tarz bir açıklamanın çocukta sorumluluk duygusunu geliştireceğinin altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuğa arzularını erteleme anlayışını aşılayabilmek için ebeveynlerin rol model olabilmesinin önemli olduğunu belirtiyor. Anne-baba gerektiğinde “hayır” diyebilmeli “Bir şey alacakları zaman onun gerçekten ihtiyaçları olup olmadığını sorgulayan anne-babayı gören çocuk bir süre sonra aynı davranışı sergileyecek, sadece hoşuna gittiği için istediği bazı şeyleri almaktan vazgeçecek, ihtiyacı varsa onu edinme yoluna gidecektir. Unutulmamalıdır ki, anne-babaların görevi çocuklarını mutlu etmek değildir. Gerektiği yerde hayır diyebilmelidirler. Çocuk üzülebilir, ağlayabilir ama iyi yönde değişmesi için bazı acılara katlanması gerekir.” prof.dr Nevzat Tarhan |
06 Şubat 2014 23:17 | |
Tuba_ | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi: rüya uykuyu koruyor RÜYA UYKUYU KORUYOR! Uyku, ruhun bedenden ayrıldığı an, yarı ölüm. Hayatımızın yaklaşık üçte birini uykuda geçirmekteyiz. Bu da 60 senelik bir ömrün 20 senesi demektir. Günlük çalışmalardan yorgun düşen insan bedeninin ve sinirlerinin dinlenme zamanı olan uyku, kişinin yaşamını derinden etkiler. Fareler üzerinde yapılan deneylerde; uyutulmayan farelerin mide ülserine yakalandıkları ve iç kanaması geçirdikleri gözlemlenmiş. Uyku bozuklukları kişinin yaşam kalitesini düşürür; bu nedenle ciddiye almak gerekir. Uyku hijyeni olmadığı durumlarda dikkat konsantrasyon problemleri ortaya çıkar; zihinsel yorgunluklar baş gösterir. Uyku hijyenine uygun davranılırsa kaliteli uyku geçirilir. İnsanın biyolojik ritmi Ay’a göre programlandığı gibi genetik kodumuz da Ay’a göre yazılmıştır. Bu nedenle bir uykunun kaliteli olması için kişinin biyolojik ritme uygun davranması gerekmektedir. Modern yaşam, uyku kalitesini bozdu. Alzheimer gibi hastalıklarda uyku bozukluklarının da etkisi var. Depresyonda olan kişilerin uyku kalitesi düşüktür. Bir insanın ruhsal durumunu anlamak için uyku profiline bakılır. Genetik ve biyokimyasal profiller gibi uyku profili de kişinin sinir sisteminin nasıl çalıştığı konusunda bilgi verir. Uykunun niteliği, kişinin ruhsal yapısıyla ilgili özelliklerini gösterir. Kâbuslar, korkulu rüyalar uyku terörüdür. Kişi, kalbi çarparak uyanır. Uykuda panik ataklar geçirir. Şizofrenlerin uyku profili çıkarıldığında, bu kişilerin diğer insanlardan farklı olarak kaliteli uykuya geçemedikleri gözlemlenmiştir. Uykunun dört fazı var: Bunlar uyanıklık, rem, üçüncü ve dördüncü evrelerdir. Şizofren hastalar, uykunun üçüncü ve dördüncü evresine geçemiyorlar. Beyin, kimyasal onarımı yapamıyor. Bu nedenle şizofrenlerin uyku görüntüsü önemlidir. Bir şizofrenin uykusu düzelmişse normale dönmüş demektir. Uykunun ruh ve zihin sağlığı üzerinde böyle bir fonksiyonu var. Ülkemizde gittikçe sayısı artan uyku laboratuarlarında rüya çalışmaları yapılmaktadır. Bu laboratuarlarda sürdürülen psikolojik ve psişik araştırma ve gözlemler, rüyaların kaynak ve nedenlerin çeşitlilik gösterdiğini ortaya koymaktadır. İnsanın uyku halindeyken gerek bilinçaltından kaynaklanan, gerekse çeşitli kaynaklardan aldığı tesirlerin imajlara bürünmesiyle oluşan algılara rüya deniyor. Uyku sırasında, kişinin bilinçaltındaki düşünceler, özlemler ya da istekler, bir film şeridi gibi göz önünden geçer. Freud’a göre bilincin gizlediği, tamamen sakladığı bazı olgular, ortaya çıkabilmek için yol aramaktadır. Bunlar, rüyalar haline girerek kendilerini göstermektedir. Rüya esrarlı bir dünyadır ve rüya, bir çeşit uykuda yaşanılan hayattır. Rüyaların çoğu gereksiz gibi görülse de rüyalar anlamsız değildir. Rüya uykuyu koruyor. Rüya gören kişi kaliteli uyur. Kaliteli uyku ise kaliteli ruh sağlığı demektir. Freud rüya için ruh sağlığının gardiyanı diyor. Uykunun rem dönemi vardır; buna paradoksal uyku da deniyor. Rüyalar işte bu uyku sürecinin esas dönemi olan rem evresinde görülüyor. REM döneminde uyandırılan deneklerin % 80’inin rüyalarını hatırladıkları görülmüştür. Rem aşamasında vücut derin uykudadır fakat beynimiz uyanık gibi çalışır; uyanık gibi alfa ve beta dalgalarını üretir. Teta ve delta dalgaları uyku dalgalarıdır. Teta dalgası hipnozda (uykuya dalma, gevşeme halinde) üretilir, derin uykuda ise delta dalgası yayılır. Rem, beynin zihinsel fonksiyonlarının dinlendiği yakın bellekteki bilgilerin uzak hafızaya, uzak hafızadaki bilgilerin de yakın hafızaya atıldığı ve öğrenilenlerin arşivlendiği evredir. İnsan hafızasının kaydettiği olaylar rüyada yaşanır. Rüyaların öğrenme ve ruh sağlığı üzerindeki etkisi test edilmiştir. Rüya görmesi engellenen bireylerde öğrenmenin zorlaştığı ve çeşitli depresif ve psikotik tepkilerin ortaya çıktığı deneysel olarak gözlemlenmiştir. Rüyalar yoluyla travmatik bellek hakkında bilgi edinilir. Geçmişte yaşanılan olaylar, çocukluk dönemindeki şok yaşantılar hakkında ipucu yakalanır. Mesela biofeedback adlı dijital teknoloji temelli seansta, bir hastamız mor rengi görünce beyninde stres dalgası harekete geçiyordu. Beynin mor renge karşı aşırı reaksiyon vermesinin altında; geçmişte mor elbiseyle sünnete giderken kaza gibi bir durumun yaşandığını ve bu durumdan kaynaklanan bir korkunun yattığını öğrendik. Bunun gibi rüya yoluyla da travmatik bellekteki bilgilere ulaşabiliyoruz. Rüyalar kişiyi keşfe götürebilir. Kişiyi gerçeğe dört yol götürür. İlki deney ve gözlem sonrası akıl yürütme daha sonra sezgiler son olarak da inançlar… Donanım varsa çok derine gidebilirsiniz. Denizin altına ilişkin bilgin varsa öğrenirsin. İnsan zihninde üç dönem vardır. Birincisi hayal kurma, ikincisi kuluçka dönemi, üçüncüsü ise doğum. Kuluçka döneminde zihinsel geviş getirmeler vardır. Bu evrelerin ilkinde kişi hayal kuruyor. Zihinsel emeğin sonucunda rüya o karara yardım ediyor. Bu konuda zihinsel yatırım yapılmışsa rüyaların keşfedici gücü olabilir. Rüya gerçekliği ile dünya gerçekliği aynı değildir. Dünya madde evreni, rüya ise semboller evrenidir. Kuantum felsefesiyle dünyanın madde evreni olduğu tezi yıkıldı. Rüyalar, kuantum felsefesini doğruluyor. Evrende sadece beş duyu yoktur. Duyu ötesi algılama var. Beş duyunun ötesinde otuz iki duyu var. Manyetik duyular da bunlardan biri. Evrende bazı bilgiler, sinüs frekansı şeklinde dolaşıyor, fakat biz bu sinüs frekansındaki sesler ve görüntüleri algılayamıyoruz. Yaşanmış olaylarla ilgili rüya görmek olağan bir durum olmasına rağmen, yaşanmamış olaylarla ilgili rüya görmek insan hayatında nadir rastlanır. Fakat bu durum bazı kişilerde sık görülmektedir. Bazı kişilerin algıları çok gelişmiştir ve bu konuda özel yeteneklidirler. Sinüs frekansıyla yaklaşan kişiyi algılayabilirler. Bu altıncı his olarak da biliniyor. Beyinde ayna nöronlar var. Ayna nöronlar, bu kişilerde aşırı geliştiği için daha kapı çalmadan yaklaşan kişiyi hissedip adını andıkları gözlemlenmiştir. Hipokrat’ın “Sağlık Bilgisi Kitabı” adlı çalışması, bazı rüyaların çeşitli hastalıklarla ilgili olabileceği düşüncesi üzerine kuruludur. Hipokrat’a göre; rüyalar kişinin sağlık durumunu önceden haber verici niteliktedir. Hipokrat “rüya anahtarları” denilen sembollerle kodlanmış rüyalardaki verilerin “haberci” değerleriyle ilgili rüya yorumları üzerinde çalışmıştır. Bir hadiste Peygamberimiz: “Artık yeryüzünde müjdeleyicilerden başka peygamberlikten hiçbir şey kalmadı; müjdeleyiciler güzel rüyalardır.” Der. Bu nedenle rüyalar, müjdeleyici ve uyarıcı özelliğe de sahiptir. Ancak bunun anahtarını iyi bilmek gerekir. Rüya Tabirleri kitapları aldatıcı olabilir. Rüyalar yoruma açıktır. Rüyayı iyiye yorumlamak olumlu düşünce kalıplarını doğurtur, kaygıyı azaltır. Olumsuz yorumlattığınızda farkında olmadan buna inanarak düşünce sistemini bozabilirsiniz. Beynimiz bir bilgisayar gibidir. Bilgi girişi yapılıyor, beyin o bilgiyi işliyor, yorumluyor ona göre tepki veriyor. Eğer o girilen bilgiyi yanlış modüle edip yorumlarsanız, yanlış tepki verirsiniz. Rüya yorumlarında kişinin arka planını, kişiliğini, geçmişini bilmeden yorum yapmak doğru değildir. Yorumlar bir bakış açısı kazandırır hemen inanmamak gerekir. İnanmak beynin enter tuşuna basmaktır. Zihninizde hemen o program çalışır. Beyninize bir inanç, mit ya da bir kanaat yazdınız mı bu farkında olmadan hayatınızda etkili olur. Gördüğü rüyayı yorumlatmak için falcıya giden bir kadın hastam vardı. Falcı, rüyasını kocasının onu aldattığı şeklinde yorumluyor. Kadın kocasından şüphelenmeye başlıyor. Adam eve yüzü asık geldiğinde; kadın ‘beni aldatıyor’ düşüncesine kapılıyor. Ve iş boşanma aşamasına kadar varıyor. Bir rüyanın yanlış yorumlanması insanların hayatını bu ölçüde etkileyebiliyor. Rüyaya inanmak falcıya inanmakla aynıdır. Rüyalara inananın beyin programı ve pusulası bozulur. Peygamber Efendimiz: “ Rüya ile amel etmeyiniz.” diyor. Fiziksel realite ile rüyanın realitesi farklıdır. Bu İslami literatürde “ misal âlemi” olarak geçer. Yani sembollerin olduğu bir âlem. Keşif ehli, o âlemdeki bilgileri alıp size getiriyorlar. Bu deneyüstü bir gerçeklik olduğundan bunları maddesel olarak ölçemeyiz. DEĞİRMEN DERGİSİ SAYI 33-34 |
13 Şubat 2013 12:53 | |
Esma_Nur | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Sayın nevzat tarhan ile ilgili yazılarınızı bu başlık altında paylaşabilirsiniz.Konular birleştirilmişdir. |
13 Şubat 2013 11:56 | |
Nesli_Nur | **DiziLerde üç tehLike:Masa-Kasa-Nisa** MASA - KASA - NİSA Türkiye maalesef ‘midesi geniş’ insanların çoğaldığı aile kültürünü besliyor ve ihraç ediyor. Azerbaycan ve Orta Asya’dan çeşitli dostlar edindikçe kadın misafirlerin İstanbul Türkçesini rahat kullandıklarını gördüm. Bunun izlenen Türk dizilerine bağlı olduğunu anladıktan sonra bazı sorulara cevap bulmaya başladım. Aileler neden daha kolay parçalanıyor, çocuklar neden mutsuz, uyuşturucu neden yaygınlaşmış, şiddet neden artıyor soruları zihnimde karşılık bulmaya başladı. Eskilerin “şöhret, servet, şehvet” şeklinde ifade ettiği üç cazibeli psikolojik tuzak diziler sayesinde sosyal virüs gibi yayılıyor. Bu dizilerin Ortadoğu ve Balkanlarda da talep görmesi sosyal hastalıkların geleceği konusunda toplum bilimcileri ve ruh bilimcileri düşündürüyor. İnsanın kalıcı belleğine işittikleri, yaptıkları, söyledikleri değil hissettikleri yazılıyor ve bu unutulmuyor. Bu nedenle hayat yolunda ilerlerken his dünyamızı nasıl yönettiğimiz bizi biz yapan ölçüdür. Sıradan insanlar gücünü kollarından alırlar, ortalama insanlar akıllarından alırlar, yüksek insanlar ise kalplerinden alırlar. O halde sevgi piramidimizin en tepesinde ne varsa biz ‘O’yuz. Duygusal yatırımımızı neye yaptığımız, bizi ve hayatımızı dolayısıyla çocuklarımızın hayatının tamamını etkileyecek öneme sahiptir. Dizilere şöyle bir göz attığımızda Sabah Gazetesi TV yazarı Yüksel Altuğ dizilerdeki çarpık aile ilişkilerine ve aşkların aile içinde yaşanması örneklerine dikkati çeken bir okuyucu mektubu yayınladı. “Lale Devri filminde ölmüş ablasının eşinden çocuk sahibi olma, Yer Gök Aşk filminde yengesinin babası ile aşk yaşama, Bir Çocuk Sevdim dizisinde kardeşinin kayınpederi ile aşk yaşama, İffet dizisinde üvey annesinin eski sevgilisi ile aşk yaşama, Aşk-ı Memnu’da amcasının genç eşi ile aşk…” gibi ancak midesi geniş insanların rahat seyredeceği diziler çokça seyrediliyor. Aile kültürüne ve bütünlüğüne bu dizilerin neden zarar verdiği ABD’de ciddi araştırma konusu oldu. Sonuçta aile değerlerinin ve sosyal duyguların güçlendirilmesi gerektiği noktasına gelindi. Artık şöhret, servet, aşk, eğlence ve makam sevgisinin sadece bireysel egolara yönelik olduğu biliniyor. Bunlar somut zevklerdir ve somut zevk tutkulularının yalnızlaştığı ve mutsuz olduğu anlaşıldı. Eğer bu duygulara karşı insan harekete geçmezse, bu duygular insana karşı harekete geçiyor, o kişiyi büyülüyor ve esir alıyor. Bu zevklerin hiçbiri uzun vadeli, kalıcı ve tatmin edici değil. Somut zevkler anlık mutluluk veriyor. Gerçek mutluluk toplam mutluluktur. Yani bütün hayatında yaşadığı “iyi hissettiği günlerin daha çok olduğu” yaşam biçimi gerçek mutluluktur. Bu duyguların büyüsüne kapılmadan doğru durabilmek modern yaşamda çok zorlaştı. “Nasıl yaşarsam mutlu olurum” sorusuna kolay bir cevap yok. İnsan eğer yüksek ideallere sahipse, somut zevklerin insanı test eden ve sınayan engeller ve tuzaklar olduğunu görebilir. Zevk olarak soyut zevkleri keşfetmek gerekiyordu. En iyi ve en güzel şeylerin en yakınımızdaki şeyler olduğu ve bunları doya doya yaşamanı zevkini almayı çoğu kez kaçırdığımızı artık keşfetmeliydik. Soluduğumuz hava, gözlerimizdeki ışık, doğru yaşamanın iç huzuru, sahip olduğumuz küçük şeylerden zevk alabilmek, hayal gücümüzü çalıştırarak zihnimizi eğiterek yüksek amacımız için çalışmak, sıradan ve rutin işleri zevkle yapabilmek, eş ve yakınlarımızla mutlu olmanın yollarını bulmak, en önemli konular olmalıydı. Ancak biz bütün sıradan zevkleri değersizleştirip, sahte ve geçici ancak cazip zevklerle kendimizi kolaycılığa kaptırıyorduk. Hayatın derin anlamlarını anlamak için ölümle, krizle karşılaşmak da gerekebilir. Çoğu zaman insan en dibe vurduğunda kişiliğinin en güçlü yönü ile karşılaşır. Aksilikler içinde görünmeyen lütufları görerek bedeni acı çekerken ruhu keyif alabilir. O halde hayatımızdaki olaylar bizi değil, biz olayları kontrol etmeliyiz. Bunun için zevk tuzaklarına hazırlıklı olmalıyız. Hayatta dibe vurmadan önce “masa, kasa, nisa (karşı cins)” zevklerinin doruklarına çıkabilir sonra da tepe aşağı gidebiliriz. İçimizdeki vahşi şöhret, servet, şehvet atlarını ehlileştiremezsek ömrümüzün sonunda mezar taşımıza iyi şeyler yazdıramadan geçip gideriz. Eğer insan akıllı ise yaptığı işin sonunu düşünür. Kişisel ve aile kültürümüzü etkileyen sevgi ve değerlilik hiyerarşimizi bozan bu dizilere rağbet etmemek birey olarak görevimiz. Fakat bu dizilerin alternatifi diziler yapmak da yöneticilerimizin, sanatçılarımızın sorumluluğudur. Prof. Dr. Nevzat TARHAN |
13 Şubat 2013 11:11 | |
Nesli_Nur | Başörtüsü ile ilgili nefis bir yazı !!! Başörtüsü ile ilgili nefis bir yazı! Başını örtenler: Eğer inanmadan örtünüyorsanız, başörtüsünü çıkarınız. ... Eğer siyasi simge olarak örtüyorsanız, çıkarınız. Eğer mahalle baskısı ile örtüyorsanız çıkarınız. Eğer babanızın baskısı ile örtüyorsanız, çıkarınız. Eğer kocanızın baskısı ile örtüyorsanız, çıkarınız. Eğer ağabeyinizin baskısı ile örtüyorsanız, çıkarınız. Eğer yaşadığınız ortamda prim yaptığı için örtüyorsanız, başörtünüzü çıkarınız. Eğer gelenek olduğu için örtüyorsanız, çıkarınız. Eğer sizi güzelleştirdiği için başınızı örtüyorsanız, çıkarınız. Eğer Allah için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz. Eğer inandığınız için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz. Eğer dini gereklilik için örtüyorsanız, sizi tebrik ederiz devam ediniz. Ancak artık özgür olmadığınızı unutmayın. Başörtüsü ile sakız çiğneyerek dolaşamazsınız. Karşı cinsle sarmaş dolaş olamazsınız. Artık temsil ettiğiniz bazı değerlerin var olduğunu unutmayınız. Eğer inandığınız için örtünüyorsanız içini doldurunuz. Dürüstlüğünüz, çalışkanlığınız, hoşgörünüzle örnek olurken; ahlakî anlayışınız, oturup kalkışınızda da daha dikkatli olmalısınız. Çünkü başörtüsü sizin için hem bir hak hem bir değerdir. Haktır; çünkü sonradan çıkarılmış bir kavram değildir. 1400 yıllık bir geçmişi vardır. O halde örtündüğünüz gibi yaşayın. Yaşadığınız gibi örtünün. Karşı çıkanlar: Başörtüsüne size ölümü hatırlattığı için karşıysanız, vazgeçiniz. Ölüm vardır ve gerçektir. Başörtüsüne din karşıtlığınız sebebiyle muhalifseniz, vazgeçiniz. Dinin teselli etme ve hayata anlam katma gücünü yok edemezsiniz. Başörtüsüne korktuğunuz için karşıysanız, korkunuzu analiz ediniz. Korkunuz dini bir veriden kaynaklanıyorsa, o veriyi tartışınız. Korkunuz dinin yanlış yorumlarından kaynaklanıyorsa, doğru yorum bulmak ya da oluşturmak için mücadele ediniz. Korkunuz küçük kentler ve Anadolu’daki mahalle baskısı ile insanlarla diyologa giriniz. Birlikte yaşama bilincini oluşturmak gibi bir misyon üstleniniz. Yasağı yasakla gidermek çözüm olamaz. Korkunuz İran gibi olmaktan kaynaklanıyorsa, başörtüsüne karşı çıkmak yerine radikalliğe karşı çıkınız. Korkunuz Atatürkçülüğün tehlikede olmasından kaynaklanıyorsa hangi Atatürk’ü savunduğunuzu sorgulayınız. Korkunuz Cumhuriyetin tehlikede olmasından kaynaklanıyorsa “Tek Parti Cumhuriyeti”ni mi, “Çok Partili Cumhuriyeti” mi savunduğunuzu sorgulayınız. Korkunuzun sebebi özgürlüklerin kaybolması ise, ise herkese özgür yaşayacağı ortam sağlayacak çözümler üretiniz. Korkunuz laikliğin tehlikede olmasından ileri geliyorsa, laiklikle din karşıtlığını karıştırıp karıştırmadığınızı sorgulayınız. Korkunuz sahip olduklarınızı yitirmekse, elde ettiğiniz varlıklara “düşünceye karşı düşünce” yöntemiyle mi mücadele ediyorsunuz, bunu sorgulayınız. Başörtülü birini gördüğünüzde size ‘dinsiz’ denildiğini hissediyorsanız, vazgeçiniz. Çünkü bu sizin algınız olabilir. Niyet okuyarak hükme varmak, insanı realite körlüğüne götürür. Başörtülü bir kadını gördüğünüzde, ‘dinde böyle bir uygulama yok’ diye düşünüyorsanız, bırakınız onu konunun uzmanları söylesin. Bilimsel cahillik yapmayınız. Başörtüsünü ‘gericilik’ olarak değerlendiriyorsanız, asıl gericiliğin öğrenme hakkını engelleme olduğunu görünüz. Gericilikle mücadele cehaletle mücadeledir; dinle mücadele değildir. Başörtülüleri ‘kendilerini kısıtlayan insanlar’ olarak görüyorsanız, inandığı değerler için zevklerinden vazgeçenlere saygı duyunuz. Başörtülüler size ‘Usame Bin Ladin’i hatırlatıyorsa, zihin haritanızı değiştiriniz. Radikal din anlayışının, İslam dininin ilk doğuşunda üç halifeyi öldürdüğünü unutmayınız. Başörtüsünü görünce ‘dinî faşizm’den korkuyorsanız, Hitler’den hareketle ‘bütün Almanlar faşisttir’ deme adaletsizliğini yapmayınız. Başörtülüler, size ‘tehdit altında olduğunuz’ izlenimini veriyorlarsa, kendinize konuyu kişiselleştirip kişiselleştirmediğinizi sorunuz. Başörtülülerle konuşmayı deneyiniz. Önyargıları, diyaloglar aydınlatır. Bir insanın başının zorla kapatılmasından yana iseniz, ceberutsunuz. İslam tarihinde selefi, harici radikalizm yorumu bunu öngörmüştür. Bir insanın başını zorla açtırıyorsanız yine ceberutsunuz. Bu durum, din karşıtlığını dogma haline getirdiğinizin ispatıdır: Kendinizle yüzleşiniz. Belki de ‘Modern Tiran’lığı savunuyorsunuz. Güç kullanarak kendi dogmalarınızı kabul ettirmek istiyorsanız, siz Ortaçağ’a aitsiniz. Dinî görünümlü ya da modern görünümlü olmanız fark etmez. Siyasî talebi olmayan bir genç kızın inançlarının gereğine göre yaşamasına karşı çıkıyorsanız, laikliğe de karşı çıkıyorsunuz demektir. Siyasî talebi olmayan bir ailelerin çocuklarına dinin öngördüğü ahlakî normları öğretmeyi, din dersi vermelerini laikliğe aykırı görüyorsanız; bu davranış bilimsel, çağdaş, ilerleme ve aydınlanmaya uygun değildir. Alternatif üretiniz. Siyasî talebi olmayan ama dinini yaşamak isteyen doktora, mühendise, subaya karışmayınız. Aydınlanmanın Descartes döneminde takılıp kalmışsınız demektir. Allah’a hesap verme duygusu yaşayan bir subay ya da doktor ülke için şanstır. Siyasî talebi olmayan ama dinin teselli gücünü, yaşama anlam katma özelliğini ve ölümden sonraki hayatı öngörme fikrini bilimle birleştirenlere karşıysanız, bilimsel gelişmeye ve düşüncenin ilerlemesine de karşısınız demektir. Başörtüsüne ‘bazı siyasîler sahip çıkıyor’ diye karşıysanız, demokratlığınızı sorgulayınız. ‘Başörtüsü istismar ediliyor’ diye düşünerek muhalefet ediyorsanız, istismar edenle etmeyeni anlamanın en iyi yolunu deneyiniz. Bu konuyu istismar edeni etmeyenden, önyargılı olanı olmayandan ayıran laboratuar, sosyal alanlardır. Üniversitelerde serbest bırakın. Üç, beş sene gözlemleyin. Eğer kamu düzeni bozulursa ve başı açıkların hakları ellerinden alınırsa, aptallık yapmayın; mücadelenizi verin. Eğer askerseniz ve sezgileriniz, Türkiye’nin geleceğini tehdit edecek bir tehlikeyi haber veriyorsa; üniversiteler sizin için birer sosyal psikoloji laboratuarı olacak. Böylece siz de deneyecek ve göreceksiniz: Kamu düzeni, provokasyonlara rağmen bozuluyor mu bozulmuyor mu? İnsan davranışlarının dilini, yalan söylenip söylenmediğini, niyetleri anlamayı ve korkuları yenmeyi gösterecek en iyi yol, deneme sınamadır. Deneme-sınama yöntemi her zaman risklidir, ancak radikalliği önlemek için bu riski göze almak gerekir. Adalet, cesaret istediği gibi doğruları bulmakta, risk almayı gerektirir. Özgürlük ve barış tarihte hiç kolay elde edilmemiştir. Bazıları başının dışını örtüyor, bazıları içini örtüyor. Bunun için sosyal psikoloji laboratuarı en etkili bilimsel deney ve gözlem yeridir. Türkiye kendi modernizmini geliştirmek dünyaya model olma şansını yakalayabilir. Bu konuda da rehberimiz akıl ve bilim olmalıdır. Bilim inancı taklit etmez ama tehdit de etmez. İnceler, rapor eder ve tarih sahnesine sunar. Özellikle üniversiteler hiçbir fikre kapısını kapamazlar. Analiz ederler, yorumlarlar. Evrensel yaklaşım bu olmalıdır. İnanç bilimsel kategoridir. Üniversitelerin sosyal psikolojik laboratuvar olması fırsatını kaçırmayalım. Türkiyemiz bu sınavı dünyaya örnek olacak şekilde aşması dileğiyle… Prof. Dr. Nevzat TARHAN |
15 Kasım 2012 19:04 | |
enderhafızım | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Evin Küçük Hükümdarı Çocuğun ruhsal gelişiminde önemli üç ana unsur sevgi, disiplin ve ilgidir. Bu üç unsur uygun dozda verilmelidir. Bir sabun düşününüz, gevşek bırakırsanız kaçar, çok sıkarsanız yine kaçar. İşte çocukta böyledir. Dengeli ve ölçülü ana baba tutumları gerekir. Söylemesi kolay, uygulaması zor. Atakan 17 yaşında uzun boylu, modaya uygun giyinen, saçı jöleli, etkileyici genç bir adam. Konuşurken küçümseyici, alaycı, kibirli, küstahtı. Sinemadan, oyunculuktan hoşlanıyordu. Yalnızdı. Kız arkadaşı çoktu. “Anneme, babama parasal olarak bağlıyım, duygusal olarak değil” diyordu. Doktora lüks arabaları çizdiği için getirilmişti. Neden yaptığı sorulduğunda, “Benim yoksa onlarında olmasın” diye cevap veriyordu. Hiç pişmanlık duymuyordu. Atakan’ın özgeçmişi incelendiğinde iki kişilik sevgi verilmişti. Hep övülüyordu. Ailenin tek çocuğuydu. Hep hazıra alışmıştı. Emek vermeden elde etmek istiyordu. Anne ve babası, “Biz çocukluğumuzda çok mahrumiyet çektik, o çekmesin” diyorlardı. Her istediği oluyordu. Atakan çocukluk narsisizminden çıkamamıştı. Narsisistik (özsever) kişilik özellikleri olan “kendini özel ve önemli görmek, eleştiriye dayanıksızlık, çıkarcılık, başkasını kullanmak, aşk, zenginlik, para, güç düşkünlüğü, övgüyle beslenme, hep kayrılmak isteme, empati kuramama, kıskanç, küstah özellikleri” değişik derecede taşıyordu. Anne-baba iyi niyetle evde bir “gurur abidesi” yetiştirmişlerdi. Artık herkesi küçük gören bir birey ortaya çıkmıştı. SEVGİDE ÖLÇÜ Sevgi çocuğun her dediğini yapmak değildir. Bir çiçeğe fazla su verilirse nasıl zararlıysa sevginin fazlası da zararlıdır. Sevginin fazlası da zararlıdır. Ya kibirli veya tembel bir kişilik ortaya çıkar. Ben merkezci özellik olgun olamayan kişiliklerde vardır. Sevgi yatırımını egosuna yapmış, kendisi dışında nesnelere sevgisini yönlendirmemiş bu kişiler yanlış sevgi almışlardır. Primer narsisizm’de çocuk kendisini sever. Büyüdükçe sevgisini kendisi dışındaki nesnelere de yatırır. Sekonder Narsisizm’de yani şizofrenide sevgi tekrar kişiye döner. Sadece kendisi vardır, kendisini sever, ilgisi kendisine yönelmiştir. Narsisistik kişilikte sevgi çıkarı olan şeylere yönelmiştir. Çıkarı olmayan şey onun için önemsizdir. Matür (olgun) savunma düzenekleri Alturizm : Fedakarlık Assetizm : Zevke değer vermemek Antisipasyon : Sezgi. Supcosyon : Kontrollü baskı Narsisistik savunma düzenekleri Projeksiyon : Yansıtma (kusur bende değil onda) İnkar : Reddetme Distorsiyon : Çarpıtmadır. Görüldüğü gibi “ben merkezci” birey özeleştiri yapamaz, kendisini sorgulayamaz, kusuru başkasında arar. Kendini beğenmek, özgüven farkı: Mezarlıkta yürürken ıslık çalan bir insan özgüven sahibi gibi gözükür. Aslında son derece güvensizdir, fakat güvenli rolü oynamaktadır. Korkularını böyle bastırır. İşte narsisistik kişide sıradan insan olmaktan korkar. Korkusunu gidermek için hep başkalarını eleştirerek savunma içerisindedir. Egosunu böyle tatmin eder. Çocuk yaşadığını öğrenir! Ailede çocuğun model aldığı kişi özsever kişilik özellikleri taşıyorsa o çocuk bu modeli benimser. Ailede bu kişilik özellikleri ebeveyn yoksa, fakat sürekli egosu şişirilen, alçak gönüllülük öğretilmeyen çocuksa özsever olur. ÖVGÜDE ÖLÇÜ Çocuğun iyi davranış ve çabalarını övmek öz güven kazandırır. Çocuğun kişiliğini övmek büyüklük hastalığına (ego hipertrofisi) götürür. Övgü ve onay sözcüklerine herkesin ihtiyacı var ama yerinde kullanılırsa. PAYLAŞMA DUYGUSU “Benmerkezci” birey başkasını değil ondaki çıkarını sever. Eşine hediye alırken bile kendi işine de yarayacak bir hediye alır. İnsan sosyal bir varlıktır, mutlaka vermeyi öğrenerek büyütülmelidir. Çocukluğunda paylaşma ve yardımlaşma kavramlarını kazanmalıdır. EMPATİK İLETİŞİM Karşı tarafın duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışma becerisi çocuk yaşlardan kazandırılmalı. Başkasının hakkına saygı duymak, “sen onun yerinde olsan ne yapardın” sorusunu öğrenen çocuklarda gelişir. Kendisi için istemediği şeyi başkası içinde istememe yüksek ahlakına sahip olmak hiçte kolay değildir. Özsever özelliklerini gördüğümüz çocuğun her hareketi onaylanırsa, evin küçük hükümdarı olur. İleri yaşlarda Anne-Babayı silkelemeye başlar. Kendisini alkışlayanların omuzunda yükselip onlara acı çektiren bireyler yetiştirmemek dileğiyle. Prof. Dr. Nevzat TARHAN |
01 Ağustos 2012 16:35 | |
muallime | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Arapların evine misafir olduğumuzda sadece halı olan ve muhakkak yerde yemek yenilen evlere misafir oluyoruz..Türklere misafir olduğumuzda ise aşırı mükemmel ve temiz eve çocuk götürülmüyor!Çünkü ev eşyalarına süslere zarar verebilir!!Misafirliklerde 10 çeşite varan israftan sonra herkes misafirden korkar olmuş...Haber vermeden gitmek hakeza. Artık süs eşyalarının fiyatları binlere dayanmış durumda ... Bir yakınım anlattı ''.Arkadaşlarla sohbet yapıyoruz.Ama bazı arkadaşlara sohbet sırası geldiğinde sıkıntı oluyor ''.dedi Niye ? Heryer heykel dolu.Bir metre büyüklüğünde nerdeyse.. -Eee noluyor peki? sohbet sırası o hanıma geldiğinde Değeri 1000 lira (nerdeyse)olan Kuğuların gözlerini bağlıyormuş. Niye dedim.? Kuran okunacak ya.. ![]() Müslümanların para ile imtihanı ne çetin oldu!diye düşünüyorum.Sınıfa kaldık.İmtihanı geçemedik. Yine yardım kuruluşlarına yardım edenlerin zenginlerden değilde orta halli gelir gurubundan oluşması hayret verici değilmi!! Bazen yoklukla, bazen varlıkla imtihan!!Allah yardımcımız olsun.. |
01 Ağustos 2012 13:25 | |
Esma_Nur | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Üç Yuva Yıkıcı: İçki, Kumar ve İç Mimari... Mobilya mağazasında kocası ile kavga eden çarşaflı kadını düşündükten sonra bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim. Sade yaşamanın güzelliğini kaybeden bir kültür bizim kültürümüz olmazdı. İç mimari mesleği ile uğraşanlar yanlış anlamasınlar ancak mesleklerinin bazı risklerini onlara anlatmak istiyorum. Özellikle iç mimari ve tasarım üretiminde önde olan İtalya, İspanya’nın süratle krize yönelmesi bazı sosyal hastalıkları bize hatırlattı. Bu üç sosyal hastalık aile de ve ülke de ekonominin çöküşünün görünmeyen psikososyal nedenidir. Batının “Hedonizm, Egoizm ve Komfortizm” hastalıkları çöküşün işaretleri olarak düşünülmelidir. Bu sosyal hastalık belirtileri bizde de çokça rastlanır oldu. Zevkçiliği, bencilliği ve kişisel rahatını yücelten bireylerin çoğunlukta olduğu hiçbir aile mutlu olamaz, hiçbir kurum devam edemez ve hiçbir toplum ayakta kalamaz. Bu üç hastalığın sonucu… İnsanların tembelleşmesi, lüks ve eğlencenin yüceltilmesi, görev ve sorumluluk duygusunda azalma olması, israfın, aç gözlülük ve doyumsuzluğun yaygınlaşması, sosyal ilişkilerde saygının ve empatinin değerini yitirmesi, bencilliğin teşvik edilmesi sonucu toplum da bazı değerler geriler. Sevgi, saygı, güven, merhamet ve sorumluluk değerleri zarar görür. Halkın düzene sevgi ve güveninin zayıflaması ile birlikte toplumda adalet ve dürüstlük duygusunun gerilemesi sonucu gelir dağılımının bozulması ortaya çıkar. Ahlaksız ticaret, İlkesiz politika, Faydasız ilim, Emeksiz zenginlik, Vicdansız haz ve Çilesiz dindarlık varsa “hedonizm, egoizm ve komfortizm” sosyal hastalıkları bu değerleri bozmuş demektir. Kredi kartı tuzağı Kredi kartını hazır nakit gibi algılaması ve kredi kartına taksit adı altında tuzak uygulamalar alışveriş çılgınlığını teşvik ediyor. Karşılıksız sermaye olan kredi kartlarının bankaların gelirlerinin dörtte birini karşılaması tesadüf değildir. Tüketici davranışını etkileyen sosyal hastalıklar insanda temel özdenetim mekanizması olan “İstek ve ihtiyaç” dengesini bozulmasına sebep oluyor. Hoşuna giden bir kıyafet, ev eşyası, kişiye özel tuzakları ihtiyacı olmayan şeyi almamız sonucunu doğuruyor. Yetinme duygusu yani kanaat hissini zedeleyen modern yaşam tasarruflu yaşamayı eski kafalı olmak olarak sundu. “X” kuşağı gençlik Yemeyeceksen, harcamayacaksan, neden kazanıyorsun? diyen eşler şirketleri batırmaya devam edecekler. Hatta bir genç çalışanımız iyi maaş aldığı halde işten ayrılmıştı. Kalite standartları gereği neden ayrıldığını öğrenmek istedik ve sorduk aldığımız cevap ağzımızı açık bıraktı. 25 yaşındaki genç “Burda iyi kazanıyorum ama harcamaya zamanım olmuyor neden çalışayım ki?” demişti. Amacı yemek içmek ve eğlenmek olan “X” kuşağı gençlere insani değerleri öğretmek ve yüksek idealler vermekten başka çözüm gözükmüyor. Prof.Dr. Nevzat Tarhan |
06Haziran 2012 12:48 | |
Esma_Nur | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Nasıl ki, atomun içinde nötron, proton ve elektron varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise; canlılar arasında çekimi sağlayan şey de, sevgi duygusudur. Sevgi, insanları birbirlerine yakınlaştıran, ‘görünmez bağ’ denilebilecek bir duygudur. Eskilerin ‘kuvveti cazibe’ dedikleri şeydir bu. Sevginin üzerine değişik olumlu duyguların eklenmesiyle de sevginin türleri oluşur. RENKLER VE DUYGULAR Beyaz, saflığı gösteren renktir. Kırmızı, sevgiyi ifade eder. Sarı korkunun, mavi de güvenin temsilcisidir. Mavide, sınırsızlık duygusu da yer bulur. Siyah, insanı karanlığa doğru götüren bir renktir. DUYGULARIN BİRLEŞİMİ Prof. Dr. Nevzat Tarhan Sevgiye ümit eklendiğinde, insanı harekete geçirir ve yaşama sevincini artırır. Sevgiyle ümit beraber olduğunda motivasyon ortaya çıkar. Eğer ümitsiz bir sevgi söz konusuysa, çaresizlik duygusu doğar. Bu sebeple pozitif duygular içerisinde en önemlileri, sevgi ve ümit duygularıdır. Bu hislerin beraberliği, sevgiyi artırıcı etki yapar. Eğer insanın sevgi nesnesi karşısındaki olursa, empati ortaya çıkar. Bu da sevgiyi artırarak dostluğun doğmasına yardım eder. Sevgi ile üzüntü duygusu birleştiği zaman acıma, sahiplenme hisleri oluşur. Sevgi saldırganlık ile birleştiği zaman kontrol etme isteği doğar. Saldırgan kişilerdeki sevgi, sevdiğini disipline etmek şeklinde ortaya çıkar. Bu, çoğunlukla zarar veren bir sevgidir. SEVGİ TÜRLERİ Erotik sevgi, sonsuz zevk içerir. Bu tür bir sevgide, karşıdaki insanın cinsel çekiciliği olduğundan, cazibenin kaybı durumunda sevgiyi de yok olur. O yüzden, bunun şartlı sevgi olduğunu söyleyebiliriz. Cinsel arzular, neslin devamı için önemlidir, fakat insanın bütün yaşamını zapt etme ihtimali de olan bir güce sahiptir. Erotik sevgi, insan dışındaki diğer canlılarda da vardır. Romantik sevgi ise, soyut bir zevk içerir ve daha çok insana özgüdür. Sevgi ile bağlılığın bir araya gelmesi sonucunda aşk oluşur. Kişi sevdiği kimseye bağlandığı için şiddetli bir şekilde onu düşünür, arzular. Aşk bir müddet sonra tutkuya, yani kişinin sevdiği için kendisini feda etmesine dönüşebilir. Onun için ateşe atılır, yanar, hastalanır. Sevgi öyle bir duygudur ki, insan sevilene doğru göç eder. AŞKIN SEVGİ Sevgi türlerinden biri de aşkın sevgidir. İnsan kendisini güçsüz, zayıf, yetersiz hissettiğinde her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, bütün olayları kontrol altında tutabilen, her şeyin anahtarı elinde olan, göremediği ama hissettiği bir güce sevgi duyar. Bu büyük güce yönelen his, manevi özelliği olan bir muhabbettir. Bu güçlü his, bağlılıkla birleşirse, Mevlana’nın Hakk’a olan sevgisi gibi derin bir aşk olur. İnsan bu dereceye erdiğinde öyle bir hale gelir ki, sanki her an Yaratıcıyı görüyordur, O’nun yanındadır. Kendini O’na feda etme derecesinde sever. İNSAN GÜZELİ SEVER İnsanda mükemmeli sevme eğilimi vardır. Kişi, hoşlanmadığı, görüşmekten hazzetmediği birinin bile iyi yanlarını sevebilir. Bu, diğer canlılarda olmayan bir hususiyet olduğundan, insanın tekâmül etme vasfını da gösterir. İnsan gelişim sürecinde yaşar. Onu ilerleten şey, güzel olan sevme duygusudur. İnsan statükodan, tutuculuktan hoşlanmaz, yenilik arayışıyla yaşar. İşte bu noktada, dinamik olma özelliği taşıyan sevginin insanoğluna en yakın ve yardımcı duygulardan biri olduğunu görürüz. SEVME DUYGUSU GELİŞTİRİLEBİLİR Mİ? Sevme duygusunu köreltmek de, geliştirmek de mümkündür. Sevgide önemli olan, sevgi nesnesinin ne olduğudur. Mesela, bazı insanlar çok sevgi doludurlar, fakat sadece kendilerini ya da yanlış şeyleri severler. İnsanlar arasındaki muhabbetin artması için sevgi davranışlarının karşılık görmesi önemlidir. Mesela, aile içinde sevgiyi artırmak istiyorsak, aile fertlerine içtenlikle ve samimiyetle davranarak, duygularımızı pekiştiren örnekler sergilemekte fayda vardır. Ancak sevgi karşılık görmediğinde söner. Bu sebeple devamlı beslenmesi gerekir. Yazar: Prof.Dr. Nevzat Tarhan |
05 Mart 2012 12:14 | |
Esma_Nur | Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Bediüzzaman'ın ilginç keşifleri İddialı konuşmayı sevmem ama bugün iddialı konuşacağım. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi’nin hayret ve merak uyandıran kişiliğinin, keşiflerinin, yaptığı dönüşümün üzerindeki örtüyü kaldıracağına ve yeni bir dönem açacağına inandığım iki eserden söz edeceğim. Bugün hepinizin davetli olduğu bir kitap tanıtımı olacak. Kitabın adı ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman.’ NESİL Yayınlarından çıktı. Toplantı Topkapı Eresin Otelde akşam saat 19.30 da. Kitabın devamı olan ikincisinin adı ‘Akıldan Kalbe Yolculuk, Bediüzzaman Modeli’ olacak. O da hazır. Kısa süre sonra okuyucu ile buluşacak. Bu kitabı neden yazdığımı giriş bölümümde belirttim. Ben Risale-i Nur veya Bediüzzaman uzmanı olmadığım gibi dini konularda hiç uzman değilim. Fakat varoluşu bu kadar güzel açıklayan, din ve bilimi bu derece güzel birleştiren, bilim felsefesinde çığır açan, çağın dertlerine tabip gibi reçete yazan ve reçeteyi uygulamaya sokan, benim gibi zor ikna olan materyalist eğitim almış, insanı analiz etmeye çalışan bir meslekle uğraşan birisini tatmin eden eserler hakkında düşüncelerim bir çok kişi için ilginç gelecektir diye düşündüm. Bence Bediüzzaman’ın Einstein’ın izafiyet teorisi veya Newton’un yer çekimini keşfi kadar önemli pek çok keşfi var. Onlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. 1-Elmas kılıç (İmani konularda kiplik mantığı gibi yöntemleri kullanması), sihirli asa (mânâyı harfi yöntemi) ve kuantum ene (hüve nüktesi) kavramları birer keşiftir. 2-Yüz yıl önceye ait İslamiyet’le demokrasi kültürü arasında doku uyuşmazlığı olmadığına dair fikirleri keşiftir. 3-Materyalizmi eleştirirken “antidarwinizm” yapmaması yeni ve ileri bir metoddur. 4-Osmanlının parçalanmaması için yazdığı reçetenin bugün halen geçerli olması şaşırtıcıdır. Despotizme karşı duruşuna dair kitaptan bir bölüm: “Bediüzzaman otuzlu yaşlarda İstanbul’a gelip bir hana yerleştiğinde kapısına “Burada her müşkül hallolunur, her meseleye cevap verilir, fakat sual sorulmaz” diye levha asmıştı. Bu iddiasında dikkati çekmek ve özgüvenin yanı sıra, çoğulculuğa da işaret ettiğini görürüz. Medrese hocalarının baskısı ve ilmî istibdadın olduğu bir dönemde ilmî eleştirilere açık olduğunu göstererek, medreselerdeki despotizme meydan okumuştur. Çünkü medrese eğitiminde öğrencinin fazla soru sorma ve tartışma hakkı yoktu. Hocalar başöğretmen gibi ders anlatırlar. Bu sisteme bayrak açan, muhalefet eden Bediüzzaman’ın, odasının kapısına yazdığı yazı ile eleştirilere ve sorgulayıcı düşüncelere açık olduğunu, soru sordurtmayı teşvik ettiğini ve ilmî despotizmi protesto ettiğini görürüz. İlmi çoğulculuğun işaretini göstererek 1900’lü yılların başında medreselerin aktif olduğu bir dönemde bu kurumların sorgulanmasına sebep olmuştur. O yıllarda o derece hürriyet vurgusu yapmıştır ki, hürriyeti imanın vazgeçilmez bir esası olarak düşündürtmüştür.” Eşit oyu savunan 1911 tarihli Kürt aşiretlerine bir dersinden yorum; “Bediüzzaman Münâzarat adlı eserinde çoğulculuğa örnek olabilecek tavsiyelerde bulunmaktadır. Şarktaki aşiretler Yahudi ve Hıristiyanların nasıl eşit oy hakkına sahip olacaklarıyla ilgili bir soru sorarlar: “Meclis-i Mebusan’da Hıristiyanlar, Yahudiler vardır; onların reylerinin şeriatta ne kıymeti vardır?” Şu cevabı verir: “Evvelâ: Meşverette hüküm ekserindir. Ekser ise, Müslümandır, altmıştan fazla ulemâdır. Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. Demek, hâkim İslamdır. Sâniyen: Saati yapmakta veyahut makineyi işletmekte, san’atkâr bir Haço ve Berham’ın reyi mûteberdir.” Bir saati yapmak için işinin ehli olan bir Ermeni usta tercih edilirse, Meclis-i Mebusan’da da reyinin muteber olması gerekir. Bu düşüncede, uzmanlığa saygı vardır. Bediüzzaman politikayı da uzmanlık ve işletmecilik alanı olarak görür ve bu konuda kendini geliştirmiş ve seçilmiş insanların reyinin muteber olduğunu savunmuştur. Günümüzde demokratik değerler olarak tanımladığımız katılımcılığı bir asır önce teşvik etmiştir.” Merak edenlere birkaç örnek verebildim. Umarım keşfedilmemiş bir hazine olan ön asyanın karanlığını gökten gelen ışık gibi aydınlatan bu ilginç kişiliği doğru yansıtabilmişimdir. Prof. Dr. Nevzat Tarhan RABBUL ALEMİN Bediüzzaman h.z'den ebediyyen razı olsun. Ömrü boyunca islamiyetin önündeki engelleri aşmak için uğraşdı..Nevzat hocama tşkler ediyorum. Kendisininde uzmanlığının dışındaki bir konuya değinmiş.. |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|