Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > MALATYA İNÖNÜ İlitam > İNUZEM islam ahlak felsefesi ders özeti(tüm haftalar)

Konu Başlıkları: İNUZEM islam ahlak felsefesi ders özeti(tüm haftalar) Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Aşağıdaki Kutuya Sorunun cevabını Yaz ( Bakara )
Başlık:
  
Mesajınız:
Trackback:
Kaynak olarak Ekle
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:

Diğer Seçenekler
Diğer Ayarlar
Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
28 Şubat 2015 15:02
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

6. AHLÂKÎ EYLEMİN KAYNAĞI (NEFSİN GÜÇLERİ MESELESİ)
Nefsin güçlerini temellendirme meselesinde, birçok ahlâkçı İbni Miskeveyhin etkisiyle, bu güçleri üç gruba ayırmışlardır:
a. Kuwe-i Fikriyye, (Düşünerek söz söyleme gücü),
b. Kuwe-i Gazabiyye, (Üstün gelme gücü)
c. Kuwe-i Şeheviyye, (Soyunu devam ettirme gücü)
a. Kuvve-i Fikriye: Geleneksel İslam ahlâkçılara göre, Kuvve-i Akile-i Fikriye (Aklın Düşünme Gücü) de denilen bu kuvvetin merkezi, beyindir. İnsanın bütün düşünce ve eylemlerinin yöneticisi bu güçtür. Bu yetinin bir türü de, Hakk’ı Batıl’dan ayıran, anlama (tefehhüm)dır. Bu gücün, insanları iyi eylem ve davranışa sevk eden yönüne de edep denir. ( 2011 NO YÜKSELTME S:18 )-( 2012 FİNAL S: 2 )
Bu gücün gayesi de insanları daima doğruya ve Hak olana yöneltmektir. Düşünce ve benzeri bütün fiiller bu güçten meydana gelir. Bu gücün de, özellikle iki haline dikkat çekilmektedir. Bunlar: Orta hal ve aşırı hali.
Bu güçte asıl olan orta haldir; eğer bu güç, tam kıvamında bulunursa, halin sahibi hata yapmayan akıl gücüne ve sağlıklı düşünme ve iyi ile kötüyü ayırma gücü sahip olur. İşte bu gücün orta halinde, Hikmet denilen erdem ortaya çıkar. Üstün gelme gücünün aşırılık hali de ikiye ayrılır:
1-İfrat (meşru bir eylemde aşırıya gitme hali): Bu kavram, orta hal sınırını aşmak, haddi aşmak, olması gerekeni, gereğinden fazla yapmak manalarına gelmektedir. Yemek ve içmek insan için gerekli iken, gereğinden fazla yemek, çeşitli hastalıklara yol açabilir. Cinsellikte aşırıya kaçmak ta bunun gibi.
2-Tefrit (meşru bir eylemde gereği kadar eylemde bulunmama; Orta halin altında kalma): Herhangi bir işi eksik yapmak. Örneğin, yeterince beslenmeyen insan sağlıksız kalması, evlenip bir yuva kurmuş insanların, sırf yanlış inançlardan dolayı, eşlerini ihmal etmesi gibi.
b. Kuvve-i Gazabiyye: Kuvve-i hayvaniye de denen bu gücün bedendeki yeri kalptir. Bazı farklılıklar arz etse de bu yeti, insan ve hayvanda ortak olarak bulunur. Bu güç, canlı varlığın bedenini koruma da dâhil olmak üzere, bütün menfaatlerini korumaya sevk eder. Zararı yok etmenin kaynağı olan bu güç insanda, üstün gelme, sevgi ve reislik(başkan) şeklinde ortaya çıkar.
Gazap kuvvetinin de tıpkı fikir kuvveti gibi, orta hali ve aşırı halleri söz konusudur. Bunun orta hali, şecaat (yiğitlik), hakkını korumada ve savaş halinde kahramanlıklar gösterme şeklinde açıklanabilir. Orta hal dışındaki yönlerinden ifratı, aşırı öfke ve orantısız güç kullanma; tefriti ise zayıf kalplilik ve korkaklık olarak tanımlanmaktadır. İslam ahlâkçıları zayıf kalpliliği, bütün kötülük ve reziletlerin temeli olarak kabul etmektedirler.
c. Kuvve-i Şeheviye: Bu kuvvet ahlâkçılarca, gıdalanma ve yaşama gücü, menfaati elde etmenin kaynağı olarak kabul edilir. Bu yeti sayesinde insan, kendisine uygun olanı arar ve bulur. Bu kabiliyet, insan, hayvan ve bitkilerde ortak olarak vardır. İnsan cinsel hayatını bu gücü sayesinde düzene sokar. Hayatın devamı için lüzumlu olan gıdalar bu kuvvetle arzulanır.
Diğer kuvvetlerde olduğu gibi, bu kuvvette de bir orta hal ve aşırılık söz konusudur. Bunun orta halinden iffet doğar; aşırılıkta çok ileri gitme durumundan hırs ve açgözlülük, eksik olması halinde ise zayıf şehvetlilik ortaya çıkar. ( 2011 NO YÜKSELTME S:19 )
İnsan ruhunda bulunan bu üç kuvvetlerin orta noktası, hikmet, şecaat, iffet ve adalet gibi dört temel fazileti meydana getirirler. Bunlardan adalet, diğer üç temel fazileti de içine alarak hepsinin esası sayılmıştır.
Düşünce tarihinde, bu dört temel fazilet ilk defa Sokrates (M.Ö. 470-399) derslerinde konu edinmiştir. Daha sonraki dönemde, bu faziletleri ünlü Yunan düşünürü Aristoteles (M.Ö.374-322) sistemleştirmiştir.
28 Şubat 2015 15:02
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

AHLÂKÎ DAVRANIŞ VE ÖZELLİKLERİ
Ahlâkî davranışı şu şekilde tanımlamak mümkündür: Akıl ve irade sahibi bir insanın, hayır işlemek amacıyla, özgür olarak yaptığı şuurlu davranışlardır. ( 2011 NO YÜKSELTME S:20 )-( 2012 FİNAL S:3 )
Buna göre, bilmeden ve zoraki yapılan bir eylem, ahlâkî olarak değerlendirilmez. Çünkü ahlâkî davranış, iradeli bir davranıştır.
Ahlâkçılara göre, ahlâkî davranışları yöneten sebepler farklı olsa da, hepsinde ortak olan bir nokta vardır; o da, "insan iradesinin özgür olmasıdır."
Bütünüyle bu emir ve yasaklara uymakla beraber, adalet, hikmet, cömertlik, sadakat, sabır, metanet, tevazu, itidal vb. davranışlar iyi ahlâkı; bunların tam karşıtı olan, zulüm, bilgisizlik, cimrilik, israf, sözünden dönmek, yalancılık, gıybet, hiddet, kibir vb. davranışlar da, kötü ahlâkı meydana getirirler. İyi ahlâkın insan nefsinde tesirli olabilmesi için, onun fazilet adını verdiğimiz "mekârim-i ahlâk” haline yükselmesi beklenir.
5. AHLÂKÎ YARGI
Ahlâk hükümler, Matematik ve pozitif bilimlerdeki hükümler gibi sadece doğru bir sonucu değil, aynı zamanda, bir isteği de bildirirler. Meselâ, şu şey iyidir, ben onu yapabilirim, o halde yapmalıyım; aynı şekilde hırsızlık kötüdür yargısı, ahlâkî hüküm olarak hırsızlık yapma şeklindeki bir emirden ibarettir. Her ahlâkî davranışın bir ahlâkî yargı olabilmesi için, onun vicdanın tahlilinden geçmesi ve mantıkî bir önerme şeklinde ifade edilmesi gerekir.
Bu tip ahlâkî hükümlerde, ya iyiyi gerçekleştirmek yahut ta istenmeyen kötüyü engellemek, anlayışı vardır. Demek oluyor ki, ahlâkî hükümler: ahlâkî fiillerin sonuç ve içeriğine göre ortaya çıkan manevî bir karşılıktır. Eğer bir kişinin fiilleri kendisine ve başkalarına fayda ve zarar vermiyorsa, o kişinin davranışı için bir ahlâkî hükümden söz edilemez. ( 2011 NO YÜKSELTME S:17 )
28 Şubat 2015 15:01
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

AHLÂK FELSEFESİNDE İYİ (Hayır) VE KÖTÜ (Şer) KAVRAMLARI
İyi ve kötünün ne olduğuyla ilgili bazı farklı yaklaşım ve tanımlardan söz edilebilir. Bunların bir kısmı kozmik, bir kısmı antropolojik, diğer bir kısmı da din esaslı temellendirmelere dayandırılır.
Birinci anlayışa göre; ona uygun düşen ve onunla bütünleşen her şeyi iyi, uyumsuzluk ve aykırılık gösteren şeyleri de kötü olarak nitelendirirler.
İkinci yol olan iyinin antropolojik temellendirilmesinde ise hareket noktasında insana ait bir takım değerlendirmeler yer alır. Bu değerlendirme, biri doğal, diğeri doğal olmayan iki halde ortaya çıkar: Birinci durumda, insanın ne olduğu veya ne olarak görüldüğünden yola çıkılır ve bu insanın, dıştan konulmuş hiçbir düzen öngörülmeksizin uğrunda çaba harcamaya değer bir "iyi"ye ulaşmaya çalıştığı varsayılır. İkinci durumda ise, iyi ve kötü, temeli tabiat ve tanrısal olana dayanmadan, doğrudan bir akıl varlığı olan otonom insanın "ahlâk yasası" olarak koyduğu yasalarca belirlenir.
Üçüncü yol olan dinî yol ise, Tanrı kavramından yola çıkarak iyinin temellendirilmesi yoludur. Bu yolu seçenler iyiyi, Tanrı'nın iradesiyle uygunluk içinde olmak olarak anlarlar.
İslâm ahlâkçılarında "hüsün (iyi) - kübûh (kötü)" problemi olarak ele alınmış ve bu konuda çeşitli açıklamalara yer verilmiştir. Genel olarak, hüsün ve kübûhun İslâm düşünürlerinde üç manaya kullanıldığını görülür:
a) Hüsün, kendi başına zatı gereği iyi, adalet gibi bir olgunluğa sahip olma; kübûh da zatı gereği kötü, zulüm gibi bir eksikliğe işaret eder.
b)Husûn, kendi başına değil, sadece amaca uygun olmak; kübûh, ise her türlü amaca uygun olmamaktır.
c) Husûn, iyiye yaptığı katkı sebebiyle dünyada övülmeye, ahirette sevaba sebep olan; kübûh ise, dünyada yerilmeye, ahirette de azaba sebep olan şeydir.
Türk İslâm ahlâkçılarından M. Rahmi ise iyi ve kötü mefhumlarının ayırt edilememesini, zaman, mekân ve insanlara göre değişmesinin sebeplerini, cehalet, menfaat ve ihtirasa, insanların tecrübe ve düşünce yönünden denk olmayışlarına bağlamaktadır.
28 Şubat 2015 15:01
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

8. İslâm Ahlâk Ve Felsefesi
Hz. Peygamber döneminde İslâm Ahlâkı, bütün sınırları belirlenmiş ilke ve kurallarıyla beraber tedvin edilmiş bir vaziyette değildi. Kuran ve hadislerdeki ahlâk ilkeleri, sahabenin kendi anlayış ve yaşayışlarına göre uygulanıyordu. Eğer uygulama ve anlayışta bir problem çıkarsa, bu problemler de bizzat Hz. Peygamber tarafından çözüme kavuşturuluyordu. Ancak sonraki dönemlerde, her topluluk İslam’ı anlama ve yaşama biçimlerine göre bir ahlâk tarzı oluşturmaya başladı. İşte bu klasik dönemde (Hicri V. Asır) genellikle ahlâk çalışmalarının şu üç ana grup etrafında toplandığı görülmektedir:

1)Kuran Ahlâkı: Bu ahlak anlayışı, doğrudan Kitap ve Sünnetle belirlenen ahlâk ve ahlak esaslarına dayanır.
2)Tasavvufi Ahlâkı: Bu ahlak sistemi, esas itibariyle Kur'an ve Hadislere dayanmakla birlikte, ahlaki eylemde daha çok tasavvufi yorum ve yaşayışa ağırlık veren bir ahlak anlayışıdır.
3)Felsefî Ahlâk: Felsefî Ahlâk ise, Kuran ve Tasavvuf ahlâkının dayanakları olan naklî verilerle beraber, aklın ilkelerine dayanan bir ahlâktır. İlk dönemlerde Felsefî ahlâk, ya Yunan ahlâk kitaplarından tercüme edilmiş veya o yöntemle yeniden ele alınmış ahlâk anlayışıdır. Çünkü Antik Yunan'da ahlâk, Sokrates, Eflatun ve Aristoteles ile beraber ayrı bir bilim dalı haline getirilmiştir.
İslâm düşüncesinde, ilk defa dinî ahlâk anlayışına karşılık, felsefî ahlâka önem verenlerin İhvan-ı Safa olduğunu belirtmeliyiz.
Ahlâk yazarları ve eserleri arasında; İbni Miskeveyh’in, Tehzibu’l-Ahlâk; Yusuf Hâs Hacib’in, Kutadgu Bilig; Edip Ahmet Yugnaklı'nın, Atabetü'l-Hakâik; Mevlanâ'nın Mesnevi; Nasreddin-i Tûsî'nin Ahlâk-ı Nasır; Sadi-i Şirazî'nin, Bostan ve Gülistan; el-îcî'nin Ahlâk-ı Adudi; Aksaraylı Şeyh Cemâleddin Muhamme’in, Ahlâk-ı Cemali; Celâleddin Devvanî'nin, Ahlâk-ı Celâli; Hüseyin Vaiz Kâşifi'nin Ahlâk-ı Muhsinî; Zenbilli Ali Efendi'nin, İlm-i Ahlâk; Koca Nişancı Mustafa Paşa'nın, Mevahibu’l- Hâllâk fi Meratib’il-Ahlak; Kınalızâde Ali Efendi'nin, Ahlâk-ı Alâ vb. daha birçok klasik eserleri sayabiliriz.
28 Şubat 2015 15:01
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

4. AHLÂKÎ DEĞERLER
Değerlerin birçok çeşitleri olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu değerlerden düşünürlerin en çok ilgilendikleri değer ise ahlâk değerleri ile estetik değerlerdir. Bir insanın "doğru" veya "yanlış" olarak nitelendirilen davranışlarının, "iyi" veya "kötü" olarak değerlendirilmesi karşımıza ahlâk değerlerini çıkarır.
İyi ve kötünün ne olduğu meselesi, Ahlâk Felsefesinin en temel ve en fazla tartışılan problemlerinden birisidir.
a) İyi ve Kötü Kavramlarına içerik ve Amaç Yükleme Çabaları
Ahlâk Felsefesi bir çeşit iyi ile kötü değerlerinin felsefesinden ibarettir. Ahlâk Felsefesinin ise en temel soruları iyi ve kötü nedir? sorularıdır. Ahlâkî davranışların bir çeşit ölçütü olan "iyi" değeri, tarih boyunca sürekli içerik değişikliğine uğratılmıştır. Buna bağlı olarak da çoğu kez, iyi kavramına içerik kazandırmaya çalışan, ahlâk anlayışlarına bir işlev ve amaç belirleme çabasında olan ahlâk anlayışları ortaya çıkmıştır.
Bu ahlâk anlayışları, iyi kavramına yükledikleri anlamlara ve bunun sonucunda ortaya çıkacak beklentilere göre bazı ahlâk sınıflamalarına gitmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Mutluluk Ahlâkı (Eudaimonisme)
İnsan davranışlarının son gayesi olarak mutluluğu gösteren ahlâk anlayışlarına mutluluk ahlakı (eudaimonism) denmektedir. Genel olarak bakıldığında, İlkçağ Ahlâk Felsefesi eudaimonist karakterlidir. Demokritos eudaimonisme’in kurucusu kabul edilmektedir. Bu anlayışa göre, "bütün insanlar mutluluğu arzu ederler. ( 2011 FİNAL S:20 )
Herakleitos (M.Ö.540-480) ile Demokritos (M.Ö.460/70-370) en yüksek hayat ilkesini "hedone” (haz) da bulur. Bu anlayışa göre, insan davranışlarının ölçüsü haz ve acıdır. Haz ve acı da, faydalı ve zararlı olanın temel ölçüsüdür. Mutluluk ise, ruhta oluşacak ölçü, düzen ve uyumda ortaya çıkar. "Kendini bil” sözünü rehber edinerek iyi anlayışını bilgi kavramıyla aynılaştıran İlkçağ filozofu Sokrates (M.Ö. 469-399)'e göre, iyi olmak, bilgili olmaktır. Çünkü bilgili olmak ruha fazilet ve mutluluk sağlar. Mutluluk ise ahlâklı olmaktır; mutluluğun temeli olan fazilet de akıl bilgisinden başka bir şey değildir.
Platon (M.Ö. 427-347)'a göre ise, iyi kavramı, bilgi, haz, ölçülülük, güzellik ve doğruluğun bir birleşimidir. İyi, aynı zamanda, faziletin, fazilet de mutluluğun kaynağıdır.
Ona göre, "bilgelik", "yiğitlik (cesaret)", "ölçülülük" ve "adalet" olmak üzere dört temel fazilet vardır; bunların içinde "adalet" en yüksek fazilettir. Aristoteles (M.Ö.384-322), iyi kavramını, her şeyin kendisine yöneldiği amaç olarak algılar. Ahlâkî olan da, insan için iyi ola şeye yaklaşmaktır. Aristoteles’in iyi anlayışı, insan için iyi olanla sınırlıdır. İnsan için iyi olan şey ise, ruhun iyilikle uyum içinde olan etkinliğidir. Ona göre, iyilik, kendi başına bir amaç olmalı ve kendi kendine yetmelidir. Fazilet ise, en büyük yetkinliğin çıktığı kaynaktır. İnsan davranışlarının amacı, iyiliğe ulaşmak olduğuna göre, en yüksek iyi de insanı mutluluğa (eudaimonia) götürür. Mutlu ve faziletli yaşamanın yolu ise, akla uygun yaşamaktan geçer.
Mutluluğu, en yüksek iyi ve en yüksek amaç kabul eden Stoalılar, "iyi" ve "fazileti", tabiata uygun yaşamakla gerçekleşebileceğini öne sürerler. İnsanın tabiata uygun davranması, akla uygun olmasıdır. Zenon (M.Ö.336-264) ise, tabiata uygun bir hayat sürmeyi, İnsanın kendi kendisiyle uyum içinde yaşaması olarak nitelendirir. Stoalılara göre, yalnız fazilet iyi ve mutluluk da yalnız fazilette bulunur. Fazilet de tabiatla uyum içinde olma yahut ta tabiata uygun yaşamakla kazanılır. Çünkü her şeyi yöneten küllî akıldır. Ondan pay almış olan insanın aklına uygun bir hayat da, faziletli bir yaşayış demektir. Dolayısıyla, tabiatla akıl aynı şey demektir.

Hıristiyan dininde ahlâkın ilkesi olan "iyi", Tanrı'ya itaat etmek, Onun emirlerini yerine getirmek şekline temellendirilmiştir. Tanrı, iyinin ta kendisidir. En yüksek iyi de Tanrı'da seyre dalmaktır. Tanrı, hem en yüksek iyi, hem en yüksek gerçeklik ve fazilettir.
Böylece, Ortaçağ'da ahlâkî iyinin kaynağı dine dayandırılırken, Rönesans’la birlikte ahlâk anlayışı, dinî esaslardan tekrar uzaklaştırılmıştır. Kökleri çok daha öncelere dayanmasına rağmen, Rönesans'la birlikte bir de faydacılık kendisini göstermeye başlamıştır.
Dinî kaynaklı ahlâk anlayışlarına karşı çıkan İtalyan G.Bruno (1548-1600), Fransız Montaigne (1533-1592) ve İngiltere'de pratik ahlâkı, dinî ahlâktan üstün tutan F. Bacon (1561 1626) iyi kavramını, faydalı kavramıyla eş anlamlı kullanmışlardır. Bacon'a göre, din olmadan da ahlâk olabilir; ahlâkî olanın kaynağı doğal kanundur. Bu yüzden, İyi kavramı da faydalı kavramıyla eş anlamlı olarak algılanmıştır.
Gerçek fazilet ise topluma faydalı olandır. Bu görüş, Hobbes, Locke, Shaftesbury, Hume ve Holbach tarafından paylaşılmaktadır. Faydacılara göre, toplum yararına olan şey, ölçü olarak alındığından, iyi ve kötünün değerini ve içeriğini, yarar kavramı ortaya koymaktadır. Ancak aşırı bireysellik anlamına gelen egoizmin, topluma faydalı olan şekline iyi, zararlı olan şekline de kötü denmiştir.
İyiye/ahlâkî olana insanı sevk eden etkenler ise bu düşünürler tarafından göre farklı şekilde algılanmıştır. Meselâ Hobbes'un düşüncesinde iyi, "İnsanın kendisini sevmesi ve kendini koruma içgüdüsû'dür. John Locke (1632-1704) felsefesinde, iyi ve kötü kavramlarının karşılığı, haz ve acıdan başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle, ahlâkî iyi ve kötü, bizim isteyerek, özgür olarak yapmış olduğumuz davranışların kanunlarla uyuşup uyuşmamasıdır. David Hume (1711-1776)'da ahlâkî iyinin, ahlâk duygusunun çıkış noktası "Sympathie"dir. Bu sempati kavramı, başkalarının iyiliğine yönelmiş bir duygu ve davranışın genel adıdır.
2. Vazife Ahlâkı
Ahlâki sistemler içinde yer alan, önemli bir ahlâk da İmmanuel Kant (1724-1804)'ın geliştirmiş olduğu, "Vazife Ahlâkı” kuramıdır.
Kant'a göre, ahlâk yasasının kaynağı bizzat insanın kendisidir. Ahlâkî değerlerin kaynağı ise insan aklıdır.
3. Varoluşçu Ahlâk
Varoluşçu felsefede, insanı insan yapan üç temel nitelikten bahsedilebilir. Bu üç nitelik, belirsizlik, özgürlük ve tasarıdır ki, bunların toplamı da huzursuzluğu meydana getirir. Kısacası, ne kadar insansak, o kadar huzursuz ve mutsuzuzdur.
Genel bir ahlâk yoktur; çünkü insana bu dünyada yol gösterecek bir işaret yoktur. Hiç bir genel ahlâk, bize yapacağımız şeyi söyleyemez; yapacağımız şeye ancak biz karar verebiliriz. Varoluşçulardan Sartre'a göre insan, kendi başına ne iyidir; ne de kötüdür; ona kötülüğü başkası getirmiştir; insanın başkalarıyla ilişkisi de tam bir başarısızlıktır. ( 2011 FİNAL S: 19 )
Böyle ilişkilerin sözde ahlâk olduğunu savunmak, başlı başına bir yalan, bir ahlâksızlık sayılmalıdır; çünkü ahlâk ilişkileri kurmak başlı başına bir masaldır. Sartre diyor ki: “Ben başkasını nasıl görürsem, o da beni öyle görür”. İnsanlar arasındaki ilişkiler mutlaka aksayan, yozlaşan, özgürlüğü sınırlayan ilişkilerdir.
4. Ahlâksızlık Ahlâkı (immoralizm)
Varoluşçuların bu ahlâka karşı kayıtsızlığı beraberinde "Ahlâksızlık Ahlâkı" diye nitelendirilen İmmoralisme'i doğurur. Ahlâksızlık Ahlâkı, toplumca belirlenmiş ahlâk değerlerini değiştirmek isteyen görüşlerin genel adıdır. Bu kavramı ilk defa Nietzsche (Niçe) kullanmıştır; daha sonra onu Guyeau takip eder. Nietzsche'ye göre ahlâk, mevcut olan ahlâk anlayışlarından tamamen farklı ve mevcut anlayışa tamamen zıt değerler üzerine kurulmalıdır. O, ahlâkın, ahlakdışı değerler üzerine kurulmasını ve geçmiş değerlerin yıkılmasını istemektedir. Ona göre ahlâk, güçlü varlıkların ve aydın ruhların nefret ettiği boş bir fetiştir; ahlakı olaylar yoktur; ancak olayların ahlâkî yönleri ve yorumları vardır. Ahlâk, adileştiren, çirkinleştiren, zayıflatan ve sonunda ahlâksızlaştıran bir takım gerçek olmayan değerler bütünüdür. Diğer bir ifadeyle ahlâk, şekil değiştirmiş bir dinden başka bir şey değildir ve ahlâklılığın görünürde öne çıkan birinci şartı da alçaklık ve tembelliktir.
5. Sosyolojik Ahlâk
Ahlâk sistemleri içinde " Sosyolojik Ahlâk', " Psikolojik Ahlâk” ve "Biyolojik Ahlâk” gibi daha bazı ahlâk anlayışlarına da yer verilmiştir. Sosyolojik Ahlâk, Auguste Comte (1798-1857)'un temellendirdiği, Emile Durkheim (1858-1917) ve L. Levy Bruhl (1857-..?)’ün geliştirdiği bir ahlâk anlayışıdır. Comte'a göre, ahlâkın temel prensibi, başkaları (toplum) için yasamaktır. Burada başkalarından maksat, aileyi, vatanı ve bütün insanlığı anlamak gerekir.
6. Psikolojik Ahlâk
Psikolojik ahlâk teorileri, ahlâkî eylemlerin kaynağı olarak daha ziyade "ruhsal eğilimleri”, dolayısıyla psikolojik kavramları kabul eden görüşlerdir. Esasen çağımızda, ahlâkı psikolojik bir temele dayandıran ve ona psikolojik bir mahiyet kazandıran düşünür, Theodore Ribot (1839-1961) olmuştur.
7. Biyolojik Ahlâk
İnsan davranışlarını bedenin bazı fonksiyonlarına bağlayarak açıklamaya çalışan ahlâk anlayışına, genel olarak Biyolojik Ahlâk denilmektedir. Bu ahlâk anlayışının temel dayanağı, insanın yaşam serüvenini anlatan hayat kavramıdır. Sosyal hayatı biyolojik teorilerle anlatan birçok görüşler vardır. Bunlardan ikisi: Bio-Organik Okul ile Darwinist Okul’dur. Biyolojik Ahlâk Okulunun (Evrimci Teorinin) ülkemizdeki temsilcisi ise Akil Muhtar Özden (1877-1949)'dir.
28 Şubat 2015 15:00
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

AHLAK FELSEFESİNİN PROBLEMLERİ

1.Olgu Ve Değer İlişkisi
Olgu ve olaylar, bizim irademiz dışında, bize herhangi bir bağlılığı olmaksızın, bizden bağımsız olarak varolan fizikî, tarihî, dinî, sosyal, ekonomik vb. gerçekliklerdir. Değer yargıları ise, bize bağlı olarak ortaya çıkan mantıkî, ilmî, fizikî, tarihî, dinî, sosyal, siyasî, ekonomik olgu veya olaylar üzerine verdiğimiz hükümlerdir. Buna bağlı olarak da karşımıza bir takım ekonomik, ilmî, mantıkî, estetik, dinî, ahlâkî vb gibi değerler çıkar. Mesela yağmurun yağması, tarlasını ekip yağmur bekleyen bir çiftçi için iyi ve faydalı bir şeyken, çömlek veya tuğlalarını kurutmak için dışarı çıkararak güneş bekleyen çömlekçi ve tuğlacı için kötü ve zararlı, istenmeyen bir şeydir.

2.Değer Ve Değer Yargıları
Daha önce de belirttiğimiz gibi, insan değerler üreten bir varlıktır. Biz, sadece olgusal türden olan varlık alanlarıyla değil, insanlar, hayvanlar ve bitkilerle de kurduğumuz ilişkilerde sürekli değerler üretiriz. Mesela bizim arkadaşlarımızla, hocalarımızla, ana-babamızla, hatta hayvanlarımız ve çevremizdeki bitkilerimizle ilişkilerimiz değerler örgüsüyle çepeçevre örülmüş bir vaziyettedir. Örneği, karşımızda duran bir Süleymaniye camisinin, taşıdığı niteliklere göre birçok değeri ortaya çıkar.
Değerlerin evrensel ve tümel olmalarına karşılık, değer yargıları daha ziyade tikel veya tekil olurlar. Çünkü değer yargıları bireylere, toplumlara, zaman ve mekâna göre değişirler. Örneğin, "yoksula yardım etmek iyidir" yargısı, benim için anlamlı olduğu halde, kim olursa olsun mutlaka insanların çalışmasından yana olanlar için ise kötüdür.
3. DEĞERLERİN YAPISI VE MEYDANA GELİŞİ
a) Değerlerin Yapısı
Bu konu bağlamında, düşünürlerin sordukları bazı temel sorular şunlardır: Acaba değerler nesnelere mi aittirler, yoksa bu nesnelere bir takım değerler yükleyen biz miyiz? Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, acaba değerler "nesnel" mi, yoksa "öznel" midir? Yoksa bir açıdan öznel, diğer açıdan nesnel midir? Belki de bunlardan tamamen farklı bir yapıya sahiptir? Yani bir sanat eseri, bizim yargılarımızdan tamamen bağımsız olarak sahip olduğu, bir takım niteliklerinden dolayı mı güzeldir? Yoksa bizim tarafımızdan o şey güzel diye nitelendirildiği için mi güzeldir? Ya da, hem sanat eserinde bu nitelikler var, hem de biz ona bazı nitelikler mi yüklüyoruz? Bu sorunun çözümünde iki farklı ve aşırı görüşün ortaya çıktığı görülür. Bir de bu iki aşırı görüşün arasını bulmaya, onları uzlaştırmaya çalışan bir üçüncü görüş daha vardır. Çünkü bu görüşe göre, değerin varlığı, değerlendirilen nesne ile değerlendirmeyi yapan insan arasındaki bir ilişkiye bağlıdır; bu iki öğeden hiç biri kendi başına yeterli değildir.
1. Öznelci yaklaşım: Bu yaklaşıma göre değerlerin kaynağı bizzat biz, yani insan süjesidir. Nesnelere, olaylara ve varlıklara biz değerler yükleriz. ( 2011 NO YÜKSELTME S:16 )- ( 2012 FİNAL S:1 )
Kant'ın dediği gibi, "İnsan zihni kendi yasalarını nesneler dünyasına dikte eder, yerleştirir" Şayet biz olmasaydık, biz o varlıklarla bir ilişki içine girmeseydik ve onlara bir değer biçmeseydik, onlar fark edilemeyen birer varlık olurlardı. Bu nedenle, değerler farklı kültür grupları ve bireylere göre değişirler. Bir sanat eseri, bir grup için çok yüksek bir sanat değeri taşırken, aynı eser, bir başka grup insan için, hiçbir şey ifade etmeyebilir.
2. Nesnelci Yaklaşım: Bu yaklaşımda değerli olan bizzat değer objesinin kendisidir; nesne, obje değerini kendi içinde taşır. Adalet, iyilik, güzellik, doğru bir davranış vb gibi değerlerin kendileri bizzat değerlidir. Bunlar mutlak olarak doğru ve değerlidir. "Adam öldürmek kötüdür şeklindeki bir ahlâkî yargı, "bir dörtgenin iç açılarının toplamı 360 derecedir ile "deniz seviyesinde su yüz derecede kaynar" yargısı kadar nesnel içerikli bir yargıdır. Nesnelerdeki değişmeyen mutlak değerlerin olduğu gibi algılanmasını engelleyen en büyük engeller, insanların sahip oldukları psikolojik durumları, çevre şartları, biyolojik ihtiyaçları ve temel gereksinimleridir.
3. Uzlaştırıcı Yaklaşım: Bu yaklaşım içinde olanlar, çoğunluğunu düşünürlerin oluşturduğu gruptur. Bunlar, salt anlamda değeri, ne doğrudan nesnelere ve olaylara, ne de öznelere bağlamaktadır. Bunlara göre değerin, hem nesnel, hem de öznel bir yanı vardır.


b) Değerlerin Meydana Gelişi
Değerler felsefesinin üzerinde durduğu temel problemlerden birisi de "değerli olan bir şeyi, değerli yapanın ne olduğu" veya "değerin kaynağında neyin bulunduğu" sorusudur. Bu sorulara verilen cevaplar genel olarak üç grupta toplamak mümkündür:
1.Haz veren şey, değerlidir: Bu görüşe göre, bir şey insana haz veriyorsa iyi, acı veriyorsa kötüdür. Hazzın çeşitlerine göre, iyi olanın da değer ve derecesinin değiştiği görülür. St. Mill gibi bazı düşünürler, maddî hazlara karşılık, manevî ve aklî hazları tercih etmişlerdir. Çünkü maddî hazlar kısa sürer ve sonunda da insana pişmanlık ve acı verirler. Buna karşılık, manevî hazlar daha uzun ömürlü ve kalıcıdırlar.
2. Değer Tanımlanamaz Bir Şeydir: Değer anlayışı, bu değerlerin tanımlanamayacağı varsayımına dayanmaktadır. Değerlerin tanımlanamayacağı anlayışı İngiliz düşünürü G.E. Moore (1875-1958)'un görüşü olarak bilinir. Ona göre, kavramlar, basit ve bileşik olarak ikiye ayrılırlar. Bileşik kavramlar basit kavramlardan oluşur ve bu kavramlar aracılıyla tanımlanma imkânına sahiptirler.
3. Değerli Olan Tercih veya Arzu Edilendir:
Bu anlayışa göre, iyi olan şeyler, bizim seçtiğimiz, arzu ve tercih ettiğimiz şeylerdir. Bu konuyla ilgili Spinoza şöyle demektedir: “Biz, bir şeyi iyi olduğu için arzu etmeyiz; aksine onu, arzu ettiğimiz için, o şeyin iyi olduğunu düşünürüz."
28 Şubat 2015 14:56
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

İslam Ahlakının En Genel İlkeleri İle İlgili Kendi Önerilerimiz
Ahlak ilkeleri, hepsi de evrensel yahut genel geçerlik iddia etmekle ve her zaman ve mekândan her insana hitap etmekle birlikte soyuttan somuta
yahut içeriksizlikten içerikliliğe doğru kategorize etmek mümkün ve yararlıdır.
Altın kural "Kendine yapılmasını istemediğini, sen de başkasına yapma; kendine yapılmasını istediğini, sen de başkasına yap!"
Burada ölçü tamamen kişinin kendisidir. Kant'ın, basitçe söylendiğinde 'kendini genel yasa koyucu gibi görerek eylemde bulun' şeklindeki üçüncü ilkesi de bu türden bir ilkedir. Bunun İslam'daki benzerinin temeli, müftüler ne fetva verirlerse versinler, kişinin en sonunda yine bir de kendi kalbine, kendi vicdanına danışması ve ona uymasını tavsiye eden hadistir.
"uzman-vicdan ilkesi" Her zaman, önce uzmanlarından bilgi al; ama son kararı kendi vicdanına göre ver!
"toplumsal şeffaflık ilkesi" "İster toplum içinde ister yalnız iken, kalbinin mutmain olduğu ve güzel ahlaklılığa uygun düşen şeyi (iyiliği) yap, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemeyeceğin şeyi (kötülüğü) yapma!"
Altın Kural denilen ilke, tek başına ele alındığın 24 ayar bir altın değildir. Olsa olsa 18 ayar olur veya daha doğrusu onu kullanan kişinin - deyim yerindeyse - ayarına göre, onun ayarı da artar veya eksilir. Çünkü herkes esasta kendini ölçü alacaktır; ama herkesin aynı ölçüde ahlaklı olmadığı bir gerçektir. Bu durumda, gerçek çok ahlaklı bir kişi bu kuralı uyguladığında, yani kendi için istediği veya istemediği şeyi dikkate alarak karar verdiğinde, sonuç ahlaken doğru çıkacaktır. Fakat kişi ahlaken düşük karakterli, ahlaki yaşamı zayıf, ahlaki dünya görüşü bozuk, vb. biri ise, bu soyut ve içeriksiz kuralı kendine uyguladığında, çok da ahlaken uygun bir sonuca varılmayacaktır.
Kur'an ve hadislerdeki genel ilke ve emirler
1-Hak İlkesi
Ahlaken en öncelikli değer, varlıkların haklarıdır. Varlıklara haklarını vermek ve onlara haksızlık etmemek ahlaklılığın birinci koşulu, eşiği veya birinci basamağı, olmazsa olmazıdır. Burada varlıklar denmesinin sebebi, insan hakları başta olmak üzere, hayvanlar, bitkiler, doğal dünya gibi tüm fiziksel varlıkları ve inananlar için tüm metafiziksel varlıkları topluca ifade edebilmektir. Hak, adalet erdeminin gereğidir; hak ilkesine riayet etmek de, adalet erdeminin gereğini yerine getirmektir.
"Yakınma, düşküne, yolcuya hakkını ver..." (İsra 17/26) "Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı... emreder." (Nahl/16: 90) "Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin..." (Nisa 4/135) "Üzerinde Rabbinin hakkı var, aile ve çocuklarının hakkı var. Binaenaleyh her hak sahibine hakkını ver." (Buhari, savm 51, Akseki s. 155'den naklen) Bu ilkenin negatif kısmı ile ilgili birkaç örnek ayet de şunlardır: ... Rabbin kimseye haksızlık etmez. (Kehf 18/49) Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz,... (Nisa 4/40) ... Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz. (Bakara 2/279) İşte bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisten, altına pek çok alt ilkenin ya da kuralın eklenebileceği temel bir
ilke çıkar: "Her Hak Sahibine Hakkını verin, Hiç Kim-seye Haksızlık Etmeyin!"

2-İyilik İlkesi
Eğer İslam ahlakının ya da ondan kaynaklanmış evrensel bir ahlakın en öncelikli ilkesi hak ilkesi ise, en önemli ilkesi de, kısaca belirtilme istendiğinde iyilik ilkesi denebilecek ilkedir. İnsanlara haklarını vermek hukuken de ahlaken de zorunludur; ama bunu yaptığınızda, hukukun sizinle ilişkisi biter; sizden daha fazlasını istemez. Ahlak ise bu noktada kalmaz; hukukun bıraktığı yerden devam etmeyi sürdürür; haksızlık yapmamak her insan için normal ve doğal bir haldir, bir üstünlük ve övgü hali değil. Oysa ahlak, sadece zorunlu ödevlerini yapan değil, üstün değerleri olan, kâmil olan, mükemmel ve yetkin olan insanlar oluşturmayı hedef edinir. Bu yüzden ahlakın asıl kendine özgü konusu, haklardan ziyade, iyilikler ve kötülüklerdir.İnsanda nasıl sağlık asıl, hastalık arızi ise, iyilik ve kötülük açısından bakıldığında da benzer şekilde, iyilik asıl kötülük arızidir. Bu durumda, arızi olan kötülüklerle mücadele etmek, asıl olan iyiliği korumak ve geliştirmek ahlakın asıl gayesi, ahlaklılığın da en önemli, en asli ilkesidir.
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür." (Zilzal 99/7-8) "Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun." (Al-i İmran 3/104) "... iyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlasın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.... " (Maide 5/2) "...Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın." /Bakara 2/148) "O, yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için değil, ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapmıştır. Elbette kendisi de hoşnut olacaktır." (Leyl 92/19-21) "Bir iyiliğe on katından yedi yüz katına kadar sevap vardır. Kötülüğe ise kendi misli kadar günah vardır, ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer (bağışlar)." (Sahih-i Buhari Muhtasarı, s. 84) Bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisten altına pek çok alt ilke veya kuralların girebileceği şöyle bir ilke çıkarmak mümkündür: "(Her zaman, zerre kadar da olsa) iyilik yapın, (hiçbir zaman, zerre kadar da olsa) kötülük yapmayın!"

3-Sevgi İlkesi
En öncelikli ilke olan hak ilkesinin üstünde en önemli ilke denilebilecek olan iyilik ilkesi olduğu gibi, onun da üstünde en yüksek ve en yüce ilke diyebileceğimiz sevgi ilkesi vardır. Hak ve ödevin üstünde, özgecilik ve fedakârlıklardan oluşan iyilik yapma düzeyi olduğu gibi, belki zoraki ve gönülsüzce iyilik yapma düzeyinin üstünde de, severek iyilik yapma ve iyilik yaptığın varlıkları sevme düzeyi vardır. Sevme düzeyi başlangıçta oluşursa daha alt düzeyler de kendiliğinden veya kolayca oluşacaktır. Sevme başlangıçta oluşmamışsa, kademeli olarak insanların sevgi düzeyine çıkarılması, yüksek ahlakın gayelerindendir. Herkesin bu düzeye çıkması beklenmese de, arzu edilen en yüksek düzeyin burası olduğu ve buranın ideal hedef zirvesini oluşturduğu bir gerçektir. Kendini ve öteki yaratılmışları sevmek, Rabbini sevebilmenin de en doğal yoludur. Ahlaklılığın merkezi ilkesi, ne birincisi ne de bu üçüncüsü değil, bu ikisinin ortasında olan iyilik ilkesidir.
Birinci ilke (hak) zorunluluk, ikinci ilke (iyilik) yeterlilik ilkesi iken, üçüncü ilke ( sevgi) yetkinlik ilkesidir.
"İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve kitapların bütününe inanan kimselersiniz...."(Al-i İmran 3/119) "Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Onlar; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, ..." (Tevbe, 71) "Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini (istediğini) (Müslüman) kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz." Sahih-i Buhari Muhtasarı, s. 74, Krş. Sahih-i Müslim Muhtasarı, s. 80)) "Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. ..." Araf 7/56) "... Allah boz-gunculuğu sevmez." (Bakara 2/205) Bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisten de şu ilke ortaya çıkmaktadır: "Birbirinizi sevin, bozgunculuk etmeyin!" ( 2011 FİNAL S:11 )

4-Ölçülülük İlkesi
Diğer ilkenin uygulanışı da dâhil bütün ahlaki tutum, davranış, karar ve eylemlerde ölçülü olup, aşırı gitmemeyi, ilk üç ilke gibi asıl itibarıyla evrensel ve kategorik olduğu söylenen ilkelerin, bireylerin gündelik hayatlarının özel koşullarında uygulanırken bazen esnetilmesinin ve hatta zorunlu hallerde belki paranteze alınmasının meşru, mümkün ve hatta makbul olabileceğini belirten bir ilkedir.
Bu ilke Platon'un adalet ilkesini her kesime şamil sayması gibi, her kesime ve her ilke ve eylemin uygulama aşamasında gerekli olan bir ilkedir.
"... İkisi ortasında bir yol tut." (İsra 17/110) "Onlar, sarf ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan 25/67) "... bir topluluğa olan kininiz, aşırı git-menize sebep olmasın ..." (Maide 5/2) "... aşırı gitmekte yardımlaşmayın.... " (Maide 5/2) "... doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez." (Maide 5/87) "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler... " Bakara/2: 287) "Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz,..." (Sahih-i Buhari Muhtasarı, s. 83) Bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisin ortak buyruğunun şöyle bir ilke oluşturduğunu söylemek mümkündür: "Ölçülü olun, aşırı gitmeyin!"Bu dört ilkenin tamamının, hatırlanabileceği tek bir ayet de vardır. O da şu ayettir: "Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever." (Mümtahine 60/8).

SONUÇ
İlke kavramı, içeriksiz ve yarı-içerikli olanlar ve içerikli olanlar olmak üzere üçe ya da kısaca içeriksiz/biçimsel ve içerikli olarak ikiye ayrılır.
Soyut ve biçimsel İslami ilkeler
1-Kendini Ölçü Alma İlkesi: "Kendine yapılmasını istemediğini, sen de başkasına yapma; kendine yapılmasını istediğini, sen de başkasına yap!"
2-Uzman-Vicdan İlkesi: "Her zaman, önce uzmanlarından bilgi al; ama son kararı kendi vicdanına göre ver!"
3-Toplumsal Şeffaflık İlkesi: "İster toplum içinde ister yalnız iken, kalbinin mutmain olduğu ve güzel ahlaklılığa uygun düşen şeyi (iyiliği) yap,
vicdanım rahatsız eden ve insanların bilmesini istemeyeceğin şeyi (kötülüğü) yapma!"
4-Dini Doğruluk İlkesi: "Dininin veya ahlaki değerlerinin emrettiği gibi dosdoğru ol!"

Dört içerikli temel İslami ilkeler
1-Hak İlkesi: "Her Hak Sahibine Hakkım verin, Hiç Kimseye Haksızlık Etmeyin!"
2-İyilik İlkesi: "(Her zaman, zerre kadar da olsa) iyilik yapın, (hiçbir zaman, zerre kadar da olsa) kötülük yapmayın!"
3-Sevgi İlkesi: "Birbirinizi sevin, bozgunculuk etmeyin!"
4-Ölçülülük İlkesi: "Ölçülü olun, aşırı gitmeyin!"
Kant'ın ilkeleri, özellikle onu uygulayacak kişilerin, zaten yeterince ahlaklılık özelliklerine sahip bir kişi olması durumunda, doğruya büyük ölçüde işaret edebilecek ilkelerdir. Kant'ın ilkeleri, bu dört İslami ilkenin sadece birincisine ve hiyerarşik açıdan en ilk veya en aşağı düzeyine karşılık gelmektedir. Çünkü Kant'ın ilkesi genellikle ödevler ve haklarla ilgilidir; hatta onların da daha ziyade negatif yönü ile, yani neyin yapılacağı değil nelerin yapılmasının ödeve uygun olmayacağı ile ilgilidir. hiç kuşku yok ki, ilkeyi bilmek eyleme geçmenin garantisi değildir; bunun sağlanabilmesi için, doğru ilkenin doğru inançla ve gerekleriyle de desteklenmesi gerekir.
28 Şubat 2015 14:56
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

KANT İLKELERİNİN MODERN İSLAM AHLAKINA YANSIMALARI
Kant etkisini yansıtan modern İslam ahlakçılarından biri A. H. Akseki’dir. Akseki’nin kendi ifadeleriyle, ‘Ahlaki meslekler içinde en mükemmel ve ulvi olan meslek, en salim ve isabetli ahlaki nazariye, esasını vazife de yani vicdani sorumlulukta bulan ve ahlaki vazifenin esasını yalnız akıl üzerine kuran
akılcıların mesleğidir.

Aksekiye göre kant ahlakının noksanları
1-Vazifenin kaynağı olarak aklı göstermek yeterli değildir.O halde Kant, gerçek manada vazifenin kaynağını bulamamıştır.
2-Ahlakı yalnızca kanun kavramı üzerine kurmak doğru değildir
3-Kanuna itaat etmek, Kant’ın öngördüğü gibi isteksiz ve bir baş eğme değil, aksine sonuçta meydana gelecek kıymet ve kemalin de dikkate alındığı,
akla uygun bir kabulleniş olmalıdır.
4-Kant’ın kesin emir dediği şey gerçekte şartlı bir emirdir.
5-Ödev ahlakı, eylemlerimizi dikkate almakla birlikte, niyetlerimizi ve kalplerimizde geçen iyi yahut kötü duygularımızı dikkate almamaktadır.
6-Vazifeyi, sırf vazife olduğu için yapmak ahlakın en yüksek mertebesidir.
( 2011 FİNAL S:17 )
"külli genel kanun"un ne olduğu daha açık ve anlaşılır bir şekilde Allah tarafından Peygamberimiz aracılığıyla insanlığa bildirilmiştir. Bu bağlamda, yani külli genel kanunun ifadesi olarak o, arka arkaya 3 hadis verir:
1-Birr, yani hayır ve iyilik, kalbin mutmain olduğu şeydir. Kötülük de, nefsini tahrik edip azdıran şeydir. Buna aykırı fetva verseler de aldırma.
2-İyilik ve hayır güzel ahlaktır; günah ise kalbinde yerleşip de, insanların bilmesini istemediğin, yani herkesten gizlediğin şeydir.
3-Senden sadır olduğunu halkın görmesini istemediğin şeyi yalnız iken de, kendi başına iken de yapma
( 2011 FİNAL S:18 )
Bu hadisler topluca düşünüldüğünde şöyle bir külli ve genel kanun çıkmaktadır: Halk tarafından sana yapılmasını istediğin şeyi sen de onlara yap, başkaları tarafından sana yapılmasını istemediğin şeyle halkı rahatsız etme.
Akseki'ye göre, bu hadislerdeki İslami kaideler ise Kant'ın yalnız akıldan çıkarmış olduğu ahlak kanununa tercih edilir. Çünkü Kant'ın ahlak kanunu, öyle bir şekilde hareket et ki ifadesiyle başladığı için yalnız fillerimizle sınırlı olup, kalbimizdeki niyet ve maksatlarımızı ihmal etmektedir. Hâlbuki İslam'a göre, insanın ahlaki değeri, görünen fiillerinden çok niyetleri ile ilgilidir.
Abdullah Draz da Akseki gibi bazı yönlerini eleştirmekle birlikte İslam ahlakını Kant'ı dikkate alarak ve büyük ölçüde Kant terminolojisiyle ele alan modern dönem ahlakçılarımızdandır.( 2011 FİNAL S:9 )
Bu durum, İslam ahlakını en mükemmel sistem olarak görmesi gibi Draz da, Kant'ı en önemli ahlak filozofu saymakla birlikte, tek yönlü yahut kutupsal bir aşırılık içinde olmakla eleştirir. Kur'an ahlakının daha bütünsel ve birleştirici olması gibi özellikleriyle Kant ahlakından çok daha üstün olduğunu savunur. Draz'a göreahlaki düşüncenin bir takım antinomileri (çelişki) ve karşı yönlere kaymaya zorlayan güçlükleri vardır. Bunlardan en önemli iki tanesi, ‘birlik ve çeşitlilik’ ile ‘yetki ve özgürlük’ gibi güçlüklerdir.

Kant'ın ödev tanımı ‘düsturu saçmalık olmaksızın evrenselleştirilebilen bir eylem’dir. Buna dayalı temel kanun ve koşulsuz buyruk da şudur: iradenin ilkesi aynı zamanda evrensel bir yasanın prensibi olacak şekilde eylemde bulun.
Draz'a göre, yapılması gereken, tek taraflılık değil, evrensel ideal ile aktüel realitenin sentezidir. Nitekim Kur'an tam da böyle yapmakta, zincirin iki ucu orada birleşmiş bulunmaktadır: İdeale doğru yükselme ve tabiatın korunması; kanuna itaat ve ben'in hürriyeti. Onun bu bağlamda Kuran’dan verdiği örnek de, Gücünüz yettiği kadar Allah'a itaat edin, (Teğabün/64:16) ayetidir.
Draz'ın ifadesiyle Kur'an-ı Kerim'de, Kendinizin gözlerinizi yummadıkça kabul edemeyeceğiniz adi şeyleri, başkasına vermeye kalkışmayın (Bakara/2: 267) diye vurgulanmaktadır. İslam peygamberi de, Hiçbiriniz, kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş sayılmaz, (Buhari, Sahih, Kitabü'l-
İman, Bab 6) tarzında buyurmaktadır. Dolayısıyla, egoizmin bu genel tatbikinden, müşterek vicdan, daha önce ödevin karşılıklı olma ve evrenselliği prensibini çıkarmıştır.
Draz, Kant'ın formülünün, İncil'de de benzeri bulunan yukarıdaki son hadis ve benzerlerinden mülhem sayılabileceğini ima etmektedir.
Kendine yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma; kendine yapılmasını istediğini, sen de başkasına yap! Bu formül, hakikaten Kant'ın formülüyle bir hayli benzerlik gösteren bir formüldür. Kant'ın yaptığı bunu dini söylemle değil, belki ilkesel bir kalıpla ifade ederek, biraz daha teknik ve soyut terimlerle dile getirmek suretiyle, kendi eksenli veya kişi ya da ben merkezli referans çerçevesini olabildiğince genişletip, tüm insanları kapsayacak şekilde genişletmeye çalışmasıdır.
Bütün bunlara rağmen tekrar belirtelim ki, Draz bunlardan hareketle evrensel veya genel bir İslami ahlak ilkesi yahut kesin buyruğu olduğu iddiasına gitmemektedir. Zaten onun bu türden genel ilke belirlenimlerini pek mümkün de görmediği anlaşılmaktadır. Zira ona göre, yalnızca bir tek ödev yoktur. Hayat şartlarının karmaşıklığı ve sürekli değişmenin ötesinde, ahlaki emirlerin çokluğu ve birbiri içine geçmişliği vardır. Dolayısıyla, bu gibi nedenlerden dolayı, tek bir veya birkaç genel ilkeden bahsedilemez.
( 2011 FİNAL S:13 )
Bizim bu konuda ona da kısmen hak vermekle birlikte tam katılmadığımıza ve temel ilke veya birkaç ilkenin bilinmesinin yararına inandığımızı kısa gerekçelerle birlikte daha önce söylemiştik. Ancak Draz'ın konu ile ilgili gördüğü ayet ve hadisleri bir araya getirip zikretmesi, bu tür arayışlar için önemli bir birikim kaynağı ve destektir, diye düşünmekteyiz.
Yalnızca bir tek ödev yoktur. Hayat şartlarının karmaşıklığı ve sürekli değişmenin ötesinde, ahlaki emirlerin çokluğu ve birbiri içine geçmişliği vardır.
Mustafa Çağrıcıya göre Kur'an-ı Kerim'in iki suresinde geçen 'Emr olunduğun gibi dosdoğru ol!' anlamındaki ayet kategorik (şartsız) ahlakın temel kanunudur.
Vazifenin herhangi bir karşılık beklemeksizin salt Allah'ın emri olduğu için yapılması da İslam ahlakının vurguladığı benzer bir husustur. Vazifenin mecburiliği başlığı altında Çağrıcı, İslam inancına göre her ahlaki vazifenin aynı zamanda bir Allah emri, bir kulluk gereği olduğunu belirtir. Ona göre,Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine kulluk et! (Hicr/15: 99) anlamındaki ayet, vazifenin mecburiliğini ve sürekliliğini gösterir.
28 Şubat 2015 14:55
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

C) KANT AHLAKI VE İSLAM’DA AHLAKLILIĞIN EN YÜKSEK İLKELERİ
Normatif İslam Ahlak Kuramlarına baktığımızda, dini yahut geleneksel denilen ahlakın, İslami fakat sade ve sistematik olmadığını; tasavvufi ahlakın, sistematik ama sade ve kapsayıcı olmadığını; felsefi ahlakın ise, sade ve sistematik olmasına karşın yabancı kavramlarla ele alındığı için pedagojik olmadığını söyleyebiliriz.
Kur’an da geçen ayetlerin sık kullanılma istatistiğine göre, ya da genel yapı gözetilerek, bir ayette geçen vurgulu ifadelere göre yapılmalıdır. Sıkça kullanılma istatistiğinin öne çıkardığı dört erdem şunlardır: Sabır, Doğruluk, Affedicilik ve Yardımseverlik. ( 2011 FİNAL S:12 )
Bundan ziyade bizimde tercih ettiğimiz ikinci yol ise, Nahl Suresi 90. Ayette geçen kavramların karşılıkları olan ilkelerdir. Bundan hareketle, hatırda yer tutan ve her Müslüman’ın kolayca anlayacağı dört temel erdem şunlardır: Adalet, Yardımlaşma, İffet ve Merhamet.
( 2011 FİNAL S:8 )
‘İslam Ahlak Felsefesi’ ifadesini tarihsel olarak, Klasik İslam Ahlak Felsefesi ve Modern İslam Ahlak Felsefesi şeklinde iki döneme ayırmak mümkündür. İslam Ahlak Felsefesindeki bu kırılmayı sağlayan, ünlü Alman düşünürü İ. Kant olmuştur. Kant sonrası dönemde Müslüman ahlakçıların artık erdem kavramından ziyade vazife, ilke, ödev, yasa, emir vb. Kant felsefesine özgü kavram ve konuları daha fazla öne çıkardıkları görülmektedir. ( 2011 FİNAL S: 10 )
Erdemler, bireylerin sahip olduğu ve ahlaken övülen nitelikler iken; ilkeler, bireylerin temel davranış kurallarını belirten önermelerdir. İlke, belki biraz ilk kavram ile de bağlantılı görülebilir; o, bir kurallar dizisinin bir veya birkaç ana öğesi, en genel kapsamlı özüdür. İlke cins, kurallar tür gibi düşünülebilir.
( 2011 FİNAL S: 16 )
Aristoteles erdemleri, ‘aşırılığa düşmemek ve hep orta yolda olmak’ ilkesine göre tespit etmekte ve temellendirmektedir. İlke olmadan erdem oluşturmak zordur, erdem haline dönüşmeyen bir ilkenin de fazlaca bir işlevi ve anlamı olmayacaktır.
Kant da, ilkeleri tespit edip vurguladığı kitabın başında da sonlarında da iyi niyet veya iyi niyetli olma erdemine vurgu yapmaktadır. ( 2011 NO YÜKSELTME S:15 )- ( 2011 FİNAL S: 14 )-( 2012 FİNAL S:20 )

KANT’IN AHLAK DÜŞÜNCESİNDE İLKELERİN ÖNEMİ VE KESİN BUYRUKLAR
Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı kitabının önsözünde, bu çalışmanın içeriğinin, ‘ahlaklılığın en yüksek ilkesi’ nin aranıp bulunmasından ve belirlenmesinden öte bir şey değildir, der.

1-İyi İsteme: Kant ahlakının başlangıç noktası, bilinçli bir ahlaki seçim yaparken sarf ettiğimiz toplam çabaya işaret eden bir nitelik olarak, iyi iradelilik ya da iyi isteme veya iyi istençtir. Kant'a göre, ahlaki açıdan en önemli ve en değerli şey, iyi istemedir; hatta dünyada, dünyanın dışında bile, iyi bir i s t e m e d e n başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez. Ayrıca bu iyi isteme, etkilerinden ve başardıklarından ve herhangi bir amaca ulaşmağa uygunluğundan değil, bir isteme olarak, kendi başına iyi oluşundandır.
( 2011 FİNAL S:15 )
2-Ödev: Kant'a göre, ahlaken değerli sayılması gereken eylemler, her şeyden önce, ödevden dolayı yapılmış olan eylemlerdir. Bir eylem hiçbir eğilim duymadan veya hiçbir baskı altında hissedilmeden, yalnız ve yalnız ödev duygusundan dolayı yapılırsa ancak o zaman halis ahlaksal bir değer taşır. Ödev, yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunlu bir sonucudur.
3-İlke: İstemenin öznel ilkesidir ya da öznenin kendisine göre eylemde bulunduğu ilkedir. Yasa ise, her akıl sahibi varlık için geçerli olan ve ona göre eylemde bulunması gereken ilkedir, yani buyruktur. Maksimim de, ‘aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğim şekilde’ olmalıdır.

İlkenin Önemi:Kant'a göre, "ahlaksal değer söz konusu olduğunda sorun, gördüğümüz eylemler değil, eylemlerin göremediğimiz o iç ilkeleridir.
İlke ve Buyruk: Kant'ın tanımıyla, bir İsteme için zorlayıcı olduğu ölçüde nesnel bir ilkenin tasarımına emir (aklın emri), bu emrin formülüne de buyruk denir. Buyruklar nesnel olarak geçerlidirler ve öznel ilkeler olan maksimlerden büsbütün farklıdırlar.

Buyruklar, koşullu (hipotetik) buyruklar ve kesin (koşulsuz) buyruklar (kategorik imperativ) olarak ikiye ayrılır.
Koşullu buyruklar, insanın ulaşmak istediği başka bir şeye araç olarak bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyarlar.
Kesin buyruk ise, bir eylemi kendisi için, başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, zorunlu olarak sunan buyruktur. Mesela mutluluk amacını geliştirmeye aracı olacak eylemlere yönelik buyruklar koşullu buyruklardır; eylem mutlak olarak değil, mutluluk amacının aracı olarak buyrulmuştur. Kesin buyruklar, öğütlerden farklı ve zorunlu yasalar niteliğindedir.
Kesin buyruk, Kant'a göre kesin buyruk aslında bir tanedir ve o da şudur: ancak, aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun. Aynı yerde, "genel ödev buyruğu" da dediği bu buyruğu o şöyle de dile getirmektedir: eyleminin maksimi sanki senin istemenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun. Bunun Pratik Aklın Eleştirisi’ndeki ifadesi de şudur: Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin.
Üç adımlı bir düşünme süreciyle eylemin doğru olup olmadığına karar vermemiz gerekir
1-Maksimini belirle,
2-Maksiminin, kendinle çelişkiye düşmeden, genelleştirilip genelleştirilemeyeceğini düşünüp karar ver,
3-Genelleştirilebiliyorsa onu yap, genelleştirilemiyorsa yapma.
Bu eylemimizin bir maksiminin genel bir yasa olmasını isteyebilmemiz hususu, ahlaksal yargılamamızın en genel veya en temel ilkesidir. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde en genel dediği bu ilkeye Kant, Pratik Aklın Eleştirisi adlı eserinde en temel der.
Kesin Buyruk, Bu ilkeye dayalı pratik buyruk şudur: Her defasında insanlığa, kendi şahsına olduğu kadar, başka herkesin şahsına da, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun.
Kant, birinci ilkenin geçerliliğini yahut ahlaken işlerliğini göstermek için verdiği örnekleri bu ilkenin geçerliliğini göstermek için de kullanır.
Kant'ın üçüncü ilkesi ise, her akıl sahibi varlığın istemesinin, genel yasa koyucu bir isteme olarak görülmesidir. Bu ilkeye göre, istemenin genel yasa koymasıyla bağdaşmayan bütün maksimler reddedilir. İsteme, kendisi yasayı koyan olarak görülmeli; ya da her akıl sahibi varlığın istemesi genel yasa koyucu isteme olarak düşünülmelidir. Aynı zamanda yasa olarak genel olmasını isteyebileceğin maksime göre hep eylemde bulun yahut benzer bir ifadeyle, kendilerini aynı zamanda genel yasalar olarak edinebilecek nesne maksimlere göre eylemde bulun. Bir kişi kendi yasasını kendisi koyacak fakat bu yasa, kendi kişisel çıkarlarına göre koyulan bir yasa olmayacaktır. Aksine bireysel değil, genel bir yasa olabilme özelliği dikkate alınarak konulmuş bir
yasa olacaktır. Bu buyruğun, birinci buyruğa oldukça yakın bir anlam taşıdığı söylenebilirse de buradaki vurgunun, maksimin evrenselleştirilebilirliğinden ziyade, öznenin yasa koyuculuğu üzerinde olduğu görülür. İşte Kant'ın her insanın kolayca yararlanabileceğini savunduğu ana pusulası ve ondan çıkardığı diğer iki pusula bunlardır.

Kant'ın ahlak felsefesinin merkezinde Tanrı değil, pratik aklın kumanda ettiği insan bulunmaktadır.
28 Şubat 2015 14:55
Medineweb
Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)

C) İSLAM AHLAKININ YENİDEN YAPILANDIRILMASI
Yeni bir eser şu yedi şeyden biri veya birkaçını ortaya koymak için ele alınmalıdır. Orijinal bir şey meydana getirmek, eksik olanı tamamlamak, kapalı veya karmaşık bir konuyu aydınlatmak, uzun olan bir meseleyi kısaca özetlemek, düzensiz olanı bir düzene koymak, dağınık olanı toplamak ve nihayet hatalı olanı düzeltmek.
Şimdilerde yeni bir eser ortaya koymanın şartları, bilimsel ve orijinal olmak diye özetlenmektedir.

1-İslam Sadelik ve Ahlak
İslam dinin, özellikle öteki dinlerle karşılaştırıldığında, ortaya çıkan en temel özelliklerinden biri de sadeliğidir. Önemli olan, ahlaki eylemi yapan kişinin, bu eylemine kaynaklık eden erdemli bir karaktere sahip olup olmamasıdır. İslam’da ahlakın şartlarından kastettiğimiz, büyük ölçüde İslam erdem etiği diye bileceğimiz şeydir.

2-İslam Ahlak Anlayışına (Dini, Tasavvufi, Felsefi) Kısa Bir Bakış
Müslümanlar arasında var olan ahlak anlayışlarını kabaca üçe ayırmak mümkündür: Dini ahlak, Tasavvufi ahlak, Felsefi ahlak. Dini ahlak, adından da anlaşılacağı üzere, ahlak ile ilgili her türlü bilginin kaynağında Kur’an ve sünnete yer veren ve model alınacak en ahlaklı insan örneği olarak da hiç kuşkusuz Hz. Peygamberi gören bir İslam ahlak anlayışıdır.
Tasavvufi ahlakın temelinde büyük ölçüde İslami unsurlar yer almaktadır. Ancak dini ahlaktan farklı olarak tasavvufi ahlakta, genel dini kapsayıcılık veya çoğulculuğun bir uzantısı olarak, öteki dinlerin ahlaki ilke ve erdemlerinden yararlanma ve başta Hz. İsa olmak üzere öteki peygamberlerin ahlaki özelliklerini de belirgin bir biçimde model alabilme gibi davranışlar görülmektedir.
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın.

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.