|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 13 Eylül 2008 (18:45), Konuya Son Cevap : 15 Eylül 2008 (20:24). Konuya 37 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
15 Eylül 2008, 20:14 | Mesaj No:21 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş Kur’ân'ın Tercümesi Sözlükte tercüme hepsi beyan ve açıklama anlamı çerçevesinde değişik manalar hakkında kullanılır. Terim olarak, bir sözü başka bir dille ifade etmektir. Kur’ân tercümesi: Başka bir dille Kur’ân'ın anlamını ifade etmek, demektir. Kur’ân tercümesi iki türlüdür: Birincisi harfî tercüme olup, herbir kelimenin diğer dildeki karşılığının konulması ile olur. İkincisi ise anlam veya tefsir tercümesi. Bu da sözlerin anlamının, lafızlara ve sıraya riayet etmeden bir başka dil ile ifade edilmesi demektir. Meselâ, yüce Allah'ın: "Muhakkak biz onu akıl edip anlayasınız diye arapça bir Kur’ân kıldık." (ez-Zuhruf, 43/3) âyeti harfî olarak tercüme edilmek istenirse, bu âyetin herbir kelimesinin karşılığı Kur’ân'daki sırası ile birer kelime konularak yapılır. Mana yoluyla tercüme ise, âyetin ihtiva ettiği mananın tamamının tercüme edilmekle birlikte, herbir kelimenin anlamı ve sırasının gözönünde bulundurulmamasıdır. Böyle bir tercüme toplu anlamıyla yapılan tefsire yakın bir muhtevaya sahiptir. |
15 Eylül 2008, 20:15 | Mesaj No:22 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş Kur’ân Tercümesinin Hükmü Kur’ân-ı Kerim'in harfî tercümesi çoğu ilim adamına göre imkânsız bir şeydir. Çünkü bu tür tercümede gerçekleşmesine imkân bulunmayan birtakım şartlar aranır. Sözkonusu şartlar şunlardır: a- Kur’ân'ın tercüme edileceği dilde kendisinden tercüme edildiği dilin karşılığında harfiyyen kelimelerin varlığı. b- Tercüme edilecek dilde kendisinden tercüme yapılan dil olan Arapçaya benzer edatların manalarını karşılayacak edatların varlığı. c- Kendisinden tercüme edilen dil ile tercüme yapılacak dilin kelime sıralanışı itibariyle cümle, sıfat ve izafetlerde benzerlik arzetmesi. Kimi ilim adamının görüşüne göre harfî tercümenin, bir âyetin bir bölümünde ya da ona benzer buyruklarda tahakkuku mümkündür. Fakat bu kadarında bile tahakkuku mümkün ise yine haramdır. Çünkü anlamın tamamını ifade etmesine imkân olmadığı gibi, Arapça ve herşeyi beyan eden Kur’ân'ın ruhlara yaptığı tesiri yapmasına da imkân yoktur. Ayrıca böyle bir tercümeyi gerektiren bir zorunluluk da bulunmamaktadır. Çünkü mana yoluyla tercüme ona ihtiyaç bırakmamaktadır. Buna göre harfî tercüme, fiilen bazı kelimelerde mümkün olsa bile, şer'an kabul edilmemiştir. Ancak özel bir kelime, terkibin tamamı tercüme edilmeksizin muhatabın anlaması için muhatabın dili ile tercüme edilmesi hali müstesnâdır. Bunda bir sakınca olmaz. Mana yoluyla Kur’ân'ın tercümesi ise, esas itibariyle caizdir. Çünkü bunda bir sakınca yoktur. Hatta arapça konuşmayan kimselere Kur’ân ve İslâmın ulaştırılmasına araç olacaksa vacip dahi olabilir. Çünkü bunların ulaştırılıp, tebliğ edilmesi vaciptir. Kendisi olmadan vacibin yerine getirilmesi mümkün olmayan herbir iş de vaciptir. Fakat bunun caiz olabilmesi için bazı şartlar aranır: 1. Bu tercüme, Kur’ân'a ihtiyaç duyulmayacak şekilde alternatif haline sokulmamalıdır. Buna göre bu tercümenin yanıbaşında Kur’ân'ın arapça olarak yazılması da gerekir. Böylelikle bu tercüme Kur’ân'a tefsir gibi olur. 2. Tercümeyi yapan kimsenin her iki dildeki lafızların medlûlleri ve anlatım bağlamında neleri gerektirdiğini bilen kimse olması. 3. Kur’ân-ı Kerim'deki şer'î lafızların anlamını bilen bir kişi olması. Kur’ân-ı Kerim tercümesi ancak bu hususta kendisine güven duyulan bir kişi tarafından yapılmışsa kabul olunur. Bu tercümeyi yapacak kimsenin dininde istikamet sahibi bir müslüman olması gerekir. |
15 Eylül 2008, 20:16 | Mesaj No:23 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş Ashab-ı Kiram'dan Tefsir Yapmakla Meşhur Olanlar Tefsir ile ün kazanmış pekçok sahabi vardır. Suyutî bunlar arasında dört halife olan Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali Radıyallahu anhum'u zikretmekle birlikte, ilk üçünden gelmiş tefsir rivayetleri çok değildir. Çünkü onlar halifelik görevi ile meşgul olmuşlardı. Ayrıca tefsiri bilenlerin çokluğu dolayısıyla bu hususta onlardan nakilde bulunmaya ihtiyaç da azdır. Yine ashab-ı kiram arasında tefsir ile ün kazanmış olanlardan Abdullah b. Mesud ile Abdullah b. Abbas da vardır. Bu iki sahabi ile birlikte Ali b. Ebi Talib'in hayat tercümesini verelim: 1. Ali b. Ebi Talib Rasûlullah'ın Sallallahu aleyhi vesellem'in amcasının oğlu, kızı Fatıma'nın eşidir. Allah ondan ve eşinden razı olsun. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yakın akrabaları arasında ilk iman eden odur. O bu ismiyle ün kazanmıştır. Künyesi Ebu’l-Hasen ile Ebu Turab'dır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem peygamber olarak görevlendirilmeden önce dünyaya gelmiş, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in himayesinde büyümüştür. Onunla birlikte bütün gazalara katılmıştır. Pek çoğunda sancağı o taşımıştır. Sadece Tebûk Gazvesine katılmamıştır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onu aile halkına bakmakla görevlendirmiş ve ona şöyle demişti: “Sen Harun'un, Musa'ya konumu ne ise bana göre o konumda olmaya razı değil misin? Şu kadar var ki benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ali Radıyallahu anh hakkında nakledilen menkıbe ve faziletler kadar başkası hakkında nakledilmiş değildir. Onun sebebiyle iki kesim helâk olmuştur. Ona düşmanlık yapan ve menkıbelerini gizlemeye çalışan Nâsîbiler ile iddia ettikleri sevgilerinde mübalağa eden ve kendisinin ihtiyaç duymayacağı hatta düşünüldüğü takdirde ona bir çeşit hakaret sayılabilecek menkıbeler uydurmuş olan Râfızîler ve şiiler. Ali Radıyallahu anh ilim ve nezahet ile birlikte kahramanlık ve zekâ ile ün kazanmıştır. Öyle ki mü'minlerin emiri Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh, Ebu'l-Hasen'in bulunmadığı bir problem ile karşı karşıya kalmaktan Allah'a sığınırdı. Nahivcilerin kullandıkları mesellerden “Bu öyle bir problem ki, onu çözmek için Ebu'l-Hasen yok!” diye bir söz dahi meşhurdur. Ali'den rivayet edildiğine göre o şöyle dermiş: “Yüce Allah'ın kitabına dair bana soru sorunuz, bana soru sorunuz. Allah'a yemin ederim ki gece mi gündüz mü indiğini bilmediğim bir âyet dahi yoktur.” İbn Abbas Radıyallahu anh dedi ki: Sağlam bir kimse bize Ali'den bir rivayet nakledecek olursa, onun rivayetine hiçbir şeyi denk kabul etmeyiz. Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Ben Kur’ân'ın tefsiri ile ilgili ne öğrendimse Ali b. Ebi Talib'den öğrendim. Ömer Radıyallahu anh'ın aralarından halifeyi tayin etmek üzere adam gösterdiği şura üyelerinden birisiydi. Abdurrahman b. Avf halifeliği ona teklif etti. Fakat o birtakım şartlar olmadan kabul etmeyeceğini söyledi. O da bu şartların bazılarını kabul etmedi. Daha sonra Osman'a bey'at etti, Ali ve diğer insanlar da ona bey'at ettiler. Osman Radıyallahu anh'dan sonra halifelik için ona bey'at edildi ve nihayet Kûfe'de Hicri 17 Ramazan 40 gecesi şehid edildi. Allah ondan razı olsun. |
15 Eylül 2008, 20:16 | Mesaj No:24 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş 2. Abdullah b. Mesud Tam adı Abdullah b. Mesud b. Gâfil el-Iclî'dir. Annesinin adı Um Abd'dır. Bazen ona da nisbet edildiği olurdu. -Çünkü babası cahiliye döneminde ölmüştü. Annesi ise İslâmın gelişine yetişmiş ve müslüman olmuştu.- İslâma ilk girenlerdendi. (Biri Habeşistan'a, diğeri Medine'ye) iki hicreti yapmış, Bedir ve daha sonraki gazalarda da hazır bulunmuştur. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’den Kur’ân'ın yetmiş küsur suresini bizzat öğrenmiş ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kendisine İslâmın ilk dönemlerinde “Şüphesiz ki sen öğretilmiş bir delikanlısın”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] demiştir. Yine Rashulullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim Kur’ân'ı indirildiği tazeliği ile okumayı arzu ederse o, Um Abd'in oğlunun kıraati gibi okusun."[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Sahih-i Buhârî'deki[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] bir rivayete göre İbn Mesud Radıyallahu anh şöyle demiştir: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ashabı da biliyor ki, ben aralarında Allah'ın kitabını en iyi bilenlerden birisiyim.” Yine o şöyle demiştir: “Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah adına yemin ederim ki, Allah'ın kitabından indirilmiş bütün surelerin ben nerede indirildiklerini biliyorum. Allah'ın kitabından her ne âyet indirilmişse şüphesiz ben onun kimin hakkında indirildiğini de biliyorum. Bir kimsenin Allah'ın kitabını benden daha iyi bildiğini ve develerin onun yanına beni götürebileceğini bilirsem, şüphesiz deveye biner onun yanına giderim.” İbn Mesud Radıyallahu anh, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e hizmet edenlerden birisi idi. O Peygamberimizin nalınlarını, abdest suyunu ve yastığını korumakla görevli idi. Öyle ki Ebu Musa el-Eş'arî şöyle demiştir: Ben ve kardeşim Yemen'den geldik. Uzunca bir süre kaldığımız halde Abdullah b. Mesud'un Peygamberin ehli beytinden birisi olduğunu zannediyorduk. Çünkü onun da, annesinin de Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in huzuruna girip çıktıklarını görüyorduk.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ayrıca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yanında çokça bulunmasından ötürü Ondan ve Onun tutum ve davranışlarından etkilenmişti. O kadar ki, Huzeyfe onun hakkında şöyle demişti: Ben davranışları, hareketleri, yol gösterişi peygambere Um Abd'in oğlundan daha çok benzeyen bir kimse bilmiyorum.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ömer b. el-Hattab onu Kûfe'ye, Kûfelilere dinlerini öğretmek üzere göndermiş, Ammar'ı da emir olarak görevlendirmiş ve şöyle demişti: Her ikisi de Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'in ashabının en değerlilerindendir. Siz bu ikisine uyun. Daha sonra Osman onu Kûfe'ye vali tayin etmiş, arkasından onu görevinden alarak Medine'ye geri dönmesini emretmişti. Abdullah b. Mesud Medine'de otuziki yılında vefat etti ve Baki'de defnedildi. O sırada yetmiş küsur yaşında idi. |
15 Eylül 2008, 20:17 | Mesaj No:25 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş 3. Abdullah b. Abbas Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in amcası oğlu olup, hicretten üç yıl önce dünyaya gelmiştir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yanında büyümüştür. Çünkü hem onun amcasının oğlu idi, hem de teyzesi Meymûne Peygamberimizin hanımlarındandı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onu bağrına basmış ve: Allah'ım, ona hikmeti öğret! Bir rivayette:[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Kitabı öğret, diye dua etmiştir. Peygamberimize abdest suyunu hazırlaması üzerine de; Allah'ım sen onu dinde fakih kıl. (Ona dinin inceliklerini öğret), diye dua etmiştir.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İşte bu mübarek dua sebebiyle o tefsir ve fıkıhın yayılmasında etkili, bu ümmetin pek büyük bir ilim adamı haline gelmişti. Çünkü yüce Allah onu ilme tutku ile bağlanmaya, ilim tahsili için gayret göstermeye, onu öğrenmek ve öğretmek için de sabır göstermeye muvaffak kılmıştır. O bu yolla pek üstün bir mertebeye ulaşmış oldu. O kadar ki, mü'minlerin emiri Ömer b. el-Hattab onu meclislerine çağırır, onun görüşünü kabul ederdi. Muhacirler: İbn Abbas'ı çağırdığın gibi niçin bizim çocuklarımızı çağırmıyorsun? deyince, onlara şöyle dedi: Bu olgun ve yaşlıların gencidir. Onun çok soru soran bir dili, iyice kavrayan, akleden bir kalbi vardır. Daha sonra onları bir gün huzuruna davet etti. Onlara kendisinin farkında olduğu hususları göstermek amacıyla İbn Abbas'ı da beraberlerinde oturmak üzere çağırdı. Ömer Radıyallahu anh yüce Allah'ın: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde..." (en-Nas, 110/1) suresi hakkındaki görüşünüz nedir, diye sordu. Kimileri: Yüce Allah bize Mekke'yi fethetmeyi nasip ederse kendisine hamdedip, ondan mağfiret dilememizi emretti, dedi, kimileri de sustu. Bu sefer Ömer, İbn Abbas'a: Sen de böyle mi diyorsun? diye sordu. İbn Abbas: Hayır dedi. Ömer: Peki ne diyorsun? diye sorunca, İbn Abbas şu cevabı verdi: Burada sözkonusu olan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ecelidir. Yüce Allah ona Allah'ın yardımı ve Mekke'nin fethi demek olan fetih geldiği takdirde bu senin ecelinin alametidir, diye bildirdi. Bunun üzerine sen de hamdiyle Rabbini tesbih et ve ondan mağfiret dile! Çünkü o tevbeleri çokça kabul edendir, diye açıkladı. Ömer dedi ki: Benim de ona dair bildiklerim, senin bildiklerinden farklı değildir. İbn Mesud Radıyallahu anh dedi ki: İbn Abbas Kur’ân'ın ne güzel bir tercümanıdır! Eğer o bizim yaşlarımıza erişirse bizden kimse onunla boy ölçüşemez. Bununla birlikte İbn Abbas, Abdullah b. Mesud'dan sonra otuzaltı yıl daha yaşadı. Ondan sonra elde ettiği ilim hakkında acaba ne düşünülür? İbn Ömer bir âyet hakkında kendisine soru soran birisine: İbn Abbas'a git ona sor. Çünkü o hayatta kalanlar arasında Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'e indirilenleri en iyi bilen kimsedir, demişti. Ata dedi ki: Fıkhı itibariyle üstün, haşyet itibariyle büyük, İbn Abbas meclisiyle boy ölçüşebilecek bir meclis göremedim. Fıkıh öğrenmek isteyenler onun yanında, Kur’ân öğrenmek isteyenler onun yanında, şiir öğrenmek isteyenler onun yanında idi. Onların hepsine oldukça geniş bir vadiden bilgiler sunuyordu. Ebu Vâil dedi ki: İbn Abbas hac mevsiminde emir olduğu sırada (Osman Radıyallahu anh tarafından hac emiri olarak görevlendirilmişti) Nur suresini okumaya başladı. Bir taraftan okuyor, diğer taraftan tefsir ediyordu. Kendi kendime şöyle demeye başladım: Ben bu adamın sözleri gibi bir söz duymadım, böyle birisini görmedim. Eğer bunu İranlılar, Bizanslılar, Türkler dinleyecek olsalar hiç şüphesiz müslüman olurlardı. Osman Radıyallahu anh otuzbeş yılında hac emiri, Ali Radıyallahu anh da onu Basra valisi olarak görevlendirmişti. Ali Radıyallahu anh öldürülünce Hicaz'a gitti, Mekke'de ikamet etti. Sonra oradan çıkıp Taif'e gitti. Taif'te altmışsekiz hicri yılında, yetmişbir yaşında vefat etti. |
15 Eylül 2008, 20:17 | Mesaj No:26 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş 3. Abdullah b. Abbas Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in amcası oğlu olup, hicretten üç yıl önce dünyaya gelmiştir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yanında büyümüştür. Çünkü hem onun amcasının oğlu idi, hem de teyzesi Meymûne Peygamberimizin hanımlarındandı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onu bağrına basmış ve: Allah'ım, ona hikmeti öğret! Bir rivayette:[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Kitabı öğret, diye dua etmiştir. Peygamberimize abdest suyunu hazırlaması üzerine de; Allah'ım sen onu dinde fakih kıl. (Ona dinin inceliklerini öğret), diye dua etmiştir.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İşte bu mübarek dua sebebiyle o tefsir ve fıkıhın yayılmasında etkili, bu ümmetin pek büyük bir ilim adamı haline gelmişti. Çünkü yüce Allah onu ilme tutku ile bağlanmaya, ilim tahsili için gayret göstermeye, onu öğrenmek ve öğretmek için de sabır göstermeye muvaffak kılmıştır. O bu yolla pek üstün bir mertebeye ulaşmış oldu. O kadar ki, mü'minlerin emiri Ömer b. el-Hattab onu meclislerine çağırır, onun görüşünü kabul ederdi. Muhacirler: İbn Abbas'ı çağırdığın gibi niçin bizim çocuklarımızı çağırmıyorsun? deyince, onlara şöyle dedi: Bu olgun ve yaşlıların gencidir. Onun çok soru soran bir dili, iyice kavrayan, akleden bir kalbi vardır. Daha sonra onları bir gün huzuruna davet etti. Onlara kendisinin farkında olduğu hususları göstermek amacıyla İbn Abbas'ı da beraberlerinde oturmak üzere çağırdı. Ömer Radıyallahu anh yüce Allah'ın: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde..." (en-Nas, 110/1) suresi hakkındaki görüşünüz nedir, diye sordu. Kimileri: Yüce Allah bize Mekke'yi fethetmeyi nasip ederse kendisine hamdedip, ondan mağfiret dilememizi emretti, dedi, kimileri de sustu. Bu sefer Ömer, İbn Abbas'a: Sen de böyle mi diyorsun? diye sordu. İbn Abbas: Hayır dedi. Ömer: Peki ne diyorsun? diye sorunca, İbn Abbas şu cevabı verdi: Burada sözkonusu olan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ecelidir. Yüce Allah ona Allah'ın yardımı ve Mekke'nin fethi demek olan fetih geldiği takdirde bu senin ecelinin alametidir, diye bildirdi. Bunun üzerine sen de hamdiyle Rabbini tesbih et ve ondan mağfiret dile! Çünkü o tevbeleri çokça kabul edendir, diye açıkladı. Ömer dedi ki: Benim de ona dair bildiklerim, senin bildiklerinden farklı değildir. İbn Mesud Radıyallahu anh dedi ki: İbn Abbas Kur’ân'ın ne güzel bir tercümanıdır! Eğer o bizim yaşlarımıza erişirse bizden kimse onunla boy ölçüşemez. Bununla birlikte İbn Abbas, Abdullah b. Mesud'dan sonra otuzaltı yıl daha yaşadı. Ondan sonra elde ettiği ilim hakkında acaba ne düşünülür? İbn Ömer bir âyet hakkında kendisine soru soran birisine: İbn Abbas'a git ona sor. Çünkü o hayatta kalanlar arasında Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'e indirilenleri en iyi bilen kimsedir, demişti. Ata dedi ki: Fıkhı itibariyle üstün, haşyet itibariyle büyük, İbn Abbas meclisiyle boy ölçüşebilecek bir meclis göremedim. Fıkıh öğrenmek isteyenler onun yanında, Kur’ân öğrenmek isteyenler onun yanında, şiir öğrenmek isteyenler onun yanında idi. Onların hepsine oldukça geniş bir vadiden bilgiler sunuyordu. Ebu Vâil dedi ki: İbn Abbas hac mevsiminde emir olduğu sırada (Osman Radıyallahu anh tarafından hac emiri olarak görevlendirilmişti) Nur suresini okumaya başladı. Bir taraftan okuyor, diğer taraftan tefsir ediyordu. Kendi kendime şöyle demeye başladım: Ben bu adamın sözleri gibi bir söz duymadım, böyle birisini görmedim. Eğer bunu İranlılar, Bizanslılar, Türkler dinleyecek olsalar hiç şüphesiz müslüman olurlardı. Osman Radıyallahu anh otuzbeş yılında hac emiri, Ali Radıyallahu anh da onu Basra valisi olarak görevlendirmişti. Ali Radıyallahu anh öldürülünce Hicaz'a gitti, Mekke'de ikamet etti. Sonra oradan çıkıp Taif'e gitti. Taif'te altmışsekiz hicri yılında, yetmişbir yaşında vefat etti. |
15 Eylül 2008, 20:17 | Mesaj No:27 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş Tabiînden Müfessir Olarak Ün Kazananlar Tabiînden tefsir bilgileriyle meşhur olmuş pekçok kimse vardır. Bunların bir kısmı: A- Mekkelilerden: Bunlar İbn Abbas'a tabi olanlardı. Mücahid, İkrime ve Ata b. Ebi Rebâh bunlardandır. B- Medinelilerden: Bunlar Ubey b. Ka’b'a tabi olanlardı. Zeyd b. Eslem, Ebu'l-Âliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurazî gibi. C- Kûfelilerden: Bunlar da İbn Mesud'a tabi olanlardı. Katade, Alkame ve Şâbî gibi. Bunlardan iki kişinin, Mücahid ile Katade'nin kısa biyografilerini verelim: |
15 Eylül 2008, 20:18 | Mesaj No:28 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş 1. Mücâhid: Adı Mücâhid b. Cebr el-Mekkî'dir. Mahzum oğullarından es-Saib b. Ebi's-Saib'in azadlısıdır. Hicretin 21. yılında dünyaya geldi. Kur’ân tefsirini İbn Abbas Radıyallahu anh'dan öğrendi. İbn İshak ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben mushafı Fatiha'dan sonuna kadar İbn Abbas'a üç defa arzettim. Herbir âyet başında onu durduruyor ve ona âyet hakkında soru soruyordum. Süfyan es-Sevrî şöyle derdi: Sana tefsir rivayeti Mücahid'den diye ulaştığı takdirde o sana yeter. Şafii ve Buhârî onun tefsirlerine itimat etmiştir. Buhârî, Sahih'inde ondan çokça nakilde bulunur. Zehebî onun tercemesinin sonlarında şunları söylemektedir: Mücahid'in imamlığı ve onun söylediklerinin delil oluşu üzerinde ümmet icmâ etmiştir. Mekke'de 104 yılında 83 yaşında secde halinde iken vefat etti. |
15 Eylül 2008, 20:18 | Mesaj No:29 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş 2. Katâde: Adı Katade b. Deâme es-Sedûsî olup Basralıdır. 61 yılında anadan doğma kör olarak dünyaya geldi. İlim talebi hususunda büyük bir gayret gösterdi. Güçlü bir hafızası vardı. Öyle ki o, kendisi hakkında şöyle demiştir: Bana hadis nakleden hiçbir kimseye: Benim için bir daha tekrarlar mısın asla demedim. Kulaklarım neyi duyduysa mutlaka kalbim de onu bellemiştir. İmam Ahmed onu sözkonusu etmiş ve uzun uzadıya anlatmıştır. Onun ilmini, fıkhını, tefsir ile ilgili farklı görüşlere dair bilgisini yayıp durmuş, onu hafız ve fakîh diye nitelendirmiş ve şöyle demiştir: Onun önüne geçecek bir kimse bulabilmek ihtimali çok azdır. Onun gibi bir kişi belki bulunabilir. Yine İmam Ahmed onun hakkında şunları söyler: O Basralılar arasında en çok hadis bellemiş birisi idi. Her neyi işittiyse onu bellemiştir. Muvâsıt şehrinde 117 yılında 56 yaşında vefat etmiştir. Kur’ân, Muhkem Ve Müteşabihtir Muhkemlik ve müteşabihlik bakımından Kur'ân-ı Kerim üç çeşittir: Birincisi yüce Allah'ın Kur’ân'ın bütünü için bir nitelik olarak sözkonusu ettiği genel muhkemlik. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Bu, âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da hükmü sapasağlam (hakim) ve herşeyden haberdar olan (Habîr) Allah tarafından geniş geniş açıklanmış bir kitaptır." (Hud, 11/1) "Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar hikmet dolu (oldukça muhkem) kitabın âyetleridir." (Yunus, 10/1) "Muhakkak ki o katımızdaki ana kitapta çok yücedir, çok muhkemdir." (ez-Zuhruf, 43/4) Buradaki "muhkemlik" lafız ve manaları itibariyle sağlamlık ve güzellik demektir. O fesahat ve belağatin en ileri derecesindedir. Verdiği haberlerin hepsi doğru ve faydalıdır. Bunlar arasında yalan, çelişki, boş ve hayırsız hiçbir şey yoktur. Onun bütün hükümleri adalettir. Onun hükmünde haksızlık, çelişki olmadığı gibi, akılsızca bir hüküm de yoktur. İkinci tür: Kur’ân-ı Kerim'in tümüne nitelik olan genel müteşabihliktir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sözün en güzelini müteşâbih, tekrar edilen (mesânî) bir kitap halinde indirmiştir. Ondan dolayı Rablerine kalbten saygı duyanların derileri ürperir. Sonra Allah anıldığı için derileri ve kalpleri yumuşar..." (ez-Zümer, 39/23) Burada sözü geçen "müteşabihlik"in anlamı, Kur’ân'ın tümünün mükemmellik, güzellik ve öğülmeye değer amaçları bakımından birbirine benzediğidir. Esasen "eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı." (en-Nisâ, 4/82) Üçüncü tür ise Kur’ân âyetlerinin bir bölümüne mahsus muhkemlik ile bir diğer bölümüne mahsus müteşâbihliktir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirildiği gibi: "Sana kitabı indiren odur. Onun bir kısım âyetleri muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşâbih olanına uyarlar. Halbuki onun (müteşabih âyetlerinin) tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar ise: 'Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz nezdindendir' derler. Olgun akıllılardan başkası ibretle düşünemez." (Âl-i İmran, 3/7) Burada sözü edilen muhkemlik, âyet-i kerimenin herhangi bir kapalılığı sözkonusu olmadan açık seçik bir şekilde anlaşılması demektir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Ey iman edenler! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizle tanışasınız diye uluslara ve kabilelere ayırdık..." (el-Hucurât, 49/13) "Ey insanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin ki, takvâ sahibi olasınız." (el-Bakara, 2/21) "Halbuki Allah alışverişi helâl, ribâyı haram kılmıştır." (el-Bakara, 2/275) "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar... size haram kılındı." (el-Mâide, 5/3) Bunun örnekleri pek çoktur. Buradaki çerçevesiyle müteşabihliğin anlamına gelince, âyetin anlamının gizli olması ve çeşitli anlamlarından birisinin tayin edilmesinde güçlük bulunması demektir. Öyle ki herhangi bir kimse yüce Allah hakkında yahut onun kitabı ya da Rasûlü hakkında uygun olmayan birtakım anlayışlar vehmedebilir, derin ilim sahibi kimse ise bundan farklı bir mana çıkartır. Yüce Allah ile ilgili buyruklar hakkında kişinin olmadık yanlış anlayışları çıkartabileceği buyruklara örnek olarak: "Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır." (el-Mâide, 5/64) buyruğudur. Yanlış anlayan bir kimse, yüce Allah'ın iki elinin yaratılmışların ellerine benzeyen iki el olduğunu zanneder. Yüce Allah'ın kitabı ile ilgili olana örnek olarak şunları gösterebiliriz: Bir kimse: "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir." (en-Nisâ, 4/79) buyruğu yanında: "Eğer onlara bir iyilik dokunursa: 'Bu Allah'tandır' derler. Şayet onlara bir kötülük dokunursa: 'Bu sendendir' derler. De ki: 'Hepsi Allah'tandır.'" (en-Nisa, 4/78) buyruklarını okuyunca bunları anlamakta zorlanan bir kişi Kur’ân'da çelişki ve bir bölümü ile diğer bölümleri arasında tutarsızlık olduğunu sanır. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile ilgili olanlara örnek: Herhangi bir kimse yüce Allah'ın: "Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun ki hak sana Rabbinden gelmiştir. O halde sakın şüphe edenlerden olma!" (Yunus, 10/94) buyruğunu okuyunca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i kendisine indirilen buyruklar hakkında şüphe ettiğini sanması verilebilir. |
15 Eylül 2008, 20:19 | Mesaj No:30 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tefsir Usülüne Giriş İlimde Derinleşmiş Kimseler İle Kalplerinde E⁄Rilik Bulunanların Müteşâbih Buyruklara Karşı Tutumu İlimde derinleşmiş olanlarla kalplerinde eğrilik bulunanların müteşâbih buyruklara karşı tutumlarını yüce Allah açıklamış bulunmaktadır. Kalplerinde eğrilik bulunanlar hakkında: "Ama kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf şüphe aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşâbih olanına uyarlar." (Âl-i İmran, 3/7) diye buyurmaktadır. İlimde derinleşmiş olanların tutumu hakkında da: "İlimde derinleşmiş olanlar ise: 'Biz ona inandık. Hepsi Rabbimiz nezdindendir' derler." (Âl-i İmran, 3/7) diye buyurmaktadır. Buna göre kalplerinde eğrilik bulunanlar, bu müteşâbih âyetleri yüce Allah'ın kitabına dil uzatmak, insanları bu kitaptan çevirmek ve yüce Allah'ın maksadına uygun olmayan bir şekilde tevil etmek (yorumlamak) için bir araç olarak kullanırlar. Bunun sonunda da hem kendileri sapar, hem başkalarını saptırırlar. İlimde derinleşmiş olanlar ise, yüce Allah'ın kitabında yer alan her bir şeyin hakkın kendisi olduğuna, onda herhangi bir ayrılık veya bir tutarsızlık bulunmadığına inanırlar. Çünkü bu kitapta ne varsa Allah'tan gelmiştir. "Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı." (en-Nisâ, 4/82) Müteşâbih olarak gelen buyrukları ise, muhkem buyruklara göre ele alırlar. Böylelikle Kur’ân-ı Kerim'in bütün buyrukları muhkem olmuş olur. Birinci örnek ile ilgili olarak şöyle derler: Şüphesiz yüce Allah'ın celal ve azametine yakışan gerçek manada iki eli vardır. Onun bu elleri yaratılmışların eline benzemez. Tıpkı onun bir zatının olduğu ve bu zatın yaratılmışların zatına (sıfatına) benzemediği gibi. Çünkü yüce Allah: "Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O herşeyi işitendir, herşeyi görendir." (eş-Şârâ, 42/11) diye buyurmaktadır. İkinci örnek hakkında da şöyle derler: İyilik te, kötülük te hepsi yüce Allah'ın takdiri iledir. Fakat iyiliğin sebebi yüce Allah'ın kullarına lütufta bulunmasıdır. Kötülüğün sebebi ise kulun yaptıklarıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu ise affeder." (eş-Şûrâ, 42/30) Buna göre kötülüğün kullara izafe edilmesi, bir şeyin sebebine izafe edilmesi kabilindendir. Onu takdir edene izafe edilmesi kabilinden değildir. Hem iyiliğin, hem kötülüğün yüce Allah'a izafe edilmesi, ise bir şeyin onu takdir edene izafe edilmesi kabilindendir. Böylelikle izafet cihetleri farklı olması sebebiyle iki âyet arasında tutarsızlık ve aykırılık olduğu vehmi ortadan kalkmış olmaktadır. Üçüncü örnek ile ilgili olarak da şöyle derler: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kendisine indirilen buyruklar hakkında asla şüphe etmiş değildir. Aksine o insanlar arasında onu en iyi bilen ve ona en güçlü bir şekilde inanan bir kimse idi. Nitekim yüce Allah bizzat aynı sûrede şöyle buyurmaktadır: "De ki: 'Ey insanlar! Eğer benim dinimden bir şüphe içinde iseniz (bilin ki), ben sizin Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam...'" (Yunus, 10/104) Yani eğer sizler onun hakkında bir şüphe taşıyorsanız, ben ondan yana kesin bir inanca ve kanaate sahibim. Bundan dolayı ben sizlerin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize tapmam. Aksine onları inkar eder ve yalnız Allah'a ibadet ederim. Diğer taraftan yüce Allah'ın: "Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen..." (Yunus, 10/94) buyruğundan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in şüphe etmesinin mümkün ya da fiilen vukua gelmiş olması gerekmez. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "De ki: 'Rahman’ın bir evlâdı olsaydı ibadet edenlerin ilki ben olurdum." (ez-Zuhruf, 43/81) Acaba yüce Allah'ın evlâdının bulunması mümkün müdür, yoksa böyle bir şey olmuş mudur? Kesinlikle hayır, böyle bir şey olmamıştır. Yüce Allah için bunun mümkün olduğu da düşünülemez. Nitekim bir başka yerde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Halbuki Rahman’a evlâd edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde kim varsa hepsi Rahman’ın huzuruna ancak kul olarak gelecektir." (Meryem, 19/92-93) Yüce Allah'ın: "O halde sakın şüphe edenlerden olma!" (Yunus, 10/94) buyruğu, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in fiilen şüphe etmiş olmasını gerektirmez. Çünkü bir işi yapmamış bir kimseye bir hususun yasaklanması mümkündür. Nitekim yüce Allah şöye buyurmuyor mu: "Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra sakın seni onlardan alıkoymasınlar ve (insanları) Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!" (el-Kasas, 28/87) Bilindiği gibi onlar Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i Allah'ın âyetlerinden alıkoyamamışlardır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ise herhangi bir şekilde şirke bulaşmamıştır. Böyle bir işi yapması sözkonusu olmayan bir kimseye böyle bir yasaklamayı yapmaktan maksat, bu işi fiilen yapanları eleştirmek ve onların izledikleri yoldan başkalarını sakındırmaktır. İşte bu yolla aradaki müteşâbihlik ve Allah Rasûlü ile ilgili uygun olmayan zanlar bertaraf edilmekte, ortadan kalkmaktadır. |
Konuyu Toplam 5 Kişi okuyor. (0 Üye ve 5 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Muhteşem Tefsir Kulliyatı / 28 tane ayrı tefsir... | enderhafızım | Kitaplar/Kütüphane | 21 | 08 Ocak 2019 11:13 |
osmanlıca giriş | f_kryln | Osmanlı Türkçesi | 19 | 18 Ocak 2016 20:57 |
Giriş bedava:) | enderhafızım | Komik Paylaşımlar | 2 | 15 Ekim 2012 13:20 |
Beytullah`a Giriş | Verda_Naz | Hadis-i Şerif | 0 | 24 Kasım 2008 01:45 |
cehehenneme giriş | Muhteşem | Kur'ân-ı Kerim Genel | 0 | 14 Temmuz 2008 20:46 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|