|
Konu Kimliği: Konu Sahibi beytul,Açılış Tarihi: 13 Nisan 2011 (12:24), Konuya Son Cevap : 17 Nisan 2011 (01:55). Konuya 18 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
13 Nisan 2011, 12:24 | Mesaj No:1 |
ğadir hum nedir_??? ğadir hum nedir_??? lütfen delilleri ile yazarsanız الله (C.C.) razı olsun | |
Konu Sahibi beytul 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
ğadir hum nedir_??? | Soru Cevap Arşivi | Yitiksevda | 18 | 6361 | 13 Nisan 2011 12:24 |
13 Nisan 2011, 12:47 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 6340 Üyelik T.:
19 Ocak 2009 | Cevap: ğadir hum nedir_??? Gadiri Hum olayı Ehli sünnet ve şia arasındaki çetrefilli konulardan birisidir.İki tarafında kendine göre delilleri,hadis rivayetleri mevcuttur.Çok tartışılmış ama uzlaşma sağlanamamış bir konudur.Meselenin özü,Allah Rasulu Gadir-i Hum mevkiinde Hz.Ali'yi kendisinden sonra halife seçmiş midir? yoksa seçmemiş midir? Bu konuyla ilgili rivayetler şöyle: Gadir Hum olayı Nedir? Gadir Hum olayı, İslam tarihinin en tartışmalı konularından birini teşkil eder. Şiaya göre Gadir Hum denilen yerde peygamber Hz.Ali' yi kendi halifesi ilan etmiştir. Olay aşağı yukarı şu biçimde geçer: Resulullah (s.a.v) Hicretin onuncu yılında hacca gitmeyi kararlaştırmıştı. .Resulullah (s.a.v) hac amellerini yaptıktan sonra, Mekke’ye geldiği insanlarla Medine’ye geri dönerlerken, Medine, Mısır ve Iraklıların yol ayrımı olan Gadir-i Hum’a ulaştıklarında, Cebrail şu ayeti indirdi: "Ey Resûl! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O'nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş olursun. Ve Allah seni insanlardan korur."(Maide 67.) Resulullah (s.a.v) namazını bitirdikten sonra cemaatin ortasında, deve semerleri üzerine çıkarak herkesin duyacağı şekilde konuşmaya başladı. Konuşmanın bir kısmında hz.peygamber şöyle buyurdu: Ey İnsanlar! Müminlerin kendilerinden, onlara daha evla kimdir? Halk: Allah ve Resulü daha iyi bilir. Resulullah: Allah-u Teâlâ benim mevlamdır, ben de mü’minlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Öyleyse ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Resulullah bu cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelî’lerin imamı Ahmed b. Hanbel’e göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle buyurdular: Allah’ım, onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğzedene buğzet; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.Halk henüz dağılmadan Allah-u Teâlâ şu ayeti indirdi: Bu gün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam’ı size beğendim. Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Ali (a.s)’ı tebrik etmeye ve kutlamaya başladılar. Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Ali (a.s)’ı ilk kutlayan kimselerdendirler. Onlardan her biri; Bu makam sana kutlu olsun ey Ebu Talibin oğlu! Sen, her mü’min erkek ve kadının mevlası oldun diyorlardı. İslam tarihine baktığımızda ise farklı bir manzara ile karşılaşırız: Peygamberin vefat ettiği gün Hz.Ali onun naaşı başında cenaze işleri ve sonrasında da defin ile uğraşırken muhacir ve ensarın hemen hemen çoğu başka bir işle meşguldü: Ömer'in kılıcının gölgesi altında Ebubekir'e biat etmeye... Gadir Hum olayı doğrultusunda bu gelişmeler Şia tarafından hilafetin Hz.Ali'den gasb edilmesi olarak yorumlanır. Bu hususta Şia alimlerinin de Sunni alimlerinin de argümanları hemen hemen bellidir. Öncelikle Ehli Sünnet'in konuya yaklaşımına bakalım. Ehli Sünnet hilafetin gasbına ne diyor? Ehl-i Sünnet alimlerine göre Şiiler Gadir Hum olayını yanlış aksettirmiştir. Hz.Ali'ye bırakılan bir hilafet söz konusu değildir. Böyle bir durumun söz konusu olması halinde Hz.Ali'nin bu hakkı Ebubekir ve Ömer'e asla bırakmayacağını, böyle bir şeyin akıl kârı olmadığını söylerler. Bu konuda Ehli Sünnet alimlerinin sık kullandığı bir hadiste şöyledir: Hz. Ali’nin, Basra’da kendisine “Halife olman için Resulullahın halifeliği sana bıraktığına dair bir ahdi ve selahiyeti mi var, yoksa kendi görüşüne göre mi hareket ediyorsun?” şeklindeki bir soruya: “Hayır, yoktur. Vallahi ben Resulullah’ı ilk tasdik ve iman den kimseyim, onun adına ilk yalan söyleyen kişi olamam. Eğer Resulullah’ın halifeliği bana bıraktığına dair bir ahdi olsaydı, Ebubekir’in de Ömer’in de onun minberine çıkmasına izin vermezdim. Onlara karşı koyacak hiçbir gücüm olmasa, ellerimle mücadele ederdim." şeklinde cevap vermiştir. Hz.Ali'nin Ebubekir, Ömer ve Osman'ın hilafetleri boyunca süren 25 yıllık suskunluğu da bize ehli sünnet alimlerinin bu yorumunu daha akla yatkın gösteriyor. Kendi yorumumuza geçmeden önce Şia'nın konuyu yorumlayışına da yer verelim. Şia'nın yorumu Şia alimlerinin klasik görüşü Hz.Ali'nin hilafetinin gasb edildiği, hakkının yendiği yönündedir. Zira gerek Kur'an ayetleriyle gerekse ilgili hadislerle bilindiği üzere Ehlibeyt'in ve Ali'nin İslam'da özel bir yeri vardır. Şia hilafetin Hz.Ali'nin ve onun nesebinin hakkı olduğunu söyler. Şia'nın konuya Ehli sünnet kaynaklarının tam zıttı şekilde Hz.Ali'nin ağzından getirdiği delil de tarihte şıkşıkiye hutbesi olarak bilinir. Bu hutbenin ilgili kısmı şöyledir: "Andolsun Allah'a ki filân(Ebubekir), onu bir gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum." (Kaynak: Nechül Belağa) Görüldüğü üzere hadislerde söylenenler ve muhaddislerin yorumlarıyla içinden çıkılamayacak bir mesele söz konusudur. Hadisler aynı tarihsel gerçekliği birbirinden iki farklı şekilde bize sunmaktadır.
__________________ Selam Hidayete Tabi Olanlara Kur'an Senin Lehinde ve Aleyhinde Hüccettir(Müslim) |
13 Nisan 2011, 12:48 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: ğadir hum nedir_???
Gadir Hum Hakkında gereken bilgileri tüm delilleri ile akşam sunacam inşaallah böyle bir soruya cevap vermek benim için şereftir...
|
13 Nisan 2011, 14:05 | Mesaj No:4 |
Cevap: ğadir hum nedir_??? Mekke ile Medine arasında Cuhfe yakınlarında bir yerin adı (Mu'cemü'l-Buldân, VI, 268). Burası, Cuhfe'den 2-3 mil mesafede bataklık bir yer olup, bataklığı kesif bir ağaçlık kuşatmaktadır. Şia'nın doğusu ile ilgili olarak karşılaşılan en önemli mesele Gadîru Hum olayıdır. Şiî kaynaklara göre, Hz. Peygamber'den sonra hilâfete Hz. Ali'nin daha fazla hak sahibi olduğu Gadîru Hum'da belirlenmiştir. Şia bilginlerinden herhangi birisine ait bir kitabın Gadîr konusuna baktığımızda şu bilgileri bulmamız mümkündür: Hz. Muhammed (s.a.s.) Veda Haccı dönüşünde Gadîru Hum'da konaklamış, gruplar memleketlerine dönmeden .önce onları toplayarak bir hitâbede bulunmuştur. Bunun sebebi orada nâzil olan şu ayeti tebliğ etmekti: "Ey Peygamber, sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan; O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez" (el-Mâide, 5/67). Şiî müelliflere göre bu ayet Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur. Ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Hz. Ali'nin hilâfetidir. Hz. Peygamber takiyye için eşi Âişe(r.anhâ)den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden Cenâb-ı Hak onu ikaz etmiştir (Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzûl,115; Tirmizî, Menâkıb, 20; İbn Mâce, Mukaddime, II; H. Neysâbûrî, el-Müstedrek, III,109; Kûleynî, el-Kâfî, II, 72). Bu kaynaklar olayın doğruluğunu değil şiilerin bu görüşte olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber Gadîr'de bu ayeti tebliğ ettikten sonra şöyle demiştir: "Cebrâil (a.s.) bana Rabbimden şu emri getirdi ki; Ali b. Ebî Tâlib benim kardeşim, vasîm, halîfem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar, Allah onu size velî ve İmam olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona karşı çıkan lânetlenecek, saygı gösteren ise merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz; Allah mevlânız, Ali ise imamınızdır. İmâmet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir" (Vâhidî, Esbabü'n-Nüzûl,115). Yine Şiîlere göre orada Allah Resulu şu hususları ilân etmiştir: 1) O, müslümanlara iki ağırlık (sekaleyn) bıraktığını bildirmiştir. Bunlardan birisi Allah'ın kitabı olup, onun bir tarafı Allah'ın, diğer tarafı ise müslümanların elindedir. İkincisi Hz. Peygamber'in sünnetidir. 2) Hz. Ali'nin elini kaldırarak "Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" demiştir. 3) Resulullah (s.a.s.) şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Ali ye yardım edene yardım et; ona düşmanlık edene düşmanlık et". 4) Yine şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, hakkı döndüğü yerden Ali tarafına döndür." Yukarıda Şiî alimlerin öne sürdüğü ve Gadîru Hum meselesi içinde yer verdiği bu rivâyetleri ehl-i sünnet şu şekilde değerlendirmektedir. Şiîlerin iddiâsına göre, Hz. Peygamber'in vefatından sonra, ehl-i beyt dışında samimi müslümanların sayısı on'u geçmez. Halbuki Gadîr hutbesini yüzbin'in üzerinde sahâbe dinlemiştir. Bunun anlamı şudur: "Yüzbinin üzerinde sahâbe Hz. Peygamber'in vefatından sonra sözlerinde durmamış ve Hz. Ali'yi hilâfetten mahrum etmek için işbirliği yapmışlardır." Bu ittifâkın meydana gelme ihtimâlini akıl kabul etmez. Bu mümkün değildir. Diğer yandan Gadîru Hum hutbesi, hicretin onuncu yılında Zilhiccenin onsekizinci günü Veda Haccı'ndan dönerken okunan bir hutbedir. Aynı yıl Zilhiccenin dokuzuncu günü Arefe günü, "Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim" (el-Mâide, 5/3) ayeti inmiştir. Bu ayetin, Hz. Muhammed'e peygamberliğin tebliğini emreden, yukarıda meâlini verdiğimiz Mâide suresinin altmış yedinci ayetinden daha önce inmesi mümkün müdür? Dinin tamamlandığını bildiren ayet inmiş ve yüzbin'in üzerinde hacıya tebliğ edilmiştir. İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu Mâide suresi altmışyedinci ayetin daha önce, Mekke fethi ve Hayber gazvesinden önce indiğini tesbit etmişlerdir Nesaî bu olaya Alî b. Ebî Talib'in fazîletlerine dair eserinde yer vermiştir. Zeyd b. Erkam'dan nakledilen bu rivâyette "Gadîr" hadîsi ile "Sekaleyn" hadîsi birleştirilmekte ve her ikisinin de Gadîr günü söylenmiş olduğu belirtilmektedir. İbn Mâce de Gadîr hadîsine Sünen'inde yer vermiş, fakat hadîsin söylendiği yerin ismini zikretmemiştir (Nesâî, Hasâis,16; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, II). İbn Teymiye Gadîru Hum rivayetleriyle ilgili olarak şunları söyler: "Bu uydurmanın mütevâtir olması bir yana sahih bir isnadı bile yoktur. Bu mesele hakkında Sakîfe gününde, Hz. Ömer'in vefatında, altı kişilik şûrâ teşekkül ettiği zaman ve nihâyet Hz. Osman'ın şehâdetini müteâkip, Hz. Ali hilâfeti üzerine münakaşalar yapıldığı günlerde, sahabeden hiç değilse bir kişinin ortaya çıkıp durumu açıklaması gerekmez miydi? Görüldüğü gibi bu, Rafızilerin uydurmalarından biridir" (İbn Teymiye, Minhâcü's-Sünne, IV, 118). Hamdi DÖNDÜREN Şamil İslam Ansiklopedisi ravzayahasret.com ALINTI
__________________ Hafız olmak mesele değil Hafız ölmek mesele... | |
14 Nisan 2011, 02:20 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: ğadir hum nedir_??? Ey Elçi! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et: Sen onu tam yapmadığın sürece Rabbinin mesajını (hiç) yaymamış olursun. (Görevini yaparsan) Allah seni (inanmayan) insanlardan koruyacaktır. Allah, hakikati inkar eden insanları doğru yola iletmez. (Maide-67) Allah resulünün vefatından önce inen son ayetlerden olan ve özellikle açıklanması istenen husus üzerinde düşünmek gerekir çünkü ne müşriklerden çekinmesi kalmış nede başka bir şey İslam devleti kurulmuş ve tüm hükümler açıklığa kavuşmuştur burda tebliğ edilmesi istenen mevzuu İmam Alinin velayetidir bunun dışında bir anlam çıkmıyor İmam Alinin Halife Ebubekire biatının geç yapılışındaki arka plan ve bu hususlarda yapılan icraatlar hususunda çok fazla yazmamın insanların zannına sebep olacağını bildiğim için şimdilik suskunluğu tercih ediyorum Nehcül Belağa 3 hutbede İmam Alinin sessiz kalışının tüm nedenleri izah edilmektetir.... |
15 Nisan 2011, 21:58 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: ğadir hum nedir_??? İmam Ali (a.s) Hilafeti hususunda akli olarak sunacağım bir kaç delil inş faydalı olur: Örnek Olarak: Bizim elimiz dilimiz gözümüz ayaklarımız kulaklarımız vb uzuvlarımızın dokunduğu tadını aldığı gördüğü yürüdüğü duyduğu bir şey hakkında şüpheye düşerse onu akla havale eder akılda şüpheyi yok eder yakini sağlamlaştırır. Allah aklı tüm uzuvların şüphesini gidermek için vermiştir. Varlığı olmadan uzuvların yakine kavuşma imkânı olamaz. Allah'ın her hususta bizi başıboş bırakmadığı hakikati ile yola çıktığımızda O asırda Arap toplumu içerisinde hemen her şeyden önemli olan Yönetici anlayışına rağmen Allah Resulünün vefat etmeden evvel kendisinden sonra Devleti yönetecek ve Müminlerin sorununu çözecek bir İmam tayin etmemesi asla düşünülemez. Bugün bizler en ufak bir işimizde dahi kendi bölgemizden veya işimizden ayrı kalacağımızı bildiğimiz zaman yerimize birini bırakıyor iken Allah Resulünün birini tayin etmediğini düşünmek Allah resulünü anlayamamaktır. Bu Konuda İmam Ali (a.s) Atanmadığına inanan arkadaşlar var ise ve bana itiraz edecekseler Şu maddeler halinde sunacağım sorularıda cevaplamaları gerekecektir! Resulullah (s.a.a.) ümmetinin hilafet konusunda böyle ihtilaf edeceğini bildiği halde niçin kendisine halife tayin etmedi? Ashab Resulullah'a her türlü soruyu rahatlıkla sorduğu halde, niçin bu konuyu soran birisi çıkmadı? Ümmetin ayrılığa düşmemesi için Resulullah bir şeyler yazmak istediğinde niçin bazı sahabeler ona muhalefet edip sayıkladığını söylediler? Neden Resulullah (s.a.a.) vasiyetinin yazılması konusunda ısrar etmedi? Hâlbuki eğer o vasiyet yazılsaydı, ümmet fitnelerden kurtulurdu! Niçin Peygamber efendimiz vefatından iki gün önce bir ordu hazırlayarak Muhacir ve Ensar'ın önde gelenlerini orduya katıp Filistin yakınlarındaki "Mute"ye gitmelerini emretti? Resulullah (s.a.a.) niçin İmam Ali'yi (a.s.) Usame ordusuna göndermedi? Peygamber efendimiz neden henüz bıyıkları bile terlemeyen genç birini bu orduya komutan yaptı? Resulullah neden Usame ordusuna katılmaya muhalefet edenlere kızarak lanet okudu? Resulullah (s.a.a.) Ebu Bekir'i halka cemaat namazı kıldırması için tayin etti mi? Ensar neden gizlice Beni Saide Sakifesi'nde toplandılar? Niçin Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubade hemen Sakife'ye koşup Ensar'ı gafil avladılar? Nasıl oldu da Muhacirler, Ensar'ı yenerek Ebu Bekir' i halife seçebildiler? Sa'd bin Ubade neden biatten kaçındı ve Halife Ömer neden onu öldürmekle tehdit etti? Niçin Hz. Fatma’nın evini yakmakla tehdit ettiler? Ebu Süfyan neden başlangıçta Halife Ebu Bekir'e karşı olup onu tehdit ettiği halde daha sonra sustu? İmam Ali (a.s) mevcut durumu kabul ederek onlara biat etti mi? O günlerde uzlaşmaya daha fazla ihtiyaçları olmasına rağmen, niçin Hz. Fatma’yı (a.s) gazaplandırdılar? Kavmin ileri gelenleri neden Usame ordusuna katılmaktan çekindiler? Neden İmam Ali'yi bütün görevlerden uzaklaştırıp hiçbir mevkide ona yer vermediler? 3. Hutbe Şıkşıkiye Hutbesi adıyla meşhurdur. Hilafet hakkındaki şikâyeti, neden sabrettiği ve halkın kendine biati hususunda... "Allah'a andolsun ki falan kimse, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiç bir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim. Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağmalandığını görüyordum. Ta ki birincisi yolunu tamamlayıp, onu kendinden sonraki falana verdi, gitti. İmam Ali daha sonra A'şa'nın şu beytini okudu. Cabir'in kardeşi Hayvan nezdinde yaşadığım hayat ile Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var! (Yani, ben bu gün sıcak havada bir lokma ekmek için uzun çölleri kat ediyorum. Cabir'in kardeşi Hayvan ile birlikte yaşadığım dönemlerde ise nimetler içinde yaşıyordum.(1) Ne kadar ilginç! Yaşarken halkın kendisini bırakmasını isterdi. Ama ölümden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti devenin iki memesi gibi kendi aralarında paylaştılar. Hilafeti öyle sert ve kaba bir yere attı ki sertliği insanı derinden yaralar, oldukça kaba davranırdı Hilafeti boyunca oldukça düştü, sürçtü. Habire sürçtükçe özür diledi, Hilafet sahibi, huysuz bir deveye binmişe benzerdi. Öyle bir deve ki yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı, dizginlerini salsa nefsini yokluğa, helake atardı. Allah'ın bekasına (varlığına) andolsun ki insanlar onun zamanında ihtilafa düştü, huysuzlaştı, renkten, renge büründü ve birbirini suçladı. Ama ben bu uzun zaman boyunca bir çok zahmet, mihnete düşmeme rağmen yine de sabrettim. Derken o da yolunu kat etti ve hilafeti bir topluluğa bıraktı ki benim de o topluluktan biri olduğumu sanıyordu. Allah'ım sana sığınırım, ne şuraydı bu! Benim hakkımda birincisiyle ne zaman şüphe hâsıl oldu ki bu tür kimselere denk tutuldum ben! Ama buna rağmen (kuşlar gibi) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum. İçlerinden biri (Sa'd b. Ebi Vakkas) haset ve kininden ötürü doğru yoldan saptı, öbürü (Abdurrahman b. Avf da) damadı olduğundan ona meyletti, öbürleri de öyle şeyler yaptılar ki söylenmesi, anılması bile çok çirkin... Derken onların üçüncüsü iki yanı şişmiş bir halde kalktı. Yediği yerle kirlettiği yer arasında yaşadı. Onunla beraber babasının oğulları da (mensubu olduğu Ümeyyeoğulları da) işe giriştiler. Allah'ın malını devenin ilkbaharda otlan, çayır, çimeni yiyip hazmettiği gibi yiyip hazmettiler. Sonunda onun da ipleri çözüldü. Amelleri işini bitirdi. Karnının dolgunluğu, onu yere serdi. Derken halk sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştüler, neredeyse izdihamdan Hasan ve Hüseyin ayaklar altında kalacaktı. İki tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar. Ama işi elime alınca bir bölük hemen biatten döndü, ahdini bozdu. Başka bir bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, çıktı, öbürleri de zulme saptılar. Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın "İşte ahiret yurdu; biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz."(Kasas: 83) ve "Akıbet takva sahiplerinindir."(A’raf: 128) buyurduğunu duymamışlardı! Evet, andolsun Allah'a elbette duydular ve anladılar da. Ama dünya gözlerine süslenmiş, bezenmiş bir şekilde göründü, onun bezentisi, süsü hoş geldi onlara. Evet, tohumu yarana ve insanı yaratana andolsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim. Hilafetin sonunu ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koşmadığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.) Sizler de biliyorsunuz ki şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence." Denildiği üzere söz buraya gelince Irak halkından biri kalktı ve Hz. Ali'ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali kâğıdı okumaya başladı. Okuyup bitirince İbni Abbas, "Ey Müminlerin Emiri, sözüne kaldığın yerden devam etsen."dedi. Hz. Ali şöyle buyurdu: "Ey İbni Abbas bu azdığında devenin boğazının altında oluşan şişlikti ki geldi, sonra geri indi.'' (2) İbni Abbas, 'Vallahi bu sözün istediği gibi bitiremeden yarım kalmasına üzüldüğüm gibi hiç bir şeye üzülmedim. Müminlerin Emiri ne olurdu dilediğini söyleseydi' dedi." 1:Hz. Ali'nin bu şiirle şunu demek istemiştir: Ben Resulullah zamanında ona herkesten daha yakındım ve herkesin saygı duyduğu biriydim. Ama bugün hilafeti elden ele dolaştırıyorlar ve benimle asla ilgilenmiyorlar bile. 2:Metinde geçen "şıkşıketun hederet" cümlesi bir darbı meseldir ve bir anlık gelip geçen haleti ifade etmektedir. Bu hutbenin adı da bu kelimeden alınmıştır. Hutbenin baş tarafında geçen "filan"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir. Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir. |
15 Nisan 2011, 23:41 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: ğadir hum nedir_??? CEVAP İmam tayin etmenin, Rabbülâlemin üzerine vacip olduğunu söylemeniz Mutezile fırkasının, (yapılmaması hikmeti bozan şeyleri, Allahü teâlânın yapması vaciptir) demelerine benzemektedir. Bu sözleriniz bozuktur, yanlıştır. Çünkü, Allahü teâlânın bütün işleri hikmete uygun, hep faydalıdır. Herhangi bir şeyin yapılması hikmete uygun ve faydalı göründüğü için, Allahü teâlânın o şeyi yapması vacip olamaz. Kur'an-ı kerimde (Ona yaptıklarından dolayı bir şey sorulmaz. Onun kulları, yaptıklarından sorulacaktır) [Enbiya, 23] mealindeki âyet-i kerime, sözünüzün bozuk olduğunu açıkça gösteriyor. İmam tayin edilmesi, Allahü teâlâ üzerine vacib olsaydı, insanların hiçbir zaman imamsız kalmaması lazım gelirdi. İmamın, herkesçe tanınması, kuvvet, iktidar sahibi olması, imamlık şartlarını taşıması, kötü işleri, çirkin adetleri kaldırabilmesi, iyi işleri yaptırabilmesi, müslümanları zararlardan koruyabilmesi gerekir. Siz, yeryüzü imamsız kalamaz dediğiniz halde, yalnız imam bunlar olabilir dediğiniz ve bunların imam yapılması, Allahü teâlânın üzerine vaciptir sandığınız o masum imamların aralarına Hazret-i Ali’yi de karıştırdığınız halde, hiçbirisinin imamlık şartlarını taşımadığını söylüyorsunuz. Hepsinin sıkıntı içinde, zulüm görerek, güçsüz, kuvvetsiz yaşadıklarını, bir şey yapamayıp, tesirsiz kaldıklarını bildiriyorsunuz. Böyle aciz, başkalarının kuvveti karşısında hareketsiz, onlara itaat etmeye mecbur bir kimseyi imam yapmakta nasıl bir fayda ve hangi hikmet düşünülebilir? Siz bu yanlış sözünüzde inat ve ısrar etmekle, Allahü teâlâyı, hâşâ, zayıf, aciz yapmış oluyorsunuz. Çünkü, kendi üzerine vacip olan bir şeyi yapamamış oluyor. Allahü teâlâ, böyle uygunsuz sözlerden uzaktır. Görülüyor ki, imam tayin etmek, Allahü teâlâ üzerine vaciptir demeniz, büsbütün yanlıştır. Evet ehl-i hakkın, yani Ehl-i sünnetin dediği gibi, İslam dinini korumak, suçluların cezalarını vermek, herkese hakkını ulaştırmak ve emr-i maruf ve nehy-i anilmünker yapmak için, insanların bir imama, başkana ihtiyaçları olduğu için tayin etmek, bize vaciptir. Yoksa, Allahü teâlâya vacip değildir. Bunun için, Resulullah vefat edince, Eshab-ı kiram toplanarak, Ebu Bekri Sıddıkı söz birliği ile imam yaptı. Böylece, İslam dininin bir sarsıntı geçirmesi önlenmiştir. Mutezile fırkası, aklın güzel veya çirkin demesini esas tutuyor. Allahü teâlânın yarattığı şeylerin güzel veya çirkin olmasının seçimini akla bırakıyor. Güzel olduğu anlaşılanları, Allahü teâlâ, yaratmaya mecburdur, diyor. Allahü teâlânın, insan aklının güzel dediği şeyleri yaratmaya mecbur olduğunu söylemek kadar çirkin, bozuk söz yoktur. Sizin sözünüz de, buna benziyor. Bundan başka, masum imam bulundurmak, Allahü teâlâ üzerine vacip olursa, her asırda bir Peygamber göndermesi, her şehirde bir masum imam bulundurması, her hakimi adil, doğru eylemesi vacip olmak lazım olur. Evet, iyi kötü herkes, Allahü teâlânın, insanları rehbersiz, imamsız olarak başı boş bırakmasını, cahil, sapık, karanlıkta yuvarlanmalarını doğru bulmaz. Bunun için, Allahü teâlâ saadet, huzur yolunu gösteren bir kitap ve bunun kıymetini anlayacak kadar, bir akıl vermiştir. Allahü teâlânın, masum imamı, zamanın sahibini her zaman gönderdiğini, kullarının işlerini, Onun eline bıraktığını söylerseniz, bu da çok bozuk, pek gülünç olur. Çünkü, bin seneden beri, çocukları, torunları, yakınları öldüğü halde ve Şiiler çoğaldığı halde, insanları irşad etmek, gafletten uyandırmak için ve İslamiyet’i yaymak için meydana çıkmayıp da gizli kalan masum bir imam, nasıl faydalı olabilir? Herkese doğru yolu göstermek, hakları, sahiplerine ulaştırmak ve nice işleri yapmak vazifeleri olduğu, nasıl söylenebilir? Böyle inanmak kadar, şaşkınlık ve hatta sapıklık olur mu? Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahü teâlâ hiçbir şeyi yapmaya veya yapmamaya mecbur değildir. Nehcülbelaga kitabınızda yazılı olduğu gibi, Hazret-i Ali Sıffin muharebesinde, hutbe okurken bunu açıkça bildirmiştir. Şöyle ki, (Sizin işlerinizi idare ettiğim için, üzerinizde hakkım vardır. Benim üzerimde ve birbirinizin üzerlerinizde de haklarınız vardır. Bir kimsenin vereceği hak olunca, başkasından alacağı hak da olur. Alacağı hak olup da, vereceği olmayan kimse, ancak Allahü teâlâdır. Çünkü O, her şeyi yapabilir. Her işi, adl iledir. Allahü teâlânın kulları üzerinde olan hakkı, kendisine ibadet, itaat etmeleridir. İhsan ederek, buna karşılık sevap verir) buyurdu. Bu hutbeye dikkat ederseniz, bu sözlerinizin Hazret-i Alinin sözlerine uygun olmadığını görürsünüz. Resulullah efendimiz, Hazret-i Ali’nin halife yapılmasını vasiyet etti demeniz de yanlıştır. Eshab-ı kiram farzları yapmaya memur oldukları gibi, Resulullahın emirlerini de yapmaya memur idi. Buna uymadıkları, bu emri sakladıkları söylenmiş olmaktadır. Böyle çok kimsenin, bozuk bir işte sözbirliği yapması ise, olacak şey değildir. Hadis-i şeriflere de uymadığı için, doğru bir söz olamaz. Şii âlimlerinden ibni Ebi Âsım ve Elkai’nin, Enes bin Malik’ten bildirdikleri hadis-i şerifte (Allahü teâlâ, benim ümmetimi, dalalet üzerinde sözbirliği yapmaktan korudu) buyuruldu. Hadis âlimi Hakim Uyeyne’nin bildirdiği hadis-i şerifte (Allahü teâlâ, bu ümmeti, dalalet üzerinde toplamaz) buyuruldu. (Allahü teâlânın yardımı, cemaat iledir) hadis-i şerifi gibi, daha nice hadis-i şerifler gösteriyor ki, ümmet-i Muhammed, hiçbir zaman dalalet üzerinde sözbirliği yapamaz. Böyle olmadığını söylemek, bu hadis-i şeriflere inanmamak olur. Resulullah efendimizin, vasiyet yazmak için, kağıt kalem istediğini söylüyorsunuz. Bu sözünüz, daha önce bildirdiğiniz Gadir-i Hum vasiyetinin, doğru olmadığını gösteriyor. Böyle bir vasiyet etmiş olsaydı, bir daha vasiyet yazmaya lüzum görmezdi. Bundan da anlaşılıyor ki, Resulullahın Gadir-i Hum denilen yerde okuduğu hutbesinde, söylediğini ileri sürdüğünüz vasiyetin aslı ve esası yoktur. Doğrusu şudur ki, Hazret-i Ali ve bütün Haşimoğulları da birlik olduğu halde, Eshab-ı kiramın hepsi Hazret-i Ebu Bekri, sözbirliği ile halife seçmiştir. Bu sözbirliği yukarıdaki hadis-i şeriflere göre, bunun halifeliğinin doğruluğunu, sizin sözlerinizin de, yanlış ve bozuk olduğunu açıkça göstermektedir. Böyle bir vasiyet olsaydı, Hazret-i Ali, kendi hakkını elinden aldıkları için üç halife zamanında, bu hakkının kendisine geri verilmesini ister, vermeyenlere karşı harekete geçerdi. Nasıl ki, halife seçildiği zaman, din ve dünya işlerini çevirmek için, İslamiyet’in emri ile, kendisine itaat etmeyenlere karşı kılıcını çekerek, bunlarla boğuştu. Herkesin bildiği gibi, nice şehirlerin yıkılmasına, binlerle müslüman kanının dökülmesine sebep olan savaşları yapmıştı. Kendisine itaat etmeyenlere karşı böyle şiddet gösteren, böyle güçlü, şerefli bir zatın, İslamiyet’in kendisine vermiş olduğu hakkın elinden zorla alındığını görüp de susması ve hatta, üstelik bu hakkın kime verilmesi daha iyi olacaktır diye görüşen kurula üye olarak katılması, düşünülebilir mi? Eğer, hâşâ, Şii kitabının dediği gibi, Hazret-i Ali bu hakkını aramaktan adamları az olduğu için, istemeyerek susmuş denilirse, Allahü teâlânın ve Resulullahın kendisine vermiş olduğu vazifenin icaplarını yerine getirmekten korktuğu için, Allahü teâlânın emrini yapmamış, Ona isyan etmiş demek olur. Halbuki, Resulullahın damadı ve Allah’ın aslanı olan Hazret-i Ali, değil yalnız Arabistan’dan, belki bütün dünyadan, herkim olursa olsun, böyle utanç verici ve lekeleyici bir korkaklığı kendine bulaştırmayıp, ölümü göze alacağı herkesin bildiği bir şeydir. Bunun için siz, emirül-müminin Hazret-i Ali efendimize böyle kötü, çirkin bir hâli yakıştırıyorsunuz. Böyle söylemek, onu sevdiğinizi bildirmiş olmuyor, Ona düşmanlık etmiş oluyorsunuz. Her türlü şüpheden ve ayıptan temiz olan O yüce imamı böyle bir kusurdan uzak görmeyi ve burada bildirmeyi, üzerime borç bilirim. Resulullahın vasiyet yazmak için kağıt kalem istediği zaman, Ömer bunu önledi demeniz de, bu zatın böyle bir iş yapacağına, kesin bir delil, senet bulunmadığı için, doğru değildir. Çünkü, Buhari kitabının Megazi kısmında, Abdullah ibni Abbas diyor ki: Resulullah efendimizin hastalığı perşembe günü arttı. (Bana kağıt getiriniz! Size kitap yazacağım. Benden sonra, yoldan hiç ayrılmayasınız) buyurdu. Orada olanlar, konuşmaya başladı. (Peygamberin yanında yüksek sesle konuşmak layık değildir) buyurdu. Acaba sayıklıyor mu? Kendisinden, bunu sorunuz, denildi. Yine Abdullah dedi ki, Resulullah hasta idi. Yanında birkaç kişi vardık. (Size kitap yazacağım. Benden sonra, yoldan çıkmayasınız) buyurdu. Birkaçımız dedi ki, ağrısı arttı. Yanımızda Kur'an-ı kerim var. Allah’ın kitabı bize yetişir. Uyuşamadık. Birkaçımız, getirelim, yazsın da, bundan sonra, yolu şaşırmayalım dedi. Kimisi, başka şey söyledi. Sözler çoğalınca, (kalkınız) buyurdu. İşte yeryüzünde Kur'an-ı kerimden sonra en kıymetli ve en güvenilen kitabımız olan Buharinin bildirdiğine göre, sözü yapmak istemeyen belli bir kişi değildir. Birkaç kişi idi. Çünkü, Buhari’de (söylediler) diyor. Bundan, cevap verenlerin çok kişi olduğu anlaşılıyor. Burada, yalnız Hazret-i Ömer’i dile alıp, onu kötülemeye kalkışmak, doğru değildir. Eğer dil uzatmak denilirse, orada bulunanların, hepsini kötülemek lazım olur. Bunların arasında Hazret-i Ali ve Hazret-i Abbas da vardır. Bunlar da, kötülenmiş olur. Maide suresinin (Rabbinden sana indirilen emirleri bildir! Bunu yapmazsan, Peygamberlik vazifesini yapmamış olursun! Allah seni insanlardan korur) mealindeki 67. âyeti Gadir-i Humda geldi demeniz de yanlıştır. Çünkü, bu sözünüz, Resulullahın (hâşâ) Allahü teâlânın emrini eshabına bildirmediğini düşündürür. Bu hutbede, bu emri bildirmek istemediği ve bundan dolayı, Allahü teâlânın, kendisini affetmesini, Cebrail aleyhisselamdan dilediğine göre, bu emri yapmakta eshabından çekindiği anlaşılır. Resulullah efendimizin bu gibi şeylerden masum olduğu şüphesizdir. İkinci olarak deriz ki, Resulullahın vefatına yakın olan bu hutbesine kadar, Allahü teâlânın Onu, insanlardan korumadığını ortaya koyar. Halbuki, Allahü teâlânın Habibini koruduğu, bu hutbesinden çok önce biliniyordu. Bu sözünüz bilinen bir şeye uymadığı için de, yanlış oluyor. Üçüncü olarak, Resulullahın o güne kadar kâfirlerden korkmakta olduğu ve Eshab-ı kiramdan da, kâfirler gibi korktuğu anlaşılır. Halbuki, Eshab-ı kiram efendilerimizin kendi canlarını, ana babalarını Resulullahın uğrunda feda etmekten hiçbir zaman çekinmedikleri, çeşitli haberler ile bilinmektedir. Bunların, kâfirler gibi Resulullahı korkutmak için toplanmaları akla da, din bilgilerine de uyacak bir şey değildir. Resulullah efendimizin, ilk zamanlarında, yalnız olduğu ve karşı gelenlerin ve Kureyş kâfirlerinin, zulümlerinin pek çok olduğu anlarda, hiç korkmadan, çekinmeden (Emrolunanları bildir!) âyet-i kerimesine uymakta, kahramanca nasıl uğraştığı bilindiği halde, Mekke alındıktan, her yerden bölük bölük gelip Müslüman olanlar çoğaldıktan ve Haşimoğulları ile Abdülmuttalib oğulları gibi pehlivanların hepsi Müslüman olduktan sonra ve İzacae suresi ile fetihler, zaferler müjdelendikten sonra, Gadir vakası zamanında, Muhacirlerin ve Ensarın topluluğunda ve Haşimoğullarının çok bulunduğu anda, Allah’ın emirlerini bildiremeyecek kadar korku gösterdiğini söylemek, üstün sıfatlarla süslenmiş olan o Nebiyy-i muhtereme yakışmayacak, çok çirkin, çok iğrenç bir iftira olur. Hele Eshab-ı kiramdan korktuğunu söylemek, Âl-i İmran suresinin (Siz ümmetlerin en hayırlısı, insanların seçilmişisiniz) mealindeki 110. âyetine inanmamak olur. Hiçbir bakımdan doğru olamaz. Dördüncü olarak, Resulullah efendimiz, Allahü teâlâya, emirlerini Eshabına bildirmekte karşı geldikten sonra Medine’ye gelip, hasta olunca, birkaç gün, Allah’ın imam yapmasını emrettiğini söylediğiniz Hazret-i Ali’yi, arkada bırakıp da, namaz kıldırmak için, kendi yerine Hazret-i Ebu Bekri imamlığa geçirmesi, Allahü teâlânın emrini ikinci defa yapmamak olur. Hazret-i Ali’yi halife yapmalarını, Eshabına bildirmesi, Gadir-i Hum’da gelen âyet-i kerime ile emredildikten sonra, yine Ebu Bekri imam yapması karşısında, bu âyetin sandığınız gibi, orada değil, büyük âlimlerin sözbirliği ile bildirdikleri gibi, Arefede indiği ve Eshab-ı kiram için değil, Kureyş müşrikleri için inmiştir. Resulullah Hazret-i Ali’nin birinci halife olacağını bilseydi, bunu elbette bildirirdi. Bunu bildirmesinde hiç korku da yoktu. Çünkü, bütün Mekke halkı ve hele Haşimoğulları ve Abdülmuttalib oğulları, Hazret-i Ali’nin akrabası ve yakınları olduğundan, bu haberden sevinecekler, kimseye korku, zarar gelmeyecekti. Bütün bunlardan başka, taassubu, inadı bırakıp, tarafsız ve insaflı olarak, bu hutbeye ve içindeki kelimelere ve bayağı cümlelerine iyi dikkat edilirse, bu sözlerin, fesahat ve belagatta biricik olan o Peygamberin mübarek ağzından çıkması şöyle dursun, Arab edebiyatını bilen herhangi bir kimsenin bile söylemiş olması mümkün değildir. Bundan da anlaşılıyor ki, bu sözlerin hepsi, yabancıların uydurma ve iftiralarıdır. Bu sözler arasında bulunan (Ben, kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır) hadis-i şerifi, Hazret-i Ali’nin imam olacağını göstermez. Çünkü, mevla sözünün birçok manası vardır. Kamusda yirmi kadarı yazılıdır. Böyle kelimelerin, hangi manaya kullanıldığı da, bir delil, bir işaret ile anlaşılır. İşaretsiz, delilsiz bir mana vermek doğru olmaz. Mevla kelimesine sevici ve yardım edici manalarını vermekte, biz de, sizinle birlikteyiz. Bunun içindir ki, Abdülgafir bin İsmail Faris, Mecmaul-garaib kitabında (veli) kelimesini anlatırken, bu hadis-i şerifin (Beni seven ve yardımcı bilen kimse, Ali’yi de, yardımcı bilsin!) olduğunu yazıyor. Bunlar ince düşünülürse, bu hadis (halife) olmaya, daha uygun, daha üstün olmayı göstermemektedir. Çünkü, veli kelimesinin (evla) demek olacağı, lügata da, İslamiyet’e de uygun değildir. İslamiyet’e uygun olmadığı meydandadır. Lügatta ise, mefal vezninde olan kelimelerin, efal vezninde kullanılmaları hiç görülmemiştir. Bu hadis-i şerifin, Hazret-i Ali’yi sevmek ve ona düşman olmaktan kaçınmak demek olduğu anlaşılır. Hatta Ebu Nuaym Ahmed bin Abdullah, Hazret-i Hasan’ın oğlu Hasan’dan bildiriyor ki, bu Hasan’dan soruldu. (Ben kimin mevlası isem...) hadis-i şerifi, Hazret-i Ali’nin halife olmasını gösteriyor mu, dediler. Hasan buna cevap olarak, eğer Resulullah bu hadis-i şerif ile, Hazret-i Ali’nin halife olmasını bildirmek isteseydi, (Ey insanlar! Bu zat benim işlerimin velisidir. Benden sonra, halife olacak budur. İşitiniz ve itaat ediniz!) buyururdu. Allahü teâlânın ismine yemin ederim ki, Allahü teâlâ ve Onun Resulü, Ali’nin halife olmasını isteselerdi, Ali, bu emri yerine getirmeye kalkışmaması ile böylece Allahü teâlânın emrine karşı gelmesi ile, çok büyük günah işlemiş olurdu, dedi. Dinleyenlerden biri: Öyle ise Peygamberimiz (Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir) buyurmadı mı? deyince, Hasan, vAllahi eğer Resulullah, Ali’nin halife olmasını isteseydi, namaz kılmayı ve oruç tutmayı emreylediği gibi, bunu da, açıkça emrederdi, dedi. İşte, Ehl-i beytin en ileri gelenlerinden biri olan ve Hazret-i Ali’nin torunu olan Hasan’ın bu sözleri, senin sözlerinin bozuk ve yalan olduğunu açıkça göstermektedir. Molla başı sustu. (Hucec-i katiyye)
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
16 Nisan 2011, 00:22 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: ğadir hum nedir_???
Kamer abi vermiş olduğunuz reddiye hususunda hakikatı bulma adına tüm delilleri inşaallah sunacam emin olun bir çoğu bilinçli karalamadan ibaret taraflı bakış....
|
16 Nisan 2011, 12:55 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: ğadir hum nedir_??? Kamer Abim sunmuş olduğunuz reddiyeye tüm delilleri ile cevap vereceğim sırasıyla: Maide Suresi 67 Ayeti Kerimesinin İmam Ali hakkında nazil olduğunu Öncelikle Sünni Âlimlerden ve kaynaklarının ismi ile vereceğim ... 1- Hafız Ebu Cafer Muhammed b. Ceriri Taberi "el-Vilayet-u fi Turuk-i Hadisil Gadir" adlı kitabında kendi senediyle bu konuda Zeyd b. Erkam'dan bir hadis nakletmiştir. 2- Hafız İbni Ebi Hatem Ebu Muhammed Hanzeli er-Razi bu konuda, Ebu Said Hudri'den kendi senediyle bir hadis nakletmiştir. 3- Hafiz Ebu Abdullah el-Mehamili "Emali"sinde kendi senediyle İbn-i Abbas'tan bir hadis nakletmiştir. 4- Hafiz Ebu Bekir-il Farisi eş-Şirazi "Ma Nezele Min-el Kuran-i fi Emir-il Mu'minin" adli kitabmda, bu konuda kendi senediyle İbni Abbas'dan bir hadis nakletmiştir. 5- Hafiz İbn-i Merdeveyh Ebu Said Hudri'den, İbn-i Mes'ud'dan, İbn-i Abbas'dan, 22- "El Gadir" c. 1, s. 214-223. 23- Ziya-ul Alemin, Serif Fettuni. 24- ed-Dürr-ül Mensur, c. 2, s. 298; Feth-ul Kadir, c. 2 s. 57. 25- Vessabi Şafıi, "el-İktifa" da Muttaki Hindi de "Kenz-ul Ummal"da(c. 6, s. 153) ondan nakletmişlerdir. 6- Ebu İshak Sa'lebi en-Nişaburi"el-Keşf ve'1-Beyan" tefsirinde, Ebu Cafer Muhammed b. Ali (İmam Bakır)'dan ve İbn-i Abbas'tan hadisler nakletmiştir. 7- Hafız Ebu Nuaym-i İsfehani "Ma Nezele Min'el Kur'an fi Ali" adli kitabmda kendi senediyle bu konuda Atiyye'den hadis rivayet etmektedir. 8- Ebu'l Hasan-i Vahidi en-Nişaburi Ebu Said Hudri'den kendi senediyle hadis nakletmiştir. 9- Hafiz Ebu Said Mes'ud b. Nasır es-Secistani "ed-Dirayet-u fi Hadis-il Vilayet" adlı kitabında çeşitli yollarla kendi senediyle İbn-i Abbas'tan hadisler nakletmektedir. 26- İlk iki hadisi Suyuti, ed-Dürr-ül Mensur c. 2 s. 298'de, Şevkani, Feth-ul Kadir'de ve İrbili, Keşf-ul Gumme (s. 94)'de ise ikinci hadisi, ondan naklederler. Son iki hadisi ise İrbili, Keşf-ul Gumme, s. 94'te ondan nakleder. 27- Her iki hadisi İbn-i Bitrik "el-Umde" (s. 49'da), Seyyid b. Tavus "el-Taraif'de, İrbili, "Keşf-ul Gumme" (s. 94)'de ondan naklederler. Tabersi ise ikinci hadisi, "Mecma-ul Beyan, (c. 2, s. 223) de, onun el-Keşfu ve'1-Beyan adli tefsirinden nakleder. İbn-i Şehraşub ise, "Menakıb" (c. 1, s. 526)'dabirinci hadisi ondan nakleder. 28- Hasais'i Nesai, s. 29. 29- Esbab-un Nuzul, s. 150 10- Hafiz Hakim el-Haskani Ebu-1 Kasim "Şevahid-ut Tenzil li Kavaid-it Tefsil ve't Te'vil" adli kitabmda kendi senediyle İbn-i Abbas ve Cabir-i Ensari'den hadis nakletmektedir. 11- Hafiz Ebu-1 Kasım b. Asakir eş-Şafıi (kendi senediyle Ebu Said Hudri'den bu konuda hadis naklediyor. 12- Ebu'l Feth-i Netenzi "el-Hasais-ul Aleviyye"adli kitabmda Imam Muhammed b. Ali el-Bakir (a.s) ve Cafer b. Muhammed es Sadik (a.s)'dan bu konuda kendi senediyle hadis nakletmiştir. 13- Ebu Abdullah Fahruddin-i Razi eş-Şafîi Tefsir-i Kebir'inde, saydığı onuncu vechinde bu olayı, mezkur ayetin iniş sebebi olarak zikretmektedir. 14- Ebu Salim-i Nesibi eş-Şafıi Vahidi-i Nişaburi'nin hadisini Ebu Said-i Hudri'den nakleder. 30- Et-Taraif. 31- Mecma-ul Bey an, c. 2, s. 223. 32- Ed-Dürr'ül Mensur, c. 2, s. 298; Feth-ul Kadir, c. 2, s. 57. 33- Ziya-ul Alemin. 34- Bu konuda ileride genişçe konuşacağız. 35- Met alibus Su'l, s. 15- Hafız Izzuddin-i Ras'ani el-Musil-i el-Hanbeli kendi tefsirinde bu konuda İbn-i Abbas'tan bir hadis nakletmektedir. 16- Şeyh-ul İslam Ebu İshak el-Himvini "Feraid-us Simtayn" da bu konuda kendi şeyhlerinden senetleriyle Ebu Hureyre'den bir hadis nakleder. 17- Seyyid Ali Hemdani Meveddet-ul Kurba'da Bera b. Azib'den bir hadis nakleder. 18- Bedruddin b. Ayni el-Hanefi "Ya eyyuher resulu belliğ ma unzile ileyke" ayeti hakkmda Hafiz Vahidi'den, daha once nakledilen hadisin aynısını nakletmiştir. Daha sonra Mukatil ve Zemahşeri'den mezkur ayetin nüzul sebebi hakkmda ki diğer görüşleri de nakledip şöyle demiştir: "Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin demiştir ki; "Mezkur ayetin manası şudur: "Rabbinden, Ali b. Ebu Talib (a.s)'m fazileti hakkmda sana nazil olanı tebliğ et". Bu ayet nazil olduğunda Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)'m elini tutup şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlasi isem Ali de onun mevlasıdır." 36- Badahşani "Mefatih-un Neca fı Menakib-i Al-il Aba" kitabinda bu hadisi ondan nakletmektedir. Onun arkadaşı İrbili de Keşf-ul Gumme, s. 92'de o hadisi naklediyor. 37- Umdet-ul Kari fı Şerhi Sahih-i Buhari, c. 8, s. 584. 19- Nureddin b. Sabbağ el-Maliki el-Mekki Vahidi'nin "Esbab-un Nuzul"da rivayet ettiğini Ebu Said'in hadisini zikretmiştir. 20- Nizamuddin-i Nişaburi mezkur ayet hakkmda, Ebu Said-i Hudri'nin hadisini nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu, İbn-i Abbas, Bera b. Azib ve Muhammed b. Ali'nin sözüdür." Daha sonra tebliğ ayetinin nüzul sebebi hakkmda farklı görüşler de aktarmıştır. 21- Kemaluddin-i Meybudi Sa'lebi'nin rivayetini bu konuda zikretmiştir. 22- Celaluddin-i Suyuti eş-Şafîi diyor ki: Ebuş-Şeyh, Hasan'dan; Abd b. Hamid, İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem ve Ebuş-Şeyh Mücahid'den; İbn-i Ebi Hatem, İbn-i Merdev ve İbn-i Asakir ise Ebu Said-i Hudri'den şöyle nakletmişlerdir: Şu ayet Resulullah (s.a.a)'e nazil oldu: "Ey Resul! Rabbinden sana ineni tebliğ et -ki Ali (a.s) mü'minlerin mevlasidir- bunu yapmayacak olursan O'nun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktir." 23- Seyyid Abdulvehhab el-Buhari kendi tefsirinde, "De ki ona (risaletime) karşılık sizden akrabalarıma sevgiden başka bir ücret istemiyorum" ayetinin peşinde bu konuda Bera b. Azib'den bir hadis naklediyor ve; "Bunu, Ebu Nuaym rivayet etmiş ve Sa'lebi kitabmda zikretmiştir" diyor. 38- el fusul-ul Muhimme, s. 27. 39- Tefsir-i Nişaburi, c. 6, s. 170. 40- Şerh-i Divan-i Emir-ul Mü'minin, s. 415. 41- Tefsir-i ed-Dürr-ul Mensur, c. 2, s. 298. 24- Seyyid Cemaluddin eş-Şirazi (ö. h. 1000), "Erbain"inde söz konusu ayetin "Gadir-i Hum"da nazil olduğımu İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir. 25- Muhammed Mahbub-ul Alem (ö. h. 11. yiizyil), "Tefsir-i Şahi" adlı tefsirinde, Nizamuddin-i Nişaburi'nin tefsirinde geçeni aynen nakletmiştir. 26- Mirza Muhammed Bedehşani (ö. h. 12), "Miftah-un Neca" kitabmda şöyle demiştir: "Emir-ul Müminin Ali b. Ebi Talib (a.s)'m makami hakkmda gerçekten pek çok ayet nazil olmuştur, ben bu kitapta sadece onlarm özetini yazdım." Daha sonra, İbni Merdevin, Zerr' den, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğini zikretmiştir. Sonra onun yoluyla Ebu Said-i Hudri'den ve Hafız Ras'ani'nin İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği hadisi, nakletmiştir. 27- Kadı Şevkani kendi tefsirinde şöyle demiştir: "İbni Ebi Hatem, İbni Merdev ve İbni Asakir, Ebu Saidi Hudri'nin şöyle dediğini nakletmişlerdir; "Ey Resul, Rabbinden sana nazil olanı tebliğ et..." ayeti "Gadir-i Hum" günü, Ali b. Ebi Talib (a.s) hakkında Resulullah'a nazil olmuştur." Bu sadece Bir kısım Delil Ayet hakkında devamı detaylıca gelecek ....
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
16 Nisan 2011, 13:34 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: ğadir hum nedir_??? Arapçada ‘’Mevla’’ Kelimesini demek ben yanlış biliyormuşum sevici ve yardım edici imiş şimdi bakalım anlam farkı ne kadar çok Kur’andan örnekler ile: İmam İbni Teymiye Allah'ın rahmeti üzerine olsun değer verdiğim ve faydalandığım bir alim lakin Bu hususlarda taraflı davranmıştır Yez it (Lanetullahi Aleyhi) dahi aklayacak kadar ileri gitmiştir bu hususta kendisinin hiç bir görüşünü kaale almadığımı belirtmek isterim çünkü hata yapmıştır ...Yukarıdaki paragrafların geneli Selef alimlerinden yararlanarak tarafıma reddiye hazırlanmıştır bu hususta istenilen konuda delillerimi sunmaya hazırım.. Sormuş olduğum soruların cevaplarının verilmesini rica edecem Şia gözü ile olaya bakmadığımı belirteyim lakin hakikat kimden olursa olsun alırım bu hususta tarafgirlik yapmam.Sormuş oldupum tüm soruların cevaplarınıda verebilirim itirazlara göre.. Yakın Olmak, Yardım etmek, işlerini yürütmek, sahip çıkma,(Medine’ye hicretin başlangıç devresinde ensar ile muhacirler arasında kardeşlik ve yardımlaşma tesis edilmiştir Bu yardım birbirlerine VARİS olma esasını gerektirmekteydi İşte o zamanlar bu yardım Velayetin=birbirine varis olma tevarüs manasında mevzu bahs olmuştur… Böylece birbirlerinin akrabası sayılmışlar ve birbirlerinin mirasına hissedar olmuşlardı. Muhacir olan zat ensarın mirasına hissedar olmuşlardı. Dost: Allah’ın Müminlerin dostu olması, müminlere hayır yollarını açıp, onları bu hususta muvaffak kılmasıdır… Veli: Yerine geçen, yürüten yakın (Ölenin yerine geçip Onun işlerine bakan yakını) Allah Resulünün Gadir Hutbesinde ‘’ Allah'ın benim üzerimde, benim de müminler üzerinde velâyetim, yetkim var. Ben inananlar üzerinde kendilerinden daha yetkiliyim; o hâlde: Ben kimin mevlâsı ve velisi isem, Ali de onun mevlâsı ve velisidir.Allahım! Onu sevenleri sev, düşmanlarına düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onunla savaşanı kahret. Burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayanlara da bunu iletsinler.’’ Hitabı İmam Âlinin Velayetini açıklamaktadır. Müslümanlar, Müminlerin Emiri İma Ali'yi (a.s) tebrik ettiler. Halife Ebubekir ve Halife Ömer, Ali'yi (a.s) ilk kutlayanlardandılar. Kutlarken şöyle dediler: "Ne mutlu sana ya Ali! Benim ve erkek-kadın inanan herkesin mevlâsı oldun." (Ehlisünnet'in dört mezhep imamından biri olan Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.a) bu cümleleri dört defa tekrarladı.) 9/123 Ayet Yakın Olmak (Mekân cihetiyle Yakınlık) 18/44 Yardım 8/72 Yardım ve tevarüs 13/11 Yardım eden, sahip Çıkan 3/68 En Yakın Olan 4/135, 8/75 Daha Layık 75.34.35 Çok Yakın 5/107 Daha Yakın Olanlar Velliyuvelli tev’liyetten: İdaresine vermek, hazırlamak, tayin etmek, musallat etmek, yardımcı vermek, sahiplik ettirmek… 4/115 – 6/129 İdaresine vermek, muktedir kılmak, Yardımcı vermek 2/205 İdareci Olmak yahut dönüp gitmek 47/22 İdareci Olmak 60/13.60/9 Sevmek dost edinmek yardım etmek 5/56 Sevmek ,yerine getirmek 2/107-120-257. 3/68 . 6/51-70 9/74-116 13/37.17/111 18/26…… Ayetlerde Dost 19/5 Yakın 2/282 Veli Yerine geçen 17/33.27/49 Yakın 3/175 Dostlar (İşlerini yürüten bakıcılar) 8/34 İşlerini yürütenler bakıcılık edenler 33/6 Yakınlar 47/11 Sahip 44/41 Yakın (Akraba dost) 8/40 .22/13 ,78 3/150 8/40 Sahip 4/33 Yakınlar (Varisler, akrabadan olan mirasçılar) 19/5 Yakınlar (Amca Oğulları) 33/5 Yakınlar (Din kardeşi Olanlar, din cihetinden yakın olanlar)
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |