03 Ocak 2010 12:04 | |
HALUK GÜMÜŞTABAK | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? Değerli arkadaşım Rabbim kuranda bazı konulara inanmak istemeyen ya da zorlanan insanlar için Aliimran suresi 7.ayetinde bakın ne diyordu bizlere hatırlayalım? ( Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap’ın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler.) Değerli arkadaşım lütfen bunu sizin şahsınıza asla söylemiyorum, beni yanlış anlamayın sakın, böyle anlarsanız üzülürüm. Rabbim kolaylaştırdım, düşünün anlayacaksınız dediği kuranın anası olan muhkem ayetlerin bizleri ibadet konusunda bağlayıcı, yön gösterici, kötüden alıkoyan ayetleri muhkemdir açıktır. Örneğin ibadet konusunda verilen detaylar. Yardımlaşma konusunda teşvikler. Hayatımızı yaşarken ailemizin ve toplumun nasıl yönlendirileceği konusunda çok net açıklamalar yapar. Bizlerin aklı başında olan insanların bunu anlayacağını bakın ben söylemiyorum, Yüce Rabbim söylüyor. Bende diyorum ki madem öyle söylüyor Yaratan bende buna inanıyorum. Daha önceki toplumlarda bakın her şey açık değil diyerek, açık ayetleri bırakıp anlaşılması zamana bırakılmış yada Rabbin özellikle detay vermek istemediği açıklamaktan kaçındığı, gizlediği ayetlerin peşine düşüldüğünü söylüyor bizlere. Şimdide aynı düşünce işlenmiyor mu toplum üzerinde? Şimdi gelelim sizin sorduğunuz ayetlere, önce yazalım. Gök yarılmış, o gün o; zayıflamış sarkmıştır. (Hakka 16) Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rablerinin tahtını, bunların da üstünde sekiz (melek) taşır.(Hakka 17) Yukarıdaki ayetleri okuyan bir insan, sözlerindeki detayları anlamasa da, bu anlatım şeklinden kıyametin tasvirinin olduğunu hemen anlar. Devamındaki ve öncesindeki ayetleri okuduğunuzda mahşer gününün, hesap gününün bahsedildiği hemen anlaşılır. Şimdi kendimize soralım. Bu ayetlerden başka ne anlamamız beklenebilir? Örneğin sekiz melek taşır sözlerinden bir şey çıkaramadığımızda ayeti eksik mi anlarız? Şimdi sormak isterim bu meleklerin sayısı yada melekler sözlerinden ne anlatılmak istendiğine dair hiçbir açıklama yokken, bizlere değişik anlamlar verenlere inanmalı mıyız? Rabbim bazı konularda çok net açıklamalar yapmışken acaba kendi katından bahsederken neden detay vermez hiç düşündük mü? Bakın size bir ayet hatırlatmak istiyorum, bu Rabbin bizlere apaçık bir uyarısıdır. Acaba Rahman kendi katından açıklamadıkları konularda bizlerin konuşmasına ne diyor? Bunun cevabını yine kuranda aramalıyız. Araf suresi 33. ayet; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Yukarıdaki ayete bakalım, bakın ne diyor Rabbim? hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Şimdi bu sözler üzerinde düşünelim. Yazdığınız ayette bazı sözler var ki, detay verilmeden bahsedilmiş ama ayetlerde kıyamet tasvir edilerek, hesap günü hatırlatılmış. Şimdi bizler bunun anlatılmak istenen anlamına mı bakmalıyız, yoksa açıklanmayan melek ve onların sayıları üzerinde mi düşünmeliyiz? Sanırım bu ayeti çok diyi düşünmeli ve idrak etmeliyiz. İyice düşündüğümüzde Rabbin Kuranda hiç bahsetmediği yüzlerce konuda o kadar çok detaylar anlatılıyor ve bunların Allah katından olduğu söyleniyor, bizlerde kurandan habersiz inanıyoruz. Daha açıkçası her gün Rabbin yasakladığı ve büyük günahlar arasında saydığı bu HARAM suçunu işlemiyor muyuz? Değerli arkadaşım bizlere düşen, Rabbim in açıkladığı ve dinin anası olan konular üzerinde kendimizi yoğunlaştırmak olmalıdır. Zamanla birçok konu İlim adamları tarafından çözülecektir. Allah göğün yedi katından bahsederken bundan 300 yıl önce bu sayının ne olduğu bilinmiyordu. Bilmediği zamanda imanlarında bir eksiklikte olmuyordu. Tatlı suyla acı suyu birbirine karıştırmayız ayetini elli yıl öncesine kadar iman edenle etmeyeni ayırırız anlamındadır diye anlatılıyordu, ama bilim adamları gerçekten okyanusta bunu buldu. Şimdi düşünelim bu ayeti yanlış anladıklarında imanlarında bir eksiklik mi oldu, günaha mı girdiler? Bunlara benzer o kadar çok ayet var ki, bizler bilinmeyenlerin peşinden gitmeyi daha heyecanlı görmüşüz sanırım, apaçık sözleri görmezden gelerek. Yaratanın da bizleri yönlendirdiği, bizleri bağlayan apaçık ayetlerdir, apaçık ve detaylı dediği ayetler bizleri bağlayan imanımız için gerekli olan muhkem ayetlerdir. Rabbim yazdığınız ayette geçen melek sayısının ne olduğunu sormayacak bizlere, soracağı seni O gün için ikaz etmiştim ama anlamadın diye hesap soracaktır. İşte benim anlatmak istediğimde buradan başlıyor ve diyorum ki, Rabbim dinin anası olan Muhkem ayetleri bizleri bağlayan ayetleridir ve onları da apaçık nice örneklerle verdim sizlere diyorsa, ben bunun peşine düşerim, açıklanmayanların izah edilmeyenlerin ya da detay verilmeyenlerin değil. Bu yolu takip etmemin nedeni rabbin bunları söylediği içindir. Hatırlayın peygamberimiz devrinde bazı inançlarının değiştirildiğini, nesih edildiğini kaldırıldığını gören birçok insan, kuranı yeterli görmeyip eski geleneklerini bırakmak istemediklerinde nasıl bir ayet indirmişti Rabbim? Ankebut 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Size sormak isterim, burada Rabbim apaçık o günkü topluma size Kuran yeter demiyor mu? O günkü topluma kuran yeteceğini söylüyorsa bizler bu kitaba tabi değilmiyiz? Şimdi ben bu ayetleri gördüğüm halde nasıl bunların tam tersini söyleyenlere inanırım? Bu düşünceden yola çıkarak Rabbim apaçık gönderdim dediği, kolaylaştırdım derken yemin ettiği bir kitabın muhkem ayetlerini acaba herkes okuduğunda ayrı şeyler mi anlar? Kuran nasıl namaz kılacağımızı, nasıl oruç tutacağımızı, nasıl hacca gideceğimizi, mirasımızı nasıl paylaşacağımızı, boşanan bir kadının bekleme sürelerini, kimlerle evlenmemizin yasak olduğu, daha açıkçası bizleri bağlayıcı yol gösterici ayetleri kimler değişik anlamış bana lütfen söyleyin? Kuranın hiç bahsetmediği hacca gittiğinde şeytan taşlama bakın kuranda yok dersek işte burada yanlış yapmış oluruz. Genellikle yaptığımız yanlışta bu türden yanlışlar. Yanlış yapılan hiç bahsedilmeyen konuları Allah aslında burada bundan bahsediyor denmesinden çıkıyor yani hiç açıklanmayan izah edilmeyen konulara beşerin ilavelerinde çıkıyor ayrılık. Bana lütfen örnek gösterin bakın muhkem ayetlerden şu ayet açık değil deyin bana size hak vereyim. Dikkat edin din ve iman adına yapmamızı emrettiği apaçık denilen ayetlerden bahsediyorum. Değerli arkadaşım çok ama çok üzülüyorum çünkü Rabbin apaçık ayetleri görmezden geliniyor, beşerin sözleri iltifat görür olmuş, nasıl üzülmeyeyim? Allah yardımcımız olsun işimiz gerçekten çok zor. Ben apaçık Rabbim bir şey söylüyorsa bunun tersini söyleyene asla iltifat etmem, inanmam. Çünkü imtihanı yapacak Rabbim sorularını soracağı Kitabı elimize vermiş. Sizce, sizi bu kitaptan imtihan edeceğim diyen Rabbim, daha sonra (HÂŞÂ) sözünden dönüp başka kitaplardan da hesaba çeker mi? Karar sizin. Selametle Haluk GÜMÜŞTABAK NOT: Bu yazıma abone olmama rağmen verilen cevaplar meylime gelmiyor sanırım bir sorun var. |
03 Ocak 2010 00:04 | |
Yitiksevda | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? Haluk abim tabiki saygı duyarız düşüncenize o zaman size şöyle bir soru sorayım Herkes Kuran'i kerimi farklı anlayacaksa bizler hangisini baz alacağız ? Gök yarılmış, o gün o; zayıflamış sarkmıştır. (Hakka 16) Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabblerinin tahtını, bunların da üstünde sekiz (melek) taşır.(Hakka 17) Haluk abim vermiş olduğum ayetleri nüzul sebebine bakmadan bana açıklayabilirmisiniz Rablerinin tahtını özellikle ? |
02 Ocak 2010 23:51 | |
HALUK GÜMÜŞTABAK | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? Değerli Fecr kardeşim Sayın İslam oğlunun yazdığı bu yazı bana verilen ve benim ona yazdığım bir yazıya cevaptı. Tabi daha sonra benim ona verdiğim cevaplarda vardı, belki okumuşsunuzdur. Şimdide Sayın Yitik sevda arkadaşıma, bana yazdığı kendi yazısından alıntı yaparak ve o yazının Başörtüsü savunmasında geçen mantıkla cevap vermek istiyorum. Önce peygamberimiz devrinde giyim kuşamın nasıl olduğunu açıklayan bölüme bakalım. (Nitekim bu ayetler başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. O günkü toplumda değil kadınlar erkekler bile, kimisi sıcaktan, kimisi Arap örfünden zaten başlarını bir şekilde örtmektedirler. Yani erkek kadın hemen hiç kimse "başı açık" dolaşmamaktadır. Sarık, kaftan, tül, renkli bez vs. başlarına bir şeyler dolayıp sararak veya alarak dışarı çıkmaktadırlar.) Yukarıdaki bilgileri düşünelim. Karşınızdaki toplumun tamamının başı örtülü ama göğüsleri açıkta kalıyor ve buna dikkat edilmiyor. Karşınızda ki bu toplumun kadınlarına ve tüm Müslüman âlemine Dünya durdukça bir emir vereceksiniz ve giydiğiniz başörtülerinizi yakalarınızın üzerine salın ki göğüsleriniz görünmesin diyeceksiniz. Şimdi size soruyorum burada geçerli olan emir nedir? Zaten başınızı örtüyorsunuz bunu söylememe gerek yok, onun için burada yalnız göğsün örtülmesini emretmekle, ikisinin de örtülmesini anlayın mı demek istiyor sizce Rabbim? Şimdide bu düşüncenin savunmasını yapan yazıdan alıntı yapalım ve özgür irademizle düşünelim. (Peki, öyleyse ayet ne demektedir? Dikkat edilirse "Başörtüsü takın, başınızı örtün" denmiyor da "Başınıza aldığınız o örtüleri boyunlarınıza, omuzlarınızdan aşağıya da salın" deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadınlarının başörtülerini arkadan bağlayarak, omuzlarını ve göğüslerine kadar boyunlarını açıkta bırakmalarıydı. Böyle daha çekici olacaklarını düşünüyor olmalılar. Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir.) Yukarıdaki izahı okudunuz. Burada başınızı örtün denmediğini ama zaten başın örtülü olduğundan yola çıkarak bunu söylemesine gerek yok deniyor. En sonunda söylenen düşündürücüdür. ( Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir.) Acaba işi yokuşa sürmek hiç emredilmeyen bir farzı zaten kullanıyorlar neden böyle bir emir verilsin diyerek izah etmek, esas işi yokuşa sürmek değil midir sizce, lütfen bunu düşünün. Şimdi de yukarıdaki düşünceyi kurandan araştıralım gerçekten daha önceden farz ise şimdi Kuranda izah etmesine gerek yok mudur? Rabbim biz gönderdiğimiz kitaplar arasında bazı ayetlerin hükümlerini kaldırdığını yani nesh ettiğini söylüyor ama dikkatle düşünün lütfen, hangileri olduğunu asla söylemiyor ve diyor ki onun yerine daha iyilerini getiririz. Hatta bakın size bir ayet örnek vermek istiyorum konumuzla çok ilgili. Maide Suresi 101 ayet; Ey iman sahipleri; size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah Bağışlayandır, Merhametlidir. Yukarıdaki ayeti çok dikkatli düşünelim, kuran ayetleri indiriliyor ve indirilirken bazı ayetlere şaşıran ve de itiraz edenler olmuş ki, hoşunuza gitmeyen ayetleri o an indirilirken sorarsanız sizlere açıklanır diyor. Daha sonra sormayın çünkü onları Allah affetti, kaldırdı yani nesh etti diyor. Peki, bunlar hangileri diye sorduğumuzda hiç birisi açıklanmıyor. Bu durumda bizler, daha önceki peygamberlere gelmiş bir farz emri Kuranda açıkça göremediğimizde, zaten daha önceki kitaplarda var onu söylemesine gerek yok diyebilir miyiz? Asla bunu söyleyemeyiz. Şimdide şu sözlerin üzerine düşünelim. (Çünkü Kuran'ın çoğu emri zaten böyledir. Yani ayetler çoğunlukla "yürürlükteki durum" üzerine gelir ve onu düzene sokar.) Allah daha önce farz olan tüm ibadetleri bizlere söylüyor ama dikkat edin hepsi konusunda tekrar çok net detaylı açıklamalarda bulunur. Örneğin namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi ibadetlerin sizden öncekilere de farz olduğunu söyler ve çok detaylı açıklamalarda bulunur. Bizler bize öğretilenleri kuranda bulamadığımızda ne yazık ki bakın bunlar yok işte diyebiliyoruz. Saydığım bu ibadetler sizden öncekilere farzdı siz devam edin demiyor, hatta hatırlayın sizden öncekilere oruç geceleri cinsel ilişki yasaktı ama şimdi sizlere serbest bıraktım sizleri bağışladım diye açıklıyor. Şimdi düşünün bu açıklamayı yalnız yapar diğer kısımlarını yapmazdı. Neden oruç konusunda çok detaylı açıklamalar vardır kuranda. Hac konusunda da aynı şekilde, daha önce farzdı herkes yapıyordu diyerek bırakmıyor, en ince detayına kadar anlatır, seva ve Merve tepelerinin bile ziyaretinin bir sakınca olmayacağına kadar açıklama yapılıyorsa, neden Allah göğsün örtülmesi emrinde başında örtülme emrini açıkça vermesin? Diyelim ki bu ayette vermedi neden kuranın hiçbir yerinde tek bir cümle bile kadın saçı örtülmelidir demesin? Bakın Rabbim ne diyordu Kuran ayetleri için hatırlayalım. (Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız yalnız ondadır.) (Ey insanlar, bakın size Rabbinizden kesin bir delil geldi; size açık bir nur indirdik.) (Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık.) (Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk.) Zühruf Suresi 44 Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız. Sizlere şimdi şu soruyu soruyorum. Acaba yukarıda yaptığım izah ve açıklamalardan sonra, rabbim zaten sizin başınız örtülü, daha önceki kutsal kitaplarda başörtüsü emri vermiştim şimdi bundan bahsetmeye gerek yoktu diyerek, kuranda hiç bahsetmemesi yukarıdaki ayetlere uyuyor mu? Rahman sizin için bir öğüt dediği, apaçık delillerin olduğunu söylediği, her benzetmeden nice örnekler, her türlü örneği değişik ifadelerle verdim dedikten sonra son noktayı koyup, SİZLERİ BU KİTAPTAN SORUMLU TUTACAĞIM diyerek acaba başın örtülme emrini söylemeye gerek duymamışmıdır? Yeminle kolaylaştırdım dediği kitabın özelliklerine uyar mı bu düşünce? Nasıl olurda açıkça söylemediği bir emirden hesaba çeker bunu hiç düşünüyor muyuz? Şimdide tüm bu kuran gerçeklerini örtmek için verilen örneklere bakalım gerçekten doğrumu. Bakın nasıl bir örnek vermişler. (Örneğin, "Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der.) Şimdi söylediklerini ayetle karşılaştıralım. Cumua 9: Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz bu sözleri okuduğunuzda ne yapmak için işi gücü bırakın dediğini anlamadınız mı? Yani çağrılmanın namaz için olduğu açıkça söylenmiyor mu? Düşünebiliyor musunuz bir tek kılın, sözü yok diye nasıl olurda başörtülerinizle göğüs açıklarınızı örtünüz ayetiyle eş tutarda bunu örnek veririz? Cumua ayetinde açıkça işini bırak namaza koş diyor, orada sohbet etmek için gidileceğini anlayan var mı? Namaz için çağrıldığı açıklaması zaten var. Ayet çok açık koş ve namaz kıl diyor. Diğerinde de aynı başını örttüğün örtüyle göğüslerini de ört. Bakın ben bu sözün başörtüsü olduğunu kabul ederek tüm açıklamalarımı yapıyorum. Daha öncede örnek vermiştim bir benzerini tekrar vereyim. Karlı kışlı bir açık hava toplantısın da kar yağıyor, hava çok soğuk herkes çok sıkı giyinmiş kaşkollerini takmış ama bir gurup çok dikkatsiz kaşkolleri olduğu halde onu göğsüne sarmamış kenarda sallanıp duruyor. Konuşmacı guruba seslenip hava çok soğuk çocuklar, kaşkollerinizi göğsünüze sıkıca sarın hasta olacaksınız dediğinde siz ne anlarsınız? Son olarak bir alıntı daha yapmak istiyorum. (O zaten takmakta olduğunuz başörtüleriniz var ya, işte onları aşağıya doğru da salın, başınıza toplayıp da boynunuzu, omuzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açıkta bırakmayın" demek olur.) Sonuç olarak Nur suresi 31. ayetten bunları anlamalıyız açıkça söylemediği halde diyor bunu yazan. Eğer bunları anlarsak yukarıda yazdığım onlarca ayeti kabul etmemiş oluruz, sırf bizlere öğretilenleri doğrulamak adına. Allah kuranda daha önceki toplumlara farz olan tüm ibadetler konusunda, asla açıklamadan geçmediğini ve her konudan örnekler verdiğini söylüyor. Fakat bu yazıda bazı ayetler tam açıklanmamış çünkü daha önce zaten farzdı onun için bahsedilmesi gerekmezdi düşüncesini savunuyor ve başörtüsünün kuranda farz olduğu açıklamasının yapılması gerekmediği söyleniyor. Benim buna inanmam mümkün değil dostlarım. İnandığımda yüzlerce ayete iman etmemiş olduğumun farkındayım. Bunu benden istemeyin. Elbette bende sizlere saygılıyım, her insan istediğine inanır, çünkü hesabı herkes kendisi verecektir. Benim söylediklerim eğer kurana aykırı sözlerse ben yanılıyorum demektir, Allah yardımcım olsun derim. Ama yok söylediklerim kurana uyuyorsa sizlerin daha dikkatli düşünmesi ve karar vermesi gerekecek. Rabbim hepimizin yardımcısı olsun SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK |
02 Ocak 2010 15:48 | |
FECR | BAŞÖRTÜSÜ FARZİYETİ BAŞÖRTÜSÜ FARZİYETİ "Amacım yalnızca rabbimin gerçek yolunu Kur'an'dan bulmaktır" diyen bir okurunuz varsa, ciddiye alırsınız değil mi? Ben de, o dinini ciddiye aldığı için onu ciddiye aldım. Bu okur şöyle diyor: "Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu söylenir, baştan bahsedilmez. "Arapçada kadınların başlarına örttükleri şeyin özel adı "hımar" değil "mikna" (doğrusu mikne'a SH) ve "nasıyf"tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın "mikna(çoğulu mekani)" ve "nasıyfın" hanımların başlarını örttükleri kumaşın adı olduğu yazılıdır." Allah eğer "hımar" kelimesi ile başın örtülmesini isteseydi "hımarürres" gibi bir vurgulama ile başörtüsü diyebilirdi" Bunlar, başkalarının kesesinden harcanan yalan-yanlış paketi sevgili okur. Kimin kesesinden almışsanız dolmuşa binmişsiniz. Buna, Kur'an'a uymak yerine Kur'an'ı kendinize uydurma sonucunda düştüğünüz çelişkiler de eklenince, iş içinden çıkılmaz olmuş. Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi, içinde "baş" kelimesi geçerdi! Peki, bu durumda bir önceki cümlede hanımların başlarına örttüğü şeyin adının "mikne'a" ve "nasif" olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Nerede bunların içinde baş? Kişi hiçbir şey bilmese de haddini bilecek. "Hangi sözlüğü bakılırsa bakılsın" iddiası yapacak bir kişinin, asgariden sözlüklere bakması lazım. Baksaydı ne görürdü? Tabi ki, Arapça'da kadınların kullandığı örtü mikna (doğrusu mikne'a) ve nasif'ten ibaret olmadığını. Şöyle ortalama bir Kur'an talebesi olsaydı, sözlükte şunları görürdü: 1. Burka' (veya burku'): Bütün yüzü örter. (Erkeğin kullandığına kına' denir). 2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür. 3. Lifâm: Her iki gözü de burun üstünden itibaren açık bırakan başörtüsüdür. 4. Lisâm: Burun açıkta kalacak şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür. 5. Hımar: Yüz hariç başın ve boynun tamamını örten ve Kur'an'da emredilen örtüdür. 6. Nasîf: Hımar'ın daha büyüğü, Anadolu'daki "atkı"ya benzer başörtüsüdür. 7. Mikne'a: Nasif'ten daha büyük olup bel altına kadar uzanan başörtüsüdür. 8. Cilbab: Yüz hariç baştan ayağa her tarafı örten örtüdür. Hımar, lugat olarak tereddütsüz başla ilgilidir. İçki'ye de aklı örttüğü için aynı kökten "hamr" denilmiştir. İkisi arasındaki ortak nokta "baş" ile ilgili olmasıdır. Mesela küfr de "örtmek" demektir. Ama başa veya akla değil, kalbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır. "Hani bunun içinde baş?" sorusu kasıtlı bir tahrif ve saptırma amacı taşımıyorsa, cehaletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada kullanılan tüm başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiçbirinin içinde "baş" yoktur. Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı, bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de bacak değil başı örter ve içinde "baş" geçmez. Hoş Arapçada na'leyn, huffeteyn, cevrabeyn de ayağa giyilirler, ama içinde "ayak" geçmez. "Hani bunun ayağı?" diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddi ise, "Hani bunun başı?" sorusu da o kadar ciddidir. Okurumun cebinden harcadığı "kitabına uyduranlar" takımı ne diyor: "Hımar başı örtmez, göğüsleri örter?" Yani? Yanisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs örtüsüdür. Peki, aynı mantıkla sormak gerekmez mi: Bir: Nerede bunun içinde göğüs? İki: Sen, örtü ayeti inmeden kadınların göğsü açık gezdiğini söylemiş oluyorsun, haberin var mı? Bir alıntı daha yapalım "tüm maksadım Kur'an'ı anlamak" diyen okurumuzdan: Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer. Yani hımarın başı kapatması değil, ayette açıkça yaka dekoltesini örtmesi istenir. (Yaka açığı manasına gelen 'cuub' (doğrusu "cuyub" SH) kelimesi hem bu ayette kapanılacak.." Ey sevgili okur! Kur'an tüm âşıklarına önce haddini bilmeyi öğretir. Çünkü Kur'an haddini bilmezliği "cahiliye" olarak adlandırır ve ebediyen mahkûm eder. Zaten başörtüsü emrini de "haddini bilmezlik çağı" ile "Allah'a kayıtsız şartsız teslim olan insan" anlamındaki "Müslüman" kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmak için emreder. Aynı zamanda O'nun "Rabbimin emri başım gözüm üstüne!" deyip demeyeceğini imtihan için emreder. Ceyb; "aralık, açıklık, yırtık, yırtmaç, kesik, kopuk" anlamlarının tamamını kapsar. Başta aynı kökten türetilmiş olan "cep" olmak üzere, "açık yerler, göğüs yırtmacı, yaka açığı, kol açığı, elbise yırtığı", hülasa elbisenin tek parmağın içine gireceği tüm açık yerlerine denir. Hatta Kur'an, Semud kavminin kayaları yararak vadi oymasını da aynı kökten (cabu's-sahr) bir kelimeyle ifade eder. Soruyu zihinden "kesip" attığı için "cevab" da aynı köktendir. Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir? Açık ve net olarak şunu: Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak şekilde mazbutça örtmeyi. Tabiî ki bu emir Allah'ın kitabına uyacaklar içindir. Kitaba uymak yerine kitabına uydurmaya ne gerek var? Yalan yanlış türrehatı yayıp vebale girmeye ne gerek var? Unutmayalım İslam "teslim almak" değil "teslim olmak" manasına gelir. ................ Kur'an'ın ortaya koyduğu bir hüküm yalnız lafızdan yola çıkılarak anlaşılamaz. Ona mana ve maksadı da eklemek şarttır. Maksadı öğrenmek için ise: 1) O konudaki tüm ayetleri iç ve dış bağlamlarından koparmadan tümevarım yöntemiyle okumaya tâbi tutmak; 2) Ahlakı Kur'an olan Hz. Peygamber'in o Kur'anî hükmü hayata nasıl tatbik ettiğini bilmek; 3) O hükmün tatbik edildiği nüzul ortamını bilmek şarttır. Kur'an başı gökte ayakları yerde olan ilahi bir hitaptır. Başı manayı, ayakları lafzı, bastığı yer dış bağlamı/olguyu, baktığı yer teşri yönünü gösterir. Nur 31'de emredilen başörtüsü değil de ğöğüs ya da omuz örtüsü diyenler, bu ayet geldiğinde mümin hanımların göğüsleri açıkta gezdiğini söylemiş oluyorlar. Bu ayet zaten var olan örtünün doğru kullanılmasını emrediyor. Onları yanıltan, ayet geldiğinde kadınların başörtüsünü hiç tanımadıkları ön kabulüdür. Oysa ki nüzul ortamında örtü yaygın olarak kullanılıyordu. Örtü hürriyet ve saygınlık alametiydi. Hz. Hatice Hz. Peygamber ile evlendiğinde örtülüydü. Örtünün o kadar saygın bir yeri vardı ki, bir kadının başörtüsüyle kesilen savaşlardan söz eder kaynaklar. Muhabbar sahibi şöyle bir olay anlatır: Ümmü Kırfe bt. Rebi'a b. Bedr, Malik oğullarından saygın bir kadındı. Ğatafan'dan iki ordu savaş için karşı karşıya geldi. Tam savaş başlayacaktı ki, bu kadın başörtüsünü iki ordu arasına astırarak savaşı önledi (be'aset hımârahâ fe'ullika beynehum fe'stalehû). Kur'an "elbise"yi tıpkı ayet gibi Ademoğlu'na "inzal edilen" bir nimet olarak takdim eder (7:26). Giyinmekten maksadın cinselliği örtmek olduğunu, cinselliğin özel bir alan olduğunu dile getirir (7:25). Örtünmenin temelinde cinselliğin kamuya açılmaması ilkesi yatar. Örtünme emri, kadın-erkek ilişkisinin cinsiyet değil şahsiyet üzerinden gerçekleşmesi içindir. İlişkinin zehirlenmemesi içindir. Örtünmenin sınırlarını koyan, kadını da erkeği de yaratandır. O yarattığını bilir. Mesele O'na güven meselesidir. Zaten imanın ahlaki tanımı "Allah'a güven" değil midir? Bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. Peki, o sınırı kim koyacak? İslam bu soruya "Allah" diyor. Müslüman, buna iman edip Allah'ın hükmüne teslim olan demektir. Gerisi mi? Gerisi, Kur'an'ın (49:16) ifadesiyle "Allah'a din öğretmeye kalkmaktır". MUSTAFA İSLAMOĞLU |
02 Ocak 2010 15:23 | |
Yitiksevda | KUR'AN'DA BAŞÖRTÜSÜ VAR MI? İhsan Eliaçık Kuran, cinsel cazibe gibi doğuştan gelen bir takım avantajlarını kullanarak toplumda üstünlük sağlamaya, bundan rant devşirmeye çalışanların önüne set çekmektedir. Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı "hukuka" dayanmadığı için hukukî çözüm de olamıyor. Aslında "siyasî" olmadığı için "siyaset" de çözüm üretemiyor. Bu yasağın tek sebebi var; zor. Evet, bu yasak "zora" dayanmaktadır. Başka hiç bir dayanağı yoktur. Ancak bu yazıda asıl konumuz bu değil. *** Öte yandan bir İslâm devletinin (aslında adalet devletinin) insanlara Kuran'da geçiyor diye başörtüsü dayatma hakkının olup olmadığı veya başörtüsünün zamanı geçmiş tarihsel bir hüküm olup olmadığı ayrıca ele alınması gereken konulardır. Bu yazıda bunlara da girmeyeceğim. Zora dayanan bu yasak öyle noktalara geldi ki, malûm dayatma yetmiyormuş gibi kimileri de çıkıp "Zaten Kuran'da başörtüsü diye bir şey de yok" demeye başladı. Bu konuda aldığım yığınla elektronik posta (e-mail) üzerine artık bize de yazmak vacip oldu *** Önce, var mı yok mu, doğru bir şekilde anlayalım. Öncelikle ne deniyor, serahaten ortaya koyalım. Kuran'da bu konuya tekabül edebilecek birkaç kavram var. Konuyu onlar üzerinden ele almaya çalışacağım. Bunlardan dördü; himar, cilbab, tebberrüc ve kavl-i ma'ruf kavramları ile ifade edilen ve doğrudan kadınların baş ve vücut örtülerini, dışarı çıkmalarını ve konuşma tarzlarını düzenleyen ayetlerdir. Bunlarla ilgili açıklamaları elini vicdanına koyarak ve arka plânını kavrayarak okumak, ne dendiğini seraheten (apaçık bir şekilde) ortaya koyacaktır. 1- HİMAR Bu kavram doğrudan kadınların "başlarını" örtmeleri ile ilgilidir. "Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Görünmesi zarurî olan yerler dışında cinsel cazibelerini sergilemek için açılıp saçılmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar." (Nur; 24/31) Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır. Demek ki o günkü toplumda; 1- Bakışlarını sakınmayan, 2- Irz ve namuslarını korumayan,3- Görünmesi zarurî olan yerler dışındaki yerlerini de cinsel cazibelerini sergilemek için açıp saçan, 4- Başörtülerini yakalarının üzerine salmayan bir takım kadınlar vardır. Ayet "mümin" kadınlara bunlar gibi olmamaları çağrısında bulunuyor. İlk üçü anlaşılabilir olduğu için dördüncüsünden başlayalım. Ayette "başörtülerini" diye çevirdiğimiz "humuruhinne" kelimesi HAMR kökünden gelir ve tam anlamıyla "başörtüsü" manasına gelir. Kelimenin kökünü biraz deşersek; HAMR: Sözlükte " Örtmek, kapamak, mayalamak" demektir. Örtünmek, örtmek, kapanmak (ihtimâr), karışmak, alışmak (muhâmere), mayalamak, örtmek (tahmîr), mayalanmak, örtünmek, kapanmak (tahammür), başı döndürüp karıştıran, aklı örten, şarap, içki (hamr), baş döndüreni satan, şarapçı (hammâr), başı döndürme, aklı örtme yeri, şaraphane (hammâre), şarap rengi, koyu kırmızı (hamriyyun), hamurun içine örtülüp karışan, maya (hamîra), mayalı, örtülü, kapalı (mahammer), örtülmüş, mayalı, mayhoş, sarhoş (mahmur), içkinin verdiği baş ağrısı (humâr), başı beyaz koyun (muhammera mine'ş-şiyâh), başörtüsü, yemeni, eşarp (himâr) kelimeleri bu köktendir� Görüldüğü gibi ayette geçen başörtüsü (hımâr) kelimesinin en önemli özelliği "baş" ile ilgili olmasıdır. Nitekim bu ayetler başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. O günkü toplumda değil kadınlar erkekler bile, kimisi sıcaktan, kimisi Arap örfünden zaten başlarını bir şekilde örtmektedirler. Yani erkek kadın hemen hiç kimse "başı açık" dolaşmamaktadır. Sarık, kaftan, tül, renkli bez vs. başlarına bir şeyler dolayıp sararak veya alarak dışarı çıkmaktadırlar. On bin nüfuslu Medine'de yaşayan Yahudiler, Evs ve Haçreçliler, Muhacirler vs. dışarıdan bakıldığında üstlerinde "baş"larında bir takım örtüler olan insanlardır. Fakat özellikle kadınlarda bu örtü, örtünmek amacıyla değil, daha da çekici ve egzotik olmak amacıyla, "az aç-az kapa" tarzında olmaktadır. Peki, öyleyse ayet ne demektedir? Dikkat edilirse "Başörtüsü takın, başınızı örtün" denmiyor da "Başınıza aldığınız o örtüleri boyunlarınıza, omuzlarınızdan aşağıya da salın" deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadınlarının başörtülerini arkadan bağlayarak, omuzlarını ve göğüslerine kadar boyunlarını açıkta bırakmalarıydı. Böyle daha çekici olacaklarını düşünüyor olmalılar� Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir. Çünkü Kuran'ın çoğu emri zaten böyledir. Yani ayetler çoğunlukla "yürürlükteki durum" üzerine gelir ve onu düzene sokar. Örneğin, "Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der. Yine örneğin, "Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salat), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz Allah için yapın" der. Yine örneğin, "Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der. Demek ki bu tür ayetler yürürlükteki duruma müdahale etmek, yanlış taraflarını düzeltmek, ıslahat yapmak amacıyla gelmektedir. Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir. Başörtüsünün de böyle olduğunu düşünürsek, denmek istenen; "O zaten takmakta olduğunuz başörtüleriniz var ya, işte onları aşağıya doğru da salın, başınıza toplayıp da boynunuzu, omuzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açıkta bırakmayın" demek olur� İlginçtir, kadınların o günkü giyim tarzı bugün Fransızca'dan Türkçe'ye geçen "dekolte" kelimesi ile aynı manayı çağrıştırmaktadır. Çünkü dekolte Fransızca'da boynu açıkta bırakan giysi (decollete) demek. Bu sözcüğün kökü Latince'de boyun (col, collum) kelimesinden geliyor. Türkçe'ye de geçen, boyunda taşınan (koli), boyna sarılan (kaşkol), boyuna takılan (kolye) kelimeleri de bu kökten� Anlaşılan o günkü kadınlar saçlarını arkadan bağlayacak şekilde başörtüsü ile örtüyorlar, omuzlarını, göğüslerine kadar boyun kısımlarını gayet "dekolte" bir kıyafetle açıkta bırakıyorlardı. Bugünün tabirleri ile "derin göğüs ve sırt dekoltesi" ile dolaşıyorlardı. İşte ayette bu tarz örtünmenin bir anlamının olmadığı beyan ediliyor. "Örtünecekseniz doğru dürüst örtünün. O başlarınıza taktığınız başörtüsünü sırt ve göğüs dekoltenizi tamamlayan bir aksesuar olarak değil, örtünmenin mantıkî sonucu olarak iyice aşağıya salın, boynunuzu, göğsünüzü, sırtınızı örtecek şekilde yakalarınızın üzerinden salın ki örtünmüş olasınız�" denmek isteniyor. 2- CİLBAB Bu tabir de doğrudan kadınların "vücutlarını" örtmeleri ile ilgilidir. "Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dışarı çıkarken üzerlerine örtülerini alsınlar. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır." (Ahzap; 33/59) Ayette "örtülerini" diye çevirdiğimiz "celabîbihinne" kelimesi CELB kökünden gelir ve "teşhir edip dikkat çekmek için vücudun açılmasına mani olan dış örtü" demektir. Kelimenin kökünü biraz deşersek; CELB: Sözlükte "getirmek, kazanmak, çekmek, celbetmek" demektir. Getirmek, celbetmek (isticlâb), çekici, büyüleyici, albenisi olan (cellâb), ithal edilmiş, yabancı mal (celeb), dürtü, münasebet, sebep olan şey (meclebe), entari, uzun gömlek, genişçe başörtüsü (cilbâb), kendine doğru çekmek (celb ilâ nefsihi), atı teşvik için haykırmak (celb alâ fersihi) kelimeleri bu köktendir� Görüldüğü gibi cilbâb, bir kadının erkekleri kendine çekmesi, celb etmesi, kışkırtması, vücut güzelliği ve cinsel cazibesi ile tesir altına almasına mani olmak için üzerine aldığı genişçe örtü demektir. Böylece bir kadın erkekleri cinsel cazibesi veya dişiliği ile "kendine çeken" veya onları "kışkırtması ile tanınan" birisi olmaktan çıkacaktır. İlginçtir, bugünkü İngilizce'de kadın artistler için kullanılan "ünlü, şöhret, meşhur, çekici" anlamındaki celebtrity kelimesi de hem anlam hem yazılış bakımından aynı şeyi çağrıştırır. Demek ki Müslüman kadınlara dışarı çıkarken tanınıp eziyet edilmelerine, kendilerine lâf atılmasına, peşlerine düşülmesine karşı üzerlerine örtü (cilbab) almaları emrediliyor. Cinselliklerini ve vücut güzelliklerini ön plâna çıkarmamaları isteniyor. Çünkü o günkü toplumda bunları yapan; yani erkekleri vücut güzelliklerini ve cinsel cazibelerini bir silâh gibi kullanarak etkilemeye çalışan, onları kendine çeken, davetkâr tarzda dekolte giyinen, erkeklerin başını döndürmeyi, büyülemeyi, kendine celbetmeyi (celebtrity olmayı) âdeta meslek edinmiş kadınlar vardır. İşte Kuran, mümin kadınlara, bunlar gibi olmamalarını, üzerlerine genişçe örtü olarak "dişiliklerini" geri plânda tutup, "kişiliklerini" ön plâna çıkarmalarını öğütlüyor. İyice düşünecek olursak insan ruhunu derinlemesine bilen yüce bir bilgelik kaynağı ile karşı karşıya olduğumuzu apaçık görürüz� Erkek karakterinde varolan "bakmak, seyretmek, istemek, sahip olmak" karşısında, ona kendini tutmayı öğütleyerek "Bakma, olanla yetinmesini bil" diyor. Kadın karakterinde varolan "istenilmek, beğenilmek, ilgi çekmek, arzulanmak, kendine celbetmek" karşısında da, ona bütün bunlara karşı kendini tutması (imsak), dışarıya çıktığında(kamusal alanlarda) çekici, kışkırtıcı, celb edici davranışlarda bulunmaması, toplumsal yaşamda kültürü ve ahlâkî meziyeti ile yer alması gerektiği hatırlatılıyor. Yani ilâhî hitap erkeğe ve kadına en zayıf oldukları yerden sesleniyor. İnsan olmak, tam da "kendini tutmasını bilmek" ile ilgili bir şey değil midir? 3- TEBERRÜC Bu kavram da kadınların "dışarıda nasıl dolaşmaları gerektiği" ile ilgilidir. "Evlenme arzusu kalmamış yaşlı kadınların, açılıp saçılarak dikkat çekme niyetleri olmamak şartıyla, örtünmeden dışarı çıkmalarında bir sakınca yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlı olur. Allah her şeyi duyuyor, her şeyi biliyor." (Nur; 24/60) Ayette "açılıp saçılarak dikkat çekmek" diye çevirdiğimiz "muteberricât" kelimesi BURC kökündendir ve "vücudu göstermek, ortaya çıkarmak" manasına gelir. Kelimenin kökünü biraz deşersek; BURC: Sözlükte "Yükselmek, ortaya çıkmak, yukarı çıkmak" demektir. Kule yapmak, burç dikmek, yüksekçe yapı kurmak (ibrâc), kale yapmak (tebrîc), süslenip püslenmek (teberrüc), kule, burç (burc), yayın kulesi (burcu'l-irsâl), güvercin yuvası (burcu'l-hemâm), saat kulesi (burcu's-saa') kelimeleri bu köktendir� Aramice'de burgâ, Eski Yunanca'da pyrgos, Hind-Avrupa dil kökünde bhrgh yüksek yer, hisar anlamına gelir. Bugün Türkçe'ye girmiş olan burç, burgaz, burjuva, burjuvazi kelimeleri bu köktendir� Avrupa'daki kimi şehir isimleri de bu kökten gelir; Ham-burg, Petes-burg, Stras-burg vs. Demek bu şehirler yüksek tepelerde kurulmuş veya buralarda etrafı duvarlarla çevreli şato ve villâlarda yaşayan insanlar varmış. Onun için bunlara burjuvazi, yaşadıkları şehirlere de sonu "burg" ile biten isimler konulmuş. Bu durumda "proleter" de burçların dışında kalan, kenar mahallelerde yaşayan, yükseklere çıkamayan demek oluyor. Yine Araplar, üzerinde örtüsü bulunmayan apaçık gemi (sefinetun bâricun), üzerine saray resimleri yapılmış çok güzel elbise (sevbun muberrec), kendi güzelliklerini göstermesi açısından kadının saraya benzemesi (teberreceti'l-mer'etu), kişinin sarayından çıkması (zeheret min burcihâ) derlerdi. Yukarıdaki ayette yaşlı kadınların dışarı çıkarken dış elbiselerini üzerlerine almamalarında bir sakıncanın olmadığı beyan edilirken "Ziynetlerini teberrüc ettirme dışında" ifadesinde kullanıldığı gibi, ayete geçen teberruc, saklı ve gizli tutulup gösterilmemesi gerekli olan şeyi ortaya çıkarmak anlamında kullanılıyor. Demek ki teberruc, süslü ve ihtişamlı bir şekilde kendini gösteren saray (burj) gibi, veya bu saraylarda yaşayan "burjuva" kadınları gibi, kadının süslenip püslenerek, açılıp saçılarak kendini göstermesi, vücudunu ortaya dökmesi, açması, cinselliğini fark ettirmek istemesi manasındadır. Türkçede "açılıp saçılmak, açık saçık giyinmek, dekolte kıyafetlerle dolaşmak" dediğimiz şeyi çağrıştırır. 4- KAVL-İ MARUF Bu deyim ise kadınların "konuşmaları" ile ilgilidir. "Ey peygamber eşleri! Siz kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a saygınız varsa hafifmeşrep edalara bürünerek konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan kötü bir ümide kapılmasın. Ağırbaşlı olun, yerli yerinde konuşun. Vakarınızla evlerinizde oturun. Eski cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılarak ortalıkta salınmayın. Cânı gönülden namaz kılın, zekat verin. Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzap; 33/32-33). Ayette "ağırbaşlı, yerli yerinde konuşmak" diye çevirdiğimiz "kavlen ma'rufa" tabiri KAVL/URF kökünden gelir ve "herkesçe iyi kabul edilen, aklı başında, yerli yerinde söz" manasına gelir. Demek ki Hz. Peygamberin (s.a.v) eşleri üzerinden tüm müslüman hanımlara hitap olarak anlaşılması gereken bu ayetler özellikle iki konuda kadınların dikkatini çekiyor: 1- Konuşurken hafifmeşrep kadınları andırır tarzda, çekici ve davetkâr bir edayla değil, ağırbaşlı, yerli yerinde, uygun bir şekilde konuşun. 2- Dışarı çıkmak gerektiğinde cahiliye kadınları gibi cinsel cazibesini sergilemek için açık saçık, dekolte kıyafetlerle değil, kendinize yaraşır tarzda örtünerek çıkın. Öte yandan ayette geçen "Vakarınızla evlerinizde oturun" ifadesini kadınları eve hapsetmek olarak anlamamak gerekir. Çünkü ayette "Konuşmayın, hep susun" değil, "Maruf ile (ağırbaşlı, yerli yerince) konuşun" deniyor. "Dışarı çıkmayın, hep evde oturun" değil, "Cahiliye kadınları gibi çıkmayın" deniyor� Görüldügü gibi hamr, cilbab, teberrüc ve kavl-i maruf kavramları çerçevesinde izah etmeye çalıştığımız ayetlerde, gayet makul bir kadın-erkek ilişkisi öngörülüyor. Burada, kadın ve erkeklerin birbirinden kaçma-göçme tarzını göremeyiz. Çünkü başörtüsü, vücudu örtme, göz hapsine alıp bakma, açılıp saçılarak cinsel cazibeyi bir silâh gibi kullanma, lafla ve sözle taciz gibi kadın-erkek ilişkilerini insani bir vasattan çıkarıp, cinsellik panayırına dönüştüren söz ve davranışlar men ediliyor. Bütün bunlar kadınlarla erkekler "bir arada" olacağı için vardır. Eğer kadınlarla erkeklerin birbirini hiç görmemesi istenseydi bütün bunlara gerek olmazdı. Bunlar, bir arada olan bir topluluğun yaşacağı sorunlardır ve onlara yönelik akla ve vicdana hitabeden düzenlemelerdir. Bu ayetler Medine'de nazil olmuştu ve her toplumda olduğu gibi o toplumda da kadınlarla erkeklerin bir arada olması kimi sorunların doğmasına neden olmaya başlamıştı. Medine'de yeni bir toplum kuruluyor ve kadın-erkek ilişkileri yeniden düzenlenerek bir "şehir kültürü" inşa ediliyordu. Şehirli bir toplum kurmaya yönelen Kuran, çağlar boyunca sorun olmaya devam etmiş ve edecek gibi de görünen kadın-erkek ilişkilerini, ileride, aklı başında ve ortak akılla hareket edecek her topluma ışık tutsun diye böyle gayet makul çözümlerle ele alıyor� *** Unutulmamalı ki dünyanın bütün toplumları sokağa örtünerek çıkar. Ormandaki hayvanlar gibi üryan ve natural yaşayan bir toplum yoktur. Dünyanın bütün şehirlerinde kadınlar ve erkekler "üzerine örtü alarak" cadde, sokak ve işyerlerinde dolaşır. Bu son derece insanîdir. Ancak üzerine bir şeyler alarak dışarı çıkmak yetmemektedir. Kadınların ve erkeklerin konuşmalarına, bakışlarına, hal ve hareketlerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Erkeklerin, kadınlara nazaran doğuştan avantaj sağlayan fizikî güçlerini, kadınların da erkeklere nazaran doğuştan avantaj sağlayan cinsel cazibelerini bir silâh gibi kullanmamaları, bunu üstünlük vesilesi saymamaları, dahası bunun üzerinden geçinmeye kalkmamaları, doğuştan değil, sonradan kendi çabaları ile elde ettikleri meslek, kültür ve ahlâkî meziyetleri ile toplumda kendilerini göstermeleri gerekir. Çünkü insanın emek sarfederek, bizzat çalışıp kazanarak (sa'y) elde ettikleri dışında, doğuştan gelen avantajları aslında kendine ait değildir. Ona emanet olarak verilmiştir. İnsan doğuştan gelen avantajlarını silâh gibi kullanarak değil, emeği ile kişilik sahibi olabilir. Emeği olmayanın kişiliği de yoktur. Yesrib'i "Medine" yapma yolunda gelen ayetleri bir de bu çerçevede düşündüğümüzde, aslında Kuran, cinsel cazibe gibi doğuştan gelen bir takım avantajlarını kullanarak toplumda üstünlük sağlamaya, bundan rant devşirmeye çalışanların önüne set çekmektedir. Gerçek anlamda medenî toplum bu değilse nedir? |
02 Ocak 2010 14:21 | |
Yitiksevda | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? Bilmediğin şeyin ardına düşme; çünkü, işitme duyusu, görme duyusu ve kalp, bunların hepsi (Hesap Günü'nde) bundan sorguya çekilecektir! (İSRA suresi 36. ayet) Siz, bilginiz olan şeyler hakkında tartışırdınız, ama hiç bilmediğiniz şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Halbuki Allah (onu) bilir, ama siz bilmezsiniz: (Ali İmran 66) Siz ey iman etmiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve (her zaman) hakkı ve doğruyu konuşun; (Ahzap 70) 30- Mü'min erkeklere gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını ve mahrem yerlerini korumalarını söyle. Bu onlar için en güvenceli arınma yoludur. Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır. 31- Mü'min kadınlara de ki; gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler. Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar. Süslerini ve cazibelerini kocalarından, babalarından, kayınbabalarından, öz oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, müslüman kadınlardan, elleri altındaki kölelerden, cinsel arzuları sönmüş erkek hizmetçilerden, kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan erkek çocuklarından başka hiç kimseye göstermesinler. Yabancı bakışlardan gizledikleri süsleri ve cazibeleri belli olsun diye ses çıkaracak adımlarla yürümesinler. Ey mü'minler, hepiniz tövbe ederek Allah'a yöneliniz ki, kurtuluşa eresiniz. İslâm, şehevi duyguların tahrik olmadığı kan ve etten kaynaklanan dürtülerin galeyana gelmediği tertemiz bir toplum kurmay hedefler. Çünkü sürekli baştan çıkarılma, tahrik edilme durumları ile karşı karşıya kalma; giderilmeyen, hiçbir durumda tatmin olmayan şehevi doyumsuzlukla sonuçlanır... Davet-kâr bir bakış, baştan çıkarıcı bir hareket, gösterişli bir takı ve çıplak bir beden... Bütün bunlar bu çılgın hayvani doyumsuzluğu azdırmaktan, sinir ve irade dizgininin elden çıkmasına neden olmaktan başka sonuç doğurmazlar. Bundan sonra, ya hiçbir sınır tanımayan cinsel anarşizm, ya da baştan çıkarılmasına, tahrik edilmesine rağmen tatmin olmasına engel olmanın doğurduğu sinirsel hastalıklar, psikolojik kompleksler... Bu ise hiç kuşkusuz işkence kadar acı verir insana... Her türlü pislikten arınmış bir toplum kurmak için islâmın başvurduğu yöntemlerden biri, bu kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı davranışların önüne geçmek, iki cins arasındaki derin fıtri arzuyu, doğal gücünde ve yapay kışkırtmalarla harekete geçirmeksizin sağlıklı halinde bırakmak ve bu arzuyu güvenilir ve temiz bir yerde tatmin etmektir. Bir zamanlar, karşı cinslerin serbestçe bakışıp konuşmalarının, rahatça birarada bulunmalarının, zevkle oynaşmalarının, baştan çıkarıcı gizli yerleri kolaylıkla görebilmelerinin, insanların deşarj olmalarını, rahatlamalarını, tutsak arzularının serbestçe tatmin olmalarını, onların içe kapanmaktan, ruhsal komplekslerden korunmalarını, cinsel baskının şiddetinin ve onun ötesinde güven vermeyen olumsuz tepkilerin hafiflemesini sağlayacağı düşüncesi yaygınlaşmıştı. Bu düşünce özellikle Freud'inki insanın kendisini hayvandan ayrılmasını sağlayan özelliklerden soyutlanması, çamura batmış hayvansallık düzeyine indirilmesi temeline dayalı bazı materyalist teorilerin yayılmasının ardından yaygınlaşmıştı. Ne var ki, bu düşünceler teorik birer varsayımdan öteye geçememişlerdir. Her türlü toplumsal, ahlaki, dini ve insani bağdan soyutlanmışlığın, serbestliğin son noktasına kadar sağlandığı ülkelerde bu teorilerle çelişen, onları temelden çürüten olayları bizzat gözlerimle gördüm. Evet, açılıp saçılmaya, bütün şekil ve görünümleri ile karşı cinslerin beraberliğine tek bir engellemenin sözkonusu olmadığı ülkelerde, bütün bu uygulamaların cinsel isteklerin düzene girmesini, terbiye edilmesini sağlamadığını gördüm. Tersine bütün bu serbestliklerin,dinmeyen, tatmin olmayan çılgın bir doyumsuzluğa, cinsel saldırganlığa, cinsel açlığa dönüşmüş olduğuna şahit oldum. Cinsel ilişkilerin sınırlandırılmasından, yasaklanmasından, karşı cinse duyulan ilginin engellenmesinden kaynaklandığı kabul edilen psikolojik hastalıklara, komplekslere şahit oldum. Her türlü cinsel sapıklığın rahatça sergilenmesine rağmen, bu tür hastalıkların çok yaygın olduğunu gördüm. Hiç kuşkusuz bu, herhangi bir bağ kabul etmeyen, bir sınır tanımayan, karşı cinslerin tam anlamıyla birbirlerine karışmış olmalarının, her şeyin serbest olduğu iki cins arasındaki arkadaşlığın, yollarda gezinen çıplak vücutların, baştan çıkarıcı hareketlerin, davetkâr bakışların, uyarıcı sürtünmelerin ürünüdür. Ancak gözle görülen realitenin temelden yalanladığı bu teorileri yeniden gözden geçirme gereğini dile getiren olayları ve kanıtları bütün çıplaklığı ile burada sergileme imkanına sahip değiliz. Erkek ve kadın arasındaki fıtri eğilim, bedenin organik yapısında yer alan köklü bir eğilimdir. Çünkü yüce Allah, yeryüzündeki hayatın devamını ve insanın yeryüzündeki halifeliği gerçekleştirmesini bu eğilime bağlamıştır. Bu, sürekli bir eğilimdir, bir süre tatmin olsa da tekrar kendini gösterir. Bu eğilimi her zaman kışkırtmak azgınlığını arttırır, onu tatmin etmek için somut bir saldırganlığa iter. Eğer tatmin olmazsa tahrik olmuş sinirler yorulur. Bu ise, sürekli işkence etmek kadar acı verir insana. Davetkâr bir bakış insanı tahrik eder, baştan çıkarıcı bir hareket tahrik eder, bir gülücük tahrik eder, erkekle kadın arasındaki bu eğilimi çağrıştıran bir sözlü vurgu tahrik eder... Güvenli yol ise, bu eğilimi doğal sınırları içinde bırakacak şekilde bu tür tahrik edici davranışları azaltmak sonra da bu eğilimi doğru yoldan tatmin etmektir. İşte İslâmın seçtiği yöntem budur. Bunun yanında karakteri terbiye etme, insan enerjisini hayat için gerekli olan başka alanlarda harcama, tek çıkış yolunun bu tatmin şekli olmaması için sırf et ve kanın dürtülerine cevap vermek amacı ile kullanılmaması da islâmın bu konuda seçtiği yöntemin bir gereğidir. Sunulan şu iki ayette, iki yönlü baştan çıkarılma, sapma ve fitneye düşme olasılığını en aza indirmenin örnekleri yer almaktadır. "Mü'min erkeklere gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını ve mahrem yerlerini korumalarını söyle. Bu, onlar için en güvenceli arınma yoludur. Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır." Erkekler açısından gözleri harama bakmaktan sakındırmak ruhsal bir edeptir. Yüzlerde ve bedenlerdeki güzellikleri ve baştan çıkarıcı unsurları görme arzusunu yenme girişimidir. Sonra, tahrik olma ve günaha girme pencerelerinden ilkini kapatma eylemidir. Zehirli okun hedefine ulaşmasını önleme amaçlı pratik bir çabadır. Mahrem yerleri korumak da gözleri harama bakmaktan sakındırmanın doğal sonucudur. Ya da iradeyi kontrol altında tutmanın, denetim mekanizmasını uyarmanın ve daha ilk aşamasında olan cinsel arzuyu yenmenin ikinci adımıdır. Bu yüzden iki adım, sebep ve sonuç olmaları ya da hem vicdan aleminde hem de pratikte birbirlerini izleyen ve birbirlerine son derece yatkın iki adım olmaları itibariyle bir ayette birlikte sözkonusu ediliyorlar. "Bu onlar için en güvenceli arınma yoludur." Duygularının temizlenmesi için en güvenceli yoldur. Bu duyguların yasal ve temiz yolun dışında şéhevi azgınlıklarla kirlenmemesi, aşağılık hayvani düzeye yuvarlânmaması için en garantili yoldur. Bu yol toplum için, saygınlığının ve şerefinin ayrıca teneffüs ettiği havanın korunması için en temiz yoldur. Onlara bu korunma yöntemini gösteren yüce Allah, onların ruhsal ve fıtri birleşimlerini bilir, ruhlarının ve organlarının hareketlerinden haberdardır. "Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır." "Mü'min kadınlara da de ki; gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, mahrem yerlerini korusunlar." Erkeklerin içlerindeki gizli fitne unsurlarını uyaracak cezb edici kaçamak ya da baştan çıkarıcı anlamlı bakışlarını göndermesinler. Tertemiz bir ortamda fıtri isteklere cevap vermek için gerekli olan helal ve iyi yolun dışında mahrem yerlerini açmasınlar. Böylece bu yolla dünyaya gelen çocuklar toplum ve hayatla karşı karşıya kalırken utanç duymazlar. "Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler." Kadın için süslenmek helaldir. Bu kadının fıtratından gelen bir isteğe cevap niteliğindedir. Bütün kadınlar güzel olmaya, güzel görünmeye meraklıdırlar. Süslenme kavramı ise, çağdan çağa değişir. Ama süslenmenin fıtrattaki esası tek ve değişmezdir. O da güzel olma, güzelliği tamamlama ve bunu erkeklere gösterme isteğidir. İslâm bu fıtri isteğe karşı çıkmaz. Sadece onu düzene koyar, kontrol altına alır. Onu hayatı paylaştığı erkeğe doğru yöneltir, başkasının göremediği şeyleri sadece ona gösterir. Bir sonraki ayette sözkonusu edilen ve bu süsleri görmekle içlerinde şehevi duygular uyanmayan, mahrem olmayan akrabalarında bu erkekle birlikte bazı şeyleri görmelerinde bir sakınca yoktur. Fakat yüz ve ellerde, kendiliğinden görünen süslerin açıkta olmaları caizdir. Çünkü Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- Hz. Ebubekir in -Allah ondan razı olsun- kızı Esma'ya "Ya Esma, bir kadın hayız (aybaşı hali) görmeye başlayınca (Buluğ çağına gelince) -yüz ve ellere işaret ederek- bunların dışında herhangi bir yerinin görünmesi doğru değildir" (Ebu Davud rivayet etmiş ve "mürsel" bir hadistir demiştir.) demekle el ve yüzün görünmesinin caiz olduğunu vurgulamıştır. "Başörtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar. Ayette geçen "Ceyb" elbisenin göğüs kısmındaki açıklıktır. "Khimar "ise; baş boyun ve göğüs örtüsüdür. Bu, kadınların baştan çıkarıcı yerlerini örtmeleri, aç bakışları sunmamaları içindir. Kasıtsız ve ani bakışlar da bunun içindedir. Şayet kadının baştan çıkarıcı ve uyarıcı yerleri açıkta olursa, Allah'tan korkanlar bu kasıtsız ve ani bakışın devam etmesinden veya tekrarlanmasından sakınsalar bile, meydana gelişinden sonra içlerinde gizli bir arzu kalır. Kuşkusuz yüce Allah, kalplerin bu tür bir bela ile denenmesini, sınanmasını istemez. Süs ve güzelliği göstermeye ilişkin fıtri isteklerine râğmen bu yasaklamayla karşı karşıya kalan ve kalpleri Allah'ın nuru ile aydınlanan mü'min kadınlar yasağa uyma hususunda hiçbir tereddüt göstermediler. Cahiliye döneminde kadın -bugünkü modern cahiliyede olduğu gibi- göğsünü pervasızca açarak erkekler arasında dolaşırdı. Çoğu zaman boynu saç uçları ve kulaklarındaki küpeleri de görülürdü. Yüce Allah kadınların baş örtülerinin uçlarını boyun ve göğüslerinin üstüne kadar sarkıtmalarını, kendiliğinden görünen kısmı dışındaki süslerini göstermemelerini emredince Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- anlattığı durumu aldılar. "Allah ilk hicret eden kadınlara rahmet etsin. "Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar" ayeti inince fistanlarını parçalayıp onunla örtündüler" (Buhari) Safiye binti Şeybe şöyle der: Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- yanında bulunduğumuz bir sırada, bazı kadınlar Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettiler. Bunun üzerine Hz. Aişe, şöyle dedi. "Kureyş kadınlarının üstünlüğü inkâr edilmez, ama Allah'a andolsun ki, Ensar kadınlarından daha iyi Allah'ın kitabını tastik edene, indirilen hükümlere daha iyi inanana rastlamadım. Nur suresindeki "Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar" ayeti inince kocaları, yanlarına dönüp yüce Allah'ın indirdiği ayeti okudular. Her koca, karısına, kızma, bacısına ve yakınlarına, bu ayeti okuyordu. Onlardan hiçbiri, Allah'ın kitabında indirdiği ayetleri tastik etmek ve imanım vurgulamak için fistanını başına sarmadan yerinden kalkmadı. Sanki başlarında bir karga varmış gibi örtünerek Hz. Peygamberin arkasında yer aldılar." (Ebu Davud) Kuşkusuz İslâm, müslüman toplumun zevkini yükseltmiş, güzelliğe karşı olan duyarlılığını arındırmıştı. Artık güzellikle istenen hayvansal özellik değildi. istenen ve anlaşılan insani yöndü. Bedensel çıplaklığın güzelliği, hayvansal bir güzelliktir. Her ne kadar bir ahenk ve bir bütünleşme sözkonusu olsa da, insan bu güzelliğe hayvansal bir duyguyla saldırır. Ama haya unsurunun egemen olduğu güzellik ise, tertemiz bir güzelliktir. Bu, güzelliği zevkini yücelten, onu insana yaraşır bir duruma getiren, algıda ve hayalde onu temizlik ve arınmışlık duygulan ile kuşatan bu haya duygusudur. Bugün, genel zevkin büyük düşüş kaydetmesine, hayvansal karakterin açık saçıklık, çıplaklık ve hayvanlar gibi azgınlaşma eğiliminin bu zevke galip gelmesine rağmen, İslâm mü'min kadınların saflarında aynı yüceliği yaşatmaktadır. Çünkü onlar açılıp saçılan, hayvanın hayvana kur yaptığı gibi kadınların erkeklere kur yaptığı bir toplumda kendi istekleri ile vücutlarındaki baştan çıkarıcı yerleri örtüyorlar. Hiç kuşkusuz bu utanma, bu sakınma duygusu fert ve toplumun korunma yöntemlerinden biridir. Bu yüzden Kur'an, fitneden emin olunduğu durumlarda bu korunma yönteminin terkedilmesinde bir sakınca görmez. Bu yüzden cinsel bir arzuyla yaklaşmayan, şehevi duyguları uyanmayan, yakın akrabaları bu yasaklamanın dışında tutar. Kur'an'ın genel yasaklamanın dışında tuttuğu yakın akrabalar şunlardır: Babalar ve oğullar, eşlerin babalan ve oğulları, kardeşler ve onların oğulları, kız kardeşlerin oğulları... Mü'min kadınlar da yasaklamanın dışındadırlar: "müslüman kadınlardan..." Fakat müslüman olmayan kadınlar güzelliklerini ve cazibelerini görmemelidirler. Çünkü bu kadınlar eğer müslüman kadınların tahrik edici yerlerini ve ayıp yerlerini görürse gidip kocalarına, kardeşlerine ve yakınlarına anlatırlar. Buhari ve Müslim'de yer alan bir hadiste şöyle buyurulmaktadır. "Bir kadın kocasına bir başka kadının güzelliklerini görüyormuş gibi anlatmasın." Müslüman kadınlar ise güvenilir kimselerdir. Kocalarına, bir müslüman kadının bedenini ve süslerini anlatmalarına dinleri engel olur. Aynı şekilde "elleri altındaki köleler" de bu yasaklamanın dışında tutuluyor. Bununla sadece cariyeler kastediliyor denmiştir. Erkek köleler de buna dahildir. [/b]Çünkü erkek köle efendisi olan kadına karşı cinsel arzu duymaz diyenler de olmuştur. Birincisi daha tutarlıdır. Çünkü erkek köle bir dönem özel bir statüye sahip olsa bile bir insandır, onun da içinde insana özgü şehevi duygular uyanır. Ayrıca "cinsel arzuları sönmüş erkek hizmetçiler" de bu yasağın dışında tutuluyor. Bunlar delilik, bunaklık, erkeklikten mahrum bulunma iktidarsızlık gibi erkeğin kadını arzulamasına engel olan birtakım nedenlerden dolayı kadınlara karşı cinsel istek duymayan erkeklerdir. Bu durumda baştan çıkarılma, günah işleme korkusu olmaz. Bir de "kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan erkek çocuklar" bu yasağın dışında tutuluyor. Bunlar, kadınların bedenlerini görmekle cinsel istekleri uyanmayan, çocuklardır. Ama her şeyin farkında oldukları zaman, erginlik çağına ulaşmamış olsalar bile cinselliğin bilincine varınca onlar da yasağın kapsamına alınıp, istisna edilen grubun dışında tutulurlar. Eşlerin dışında sayılan bu grupların, göbek altından diz kapağının altına kadar olan kısmın dışında kadının vücudunu görmelerinde ne kendileri ne de kadın için bir sakınca yoktur. Çünkü örtünmeyi gerektiren fitne unsuru ortadan kalkmıştır. Koca ise karısının tüm vücudunu istisnasız görebilir. Bu uygulamanın amacı korunma olduğu için, ayet fiilen türlerini göstermeseler bile mü'min kadınların saklı süslerini açığa çıkaracak, gizli cinsel istekleri harekete geçirecek, uyuyan duyguları uyaracak davranışlarda bulunmalarını da yasaklıyor: "Yabancı bakışlardan gizledikleri süsleri ve cazibeleri belli olsun diye ses çıkaracak adımlarla yürümesinler." Hiç kuşkusuz bu, insanın psikolojik yapısına, etki ve tepkilerine ilişkin derin bilginin ifadesidir. Çünkü kimi zaman şehvetin uyanması bakımından hayal kurmak gözle görmekten daha etkili olur. Kadının ayakkabısını, elbisesini ya da takısını görmekle, bizzat kadının vücudunu görmekten daha çok şehevi duyguları uyanan birçok insan vardır. Yine karşılarındaki kadından çok, hayallerinde canlandırdıkları kadının sureti karşısında cinsel istekleri uyanan birçok insan vardır. Bunlar günümüzde psikiyatristlerce bilinen psikolojik hastalıklardır. Kadının takılarının çıkardığı sesleri duymak, süründüğü kokuları uzaktan almak, birçok erkeğin duygularını galeyana getirir, sinirlerini harekete geçirir, karşı koyamadıkları azgın bir fitneye düşürür. İşte Kur'an bütün bunların önüne geçiyor, yollarını tıkıyor, çünkü Kur'an yüce yaratıcının katından inmiştir. O bilir, yarattıklarını . O latiftir, her şeyden haberdardır. En sonunda bütün kalpler Allah'a döndürülüyor; bu ayetler inmeden önce işle-dikleri suçlara karşılık tövbe kapısı açık tutuluyor. "Ey mü'minler hepiniz tövbe ederek Allah'a yöneliniz ki, kurtuluşa eresiniz." Bununla, Allah'ın gözetimine, şefkat ve himayesine, Allah bilinci ve Allah korkusu gibi hiçbir şeyin kontrol edemediği bu derin fıtri eğilim karşısındaki zayıflıklarından ötürü yüce Allah'ın insanlara yönelik yardımına ilişkin duyarlılık harekete geçiriliyor (Fizilal-il Kuran Seyyid Kutup ) Sayın Haluk abim Sizinle bir çok konuda görüşlerimiz Kuran'ın anlaşılması ve yaşanması hususunda birdir Nur suresi 31 Ayeti kerimesi hususunda yanılgıdasınız sizin deyiminizle Kuran'ı anlamak için gayret gösteriyorsunuz bu hususta yanılgıya düşüyorsunuz yine kendi ifadenizle bu benim Kurandan anladığım beni bağlar diyorsunuz sizin anladığınız Örtünme Başörtüsü hususu yanlıştır. Başörtüsü FARZDIR gelenek vs değildir Allah'ın bizzat emridir Uygulaması günümüze kadar Peygamber eşlerinden başlayarak yaşayan bir örnek olarak günümüze kadar gelmiştir. Lütfen bu husuta Yaşar nurinin dahi mealini verecem burdan kendisi her daim Aklı öne sürmüştür o dahi bu konuda Başörtüsü yoktur dememektedir. Yaşar Nuri Öztürk : Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar. Süslerini/zînetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları yahut babaları yahut kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut kardeşleri yahut kardeşlerinin oğulları yahut kendi kadınları yahut ellerinin altında bulunanlar yahut ihtiyaç içinde olmayan erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar yahut kadınların kaygı duyulacak yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Süslerinden, gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, Allah'a topluca tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz! |
31 Aralık 2009 18:26 | |
HALUK GÜMÜŞTABAK | Re: Kur'anı doğru anlamada takip edilmesi gereken yol nasıl olmalıdır? Değerli yitiksevda kardeşim, Ahzap suresi 59. ayette sizin yazdığınız meali yazıyorum dikkatle okuyalım acaba bir kıyafeti tarif ediyor ve saçların örtülmesini emrediyor mu? Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Birçok mealde dışarı çıkarken dış giysilerini diye yazmışlar. Fakat dışarı çıkarken elbette elbise giyildiğine göre, burada da anlam aynıdır. Bakın ayet ne kadar güzel açıklıyor, lütfen hiçbir etki altında kalmadan hiçbir öğretiye delil aramadan ayeti anlamaya çalışalım. Bir ihtiyaç için dışarı çıkan iman etmiş kadınlarımız, evin içinde giydiği rahat yada daha açık ve dekolte kıyafetle dışarıya çıkmasınlar, mutlaka üzerlerine bir şeyler giysinler diyor. Neden bunu söylediğini de açıklıyor Rabbim.( tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.) Bakın buraya yazdığım cümle yukarıdaki mealden değil, Sayın Ali Bulaç ın meali. Peki, neden yukarıdaki meali yazmadım da başka örnek yazdım? Çünkü orada ne yazıyor?( Bu onların HÜR ve) diye devam ediyor. Hâlbuki en az on meale baktım Hür kelimesi asla geçmiyor. Eğer hür kelimesini oraya eklersek hür olmayan Müslümanların dikkatli olmayacağı çıkar ki, buda ne kurana uyar nede İslam ın temel prensiplerine. Dikkat edin mümin kadınlara iletilmesi istenen bir emirdir, hür ya da cariye ayrımı asla yoktur. Dışarı çıktıklarında fahişe kadınlarla iman edenler ayırt edilsin diye daha dikkatli olunması istenmektedir ayette. Şimdi soralım kendimize bu ayette kadın şöyle ya da böyle giyinsin, başını örtsün diye bir söz yada anlatım var mı? Eğer varda ben bunun tersini söylüyorsam gerçekten ben açıkça dine nifak sokmaya çalışan biriyim demektir ALLAH KORUSUN. Benim anlatmak istediği de tam burada başlıyor, Rabbim tüm Dünyaya hitap eden bu sözlerini nasıl olurda biçilmiş bir kıyafete çevirip te, işte bu Allah ın istediği kıyafet deriz? Nasıl olurda bizler bu ayette bile başın örtülmesi emri vardır deriz? Şunu açık ve samimiyetimle söylüyorum, asla başın örtülmesine karşı değilim, hatta bu geleneğimizi isteyen kadınlarımızın sürdürmesinin de doğru olduğuna inanıyorum. Benim çekincem ve itirazım bunun Allah emri olduğunun söylenip, başını örten iffetli kadın, örtmeyen iffetsiz kadındır denmesidir. İnşallah duygu ve düşüncelerimi anlatabilmişimdir. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK NOT: Yukarıda verdiğiniz Ahzap suresi 59. ayet kimin mealinden alındı merak ettim, eğer bana bildirirseniz onuda inceleme imkanım olacaktır. |
31 Aralık 2009 17:51 | |
HALUK GÜMÜŞTABAK | Re: Kur'anı doğru anlamada takip edilmesi gereken yol nasıl olmalıdır? Değerli FECR rumuzlu kardeşimle yine çok güzel birbirinden saygın arkadaşlarımın bulunduğu İslami Düşünce platformu sitesinde, bu yazıma verdiği aynı cevap oradada vermişti. Ben gerekli cevapları orada vermeye çalışıyorum Allah ın izniyle. Bu sitedeki kardeşleriminde hem bu siteye bir göz atması, hemde verdiğim cevapları merak eden kardeşlerim için yazıya cevabın linkini veriyorum oradan takip edebilirler. SAYGILARIMLA |
31 Aralık 2009 10:29 | |
Yitiksevda | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ yu’zeyn(yu’zeyne) ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). 1. yâ eyyuhâ : ey 2. en nebiyyu : nebî, peygamber 3. kul : de, söyle 4. li ezvâci-ke : (senin) zevcelerine, eşlerine 5. ve benâti-ke : ve (senin) kızların 6. ve nisâi : ve kadınlar 7. el mu'minîne : mü'min 8. yudnîne : sarınsınlar, örtünsünler 9. aleyhinne : onların üzerine 10. min celâbîbi-hinne : cilbablarından, dış giysilerinden 11. zâlike : işte bu 12. ednâ : en yakın, daha uygun 13. en yu'refne : tanınmaları 14. fe : böylece 15. lâ yu'zeyne : eziyet görmezler, eziyet görmemeleri 16. ve kânallâhu (kâne allâhu) : ve Allah ..... oldu, olandır 17. gafûren : mağfiret eden, günahları sevaba çeviren 18. rahîmen : rahmet eden, rahmet nuru gönderen, Rahîm esması ile tecelli eden Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı inciltilmemelerini daha iyi sağlar. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Başörtüsü hususunda KESİNLİK mevcuttur ayetlerin arapça lafızlar ını meallerden bakmak çoğu zaman yanlışlığa sevkediyor. |
31 Aralık 2009 09:44 | |
FECR | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? Haluk abi yine konu içerisine Kur'an'da saç örtme/başörtü olmadığı anlayışını eklemişsin.Gerek bu forumda gerekse başka forumlarda başörtüsü/hımar ile tartışmalar çoktur.Kur'an'da başörtüsü olmadığına inanmanız,hemen her yazınızda aynı konuyu gündeme getirmenizi gerektirmez.Hımar'ın ne olduğu olduğu,Kur'anın indiği ortamda nasıl kullanıldığı,pratize edildiği belli iken ve yine Ahzap suresinde "cilbab" emrinin ne anlama geldiği ,nasıl uygulandığı belli iken ve sizin tabirinizle başöğretmenimiz dediğiniz Hz.Peygamber a.s'ın ve ailesinin ,ashabının bu ayetleri nasıl uyguladıkları rivayet ve yaşanır sünnet olarak bugüne kadar gelmesine rağmen hatta müşteşriklerin bile Kur'an'da başörtüsü olmadığı fikrini ileri sürmeye cesaret edememelerine rağmen,kendilerine hanif müslüman müslüman olarak adlandıran insanların bunu söylemeleri ne kadar da acı bir durum. Gerek "Hımar "gerekse "Cilbab" ın ne anlama geldiği ile ister kavram kitaplarına,ister lugat kitaplarına,isterseniz eski ve yeni tefsir kitaplarına bir zahmet bakıverin lütfen. Müslümanların örtüsüne el uzatmaktan,onları açıklığa teşvik etmekten kaçının.Kafirlerin emellerine,tuzaklarına alet olmayın lütfen.Adına ister örtü deyin,ister başörtüsü deyin,ister saçı örtmek deyin,bırakın örtüyle uğraşmayı.Örtü rahatsızlık duyulacak bir durum değil,övünülecek bir durum ve imanın bir göstergesidir. Allah hidayetten ve Peygamberin öğretisinden ayırmasın |
Bu Konuda 10 fazla Cevap bulunuyor. Bütün Cevapları görmek için buraya tıklayın. |
![]() |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|