|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Muvahhid25,Açılış Tarihi: 06 Ocak 2012 (12:30), Konuya Son Cevap : 23 Ocak 2012 (17:52). Konuya 28 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
06 Ocak 2012, 19:56 | Mesaj No:21 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: Meşru olan tevasül.. birincisi kardeşim ölülerin dirileri işitmeyeceğinin beyanı vardır diyorsun kuranda peki “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 3/169) bu ayetle verdiğin ayetin arası uzlaştırırmısın yoksa kuranda çelişki var gözükecek.değil mi? Selefîcî kardeşlerimizin bir yanılgısı da ölü ile diri olanları ayırmalarıdır. Onlara göre, hayatta iken birinin vesile kılınması caizdir, fakat öldükten sonra vesile kılınması ise şirktir. Oysa, diri olanlarda zahiren görülen bir güç olduğu için onların vesile kılınması şirke daha müsait zannedilebilir.ayette ifade edildiği gibi, şehitler diridir. Peygamberler de diridir, çünkü, onlar şehitlerden çok üstündür. Şehitlik bir nevi velayettir. Şehitlerden daha üstün mertebede olan veliler de vardır. Kur’an’da şehitlerin özelikle söz konusu edilmesi, onların kendilerini ölü bilmeyecek derecede Berzah aleminde bir hayata mazhar olmalarındadır. Yoksa, bütün ölüler diridir, çünkü asıl olan ruhtur ve o da zaten -Allah’ın izin ve inayetiyle- bâkidir. Bir Müslümanın “Allah’ım! Peygamberinin hakkı için / onun yüzsuyu hürmetine şu işimi yap...” şeklinde bir duada bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu konuda önemli olan “vesilelik” konusudur. Eğer kendi salih ameli veya başkasının salih ameli bir şefaatçi olarak bir vesile kılınıyorsa, bunda bir sakıncanın olduğunu düşünmüyoruz. Yok, eğer iş “vesilelik” ten çıkarılıp bizzat yaratıcılık konumuna taşınırsa; bunun tehlikeli bir yaklaşım olduğu ortadadır. Bu konuda karşıt görüşlere yer veren Alusî, vefatından sonra da Resulullah (asv)’ı vesile kılmak ve “Allah’ım! Peygamberinin yüz suyu hürmetine şu işimi yap.” demekte bir sakıncanın olmadığını söylemiştir. Alusi’ye göre, peygamberlerin dışındaki salih insanların vesile kılınmasında da bir sakınca yoktur.(bk. Alusî, Maide, 5/35. ayetin tefsiri). Muvahhid25 adlı üyemizden alıntı Bakın güzel abim size cevap olarak şu ayeti veriyorum inşallah “”Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. “”Zümer/ 3.
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
06 Ocak 2012, 19:59 | Mesaj No:22 | |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
İman ile Amel Arasındaki Münasebet: Yukarda verilen bilgilerden ve yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre; gerek dilciler ve gerekse Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhuru (büyük çoğunluğu) nazarında "imanın hakikatı"; Allah Teâlâ'nın varlığını ve birliğini (ulûhiyetini ve tevhidini), Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini ve Allah'dan getirip tebliğ ettiklerinde sadık olduğunu kalp ile tasdikten ibarettir. Birçok ayet ve sahih hadisler, bu hükme sarahaten delâlet etmektedir. Nitekim Hak Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, "iman" kelimesini daima insanların kalblerine isnat etmek suretinde ifade buyurmuştur: a. "İşte onlar o kimselerdir ki, (Allah) imanı kalblerine yazdı" (el-Mücadele, 58/22) b. "İman henüz kalblerinize yerleşmedi (hele bir yerleşsin)..." (el-Hucurât, 49/14). c. "... Kalbi iman ile (dolu ve) mutmain (müsterih) olduğu halde... " (en-Nahl, 16/106). Peygamberimiz (s.a.s) ise; "Lâ ilâhe illallah" demesine rağmen "kâfirdir" diye bir kimseyi öldüren Üsâme'ye; "Kelime-i Tevhid'i" söylediği halde, onu niçin öldürdün?" diye sormuş, "o bu sözü, kendisini ölümden kurtarmak için söyledi" cevabını alınca: "Onun kalbini yarıp ta (imanı var mı diye) baktın mı?" buyurmuşlardır (Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed İbn Hanbel, II, 4). Aynı âlimlere göre "dil ile ikrar"da, yukarda belirtildiği gibi, imanın hakikatından bir cüz, ondan bir rükün olmayıp, bir kimsenin müslüman olduğunu bilmek ve ona İslâm'ın dünyevi ahkâmını tatbik edebilmek için zarurî görülen bir şarttır. İslâmî hükümlerle amel etmek, yani inanılan dinî hükümleri bilfiil tatbik etmek ise; Ehl-i Sünnet imam ve âlimlerinin çoğunluğu nazarında, imanın hakikatına dahil değildir. Bu hususa yukarda kaydedilen delillerden başka şu muhkem ayetler açık ve kesin olarak delâlet etmektedir: a. "Ey iman edenler; sizin üzerinize oruç (tutmak) farz kılındı" (el-Bakara, 2/183). Bu ve benzeri ayetlerde (bk. el-Bakara, 2/153, 187; Âlu İmrân 3/59; el-Enfâl, 8/20, 27; en-Nûr, 24/21; el-Ahzâb, 33/70; el-Cum'a, 62/9). Önce "iman edenler" diye hitap edilmiş, sonra müminlerin yapmaları ve yapmamaları gereken emir ve yasaklar bildirilmiştir. O halde olumlu veya olumsuz olan amel, imanın haki katından olmayan, ayrı ve başka bir şeydir. b. "İman eden ve iyi (salih) amel isleyen kimseleri Cennetimize koruz" (en-Nisâ, 9/57). Bu ve benzeri ayetlerde (el-Bakara, 2/227; Yunus 10/9; Hûd, 11/23; Lokman, 31/8; Fussilet 41/8; el-Buruç, 85/ 11; el-Beyyine, 98/7; el-Ankebut, 29/7, 9, 58; el-Fâtır, 35/7; eş-Şûrâ, 42/22) salih amel imana atfediliyor ki; arapça gramer kaidesince, ancak manası başka olan şeyler birbiri üzerine atfedilir. Yani âtıf işlemi, "ma'tû" ile "ma'tûfun aleyh"in başka başka manada olmasını gerektirir. O halde amel, imandan başka olup, ondan bir cüz değildir. c. "Kim mümin olarak, iyi ve güzel amel işlerse..." (Tâhâ, 20/ 112). Bu âyet-i kerîmede amelin makbul olması, imanlı olma şartına bağlanmıştır. Meşrutun (yani amelin) şartta (yani imandan) dahil olmayacağı, bilinen kural gereğidir. O halde iman ve amel. ayrı ayrı şeylerdir. d. "Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle vuruşur, cenk yaparsa, aralarını bulup onları sulh ediniz..." (el-Hucurât, 49/9). Bu ayet-i kerimede; birbiriyle cenk yapan büyük günah sahipleri "mü'min" diye anıldığına göre; iman ile haram olan adam öldürme fiilinin dahi mümin bir şahısta birlikte bulunabileceği, dolayısıyla her cins amelin imandan ayrı ayrı ve ondan başka bir unsur olduğu gayet açık olarak bildirilmektedir. Bu ve benzeri ayet-i kerîmelerin sarahatına ilaveten, herbiri birer salih amel olan ibadetlerin Allah indinde makbul olabilmesi için, önce imanın (kalbdeki tasdikin) şart olduğunda, İslâm âlimleri arasında icma vardır. Bu bakımdan, kafirin yaptığı ibadetin bir değeri ve sevabı yoktur. Çünkü o, önce iman etmekle, sonra ibadet ve salih amelle mükelleftir. İnanmadan yapılan ibadetler, Allah katında makbul ve muteber değildir. Yukarda zikredilen delâleti katı dinî delillere ve ulemanın icmaına binaen; amelin, imanın hakîkatından ve aslından bir rükün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. (Fazla bilgi için bk. Fıkh-ı Ekber, Aliyyu'l-Karî Şerhi, s. 80; Tefsîr-i Kebir, I, 249; Şerhu'l-Makâsıd, II, 187; Şerh-i Mevâkıf, c. III, s. 248). Bu izahlardan sonra Abdulvahhabın selefin ve İbni Teymiyenin yolunu benimsemediği açıkça anlaşılıyor tekrar toplu halde İbni Teymiyenin Şefaat ve Amel İman ilişkisini itakıtını verecek olursak: İman-Amel ve Tekfir: Ehl-i Sünnet'in usulünden biri de şudur: Din ve iman, hem söz, hem ameldir. Kalbin, dilin ve organların amelidir ve iman itaat ile artar, isyan ile azalır. Bununla birlikte onlar (Ehli Sünnet) ehli kıbleyi, Hari*cilerin yaptığı gibi sırf isyanları ve günah-ı kebairleri (büyük günahları) sebebiyle tekfir etmezler. Aksine masiyetlere rağmen din kardeşliği devam eder. Nitekim Allah Sübha-nehu ve Teala kısas ayetinde şöyle buyurmuştur: "Fakat kim (yani katil), kardeşi tarafından affedilir*se, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapması (uy*gun diyeti istemesi, affedilenin de) güzele onu ödemesi ge*rekir." (Bakara: 2/178) "Eğer inanlardan iki grup vuruşurlarsa onların ara*sını düzeltin. Şayet biri ötekisine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık onların arasını ada*letle düzeltin ve adil olun. Allah adaletli hareketedenle*ri sever. Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşleri*nizin arasını düzeltin." (Hucurat: 49/9-10) Onlar, fıskı, zahir olanları büsbütün imansız sayarak, ebedi Cehennem'de kalacağını da söylemezler. Mutezile, böylelerini imansız sayarak sonsuza kadar Ce*hennem'de kalacakları görüşündedirler. Halbuki fasık, iman dairesi içindedir. Nitekim: "Mümin bir köle azad etmesi gerekir." (Nisa: 4/92) (şeklindeki bir mümini hata ile Öldürene ceza takdir ederek onu iman dâiresinde sayan) ayette ve benzerlerinde bu du*rum söz konusudur. "Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okundu*ğu zaman (bu ayetler) onların imanlarını artırır. (Enfal: 8/2) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Zina eden, zina ettiği zaman, mümin olduğu halde zi*na etmez. "Çalan, çaldığı zaman, mümin olduğu halde çal*maz. "Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi yağma eder*ken, mümin olarak yağma etmez. Bu sözlerde olduğu gibi, böyleleri mutlak mümin is*miyle anilmayabilirler. Bu bakımdan ehli sünnet bu gibi kimseler için "İmanı eksik mümin" veya "İmanı sebebiyle mümin, büyük günahı sebebiyle fasık" derler. Yani ona, ne mutlak "iman" ismi veriyor, ne de tamamen verilmezlik ediyor. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 25-26.) ilk önce bunda mutabakat sağlayalım sizce amel imandan bir cüzmüdür değil midir? | ||
06 Ocak 2012, 20:01 | Mesaj No:23 | |
Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
| ||
06 Ocak 2012, 20:09 | Mesaj No:24 |
Cevap: Meşru olan tevasül..
neyse kardeşler bana müsade çıkmam lazım talebelerim bekler derse gidecem hakkınızı helal edin. sizde inşaallah bu arada konulara cevaplar yazarsınız.vesselam
| |
09 Ocak 2012, 13:45 | Mesaj No:25 | |
Durumu: Medine No : 13966 Üyelik T.:
27Haziran 2011 | Cevap: Meşru olan tevasül.. Alıntı:
Bir de hoplayıp zıplamaya gelince güzel arkadaşım,bu sizin zıplamanız ki buraya yazmışsınız. Ayrıca ALİİMRAN 7.ayeti verip benim tevilin peşine düştüğümü nerden çıkardınız verdiğiniz şehidlikle ilgili ayeti siz anlıyamıyorsanız kendinize sorun,Her canlının öleceğini rabbimiz söylüyor[ankebut ve başka sürelerde] yalnız bazı ölülerin ŞEHİD olduklarını sizin verdiğiniz ayette beyan edende rabbimiz,ve kendi katında bi katta beslendiklerini söyleyende rabbimiz,siz ise ŞEHİDLERİN Allahın belirlediği kattan insanlarla görüşüp,işitebileceklerini,insanların çağrılarına cevap verebileceklerini ve bu tür işlerde bulunacağını söylüyorsanız buyrun bunu delillendirin.Ayrıca peygamberlerin de öldüklerine inanıyorum ve peygamberlerde öldükten sonra insanlarla görüşemezler,görüşe bilselerdi hz Aişe annem ile hz Ali RA an görüşürlerdi ve aralarında bi şavaşa tutuşmazlardı,veya hz hüseyin görüşüp kufeye gitmezdi,ve geçmişten günümüze kadar müslüman alimler arasındada olsa küçük manada olan farklılıklar olmazdı,sanırım meramımı anlata bilmişimdir. Dahası ben peygamberde olsa DİRİLER ÖLÜLERİN TASARRUFUNDA OLAMAZLAR BUNA İMAN EDİYORUM,siz diriler ölülerin tasarrufunda diyorsanız ve ölüler dirileri işitiyor ,onlara yardım,şefaat edebiliyor diyorsanız buyrun delillendirin.
__________________ önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ... | |
09 Ocak 2012, 20:38 | Mesaj No:27 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül Meselesi Selamun aleykum Sayın muvahhid25 abim şimdi yazacağımı satırları lütfen çok dikkatli bir şekilde okuyarak öyle cevap yazamnızı istirham ediyorum. Bundan yıllarca evvel islam dini ile ilk müşerref olduğum tarihte baktımki babam amcam kısacası sülalem bana vahabi demeye ve vahabiliğin bir hastalık olduğunu söylediler. O güne kadar inanın ben vehabiliğin ne olduğu hakkında hiç bir bilgiye sahip değildir. Sonra merakımdan dolayı araştırdım bu ismin muhammed bin abdulvahhab adında bir zatın talebelrine verildiğini duydum. Bu zatı merak ettim cağaloğluna giderek ona ait hangi kitapları varsa tedarik edip okumaya başladım. Sonra baktımki muhammed bin abdulvahhab gerçek bir alim gerçek bir komutan gerçek bir müslüman o günden sonra artık her müslümanı savunduğum gibi onuda savunmayı bir müslüman olarak üzerime borç bildim. Bakın sayın abim bazı insanların müslümanları anlamaları yada onlar gibi olaylara bakmaları mümkün değidlir. Müslümanlar öncelikle herhangi bir meseleyi incelerken yada konuşrken hakkın adaletinden asla taviz vermezler. Şimdi bu burayı iyi dinleyin güzel abim. Suud-i Amerikanın şuanki rejimi vehabilik olarak bilinir değilmi? Fakat bana göre ve Muhammed Abdülvahhab’a göre bugünkü suud rejimi tağutun ta kendisidir. Size daha evvel söyledim siz olaylara adil yaklaşamıyor ve adil tenkitler yapmıyorsunuz. Gönül isterdiki Muhammed bin Abdulvahhabın kitaplarından görüşlerini yansıtan kuran ve sünnete aykırı görüşelrini çürütmenizdi. Fakat ne siz nede hocalarınız bunu hiçbir zaman yapamadınız. Şimdi burayıda iyi dinleyin güzel abim. Muhammed b. Abdulvahh ab, Riyad şehrinin kuzey batısındaki Uyeyne kasabasında (m. 1703) yılında dünyaya gelmişVefatı m.1787). Sizin ve eyyüb sabri paşanın bahsi ettiği olayların tarihine bakın ondan sonra konuşun. Muhammed bin Abdülvahhab’tan sonraki sözüm ona vehabiler olarak telaki etmeniz sizin ve paşanızın yanılgısından başka birşey değildir. Bugün suud-i amerika ne kadar vehabi ise o zamanki akımlarda o kadar vahabi idi bilmem burasını anlayabildinizmi....? Gelgelelim şu cümlenize Vehhâbîlerin Tâifde müslimânları öldürmeleri ve yağmaları. Alıntı Bakın sayın abim siz muhammed bin abdulvahabın osmanlı sözde şeyhülislamları arasındaki zıt fikirleri bilmeden bu cümleyi asla anlayamazsınız. Şimdi mümkün olduğu kadar size bu tevhidin aslını teşkil eden mesleler hakkında kısaca birkaç satır yazayım. İslam dinine göre üç tip toplum vardır. 1- Müslüman toplumu 2- Ehli kitap toplumu 3- Müşrik toplumu Müslüman toplum medinede Allah'ın rasulune iman eden ve bu doğrultuda yaşayan toplumdur. Ehli kitap toplumu yahudi ve hıristiyanlardır,müşrik toplumu mekke putperestleridir. İslam ordusu islam toplumu dışındaki toplumlarla savaş yapar ve onları boyun eğene kadar öldürür. Yada zımmi olup vergilerine verene kadar bu durum devam eder. Birileri kalkıp yahudi ve hiristiyan kafirleri gibi buna barbarlık yada başka bir kulp takarsa bu onların bileceği birşeydir. Muhammed bin Abdulvahhab döneminde hem osmanlı ile hemde başka kafirlerle savaş yapılmış hatta onların tapınmak amacıyla inşa ettikleri kümbetler mezarlıklardaki yüksek kabirler vs. Yerle bir edilmiştir Allah onlardan razı olsun. Hatta bunu medinede yapmışlardır. Şimdi buraya dikkat: Osmanlı uleması kişi diliyle “lailaheillallah” dediği müddetçe ne yaparsa yapsın müslümandır der. Şimdi hıyanet başkanlığı gibi denize erkeklerle birlikte bikinisiyle giren bayanlar bile dilleri ile lailaheillallah dediği müddetçe müslüman kabul edilir. İşte muhammed bin abdulvahhabın düşüncesine göre bu görüş batıldır. Böyle düşünenler ve bu filleri yapanlar asla müslüman sayılmazlar... ve osmanlı toplumunu tekfir eder. Osmanlı uleması ciyak ciyak bağırarak bu adam müslümanları tekfir ediyor diye acımsızca insafızca ona saldırmaya başlar. Hatta vicdansızlar muhammed bin abdulvahhaba savaş açan kişilere ki açıkça kafir oldukları aleni olan yani sizinde kabul ettiğiniz kafirler evet bu kafirler devletin yüksek mertebelerinde görev ve yetki verilmektedirler. Osmanlının son şeyhül islamı mustafa sabrinin 1928 de yarın gazetesine verdiği demeçe bakarsanız osmanlı ulemasının müslüman kafir ayırımını nasıl yaptığını görecekseiniz. Muhammed bin Abdulvahhab’tan sonra cereyen eden bazı olayları osmanlının yalancı paşalarının kaleminden yalan yanlış bilgilere itibar etmemiz söz konusu değildir. Sonuç: Muhammed bin Abdulvahhab haklı olarak kafir gördüğü osmanlı toplumunu tekfir etmiş ve onlar hakka dönene kadar savaş açmıştır. Olay bu Bu savaş esnasında kafirleri öldürdüğü gibi şehitlerde vermiştir. Buda doğladır. Tıpkı Uhud gibi tıpkı Bedir gibi... NOT: Bak sayın abim Muhammed bin Abudulvahhabın eğer sizde kitapları var ise onun fikirlerini neden osmanlı toplumunu tekfir ettiğini tasavvufa neden bu kadar düşman olduğunu evet bu fikirlerini koyun ortaya kuran ve sünnet ışığında bakalım inşAllah... bakalım hangi fikir hangi ayete muhalif. Biz sizin şeyhlerinizin şirk dolu görüşlerini ortaya koyduk ve o görüşlere muhalif bir yığın ayet gösterdik buyrun sıra sizde.. Selametle kalın
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
23 Ocak 2012, 15:20 | Mesaj No:28 |
Durumu: Medine No : 15266 Üyelik T.:
14 Aralık 2011 | ehli sünnette tevessül EHLİ SÜNNETTE TEVESSÜL ÜMMET ALİMLERİ,İSLAM HAFIZLARI,NEBİ SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM İLE TEVESSÜL ETTİLER VE BUNA CEVAZ VERDİLER VE BUNU MÜSTEHAP GÖRDÜLER ümmetin imamları,hadisi şerifleri bize ulaştırdılar. Allahu teala onlara müracat etmemizi bize emreder "bilmiyorsanız,ilim ehline sorun." "şayet onu rasule ve içlerinden ilim ehli olanlara döndürseydiler,elbette onu içlerinden istinbat edenler bilirdi." Buna göre şöyle konuşanın kelamına itibar edilmez:"meselelerde hadisi şerife bakarız,alimlerin sözüne bakmayız." işte ayetler işte alimlerin sözleri ve eserleri: EVVELA:Hac yapıp nebi (sav)ve kabrini ziyaret eden halife Mansur,imamı malik ra şöyle dedi : Ya eba abdellah! kıbleye dönerek mi yoksa resulullaha dönerek mi dua edeyim? imamı malik dedi: Niçin yüzünü ondan çeviriyorsun? Halbuki o, senin ve baban ademin Allah'a vesilesidir. bilakis ona dön ve onu şefaatçi kıl, Allahu teala onu senin hakkında şefaatçi kılsın. Allahu teala buyurdu:"Eger onlar kendilerine zülmettikleri zaman sana gelselerde Allah'tan bagışlanmayı dileseler,Resul de onlar için istigfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici bulurlardı."(nisa 64) imam kadı lyaz bunu kıssayı şifa isimli eserinde sahih isnadda zikretti.Allame kastalani mevahibul ledunniyede, inni hacer cevheni menzum da zikretti. İKİNCİ OLARAK:Hafız ibni kesir tefsirinde,imamı nevevi izah isimli eserlerinde şöyle der: ziyaret eden kişi,nebi sallallahü aleyhi ve selleme selam verdikden sonra ebu bekire sonra ömere(r.anhuma)selam verir sonra ilk yerine döner, yüzü nebi sallallahü aleyhi ve selleme dönük oldugu halde durur,nefsi hakkında onunla tevessül eder,onu rabbisine şefaatçi kılar. söylenenlerin en güzeli,ulemamızın şafii alimlerinin utbi den görerek rivayet ettigidir. Şöyle der:nebi sallallahü aleyhi ve sellemin kabrinin yanında oturuyordum,bedevinin biri geldi,şöyle dedi:Allahın selamı üzerine olsun,ey Allah Rasulü,işittimki Allahu teala buyurdu : Allahu teala buyurdu:"Eger onlar kendilerine zülmettikleri zaman sana gelselerde Allah'tan bagışlanmayı dileseler,Resul de onlar için istigfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici bulurlardı."(nisa 64) Muhakkak günahlarımdan istigfar ederek geldim,seni rabbime şefaatçi kılarak. sonra bedevi bir takım beyitler okudu dönüp gitti.utbi derki gözlerimi uyku kapladı.uykumda nebi sallallahü aleyhi ve sellemi gördüm,şöyle buyurdu:Ey utbi!bedeviye yetiş,Allahu tealanın kendisini affettigini ona müjdele.hafız ibni kesir derki:bu, meşhur bir rivayettir. ÜÇÜNCÜ OLARAK:imamı şafi ra nebi'nin sav ali ile umumi olarak hayatta olsunlar vefat etmiş olsunlar tevessül etmesi. ibni hacer haytemi bunu savaık'ta zikretmiştir. Nebi'nin ali benim vesilemdir;onlar benim (Allaha ulaşmakta)yolum(vesilem)dir. yarın nlar hürmetine bana verilmesini umarım;sag elimle amel defterimin. DÖRDÜNCÜ OLARAK:İmamı ahmedin şöyle dedigi sabittir:kıtlık anında nebi sallallahü aleyhi ve sellem ve ali ile tevessül etmek müstehaptır.Hanbelilerin istiska kitabında mevcuttur. BEŞİNCİ OLARAK:hafız ibni haceri askalani ra derki:Nebi sallallahü aleyhi ve sellem kaside ile medh edilir ve tevessül edilir. ALTINCI OLARAK:İbni haceri heytemi ra şeyh muhammed habibullah şankıti ve sigerlerinin zikrettigi meşhur kasidesinde tevessül etmiştir. HAFIZ imam subki derki: Nebi sav ile Rabbisine tevessül,istiğase ve şefaat dilemek güzeldir selef ve haleften kimse bunu inkar etmedi. DÖRDÜNCÜ FASIL TEVESSÜLÜ MEN EDENLERİN ŞÜPHELERİNİ RED Bilki tevessülü men edenlerin,hakikatten Kurandan ve sahih hadisi şeriflerden açık delilleri yoktur.belki çok kere onlar,puta tapınan kureyş kafirleri hakkında Kurandan zikredilen ayetleri söylerler "onlara ancak,bizi Allaha yakınlaştırsın için tapıyoruz..." bunlara cevabımız: şu müşrikler putlara ibadet ederler,onlara secde ederler,onları ilah edinirler.bizler asla nebileri velileri ilah edinmedik onlara tapınmadık Allahu teala putlara tapınanları şöyle vasıfladı Allah'tan başka ilah edinenler... böylece getirdikleri delil,onların iddasını isbatlamaz,belki bizim lehimize delil olur. Bunlar hakikatte tevessülü dört yoldan inkar ederler: evvela:tevessül hakkında gelen hadisleri zayıf gösterirler.halbuki bunlar,hadisi şerifleri zayıflıga nisbet etmeyeehil degillerdir.bunu birazdan açıklayacagız. İkinci olarak:hadisi şerifleri tevil ederler ve onları zahirinden çevirip batıl şekilde tevil ederek mülagata yaparlar. üçüncü olarak:hadisi şerifleri iptal etmekte fasşt görüşlerine itimat ederler.hevalarına uymayan bi hadisi şerif görürlerse,şöyle derler bu hadisi akıl ve görüş kabul etmez. yani akıllarına uyan hadisi sahihtir uymayan sahih degildir. dördüncü olarak:bazı cahil tasavvufçuların dillerinde dolaştırdıgı batıl sözleri ifitra ve yalan olarak zikrederler ve bunların batıl oldugunu açıklayarak,tevessülün de batıl oldugunu cahillere kabul ettirmek isterler. hethat! şimdi bu dört yolun yanlış oldugunu size misallerle açıklayacagız. tevessül hakkındaki hadisleri zayıfkıga nisbet etmeleri hususunda iki misal verecegiz: 1) osman ibni huneyf'in ra bedeviye Nebi (sav)den işittigi ve ihtiyacının yerine gelmesi için ögrettigi dua bunu hafız taberani rivayet etti hasen heytemi de bunun ikrar etti bu rivayeti et tevessül ilahakikatut tevessül isimli kitabın müellifi zayıflıgı nisbet etmiştir oysa buna ehl, degildir (bahsedilen kişi muassar yazarlardan muhammed nesib er rifaidir hadis hafızı degildir) 2)Abdullah ibni mesud ra un merfu olan rivayeti 'hayatm sizin için hayırlıdır ...' hadis hafızları bunun sahih oldugunu söylediler hafız ebul hasen heytemi mecmuuz zevaid de,ricali sahihtir dedi. hafız suyiti camius sagir de bunu harisin zayıf senetle müsnedince rivayet ettigini söyledi ibni said tabakat ta hasen isnadla mursel oldugunu söyledi bezzaz sahih senetle bunu zikretti camius sagırin şerhinde oldugu gibi. Tevessülü inkar edenler bu durumdan istifade ettiler,insanların bu hadisin camius sagirdeki şehrine bakmaktan tenbellik ettiklerini bildiklerinden şöyle dediler:bu hadis zayıf ve murseldir bununla delil getirilmez. bu durum ilmi bir hainliktir ki bu adamlardan uzak görülmez. ikinci yöntem ki hadisi şerifleri hakikatine muhalif olarak batıl şekilde tevil etmeleriydi. bunun misali a'ma olan birinin nebi sallallahü aleyhi ve selleme gelmesi hakkındaki hadisi şeriftir nebi sav den kendisi için dua etmesini ve Allahu tealanın gözlerini iyileştirmesini dilemesini istemişti. nebi sav onun için dua etmedi ''istersen dua edeyim,istersen sabret''dedi adam dua isteyince nebi sallallahü aleyhi ve sellem ona şöyle dedi ''Git abdestini güzel yap iki rekat namaz kıl,sonra şöyle de:Allahım!Rahmet Nebin olan nebin Muhammed sav ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed hacetim hakkında seninle Rabbime yöneliyorum,hacetimi kabul yerine getirsin için Allahım! onu benim hakkımda şefaatçi kıl.'' yani :onunla tevessülümü kabul eyle inkarcılar derki:bedevi nebi ile degilde nebinin duasıyla tevessül ettimiştir. oysaki hadisi şerifin son sözü bunların sözünü iptal ediyor.bunların sözü batıldır ve kendilerine fayda vermez. zira son kısım şöyle Ya muhammed hacetim hakıkında seninle rabbime yöneliyorum,hacetimi hacetimi kabul yerine getirsin için. bursa açıkca efendimizin zatıyla tevessül etmiştir. üçüncü yöntemleri ki kendi vehimlerine göre hadisi şerifleri sahih olan veya olmayan diye sınıflandırmalarıydı. bu konuda bir çok rivayeti kendilerine göre yorumlayıp anlayışlarına uyarsa sahih uymassa uymassa batıl derler bu husus diger itikadi konularında da sıkça görülür .İsa aleyhisselamın nüzulü hakkında ki bir çok rivayet gördükleri halde yinede akıllarına uymadıgı için inkar derler.halbuki bu konu tevatir derecesindedir ve bütün itikat kitaplarımızda mevcuttur. dördüncü yöntemleri,mevzu hadisleri söyleyip güyua onlarla delil getirmenin batıl oldugunu söylemeleriydi. bu inkarcılar,bazı mevzu hadisleri zikrederek güya tevessülün batıl oldugu fikrini cahillere atarak iş görmeye çalışıyorlar. mesela: ''benim cahım ile tevessül ediniz,muhakkak benim cahım Allah katında büyüktür.'' bu mevzu/uydurma rivayeti islam dininde azgınlık kitapta zikretmişler ve bu rivayetin uydurma oldugunu söylüyerek cahilleri tevessül meselesinde aldatmışlardır. evet bu rivayet uydurmadır ama tevessül meselesinin delilini geride zikrettik konu katidir sabittir. HATİME/NETİCE Burda,büyük bi kaide zikredecegiz.bununla hadis ilmine vakıf oldugunu iddea edenler için sahih ve zayıfı ayırt etmek bilinir. meselenin hülasası nevevinin şeyhi olan şeyhler şeyhi ibni salahdan sonra hadis ilminde marifeti ve alış kanlıgı olmayanlar için hadisi şerifleri tashih etmek veya zayıflatmak mümkün degildir. hadis hafızlarınında ibni salah'tan sonra sahihleme veya zayıflandırma yapması ancak gizli kalmayan hadislerde olabilir. kıssa anlatanların uydurma oldugu hadisler veya akla,icmaya muhalif hadisler gibi. hafız suyuti eserinde beyan etmiştir. suyiti derki:hafız yüz bin hadisi şerifi ezberlemiş dirayet yönünden anlamış ve nebi saz e kadar isnadını ve ricalini bellemiş olandır. bu hususta bazıları derki: ''yüzbin hadisi mutlak olarak ihtiva eden (kişi)üzerine hafız ismi söylenir.'' hafız celaleddin suyiti,tedribir ravi de sahih 1/149 da şöyle der: ibni salah,tashih,tahsin ve zayıf kapısını,ehliyetleri zayıf oldugu için bu zaman ehli sünnetlerine kapatmıştır. meseleyi daha teferruatlı bilmnek istersen tedribur ravi 1/143-149 alfiye şerhi fethul mugis 1/44-45,89 sahifelerine baksın (arifan dergisinden alıntı)
__________________ ''onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. halbuki,biz sussak, tarih susmayacak.. tarih sussa, hakikat susmayacak........'' |
23 Ocak 2012, 17:52 | Mesaj No:29 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: Ehli Kur'ana Göre Tevessül-Vesile Aslı bacım Kur'anmı temel kaynak Ehli Sünnemi? Vesile Kavramı: Kur’ani kerimde 2 yerde geçen V-S-L kelimesi: Allah’a Yaklaşma vasıtası, Sevaba nail olmak için Allah’a yakın olmak için yapılan hususlardır… Tevessül: Arap dilinde ‘’vesile’’den gelen bir kelimedir. Kur’an’da “tevessül” tabiri geçmemekle birlikte, aynı kökten gelen “el-vesile” kelimesi Maide Suresi 35. Ve İsra Suresi 57. Ayetlerde geçer. Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, Ona daha yakın olmaya çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki mutluluğa erişebilesiniz. (Maide-35) İmdada çağrılan bu ilahların Allah'a en yakın olanları dâhil olmak üzere hepsi Allah'a yaklaşmanın yolunu ararlar. O'nun rahmetini diler ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur. (İsra-57) Zemahşeri, el-Keşşaf’ta ‘vesile’yi şöyle tarif etmiştir: “Vesile, kendisiyle tevessül edilen ve yaklaşmaya araç kılınan fiil ve davranıştır. Burada kendisiyle Allah’a yaklaşılan itaatleri yapmak ve isyanlardan kaçınmak anlamlarından mecaz olarak gelmiştir. (Zemahşeri, el-Keşşaf an hakaiki ğavamidi’t-tenzil, Beyrut, 1995, I, 615) Vesile kökeninden gelen Tevessül esnasında Allah’a yakınlığa ulaştıracak ameller fiiller yine Kur’an’da açıkça izah edilmiştir.... En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimler ile dua ediniz… (A’raf-180) Bu kimseler 'Ey Rabbimiz, inandık, günahlarımızı affeyle, bizleri Cehennem ateşinin azabından koru' derler. Zorluklara sabredenlerin ve sözlerini tutanların, (Rablerine) yürekten bağlı olanların, (servetlerini Allah yolunda) harcayanların ve bütün kalpleriyle af dileyenlerin. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve O'nun adaleti ayakta tuttuğuna Allah'ın kendisi, melekler ve bilgili kullar tanıktır. O'ndan başka ilâh yoktur. O üstün iradeli ve hikmet sahibidir. Allah katında geçerli olan din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse bilsin ki, Allah'ın hesaplaşması çok çabuktur. (A’li İmran 16-17-18-19) Bir rivayette geçen “Mü’minin, Müslüman bir kimsenin gıyabında kardeşi için yapmış olduğu dua kabul edilir” Esasını Şu ayetler desteklemek lazım: Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş ve (gönüllerine) imanı yerleştirmiş olanlar (arasındaki yoksullara da ganimetin bir kısmı verilecektir), bir sığınak arayışı içinde kendilerine gelenlerin hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan, aksine kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih edenler; işte böyleleri, açgözlülükten korunanlardır, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar! Onlardan sonra gelenler, "Ey Rabbimiz!" diye yalvarırlar, "Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan(lardan hiçbiri)ne karşı kalplerimizde yersiz ve uygunsuz düşünce veya duygulara yer bırakma. Ey Rabbimiz! Sen şefkat sahibisin, rahmet kaynağısın!" (Haşr-9-10) Allah’ın dininde meşru olan TEVESSÜL bunlardır… Bunun dışındakiler herhangi bir delile dayanmamaktadır… Allah’ın isimleri ve sıfatları, Günahlardan sakınmak, Gece karanlığı gibi olan Şirkten uzak durmak İman ve tevhit ile Salih ameller, Muttaki kulların mümin kardeşine gıyabında dua etmesi, zorluk ve rahatlık anında Allah’tan hayâ ederek yalnız ve yalnız ona itaat ve ibadet etmek maksadı ile yapılan tevessül meşrudur… (Ey müminler!) Sabır ve namazla yardım dileyin: Bu, tam bir sığınma duygusu içinde yürekten Allah'a yönelenler dışında herkes için zor bir iştir. (Bakara-45) Siz ey imana ermiş olanlar! Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın; zira, unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir. (Bakara-153) Eğer sadakaları açıktan verirseniz bu güzeldir. Şayet onları kimse görmeden fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve bu, bir kısım günahlarınızın silinmesine vesile olur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Bakara-271) Allah Resulü Muhammed (s.a.a) Medine‟de okuduğu bir hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “Ey İnsanlar! Sözlerin en doğrusu Allah‟ın kitabı, en sağlam tutunacak kulp ise Hablullah. En hayırlı millet İbrahim‟in (as) milletidir. Yolların en hayırlısı Muhammed‟in yoludur. Sözlerin en değerlisi Allah‟ı zikretmektir. Kıssaların en güzeli Kur‟andır. Amellerin en hayırlısı farz amellerdir. İşlerin en şerli olanı da farz ve sünnetlerin yerine konulan sonradan uydurma adetler olan bidatlerdir. Davetlerin en güzeli peygamberin irşadıdır. Ölümlerin en şereflisi şehit olarak ölmektir. Körlüğün en kötü olanı da hidayetten sonra dalalete süluk etmektir. İlmin en iyisi faydalanılan ilimdir” (Camiü‟s-Sağir, 1.435) Bidatlerin çıkış nedeni Nassların yanlış yorumlanmasından sünnetin terk edilerek yetersiz görülmesi gibi algıya sebep olan başka adetler, ibadetler, ameller koymaktır. Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin yerine, haram kıldığı İslam’dan olmayıp İslam adı altında sunulan adetler vb meşru hale getirmek İslama aykırıdır. Çünkü farzı terk ettirip sonradan türemiş şeyleri başka isimler altında yaygın hale getirmek dalalettir… Buna delilimiz ise Allah resulünün öğretisidir… Bidat’i Hasene diye bir kavram olama bidat bidattir Hasene hasenedir… Kötünün iyisi evlası olamaz Kötülük kötülüktür… ‘’Bütün bidatler dalalettir. Bütün dalalet yollarının sonu cehennemdir” İmam-ı Rabbani "Bid'atı red ve ondan el çekmek, beğenilmiş sünnettir. Her bid'at mezmum (zem edilmiş) ve delâlettir" buyurmaktadır. Ayrıca usul kitabında, din emniyetinin sağlanabilmesi için, bid'at ehlinin cezalandırılmasını şart koşmaktadır. "bid'atın hasenesi olmaz, hepsi mezmumdur buyuruyor. Asrımızda İmam-ı Rabbani'yi dillerinden düşürmeyen Ehli Sünnet Müminleri bu hakikate rağmen. Nasıl oluyor da Bidati savunabiliyorlar anlam veremiyom… Ya okuduklarını anlamıyorlar ya da anlamak işlerine gelmiyor… İmamı Rabbani vb Âlimleri reddeden kardeşlerime de şu soruyu sormak icap ediyor İmamı Rabbani'nin orijinal eserlerinden kaç tanesini okuyup tahkik ettiniz. Sanal âlemde onun adına yazılan çizilenlerin kaçta kaçı ona ait bunu hiç araştırdınız mı? Tevessül çeşitlerinden biri olarak kabul edilen… Birilerinin hatırı, makamı ve mevkii ile istemek… Örneğin: Allah’ım falancı kişinin hatırı veya mevkii filancanın yüzü suyu hürmetine senden yardım diliyorum: Bu ve benzeri beşeri aracı kılma şeklinde yapılan tevessülün İslam dininde yeri yoktur… Eğer böyle bir isteme tarzı İslam’da olsa idi Allah onu açıkça beyan ederdi ve bu beyan ile makam ve mevki ile birinin aracı kılınması gerekli olsa idi Allah resulü bu makama layık en üstün insan idi… Allah resulünün hayatında hiçbir zaman bu tür bir isteme şekli yoktur ve tavsiye edilmemiştir Kur’an bunları reddeder… Çünkü Allah eğer birinden hoşnut olacak ise bu hoşnutluğu için aracı koymaz… Yaratılan Allah’a muhtaçtır, Yaradanın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur Hiçbir yaratılan Allah’ın vereceği faydaya ve zarara müdahale edemez müdahale için aracı kılınanları Allah ile kıyaslamak ŞİRK’TİR… Allah'ı bırakıp, onlar için göklerden veya yerden herhangi bir rızık sağlayamayan ve zaten buna gücü de olmayan şeylere mi tapınıp duracaklar? Öyleyse, sakın Allah'la (başkaları arasında) herhangi bir benzerlik kurmaya kalkmayın! Çünkü Allah (her şeyin aslını) biliyor, ama siz bilmiyorsunuz. (Nahl 73-74) Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, "Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz! (Zümer-3) Makamı mevkii ne olursa olsun yaratılmış herhangi birinden zararı veya faydayı sağlayabileceği inancı ile tevessülde bulunmak ŞİRK’TİR. Ölmüş evliya Salih kullardan yardım dilemek imdat etmek onlara adaklar adamak, Ey falanca diyerek hacetini arz etmek tevhidi inançla bağdaşmaz… Allah’tan başkasına yönelmek, dua etmek türbeler yapıp onları ziyaret etmek İslama zıt davranışlardır… Allah’a dua Ayetle şekli olarak belirlenmiştir… Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler. (Bakara-186) Ayeti kerimelerde belirtilen DUA ibadet iken nasıl olurda Allah’a has olan bir ibadet biçimi ondan başkasına sarf edilebilir? Allah’tan başkasına yapılan çağrı vb Kur’anda şöyle izah edilir: Eğer onları imdadınıza çağırırsanız, çağrınızı işitmezler. Sesinizi işitseler bile size karşılık veremezler. Üstelik kıyamet günü, sizin kendilerini Allah'a ortak koşmuş olmanızı reddederler. Hiç kimse, her şeyin içyüzünü bilen Allah gibi sana haber vermez. (Fatır-14) Allah’ın peygamberleri göndermesindeki en büyük sebeplerden biri olan Tevhid gereği Allah’tan başkasına ibadetleri amelleri ortadan kaldırmak ve yalnızca Allah’a yönelmek amaçlıdır. Aşikâr olan hakikatlere rağmen Kur’an ve Sünnete uygun tevessül ve vesileleri yetersiz görüp Şirke düşüren yollara başvuranlar kendi ürettikleri uydurmalar ile Allah’a yakın olmaya çalışmaktadırlar Allah resulü ve Ashabının hayatlarında olmayan uygulama ve şekiller ile… Hani siz: “Ey Musa, bir çeşit yemeğe elbette dayanamayız. Rabbi’ne dua et de yerin bitirdiği sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğandan bizim için de çıkarsın.” demiştiniz. Musa da: “Siz bayağı olan şeyle hayırlı olan şeyi değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise bir şehre inin. Sizin için istediğiniz şeyler vardır.” demişti. Onların üstüne horluk ve yoksulluk vuruldu. Allah’tan bir gazaba da uğradılar. Bu, şüphesiz ki Allah’ın ayetlerini inkar ettiklerinden, peygamberlerini de haksız yere öldürdüklerinden idi. İşte bu ceza, isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden dolayı idi. (Bakara-61) Müslümanları tevessül ve vesile hususunda şirke, harama, bidate vb kerih durumlara düşüren ana tema taklittir. Delillerini bilmeden kişilerin görüşlerini taassubu yaklaşım ile savunmak Allah tarafından sakınılması gerekli ameller olarak ayetlerde izah edilmiştir… Zira onlara, "Allahın indirdiğine ve Elçisine gelin!" denildiğinde, "Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiller bizim için kâfidir" diye cevap verirler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi? Siz ey imana ermiş olanlar! Siz (yalnız) kendinizden sorumlusunuz: Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda iseniz, size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allaha olacaktır: Ve o zaman Allah, size (hayatta) yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir. (Maide 104-105) Hakkaniyet ölçüsü ile olaylara bakmamız gerektiği için işimize geleni alıp gelmeyeni almamak kendi görüşünü desteklemek olduğu bilinci ile tevile kaçmadan Ayetlerin anlamlarını vermeye çalıştık, Allah’ın ayetlerini kendi heva ve hevesleri uğrunda kullanmaktan Allah’a sığınırız… Son olarak Allah resulü hepimiz için en güzel örnektir ona müracaat eden Ama hususu ile konuyu bitirelim: Amanın biri Allah Resulü Muhammed’e gelerek “Bana afiyet vermesi için Allah’a dua et” der. Allah Resulü ona “Dilersen dua ederim. Dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır” der. Ama da “dua et” diye ısrarını bildirir. Bunun üzerine Allah Resulü ona güzel bir şekilde abdest alıp şu duayı söylemesini emreder. “Allahım sana peygamberin rahmet peygamberi Muhammed ile yöneliyorum. Ey Muhammed! Hacetimin giderilmesi için seninle Rabbime yöneliyorum. Allahım! Benim hakkımda onu şefaatçi/duacı kıl!” Adam denileni yapar ve gözleri açılır. Hadiste görüldüğü gibi Allah Resulü’nden dua talebi vardır. Aynı zamanda Allah’ın peygamberinin duasını kabulü için ama da dua etmekte “Allahım! Benim hakkımda onu şefaatçi/duacı kıl” demektedir. Bu gibi dua şekilleri dışında aslı olmayan uydurma ve zayıf rivayetler ile amel etmek batıldır. Örneğin: “Makamımla tevessülde bulunun. Şüphesiz Allah katında makamım büyüktür” Bu hadis uydurmadır, batıldır. “Âdem günah işleyince dedi ki -Ya Rab! Muhammed’in hakkı için senden beni bağışlamanı dilerim. Bunun üzerine Allah Teâlâ -Ey Âdem! Henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl biliyorsun? Diye sordu. ‘’Âdem -Ya Rab! Beni elinle yaratıp bana ruhundan üfleyince başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde şu yazıyı gördüm: La ilahe İllallah Muhammedur Rasulullah. Bildim ki Sen adının yanına ancak en sevdiğin kimsenin adını yazarsın. Allah da şöyle buyurdu: -Seni bağışladım Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.” (İmam Zehebi “Mizan” adlı eserinde der ki) Bu haber batıldır, uydurmadır. Tasavvufta adı Hakikati Nuri Muhammediye diye geçer… Bizlere düşen görev Müminler olarak gece karanlığı olan Şirke düşmeden vesile ve tevesül amellerini haddi aşmadan ifrat ve tefrit dengesini gözeterek Allah’tan dilemek ve dua etmektir.. MEVLÜT HÖNÜL Malazgirt 09.01.2012 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
Konuyu Toplam 15 Kişi okuyor. (0 Üye ve 15 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Keşf, Mükaşefe ve Manevi Alemler | Esadullah | Tasavvuf-Tarikat | 4 | 10 Kasım 2013 17:59 |
Keşf Nedir? | FECR | Tasavvuf-Tarikat | 1 | 09 Kasım 2013 20:02 |
Kur'an'da Vesile-Tevessül Kavramının Analizi | Yitiksevda | Makale ve Köşe Yazıları | 2 | 09 Ocak 2012 14:07 |
Kur’ân'da Vesile Kavramı ve Tevessül Meselesi | Medineweb | Kur'ân-ı Kerim Genel | 0 | 13 Mayıs 2011 15:00 |
Duada Tevessül | HakikaT | Dua Bölümü | 2 | 03 Ocak 2011 04:49 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|