09 Eylül 2012 12:38 | |
Esma_Nur | Cevap: İslamda Bayanların Evdeki Giyimi Kadın Kendi Evinde Nasıl Giyinmeli? Hanımın tek başına evde bulunduğu zaman göbekle diz kapağı arasını örtmesi gerekir. İnsanın yanından ayrılmayan melekler vardır. Bunlar avret yerin açılmasından eziyet duyarlar. Bu bakımdan ev içinde kadın göbek ile diz kapağı arasını örtmesi faziletlidir. Allah Resulü: "çıplak olmaktan sakınınız, zira yanınızda kişinin helada bulunduğu ve hanımıyla cinsel ilişkide bulunduğu zamanın dışında sizden hiç ayrılmayanlar var." Kadın, kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir. Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir. Kadının kocasına güzel görünmek için süslenmesi ve açılması mubahtır.. Kadının ev içinde başının açık olması ve kısa kollu elbise giymesinin mahzuru yoktur. Kadının ev içinde kocasına karşı kendini son derece temiz tutması, güzel koku sürmesi ve temiz elbise giymesi müstehaptır. Kadının kocası için giysi ve takı ile süslenmesi ve makyaj yapması caizdir. İbni Abbas (r.a.) dedi ki: "Karım benim için süslendiği gibi ben de onun için süslenirim. Ondaki haklarımın tamamını almak istemiyorum ki o da bendeki haklarını tamamıyla benden istemesin. çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bulunduğu, gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (Kur'an-ı Kerim, Bakara:228.) HüR VE MüSLüMAN KADIN KİMLERİN YANINDA NASIL GİYİNİR? a) Kocasının yanında: Karı-koca birbirinin bedenlerinin her yanına bakabilirler. Eşler arasında örtünme zorunluluğu söz konusu olmaz. çünkü İslamî nikahla cinsel ilişki bile meşru olunca, bundan daha hafif olan bakma ve dokunmanın meşru oluşunda şüphe yoktur. Bununla birlikte "galiz avret" sayılan haya yerlerine bakılmaması edebe daha uygundur. Nitekim Hz. Aişe'den; "Ben Nebî (s.a.s)'in cinsel uzvuna (ferc) hiç bakmadım", başka bir rivayette "Onun fercini hiç görmedim, o da benden bir şey görmedi" dediği nakledilmiştir. (bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 63, 190; el-Kurtubî, a.g.e., XII, 154.) b) Mahrem hısımlarının yanında: Kadın; baba, oğul, erkek kardeş ve üvey oğul gibi, aralarında ebedî olarak evlenme engeli bulunan hısımlarının yanında el, ayak, kol, saç, kulak, boyun ve dizden aşağı inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helaldir. çünkü yakınlıkları yüzünden bir takım iş ve hizmetlerin görülmesi, bu nedenle de bir arada bulunmaları gerekir ve bir fitne düşünülemez. Ancak karın ve sırt kısmını açamaz, bu arsızlık olur. Nitekim zıhar yolu ile boşamada koca, karısına "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek boşama prosedürünü başlatır. Zıharı ve pişmanlık durumunda dönüş yöntemini belirleyen ayette (el-Mücadele, 58/1; bk. Elmalılı, a.g.e., VII, 450 vd.) annenin sırtına dikkat çekilmiştir. Bu yüzden annenin sırt ve bunun benzeri olan karın kısmının da yakın hısımlara karşı avret sayılması gerekir. c) Başka kadınların yanında: Kadınların kadınlara karşı avret yeri, göbekle diz kapakları arasında kalan kısımdır. Bunun dışındaki yerleri kadınların yanında açabilirler. (el-Mevsılî, el-ihtiyar, l, 45.) Ancak müşrik kadınlar kapsam dışında tutulmuştur. Bu yüzden müslüman bir kadının müşrik ya da inkarcı kadınların yanında mahrem bir yerini açması caiz değildir. Hatta İbn Cüreyc, Ubade b. Nüsey ve Hışam el-Kari' gibi bilginler hıristiyan bir kadının müslüman bir kadını öpmesini veya onun avret yerlerine bakmasını mekruh saymışlardır. Ubade b. Nüsey, Hz. ömer'in, komutan Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'a (ö. 18/639) yazdığı şu mektubu zikreder: "Zimmet ehli (hıristiyan veya Yahudi kadın tabea)nin müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Onları bundan menet. çünkü zimmiye bir kadının müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir". Ebu Ubeyde mektubu alınca şöyle ilan etmiştir: Herhangi bir kadın özürsüz olarak hamama giderse, bununla yüzünü beyazlaştırmayı kastetmiş olur. Allah kıyamet gününde yüzlerin beyazlaştığı (bk.Al-i İmran, 3/106,107.) günde onun yüzünü karartsın" (el-Kurtubî, a.g.e., XII, 155.) Abdullah b. Abbas (ö. 68/687) bu konuda gayri müslim kadınların istisna edilmesinin nedenini şöyle açıklar: "Müslüman kadını tesettürsüz olarak hıristiyan veya yahudi bir kadının görmesi helal olmaz. çünkü bunlar müslüman kadının örtüsüz halini kocalarına anlatabilirler" (el-Kurtubî, a.g.e., XII, 155.) Yine de konu İslam fakihleri arasında görüş ayrılığına neden olmuştur. Nitekim müslüman bir hanımın, gayri müslim cariyesinin yanında örtünmesine gerek olmadığına fetva verilmiştir. d) Yabancı erkeklerin yanında: Müslüman bir kadının yabancı erkeklere karşı yüzü, bileklere kadar elleri ve ayakları dışında bedeninin tamamı avrettir. Ayaklarda görüş ayrılığı olmakla birlikte sağlam görüşe göre ayaklar açık kalabilir. Bu yerlerin gerek namaz içinde ve gerekse namaz dışında örtülmesi farzdır. Yukarıda başın ve bedenin örtünme şeklini ve örtüde aranan nitelikleri açıklamıştık. Bu yüzden kısa geçiyoruz. e) Zaruret veya tedavi halinde örtünme: Tedavi gibi bir zaruret halinde erkek veya kadının bedenine doktor, ebe, iğneci ve pansumancı gibi kimselerin bakması ve dokunması caizdir. Ancak kadınların sağlık problemlerinde kendi cinslerinden olan doktor, ebe ve sağlık personelini tercih etmeleri gerekir. Bunlar bulunmayınca veya bulunup da uzmanlık ve beceride geri olması durumunda "Zaruretler sakıncalı olan şeyleri mubah kılar" kuralı işletilir. Ancak zaruretler de miktarlarınca takdir olunur. (Mecelle, mad. 21, 22) |
08 Nisan 2009 10:56 | |
KuM TaNeSi | Güzel ahlâkın önemi... Güzel ahlâkın önemi... Alıntı: Efendimiz sav bir hadislerinde kıyamet günü mizana ilk konulacak şey güzel ahlaktır diyor. mizana bir amelin önce veya sonra konulması ne anlam ifade ediyor. bütün ameller mizana konulmayacak mı zaten. açıklarmısınız yanlış anlaşılmasın ben burada hadisi tenkid etmiyorum o bizim haddimiz degil Ona canlar feda. Hadis-i Şerifte güzel ahlakın önemi belirtilmek için bu şekilde tabir edilmiştir. Güzel ahlak diğer ibadetlere de vesiledir. Necis olan bir kaba ne kadar temiz yiyecek konsa necis olacağı gibi güzel ahlaktan mahrum bir insan da ne kadar ibadet ederse etsin kötü ahlakından dolayı yaptığı ibadetleri boşa çıkarabilir. Bu sebebten güzel ahlak müminin en önemli vasfı olmalıdır. Bu manada bir çok hadis bulunmaktadır. .................. (1675)- Hz. Ebu'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder." [Tirmizî, Birr 62, (2003, 2004); Ebu Dâvud, Edeb 8, (4799); Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve oruç sahibinin dereceisine ulaşır."> ................ Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan bazıları): "Ey Allah'ın Resulü! Yüksekten atanlar kimlerdir?" diye sordular. "Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi. Râvi: Cabir, Tirmizi, Birr 77, (2019) ................. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kamil olanı, ahlakça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." Râvi: Ebu Hüreyre, Tirmizi, Rada 11, (1162); Ebu Davud, Sünnet 16, (4682) .................. Hulk (veya huluk), Nihâye'de din, tab' ve seciyye olarak açıklanır. Dilimizdeki huy'un karşılığıdır. Bazen tabiat kelimesini de bu mânada kullanırız. Hulk ile, bir bakıma insanın nefsi olan bâtınî sûreti ve evsâfı ifade edilir. Tıpkı zâhirî sûret ve evsâfına da halk dendiği gibi. Nefsin iyi ve kötü vasıfları vardır. Sevab ve ikab, zâhirî sûretin evsafından çok, bâtınî sûretin evsafına taalluk etmektedir. Hulk şu hadise göre fıtrîdir ve yaratılıştan gelen bir vasıftır: إنَّ اللّهَ قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَخَْقَكُمْ كَمَا قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَرْزَاقَكُمْ "Allah aranızda rızkınızı taksim ettiği gibi ahlâkınızı da taksim etmiştir." Huyun yaratılıştan geldiğini ifade eden bir diğer hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın el-Eşecc (radıyallâhu anh)'e söylediği şu sözdür: "Sende iki haslet var ki Allah onları sever: Hilm ve hayâ." Eşecc sormuştur: "Ey Allah'ın Resûlü, bunlar bende eskiden beri mi var, (yoksa Müslüman olduktan sonra) yenilerde mi hasıl oldu?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mevzumuz açısından ayrı bir ehemmiyet taşıyan cevabı şu: "Eskiden beri var!" Bunun üzerine Abdü'l-Kays kabilesinden olan Eşecc'in Allah'a ifade ettiği şükran cümlesi de mevzumuzu aydınlatır: "Beni, sevdiği iki hasletle mecbul kılan Allah'a hamd olsun: اَلْحَمْدُ للّهِ الَّذِى جَبلَنِى عَلى خُلَّتَيْنِ مِمَّا يُحِبُّهُمَا اللّهُ Hadiste Eşecc'in, o iki hasletin eski mi, yeni mi? olduğunu sorması ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın eskiden beri mevcudiyetini beyan etmesi, huyu meydana getiren bir kısım hasletlerin yaratılıştan mevcut olduğunu ifade eder. Ancak bâzı hasletlerin sonradan kazanıldığı, irade ve gayretle iyi hasletlere sahip olunabileceği de inkâr edilemez. Gerçi ahlâkçılar, dünyanın her tarafında, huyun fıtrî mi, iktisabî mi olduğunu tarih boyunca münâkaşa etmiştir. Bu münâkaşaya sadece Doğulu hükemâ değil, Batılı feylesoflar da katılmıştır. Her iki görüşü destekleyen müşâhedeler ve dogmaya ve nassa dayalı deliller mevcuttur. Aristo, Lock, Rousseau, Erasme gibi feylesof ve terbiyeciler insan ruhunu her bilgiyi, her ahlâkı almaya kabil boş bir levhaya, bal mumuna, ekime hazır verimli boş bir tarlaya benzetirken, Goethe, Schopenhauer gibi diğer bir kısımları da karakterin doğuşta sâbit şekilde tesbit edildiğini, sonradan verilecek terbiye ile hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemişlerdir. "Ey iman edenler, kendinizi ve âile halkınızı yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun" (Tahrim 6). "Nefsini temizleyen kurtuluşa ermiş, ihmal edip örten de ziyana uğramıştır" (Şems 9-10) Gibi âyetlerden, "Ben bir muallim olarak gönderildim", "Hayır bir alışkanlıktır", "Çocuklarınıza ikrâm edin, terbiyelerini güzel yapın" gibi terbiyevî faaliyete dikkat çeken, teşvik eden pek çok nass, insanı kurtuluşa erdirecek güzel hasletlerin terbiye yoluyla kazanılacağını beyan ederler. Bu inanç esas olmasaydı, peygamberlik müessesesinin, kitapların, dâvetin, irşadın ne mânası olurdu? Meseleyi her iki yönüyle de değerlendiren İslâm âlimleri, yaratılıştan gelen iyi hasletlerin irâdî gayretle desteklenerek meleke haline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında tutularak sindirilmesine hükmederler. Sözgelimi Hz. Ömer (radıyallâhu anh): "İnsanda on (fıtrî) ahlâk vardır, bunlardan dokuzu iyidir, birisi kötü. Bu kötü (serbest kalırsa) diğerlerini de bozar..." demiştir. İbnu'l-Arabî de şunu söyler: "...Güzel ahlâk ile mecbul olanlar cidden azdır. Kötü ahlâk üzere mecbul olanlar ise, insanların çoğunluğunu teşkil eder. Zîra insan tabiatına galebe çalan, şerdir. Bu sebeple eğer insan, fikrini, temyiz gücünü, hayâ duygusunu, korunma melekesini kullanmaksızın kendisini tabiatının akışına bırakıverecek olsa ona hayvanî huylar galebe çalar. Zîra insan fikir ve temyiz vasıflarıyla hayvanlardan ayrılır. Bunları kullanamazsa âdetlerinde onlara iştirak eder, kuvve-i şeheviye her çeşidi ile onu istila eder, hayâ uzaklaşır, yok olur..." Aynı görüşü paylaşan Mâverdî, akıl vs.'ye güvenmeyip her daim nefsin te'dibiyle uğraşmanın gereğine dikkat çektikten sonra şunu söyler: "Zîra edeb tecrübe ile kazanılır!" ـ1ـ عن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: >قالَ رسولُ اللّهِ #: يَا مُعَاذ، أحْسِنْ خُلُقَكَ لِلنَّاسِ[. أخرجه مالك .1. (1673)- Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Ey Muâz, insanlara karşı iyi ahlâklı ol!" dedi." [Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 1.> AÇIKLAMA: 1- Hadisin aslında Hz. Muâz, bu nasihatı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisini Yemen'e gönderirken son söylediği söz olarak tanıtır. Hadisin Tirmizî'de gelen vechi meâlen şöyledir: "Ey Allah'ın Resûlü, bana faydalı olacak şeyi öğret!" dedim de şu nasihatta bulundu: "Nerede olursan ol, Allah'tan sakın. Kötülüğe karşı iyilik yap ki, kökünü kesesin. İnsanlara karşı da iyi ahlâkla muamele et!" 2- Hz. Muâz'ı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Yemen'e kadı, tebliğci, tahsildar, muallim gibi birçok yetki ve vazifelerle me'mur olarak göndermişti. Bu tavzif sırasında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, Hz. Muâz'a söylediği diğer sözler ve verdiği başkaca talimatlar da var. Şu hâlde, halka karşı iyi davranması hususunda, yukarıda kaydedilen tenbih en son söz ve talimat olmaktadır. 3- Şârihler, halka karşı iyi ahlâkla muamele etmekten, yanına gelenlere ve oturma arkadaşlarına güler yüz, hilm, merhamet, öğretim sırasında sabır, büyük küçük -layık olan herkese- sevgi izhâr etmeyi anlarlar. Layık olan diyoruz çünkü, cemiyette küfr ehli, kebâir işlemekte ısrarlı, başkalarına zulmetmekte devamlı olan kimseler vardır. Onlar iyi davranıştan anlayarak ıslah-ı hâl etmeyebilirler ve hatta iyi davranma onların daha da azmasına sebep olabilir. Böylelerine karşı da adaletli ve otoriter olmak gerekir. Hadiste kötülüğü yok etme çaresi olarak "iyilikle mukâbele"nin gösterilmesi İslâm ahlâk anlayışının hatırdan çıkarılmaması gereken bir prensibidir. ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: >قال رسولُ اللّه #: أكْمَلُ المُؤمِنِينَ إيمَاناً أحْسَنُهُمْ خُلُقاً، وَخِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ ‘هْلِهِ[. 2. (1674)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." [Tirmizî, Radâ 11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682).> ـ3ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: >قالَ رسولُ اللّهِ # مَا مِنْ شئ أثْقَلُ في مِيزَانِ المُؤمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى ليُبْغِضُ الفَاحِشَ الْبَذِئَ[. أخرجهما أبو داود والترمذى.وفي رواية الترمذى: >وَإنَّ صَاحِبَ حُسْنِ الخُلُقِ لَيَبْلُغَ بِهِ دَرَجَةَ صَاحبِ الصَّوْمِ وَالصََّةِ[.»الْبَذَاءَة« الفحش في النطق .3. (1675)- Hz. Ebu'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder." [Tirmizî, Birr 62, (2003, 2004); Ebu Dâvud, Edeb 8, (4799); Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve oruç sahibinin dereceisine ulaşır."> AÇIKLAMA: 1- Bu iki hadis de güzel ahlâkın dindeki ehemmiyetini belirtmektedir. Mü'minin en kıymetli varlığı olan iman, kemâlini ancak güzel ahlâkla bulabilmektedir. Öyle ise ebedî kurtuluşun yegâne vesilesi olan imanda daha yüksek bir mertebe elde etmek, mükemmele yaklaşmak isteyen, ahlâkını güzelleştirmek için gayret gösterecektir. 2- Bu iki hadis gösteriyor ki, din insanlarla olan münâsebetlerimize ehemmiyet vermektedir. İman esaslarını dilimizle ikrar etmemiz, gerçek bir mü'min olmak için yeterli olmuyor. İmanın, insanlara karşı iyi olmak şeklinde tezâhür eden güzel ahlâklılıkla takviyesi şarttır. 3- İyi davranma hususunda en çok en yakınımıza karşı hassas olacağız: Ailemize. Çünkü hem onların hukuku üzerimizde fazladır, hem de devamlı onlarla karşılaşmaktayız. Her an karşılaştığımız insanlara güler yüz, sabır, müsamaha, tatlı söz gibi iyi davranışlarda bulunmaya dikkat eder, kendimizi iradî olarak buna zorlarsak, bu bir alışkanlık ve meleke hâline gelir. Böylece diğer insanlara da aynı davranışı devam ettirebiliriz. Her an karşılaştığı ailesine karşı kötü davranmayı alışkanlık haline getiren kimsenin davranışları kötülük üzerine otomatlaşmış demektir. Böyle birinin çeşitli durumlarda başkalarına karşı, kendiliğinden hasıl olacak tabii ve otomat reaksiyonu kötülüktür, irâdî olarak iyi davransa bile bu samimi ve tabiî olmaz ve her zaman olamaz. Ailenin bir terbiye yuvası olduğu, en iyi terbiyenin huzurlu, karşılıklı sevgi ve saygının hakim olduğu bir ortamda verildiği, iyi muamele gören kimselerin hayatta başkalarına iyi davranacağı gibi hususlar gözönüne alındıkça, aileye karşı iyi olmanın ehemmiyeti daha çok anlaşılır. Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "En hayırlınız âilesine hayırlı olandır" sözü, fıtrî bir hakikatı dile getirmiş olmaktadır. 4- Kezâ kıyamet günü, mizanda güzel ahlâkın "en ağır amel"i teşkil etmesi de tabii bir durumu, mühim bir hakikatı ifade etmektedir. Çünkü güzel ahlâk mü'minin imanını tamamlar, mükemmelleştirir. Kemâl mertebesindeki iman, kişinin her ameline müessir olur ve yönlendirir. Böyle bir kimse, her işini Allah rızası için ve sünnete uygun olarak yapmaya gayret eder. Ameller niyetlere göre değer kazanacağına göre hayırlı bir işin "insaniyet adına" veya "vicdanın emri" olarak yapılması ile, "Allah'ın rızası" için yapılması arasında Mizan'da büyük fark olacaktır. Bu üç muharrikle hareket eden kimselerin mü'min olmaları halinde üçünün ameli de şüphesiz mizan-ı haşr'e girecektir, ama "Allah rızası" için yapılanın ağırlığı çokça fark edecektir. Amellerimizin değerlendirilmesinde mûteber olacak İlâhî ölçüyü şu âyet belirtmektedir: إنَّ الَّذِىنَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ ا‘رْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدَى بِهِ "Doğrusu inkâr edip, inkârcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altın fiyde vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir" (Âl-i İmrân 91). ـ4ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: >قال رسولُ اللّهِ #: إنَّ مِنْ أحَبِّكُمْ إلىَّ وَأقْربِكُمْ مِنِّى مَجْلِساً يَوْمَ القِيَامَةِ أحَاسِنُكُمْ أخْقاً وَإنَّ أبْغَضَكُمْ إلىَّ وَأبْعَدَكُمْ مِنِّى مَجْلِساً يَوْمَ الْقِيَامَةِ الثَّرثَارُونَ وَالمتَشَدِّقُونَ وَالمُتَفَيْهِقُونَ. قالُوا: يَا رسولَ اللّهِ، مَا المُتَفَيْهقُونَ؟ قال: المُتَكَبِّرُونَ[. أخرجه الترمذى .4. (1676)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan bâzıları): "Ey Allah'ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir?" diye sordular. "Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi." [Tirmizî, Birr 77, (2019).> AÇIKLAMA: 1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), pek çok irşadlarında mü'minleri diline sâhib olmaya çağırır: "Dudakları ile bacakları arasındaki hususunda garanti verene cenneti garanti ederim" "Allah'a ve âhirete inanan ya hayır konuşsun ya sükut etsin" gibi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ısrarlı uyarılarda hiçbir mübâlağaya yer vermemiştir. Zîra, Kur'ân'ın mükerrer âyetleriyle sabittir ki, âhirette kişi her ânından, her fiilinden ve dolayısıyla her bir kelâmından hesaba çekilecektir. O gün, kişinin dünyada iken ağzından çıkmış olan her söz, lehine değilse, aleyhine olacaktır. Sadedinde olduğumuz hadis de çok konuşanlara uyarıda bulunmaktadır. Sersârun, müteşeddikûn ve mütefeyhikûn, hep ihtiyatsızca, gelişi güzel çok konuşanları ifade eden tâbirlerdir. Dilimizde de geveze, boşboğaz, laf ebesi, dedikoducu, dilli düdük, pasaf, atıptutan, yüksekten atan gibi, bir kısmı edebî, bir kısmı mahallî pek çok tâbir vardır, hepsi de çok konuşanları ifade eder. Çok konuşan, çok konuşmayı alışkanlık haline getiren kimse, her seferinde hayır konuşamıyacağına göre boş söz, gıybet, dedikodu, yalan, kaba ve müstehcen sözler, pespaye fıkralar vs. araya girecektir. Bunların hepsi de kıyamet günü günah kefesinde yer alacaktır. Çok konuşmaktan men hususunda hadisin mutlak gelmesi de mânidardır. Kısacası bu hadisler, güzel âhlak deyince öncelikle dile hâkim olmak meselesinin anlaşılması gerektiğini ders vermektedir. 2- Bazı âlimler, mezkur kelimeler arasındaki nüansı, yani küçük de olsa taşıdıkları mâna farklılıklarını nazar-ı dikkate alarak, konuşma tarzlarında yasaklanmış olanlara dikkat çekmişlerdir. Bu cümleden olarak sersârun'la lüzumundan fazla konuşan gevezelerin kastedildiği, müteşeddikûn ile zoraki bir fesahat izhârı ile kendini satmaya, lügat parçalamaya, konuşma tarzı ile başkalarından ayrılmaya çalışanların ve hatta başkalarıyla istihzâ edenlerin kastedildiğini belirtirler. Nitekim şıdk, avurt olduğuna göre müteşeddik, avurdunu doldurarak tekellüflü konuşan demektir. Mütefeyhikûn da ağızlarını genişleterek, normalden fazla açarak, ağzını doldurarak konuşan demektir, müteşeddik'e yakın bir mâna taşır. Bu davranışın da kibirden, başkasını küçük görmekten ileri geldiği belirtilmiştir. Şu halde ister umumiyetle dikkat çekilen çok konuşmaya ve isterse, ekseriyetten ayrılmaya yönelik tarzlara hamledilsin hadis, konuşma meselesine dikkat çekmekte, mü'minin birinci derecede ehemmiyet vermesi gereken bir probleminin bu olduğunu söylemektedir. ـ5ـ وعن النوّاس بن سمعان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: >سَأَلْتُ رسولَ اللّهِ # عَنِ الِبرِّّ وَا“ثْمِ، فقَالَ: البِرُّ حُسْنُ الخُلُقِ، وَا“ثْمُ: مَا حَاكَ في صَدْرِكَ وَكَرِهْتَ أنْ يَطَّلِعَ عَلَيْهِ النَّاسُ[. أخرجه مسلم والترمذى.»حاكَ«: أى تردد في الصدر . 5. (1677)- Nevvâs İbnu Sem'an (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi: "İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından korktuğun şeydir." [Müslim, Birr 15, (2553); Tirsmizî, Zühd 52, (2390).> AÇIKLAMA: 1- İyilik diye tercüme ettiğimiz birr, Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetlerinde yer verilen, dikkat çekilen, tarifi yapılan bir mefhumdur: "Birr, yüzlerinizi doğuya, batıya çevirmeniz değildir. Fakat birr, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak, O'nun sevgisiyle yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal vermek, namaz kılmak, zekât vermek ve ahidleştiklerinde vefa göstermek; zorda, darda ve savaş alanında sabretmektir..." (Bakara 177). "Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe, birre (iyiliğe) erişemezsiniz." "...Birr'de (iyilikte) ve fenâlıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemekte ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın" (Mâide 2). 2- Nevevî, Müslim Şerhi'nde, ulemânın birr'den şunları anladıklarını kaydeder: "Sılatu'rrahm, lutf, hoş sohbet, iyi geçim, taat. Bunların hepsi güzel ahlâka girer. Tîbî, birr'in hadiste çeşitli mânalarda tefsir edildiğini söyler: Bir yerde nefsin itminân bulduğu, kalbin tatmin olduğu şey, bir yerde iman, bir yerde kişiyi Allah'a yaklaştıran şey, burada ise güzel ahlâk olarak tefsir edilmiştir. Güzel ahlâk da ezâya katlanmak, öfkelenmemek, güler yüz, tatlı söz gibi hep birbirine yakın olan tâbirlerle açıklanmıştır. 3- Günah, "içi rahatsız eden şey" olarak târif edilmiştir. Ulemâ, bu rahatsızlığı, içteki istikrarsızlık, tereddüd ve göğsün inşirah bulamayışı, serinleyemeyişi, kalbte bir şekk hâlinin ortaya çıkması, bu iş günah mı? korkusunun hâsıl olması diye târif etmişlerdir. Şöyle açıklayan da olmuştur: Günah, çirkinliği kalbinde tesir eden veya tereddüd hâsıl eden, çirkin olması sebebiyle izhar etmeyi istemediğin şeydir. Nitekim, hadiste gelen son cümle bu mânayı te'yid etmektedir: "...başkasının muttali olmasından korktuğun şeydir." İnsan nefsi, tabiatı icâbı, hayırlı bir şey yapınca başkasının onu görmesinden hoşlanır. Öyle ise, eğer nefis, yaptıklarından bazısına başkasının ıttıla peyda etmesini istemiyorsa, bu Allah'a yaklaştıran hayırlı bir iş değildir veya şeriatın izin vermediği bir iş demektir. Bir başka ifade ile, bu işte hayır yok, bu birr değil demektir, bu günah ve şer demektir. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi |
08 Nisan 2009 09:07 | |
MERVE DEMİR | Kadının müslüman olmayan kayınvalidesi ve babası yanında tesettürü nasıl olmalıdır Müslüman bir hanımın gayr-i müslim kayınvalidesi ve kayınpederi yanında tesettürü nasıl olmalıdır? Başını açabilir mi? Kadının yüzü ve elleri dışındaki bütün vücudu kendine nikah düşen erkeklere haramdır Ancak kendine nikah düşmeyen kayınpeder gibi olanların ve diğer mahremlerinin yanında namaz dışında açabilir Çünkü baş ve kol gibi organlar bunlara nisbetle avret sayılmaz Ancak kayınpederle baş başa kaldıklarında kocası yanında olmazsa edebini muhafaza edip başını örtmek suretiyle iyi bir örnek olursa daha iyidir (el-Fıkh 'âlâ el-Mezâhib el-Arba'a, c l, s 192; Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II192) Buna göre bir kadın müslüman bir kayınpederinin yanında başını açsa günah işlemiş olmaz Ancak kafir olanların yanında durum değişir Bu nedenle kayınpederinin yanında açması uygun değildir Çünkü Alimlerin çoğuna göre Müslüman bir kadının, Müslüman olmayan kadınların yanında bile başını açması uygun görülmemiştir Bu açıdan Müslüman olmayan kayınpederin yanında da açması uygun olmaz Kayınvalidesine gelince: Kafir olan kadınlar önünde Müslüman bir hanımın avret yerleri, Hanbelilere göre, mahrem olan erkeğin avret yerleri gibi olup göbek ile diz kapakları arasıdır Bu mezhebe göre bir gelin kayınvalidesinin yanında başını açabilir Alimlerin çoğunluğa göre ise, ev işleri yaparken görünenler dışında, kadının bütün bedeni avrettir Bu ihtilafın dayandığı nokta, Nur suresindeki ilgili ayette kastedilen mananın tefsirindeki farklılıktır “Kadınlar ziynetlerini ancak kocalarına göstersinler… yahut kendi hanımlarına (Nur, 31) Hanbeliler ile bazı alimler demişlerdir ki: bu kadınlardan kastedilenler, bütün hanımlardır Müslüman kafir ayrımı yoktur Dolayısıyla Müslüman olan bir hanımın ziynetini kafir bir kadına açması, Müslüman hanıma açması caiz olan yerler ölçüsünde caizdir Cumhura güre bu kadınlardan kastedilenler, özellikle müslüman hanımlardır Yani sohbet etme, din kardeşliği gibi özellikleri olan müslüman hanımlardır Buna göre, müslüman bir hanımın Batıni ziynetlerinden hiç birini kafir bir kadına ya da kadınlara göstermesi helal değildir (Tefsiru Ayati’l- Ahkam bi’l – Ezher, II, 164; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı) Kadının kadına karşı avret sayılan yerleri, erkeğin erkeğe olan avreti gibidir Bundan dolayı müslüman kadınlar birbirlerini göbeği ile diz kapakları arasındaki mahalden başka yerlerine bakabilirler Fakat bir gayr-i Müslim kadın, müslüman bir kadının yalnız yüz ve ellerine bakabilir Vücudunun başka yerlerine bakması uygun olmaz Kayınpederi ve kayınvalidesi gayr-i müslim olan bir kadın, bu açıklamalara göre, kayınpederinin yanında el ve yüzünden başka yerleri kapatması iyi olur Kayınvalidesinin yanında da İslam alimlerinin genel içtihadına uyarak başını kapatmasını tavsiye ederiz Ancak fitne çıkmayacağına ve güzelliklerini başka kimselere anlatmayacağına kesin kanaati varsa Hanbeli mezhebini taklit ederek başını açabilir SİE |
08 Nisan 2009 09:05 | |
MERVE DEMİR | Kadının evdeki giyimi nasıl olmalıdır Kadın, evde kimse yok iken de, kocasının çocuklarının yanında iken de evde şortla dolaşabilir mi? Kimse yokken ve çocuklarının yanında şortla duramaz Sadece kocasının yanında şortla durması caiz ise de, kocasının yanında da böyle durması mekruhtur Ama başı kolları dizden aşağı kısmı açık olarak durması mekruh değildir Fakat böyle açık durunca durduğu odaya rahmet melekleri girmez Kitaplarda diyor ki: Kadınların, evinde yalnız iken, diz ile göbek arasını örtmesi farz, sırtını ve karnını örtmesi vacip, başka yerlerini örtmesi edeptir (Redd-ül muhtar) |
08 Nisan 2009 08:56 | |
MERVE DEMİR | Güzel Ahlakın islamdaki yeri nedir Müslümanların Hayatında Sergilenen Ahlak Müslüman, Müslümanlara nasihat etme ve onlara yardım etme konusunu da ihmal etmemelidir Bu, kardeşine yardım kapsamına girer ve kim, kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir[23] Rasulullah: Kim, dünyada Müslüman kardeşinin ayıbını/kusurunu saklarsa, Allah da, kıyamet gününde onun bir kusurunu gizler, buyurmuştur[24] Ayrıca buyurmuştur ki: Kim, bir müminin dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir Kim bir zorluğu kolaylaştırırsa Allah da dünya ve ahrette ona kolaylık sağlar Kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da onun dünya ve ahrette kusurlarını örter Kul, kardeşine yardımcı olduğu müddetçe Allah da onun yardımcıdır[25] İnsan, eğer Allah’ın rahmetini arzu duyuyorsa, kendine ve başkasına karşı merhametli olmalı; yaptığı iyilikle kendini öne çıkarmaktan sakınmalıdır Bilmeyene ilim ve hikmetle; büyüğe saygı, küçüğe şefkat ve merhametle; günahkarlara duyarlı, bilinçli çağrı ve davetle; ezilmişlere, yoksul ve düşkünlere maddi-manevi destekle; hayvanlara, yumuşak davranma ve öfkeyi yenmekle merhamet etmelidir; çünkü: İnsanların, Allah’ın rahmetine en yakın olanları, O’nun yarattıklarına en merhametli olanlardır Buna göre, Müslüman dönüp kendi hareketlerini kontrol etmelidir Bir Müslüman’dan gelen ufak tefek eziyetlere öfkelenmekten kaçınmalıdır Bir kardeşinde gördüğü bir hataya tepki gösterip onun kişiliğini rencide etmemelidir Ona karşı tepki ve davranışları düşman karşısında savaştaymış gibi bir havaya girmemelidir Yüce Allah: Müminler ancak kardeştirler buyurur[26] Peygamberimizin, çokça şöyle buyurduğu hatırlanmalıdır: Müminlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine şefkat gösterme ve birbirlerine merhamet etmedeki benzeri vücut misalidir O vücuttan bir uzuv hastalanınca vücudun diğer azâları birbirlerini hasta uzvun elemine uykusuzlukla ve ateşte ortak olmaya çağırırlar[27] Müslüman insan, kendine dönüp iyilik ve ihsanda bulunmak üzere gayret etmelidir ve kendisini bu konuda hesaba çekmelidir ki, Yüce Allah da onu doğru yola eriştirsin Yüce Allah buyurur: Bizim uğrumuzda mücahede/gayret edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir [28] Bu bağlamda, Beyazid-i Bestami’nin sözü aklıma gelmektedir: İlk zamanlarda, dört şeyi yanlış biliyordum: Ben Allah’ı aradığımı, andığımı, tanıdığımı, sevdiğimi düşünüyordum Nihayet anladım ki, benden önce O, beni arıyor, anıyor, tanıyor, seviyormuş![29] [23] Buhari, 46/Mezâlim 3; Müslim, Birr 59; Ebu Davud, Edeb 38; Tirmizi, Hudûd 3; Ahmed, Müsned, II,92 [24] Buhari, 46/Mezâlim 3; Müslim, Birr 58, 72, Zikr 38; Ebu Davud, Edeb 38, 60; Tirmizi, Hudûd 3, Birr 19, Kur’ân 10, İbnu Mâce, Mukaddime 17, Hudûd 5 [25] Buhari, 46/Mezâlim 3; Müslim, Birr 58, 72, Zikr 38 [26] 49/Hucurât 10 [27] Buhari, 78/Edeb 37 [28] 29/Ankebut 69 [29] İbrahim Hakkı, Marifetname, sadeleştiren: Mehmet REyüplüoğlu, Merve Yay İstanbul 1992, s 522 |
07 Nisan 2009 23:43 | |
MERVE DEMİR | Evrim teorisini savunanlar ve inançlı insanlar arasında neden tartışma olur Evrim olarak ifade edilen değişme ve başkalaşma gibi faaliyetler, evrende her an devam etmektedir Hiçbir şey kararında değildir Dolayısıyla bu manada bir değişikliği herkes kabul etmektedir Ancak, bu değişikliğin kimin tarafından yapıldığı hususu tartışma konusudurYani, işin temelinde, bir yaratıcının varlığını kabul edip etmeme yatmaktadır Evrimciler her şeyi tesadüf ve gelişigüzellikle açıklarken, karşı görüşte olanlar, evrende bir düzen ve ölçünün bulunduğunu ve dolayısıyla her şeyin bir yaratıcı tarafından idare edildiğini kabul etmektedirler Varlıkların ortaya çıkışıyla ilgili ileri sürülen değerlendirmeleri dört grupta toplamak mümkündür Bunlar; 1- Eşyanın, kendi kendine var olduğu görüşü 2- Sebeplerin o şeyi vücuda getirdiğini kabul eden görüş 3- Tabiatın, o varlığın teşkilinde rol oynadığı görüşü 4- Varlıkları, ilim, irade ve kudret sahibi birisi tarafından vücuda getirildiği görüşü Bu ihtimalleri test edebilmek için, tahtaya bir varlığın ismini yazalım Meselâ, bu koyun olsun Şimdi, bu beş harfli yazının tahtaya nasıl yazılmış olabileceğini, yukarıdaki ihtimaller ile ayrı ayrı değerlendirelim 1-Eşyanın, kendi kendine var olduğu görüşü Tahtadaki koyun kelimesinin, kendini kendini yazmasını açıklamak imkânsızdır Bu beş harfli kelimedeki harflerin kendilerini yazmış olduğunu hiçbir kimseye inandırmak mümkün olamaz Kaldı ki, bu beş harfin kendi kendine olabilmesi için, öncelikle kendileri mevcut olmalıdır Başlangıçta yok olan bir şey, nasıl kendini yazacaktır? Dolayısıyla böyle bir yaklaşımın mantıklı hiçbir yanı yoktur 2- Sebeplerin o şeyi vücuda getirdiğini kabul eden görüş Koyun kelimesini yazan sebeplerin başında tebeşir gelmektedir Tebeşirin kendiliğinden yerinden kalkıp bu kelimeyi yazdığını, aklı başında olan bir kimseye inandırmak mümkün değildir 3- Tabiatın, o varlığı meydana getirdiği görüşü Tabiatı; canlı ve cansız varlıkların tamamı olarak tarif ediyoruz Cansızlar; hava, su ve taş gibi varlıklardır Bunlar tahtaya koyun kelimesini yazamaz Canlı varlıklar ise, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan meydana gelmektedir Bitkiler ve hayvanlar böyle mana ifade eden bir kelimeyi yazamayacaklarına göre, demek ki, bu koyun kelimesi, akıl, ilim ve kudret sahibi bir insanın eseridir Beş harfli bir isim dahi kendi kendine veya tesadüfen ya da tabiat tarafından tahtaya yazılmazken, dokuları, organları ile milyonlarca hücreli bir koyunun da tesadüfen, kendi kendine, ya da tabiat tarafından yapılması ve yazılması mümkün değildir Koyun isminin yazılması için, nasıl ki bir irade, kuvvet ve ilim sahibi birisi gerekiyorsa, bizzat koyun ve benzer bütün varlıkların yazılması, yani ortaya çıkarılması için de elbette bir Yaratıcıya ihtiyaç vardır Prof Dr Adem Tatlı |
07 Nisan 2009 23:39 | |
MERVE DEMİR | Evrim kainatta gerçekten var mıdır? Burada evrimden ne kastedildiği önemlidir Evrim terimi; değişme, başkalaşma, farklılaşma, ilerleme, terakki, tahavvülat, istihale ve evolüsyon gibi, aralarında değişik nüanslar bulunan pek çok kelime, tâbir ve deyim yerine kullanılmaktadır a- Tekamül= Kemale erme Tekâmül manasında “evrim” kullanılıyorsa, bu manadaki evrim, teori değil, bir kanundur Tekamül, bir varlığın kendi içersinde kemale ermesi olarak alınır Mesela, bir elma çekirdeğinin filiz, fidan ve meyveli ağaç haline gelişi tekamülle ifade edilir Aynı şekilde, insanın bir hücreden derece derece gelişerek mükemmele ermesi, yine tekamülle açıklanmaktadır Yeryüzü de bu şekli birden bire almamıştır Zaman içerisinde yavaş yavaş tekamül ederek günümüzdeki şekline ulaşmıştır İşte bütün bu farklılaşmalar yerine tekamül kullanılmaktadır Dolayısıyla evrim bu manada alınıyorsa, o teori değil bir kanundur b- Tahavvülat Aynı şekilde, “evrim” terimiyle, tahavvülat, yani hâl değiştirme kastediliyorsa, o da teori değil, bütün kâinatta cereyan eden umumi bir kanundur Mesela, bir kiraz ağacı kışın kuru odun gibi bir halde iken, ilk baharda yeşil elbisesiyle ayrı bir halde, beyaz çiçekli iken ayrı bir halde, meyveli iken başka bir halde, son baharda sararmış yapraklarıyla da daha ayrı bir haldedir Bu şekildeki değişiklikler bütün yer yüzünde sergilenmektedir ve bu değişme ve farklılaşmalar teori değil kanundur c- Tahavvülat-ı zerrat “Evrim” terimiyle, tahavvül-ü zerrat, yani atomların hâl değiştirmesi kastediliyorsa, o da teori değil, bütün kâinatta cereyan eden umumi bir kanundur Mesela, insan bünyesinde yer alan bir demir atomu, değişik bileşikler halinde çok farklı yolları takip ederek buraya ulaşmıştır Demir atomu başlangıçta bir kayacın yapısındadır Bu kayacın toprak şeklinde ayrışmasıyla onun içerisine geçecektir Daha sonra bitki tarafından iyon, ya da küçük bileşikler halinde alınacaktır O bitkiyi hayvanın yemesi halinde, hayvanın vücudunda bileşikler teşkil edecek, o hayvanın insan tarafından yenmesiyle de o demir atomu insana geçmiş olacaktır Elementlerin bu şekildeki devri daimi, tahavvülat-ı zerrat (zerrelerin hal değiştirmesi) olarak ifade edilmiştir Evrimle bu manadaki bir değişiklik kastediliyorsa, o da teori değil, bir kanundur Evrimle, evolüsyon manasında, bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana geldiği ifade ediliyorsa, böyle bir teşekkülün numunesi kainatta yoktur Prof Dr Adem Tatlı |
07 Nisan 2009 23:37 | |
MERVE DEMİR | Evrim teorisinin ana esası tam olarak nedir Evrim felsefesinin uzun bir geçmişi ve fikir alt yapısı vardır Düşünce tarihi boyunca biyoloji felsefesinin çok büyük zikzaklar çizdiği görülmektedir Antikçağ’da bilimle felsefe iç içedir Bu çağ, var oluşun, yaratılış ve yaratıcının en geniş manasıyla tartışıldığı bir devredir Ortaçağ’da bilimsel ve felsefî düşünce, Avrupa’da Hıristiyan dinine dayalı ve kontrollü bir yaklaşım tarzı göstermiştir Bu çağda İslâm dünyasında farklı düşünce ve kanaatler daha serbestçe dile getirilmiştir Rönesans’ta, Antikçağ’ın serbest düşünce ortamının özlemi ve insan özgürlüğünün önünü açma arayışları hakimdir Aydınlanma Çağı ile birlikte, bütün dünyada düşünceye pozitivizmin gölgesinde materyalist felsefe egemen olmuştur Biyoloji felsefesi, Evrim Teorisi ile bu Çağ’a damgasını vurmuştur Aydınlanma felsefesiyle bilim sahasına yeni, bir bakış açısı getiriliyordu Bu felsefeyle insan ve insanın özgürlüğü tanımlanmaya çalışılıyordu İnsan hürdü Hiçbir sorumluluğun sahibi olmamalıydı Dünyaya gelişini kendisi başarmıştı Dolayısıyla kimseye karşı bir yükümlülüğü olmamalıydı Bu çağdaki çıkış, ya da baş kaldırış, aslında iki bin yıla yakın devam eden Hıristiyan dinine bir meydan okumaydı Dolayısıyla bütün düşünce sistemleri ve çalışmalar, dinden soyutlanmış ve hatta din karşıtı olarak takdim edilmişti Böylece Hıristiyanlığın gölgesinde diğer dinler de nasibini aldı Hepsi aynı kefeye kondu Bilimi ve bilim adamını koruyan ve bilimi teşvik edip onun önünü açan İslamiyet de bu husumete maruz kaldı İşin doğrusuna yanlışına bakılmadan bütün inanç sistemlerine hücum edildi İşte Aydınlanma çağı ile başlayan Semavi dinlere yönelik bu husumet, Marxizm, Freudizm ve Darwinizmi adete yeni bir din gibi ikame edilmesi sonucunu doğurdu Evrim teorisinde ısrar edilmesinin altında yatan asıl sebep işte bu düşüncedir Bu sadece sıradan bir teori de değildir Bir dünya görüşü ve hayat tarzı ve inanç sistemidir On dokuzuncu yüz yıldaDarwin’in ortaya koyduğu Evrim Teorisi, biyolojide bir bakıma dönüm noktasını teşkil etmiştir Elbette O’nun ileriye sürdüğü bu fikirlerin hepsi de yeni düşünceler değildi Nitekim, O’nun kullandığı argümanların bir kısmının Milât’tan dört-beş yüz yıl öncesine dayandığını görüyoruz Dokuzuncu yüz yıldan on üçüncü yüz yıla kadar, evrim konusunun enine boyuna tartışıldığına şahit oluyoruz Ancak, O kendinden önceki bütün bu düşünceleri sistemleştirip, kendi gözlem ve kanaatleriyle takdim etmekle, biyoloji sahasında yeni bir dönemin açılmasına vesile olmuştur Darwin, 1859 yılında neşrettiği “On the Origin of Species by Means of Natural Selection” (Tabiî Ayıklanma Yoluyla Türlerin Meydana Gelişi) adlı eseriyle biyolojide büyük bir anlayış değişikliğine yol açmıştır Onun görüşünün temeli; hayat bir mücadeledir Tabiat da seçim gücüne sahiptir Dolayısıyla, hayat mücadelesinde başarılı olanları tabiat, yaşama ile mükafatlandırmaktadır Darwin teorisinin geniş kabul görmesinin sebebi elbette sadece bu değildir Onun görüşlerini yaygın kılan, bu düşüncenin mekanistik ve materyalist bir felsefeyle açıklanmasıdır Bu düşünceye göre, tabiatta olan her şey, tesadüf ve gelişigüzelliğin eseridir Doğada, her bir organizma içinde gelişme ve farklılaşmayı sağlayacak bir güç vardır Bu bir bakıma evrim gücüdür Her şey tesadüfün sonucu olduğu gibi, insan da bu gelişigüzelliğin ve evrimin ürünü olarak hasbelkader ortaya çıkmıştır Prof Dr Adem Tatlı |
07 Nisan 2009 22:26 | |
MERVE DEMİR | Evrim teorisini insanlara anlatma şekli nasıl olmalıdır? EVRİM TEORİSİ, bilindiği gibi, bu evrendeki varlıkları nasıl ortaya çıktığını ve günümüze kadar nasıl var olageldiklerine dair çeşidi açıklamalar getirmeye çalışan bir teoridir. Elbette bu varlıkların başında insan gelir. Görüldüğü gibi, ele alınan konu hem çok geniş ve hem de geçmişle alâkalıdır. Dolayısıyla burada ortaya konacak görüş-ler, laboratuardan elde edilecek deliller değil, tamamen yorum ve değerlendirmelere dayanmaktadır. Günümüzde ilkokuldan üniversitelere kadar, bütün eğitim birimlerinde bu ve benzer konulara materyalist ve diyalektik bir yaklaşımla cevap verilmeye çalışılır. Yani, "Atomdan ga-laksilere kadar bütün varlıklar, gelişigüzel ve tesadüfen orta-ya çıkmış ve günümüze ulaşmıştır. Her şey tabiat ve tesadü-fün eseridir." şeklinde anlatılır. Aslında bu yaklaşım tarzının uzun bir geçmişi vardır. Ro-ma Devleti'nin Milâdî 100-150'lili yıllarında Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinin ardından bütün idari, siya-sî ve ilmî, çalışmalar bu dinin kurallarına göre şekillendirili-yordu. Aslında din olarak Hıristiyanlık siyasî ve toplumu ilgilendiren konularda çok fazla prensip ve düstur ortaya koy-muyordu. Fakat bütün boşluklar, din adına, başta papazlar ve idaredeki hâkim sınıflar bir takım kurallar koyarak, âdeta din namına insanlara zulüm ediyorlar, bilimsel düşünceye geçit vermiyorlardı. İşte böyle bir ortamda 1789 yılında yapılan Fransız İhtila-li, dine ve din adına tahakküm eden hâkim sınıfa karşı bir başkaldırma idi. Bu ihtilalden sonra gerek Avrupa'da ve ge-rekse dünyanın başka yerlerinde fikrî yönden büyük bir de-ğişiklik gündeme geldi. Bütün siyasî, sosyolojik ve ilmî çalış-maların temeli ateizme dayandırılıyordu. Yaratıcı ve din, top-lumun bütün kesimlerinden uzaklaştırılmıştı. Her şey mater-yalist felsefe ile ve tesadüflerle açıklanmaya çalışılıyordu. Hı-ristiyanlık adına ileri sürülen bir takım yanlışlıklara karşı bir çıkış olduğu için, başlangıçta bu materyalist felsefe, geniş ta-raftar bulmuştu. Ama sınır burada kalmadı. İşin doğrusuna yanlışına bakılmadı. Bütün dinlere ve dinle alâkalı her türlü değerlendirme ve açıklamaya karşı savaş açıldı. Öncekiler if-rat etmişti, aşırı gitmişlerdi. Bunlar da tefrit ediyor, asla bir yaratıcı fikrini kabul etmiyorlardı. 1917 yılında Rusya'da yapılan komünist ihtilal kendisine, ateizme ve diyalektik materyalizme bağlı felsefeyi seçmişti. Her şey tesadüf ve tabiatla ifade edilmeli, bir yaratıcının varlığını hatırlatan bütün düşünce ve değerlendirmeler derhal bertaraf edilmeliydi. Bütün dünyaya hâkim olan bu felsefî akım ve düşünce sistemi, 1990' lı yıllarda komünist blokun çöküşüyle büyük bir destekçisini kaybetti. Böylece bilim sa-hasındaki çalışmalar ve düşünce sistemi, yavaş yavaş ideolo-jik platformdan ilmî platforma, yani normal sahasına çekil-meye başladı. Varlıkların ortaya çıkışında tesadüflerin rolünün bulun-madığı, her şeyin belirli bir plân ve programla, ölçülü ve inti-zamlı olarak bir yaratıcı tarafından yapıldığı dillendirilmeye başlandı. Nitekim son aylarda Amerika'da "Akıllı Tasarım" veya "Bilinçli Dizayn" adı altında yeni ekoller gündeme geldi. Kâinatta hiçbir şey kararında değildir. Daimî bir faaliyet söz konusudur. Gerek bitkiler, gerek hayvanlar ve gerekse insanlar tek hücre olarak varlık âlemine çıkmakta devamlı olarak değişme ve farklılaşma kanunlarına tâbi tutulmakta-dır. Bütün bu faaliyetleri tesadüf ve tabiatla açıklamaya çalış-mak, ne eğitimciyi ve ne de öğrenciyi tatmin etmemektedir. Bu konudan evrimciler de şikayetçidirler. Pierre Grasse bu rahatsızlığını şöyle dile getirir: Tesadüf kavramı, ateizm görüntüsü altında, kendisine ta-pınılan bir ilâh hâline gelmiştir.1 Sonuç olarak, Evrim Teorisi, bütün varlıkların plânsız ve programsız şekilde rastlantılar, sonunda, ya da tesadüflerin ürünü olarak ortaya çıktığını, yaratılışçılar ise, atomlardan galaksilere kadar her şeyin şuurlu, plânlı, hikmetli ve gayeli yaratıldığını belirtir. İşte Evrim Teorisiyle dinlerin çatıştığı nokta budur. Bir başka deyişle, yaratılışçılarla evrimciler ara-sındaki düşünce farkı, ilmî metotlarla elde edilen verilerin yorumlanmasındadır. Materyal her ikisinde de kâinat içindeki varlıklardır. İnce-leme metotları da aynıdır. Ancak, yorum farklıdır. Selimiye'yi Mimar Sinan'nın eseri bilerek incelemek, bu eserin tesadüf ve tabiat ürünü olduğunu kabul ederek incelemekten çok daha akla uygundur. Dolayısıyla, bir hücreyi, ya da hücre içerisin-deki bir organeli bir yaratıcının eseri olarak tetkik etmek, in-celeme ve araştırmaya ket vurma değil, aksine araştırmaya teşvik eder. Çünkü araştırıcı, her şeyin mutlaka bir gayeye ve maksada ve plâna göre yapıldığını düşünür ve varlıklar ara-sındaki o gizli nizam ve intizamı bulmaya çalışır. Birinci yüzyıldan 16. yüz yıla kadar, kâinattaki varlıkların yapısı din adına açıklanmaya çalışıldı ve bu konuda ifrat edil-di. 17. yüz yıldan 21. yüz yıla kadar da materyalist felsefe hâkimiyeti ele aldı. Bir yaratıcıyı inkâr ederek, her şe-yi tesadüf ve tabiatla açıklamaya çalışarak o da tefrit etti. 21. yüz yıl, akıl, mantık ve ilmin hâkim olduğu bir asırdır. Artık bu asırda, ifrat ve tefritten uzak, her iki görüşün değerlendir-me tarzlarına yer vererek, orta yolun bulunmasına gayret edilmelidir. Netice olarak, konu ile alâkalananların, ideolojik yakla-şımlardan ve acele yorumlardan kaçınmaları gerekir. Tama-men materyalist felsefeyle meseleleri açıklama yerine, hem materyalist felsefe taraftarlarının ve hem de bir yaratıcıyı ka-bul edenlerin konuya yaklaşım tarzları nazara verilmelidir. Bu konudaki tartışmaların tamamen ortadan kalkacağını beklemek de çok büyük iyimserlik olur. Buna gerek de yok-tur. Çünkü, farklı düşünce ve yaklaşım tarzları, bilimsel ge-lişmelere yol açar. Esas olan farklı görüş ve düşüncelere saygılı olmak ve onlara karşı tolerans göstermektir. Bütün dünyanın eğitim sisteminde böyle bir metodun be-nimsenmesi, insanların birbirlerine karşı olan tolerans ve hoşgörüsünü de artıracak ve daha huzurlu ve yaşanılabilir bir dünyanın yolu açılmış olacaktır. Prof.Dr. Adem Tatlı Dipnotlar: 1- Evolution of Living Organisms. Academic Pres, New York, 1977, s.107.89. H.B.D. Kettleweil, Scientific American, Vol. 200, No. 3, p. 48, 1959.90. Gavin de Beer, Nature, Vol. 206, p. 331, 1956. Harcourt, Brace 8. World, Inc., New York, p. 466, 1965. |
07 Nisan 2009 22:15 | |
MERVE DEMİR | Evrim ile ilgili soru ve cevaplar Evrim nedir?. Genel cevap: İnsanın maymundan geldiğini iddia edenlerin savunduğu görüş. İşte Evrimle ilgili akıllarda kalan şey budur. Ancak daha ilkokuldan başlayarak eğitim sisteminin her kademesinde öğretilmesine rağmen hangi çocuğa “sen maymundan geldin” deseniz yüzünüze tükürür.. Ama sık sık tartışması yapılmaya devam edilir. Evrim teorisinin fikir babası Charles Darwin, şüphesiz bilim dünyası için sözü edilmesi gereken, üzerinde konuşulması gereken, öğrenilmesi gereken bir kişiliktir. Ama dikkat edilmesi gereken bu tartışmanın bilim dünyası içinde yapılması gerektiğidir. Bu konuda hiçbir bilgisi olmayan insanların üzerinde fikir beyan etmeleri ne kadar doğru olur. Evrim teorisini din veya din karşıtlığı olarak sunmanın amacı ne olabilir.? Hiçbir kanıtı yapılmamış bir teori neden bu kadar önem taşır.? Evet, Evrim teorisi hiçbir zaman ispatlanmadı. Hiçbir zaman bir canlının başka bir canlıya dönüştüğü kanıtlanmadı. Bunun için de birçok bilim adamınca kabul görmez. Bu nedenle de ismi teoridir. Bunu zaten tüm bilim dünyası da kabul eder. Bizdeki bazıları hariç. Türkiye’de at gözlüklü bir takım çevreler hala bu kabulü yapmamakta ısrarcıdır. Onlara göre maymunlardan geldiğimize inanmamak bir nevi bilim dinine inanmamaktır. Gericiliktir. Ortaçağ zihniyetidir. Onlara göre Dünya tesadüfen varolmuştur. Onlara göre binlerce derece sıcaklığındaki dünyada, üstelik atmosfer bile yokken nasılsa DNA oluşmuştur. DNA sıcaktan bunalmış, kendi çevresinde zar oluşturmuş. sonra tek hücreli olmaya karar vermiş, yani canlanmıştır. Onlara göre bu tek hücrelilerin canları bir gün sıkılmış “toplu halde birlikte yaşayalım” demişler ve çok hücrelileri oluşturmuşlar. Olmamış bu çok hücreliler, toplanmışlar balık olmaya karar vermiş, yüzmüşler. Balıklar “yav şu kara nasıl bir şey” diye merak ederek karaya ayak basmışlar. Karada sürünürken, yürümeyi, yürürken, koşmayı, koşarken uçmayı bile öğrenmişler. Hatta bunların bazıları fil olurken bazıları sinek olmayı tercih etmiş. Olmamış iki ayakları üzerinde yürümüşler. Yürürken düşünmüş, akıllanmış ve sonunda da İnsan olmuşlar... Söylerken bile saçmalığı her yerinden akıyor. “Buna gerçekten inanıyor musunuz?” diye sorduğumuzda ise şu karşılığı verecekler. “O öyle değil” Peki nasıl?. Çıt yok. Hayatınızda Allah için bir Evrim kitabı okudunuz mu? Yine çıt yok. Hoş olay bilimsel olmadığı için aklı başında biri bile azıcık düşünse saçmalığı anlar. Hayatında bilimsel bir kitabın kapağını açmamışlar niye tartışırlar peki?. Çünkü din düşmanlığı gözlerini kör etmiştir. Çünkü Evrimin saçmalıklarına inanmak, dine inanmaktan daha mantıklı gelir onlara. Çünkü maymundan gelmek, Adem’den olmaktan daha güzel görünür. Çünkü tesadüf tanrısı, Yüce bir Yaratıcı’dan daha akılcıdır(!) Çünkü bilgileri yoktur. Bilseler zaten tartışmanın anlamsız olduğunu bilirler. İnsanı geçtik, hayvanı bitkiyi geçtik, balığı vs geçtik, tek hücrelileri bile geçtik sadece tek bir DNA’nın oluşması ihtimalinin katirilyon katirilyon katirilyon katirilyon,...da bir olduğunu biliyor musunuz?. (1 rakamının yanına 620 sıfır atın) Yani.. İMKANSIZ... 1 ton demir çubuğun kendi kendine bir Ferrari olma ihtimali bile DNA’nın tesadüfen oluşması ihtimalinden büyüktür. Sadece DNA için ihtimal bu. Şu muazzam kainat içindeki trilyonlarca canlının oluşma ihtimalini size bırakıyorum. Tesadüfe yer olabilir mi?. Hayır diyorsanız olayların bir tesadüf olmadığını düşünüyorsanız, bunların hepsinin üstünde bir gücün, belli bir programın varolduğunu düşünüyorsanız... İşte bu düşüncenizin bilimsel karşılığına “Yaratılış Teorisi” deniyor. Evrim teorisi.. Bu da Yaratılış Teorisi. Peki sizin tartışmasını yaptığınız Bilim ve Teknik dergisi yayın hayatı içinde hiç Yaratılış teorisine yer verdi mi?. 42 yıl boyunca binlerce kez Evrim teorisini yazan bu bilim(!) dergisi hiç Yaratılış teorisine ilişkin tek bir satır karaladı mı? İkisi de teori değil mi? Ama bunu savunursanız bizim at gözlüklü Evrimcilerimiz sizi gericilikle suçlayacaktır. Bırakın onlar maymundan geldiklerine inansınlar. Bunların ataları bir zamanlar dünyanın yuvarlak olduğuna ve döndüğüne de inanmamıştı. Peki sizce de herşey tesadüf mü?. Mehmet KIVANÇ - Haber 7 |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|