02 Eylül 2008 10:28 | |
Emekdar Üye | Cvp: Veysel Karani Veysel Karani Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî. İsmi Üveys bin Âmir el-Karnî'dir. Yemen’in Karn köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 657 (H.37) târihinde şehîd edildi. Peygamber efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîne’ye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında Medîne’ye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti. Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi. Peygamber efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır.” buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve;“Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum.” buyururdu. “Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allahü teâlânın dilediği(bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir.”buyurdu. Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm; “Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. Peygamber efendimiz;“Allah’ın kullarından biri.”buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. “Üveys.” buyurdu. Nerelidir? dediler. “Karnlıdır.” buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. “Baş gözü ile görmedi.”buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.”[/B] buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr’e; “Sen onu kendi zamânında göremezsin.”Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin.” buyurdu. Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti. Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karnî'ye verin.”buyurdu. Resûlullah’ın vefâtından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. “Onu arıyorum.” buyurdu. Sonra hazret-i Ömer’le hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet buyurdu, dedi. “Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevâbını verdi. Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu: “Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.” dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi. Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır. Harem bin Hayyan anlatır: "Üveys’in şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında mâlûmâtım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi?” dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. “Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de!” dedi." Resûlullah efendimizden bana bir haber ver, dedim. “Ben onu görmedim, O’nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam.” dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım.” (Zâriyât sûresi: 56) “Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım.” (Enbiyâ sûresi: 16) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. “Bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem.” dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. “Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin.” Birkaç duâ daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım. Devamlı ibâdet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. “Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’dir.” demiştir. Veysel Karânî hazretleri Mekke’de hac yapıp, Medîne’ye gidince, işte Resûlullah’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; “Beni buradan götürün. Resûlullah efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz.” buyurdu Rebî’ bin Haysem anlatır: Üveys'i görmeye gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta başladı ve; “Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım.” dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim. Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; “Bu gece kıyâm gecesidir.” dedi. Diğer gece, “Bu gece rükû gecesidir.” Öbür gece, “Bu gece secde gecesidir.” dedi. Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi. “Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem. Halbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir.” dedi. Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır.” dedi. Kendisine nasılsın? dediler: “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?” dedi. İş nasıldır? dediler. “Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!” dedi. Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; “Allahü teâlâyı bilir misin?” Evet bilirim. “Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu yetişir.” buyurdu. Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! “Allahü teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir. “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir.” dedi. Veysel Karânî hazretlerini çocuklar bâzan taşa tutardı. O ise çocuklara; “Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın.” derdi. Veysel Karânî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip; “Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allah’ın rızkını Allah’ın kulundan al.” dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline bıraktı ve koyun kayboldu. Buyurdu ki: “Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.” “Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi O’na itâattedir.” “Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.” Veysel Karânî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık tutulmaktadır. Veysel Karânî hazretlerine; “Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok” dediler. “Beni oraya götürün.” buyurdu. Veysel Karânî’yi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. “Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allah’dan alıkoydu. Sen Allah’ı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün.” buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi. 1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.87 2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.27 3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.364 4) Tezkiret-ül-Evliyâ; s.12 5) El-A’lâm; c.2, s.32 6) Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c.6, s.161 7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1160 8) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) s.405 9) Mektûbât-ı Rabbânî; c.1, mektup, 222, 270 10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.74 |
12 Mayıs 2008 22:03 | |
Verda_Naz | Karanili Veysel Baykan İlçesi’nin en önemli özelliği, büyük zatlardan olan Hz. Veysel Karani’nin türbesinin İlçe’nin 8 Km. güneybatısında bulunan Ziyaret Beldesi’nde bulunmasıdır. Türbenin burada olması nedeniyle binlerce insan İlçe’ye akın etmekte ve İlçe’yi canlandırmaktadır. Türbesinin İlçe’de olması nedeniyle burayı önemli bir ziyaret merkezi haline getiren Hz. Veysel Karani’nin 555-560 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Doğum yeri Yemen’in Karen Köyü’dür. Soyu Yemen Kabilelerinden Muradoğulları’ndan gelmektedir. Babasının ismi Amir’dir. Kendisinin asıl ismi Üveys Bin Amir-i Karenî’dir. Karen Köyü’nün bir mutlu seherinde dünyaya gelen küçük Üveys, Muradoğulları’ndan Amir’in mütevazı evini mutlulukla doldurur. Dört yaşında iken babası vefat eder. O, annesinin başka kimsesi bulunmadığından bin bir güçlükle herhangi bir tahsil görmeden, semavi dinlere ve kitaplara ait herhangi bir bilgisi olmadan büyür. Üveys büyüdükçe kendisinde doğuştan mevcut olan “Tek Tanrı’ya İnanç” hissi de gelişir. O’nu kimse anlamaz, söylediklerine güler, alay ederler. Kendisini anlayan, dinleyen, derdine ortak olan tek insan annesi idi. Gönlü ulvi hislerle kaynaşan ve artık çalışıp annesine bakabilecek çağa gelen genç Üveys, bir iş aramaya koyulur. Sonunda kendisine en uygun işi seçer. Kendisiyle alay eden, kendisini anlamayan insanlardan uzaklaşmak ve endi iç dünyasıyla başbaşa kalabilmek için deve çobanlığı yapmaya başlar. Hz. Veysel Karani deve çobanlığı yapmaya başlayınca ihtiyar ve hasta annesi olmasa deve otlattığı sakin vadilerden Karen’e inmeyi hiç istememektedir. Kendi uzletgahında Allah ile başbaşa kalmaktan bir an olsun ayrılmak istememektedir. Artık Hz. Veysel Karani’nin ufku öyle geniş, aydınlık, gönlü öyle duyarlıdır ki, her an bir kurtarıcının haberini beklemektedir. Ve beklediği kutlu haber çok geçmeden kendisine ulaşır. Bu haber Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in zuhur ettiği ve insanları “Hak Din’e” davet ettiği haberidir. Hz. Veysel Karani bf haberi duyunca hiç kimsenin irşad ve teşviki olmadan Müslüman olur, İslam’a ve Hz. Muhammed’e gönülden bağlanır. Annesine de Kelime-i Tevhid’i bizzat kendisi öğretir. Hz. Veysel Karani Müslüman olunca yüce peygamberin nurlu yüzünü görebilmek aşkıyla yanar tutuşur. Hz. Veysel Karani, Allah Resulü’nü görme arzusunu birkaç defa pek sevdiği annesine açarsa da, çok ihtiyar ve âmâ (kör) olan annesi, kendisine bakacak kimse olmadığından izin vermez. Hz. Veysel Karani’nin yaşı kırk’ın üzerine gelir. Oğlunun gönlünde patlayan yanardağları çok iyi hisseden anne, çaresiz “Ancak Medine’ye gidip hemen gelmek, Hz. Peygamber’i orada bulamayacak olursa teşriflerini beklemeden dönmek.” Şartıyla kendisine izin verir. Gönlü Allah aşkıyla, Peygamber muhabbetiyle dolu olan Hz. Veysel Karani, izin alınca durmaz ve Medine yollarına koyulur. Issız vadiler, dağlar, tepeler, kızgın çölleri aşar ve Peygamber beldesi Medine’ye ulaşır. Hz. Peygamber’in evine giden Hz. Veysel Karani, Peygamberimizi evde bulamaz. Peygamber Efendimiz o sırada Tebük Seferi’ndedir. Peygamberimizi bulamayınca çok üzülür. Hz. Veysel Karani, annesine verdiği sözü hatırlar. Hz. Aişe (R.A.)’ye “- Kainatın efendisine selamımı söyleyiniz. Cennet sabahlarını andıran mübarek yüzlerini doya doya görmek isterdim. Lütfen, içimin aşk-ı Muhammed’i (S.A.V.) ile yandığını, gönlümün bitmez niyazını bildiriniz.” Diyerek ayrılır ve tekrar Yemen yolunu tutar. Peygamber Efendimiz seferden dönünce Hz. Aişe’ye şöyle hitap ettiler: “- Ya Aişe, evimize hangi ulu kişi geldi? Bu Rahmani kokular, bu İlahi lezzet nedir? Ey Allah’ın Resulü; Yemen Oymağı’ndan Karen Köyü’nden Üveys adında bir zat sizi ziyarete geldi. Mukaddes Cemâlinizin bağrı yanık aşıklarındanmış. Zat-ı âlinizi bulamayınca çok üzgün bir halde ayrıldı. İşte o adam gittikten sonra evin içinde bu ulvi kokuları hissettim.
“ – Müjdeler olsun, Üveys’i gören gözü ziyaret ettim, gelin siz de benim gözümü ziyaret edin. Ve buyurdular; “Bana Yemen tarafından rahmani kokular geliyor. Şüphesiz tabii’nin en hayırlısı Üveys’tir.” Resulullah son hastalıklarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Aişe’ye vasiyet buyurdular : “ Benden sonra arkamdaki hırkamı, Üveys’e veriniz.” Yine Resulullah buyurdular :“Benim ümmetimde Üveys adında bir kişi vardır. Kıyamet gününde Rebia ve Mudar Kabileleri’nin koyunları tüyü sayısınca günahlı kişilere şefaat edecektir.”[/JUSTIFY] [/BLOCKQUOTE] Resulullah’ı göremeden tekrar Karen’e dönen Hz. Veysel Karani yine deve çobanlığı yapmaya devam eder. Yine Karen halkı ona divane gözüyle bakar ve O’nunla alay ederlerdi. O yine herkesten uzak kendi uzletgah’ında ibadetleriyle meşgul olur, gönlü Allah aşkı, Peygamber sevgisiyle dolar taşardı. Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ali ve Hz. Ömen Üzeys Hz.’ni bulur ve Peygamberimizin vasiyeti üzerine Hırka-i Şerifi Hz. Veysel Kanani’ye verirler. Peygamberimizin hırkasının Hz. Veysel Karani’ye verilmesinden sonra ve Peygamberimizin O’nun hakkındaki övgülerinin duyulmasından sonra Hz. Veysel Karani’nin gözünde değeri artar, herkes ona hürmet eder. Annesi vefat etmiş bulunan Hz. Veysel Karani’nin yüceliği bu hadiseden sonra Karen’de bilindiği ve kendilerine olan hürmet arttığı için köyden ayrılırlar. Kûye’ye giderler. Hz. Veysel Karani’nin Kûye ve Basra taraflarındaki hayatı da eskisi gibi yine ıssız vadilerde, tabiatın kucağında ve kendi uzletgahında Hakk’a niyazla geçmektedir. Hz. ali’nin halifeliği sırasında iki Müslüman grup arasında çıkan Sıffin Savaşı’nın hazırlıkları esnasında Hz. Ali tarafında, safında savaşa katılması ricasıyla Medine’ye davat edilirler. Memnuniyetle bu davete icap eden Hz. Veysel Karani hemen Medine’ye hareket ederler, daha sonra da Hz. Ali’nin yanında Sıffin Savaşı’na katılırlar. Sıffin Savaşı esnasında Veysel Karani’de yaralanarak, Hicret’in 37. Senesinde (Miladi 657) Şevval ayının 18. günü Fırat Nehri kenarında savaş meydanında şehit olur. Sıffin Savaşı’nda şehitlerin büyük çoğunluğu savaşın olduğu yerde toprağa verildi. Şehitlerini memleketlerine götürmek isteyenler için tabutlar yaptırıldı. Şehitlerin içinde Hz. Veysel Karani’de vardı. Mübarek naaşı için üç ayrı kabile toplanmış ve sahip çıkmışlardır. Şehit birdi, ancak sahipleri üçtü. Saatlerce tartıştılar. Ne var ki, hiçbir kabile diğerini tatmin edip inandıramadı. Sonunda iş Hz. Ali’ye ulaşınca O, olayı islami açıdan anlatmaya çalıştı. Hz. Veysel Karani’nin köken itibariyle Yemen’li olduğunu ve Yemenlilere verilmesi gerektiğini belirtti. Ancak, diğer iki kabile bu teklife razı olmadılar. Hz. Ali kur’a çekme teklifinde bulundu ise de buna da razı olmadılar. Bunun üzerine Hz. Ali “Peki, dedi... Veysel Karani’nin mübarek naaşını ben korumaya alıyorum... Yarın görüşürüz.” dedi ve her üç kabile başkanları dağıldılar. Hz. Veysel Karani son kerametini gösterdi ve sabah kalktıklarında her üç kabilenin tabutlarında da göründü. Her kabile birbirinden habersiz naaşın kendilerine verildiğini zannederek sessizce naaşı alarak, biri Yemen yolunu, biri Şam yolunu, biri de Bitlis yolunu tuttu. Allah aşkının potasında eriyen Veysel Karani Hz.’nin kerameti böylece yeni olayların çıkmasını önler. Rivayetler O’nun şahadetini ve kerametini böyle anlatır. Ancak, her şeyi bilen yüce Allah’tır. O’nun defni ve mezarıyla ilgili anlatılanlar birer rivayete dayanır. Nereye ve nasıl defnedildiği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Nerede olduğunu ancak yüce Allah bilir. Keşifleri : Kahveyi bulan o’dur. Üveys bir gün develeri otlatırken buruşuk meyvelerden birisini ısırdı. Acıydı. “ Allah (c.c) her bir nimeti fayda için yaratmıştır.” Diyerek acı bulduğu o meyvelerden birazını ateşin üzerine attı, kavurdu, çiğnedi acılıkları kalmamıştı. Bir saat sonra Üveys’in aklı içi bir olmuştu. Daha sonra iyi düşünmeye, kendisine güvenmeye başlamıştı. Üveys derhal yakışan ismi söyledi. “Madem ki yiyeni keyiflendiriyor (keyfe) olmalıdır.” Dedi. Günümüzde Keyfe adı kahve olarak anılmaktadır. Hz. Veysel Karani’nin İlmi Yönü : [JUSTIFY] Hz. Veysel Karani, dünyanın batıl inançlarla karanlık içinde yüzdüğü bir dönemde, İslam’ın doğuşundan önce Yemen’in Karen Köyü’nde bu aleme gözlerini açan bir velidir. Hem de velilerin öncüsüdür. Doğuşunda gönlünü ışıklandıran tek Allah inancı daha çocukluk yıllarında başlamış, olgunluk çağına geldiğinde bu inanca Peygamber sevgisi eklenince, iç aleminde dış alemleri görür pencereler açılmıştır. Okul görmediği, bir harf bilmediği halde yüce Allah ona gayb alemlerini açmıştı. Hiçbir öğretmene gerek duymadan gizli hazinelerini öğrenmek ve görmek mutluluğunu bağışlamıştır. O’nun zengin gönül ikliminde sürekli olarak Allah’a ve yüce Peygamberine sevgi çiçekleri yeşermişti. Hz. Peygamber daha dünyayı aydınlatmadan yıllar önce tek tanrı görüşüne ve peygamberin geleceğine inanmış olması, O’nun erdem dolu niteliklerinin en üstünüydü. Alemler serdarı Hz. Peygamberi dünya gözüyle görmeden O’na aşık olmuştu. O’nu görebilmek iştiyakıyla doluydu. Ne var ki, gönül gözüyle her zaman gördüğü Hz. Peygamberi dünya gözüyle görememiştir. Hz. Peygamberin " Cennet anaların ayakları altındadır.” Hadisi ile buyurduğu anne sevgisinin kutsallığını, yatalak annesine bir ömür boyu gösterdiği üstün hizmet ve ilgisiyle, insanoğluna en güzel örneği hiç kuşkusuz Veysel Karani Hz. vermiştir. Hz. Veysel Karani’nin tabii’nin en ulusu olduğu, Allah ve Resulü nezdinde çok sevilen bir kişi olduğu, gerek Peygamber efendimizin hadislerinden, gerekse İslam alimlerinin ortak yorumlarından anlaşılır. Veysel karani Hz.’nin hayatı, derinliklerine erişilmeyen bir ummandır. Bütün yaşamını deve çobanı yanında ibadet ve itaatle sürdürmüştür.[/JUSTIFY] [JUSTIFY] Allah’ın bahşettiği eşsiz yüceliği de Peygamberin hırkasının kendisine verilmesinden sonra anlaşılabilmiştir. Böylece o güne kadar deli divane olarak görülen Veysel Karani Hz. halkın gözünde kutsallaşmış, gönüllerde layık olduğu altın tahta oturmuştur. Allah’ın velileri her zaman insanların gönlünde taht kurmuştur. Onları her toplum kendilerine mal etmek istemiştir. Sahip çıkmışlardır. Kendileri tek olduğu halde Anadolu’muzun birçok yerinde makamları bulunmaktadır. Hz. Peygamber bir hadisinde; “ Beni ziyaret etmek imkanına erişemediğinizde, kardeşim Veysel Karani’yi–Makamını-ziyaret ediniz.” buyurmuştur. Velilerin öncüzü Veysel Karani Hz.’ne izafe edilen ve İslam devletlerinin topraklarına kubbeler yapılarak serpilmiş bulunan makamların en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz Baykan İlçesi sınırları içindeki bu kutsal makamdır. Siirt, Baykan İlçesi’ndeki Veysel Karani Hz. makamı, en çok ziyaret edilen makamların başında gelir. Yıllık ziyaretçi adedi yüzbinleri aşar. Burada Veysel Karani Hz. huzurunda eller duaya kalkar, dilekler tutulur, kurbanlar kesilir. Veysel Karani Hz.’ne ait külliyenin temeli Selçuklular Dönemi’nde atılmış, ilk olarak ta Veysel Karani Türbesi yapılmıştır. Daha sonra 1967’de onarım görmüştür. Veysel Karani Külliyesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle 1974 yılından itibaren çok daha bakımlı bir görünüme kavuşmuştur. 1982 yılında avlu düzenlenmesinden sonra, 1983’te kesimhane binaları, daha sonra da otel ve konukevi binaları devreye sokulmuştur. [CENTER]Yunus Emre’nin Dilinden VEYSEL KARANİ[U]Rum’da, Acem’de aşık oldum [U][COLOR=#31859b]Yemen İllerinde Veysel Karani Enbiya sevdi ve dostum dedi Yemen illerinde Veysel Karani [CENTER][U]Anasından doğdu dünyaya geldi Melekler altına kanadın yaydı Resulün hırkasın, tacını giydi Yemen illerinde Veysel Karani [CENTER]Erenler önünde kemer belinde [U]Aknurdan beni var o sağ elinde Üveys sultan derler Hak divanında Yemen illerinde Veysel Karani [CENTER]Sabah ibadetin yapar giderdi Gizlice Rabbine niyaz ederdi [U]Anın işi gücü deve güderdi Yemen illerinde Veysel Karani [CENTER]Bin deveyi bir akçeyi güderdi Anın da nısfını zekat ederdi Develer bilesine tevhid ederdi Yemen illerinde Veysel Karani |
16Haziran 2007 21:53 | |
Medine-web | RE: VEYSEL KARANİ HZ. islam öyle aziz ki,sıradan insanları en yüksek hasletle zirveye taşıdı,izm ler öyle zelil ki,zirvedekileri sıradan insanları bırakın bi tarafa esfel makamına indirdi. deve çobanı veysel karaninin makamına bakın, mekke lideri ebu cehilin makamına bakın...! Allah sizden razı olsun neslihan kardeşim bu paylaşımın için. |
16Haziran 2007 21:53 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. Hakkın habibinin sevgili dostu Yemen illerinde Veysel karani Söylemez yalanı yemez haramı Yemen illerinde Veysel karani Seherden kalku ben yola giderdi Hakkın binbir ismin zikr ederdi Allah Allah deyu deve güderdi Yeman illerinde Veysel karani Elinde asası hurma dalından Eyninde hırkası deve yününden Asla hata gelmez onun dilinden Yemen illerinde Veysel karani Aşık yunus ey der bende varaydım Ol mubarek hub cemalın göreydim Ayağın tozuna yüzler söreydim Yemen illerinde Veysel karani |
16Haziran 2007 21:52 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. Ve şöyle dua etti: “Allahım! bu adam beni sevdiğini ve Senin için beni ziyaret ettiğini söylüyor. Ohalde izin ver benim bulunduğum yere girsin ve cenneti, Senin Evini, esenlik evini ziyaret etsin. Ve onu pek az dünyevî şeye kanaatkar kıl. Ve ona bu dünyada kolaylık ve sağlık bağışla ve onu kendisine verdiğin her şey için şükredici kıl.” Sonra şöyle dedi: “Ey Harim ibn Hayyan, hoşçakal ve selam seninle olsun. Bugünden sonra beni arayıp sormanı istemiyorum. Beni an ve ben seni anayım. Ve Allahu Teala dileyecek olursa sana dua edeyim. Yolculuğuna buradan başla ki, ben de buradan başlayabileyim.” Onunla bir müddet daha birlikte yürümek istedim ama o reddetti ve yanımdan uzaklaştı. Ağlıyordu ve ben de ağlıyordum. Ara bir sokağa girdi ve o andan sonra, onu sorup aradığımda ondan haber verebilecek hiç kimseyi bulamadım. Muhyiddin Arabi Hazretleri “Ruhü’l Kuds Risalesi”nden |
16Haziran 2007 21:52 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. “Nefsim senin nefsinle konuştuğunda, ruhum senin ruhunu bildi. Ruhların nefsleri vardır, tıpkı bedenlerin nefsleri olduğu gibi, ve müminler birbirlerini Allahu Teala’nın ruhuyla bilirler, birbirlerinden çok uzakta olsalar bile. |
16Haziran 2007 21:52 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. Elimi tuttu ve birlikte Fırat kıyısı boyunca yürümeye başladık. Sonra konuşmaya başladı: “Rabbim şöyle dedi —ve sözlerin en güzeli ve en doğrusu O’nundur— “Şüphesiz hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür..” Bu ayeti okuyunca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O kadar ki, şuurunu kaybettiğini sandım. Sonra okumaya devam etti: “..O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez. Ancak Allah’ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O üstündür, merhamet sahibidir.” Bundan sonra şöyle dedi: “Ey İbn Hayyan, baban öldü ve sen de yakında öleceksin. Ebu Hayyan öldü ve ya cennete ya da cehenneme gönderilecek. Âdem öldü ve Havva öldü, ey İbn Hayyan, ve Allah’ın Resulü Muhammed (sav) öldü, ey İbn Hayyan; Müslümanların Halifesi Ebu Bekir öldü, ve dostum, benim candan dostum Ömer öldü. Ey Ömer!” Ona şöyle dedim: “Allah seni mübarek kılsın! Ömer ölmedi.” Veysel Karanî şöyle dedi: “Rabbim onun ölümünü bana bildirdi. Ben ne söylediğimi biliyorum ve yarın sen de ölüler arasında olacaksın.” Ve sonra Allah’a bazı kısa dualar etti. Sonra şöyle dedi: “Ey ibn Hayyan sana şunu vasiyet ediyorum: Allah’ın Kitabını takip et, çünkü O yüce ve merhametlidir. Müminlerin ölümünü duyur ve müslümanların ölümünü duyur. Senin için nefsim keder duyuyor. Ölümü kafanda tutmalısın; asla bir an için olsun kalbini terketmesin. Bunu yap, eğer onlara dönecek olursan halkını uyar, nefsine faydası olacak şeylere çalış, ve müminlerin topluluğundan ayrılma, çünkü eğer böyle yapacak olursan farkına varmaksızın dininden uzaklaşırsın ve sonra ölür ve Kıyamet Günü cehenneme girersin.” |
16Haziran 2007 21:52 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. Abdullah ibn Selma şöyle dedi: “Azerbaycan’ı fethettik ve Veysel Karanî bizimleydi ve geri dönerken hastalandı. Onu taşıdık ama dayanamadı ve öldü. Bineklerimizden indiğimizde, kazılmış bir mezar bulduk ve orada akan bir su ve bir kefen ve kâfur vardı. Böylece onu yıkadık, kefenledik ve namazını kılarak gömdük. Sonradan bazılarımız diğerlerine, “Mezarını belirlemek için inelim” dediler. Ama ne mezarı ne de mezara ait herhangi bir izi bulamadık.” Harim ibn Hayyan şöyle dedi: “Kufe’ye gittim. Karşılaştığım tek güçlük Veysel Karanî’yi bulmak ve onu sormaktı. Fırat kıyısında ona rasgelmek için koşturdum. Orada abdest alıyor ve çamaşırlarını yıkıyordu. Tarifinden onu tanıdım. Kızıl tenli, başı açık, sık sakalları olan, muhterem görünümlü biriydi. Onu selamladım ve elimi uzattım ama o bunu reddetti. Bu dersten nefesim tıkandı ….. Sonra ona seslendim: “Ey Veysel Karanî, selam üzerine olsun. Nasılsın kardeşim?” Şöyle karşılık verdi. “Ve Allah seni mübarek kılsın ey Harim ibn Hayyan. Nasılsın? Ve seni bana kim gönderdi?” Cevap verdim: “Allahu Teala.” Şöyle dedi: “…Rabbimiz her şeyden yücedir ve Rabbimizin vaadi gerçekleşti.” Şöyle dedim: “Allah seni mübarek kılsın, ismimi ve babamın ismini nasıl bildin? Andolsun ki, daha önce ne ben seni gördüm ne de sen beni gördün.” Şöyle dedi: “Nefsim senin nefsinle konuştuğunda, ruhum senin ruhunu bildi. Ruhların nefsleri vardır, tıpkı bedenlerin nefsleri olduğu gibi, ve müminler birbirlerini Allahu Teala’nın ruhuyla bilirler, birbirlerinden çok uzakta olsalar bile. Ona şöyle dedim: Bana Allah’ın Resulü’nden sözet ki, senden öğreneyim.” Şöyle dedi: “Resulallah aleyhisselam’ı görmek için yaşamadım, ne de onun sohbetinde bulundum. Ama hadis nakledenlerin bazılarıyla karşılaştım. Bazı hadisler bana erişti, tıpkı diğerlerinin sana eriştiği gibi. Bana gelince, bununla uğraşmak istemiyorum; ne de bir kadı ya da müftü olmak istiyorum.” Şöyle dedim: “Bana Kur’an’ın bazı ayetlerini oku ki senden duyayım ve benim için Allah’a dua et ve bana tavsiyede bulun.” |
16Haziran 2007 21:51 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. Mughire’ye göre, Veysel Karanî bazen, çıplak kalıp Cuma namazına gitmek için giyecek bir şeyi kalmayıncaya kadar bütün giysilerini sadaka olarak verirdi. Ve bu, Resulallah Efendimiz’in (sav) İbn Dinar’dan nakledilen şu hadisiyle de teyid edilmiştir: “Benim ümmetim arasında camiye veya namazgaha çıplaklığı yüzünden gelemeyenler vardır. İman onları başkalarından bir şeyler istemekten alıkoyar. Veysel Karanî bunlardan biridir.” |
16Haziran 2007 21:51 | |
neslihan | RE: VEYSEL KARANİ HZ. “Dualarımda nefsimi veya mümin olan hiçbir Âdemoğlunu, ister karada ister denizde olsun, ister erkek ister kadın olsun kayırmam. Allah benim işimi size bildirdi. Ama siz kimsiniz?” Ali şöyle cevap verdi: “Bu adam, Müminlerin Emiri Ömer’dir ve ben Ali ibn Ebu Talib’im.” Veysel Karanî ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Allah’ın selamı ve rahmeti ve bereketi üzerine olsun, ey Müminlerin Emiri ve aynısı senin için de Ali ibn Ebu Talib. Bu ümmet için Allah size güzel ecirler versin.” Onlar da, “Ve senin nefsin için Allah sana güzel ecirler versin” dediler. Ve Ömer şunları ekledi: “Ben Mekke’ye gidip bir hediye ve birkaç giysi getirinceye kadar burada bekle. Aynı yerde tekrar buluşalım.” “Ey Müminlerin Emiri,” dedi Veysel Karanî, “seninle benim aramda herhangi bir buluşma olamaz. Bugünden sonra beni tanıyabilir misin bilmiyorum. Ben hediyeyi ne yapayım? Ben giysiyi ne yapayım? Görmüyor musun, bir kumaş parçası ve yünden bir hırka giyiyorum. Ne zaman eskiyecek ve yıpranacaklar? Görmüyor musun ki, ayakkabılarımı onarıyorum. O halde ne zaman eskiyecekler? Deve çobanı olarak işimin karşılığında dört dirhem alıyorum, ama onları ne zaman harcayacağım? Ey Müminlerin Emiri, seninle benim aramda tırmanılamayacak kadar sarp bir yol var.” Ömer bu sözleri işittiğinde sarığını yere fırlattı ve yüksek sesle haykırdı: “Allah’tan dilerdim ki Ömer’in anası Ömer’i hiç doğurmamış olaydı. Allah’tan dilerdim ki kısır olaydı ya da hamileyken beni düşüreydi.” “Ey Müminlerin Emiri, sen orada kal ve ben burada kalayım,” dedi Veysel Karanî. Sonra Ömer eve döndü ve Veysel Karanî develeri sahiplerine geri götürdü ve deve çobanlığını bırakarak, Allahu Teala’ya dönünceye kadar Allah’a ibadetle geçen bir hayat sürdü. |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|