|
Konu Kimliği: Konu Sahibi bilinmez,Açılış Tarihi: 31 Ekim 2013 (08:00), Konuya Son Cevap : 25 Ekim 2021 (17:10). Konuya 41 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
27 Kasım 2013, 20:57 | Mesaj No:31 | |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI Alıntı:
Mustafa'm seni burda görmek ne güzel.seni mısır firavunlarının zindanlarından kurtaran Allaha şükürler olsun. Allah bi daha düşürmesin inşaAllah. Koçum bunlarda bedel klavyede olur.klavye bedelide hem ucuz hemde populer.istediğin kadar delil sun amaçları delillerine ulaşmak değil...senin tabirinle sisli havada parsel kapmak. bedelsiz emeksiz zahmetsiz. ben konudan çekiliyorum.burnu kafdağında olup hatta kaf dağını ben yarattım havasında olanlarla muzakere edilmez.hakaretleri yapısını belirliyor. وَعِبَادُ الرَّحْمنِ الَّذينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. | |
29 Kasım 2013, 13:04 | Mesaj No:32 |
Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI Bismillahirrahmanirrahim. Dünyanın neresinde görülmüştür kü veyahut dünyanın hangi hukuk siteminde görülmüştür ki iddia edenin iddiasını iddiaya maruz kalan kişi ispatlasın.Ortaya iddiayı atan siz ispatlamasını bizden talep ediyorsunuz. Eğer kişi ortaya bir iddia atıyorsa bu iddiasını kendisi kanıtlamak zorundadır İslam şeriati bunu emir eder.Zina isnadından bulunan kişi zina isnadı ispatını delilini ortaya koymakla mükelleftir.Zina isnadında bulunulan kişi ise zina etmediğini hakime kanıtlamak zorunda değildir.Bu İslam şeriatinden böyle olduğu gibi tüm dünya hukuk sistemlerinde de böyledir. Fakat nasıl bir ortama ve nasıl bir anlayış sıkıntısına düştük ki birileri hiçbir delile ve hiçbir belgeye dayanmadan bazı iddialar ortaya atacak bize de bunun aksine delilleri ispatlamak düşecek. Bu olacak iş değil. Allah’ın izniyle öncelikle alimoğlunun iddia ettiği ve İbni Kesirin adını zikr ettiği onun kitabını kaynak gösterdiği ve ona iftira attığını ispat edeceğim daha sonra abdulmelik beyin iddiasına cevap vereceğim.Daha sonrada konuyu toparlayıp kapatacağım. Çünkü henüz aslud-dinin tanımını ortaya koyamayan anlayışlarla bu meseleleri konuşmanın hiç kimseye bir faydası olduğunu düşünmüyorum.Fakat makalenin sahibine atılan iftiranın cevabınıda vermek istedim. Delillere geçmeden önce konuya özetleyecek olursak.Abdulmelik bey ve daha sonra ona iştirak edenler Emevi devletinin kanunu nizamı yoktu.Bu sözü edilen devletin kanunları o sultanın veyahut padişahın iki dudağı arasında idi denildi. Bizde dedik ki İslam dinine göre böyle bir devlet modeli küfür devletidir.Bunu ispat edin. Onlar bize kalkıp tarihte bazı zalimlerin bazı fasıkların bazı facirlerin yapmış oldukları zulümleri cürumleri ortaya koyarak harici mantığıyla bu devleterin batıl olduğuna hükm ettiler.Bu Halifelerede kafir damgasını vurdular. Oysaki defalarca yazmamıza rağmen konumuz bu değil dememize rağmen bu arkadaşlar hep bu kanaldan nameler çaldılar ve buna başkalarıda eşlik etti. Turgut özal Demirel Ecevit Tayyip Erdoğan bu ülkede yıllarca Başbakanlık yaptılar.Bunların hepside kendi hükümetleri dönemindeki icraatlarını farklı farklı uyguladılar.Fakat bu durum Türkiye Cumhuriyeti laik demokrat devlet rejimimin hükmünü ortadan kaldırmyacağını yazıp çizmemze rağmen bu arkadaşlar habile kötü idarecilerden zalim idarecilerden dem vurarak bu devletin laik demokrat bir rejim olmadığını ispatlamaya çalıştılar. Ve konu neydi konuyu kaydırılıp nerelere kadar getirildi.Ancak biz makaleyi yani ilk konuyu unutmuş değiliz oraya yazımızın sonunda döneceğiz.İşte böyle bir anlayışla meseleleri konuşmak hakikaten deveyi değil hendekten iğne deliğinden geçirmekten daha zordur. Aslud-dinin tanımını sorduk bize usulid-dinden söz ettiler oysa bilmezler mi ki usulid din meseleleri ortaya koyarken dine göre takip edilmesi gereken yolun demektir. Yani eğer siz bir devlete küfür hükmünü verecekseniz veyahut bir Sultana kafir hükmünü vereceksenizse sizin usul açısından takip etmeniz gereken şey dinin tarif etmiş olduğu yol demektir yani vereceğiniz hüküm usulid-din kaidelerine göre olmak mecburiyetindedir.Usulid-din bu demektir. Fakat siz hiç bir dini kaideye dayanmadan usuli takip etmeden hüküm verdiniz. Dünyada Hariciler hariç hiç bir fırka büyük günah işleyenlere kafir hükmü vermemiştir.Birde abdulmelik bey onuda buna dahil etmek lazım.Bunu daha sonra tefsilatlı anlatacağız inşaallah. Sayın alimoğlu siz İbni Kesirin kitabından şu şu kısımlar söylediklerime delildir demek yerine lafı ortaya attınız sonrada bazı insanlarıda karalayarak onların haklarına girdiniz.Şimdi size İbni Kesirin El Bidaye kitabından konumuzla alakalı satırları aşağıya aktaracağım Allahın izniyle.Ve ne kadar batıl düşündüğünüzü kaynak verdiğiniz eserden ispat edeceğim Allahın izniyle. İbni Kesir sözü geçen kitapta şunları söylüyor. Nitekim Cenâb-ı Allah, onu bu şekilde nitelemiştir. Kadir gecesinin, Emevi devletinden daha üstün olduğunu söylemek, onların devletlerinin kötü olduğunu gerek¬tirmez. Bunu böyle düşünmek gerekir. Bu ince bir meseledir. Ve hadisin şahinliğinde şüphe olduğunu gösteriyor. Çünkü bu hadis burada, Emevi hakimiyetini kötülemek maksadıyla ileri sürülmüştür. Doğrusunu yüce Allah bilir. Bu satırlarda görüldüğü gibi ortaya atılan bir uydurma hadis ve hadiste Emevi devleti kötüleniyor.İbni Kesir (Rahimullah) bunu kabul etmiyor.Bu hadis sahih olsa bile bu emevi devletinin kötü devlet olduğunu göstermez diyor. İbni Kesir sözü geçen kitapta şunları söylüyor. Nuaym b. Hammad, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendi aralarında ayrılığa düşmedikleri sürece İslâm ümmetinin yönetimi, Emevilerin elinde olacaktır." Buharî, «Delâilü'n-Nübüwe»de, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Ebu Bekre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.), günlerden bir gün Ali'nin oğlu Hasan'ı alıp minbere çıkardı ve şöyle buyurdu: - Benim şu oğlum liderdir. Umarım ki Allah, bunun vasıtasıyla Müslümanlardan iki grubun arasını düzeltir." Gerçekten de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in verdiği bu haber ol¬duğu gibi tahakkuk etti. Hz. Ali'nin oğlu Hasan, hilafeti babasından sonra eline alıp ta Iraklıların teşkil ettiği ordunun başına geçtiğinde Muaviye onun karşısına gitti. Saflar Hasan-ı Basifnin anlattığı şekilde karşı karşıya geldiğinde Ali'nin oğlu Hasan barışa yöneldi. İnsanlara hitap etti ve hilafetten feragat etti. Halifeliği Muaviye'ye teslim etti. Bu da hicretin kırkıncı senesinde olmuştu. Bunun üzerine iki ordunun ko¬mutanları Muaviye'ye bey'at ettiler. Muaviye, ümmetin idare yükünü yalnızca ele geçirdi. İşte o seneye, toplanma senesi denildi. Çünkü o se¬nede idare yetkisi bir tek adamın elinde toplanmıştı. Bunu yeri geldi¬ğinde tafsilatlı bir şekilde açıklayacağız. İşte bizim söylediklerimizin kanıtları olan ehli sünnet alimlerinin beyanları.Eğer Muaviye kafir olsaydı ve yönetim biçimi küfür olsaydı Hz.Hasan (r.a) nın müslüman komutanları ona biat ederlermiydi? Peki diyelimki o komutanlar ve ordu yoldan çıkıp size göre bir kafir bir Sultana (Muaviyeye) ve onun küfür kanunlarla idare edilen yönetim biçimine Hz.Hasan (r.a) izin verirmiydi? Buna rıza gösterirmiydi.Böylesi bir küfür işlemeye rızanın küfür olduğunu Hz.Hasan (r.a) bilmiyormudiki buna rıza gösterdi. Yani sizin anlayışlarınız tekfirci hariciler gibi Peygamberin torununu dahi küfürle itham etmektir.Ne dediğinizin farkında olmadan birşeyler söyleyip duruyorsunuz birde yetmezmiş gibi alınganlık gösteriyorsunuz. İbni Kesi sözü geçen kitapta şunları söylüyor. Sözü doğru ve doğrulanmış olan Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanların iki firkaya ayrılacağını önceden haber vermişti. Salt bu olayların vukuu sebebiyle bu fırkanın ikisini ya da birini tekfir eden kişi yanılgıya düşmüş ve kendi kafasından konuşmayan, sözleri vahiyden başka birşey olmayan Muhammedi nassa muhalefet etmiş olur ve hilafetin Mua¬viye'ye devredildiği sene de dahil olmakla Rasûlullah (s.a.v.)'m işaret buyurduğu, kendisinden sonraki hilafet süresi tamamlanmış oluyor. Şimdi size soruyorum sizmi daha alimsiniz yoks İbni Kesir mi? Sizi Rasulullaha muhalefet etmiş olarak vasıflandırıyor. İbni Kesir sözü geçen kitabın başka bir yerindede şunları söylüyor. Bu hadis, peygamberlik delilerindendir. Zira durum, tıpkı Peygam¬ber (s.a.v.)'in haber verdiği şekilde ortaya çıkmıştır. Yine bu hadiste Sıffîn savaşında çarpışan Şamlılarla Iraklıların Müslüman olduklarına hükmedihniştir. Rafiziler firkası ile bayağı, cahil ve alçak tabakanın iddia ettikleri gibi Şamlıların kafir olduklarına dair bu hadiste herhangi bir delil yoktur. Yine bundan anlaşıldığına göre Sıffîn savaşında çarpışanlar, Muaviye ile Ali taraftarlarıdır. Ehl-i sünnet ve'1-cemaat mezhe¬bi de bu görüştedir. Hz. Ali, içtihadında isabet etmiştir. Muaviye de müctehiddir, fakat o, içtihadında hata yapmıştır. înşaallah sevapda ka¬zanacaktır. Ama halife olan Hz. Ali'dir ve o iki sevap kazanmıştır. Nite¬kim sahih-i Buhari'de Amr b. As'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: «Hakim, ictihad yapar da içtihadında isabet ederse iki sevap kaza¬nır, îctihad yapar da içtihadında yanılırsa bir sevap kazanır.» İleriki sayfalarda Hz. Ali'nin Haricilerle yapmış olduğu savaşın keyfiyetine ve Peygamber (s.a.v.)'in önceden haber vermiş olduğu Mah-dic'in evsafına dair açıklamalar verilecektir. Nitekim Hz. Ali de Pey¬gamber Efendimiz'in Önceden haber verdiği şeylerin tahakkuk ettiğini görmüş ve bu sebeple sevinip şükür secdesi yapmıştır. Allah, ondan razı olsun. İbni Kesirden nakil buradan sona ermiştir.Bu iddialar aslında cevap dahi verilebilecek nitelikte iddialar değil fakat bizim gibi avam olan bazı insanlar her nedense bir türlü anlamamakta direnmektedirler.Biz yazımızın başlarında avam olduğumuzu ve ilim talabesi olduğumuzu söylediğimiz halde yine birileri bize iftira atarak siz alimlik taslıyorsunuz dediler. Abdulmelik bey sözünü ettiğiniz İbnul Esirin kitabı bende yok madem ki siz o kitabın ve alimin ismini verdiniz sizden rica etsek siz konumuzla ilgili bölümleri buraya aktarıp en azından azıcıkta olsa kendi dediklerinize bir parça delil ortaya koyarmısınız. Bazı arkadaşlara rica ettim o kitabı bulup bana getirecekler ancak buna gerek kalmadan eğer sizde varsa o kitap ilgili bölümleri buraya aktarırmısınız. Eğer o kitap sizde yoksa ve siz diğer iddilarınız gibi bunu gerçekten bir belgeye dayanamadan ortaya attıysanız inanın bunun vebalı büyüktür. Çünkü siz hem Müslüman olan Halifelere ağır ithamlrada bulundunuz hemde İslam ile hükm edilen bir devlet biçimine çapulcu dediniz.Bunada bu alimin kitabından dipnot vererek delil göstermeye çalıştınız.Ve görüyorum ki bazı insalarda buna inanmıştır. Buyrun ilgili bölümleri buraya aktarın üzerine birlikte düşünelim.Eğer aktarmazsanız ilgili kitap elime geçer geçmez gerekli bölümleri ben aktarırım. | |
29 Kasım 2013, 13:24 | Mesaj No:33 |
Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI Birileri gerek Rafizilerin gerek ahlaksızlıkta sınır tanımayan Şia kaynaklı eserleri okuyarak İslam tarhi açısından olmadık iddialar ortaya atmışlardır.Her ortaya attıkları iddialarına İslam tarihçilerinin eserlerinden deliller istediğimiz halde hiç kimse bize birtek delil ortaya koyamadı. Bu asılsız vicdansız şia alimleri kaynaklarında diğer halifeler ve sahabiler hakkındaki iftiralarını sürdürdükleri gibi Muavi yenin oğlu Halife Yezid hakkında olmadık iftiralar atmışlardır.Evet Yezid içki içen keyfe düşkün hatta zalim bir halife idi bunu kimse inkar etmez zaten konuda bu değil ancak şükürler olsunki ehli sünnet alimlerimiz sapıklıkta sınır tanımayan bu şia alimlerine tek tek cevap vermişlerdir. Üzücü olan şeyse bizim bu batıl kaynaklardan etkilenerek itikat oluşturmamızdır. Şimdi Yezid Hilafetine dair Alimlerin alimi büyük üstad İbni Kesirin hocası İbni Teyimiyye (rahimullah) tan yorumsuz bir şekilde aktarıyorum.Bu vesileyle gece yastığa baş koymuş bazı insanlar attıkları iftiraların muhasebesini yapsınlar Allahın izni ile. İbni Teyimiyye şöyle demektedir. Esir edilmelerini söz konusu edenle en çok Hz. Hüseyin'in öldürülmesini ve yakınlarının Yezîd'e götürülmelerini diline dolamaktadırlar. Oysa bunlar olup-bitenden habersizdirler. Öyle ki aralarından bâzıları, Hz. Hüseyin'in yakınlarının Mısır'a götürülüp orada öldürüldüklerini, sayılarının çok olduğunu ve üzerinde öldürülme izleri bulunan nerede ölü görseler, bunların esir edilen ve öldürülen Hz. Hüseyin'in yakınları olduğunu söylerler. Hakikatte bunların hepsi yalan ve uydurmadır. Hz. Hüseyin (r.a.) hicretin altmışbirinci yılı Aşure günü öldürülmüştür. Allah, onu öldüren ve öldürülmesine razı olana lanet etsin. Öldürülmesini teşvik eden Şimr İbn Zi'l-Cevşen'dir. Bu konuda Irak valisi Ubeydullah b. Ziyâd'a bir mektup yazdı. Ubeydullah da, emri altındaki Amr b. Sa'd b. Ebî Vakkas'a, Hz. Hüseyin'le savaşmasını emretti. Bu sırada Hz. Hüseyin onlardan, daha önce bâzı müslümanların talepte bulunduğu şeyleri talep etti. Beraberinde savaşçı getirmemişti. Onlardan şunları istedi: Ya kendisini Medine'ye geri götürsünler, ya amcası oğlu Yezîd'e, ya da sınırda kâfirlerle savaşmak üzere sınır bölgesine götürsünler. Ancak onlar bu isteklerini reddettiler veya onu esir alacaklarını ya da öldüreceklerini söylediler. Sonunda kendisiyle savaşıp onu ve akrabalarından bir grub ile başkalarını öldürdüler. Sonra eşyalarıyla yakınlarını Dımaşk'taki Yezîd b. Muâviye'ye götürdüler. Aslında Yezîd, onlara ne onu öldürmelerini emretmişti, ne de yapılanlara gönlü razı idi. Olayı duyunca sevinmemiş, aksine bu yaptıklarından dolayı onları kınamış ve: "Hüseyin'i öldürmeseydiler Iraklıların itâatından razıydım" demiştir. Ayrıca şöyle demiştir: "Allah İbn Mercâne'ye -Ubeydullah b. Ziyâd'a - lanet etsin, kendisiyle Hüseyin arasında bir akrabalık bağı olsaydı onu öldürmezdi". O, bu sözleriyle Ubeydullah'a hakaret ederek nesebini söylemek istiyordu. Çünkü babası Ziyâd'ın soyu belli olmayıp Ebû Süfyân'a nisbet ediliyordu. Emevî ailesi ile Hâşim ailesi, ikisi de Abdimenâfoğulları'dır. Rivayet edilir ki, Hz. Hüseyin'in eşyalarıyla yakınları Yezîd'e getirildiklerinde Yezîd'in evinde ağlama ve feryad sesleri yükselmiştir. Yezîd, Hz. Hüseyin'in yakınlarına iyi davranmış ve onlara değer vermiştir. Oğlu Ali'yi de, kendisinin yanında veya Medine'ye gitmek arasında muhayyer bırakmış ancak o, Medine'ye gitmeyi tercih etmiştir. Dımaşk camisinde "Ali b. Hz. Hüseyin'in Zindanı" ismi verilen yerin aslı yoktur. Bununla birlikte Yezîd, Hz. Hüseyin'i öldürenlere had uygulamamış; onları cezalandırmamıştır. Aksine saltanatını koruma endişesiyle Hz. Hüseyin'in taraftarlarını öldürtmüştür. Ayrıca Hz. Hüseyin'in öldürülmesi üzerine bâzı beyitler söylediği de nakledilir ki bunlar, sarih küfrü gerektiren sözlerdir. Şu beyitlerde olduğu gibi: O yüklü develer göründüğünde ve o başlar Cirûn tepelerinde yükseldiğinde, Karga öttü. İster öt ister ötme dedim, ben Peygamber'den alacağımı aldım. Bu şiir tamamen küfürdür. Kuşkusuz Yezîd hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. - Bir gruba göre o kâfirdir. Hattâ bunlar yalnız onu değil, babasını da, hattâ onunla beraber Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Muhacirlerle Ensâr'ın büyük çoğunluğunu tekfir ederler ki, bunlar Allah'ın en cahil ve sapık kullarından Râfızîlerdir. İnsanlar arasında Allah'a, Resûlü'ne, sahabe ve yakınlarına en çok iftira edenler onlardır. Yezîd hakkındaki yalanları, Ebû Bekir, Ömer ve Osman'a yalanları gibidir. Hattâ Yezîd hakkındaki yalanları daha ehvendir.[/COLOR] Bir gruba göre o, hidâyet imamlarından, âdil halifelerden ve sâlih mü'minlerdendir. Hattâ bâzıları onun sahâbî olduğunu söylerken bâzıları da Peygamber olduğunu iddia etmektedir. Bu da cehalet ve sapıklığın bir eseridir. Aksine o, müslümanların sultanlarından biridir; iyilikleri de vardır kötülükleri de. Onun hakkında söylenecek söz, diğer sultanlar hakkında söylenenlerin aynısıdır. İbn Teymiyye Külliyatı: 4 “İftira atan, eğer pişman olur ve tevbe ederse fasıklık vasfını üzerinden kaldırmış olur.” (Ahkam Tefsiri 2, 107, M.Ali Essabuni) Artık bundan sonra kim yalan söyleyerek Allah'a iftira atarsa... İşte onlar zalimlerin ta kendileridir./ Ali İmran: 94 - | |
29 Kasım 2013, 15:01 | Mesaj No:34 |
Durumu: Medine No : 27 Üyelik T.:
16Haziran 2007 | Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI
O halde Emevilerin yazılı anayasısını gösterelim. Emevi devletinin anayasası Kuran ve sünnettir.Gördünümüz mü nasıl delillendirdik Aynı hasasiyeti sizdende bekliyorum. uyarıcı dan. delillendirdi ya bak al sana delil |
29 Kasım 2013, 17:00 | Mesaj No:35 |
Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI O halde Emevilerin yazılı anayasısını gösterelim. Eneseten-alıntı yapılmıştır. Bu cümle aynı şunu demeye benzemektedir. O halde Peygamberin kurduğu devletin yazılı anayasasını gösterelim. Siz bu cümleleri kurmadan evvel zahmet edip Kurandan Sünnetten üçbeş satır okuyup öyle alay etseydiniz olmazmıydı.Cehaletin bu kadarınada pes doğrusu. Bana şu ayeti hatırlattınız. (Herşey) Açıkça ortaya çıktıktan sonra bile, sanki kendileri, göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, seninle hak konusunda tartışıp duruyorlardı.Enfal-6 Biz Emevi devletinin anayasası Kuran ve sünnet idi diyoruz birileride ısrarla bunun aksini söylüyor birileride kalkmış bununla alay ediyor.Ama doğru Kuran ve sünnetin ne olduğu hakkında bu kaide üzere kurulan devlet rejiminin ne olduğu hakkında malumat sahibi olunamadığı takdirde ortaya böylesi cehaletin çıkmasıda kaçınılmazdır. Siz hiç kuran ve sünnet okumadınızmıki İslam devletinin kanun maddelerinin yazılı şeklini istiyorsunuz. Bu ne cahillik böyle. Hayrettin karaman İslam devletinin kanunlarının nasıl olması gerektiğini bakın şöyle anlatıyor. İslâm'da Hukuk Devleti: İslâm amme hukûku ile ilgili klasik kaynaklarda "hukuk devleti" terimine rastlanmaz; ancak bu, İslâm'da hukuk devleti kavram ve ilkesinin bulunmadığını da göstermez. Devletin bütün organları, kurum ve kuruluşları ile hukûka bağlı ve tâbî olduğunu ifade eden bu kavram, en kâmil mânâsıyla İslâm amme hukukunda söz konusu edilmiş, özellikle örnek çağlarda uygulamaya konmuştur. Kaynaklarımızda bu kavram "halîfenin vasıfları, vazifeleri, ülü'l-emre itâatin şartları, Kitâb ve Sünnet nasslarının bağlayıcılığı, halîfenin azli, azil karşısında direnen halîfeye isyan..." gibi konularda ele alınmış ve işlenmiştir. Diğer sistemler ısrarla devlet başkanının selâhiyetlerinden bahsederken İslâm amme hukukunda özellikle halîfenin vazifelerinden, sorumluluklarından (vâcibât) bahsolunmaktadır. Bunun da, incelendiği zaman, "icrâ" çerçevesine oturduğu görülmektedir. Kaynakların ortak tesbitlerine göre halîfenin vazifeleri şunlardır: Toplumu (ümmeti) temsilen amme menfâatini korumak, vatanın müdâfasını, İslâmî hükümlerin uygulanmasını, adâletin tevzîini, vergilerin toplanıp mahalline sarfedilmesini, amme hizmetlerinin gerektirdiği vasıf ve sayıda görevliyi tayin ederek halka hizmet etmelerini sağlamaktır. İslâm'da vazife ve selâhiyetler birer emânet olarak kabûl edilmiş, herkesin idaresi altında bulunan kimselere nisbetle bir çobanın sürüsünden sorumlu olduğu gibi sorumluluk taşıdığı, bu bakımdan "devlet başkanı, aile reisi, kadın, çocuk, işveren, işçi" arasında fark bulunmadığı bizzat Rasûlullah (s.a.v.) tarafından ifade buyurulmuştur. 48. Buhârî, Cum'a, 11, Vasâyâ, 9; Müslim, İmârah, 20. İslâm amme hukûku yazarlarından İbn Teymiyye, devlet başkanının vazife tevzî ederken ehliyet ve liyâkate riâyet mecbûriyetinden bahsettikten sonra şu satırlara yer vermektedir Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet, Rasûlullah (s.a.v.) da dahil olmak üzere bütün hüküm ve idare edenlerin, Allah'ın gönderdiği ve koyduğu hükümler (kanun) ile hükmetmek mecbûriyetinde olduklarını açık ve kesin bir şekilde ifade etmektedir. es-Siyâsetü'ş-şer'iyye, Bombay, 1306, s. 4. A'râf: 7/3; Enfâl: 6/106; Bakara: 2/213; Mâide: 5/44-47. Bir huzur ve nizâm dîni olan İslâm Allah ve Rasûlü (s.a.v.) yanında ülü'l-emre (yöneticilere) de itâat edilmesini emretmektedir. Nisâ: 4/59. Buhârî, Ahkâm, 4, Cihâd, 108; Müslim, İmârah, 38; Ebû Dâvûd, Cihâd, 87. Uygulamalı Bazı Örnekler: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Allah'tan vahiy yoluyla alıp tebliğ ettiği Kur'ân-ı Kerîm'in hükümlerini, bir kanun olarak kendisine, ailesine ve ümmetine uygulamış, gerektiğinde külfetin ve fedâkârlığın en büyüğünü kendisi yüklenmiş, hiçbir tasarrufunda hukuktan ve adâletten sapmamıştır. Mekke fethi sırasında, Kureyş'in Mahzûm koluna mensup bir kadın hırsızlık yapmış, kabîle bunun cezalandırılmasını şerefleri için bir leke sayarak, Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i aracı kılmışlar, cezanın uygulanmamasını istemişlerdi. Allah Rasûlü (s.a.v.) Üsâme'ye hitâben "Allah'ın koyduğu bir cezâyı uygulamayayım mı istiyorsun?" diye serzenişte bulunmuş, sonra halkı toplayarak şöyle demiştir: "Sizden öncekilerin mahvolup gitmelerine sebep şudur ki, içlerinden asâlet sahibi birisi hırsızlık ederse ona dokunmaz, serbest bırakırlardı, zayıf birisi hırsızlık ederse onu cezâlandırırlardı; Allah'a yemin ederim ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsaydı onu da aynı şekilde cezâlandırırdım!" Buhârî, Hudûd, 12. İlk halîfe Ebû Bekr (r.a.), başkan seçildikten sonra halka şu hitâbede bulunmuştur: "Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım hâlde başkanınız oldum; iyi yaparsam bana yardım edin, kötü yaparsam beni düzeltin. Doğruluk emânet, yalan hiyânettir. Zayıf olanınız, başkasından onun hakkını alıncaya kadar benim nezdimde güçlüdür; güçlü olanınız da, başkasının hakkını ondan alıncaya kadar benim nazarımda zayıftır... Ben Allah'a (kanuna, hukuka) itâat ettiğim müddetçe siz de bana itâat edin, ben Allah'a itâatten ayrıldığım zaman bana itâat size borç değildir..." Süyûtî, Târihu'l-hulefâ, s. 69. Hz. Ömer de bu mealde bir konuşma yaparken cemâatten birisi doğrularak "Sen hukuktan ve doğruluktan saparsan seni şu kılıçla yola getiririz" demiş; Hz. Ömer bu davranış karşısında Allah'a şükretmiştir. Büyük muhaddis Buhârî, kitabının el-İ'tisâm bölümünde Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ve onun örnek halîfelerinin istibdâda sapmadıklarını, hukuktan ayrılmadıklarını, yönetimlerini devamlı olarak danışma yoluyla yürüttüklerini örnekleri ile ortaya koyduktan sonra şu cümleye yer vermektedir: "Hz. Peygamber'den (s.a.v.) sonra gelen devlet başkanları (imamlar), halk için en uygun ve kolay olan mübâhı bulup uygulamak üzere daima güvenilir âlimler ile istişarede bulunurlardı. Kitap ve Sünnet'in hükmü açıkça ortaya çıkınca, Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yoluna uyarak bu hükmü (kanunu, hukuku) harfiyyen uygular, asla başka yola sapmazlardı." İslâm tarihinde zaman zaman, yöneticilerin, hukuk devleti prensibinden saptıkları, keyfî uygulamalar yaptıkları olmuşsa bunun kusurunu onlarda aramak, onlara ve denetimi ihmâl eden ulemâ ile halka yüklemek, İslâm'ı bu kusurdan tenzîh etmek insâf ve adâletin gereği olacaktır. Hayrettin Karaman Şimdi gördünümüz mü islam hükmü verilen bir devletin kanun maddelerini? Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler. FURKÂN - 63 Bazı kimseler Hayrettin Karamanın şu son parafını anlamayacak kadar bir cehalet içerisindeler. -İslâm tarihinde zaman zaman, yöneticilerin, hukuk devleti prensibinden saptıkları, keyfî uygulamalar yaptıkları olmuşsa bunun kusurunu onlarda aramak, onlara ve denetimi ihmâl eden ulemâ ile halka yüklemek, İslâm'ı bu kusurdan tenzîh etmek insâf ve adâletin gereği olacaktır.- Hayrettin Karaman | |
29 Kasım 2013, 18:34 | Mesaj No:36 |
Durumu: Medine No : 27 Üyelik T.:
16Haziran 2007 | Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI
arkadaş siz farkında değilsiniz(farkında iseniz daha vahim) muhatabınızı sürekli aşağılıyorsunuz.bilmezler cahiller okumazlar delilsizler...........ben bilirimler ben anlarımlar ben kavrarımlar ben alimlerimler..... türkçemi bilmiyorsunuz,bilmediğinizi kamuflemi ediyorsunuz anlaşılmıyor. sizle tartışanlar diyorlarki Emevi hanedanı bir kabile devletidir.kanunu nizamı yoktu.islam kanunları askıya alınmış sarhoş berduşler ile yönetilirdi.doğru söyleyen onları uyaran alimleri yok ediyorlardı.kendilerinin zalimliklerini islamsızlıklarını kanunsuzluklarını onaylayan kiralık belamları vardı.hoşttt diyen alimleri öldürür yada içeri atarlardı. siz bana kuran kanunlarını anlatıyorsunuz.kuran kanunları konusunda mutehasıs olduğumu söylemiyorum ama yabancı da değilim.ezher universitesinde tefsir ana dalında yüksek lisans yapmış biriyim.doktorasını aldığım üç beş eserim var.karşındaki cahil olabilir ama sizin gibi alimlik taslamaz.bilmediklerimin cahiliyim demişti bir tartışmacı.bende öyleyım. tekrar ediyorum ve buyuk puntolarla yazıyorum ki anlama gücünüz görsel olsun. EMEVİ DEVLETİ İSLAM KANUNLARINI UYGULAMAZDI.KANUNSUZ BİR KANUNU VARDI.ÖZELLİKLE MUAVİYEDEN(ONUNDA BAZI ZALİMLİKLERİNE TARİH ŞAHİTTİR) SONRA ZİYAD YEZİT UBEYDULLAH HACCAC GİBİ ZALİMLERİN KANUNU İLE YÖNETİLİRDİ. ALIN SİZE DELİL.SAYIN YÖNETİCİ VERMİŞ AMA GÖRMEMİŞSİNİZ.DELİL BU DEĞİLSE KÖSE SAKALIM MI ? emevi iktidarı ZÜLME DAYALI bir kabile iktidarı idi.(buhari ahkam/2-darimi menakib/2) |
30 Kasım 2013, 15:57 | Mesaj No:37 |
Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI Sizi anlamaya çalıştıkça ve sizin bizi doğru şekilde anlmanızı kolaytıştırmaya çalıştıkça siz ısrarla konuları başka taraflara çekiyor ve bizi ısrarla alimlik yaptığımız şeklinde itham ediyorsunuz.Oysaki biz kendi Forumumuzda dahi alim olmadığımızı bilakis ilim talebesi olduğumuzu her yazdığımız makalemizin içerisinde muhakkak ki belirtiriz.Bunu tüm okuyucularımız bilir. Burada sizin içerisine düştüğünüz handikap bizi bir hayli uğraştırmakta ve iddia eden taraf olduğunuz halde iddialarınızın asılsızlığını delillendiren tarafta biz olmaktayız.Yine ortaya asılsız bir iddia attınız yine aynı yolu takip ettiniz.Şimdi bize düşen Buhariden geçtiğini iddia ettiğiniz bölümü araştırmak sizlerin bu asılsız iddianızın asılsızlığını ortaya çıkarmakdır ancak buna şuan için vaktimiz müsait değildir. Bu takip ettiğiniz yol doğru bir yol mudur? Medem ki sizin söylediklerinizi destekler mahiyette Buharide geçen deliller vardır o halde neden ilgili bölümleri buraya aktarmaktan aciz kalıyorsunuz.Bir arkadaşınız İbni Kesirden güyya delil getirmişti biz onu Allah’ın izniyle çürüttük.İbnul Esir ile ilgili ortaya iddia attınız oysaki elimize geçen bilgiye göre İbnul Esirde sizin iddialarınızın destekleyecek tek bir cümle dahi bulunmamaktdır.Buda bir iftira çıktı. Buhari ve Darimi den güyya dediklerinize delil teşkil eden ibareler olduğunu iddia etmeniz dahi konulara ne kadar cahil olduğunuzun açık kanıtıdır.Siz doktor olabilirsiniz Hatta Profesörde olabilirsiniz ben nasıl sizin alanınıza girdiğimde cahil konumuna düşecek isem sizde bu konularda tam bir cehaletlik sergilemektesiniz.Bunu söylediğimizde bu neden hakaret veyahut kendimizi alim yerine koymak anlamına gelsinki.Sizde kabul ediyorsunuz ki insan konuların cahili olabilir.Bu demek değildirki bu kişi her konuda cahildir.Asla buna kastımız olmadı.Şimdi sizin şu cümlelerinize bakalım. türkçemi bilmiyorsunuz,bilmediğinizi kamuflemi ediyorsunuz anlaşılmıyor. sizle tartışanlar diyorlarki Emevi hanedanı bir kabile devletidir.Enesten Bir yönetim biçimini müzakere ederken kişilerin bu yönetim biçimini nasıl idare ettikleri ile ilgili delil sunmak karşısındaki kişiyi tam manasıyla ahmak yerine koymak manasına gelir ki hamd olsun biz ahmak değiliz.İbni Teymiyye İbni Kesir ve daha sonra çaıklayacağımız bazı Alimlerin ve Hayrettin Karamanında dediği gibi bazı yöneticilerin yanlış uygulamaları veyahut zulümkar bir tutum içerisine girmeleri ne o yöneticlerin kafir oldukları anlamına gelir nede o yönetim biçiminin küfür olduğu anlamına gelir.Siz bunu bir türlü anlamaktan aciz kalıyorsunuz. Gerek Emevi gerek Osmanlı gerek Abbasi devletinin küfür devleti olduğunu İslam şeriatiyle yönetilmediğini ispat etmezseniz ki edemiyorsunuz o halde sizi cehaletle suçlamamıza alınmamanız gerekmektedir. Alimlere iftira atıyor şia kaynaklı bilgilerden hareketle meseleleri ortaya atıp ondan sonra küfürlerine hükm ediyorsunuz.Eğer siz şii iseniz o halde itikadinizı söyleyinki bizde ona göre sizinle müzakere edelim.İşte bu sebeple sizin asulud-din tanımınıza ihtiyaç duymaktayız.Çünkü bu tanım sizin itikadinizide aynı zamanda ortaya koyacak ve uslud-din hakkında daha rahat sizinle müzaklere etememizi sağlayacaktır. Eğer siz şii değilseniz bana Kuran ve sünnete ilişkin bir tek delil yeterlidir eğer ortaya birtek delil dahi koyamıyorsanız ki şu ana kadar koymuş değilsiniz o hald Ehli Sünnet alimlerimizden birtek alimin bu üç devlete küfür devleti dediğine dair bir paraf getiriniz. Bir devletin kabile devleti olmasının illeti küfür illeti olduğunu söylemek aslud-din (evet bu kavramı sık sık ortaya atıyorum çünkü bütün cehaletlik bu kavramın tanımını bilememekten kaynaklanmaktadır ) den ne kadar haberdar olduğumuzun açık kanıtıdır. Bir kişinin veyahut bir devletin küfür illeti taşıdığını iddia etmek için küfür illetinin naslara dayalı manasının açık ve net olarak ortada gözükmesiyle mümkündür.Aksi takdirde dinde olmayan birşey icat etmişiz oluruz ki bununda adı dine karşı haddini aşmaktır.İslam din termolojinde buna verilen sıffat “Tağut”luktur. Bundan dolayıdırki yukarıda sözlerini nakl ettiğimiz Hafız İbni Kesirinde dediği gibi Allah rasulune muhalefet etmek demektir. Şimdi sizden Ehli sünnet alimlerimizden bir tek delil istiyorum. Sözü geçen üç devletin darul küfür olduklarına dair delil getirin veyahut tevbe edin.Bir diğer iftiranızda şu idi bu devletlerin başında bulunan halifelere Kafir hükmünü verdiniz.Bu küfür hükmünün illetinide adam öldürmek içki içimek zulm etmek olarak ortaya koymaya çalıştınız. Buradan da sizden iki tane konuyla ilgili delil bekliyorum. 1= Adam öldürmek, zina yapmak, zulm etmek şirkmidir? küfürmüdür ? Bu amllerin islam dinine göre karşılığı nedir? Bu amelleri işleyen nasıl hangi hükme göre dinden çıkar? Bunun illeti nedir? 2=Bu sözü geçen devletlerin Halifelerinin hangisini hangi ehli sünnet alimi tekfir etmiştir.Buna Yezid bin Muaviye dahil. Buyrun söz sizin.Sizden rica ve istirham ediyorum ki böyle alim ismi kullanıp altınada yalandan bir dipnot yazmayınız.Bizim yaptığımız gibi ilgili bölümleri buraya nakil ediniz sizinle birlikte üstüne düşünelim.Varsa hatamız düzelelim yoksa hatamız sizleri düzletmeye çalışalım.Çünkü tüm bu iddiaları ortaya atan sizsiniz biz değil.Vesselam. Bir hatırlatma:Tüm İslam ulemasına göre adam öldürmek Günahı kebir kabilindedir.Yani büyük günahlardandır .Bu amel ise kişiyi kafir yapmaz.Bunu inşaallah anlamışsınızdır abdulmelik bey.Çünkü siz ilk yazdığınız yazınızda büyük günah işlemenin kişiyi kafir yapmadığını dile getirdiniz daha sonra size ters düz sorular sorduğumuzdada günahı kebir olan amellerden misaller getirerek küfre hükm ettiniz.İnşaallah bu hatanız anlamışsınızdır. Ali el-Sabuni Safvetü’t Tefasir adlı eserinde Nisa-Suresi 93.ayetin tefsirinde bu amele dair hükmün tüm ehli sünnet ve İbni Abbas –r.a- görüşü olduğunu şu cümlelerle ifade eder. Kim, mü'min olduğunu biler¬ek kasdcn bir mü'mini Öldürürse onun cezası, içinde ebediyyen kalacağı ce¬hennemdir. Cumhura göre bu hüküm, mü'mini öldürmeyi helâl sayanlar içindir. Nitekim [COLOR="rgb(139, 0, 0)"]İbn Abbas da böyle söylemiştir. Çünkü öldürmeyi helal sayan katil kâfir olur.[/COLOR] O katil, Allah'ın hısımına uğrar, rahmetinden kovulur, âhirette de şiddetli azaba çarpılır. [Ali es-Sâbûnî, Safvetü't-Tefâsîr Çünkü adam öldürmek içki içmek zulm etmek aslud-dinden değildir.Bunu size anlatmaya çalışıyoruz fakat siz hala başka mecralarda dolaşıyorsunuz.Sizin delillerinizide bu şekilde bekliyoruz. | |
30 Kasım 2013, 16:19 | Mesaj No:38 |
Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI SAYIN UYARICI,siz bilgi ve delilden dem vurmuşsunuz,ki haklı tarafıızda çok,yalnız size bi sorum olacak, Bu gün İran devleti de tıpkı,bundan önceki bahsettiğiniz devletler gibi anayasası Kuran,size göre o zaman İRAN İSLAM DEVLETİ MİDİR,EVETSE delil,değilse delil belirtir misiniz...Bilinmezden- Soruma cevap vermediniz deyip serzenişte bulunmuşsunuz ancak şunu bilmelisinizki sorunuzu gözden filan kaçırmış değilim cevap niteliğinde olmadığını düşündüğümden dolayı cevap vermedim.İran devletinin Anayasasına Kuran hükmünü verdiğinize göre benden neye delil bulmamı istiyorsunuz? Sizler ortaya iddialar atıyor sonrada bana bu iddialara delil bulmamı istiyorsunuz. Bunun konumuzla alakası nedir? Size göre İran devletinin anayasası Kuran ise bu sizin öngörünüzdür buna ne dememi bekliyorsunuz? Bundan önce yazdığım yazımdaki sorularım isin içinde geçerlidir.İslam dinine bizlere kadar gelmesinde emek sahibi müçtehid alimlerimizden bu devletlerin küfür devletleri olduklarına kanıt getirin olsun bitsin.İslam dininde bir kaide vardır helal olana delil getirilmez haram olana delil getirilir.Bunu henüz çözememişseniz ben ne yapabilirim. | |
04 Aralık 2013, 19:59 | Mesaj No:39 | |
Durumu: Medine No : 13966 Üyelik T.:
27Haziran 2011 | Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI Alıntı:
Sayın UYARICI,bu devletler hakkında müçtehid olan ehli sünnet alimlerinin görüşü benimde görüşümdür,aksi olsaydı zaten ,aksini yazardım.. işte bakın siz halen kendiniz anlmak istediğiniz gibi anlamaya çalışıyorsunuz...
__________________ önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ... | |
05 Aralık 2013, 01:59 | Mesaj No:40 |
Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI Bismillahirrahmanirrahim Şimdi Allah’ın izni ve keremiyle Asluddin ve Usuluddin nedir? Ve nelerden oluşur kısaca özetleye çalışıp kendimiz açısından bu konuyu kapatalım? Aslud-dine ve Usulud-din kavramlarının tanımı ve hangi meselelerin bu kavramlara dahil olup olmadıklarının tespiti ancak bu kavramları bilmekle mümkündür. O halde mesele hakkında hüküm çıkarılırken bu kavramların manalarına uygun haraket etmek mecburiyeti söz konusudur. Önce Usul kelimesinin açıklamaya çalışalım. Usul kavramı; Birşeyin aslının yani özünün çoğuludur. Asıl ise lügat anlamında bir şeyin temeli en alt tabanı demektir.Misal olaral bir inaşşatın en alt katmanına “temel” denilmektedir.Bu söz o yapının aslını yani dayandığı şeyin merkezini ifade eder. Bir başka misalde eski çağlarda oğullar babalarının ismiyle anılırlardı.Misalen Ammar bin Yasir yani Ammarın aslı kökü Yasir dir anlamında. Araplarda yoğunluka kullanılan bu terim Kuran-i Kerim tarafından başka anlamlar yüklenmiş ve bu anlamlara İslam dinine göre şer-i mana olarak isimlendirilmiştir. Kök (ASL) kelimesinin şer-i manası ise şer-i delildir.İşte bu sebeple şer-i delil asıl olarak kabul edilir.Dinde müzakere edilirken bu kaide üzere deliller sunulur hükümler bu kaide üzerinden önem ve ehemmiyet arz ederler. Misalen; Namaz gibi bir ibadetin farz olduğundan söz ettiğimizde bu ibadetin asıllığından yani şer-i delilinden kelam etmiş oluruz. "Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl..)Ankebut 45 Burada riayet edilecek yegane yol daha makbul olana uymak anlamındadır. Misalen;Kuran ve sünnet Kıyas ve İcamının aslıdır. Kaide Nedir;Bir şeyin emir edilmesi onun yerine ikame edilmesi gerekir,bir şeyin yasak edilmesi onun haram olduğunu gösterir.Bu İslam dininde bir kaidedir ve bu kaide tüm meselelerde asıldır. Başka bir misalde şu olabilir;Eşyada asl olan helalliktir.Aksi ispat edilmeyene kadar o şey İslam şeriatine göre helallık anlamındadır. Misalen Ekmek helaldir bunun mefhumu muhalifine bir delil olmadığı müddetçe bu nimet helaldir.Tüm nimetlerde bu bir kaidedir dolayısyla bu aslı olan helallık meselesinin aslıdır. Bir şeyin harama yakın gözüküp Kuran ve sünnette hükmü belirtilmemiş ise bu şey haram hükmünde olan bir şey ile yakınlık derecesine göre benzerlik yapısına göre hükmü belirlenir.Bunada Kıyas denir. Misalen;Bir şeyin haram olan içeçecek olup olmadığı Hamra kıyas yapılarak belirlenir.O halde hamr yasak olan içeceklerde asıl yani temeli oluşturur. Bu misallar dahada çoğaltılabilinir. Usulid-din bu temel kaideler gözetilerek dinde yol belirlemektir,yürümektir hüküm vermektir.Bu kaideler gözetilmeden hüküm vermek usulde hata yapmağa yol açmaktadır. Şirk ve küfür olmayan bir ameli bu kaideleri gözetmeksizin büyük haram olan amellerle karıştırdığımızda aslud-dinde hata yapmış oluruz ki sizin içine düştüğünüz durumda budur.Bu sebeple ısrarla bu kavramları tanımlamanız gerektiğini ifade etmeye çalıştık.Yoksa sizi rencide etmek veyahut size üstünlük taslamak gibi bir gayemiz söz konusu değildir.Bundan Rahamnın rahmetine sığınıyoruz. Kısaca bunları özetledikten sonra şimdi aslud-din tanımını açıklayabiliriz. Aslud-din;Kerem sahibi olan Allah-ı tam manasıyla bilmek tüm ibadetleri ona yapmak ona ibadette ortak koşmamaktır. Bu aslud-din kavramının birinci rüknudur. İkinci rüknu ise şudur; Tağutu red etmektir. Evet dinin aslı özü temeli budur bu tüm peygamberlerin ortak çağrısıdır.Tüm meseleler ancak bu kaide üzerinden hareketle hükme bağlanır.Şimdi ilgili ayetlere bakalım. Nahl/36 (Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk (İbadet)edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik....) Ayrıca bakara 256 Bu ayette açıklandığı gibi gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin ortak çağrısı Allah’a kulluk etmek ve tağutu red etmektir.İşte dinin aslı budur. Seyhulislam Muhammed bin Abdülvehhab diyor ki: Islam dininin aslı ve kaidesi iki önemli hususu ihtiva etmektedir. Birincisi: Tek olan, ortağı olmayan Allah'a (c.c.) ibadet edip insanları buna davet etmek, dostluğu velayeti bunun üzerine bina etmek, bunu terk edenle- ri de red etmektir. İkincisi: Allah'a ibadet hususunda şirkten sakındırmak ve bu hususta sert davranmak; düşmanlığı bundan dolayı yapıp, onu (yani şirki) isleyenleri red etmektir. Muhammed bin Abdülvehhab Dinin aslında tefsilat ve tahsis olamayacağı gibi mazerette söz konusu olamaz.Ancak gerçek manada ikrah altında olmak müstesna. Keremiyle bolluk veren Allah şöyle buyurmaktadır. “Kalbi imanla dolu olduğu halde, inkara zorlanan hariç kim iman ettikten sonra Allah’ı inkar eder, kalbini inkara açık tutarsa Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azab vardır.” (Nahl: 106) Bu dinin aslında geçerli tek mazerettir.Yani aslud-dinde tahsis ancak bu ayetin belirtmiş olduğu durumun ortaya çıkmasıyla mümkündür. Tahsis şu demektir. Misalen bütün kafir kadınların müslüman erkeklere nikah akti haramdır.Ancak Maide/5 ayetiyle ehli kitap kadınları diğer gayri müslim olan kadınlardan tahsis yani istisna edilmiştir. Meseleyi somutlaştıracak olursak eğer bir kişi kendisini İslam dinine ad ediyorsa bu kişinin küfrüne hükm edebilmek için öncelikle bu kişinin söz fiil ve inancının hangi alanında problem olduğunun tespiti yapılır.Eğer bu problem aslud-din ile ilgili ise bu kişi tekfir edilir. Yani bu kişi Allah’tan başkasına ibadet kapsamında olan bir söz fiil ve inancı taşıyorsa bu kişinin tevhid inancına itibar edilmez. Eğer bu kısımda bir sıkıntısı yok ise o halde tağutu tüm çeşitleriyle red edip etmediğine bakılır.Burada da bir sıkıntı söz konusu değilse bu kişinin küfrüne hükm etmek küfürdür.İşte sizin yaptığınızda budur. Çünkü Rasulullah s.v.s şöyle buyurmuştur. “Kim bir kardeşini yani bir müslümanı tekfir eder ve o kişide tekfiri gerektirecek bir inanç mevcut değilse bu küfür kendisine geri döner. Dolayısıyla Muaviye ye ve oğluna küfür isnat edip bu küfrü açıklayamayanlar bu hadise göre kendileri kafir olmuşlardır.Bu Rasulullah s.v.s in hükmüdür benim değil.Anlam olarak verdiğim o hadis sahih bir hadistir Buharide ve diğer sahih kaynaklarımızda geçer. Devlet meselesine gelince.Bir devletin anayasasında aslud-dini bozacak bir tek hüküm dahi olması o devletin darül şirk devleti olması için yeterlidir.Bu sebeple sizden naslara dayalı bir tek delil istedim. Peki bir devletin darül küfür devleti olduğunun tespiti ne şekilde yapılır? Din şeriat sahibinin Allah Teala hazretleri olduğunu bildirilmiştir.Şeriat yasa demek, kanun demek, hak demek, hukuk demektir. Aslud-dinin birinci şartını açıklarken ne demiştik hatırlayalım.İbadetlerin tamamnı Allah a yapmak ona hiçbir şeyi eş koşmamak. Peki şeriat yapmak yani kanun yapmak yani hukuk yapmak yani yasa yapmak ibadetmidir ki bu aslud-dinden sayılsın bunun delili nedir? Bi diyoruz ki evet bu bir ibadettir.Delilimiz şu ayettdir. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.Yusuf-40 Ayeti kerimeden da anlaşıldığı gibi hüküm sadece Allah a aittir bunun aksini yapmak ayetin deyimiyle- O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir- Görüldüğü gibi hükümde başkalarına pay belirleme yani şeriat hakkı verme başkasına ibadet etme anlamına gelmektedir. İşte yine başa döndük ve o makalenin anlatmak istediği meseleye geldik dayandık. O makale sahibi verdiği örneklerle bunu veyahut şunu yapmak aslud-dindendir ve tevhidi bozar demek istemektedir.Zaten bunun aksini söyleyen tek bir ehli sünnet alimi yoktur.Bu icma ile sabittir.Yani bu tür meseleler aslud-dendir. İşte bu sebeple Ehli sünnet alimleri Muaviye ve oğlu Yezidi ve Muaviyenin kurmuş olduğu devleti tekfir etmemelerdir.Çünkü ne Muaviyede ne de oğlunda nede kurduğu tevlet anayasasında dinin aslını bozan şeyler sadır olmamıştır. Hiçbir şer-i delile dayanmadan Allah raslunun s.v.s in güzide vahiy katibine karşı ağza alınmayacak hakaretlerde bulunan zevat ancak şiilerdir.Biz bu bu zevatların adice hayasızca düzmece tarihlerini yansıtan kitaplarını biliyoruz.Sizden ve okuyuculardan bu insanfız ve hayasız taiefeden onların eserlerinden etkilenmemenizi istirham ediyoruz. Bu mülakatın başından bu yana bizimle tartışanlara hep şunu söyledik.Bizimle ehli sünnet alimlerinin kaynakları üzerinden gelmelisiniz dedik fakat tüm ricalarımıza rağmen bu arkadaşlar şia kaynaklarındaki batıl iddialarla söylediklerimiz çürütmeye çalıştılar. Sonuç itibariyle eğer bir mesele hakkında örneğin Emevi veyahut Osmanlı devletleri ve Sultanları hakkında bir hüküm verilecekse bu Sultanların ve kurdukları devletlerin hükmü usulud-din yani bu kaide üzerinden yaklaşılması gerekir ve ortada belgelerin olması gerekir. Biz abdulmelik beye dedikki Hz.Musa adam öldürmüştür eğer adam öldürmek dinin aslından olsaydı Hz.Musa a.s ın haşa dinden çıkması gerekirdi. O bize şöyle cevap verdi. Hz.Musa a.s ın şeriatı farklıydı Nebi Muhammed a.s ın şeriatı farklıydı.Abdulmelik bey şimdi bu yaptığınız işmidir? Aslud-din ayettede belirtildiği gibi tüm peygamberlerin ortak çağrısıdır.Hz.Ademden Nebi Muhammed a.s e kadar ve kıyamate kadarda bakidir.İnsanlar doğar yaşar ve eskirler ancak bu kaide eskimez kıyamete kadar devam eder. Abdulmelik bey adam öldürmeyi aslud-din olarak hükme bağlamış sonrada Hz.Musayı bundan istisna etmiştir.Yani dinin aslını bozan bir meseleye tahisis getirmiştir.Böylesi bir anlayış Tevhidi bozar. Abdulmelik bey aslud-dine dair bir meselede tahsis Kuran ve sünnette ikrah hariç zaten herhangi delil bulunmamaktadır o halde aslud-dinde tefsilat veyahut tahsiz olduğuna dair bana bir tek alim sözü getirebilir misiniz? Açıklamaya çalıştığınız meselelerin dışında kalan dine dair tüm meseleler aslud-dinin esaslarındandırlar.Amentü buna dahil. Farkındayım yazı çok uzun oldu.Ancak böylesi Tevhid akidesni doğrudan ilgilendiren meseleleri bir kaç cümleyle ifade etmek yeterli gelmemektedir. Şimdi abdulmelik bey Serdar bey ve Enes bey i tenzih ederek diyoruzki Allah için zalimlerin tuzaklarına düşmeyin.Edepsizce hayasızca en güzide sahabilere saldıran bazı kendisini bilmezlerin boş keseden attıklarına değil aşağıya aktaracağım ehli sünnet alimlerimizin Muvaiye ve devleti hakkındaki şu sözlere kulak veriniz. Bana cevap yazmak zorunda değilsiniz sadece vereceğim deliller üzerine tefekkür ediniz.Bunuda Allah için yapınız. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim böylesi bir meselenin içerisine düştüğümden dolayı kendimi bedbaht sayarım.Böylesi lisanı edebi hayası bırakın bir müslümana bir insana dahi yakıştaramadığım bir uslüple Allah Rasulunun vahiy katipliğini yapmış ve hadis nakl etmiş ve Nebi s.v.s in övgüsüne mazhar olmuş Hz.Muaviye ye ve dava arkadaşlarına bu hakaretlere şahit olduğumdan dolayı Rabbimin affına sığınıyorum. Ki büyük sahabi ile onların milyonlarca hakiki müslüman olan muhibleri hakkında böyle bir lisan kullanmanın fezahatinden, mes'uliyetinden titrerim. Ne çare ki bazı kalblere düşüreceği tereddütleri izale etmek maksadiyle buna cevap vermek mecburiyetinde bulunuyoruz. Muaviye bin Yezidle başlayalım Allahın izniyle. -Bizans’a karşı harekete geçen İslam ordusu H.668 yılında harekete geçti. Kadıköy önlerine gelindikten sonra yardım istendi. Bunun üzerine Yezid komutasında hazırlanan yardımcı kuvvetlerle birlikte Boğaz’ı geçip İstanbul kuşatıldı (669). Yaz boyunca devam eden kuşatma, kışın yaklaşması üzerine kaldırıldı. Bu kuşatma sırasında aralarında Ebu Eyyüp El-Ensari’nin de bulunduğu bazı Sahabeler şehit düştü. Kuşatma neticesinde, Bizans’ın vergi vermesi şartıyla barış yapıldı.-alıntı Ebu Eyyüp El-Ensari’nin kabristanın İstanbul da olduğu bilinmektedir. Ebu Eyyüp El-Ensari gibi güzide bir sahabi ve daha birçok sahabi Nebi s.v.s in dizi dibinde dini öğrenmiş fakat her ne hikmetse bazıları kadar Muaviye bin Yezidin küfrünü tespit etmekten mahrum basiretsiz bilinçleri kapalı olmakla itham edilmektedirler. Birileri bindörtyüzyıl sonra ortaya çıkmış ve bu meselede onlardan daha adil hüküm verdiklerini dile getirmektedirler.Allah sizleri ıslah etsin. Muaviye hakkındaki bir isnad ise İmam Buhari gibi büyük bir muhadisin eserinden kaynak dipnotu verilerek karalanmak istenmiştir. Hazreti Muaviyenin hakkında İmamı Buhari, Sahihi Buharisinde şunu nakl eder: (ذكر معاوية بن ابى سفيان رضى الله تعالى عنهما)diye haklarında tarziyehan bulunuyor, onların Resuli Ekremden rivayetlerini naklederek onların sahabeyi kiramdan olduğunu göstermiş oluyor. Sonra imam Büharinin bu tezkiyesi olmasa bile kendisinin nakl ettiği hadisi şerif, Hazreti Muaviyenin faziletini isbata, kadrini ilaya kafidir. İmamı Buhari, Sahihi Buharisinde Resuli Ekremin amuca zadesi, Ashabı kiramın pek fakihi bulunan İbni Abbas hazretlerinden şöyle rivayet ediyor: قيل لابن عباس هل لك فى اميرالمؤمنين معاوية فانه مااوتر الا بواحدة قال اصاب انه فقيه Ya'ni: İbni Abbas hazretlerinden soruluyor ki: Müminlerin emeri Muaviyeye ne dersin, o yatsı namazından sonra vitir namazını yalnız bir rek'at olarak kılıyordu?. İbni Abbas hazretleri de diyor ki: İsabet etmiş, o şüphe yok ki fakihdir.»alıntı Şimdi soruyorum size bir muhaddis müslüman görmediği birinden hadis nakl eder mi? Bu hadis usulü açısından mümkün mü?Yine soruyorum size İbni Abbas gibi bir alim bir ilim deryası bir sahabi yalan konuşur mu? Muaviyeye övgüyle söz eden bu fakihlerin fakihi İbni Abbas r.a sizin kadar bilmiyormuydu? Ki kendisi Muaviye ile savaşmıştır. Ne büyük şehadet! Bununla Hazreti Muaviyenin Emirül-mü'min olduğu ve büyük bir din alimi bulunduğu ibni Abbas Hazretleri tarafından itiraf edilmiş olmuyor mu?. -Bunun içindir ki müctehidîni izamdan bazıları vitirin bir rek'at olduğuna kail bulunmuşlardır. * Maahaza Aynî merhum da Hazreti Muaviyenin fazile¬tini kaydediyor, ayni sahifede şöyle diyor : وفيه دلالة ايضاً على فضله من حيث انه صحب النبى صلى الله عليه وسلم Ya'ni: Bunda da Hazreti Muaviyenin faziletine delâlet vardın Çünkü o, Nebiyyi Zişan Efendimize müsahib olmuştur [Aynî. c: 7. s: 664.]. İşte Aynî merhumun görüşü, işte onun kanaat ve şehadeti! Velhasıl: Bir zatın sahabei kiramdan olması, onun için en büyük bir fazilet teşkil eder. Bunu inkâr etmek ise hiç bir müslümana yakışmaz. Artık öyle muhterem bir zata, «büyük bağî, kocaman fâsık, zâlim, katil> demek gibi bir fazîhai lisaniyyeden Allaha sığınırım. Ashabi kirama dil uzatanların yarın âhırette Mahkemeyi Kübrayı İlâhiyyede nasıl cevab vereceklerini düşündükçe titrerim- Alıntı Delilleri sunmaya devam ediyoruz. Diğer bir isnad ise İbnul Esir güyya Hz.Muaviye ve devletine dil uzatmıştır aleyhinde konuşmutur. Bizim kannatimize göre buda bir iftiradır.Bizim ulaştığımız bilgilere göre İbni Şehnenin «Ravzatül'menazir» adındaki tarih kitabında şöyle bir rivayet var. -Güya İmam Şafi-i tilmizlerinden Rabia gizlice demiş ki «sahabeden dördünün, Muaviye ile Amr ibnü'asın ve Mugire ile Ziyadın şehadetleri kabul olunmaz» [îbni Esir tarihinin kenarında c: 11. s: 133.]. İmam Şafi-i gibi bir müçtehidin böylesi hassas bir konuda kanaatini gizli tutup buna açıklamaması ona şahsına atılmış en büyük iftiradır.Muaviye hakkında onca hadisi bilmesine rağmen böyle birşeyi hemde gizli söylemiş olması ihtimal dahilinde bile değildir. Şu kesin kes bilinmektedirki İmam Şafi-i mezhebinde kendisini küfre nisbet etmediği müddetçe bir müpdenin dahi şehadeti kabul edilmektedir. -Şafiî fıkhına ait, pek mu'teber bir kitap olan «Minhacüttalibin» de (تقبل شهادة مبتدع لا نكفر " bu geçer. Artık bir kısım ehli hevanın bile şehadetini kabul eden bir müctehid, ashabı kiramdan olan bir zatın şehadetinin kabul edilmezliğini söyleyebilir mi? İmam Şafi-i Hz.Muaviyenin, Amrül binas r.a dan rivayet almış ve bunu kendi kitaplarında neşr etmiştir.alıntı Hadis ilminde bir kaide de şudurki hadis ravisinin güvenilir olması ve müslüman olması gerekmektedir.Bu kadar iftirayada pes doğrusu diyor ve esefle bu anlayışı kınıyoruz. Biz sahih kaynaklarımızda şunu biliyoruz ki İmam Şafi-i Haretlerine Sıffın hadisesi sorulmuş O büyük İmam (Allah Taalâ bizim ellerimizi onların kanlarına bulaşmaktan korumuştur, artık dillerimizi de onların kanlarına daldırmak istemeyiz demiştir.) Bütün ehli sünnet alimlerinin beyanına göre Sıffın savaşında Hz.Ali haklı idi Muaviye ise İçatahıdında isabet edememiştir şeklindedir.Bu sebeple ne fasık nede zalim olarak hiçbir sahih kaynakta resm edilmemiştir. -Hidayenin yüksek sarihi ibni Hümam, Fethül'kadirinde diyor ki:- «Hazreti Muaviye câir olduğu halde ondan tekallüdi kazanın caiz olması, Hazreti Muaviyenin evvelce, ya'ni: imam Ali zamanında kazi ta'yin etmiş olduğuna göredir. Hazreti Hasanın hilâfeti Hazreti Muaviyeye teslim ettikten sonra ise bu câiriyet iddiasına mahal kalmamıştır. Muaviye, sahabei kiramdan Ebüdderdayi Şama kazı ta'yin etmişti. Radıyallahü anhüma[Fethülkadir c: 5. s: 461.].-alıntı Dahada alimlerden Muaviye hakkındaki sözlerini övgülerini aktarmaya devam edeceğiz ancak böylesi büyük bir sahabiyi ve büyük fakihi fasıklıkla zalimlikle itham etmek ve olmadık yalanlarla onu karalamak ve ömrümüzü yiyen iddialar ortaya atmak ilim namına bir bühtan bir hezimet değilmidir? Amr bin As r.a da büyük bir sahabidir. -Sahibi buharı şârihı Aynî merhum diyor ki: Amribnil'as, Kureyşin zâhidlerindendir. Resuli Ekremden otuz yedi hadisi şerif rivayet etmiştir. Bunlardan üçü sahihi buharîde münderiçtir. Mısır valisi iken 43 senei hicriyesinde yevmi fıtırda vefat etmiş, cenaze namazını oğlu Abdullah kıldırıp sonra da sâna Bayram namazını kıldırmıştır. Radıyallahü anhüma [Aynî c: 2. s: 190.].-alıntı -«İmam Malik demiştir ki: Bir kimse, Resuli Ekrem Sallallâhü aleyhi veselleme haşa seb etse katlolunur, ashabına sebbetse te'dip edilir. Ebubekre, Ömere, Osmana, Muaviyeye, veya Amribnil Ase şetm etse bakılır: Eğer “bunlar dalâlette idiler” derse katlolunur, böyle demeksizin nasm muşatemesi kabilinden olarak şetm etmiş ise şiddetli surette tenkid edilir.»- İmam Malikin beyanına göre Muaviye ve arkadaşları için bunlar delalettedirler denilse bu diyen kişinin katli vaciptir.Siz ne dediğinizi bir düşünün. -Maahaza Hazreti Muavîye, bir hutbesinde şöyle dua etmişti: «Ya ilâhi!. Ben Yezidi görmüş olduğum faaliyetinden dolayı veliyyiaht tayin ettim, artık sen onu umduğuma kavuştur, kendisine muin ol. Eğer onu veliyyiaht tayin etmeye beni babanın evlâdına olan muhabbeti sevk etmiş, o da ta'yin ettiğim şey'e ehil bulunmamış ise ona kavuşmadan ruhunu kabzet»[Savaikı muhrike: 134.].alıntı İbni Haldun şöyle demektedir. Maahaza gerek Muaviye ve gerek eşrafı Beni Ümeyye, Yeziye hüsnü zan edip tanzimi umur müslimîne salâh ve liyakatine itikat ve azm ve hezmine vüsuk ve itimat ile ol süst ahdü peymanı veliyyiahd eyledi. Ve illa Hazreti Muaviye, zümrei kibarı Ashabı kiramdan olup kâtib-üssırrı vahyi rabbani ve ra¬kam nüvisi hitabı subhanî olmakla Yezit gibi faciri cairin fısk ve fesadı malûmı olduğu halde emaneti kübrayı hilâfeti ol ha¬ini mehine teslim etmek töhmetinden masunüssaha olduğu zahirdik [Mukaddimei ibni Haldun, c: 2. s: 21.]. Ehl-i sünnet Alimlerinin Muaviye (ra) Görüşleri İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani diyor ki: (Hazret-i Muaviye'nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani'nin ve Ömer bin Abdülaziz'in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As'ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120] Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki: (Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava'ik-ul-muhrika] Ebu İdris el-Havlani anlatır: Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad'ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye'yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye'yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye'yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah2ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi) İbnu Meryem el-Ezdi anlatır: Muaviye'nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim: (Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud) Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır: Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki: (Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim] Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki: (İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye'ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye'nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan'ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye] Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye'ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan'ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları) Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki: Resulullah, Muaviye'ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu. Hazret-iAli, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96) İmam-ı Gazali (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye'yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe'nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe'nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki,(Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27] İmam-ı Malik'in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84) Ebussuud Efendi, Muaviyeye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir.(488. Mesele sayfa 112) Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, Onlar bizim kardeşimizdir, fasık ve kâfir değildirler' buyurdu. (Şerh-i Mekasıd) İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye'yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı. Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112) Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd) İbni Abbas hazretleri, Muaviye bin Ebu Süfyan'ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe) Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram) Alıntı Bu kadar delil sanırım şimdilik yeterlidir.Bir diğer zalim ve acımasızca iddia ise Muaviye bin Yezid hakkındaki iddiadır.Güyya Hz.Hüseyinin şehadet emrini Yezid vermiştir.Buna dair ehli sünnet alimlerimizin eselerindeki açıklamaları aktarıyoruz. Hz.Hüseyin’in başı Küfe’ye getirildiği zaman Ubeydullah bin Ziyad elindeki asası ile Hüseynin ölmüş olan cesedinin dudaklarına vurdu.Orada bulunan ve başkaları dayanamayıp ona asasını çekmesini söylediler.Çünkü birçok defalar peygamberin öpmek üzere onun yüzüne eğildiğini gördüklerini söylediler. Taberi k.z II.s.370 Biz ne bu şia kaynaklarına nede bu fırkaların itikadlerine itibar etmediğimizden dolayı bu bilgileri kabul etmiyor ve yalanlıyoruz.Bunu sizede tavsiye ediyoruz.Bu bilgilerin en sahih olanı ehli sünnet alimlerimizin eserlerinde geçer. Ehli sünnet kaynaklarının hemen hepsi bu olayı şu şekilde anlatır. Taberi ve de devamla şu bilgiler yer almaktadır. Hz.Hüseyinin başı Şama getirildiği zaman Yezid Bin Muaviyenin buna çok üzüldüğünü gözlerinin yaşardığını ve o başı getirenlere “Hüseyinin başını getirmemiş olsaydınız bağlılığınızdan yine memnun kalırdım.Ben orada olsaydım onu af ederdim” demiş. Şia kaynaklarının palavralarınında söyledikleri gibi o başı getirenlere hiçbir mükafat vermemiştir.--Ayrıca Yezid H.z Hüseyinin perişan bir şekilde getirilen ailesi ile birlikte ağlamış sonra onların bütün ihtiyaçlarını karşılayarak sağ salim Medineye varmalarını sağlamıştır.Taberi. Ayrıca İbni Teymiyede bu olayı aynen bu şekilde nakl eder. Hata yaptıysak bizdendir isabet ettiyesek RabbulAlemin-dendir. | |
Konuyu Toplam 8 Kişi okuyor. (0 Üye ve 8 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
La ilahe illallah ne demektir? | _bülbül_ | Tevhid Ve Şirk Konuları | 4 | 24 Mart 2023 11:55 |
La ilahe illallah | EyMeN&TaLhA | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 25 Temmuz 2014 12:23 |
Şehadet balı La ilahe illallah | YaŞuHa | Allah(c.c) | 0 | 09 Kasım 2013 22:16 |
Zalime Lailahe...İndir | enderhafızım | İlahiler/Ezgiler | 0 | 27 Ocak 2013 23:56 |
Namazin MÂnÂsi ... | YOLCUYUM | Namaz-Abdest-Teyemmüm | 0 | 08 Temmuz 2008 18:00 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|