Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Dua Bölümü > DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

Konu Başlıkları: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel) Konu Cevaplama Paneli
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın
Aşağıdaki Kutuya Sorunun cevabını Yaz ( Bakara )
Başlık:
  
Mesajınız:
Trackback:
Kaynak olarak Ekle
Başlık Sembolleri
Konunun başında Sembol kullanmak için aşağıdaki Listeden bir Sembol seçiniz:

Diğer Seçenekler
Diğer Ayarlar
Değerlendirme
İsterseniz bu Konuyu buradan değerlendirebilirsiniz.

Konuya ait Cevaplar (Yeniler yukarda)
04 Kasım 2022 22:40
Mihrinaz Allahım dualarımızın uzun kısalığına bakma, dilimizi kes yapıştır sözlerden muhafaza eyle gönlümüzden geçenleri dilimizden samimiyetle dökmektir isteğimiz. Eksiklerimizi sen tamamla..Allahumme amin
06 Ekim 2009 09:39
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ


Fevzi ZÜLALOĞLU


(9. ve son bölüm)

7-Ahit Tazelemek Amacıyla Yapılmalı

Toplumsal bir suç olan şirk zulmünün affedilebilmesi için tüm halkın Allah’a verdiği iman ahdini yenilemesi gerekir. Aksi halde helak ihtimali belirir. Bu ihtimalden olsa gerek, Musa peygamber “içimizdeki sefihler yüzünden bizi de helak etme!” diye Allah’a yalvarmıştır. Bu toplumsal zulme engel olan, daha sonra da affetmesi için yakaran yetmiş iki inanmış adam’ın duası kabul edilmiştir. Çünkü Allah ile olan ahdin –O’na ortak koşmama sözünün- yenilenmesi söz konusudur.

Musa peygamberin halkın içinden seçtiği yetmiş adamla birlikte, Samiri’nin yaptığı buzağıya taparak Allah’a ortak koşan halkını helak etmemesi için Allah’a yakarışları şöyle olmuştur:

“... Ey Rabbim! Eğer dileseydin daha önce de onları yok ederdin ve (onlarla beraber) beni de. İçimizden bir takım dar kafalı sefihlerin yaptıklarından ötürü bizi helak edecek misin (şimdi)? Bütün bunlar Senin bir sınamandan başka bir şey değil: Ki onunla dilediğinin sapmasına fırsat verir, dilediğini de doğru yola sokarsın. Bizim velimiz yakınımız Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bize acı. Çünkü bağışlayanların en hayırlısı Sensin.” (A’raf, 7/155.)

8- Korku ile Ümit Arasında Bir Ruh Hali İle Yapılmalı

“(Asla büyüklük taslamayan o muttakiler) yataklarından (geceleri) kalkarak, korku ve ümit içinde Rablerine yalvaranlardır ve kendilerine geçinmeleri için verdiklerimizden başkalarına harcayanlardır.” (Secde, 32/16.)

Bu ayetin rehberliğine göre, dua ederken korku ile ümit arasında olmak arasında bir ruh hali taşımalıyız. Korkmalıyız, çünkü Allah’ın gazabı da vardır. Ümitli olmalıyız, çünkü O’nun rahmeti her şeyi kuşatır.

Günah işlemiş olmak dünya sınavı devam ettiği müddetçe kişiyi ümitsizliğe düşürmemelidir. Allah’ın tevbe kapılarında sonsuz merhametinin nişanelerini hissetmek mümkündür. Ayrıca korku da taşımak gerekir; çünkü kimse cenneti garantilemiş değildir. Allah azabından korkulması gereken, sevildiği için gücendirilmemesi gereken bir ilahtır, bu da günahlardan uzak durmak suretiyle gerçekleşir. Korku ile ümit arasında olma hali, bir samimiyet ifadesidir; samimi dualar da makbuldür.

9-İ’sar/Empati İlkesine Uygun Olarak Yapılmalı

Bencilce kişişel arzuları dillendirmek dürüst ve erdemli müminlere yakışmaz. Bu nedenle Kur’an’daki örnek dualarda “ben” şahıs zamirinden çok “biz” şahıs zamiri daha yoğundur. Mesela Fatiha Suresi’nden her gün beş vakit namazda defalarca tekrarladığımız şu yakarış: “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet.” (Fatiha Suresi, 1/5-6.)

Tabii ki bu durum şahsi dua yapamayacağımız anlamına gelmez. Fakat duamız da ahlakımıza uygun olmalıdır. Bilindiği gibi Kur’an ahlakının en temel ilkelerinden biri i’sar’dır. İ’sar Müslüman kardeşlerimizin yerine koyarak düşünmek ve onların çıkarlarını kendi çıkarımıza tercih etmektir. İşte i’sar’ın duaya yansıyan diğergâm ifadeleri:

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla ve müminlerden hiç birine karşı kalplerimizde, kin –nefret, yersiz düşünce ve duygulara- yer bırakma, Ey Rabbimiz! Sen sonsuz şefkat sahibisin ve sınırsız rahmet kaynağısın.”
05 Ekim 2009 11:44
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

Alıntı:
muhammed can Üyemizden Alıntı
bu gibi güzel faydalı ve uzun yazıları şayet günde bir bölüm olarak asılırsa daha rahat okunması sağlanabilir.

inş. bundan sonra dediğiniz gib yapmaya çalışacağım...
05 Ekim 2009 11:28
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ

Fevzi ZÜLALOĞLU

(8. bölüm)

6- Dünyayı Değil Ahiret’i Öncelemeli

Allah dünyayı isteyenlere dünyayı verir; ancak bu kısa ömürlü alemde yaşanacak üç kuruşluk mutluluk için ebedi mutluluk heba edilmiş olur. Bu nedenle salih-sahih bir duanın daima ebedi ni’metler yurdu’na öncelik vermesi şarttır. Dualarımızda her zaman Ahiret öncelikli olmalıdır. Fakat güzel, temiz dolayısıyla helal olan dünya nimetlerini istemek haram değildir; Bakara Suresi’nde buyurulduğu gibi:

“İbadetlerinizi bitirdiğinizde (Hacc’ın şiarlarından Meş’ar-Müzdelife, Mina mevkiinde) atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta daha güçlü bir hatırlayışla Allah’ı anın. Çünkü öyle insanlar var ki; sadece ‘ Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver’ diye dua ederler. Böyleleri Ahiretin nimetlerinden nasib alamayacaklardır. Ama içlerinde öyleleri de vardır ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver ahirette de ve bizi ateşin azabından koru’ diye dua ederler. ” (Bakara,2/200.)
02 Ekim 2009 16:24
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

konu devam edecek ama inşallah pazartesinden itibaren eklemeye devam edeceğim...
02 Ekim 2009 16:23
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ

Fevzi ZÜLALOĞLU

(8. bölüm)

5- Zamanlamasına Dikkat Edilmeli

a) Sadece Sıkıntıya Düşünce Değil, Her halükarda Yapılmalı

“Zaten, insanın başına bir sıkıntı gelince yan yatarken de, oturup kalkarken de, Bize yalvarıp yakarır; ama ne zaman ki sıkıntısını gideririz, başına gelen sıkıntıdan kendisini kurtaralım diye sanki Bize hiç yalvarıp yakarmamış gibi, (nankörce) davranmaya devam eder! Kendi güçlerini boşa harcayan (budala)lara, yapıp-ettikleri işte böyle güzel görünür.” (Yunus, 10/12.)

Dua bollukta da darlıkta da, zenginlikte de fakirlikte de daima O’na yönelişin bir ifadesi olmalıdır. Dua bir hayat tarzıdır. insanın üç hali vardır, bu üç halde de Allah’ı anarak dua etmesi gerekir: Ayakta, otururken, yan yatarken.

“Namazınızı bitirdiğinizde Allah’ı anın –ayakta iken, otururken, uzanmış halde- ve yeniden güvenliğinizi sağladığınızda namazlarınızı eksiksiz eda edin. Namaz bütün müminler için günün belli zamanları ile kayıtlı bir yükümlülüktür.” (Nisa, 4/103.)

Öncelikle dua zamanında yapılmalı. Allah’a sadece darlıkta yalvarıp bollukta yüz çevirmek makbul bir tarz değildir. Mü’minlerin duası her şeyden önce tüm hayatı kuşatan bir yaşam biçimidir. Hayat dua, dua hayattır. Dua darlıkta bollukta da aynı duyarlılıkta yapılması gereken bir şehadet, Allah’ı yaşadıklarımıza ve yaşayamadıklarımıza tüm tavır alışlarımıza şahit olmaya çağırmaktır.

Hem bollukta hem de darlıkta Allah’ı çeşitli şekillerde zikretmek sorumluluk bilincine sahip olan dürüst ve erdemli insanların davranış tarzıdır. Allah ile olan sahih bir münasebet sadece zora düşünce değil, her halükarda O’na yönelmeyi gerektirir. Çünkü ihtiyacı giderilince yüz çevirenler dürüst değildir, bencildir. Zor zamanda dua ile Allah’a yönelmek her insanının fıtratındaki baskıya boyun eğmesinden ibarettir. Her zaman dua etmek ise, iradesiyle hareket eden bilinçli, akıllı insanların davranış biçimidir.

Dalgalarla kuşatılmış bir gemide katıksız bağlı gibi davranıp, sahile çıkınca Allah’ı unutarak büyük bir aldanış içinde duyarsızca yaşamak kınanmıştır:

“Denizde bir tehlikeyle karşılaştığınız zaman O’ndan başka, bütün o yalvarıp yakardığınız şeyler sizi yüz üstü bırakır; ama ne zamanki, sizi sağ salim karaya çıkarır, hemen yüz çevirip (unutuverirsiniz O’nu). Çünkü, insanoğlu gerçekten çok nankördür!” (İsra, 17/67.)

b)Duyarlılığı Yükselten Zaman ve Mekanlar Tercih Edilmeli

Dua şüphesiz her zaman yapılabilir; ancak yine de zaman ve mekan unsurları samimiyet ve duyarlılığa katkı sağlayabilecek öğelerdir. Yürekten Allah’a bağlı olanlar, servetlerini inançlarının hakimiyeti için feda edenler, zorluklara karşı direnişi bir yol bilen müminler, seher vakitlerinde tüyleri diken diken eden bir duyarlılıkla tâ derinden Rablerine yakarırlar. Seher vaktinin dua ve yakarış için önemli bir vakit olduğunu bizzat Rabbimizin beyanlarından öğrenmekteyiz.

Öte yandan dua ile nefsin arındırılmasında gece eğitiminin de ayrı bir önem vardır. Rabbani övgüyü hak etmiş müminlerin gecelerini secdede ağlayarak geçirdikleri, yalvarıp-yakardıkları beyan edilmiştir. Yüce Allah, peygamberimizin gece kalkıp namaz ve dua ile Allah’a yaklaşma çabasının, üstün bir makama erişmeyi sağlayacak değerde olduğunu beyan etmiştir.

Gecenin çok azında uyuyan bağışlanmak için kalplerinin derinliğinden gelen bir yakarışla Allah’a yönelenler Kur’an’da övgüye değer insanlar arasında anılmıştır:

“(Ama Allah’tan sakınan, O’na karşı sorumluluk bilinci taşıyan Muttakiler) gecenin az bir kısmında uyurlardı. Bağışlanmak için kalplerinin derinliğinden gelerek yalvarırlardı. Ve sahip oldukları her şeyden yardım isteyenlere ve sıkıntı içinde bulunanlara bir pay ayırırlardı.” (Zariyat,51/17-19.)

c)Dua Öncelikle Dünyada Yapılmalı, Sadece Ahirette Değil

Dünyada yapılması gereken kulluğu Ahiret’e ertelemek de insanlığın yaptığı temel yanlışlardandır. Firavun’un ölüm anında “ye’s tevbesi” denilen yakarışı Allah katında makbul olmamıştır. Çünkü o yerini gördükten sonra kendi özgür iradesiyle değil, korkularına yenik düştüğü için tevbe etmiştir; böyle zamanda yapılan duayı Yüce Allah kabul buyurmayacağını beyan etmektedir.

Firavun, Nemrut gibi büyüklenerek kendilerini yeryüzünde ölümsüz ve güç yetirilmez bir iktidara malik olduklarını zannedenler ve onların zavallı yardakçıları olan kitleler davetlerini ve davalarını Allah’ın adı ile yürütmezler. Hevalarının buyruğuna göre yaşayan insanlığın zalim yöneticileri de onlara bel bağlayan duyarsız kitleler de ilahi azap ile karşılaştıklarında itiraf ve yalvarmalarla “biz gerçekten zalimlermişiz” diye af dileyeceklerdir. Fakat ne çare iş işten geçmiştir artık asgari tevazu şartlarını taşıyan bir yakarış Ahirette değil de dünyada Allah katında kabul görecektir. Ahirette sadece müminlerin duaları kabul görecektir; kafirlerin hiçbir duasına olumlu yanıt gelmeyecektir. Kafirlerin son nefeste ölüm esnasında, öldükten sonra dünyaya yeni bir şans için geri dönüş istekleri ve cehennemden kurtuluş talepleri dua formunda bile olsa Allah tarafından kabul edilmeyecektir.

Dünyanın hangi mekanında yapıldığı önemli değildir. Çünkü tüm yeryüzü –bütün doğular, bütün batılar- Allah’ındır; bizim mescidimizdir. Gizliyi de aşikarı da bilen Allah’a yerde ve gökte olan hiçbir şey gizli kalmaz. O tüm mekanların üzerinde hepsini kuşatan bir makam sahibidir.
02 Ekim 2009 16:21
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ

Fevzi ZÜLALOĞLU

(7. bölüm)

4- Sabır ve Salat İle Takviye Edilmeli

“Ey iman edenler! Sabır ve salat ile Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara,2/153.)

Allah’tan yardım istemeyi hak etmek gerekir. Bunun için Rabbe duanın kuru kuruya değil, namaz ve ibadetlerle süslenmesi, takviye edilmesi şarttır. Duada sabırsızca hemen gerçekleşecek bir sonuç istemek de doğru değildir. Bir işin başında yapılan dua, destek almak içindir. Fakat sonuç isteyen dualar, yapılacak hiçbir şey kalmadığında, elden gelen bütün gayretler sarf edildiğinde, bütün olanaklar infak edildiğinde tekamüle erişebilir.

Sabır; özünde bıkmamak, usanmamak, sebat göstermek, inançlarımızın asli eksenini, eylemlerimizin sıhhatini bozmamak, acele etmemek gibi unsurlar taşımaktadır. Acele’den yaratılmış olan insanoğlu maalesef bir işin hemen oluvermesini istemektedir. Her şeyi bir ölçüye göre yaratan Allah ise, dualarımıza da belli bir ölçü çerçevesinde cevap verecektir. Duamızın sonucunu beklerken acele etmemek ve kesin netice ummamak da gerekir; çünkü neyin nihai anlamda iyi neyin kötü olduğunu mutlak manada sadece Allah bilebilir. Ayrıca Allah’ın duaya icabeti geciktirmesi imtihan için de olabilir.

Sabır meleklerle de dosttur, öyle ki eğer üzerimize sağnak sağnak rahmet yağmasını istiyorsak ayaklarımızı hak olan yolda sabit kılmak zorundayız. Rabbimiz, gaybi yardımlara elçilik yapan meleklerin taşıdığı rahmete mazhar olabilmenin şartını “sabır-sebat göstermek” olarak beyan etmiştir:

“Rabbimiz Allah’tır, diyen ve sebatla doğru yolu izleyenlere gelince, onların üzerine sık sık melekler iner ve şöyle derler: Korkmayın ve üzülmeyin, işte alın size vaad edilmiş olan cennet müjdesini.” (Fussilet, 41/30.)

Kur’an’da geçen makbul dualar Sabırla birlikte yapılmışlardır

Yakup a’ın Yusuf’a kavuşmak için yaptığı dualar yıllar sonra sabrın meyvesi olarak makbul olmuştur. Yusuf a’ın sabırla ve fiili dua ile zindanda yaptığı dualar kabul edilmiştir. Eyüp peygamber şeytanın telkinlerine açık hale gelecek derecede hastalıklarla imtihan edilmiştir. Öyle ki vücudunun her yanı yaralarla berelerle dolmuştur. O yine de Allah’a asi olmamıştır; sonunda sabrının meyvesini yemiş tüm hastalıklarından şifa bulmuştur.

Kısaca Yakup a’ın Yusuf’una kavuşması, Yusuf’un zindandan kurtularak geçmişi temizlenmiş bir vaziyette güç ve iktidara ulaşması, Eyüp peygamberin ölümcül hastalıkların pençesinden kurtulması hep dua ile eğitilmiş, olgunlaşmış salih kulların ihlaslı, direngen müminler oluşları dolayısıyladır.

Dua kulluk görevimizin bir parçasıdır. Yoksa bakalım kabul ediyor mu? diye Allah’ı denemeye kalkma aracı değildir. Bu nedenle mutlaka kabul edilmesini beklemek, Tevhid inancına aykırıdır; Allah bizim hizmetimizde değildir. Biz Allah’ın hizmetindeyiz; ibadet etmek zorunda olan biziz.
02 Ekim 2009 16:14
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ

Fevzi ZÜLALOĞLU

(6. bölüm)

3- Kavli ve Fiilî İhlas Bulunmalı

“Kafirleri ne kadar öfkelendirse de, içten bir inançla yalnız Allah’a bağlanarak O’na dua edin!” ( Mü’min, 40/14.)

Her şeyi duyan Allah’ın bizi duyması için bağırıp çağırmaya gerek yoktur. Kur’an ile Allah’a yakardığımızda, kavli bir dua eylemi sergilediğimizden sesimizi ne yüksek ne de alçak tutmalıyız; orta bir yol tercih etmeliyiz. Sözlü bir dua şeklini tercih etmediğimiz diğer zamanlarda ise, sessizce, gizli gizli, duyarlılığın ürünü olan ve tüm bedeni saran bir ürperti ile, boyun bükerek samimi bir tevazu ile Rabbe yükselmeli yakarışlarımız.

İster sözlü, ister sözsüz olarak kalpten, isterse fiili bir şekilde olsun dualarımızda ihlas olmazsa olmaz şarttır. İhlassız bir yakarışın şuurdan nasibi yoktur. Bu nedenle kime söylendiği, niçin söylendiği belirsizdir. Yeryüzünde samimi bir şekilde iyilik için çırpınan bir mümin, fiili duasını tamamlamış demektir; sıra kavli duaya geldiğinde ise nasıl bir ruh hali içinde olunması gerektiğini Rabbimizin beyanlarından öğrenelim:

“Rabbinize yalvara yakara, gizlice dua edin. O sınırı aşanları sevmez. Yeryüzünde ıslah edildikten sonra bozgunculuk yapmayın. Allah’a korku ve ümit ile dua edin. Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.” (A’raf,7/55-56.)

Belli bir bütünlük ve amaç taşımalı dualarımız. Öylesine, lalettayin (Ayırt etmeksizin gelişigüzel özensiz rasgele), bilinçsiz bir şekilde dizilmiş sözler tekamül etmiş bir duaya yakışmaz. Dualarımızın değerli bir gayesinin olması gerekir. Tarihin o anında yaşanan Tevhid-Şirk mücadelesinin izlerini taşımalı dua. Tamamıyla afaki ve bencil isteklerin ifadesi olan dua tabii ki makbul olamaz. Hayatın Tevhid Dini’nin değerleri tarafında yeniden inşa edilmesi, şirk düzenlerinin devrilmesi talep edilmelidir. Kur’an’da anılan makbul dualar samimi ve bilinçli bir şekilde yapılmıştır.

“Ve Rableri onların dualarını şöyle cevaplar: ister erkek, ister kadın olsun Benim yolumda cihad edenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım. Çünkü hepiniz birbirinizin soyundan gelirsiniz. Zulüm ve kötülük diyarından hicret edenlere, yurtlarından sürülenlere, Benim yolumda eziyet çekenlere ve bu yolda savaşıp öldürülenlere gelince, onların kötülüklerini mutlaka sileceğim ve onları Allah’tan bir mükafat olarak içinde ırmaklar akan has cennetlere sokacağım: Zira mükafatların en güzeli Allah katında olanıdır.” (Ali imran,3/195.)

Yüce Allah gönülden boyun eğen akıl sahiplerinin sefihlik içermeyen dualarını kabul eder. Rabbimizin kadın-erkek ayırımı gözetmeyen dualara icabeti yapılan samimi amellerle takviye edildiğinde kolaylaşmaktadır. Mesela cihad, hicret, O’nun yolunda işkenceye uğramak, can vererek şehadet şerbetini içmek gibi salih ameller duaların kabulünü takviye edeceği gibi, geçmiş günahların da affedilmesini sağlayacak değerde eylemlerdir. Salih amellerle desteklenmiş dualarımız özden gelen samimi yakarışlarla Allah’a doğru yükseldiğinde kabul edilmemesi için hiçbir neden kalmamış demektir. A’raf Sûresi’nde buyurulduğu gibi:

“Rabbinize alçak gönüllüce ve yüreğinizin ta derininden seslenin. Doğrusu O, çizgiyi aşanları sevmez.” (A’raf,7/55.)

Musa a utanmadan, çekinmeden, tüm kişisel zaaflarını, eksiklerini ve kusurlarını dahi samimi olarak Allah’a itiraf etmiştir. Zaten her şeyi bildiği halde, O bir ihlas ifadesi olarak Allah’a tüm sıkıntılarını açmıştır. Aynı samimiyetle Musa peygamber kardeşini Risalet görevine yardımcı olması için Allah’tan peygamber yapmasını istemiştir; bu duası kabul edilmiştir. Zalimlerin elinden kurtulmayı dilemiştir, kurtulmuştur. Allah’ın ayetleriyle arınmaya yanaşmayan Firavun ve çevresinin helak edilmesini istemiş, bu yakarışı da makbul dualar arasında yer almıştır.

Kur’an’da Anılan Makbul Dualar, Fiili Dua ile Birlikte Yapılmışlardır

Fiili dua –yani sorumlulukların yerine getirilmesi- bir samimiyet göstergesidir. İhlasın fiili şahidi olan tüm peygamberler gibi Şuayib peygamber de ellerini göğe doğru uzatırken Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmiş salih bir kulun ruh yapısına sahipti. O, fiili uyarılarına rağmen yine adaleti ikame etmeye yanaşmayan Medyen halkını -üstüne üstlük Onu ve arkadaşlarını sürme kararı almışlardır- Allah’a şikayet etmiştir. Kendisiyle birlikte iman eden Müminler bu fiili durum karşısında sığınılması gereken en güvenli kaynak olan Allah’a bir dua ile sığınmışlardır. Şuayib peygamber ve arkadaşlarının toplu halde yaptıkları tevekkül duası, müminler hariç tüm toplumun “racfe depremi ile helak edilmesi” şeklinde karşılık bulmuştur.

“...Ey Rabbimiz! Bizimle halkımız arasında hak neyse ortaya çıkar. Çünkü hakkı ortaya çıkaranların en hayırlısı Sensin. Ne var ki, kavimleri arasından kafir olanların ele başları (Şuayb’in yandaşlarına: ) ‘Doğrusu eğer Şuayb’a uyarsanız, bilin ki kaybedenlerden olacaksınız’ dediler. Derken bir deprem onların işini bitirdi: kendi evlerinde cansız olarak yere serildiler.” (A’raf, 7/89-92.)
02 Ekim 2009 16:12
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ

Fevzi ZÜLALOĞLu

(5. bölüm)

2- Gereken Şükür Öğelerini Taşımalı

Nankörlüğün dile getirildiği bir dua ifadesi, kul-Yaratıcı ilişkisinde bulunması gereken asgari unsurlardan mahrumdur. Çünkü Allah bizim duamıza ve yönelişimize ihtiyaç duymaz. O Ganî’dir, Müstağnî’dir; kendi kendine yeter bir zenginliğe sahiptir. Bu sebeple şükrün faydası dua eden içindir; Allah’a hiçbir yarar sağlamaz. Lokman Suresi’nde Rabbimizin buyurduğu gibi:

“’Biz Lokman’a Allah’a şükret’ diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendi faydası için şükreder. Kim de nankörlük ederse şüphe yok ki, Allah Ganî’dir/hiç kimseye muhtaç olmayacak derecede zengindir ve Hamîd’dir/övülmeye en layık olandır.” (Lokman,31/12.)

Hayatın her anında sözlü ve fiilî dua ile Yaratıcı’ya şükretmeyi tarz haline getirmek sorumlu bir müminin ihmal etmemesi gereken temel görevlerindendir. Hayatın bir imtihan olduğunu unutarak bizi uyarmak ya da sınamak maksadıyla, Rabbimizin başımıza sardığı belalara karşı sabırsız davranıp aceleyle def edilmesini istemek bir tür benciliktir ve dolayısıyla şükür bilincine aykırıdır. Şükür bilincine erişmiş sorumlu bir mümin başa gelen sıkıntıları da iyilikleri de bir ilahi sınama biçimi olarak görmelidir. Bu yüzden hemen sızlanıp Rabbimize nankörlüğün tezahürü olarak dile gelmiş sözlerden sakınmak gerekir.

Kur’an’da Rabbimizin övgüsünü kazanmış müminler daimi şükür halinde yaşayanlardır. İyilik bulunca sevinen, başına bir imtihan belası ilişince de yerinip dövünen bir tepkisellikle olayları karşılayanların duaları ilahi övgüden nasipsiz kalmaya mahkumdur.

Fussilet Suresi’nde buyurulduğu gibi dua ve şükür her halükarda yapılması gereken temel kulluk görevlerimizdendir:

“İnsan iyiliği istemekten usanmaz. Ona bir bela isabet ettiği zaman hemen ümitsizliğe düşer; boynunu büker.” (Fussilet,41/49.)

Şükrün bir başka ifadesi de kibirden arınmak, daima Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımaktır. Samimi bir yönelişle Rabbe açılan eller, beşeri gururunu bir kenara bırakmış, tevazuyu ahlak edinmiştir. Duaları kabul edip etmemek tamamıyla Allah’ın elindedir. Fakat böyle bir ruhla yapılan yakarışlara olumlu karşılık vermeye Rabbimiz söz vermiştir:

“...Bana dua edin; size cevap vereyim. Bana kulluk etmekten büyüklenenler, zillet içinde cehenneme gireceklerdir.” (Mümin,40/60.)

02 Ekim 2009 16:10
sevginin_bedeli
RE: DUA (benden kes yapıştır usülu bir uzun yazı daha ama çok güzel)

DUÂ

Fevzi ZÜLALOĞLU

(4. bölüm)

a) Allah İnsana Şah Damarından Yakındır

“Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorarlarsa bilsinler ki, Ben çok yakınım. Dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana gönülden iman etsinler ki doğru bulabilsinler.” (Bakara,2/186.)

Bize şah damarından daha yakın olan Allah’a çağrıda bulunmak gerektiğinde, randevu almak, araya torpilciler koymak, yetki alabilmesi mümkün olmayan din adamları ve kilise gibi kurumları vesile ittihaz edinmek doğru değildir. Değil mi ki, Allah insana kendisinden daha yakındır; öyleyse O’na ulaşmak için araçlar kullanmaya ne hacet vardır?

Rabbimizin insana her zaman ulaşabileceği yakınlıkta olduğu, dolayısıyla şefaatçi ve torpilcilere ihtiyaç olmadığını Kur’an’ın apaçık beyanlarından öğrenmekteyiz.

“Andolsun ki, biz insanı yarattık. Ona nefsinin ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi,50/16.)

“Onlar, yalnızca sonucun ortaya konmasını mı bekliyorlar? Sonucun geldiği gün, önceleri onu unutmuş olanlar: ‘Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bize şefaat edecek bir şefaatçi var mı?” (Araf,7/53.)

Hem Allah her tür çağrıyı ve her tür kıpırtıyı işitebilen bir ilahtır. O’nun işitmesinde hiçbir noksanlık yoktur ki, çağrımızı ve yakarışlarımızı duyurmak için aracılar ittihaz edelim.

b)Allah’ı Tesbih Eden Sıfatlarla Başlayıp Bitmeli

Dua Allah Teala’dan istendiği için yakarışın konusuna göre O’nun bir ismini anmak gerekir. Rahmete son derece muhtaç bir durumda şifa talep eden Eyüp peygamber duasında Allah’ın merhamet sıfatını gündeme getirmiştir.

Allah’ın rahmetine sığınmak güzel bir duanın taşıması gereken öğelerdendir. Duada hitabedilen makam, Allah’a ait olduğu için kuru kuruya direk isteklerin sıralanması doğru değildir. Tüm hayatı kuşatan bir ibadet olan duanın Allah’ı tesbih, tenzih ile yüceltip övmesi gerekir. Ancak bundan sonra taleplerin dile getirilmesi kulluk şuuruna uygun makbul bir dua olabilir. Yüce Allah yeryüzünde tevazu ile yürüyen dürüst ve erdemlilik timsali kulları için çok sayıda tesbih ve tenzih örneğini Kur’an-ı Mubin’de zikretmiştir. Ali İmran Suresi’nden bir örnek okuyalım:

“De ki: Ey mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği dilediğine verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın, Bütün İyilikler Senin elindedir. Doğrusu Sen istediğini yapmaya kâdirsin. Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın. Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın. Ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.” (Ali İmran, 3/26-27)

Duanın başında ve sonunda anılan Allah’ın sıfatı kulun sadece ihtiyaçlarını Rabbine bildirmeyip, asıl amacının O’nu anmak olduğunu gösterir. Çünkü istekte bulunma hakkı öncelikle Allah’ındır. Değil mi ki O ilah biz kuluz, öyleyse emretmesi gereken Allah’tır? Öyleyse O’nu duamızı gerçekleştirmekle görevli bir me’mur gibi takdir etmek zulümdür.

Peygamberlerin Kur’an’da örnek olarak anılan dualarına baktığımızda sadece muhtaç durumda Allah’ın yardımının talep edilmediğini, asıl O’nu tesbih etmek için içinde bulunulan ruhi şartlardan yararlanıldığı görülür. Mesela Süleyman a duasının sonunda Allah’ın latif sıfatını anarak, Musa peygamber sonsuz merhametine sığınarak, Zekeriyya a sonsuz işitme gücüne ve kudretine vurgu yaparak O’nu tesbih etmiş yüceltmişlerdir.

Değil mi ki duanın asıl amacı, kulun tevazu hislerini Rabbine iletmesi, bollukta da darlıkta da O’na yönelerek ibadet etmesidir? Öyleyse kuru kuruya, Allah’ı yücelten ifadelerle güçlendirilmemiş peş peşe isteklerin sıralandığı bir dua Tevhid inancına da uygun değildir. İsa peygamber elbiseleri gibi yürekleri de bembeyaz olan arkadaşlarının imanda yakîn’e erişmek için istedikleri Gök Sofrası için Allah’a yakarmıştır. Bu makbul duanın da başında ve sonunda “Allah’ı tesbih-tenzih ederek yüceltmek” esasına riayet edilmiştir:

“İsa Meryem’in oğlu, ‘Ey Allahım, ey Rabbimiz!’ dedi. ‘Gökten bize bir sofra gönder; o bizim için –ilkimizden sonuncumuza kadar- sürekli tekrarlanan bir ziyafet ve Senden bir işaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver, zira Sen rızık verenlerin en iyisisin!” (Mâide, 5/114.)
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın.

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.