22 Temmuz 2020 14:56 | ||
nurşen35 |
Es-Sabûr : الصبور Yâ Sabûr : يَا صَبُورُ Cenab-ı Hak buyuruyor: “(Ey Muhammed,) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları yalnızca korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne ertelemektedir.” (İbrahim,42) Bu isim Kur’an-ı Kerim’de “es-sabur” kalıbıyla geçmiyorsa da, Allah’ın bu vasfını ifade eden 70’den fazla âyet vardır. Sabır, cezanın Allah’ın takdir ettiği ve süresini belirlediği bir zamana kadar ertelenmesidir. Resulullah s.a.v. buyuruyor: “İşittiği bir ezaya Allah’tan daha fazla sabreden kimse yoktur. O’nun çocuğu olduğunu iddia ettikleri halde Allah, onlara sihhat ve afiyet vermekte, onları rızıklandırmaktadır. “ Allah Teâlâ’nın isimlerinden biri Mübalağa siğalarından olan Sabûr, çok sabreden anlamında Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Kur’an-ı Kerim’de hiç geçmeyen sabûr ismi celili sadece, Tirmizî’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği “Esmâül hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri” hadisinde (Tirmizi, Deavât, 83) doksan dokuz ismin en sonuncusu olarak geçer.Allah (c.c) sınamak için yarattığı insanları, yaptıkları kötülüklerden dolayı hemen cezalandırmaz. Af dileyip tevbe etmeleri veya kötülüğe devamlarına imkan vermek suretiyle cezaya daha müstehak olmaları için onlara mühlet verir, sabreder. Allah’ın sabretmesi, aczinden değil, bilakis kudretindendir. Çünkü hiç bir insanın, onun murakabesinden kurtulması mümkün değildir. Bu nedenle, kötülüklerin bu dünyada hemen cezalandırılmaması insanları yanıltmamalıdır. Allah’ın sabûr ismi ve sıfatına bakarak insanların da sabırlı olması gerekir. Allah’ın sabır sıfatı, kulların sabrından farklıdır. Mesela,Allah tam kuvvet sahibidir. Dilediğin yapmaya kadirdir. Ancak kulları böyle değildir. Onların gücü ve kuvveti sınırlıdır. Bu yüzden her dilediklerini yapamazlar.Allah yaptığının sonucundan asla korkmaz. Kullar ise çoğ kez, yaptıklarının kötü sonuçlarından korkarlar. Allah cezalandırmada acele etmez, kullar ise hemen cezalandırmak isterler.Sabretmek nedeniyle Allah, hiçbir acı ve üzüntü duymaz, hiçbir yönde bir noksanlığı bulunmaz. Ancak sabır kullara acı, üzüntü ve sıkıntı verir. Kulun sabrı, Allah’ın kendisiyle beraber olmasına göredir. Allah o kulla beraber olunca,kul, başkalarının sabredemeyeceği şeylere sabretme imkanı bulur. Sabredenler, dünya ve ahiret mutluluğunu elde edip Allah ile beraber olma şerefine nail olmuşlardır. Cenab-ı Hak buyuruyor: “Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara,153) Allah’în sabur isminin bu dünyada pek çok görüntülerini düşünenler rahatlıkla müşahede edebilirler. | |
22 Temmuz 2020 14:52 | ||
nurşen35 |
EL-HÂDÎ “Kalplere iman yolunu gösteren.” “Hidayet lütfederek, bâtıldan ve dalâletten uzaklaştıran.” “Bütün canlılara, her türlü ihtiyaçları için yol gösteren.” “Şüphesiz, Allah, iman edenleri dosdoğru bir yola yöneltir.” (Hac Sûresi, 22/54) Bu ismin, Nur isminden hemen sonra zikredilmesi çok mânâlıdır. Sanki bu sıralamayla, Nur isminin en büyük tecellisinin, ‘kalpleri hidayetle aydınlatmak’ olduğu ders verilir. Cenâb-ı Hak, kullarına istikamet yolunu göstermek üzere peygamberler (aleyhimüsselam) gönderir. Böylece onları hidayete kavuşturur; bütün sapık anlayışlardan ve bâtıl inançlardan kurtarır. “Onları, emrimiz ile, insanları doğru yola götüren önderler yaptık.” (Enbiya Sûresi, 21/73) Bu ismin, sadece insanlarda değil, bütün eşyada tecelli ettiğini şu âyet-i kerîmeden öğreniyoruz: “Rabbimiz, her şeye bir fıtrat verip, (o yaratılışın gereğini yerine getirmeyi) o şeye hidayet edendir (öğretendir).” ( Tâ-Hâ, 20/50) Nöbetçi arıların kovandaki bütün arıları tanımasından, işçi arıların petek yapmalarına, uzak beldelerde yumurtadan çıkıp ana vatanlarına şaşırmadan dönen balıklara, hastalanan bir hayvanın kendi derdine deva olacak bitkileri bulup yemesine kadar uzanan sayısız hadiseler bu hakikati isbat ederler. Nur Külliyatı'nda bu âyet-i kerîme tefsir edilirken şöyle buyrulur: “Zahirî ve bâtınî duygular, âfâkî ve haricî deliller, enfüsî ve dâhilî bürhanlar, peygamberlerin irsaliyle, kitabların inzali gibi vasıtalar itibariyle de hidayetin mânâsı taaddüd eder.” “En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.” (İşârât-ül İ’caz) Demek oluyor ki, her bir duygu insan için ayrı bir hidayettir, ayrı bir hakikati gösterir, yeni bir âleme kapı açar. Göz, ‘şekil ve renkler âlemini;’ kulak, ‘sesler âlemini’ gösteren birer hidayet vesilesidir. Akıl, hafıza, hayal gibi batınî duygular da insan için birer hidayet vesilesidirler... Peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle insanlara hak ve hakikati bildirmek, hidayetin en ileri mânâsıdır. Bu vesileyle yanlış yorumlanan bir hakikate, kısaca temas etmek isterim: Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın, hidayeti dilediğine vereceğini” bildiren âyet-i kerîmenin (Şûra, 42/52) doğru anlaşılabilmesi için bu konudaki bütün âyetlerin birlikte mütalaa edilmesi gerekiyor. Bu âyet-i kerîmelerden üçünün mealleri şöyle: “Biz ona hidayet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.” (İnsan, 76/3) “Ona hayır ve şerri, her iki yolu da gösterdik.” (Beled, 90/10) “Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır.” (Bakara, 2/16) Bu âyet-i kerîmelerde kulun, dalâlete kendi iradesiyle müşteri olduğu çok açık şekilde ders veriliyor. Aynı gerçeği ders veren üç âyet: “Allah zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 2/258) “Allah kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 2/264) “Allah fâsıklar topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe, 9/24) ‘Zalim, kâfir ve fâsık’ olmayı tercih eden insandır. Ve Allah, hidayete zıt bir yola giren bu insanları, tövbe edip dönmedikleri taktirde, hidayete erdirmeyeceğini haber vermiştir. Allah’ın dilediğini hidayet yoluna sokması, dilediğini de sapıklık içinde bırakması, İslâm’ın tevhid akidesiyle de yakından ilgilidir. Elbette Allah, dilediğini yapar ve O’nun iradesine karşı koyacak bir başka irade düşünülemez. Şu var ki, Alîm ve Hakîm olan Allah’ın bu dilemesi de mutlaka ilim ve hikmete dayanır. Bu nokta gözden uzak tutulmamalıdır. Bu mânâyı ders veren başka bir âyet-i kerîme de şudur: “Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin. Fakat Allah kimi dilerse ona hidayet verir. Ve hidayete erecekleri en iyi O bilir.” (Kasas, 28/56) Hidâyet masdarından, doğru yola gitmek, doğru yola kılavuzluk etmek anlamında. Yine aynı kökten hüdâ gündüz için de kullanılır. Yine aynı kökten hedy bir insanın sîret, meslek ve tarîkatını ifade eder. hidâyet doğru yol, kılavuzluk anlamında isim olarak da kullanılır. Terim olarak, insana amacına ulaştıracak şey konusunda lütuf ve letâfetle yol göstermektir. Bu amaç hayırla ilgili olmalıdır ki yol gösterme hidâyetten sayılsın. Hırsıza, katile de yol gösterilir ama hidâyetten sayılmaz. İnsanla amacı arasındaki ulaşılmazlığın giderilmesiyle ilgilidir. İnsanî amaç hayırdan başka bir şey olamaz (olmamalıdır) ki yol gösterme (hidâyet) de bu anlayıştan hareketle müsbet anlam ifade eden ahlâkî bir terim olmuştur. Bu yol göstermede lütuf sertlik, sert davranış karşıtı olan yumuşaklıktır. Letâfetse incelik, nezaket ve kibarlıktır. Yani alelâde, baştan savma, sert, kaba, çirkin bir yol gösterme hidâyet içerisinde mütalaâ edilemez. Hidâyet, gayesinde hayır bulunduğu gibi keyfiyetinde lütuf ve letâfet bulunan bir yol göstermesidir. Bu yol göstermenin de gayesi yine hayır olmalıdır. Yol göstermek de değişik şekillerde gerçekleşebilir. Yolu sadece göstermek, işaret ve tarif etmek hidâyet olduğu gibi, yola kadar götürmek, yola kadar eşlik etmek veya yolun sonuna kadar beraberce yürümek de hidâyettir. Yolu sadece göstermek, işaret ve tarif etmeye hidâyet-i gayrı mûsıla, (ulaştırıcı olmayan yol göstermek) anlamında İRŞÂD, yola götürmek, yolun sonuna kadar beraberce gitmek hidâyet-i mûsıla (ulaştırıcı yol göstermek) anlamında TEVFİK denir. Dolayısıyla hidâyet ilmen irşad amelen tevfiktir. Kur’ân’ın insanlara hidâyeti ilmen irşaddan ibarettir. Tevfik de bu irşadın kademe kadem kabulüyle ortaya çıkacaktır. Allah’ın (c.c) peygamberler ve kitap göndermedeki muradı, insanları ilmen irşad ve Tevfiklerine yardımcı olmaktır. Peygamberler (a.s) Allah’ın (c.c) hâdî isminin yardımcısıdırlar. İnsanlara hidâyet etmek, yol göstermek, onları gâyeli insan haline getirmektir. Allah’tan (c.c) başka hâdî yoktur. Bütün hidâyet Allah’a (c.c) aittir. Ragıb Isfahânî, hidâyeti lütufla yol gösterme, ayni ilk bakışta “fark edilmeyen yollarla” bütün yaratıklara ve özellikle ilâhî emirlere muhatap olan insana yol gösterme şeklinde tanımlanmıştır (Burada dikkati çeken husus insan dışındaki varlıkların da ihtiyaçlara “varlıklarının devamı için” ulaştırılmaları da hidâyet kapsamına alınmıştır. İç güdü dediğimiz şey haddi zatında bir hidâyettir.) Âyetleri göz önüne alarak Allah’ın (c.c) insanlara olan hidâyetinin dört merhalede gerçekleştiğini beyan eder: 1–Bütün insan cinsine şamil hidâyet Akıl, zekâ, fetanet, zarurî bilgiler gibi kabiliyetleri nisbetinde her insanda bulunur. Bu donanım Allah’ın (c.c) âyetlerini (kevnî veya kur’ânî) anlayabilecek kapasitenin sahibi haline getirir. (Mûsâ) “Rabbımız, herşeye yaratılışını verip sonra hidâyet edendir.” (Tâhâ 20/50) 2–Vahiy ve peygamberler yoluyla yaptığı hidâyet. “Onları (İbrahim, İshak, Yâkûb) emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik.” (Enbiyâ21/73) 3–Hidâyeti benimseyen kimselere ulaşan ilâhî Tevfik : “Hidâyet bulanlara gelince Allah (c.c) onların hidâyetlerini artırmış ve onlara takvalarını vermiştir.” (Muhammed 47/17) 4–Hak kazananları bilfiil cennete götürmek şeklinde gerçekleşir. “Lütfedip bizi buraya getiren Allah’a (c.c) hamdolsun, Allah (c.c) bizi getirmeseydi biz bunu bulamazdık. Rabbımızın elçileri gerçeği getirmişler dediler" (Â’raf 7/43) Elmalı bu dört hidâyet nevinden dördüncüsünün yerine vahiy veya ilham veya rüya-yı sâdıka gibi olağandışı yollarla kalplere sırları açıvermek, eşyanın hakikatini gösterivermek şeklinde gerçekleşen hidâyeti yerleştirir. Buna hidâyet-i hassa denir. Enbiya ve evlîyaya vâkî olur. Bu hidâyet türleri yukarıdaki tertibe göre birbirine bağlı olup önceki hidâyet sonrakinin şartı, sonraki öncekinin bir neticesidir. İlk hidâyet gerçekleştiği halde sonraki ve ona bağlı olarak sonrakiler gerçekleşmeyebilir. İnsana nisbet edilen hidâyet bu ikinci merhalede bulunan sadece çağrıda bulunmak, tanıtmaktan ibaret olan hidâyettir. Diğer hidâyet türlerinde insanın bir payı sözkonusu değildir. Hz. Peygambere (s.a.v) “sen istediğini hidâyete erdiremezsin” şeklinde hitap eden âyetteki hidâyet 2. merhaledeki Tevfik anlamındaki hidâyettir. Matüridîlere göre Allah (c.c) hiç kimseyi zorla saptırmadığı gibi zorla hidâyete de ulaştırmaz. Kulun ikisinden (hidâyet-dalalet) birisini benimseme iradesi ve kararlılığını ortaya koymasıyla Allah (c.c) yaratır. Allah’ın (c.c) birisi için hidâyeti yaratması onun hidâyeti benimseme iradesi göstermesiyle ilgilidir. Elmalılı Hamdi Yazır’a göre her şahsın ömründe birbirine müsavî olmasa da bir müddet vardır. O müddet zarfında hidâyet tercih etmeye bir imkân bahşedilmiştir. Bu müddet ihtiyarlarını güzel bir şekilde kullanıp Hakk’a teslim olmayanlar için dalalet artık cebrî bir tabiat haline gelir. Bundan sonra belki arzu da etmiş olsa muvaffak olamaz. Allah’ın (c.c) delâlete düşürmesi, bu müddet içinde irade ve ihtiyarlarını, meşiet-i ilâhiyenin gerçekleşmesi mümkün olan vaktinde teslim etmeleriyle ilgilidir. Hâlık birdir, o da her şeyin hâlikı olan Allah’tır (c.c). hidâyet de dalâlet de bir istihkaktır. Allah’ın (c.c) 0 dalâleti yaratması dalâlete talip olanların taleplerini yerine getirmek gibi bir ulûhiyet ve rubûbiyettir. Yoksa daha baştan yaratırken hidâyet donanımlarıyla yarattığı kullarından hiçbirini Allah (c.c) cebren dalâlete düşürmez. Allah’ın (c.c) bazı şeyleri yaratması kulların onu istemesiyle ilgilidir. Bazı işlerde meşiet-i ilâhiye insanların iradelerini takip eder. Kulların sorumluluğu da “istemek”tir. Bu sorumluk inkâr edilemez. Hidâyetin benimsenmesine vesile olan âmillerin başında kişinin iradesi ve kararlılığı bulunmaktadır. Bundan başka ilâhî hidâyet vahye ve peygambere bağlılık da gerçeği görüp benimseme vesileleri arasında zikredilmiştir. Dalâlete düşmenin sebepleri arasında da ilâhî lütuftan mahrum kalma, şahsî tutum, ataların dinine ve geleneklerine körükörüne bağlılık, gaflet, nifak, şeytanın tahrikleri ve ahireti düşünmemek zikredilmektedir. Abdulkahir Bağdâdî’ye göre insanın maddî ve manevî hayatına yönelik olarak Hâdî isminin kapsadığı ilâhî lütuflar yedi gurup halinde mütalaâ edilebilir: Aklî ve naklî delilleri açıklayan (mübeyyin), yolunu şaşırmışlara rehberlik eden (mürşid), icitimâî hayata düzen veren (muslih), sapıklıktan kurtaran (munkiz), canlılara yaşama yöntemini ilham eden (mülhim), inanacak kalplerde hidâyeti yaratan (hâlik), gerçeğe kılavuzluk yapan (delîl). Duruma bir de insanı hidâyete çağıran işaretler açısından bakalım. Bir şeyin ve bir amacın arlığını gösteren alâmet anlamında gelen ÂYET, Kur’ân ve Hadîs’te dört anlamda kullanılmıştır: Delîl (Allah’ın (c.c) varlığını ispat etmeyi amaçlayan deliller.), mucize (peygamberlerin peygamberliklerini ispatlayan deliller), kıyamet alâmetleri, Kur’ân’ın tamamı veya belli bölümleri. Mutlak anlamda âyet iki kısma ayrılır : 1–Fiilî âyetler : Bunlara kevnî, tekvinî, ilâhî âyetler de denilir. Yaratıcının varlığını, birliğini ve yüce sıfatlarını gösteren yaratıklardan, taşıdıkları özelliklerden çıkartılan deliller. Elmalılı ulûhiyete işaret eden âyetleri a–Sadece âlimlerin farkına varabileceği tabiat kanunlarında mevcut umumî ayetler, b–Herkesin görebileceği güneş tutulması gibi ayetler, c–Mucizeler gibi harikulâde ayetler olmak üzere üçe ayırmıştır. 2–Kavlî âyetler, peygamberlere (a.s) indirilmiş ilâhî kitaplardır. Elmalılı’ya göre bu ikisi ayrıca iki kitaptır. Kitab-ı tekvîn, kitab-ı münzel. Bu iki kitabında yaptığı Allah’ın (c.c) zât, sıfat ilâhî hükümler ve irdeye delâlet etmektir. Bundan dolayı âyet adını almışlardır. Bu iki kitap karşılıklı olarak birbirlerinin şerh ve tefsiridir. Yine O’na göre tam ve mükemmel marifet kitab-ı münzel kavlî ayetlerinden kitab-ı hilkatin fi’lî âyetlerini ve ondan Hak Teâlâ’nın zât ve sıfatlarını okuyup anlamak, anladıktan sonra onun kanunlarına, emirlerine, ahkamına ittiba ederek tarîk-ı müstakimden râdiye ve makamlarını ihraz ile bekâbillâha vasıl olmaktır. Âyetler oraya insanlar okusun diye konmuştur. İnsanların yapabilecekleri en kötü şey nereye baksalar gözlerinin önünde olan mesajı yani tevhîd mesajını görmezden gelmeleri. Âyetleri anlamanın bir yolu doğal dünyaya göz atmak ve dilini anlamaya çalışmaktır. Abdullah Tüsterî ; Allah’a (c.c) karşı bir an gözlerini kapayan ve ondan yüz çeviren bir daha bütün ömrü boyunca hidâyete eremez. Dalâlette bulunanların hidâyet istemesi hidâyetin gerçekleşmesini, husulünü istemek, hidâyette bulunanların hidâyet istemesi ise hidâyette devam ve sebat veya daha fazla hidâyet istemektir. Allah (c.c) her yarattığı ney ihtiyacı varsa, ne yapması gerekiyorsa Hâdî ismiyle ona hidâyet etmiştir. Sadece insan cinsine değil, hayvanlara, bitkilere, tüm mahlukata hâdîdir. İnsanlardan hidâyet rehberi olacak olanlar da her kademede her hususta Allah’ın (c.c) hidâyetine uygun bir hidâyeti gerçekleştirmek durumundadırlar. Bu ismin Allah (c.c) için ifade ettiği anlamlar : 1–İnsana, yaratıcısını görmesini sağlayacak akıl, bilgi, idrak gibi bir donanım vermiştir, 2–İnsanı ve insanın içinde yer aldığı evreni ve eşyayı kendi varlığına ulaştıracak ayet (alamet, işaret) lerle donatmıştır, 3–İnsanlık tarihini vahiyle birlikte başlatarak kendisine varacak yolu sürekli olarak görünür kılmıştır, 4–İnsanlara yine insanlardan kendi Hâdî ismini üzerinde taşıyan ve görevi Allah’ın (c.c) hidâyeti ile insanları hidâyet etmek olan peygamberler göndermiştir, 5–İnsan dışında kalan hayvan, bitki, cansız varlıklara da yaşadıkları müddetçe muhtaç olacakları şeyleri, onlardan faydalanma yollarını, kaçınma yollarını gösterecek şekilde ilham veya sevk-i fıtrî dediğimiz bir donanım bahşetmiştir, 6–Kulların, kendisinden talep edeceklerinin en hayırlısının hidâyet talebi olduğunu beyan etmiş ve buna da hidâyet etmiştir, 7–Hidâyette bulunanlara da hidâyetin devam ve sebatı için dua etmeyi, talebi vacip kılmıştır. Peygamberimiz’in (s.a.v) bu isimden nasibi ; 1–Hâdî ismini üzerinde en güzel şekilde taşıyandı, 2–İnsanları en iyi bilendi, onun için de onların hidâyete ulaştırılmalarını da en güzel şekilde gerçekleştirdi, 3–Kendisinden önce ölmemişse ona inanmayan kimse olmamıştı, 4–İnsanların hidâyetleri için yırtınırdı. Bu konuda Allah (c.c) onu arda tatlı-sert bir şekilde uyarmıştı. 5–Elinin erdiği yere bizzat kendisi giderdi. Ermediği yere temsilcisini gönderirdi. O da olmazsa mektup gönderirdi, 6–Rivayete göre bir bedevî Peygamberimize (s.a.v) gelerek bir şeyler istedi. O da verdi ve sana iyilikte bulundum mu ? dedi. Bedevî hayır iyilikte bulunmadın güzel ne verdin ki dedi. Orada bulunan müslümanlar bu cevaba öfkelendiler, bedeviye haddini bildirmek istediler. Rasûlullah (s.a.v) onları teskin etti ve kalkıp evine girdi, daha fazla şeyler gönderdi. Tekrar sordu, bedevi evet, Allah (c.c) sana ailenden ve aşiretinden hayırlı karşılığını versin diye cevap verdi. Rasûlllah (s.a.v), söyleyeceğini söyledin ancak ashabımın kalbinde sana karşı bir kızgınlık var. İstersen verdiğin cevabı onların yanında da tekrarla ki kalplerindeki bu kızgınlık kaybolsun. Bedevi evet dedi. Akşamleyin Rasûlullah (s.a.v) ashabına bu bedevinin söylediklerini biliyorsunuz, biz daha fazlasını verdik. Herhalde memnun da oldu. Öyle değil mi ? dedi. Bedevi aynı dua ile cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki . Bu adam ile benim durumum bir adamla kendisinden kaçan devesiyle durumu gibidir. Devesini kabilesiyle birlikte aramaya çıkarlar. Deveye yaklaştıkça deve ürker ve kaçar. Adam beraberindekilere siz devemi bana bırakın, ben ona sizden daha yumuşak davranırım, nasıl yaklaşacağımı sizden daha iyi bilirim dedi. Sonra öne geçti, bir tutam ot alarak ona gösterdi. Deve otu yemeye gelince de onu yakalayıp semerini vurdu ve üzerine bindi. Eğer bedevi o sözü söylediğinde size engel olmasaydım da onu öldürseydiniz o cehenneme giderdi. (Şifa-i Şerif, 97) 7–Varını yoğunu insanların hidâyeti için seferber etmişti, 8–En büyük mutluluğu bir insanın hidâyete erişmesi idi, 9–Bizim vasıtamızla birinin hidâyete ulaşmasının dünyalara sahip olmamızdan daha hayırlı olduğunu söylerdi, 10–Ashabının hidâyet kandilleri olduğunu, onlara uyduğumuzda hidâyete ulaşacağımızı beyan etmişti, 11–Bize bıraktığı kitap ve sünnetinin bağlandığımız takdirde hidâyette olmamıza yeteceğini ifade ederdi. Bizim bu isimden nasibimiz ; 1–Hidâyeti, en önemli varlığımız bilincinde olmak, ”imandan sonra küfre düşmeyi ateşe düşmek gibi görmedikçe insan sahip olduğu imanın tadını anlayamaz.” 2–Allah’ın (c.c) âyetlerini (kevnî, vahyî) anlamaya çalışmak, 3–İnsanların hidâyeti için gayret göstermek, 4–İnsanların hidâyete istihkakları konusunda gayretli olmak, iyilikler içlerinde cennete, kötülüklerde içlerinde cehenneme açılan bir yol bulundururlar. 6–Hidâyette sebat ve devam için duacı olmak, 7–İnsanların hidâyeti için dua etmek, 8–Aynı zamanda Allah (c.c) murad etmedikçe hiç kimseye hidâyet edemeyeceğimizi bilmek, 9–Tavırlarıyla, tarz-ı hayatıyla, siyretiyle Allah’ın (c.c) hidâyetine yardımcı olmayı seçmeli ve sürdürmeli. Kendimiz de hidâyet içi bir âyet haline getirmek. | |
22 Temmuz 2020 14:48 | ||
nurşen35 |
En-Nûr (c.c.) esmasının manası : Bütün alemleri nuru ile nurlandıran, istediği gönüllere nur yağdıran, bütün varlıklara akıl, iz’an (itaat, dinleme, yürek keskinliği, inanç, anlayış, kavrayış), idrak (anlayış, akıl erdirme, yetişme, erişme, olgunlaşma, çağını bulma) veren, gönüllere hidayet (yol gösterme, doğru yola girme) ışığını yakan demektir. Açığa çıkaran;idrak ettiren;kendisiyle irşad olunan. En-Nûr : النور İçinde en Nur İsm-i şerifi geçen Kur’an ayetleri : 1-) Nur suresi 35. ayet اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ Okunuşu : Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâhun, el mısbâhu fî zucâcetin, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâsi, vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun). Anlamı : Allah, göklerin ve yerin nuru’dur. O’nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna hidayet eder (ulaştırır). Ve Allah, insanlara örnekler verir. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir. 2-) Enam suresi 1. ayet الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ثُمَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِم يَعْدِلُونَ Okunuşu : El hamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra), summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne). Anlamı : Hamd semaları ve arzı yaratan, zulmeti ve nuru var eden Allah’a mahsustur. Sonra da kâfirler, Rab’lerine (başka şeyleri) eş (denk, adl) tutuyorlar. 3-) Enam suresi 122. ayet أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ Okunuşu : E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûran yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne). Anlamı : Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir. 4-) Zümer suresi 22. ayet أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ Okunuşu : E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbihi, fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâhi, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Anlamı : Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler. 5-) Zümer suresi 69. ayet وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ Okunuşu : Ve eşrakatil ardu bi nûri rabbihâ ve vudıal kitâbu ve cîe bin nebiyyîne veş şuhedâi ve kudıye beynehum bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne). Anlamı : Ve Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandı. Ve kitap ortaya kondu. Peygamberler ve şahitler getirildi. Ve onların aralarında onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verildi. 6-) Ahzab suresi 43. ayet هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا Okunuşu : Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilân nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen). Anlamı : Sizi (nefsinizin kalbini), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvât (vasıtasıyla nur) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, mü’minlere Rahîm(dir). (Rahîm esmasıyla tecelli eden). 7-) Ahzab suresi 46. ayet وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا Okunuşu : Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ(munîran). Anlamı : Ve O’nun (Allah’ın) izni ile Allah’a davet eden ve nurlandırıcı sirac (kandil) olarak (gönderdik). Maide suresi 15. ayet يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ Okunuşu : Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâbi ve ya’fû an kesîr(kesîrin) kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn(mubînun). Anlamı : Ey kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap’tan çoğunu gizlemiş olduğunuz ve çoğundan vazgeçtiğiniz şeyleri, size beyan eden bir Resûl’ümüz gelmiştir. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. 9-) Maide suresi 16. ayet يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ Okunuşu : Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilân nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin). Anlamı : Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidayet eder (ulaştırır). 10-) Hadid suresi 12. ayet يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعَى نُورُهُم بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِم بُشْرَاكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ Okunuşu : Yevme terâl mu’minîne vel mu’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, zâlike huvel fevzul azîm(azîmu). Anlamı : O gün, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. Bugün sizin müjdeniz, orada ebediyyen kalacağınız, altından nehirler akan cennetlerdir. İşte o, fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur). 11-) Hadid suresi 28. ayet يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ Okunuşu : Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve âminû bi resûlihî yu’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûran temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun). Anlamı : Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir. 12-) Yunus suresi 5. ayet هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ Okunuşu : Huvellezî cealeş şemse dıyâen vel kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb(hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bil hakk(hakkı), yufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne). Anlamı : Güneş’i bir ziya, Ay’ı (kameri) bir nur kılan, O’dur. Ve senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için ona menziller tayin etti. Allah ne yarattı ise ancak böylece hak ile yarattı. Bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklar. 13-) Bakara suresi 17. ayet مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ Okunuşu : Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ(nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn(yubsirûne). Anlamı : Onların durumu, ateş yakıp böylece çevresindeki şeyleri aydınlattığı zaman Allah’ın nurlarını giderdiği ve onları karanlıklar içinde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. (Artık) onlar göremezler. 14-) Bakara suresi 257. ayet اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ Okunuşu : Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne). Anlamı : Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır. 15-) Nisa suresi 174. ayet يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا Okunuşu : Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn(mubînen). Anlamı : Ey insanlar! Rabbinizden size bir burhan (kesin delil) gelmiştir. Ve size, apaçık bir nur indirdik. 16-) Tevbe suresi 32. ayet يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Okunuşu : Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye’ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne). Anlamı : (Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez. 17-) Tahrim suresi 8. ayet يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ Okunuşu : Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhan, asâ rabbukum en yukeffira ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes’â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun). Anlamı : Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler. | |
21 Temmuz 2020 21:01 | ||
Nebevi Sevda | Allah razı olsun hocam | |
21 Temmuz 2020 19:01 | ||
nurşen35 | Hepsi doğru hocam ![]() Bende konuyu biraz daha pekiştirmek için ayetleri eklemek isterim 26. Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. ﴾1-2﴿ Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). 27. ﴾88﴿ "Rahmân çocuk edindi" dediler. ﴾89﴿ Hakikaten çok çirkin bir iddia ortaya attınız. ﴾90﴿ Öyle ki bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer ortasından yarılacak, dağlar yıkılıp çökecek! ﴾91﴿ Çünkü rahmâna çocuk yakıştırıyorlar. ﴾92﴿ Halbuki çocuk edinmek rahmânın şanına yakışmaz. Meryem 88/92 28. Ya‘kūb da şöyle dedi: "Ben acımı ve kederimi ancak Allah’a arzediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen bilgiyle biliyorum Yunus 86 Ve Hz. Eyüp, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Muhakkak ki, bana bir zarar isabet etti (hastalık geldi). Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.” Enbiya 83 29. (Ey Resulüm!) Şimdi Sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi (aceleci) olma; hani O, içi kahır dolu olarak (ve biraz da sabırsızlanarak Rabbine) dua edip yakarmıştı. Kalem 48 30. Azim ve kararlılık sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret. Onlar için de acele etme. Başlarına geleceği vaktiyle söylenen şeyleri gördüklerinde sanki gündüzün kısa bir süresini yaşamış gibi olacaklar. Tebliğ konusu işte budur; hiç günaha sapanlardan başkası helâk edilir mi? Ahkaf 35 31. De ki (Allah şöyle buyuruyor): "Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar iyilik bulacaklardır. Allah’ın arzı geniştir. Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir." Zümer 10 | |
21 Temmuz 2020 05:02 | ||
Nebevi Sevda |
26.C 27.A 28.B 29.C 30.B 31.C | |
21 Temmuz 2020 01:04 | ||
nurşen35 |
26. Kur'an'ı Kerim'in 103. Süresidir. 3 ayetten oluşur. Mekke'de indirildiğine inanılan sürede kurtuluşun imana, iyi işler yapmaya hakkı ve sabrı tavsiye eden süre hangisidir? A. İhlas suresi B. Kevser suresi C. Asr suresi D. Nasr suresi 27. Hangi ayette "insanların ağzı dili yok bildikleri kâinatta çok büyük bir yer işgal eden hiçbir şeyden etkilenmez gözüken , yer ve dağların nasıl etkilendikleri ama Allah'ın nasıl sabrettiği " anlatılan ayet hangisidir , ayeti yazınız? A. Meryem 88/92 B. Bakara 153/159 C. Zümer 43/49 D. Ahzab 35/43 28. Acısını Allah'a (CC) dökmek, derdini anlatmak Sabra aykırı değildir. Ayetlerden hangileri kulun sabrı cemili olarak nitelendirilmiştir? A. Bakara 153/ Bakara 249 B. Yusuf 86/ Enbiya 83 C. Nahl 16 / İbrahim 42 D. Zümer 10/ Zümer 43 29. Kur'an'ı Kerim'de hangi ayette "Rabbimiz tebliğde sabırsızlık örneği olarak Hz.Yunus'u bize gösterir" Bu ayet hangisidir? A. Ahzab 35 B. Ali İmran 200 C. Kalem 48 D. Enbiya 146 30. Peygamberlerin hepsi davet yolunda pek çok sıkıntılara sabretmiş ve ne olursa olsun görevlerini devam ettirmişlerdir. Hangi ayet "inanç ve tevhidi muhafaza etme , tebliğde devam etme konusundaki sabr" ı bize vurgulamaktadır? A. Zümer 10 B. Ahkaf 35 C. Mearic 19 D. Nahl 110 31. "Sabredenlere hak ettikleri ödülleri hadsiz hesapsız verilecektir" Allah'ın vaadi hangi ayette geçer? A. Zümer 43 B. Bakara 154 C. Zümer 10 D. Enbiya 74 | |
20 Temmuz 2020 13:09 | ||
nurşen35 | Alıntı:
Konu akışını sürdürebilmek için de hem sorup hem de cevapladım ![]() Gün içerisinde kalan sorularımı paylaşacağım, bir süre sizi beklerim. Eğer yine yoğunluğunuz devam ederse cevapları vermek yine bana düşecek ![]() | |
20 Temmuz 2020 00:26 | ||
Nebevi Sevda |
Aynen dediğin gibi güzel kardeşim![]() | |
19 Temmuz 2020 23:20 | ||
Kara Kartal |
Abla bütün takdirle sana gelsin![]() ![]() Ömer abiyle ben tembel çıktık beğenip beğenip gidiyoruz😆🙋mihrinaz abla da yetişememiş😅 Takdir etmesem olmaz. Helal sana ![]() ![]() | |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|