|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Esma_Nur,Açılış Tarihi: 11 Aralık 2015 (17:34), Konuya Son Cevap : 28 Eylül 2023 (09:11). Konuya 13 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
11 Aralık 2015, 17:34 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Tıbbı Nebevi, veya Peygamber Tıbbı...Tıbb-ı Nebevi, ağırlıklı olarak koruyucu hekimliğe, hastalanmadan hastalıklardan korunma yöntemleri üzerine yoğun*laşmıştır. Bu yüzden tamamlayıcı tıp yöntemleriyle büyük oranda örtüşür. Tıbb-ı Nebevi sağlığın süreklilik taşıması için yapılması gerekenlerin âdeta bir listesidir. Kapsamlı değerlendirmeler içinde Kur’an’da geçen tıpla ilgili ayetleri, hadisleri, tüm hayat felsefesini içinde barındırarak kendine has yaklaşımlarıyla çağlar ötesinden gelen birikimleri günümüze taşır. Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber, size ne getirdiyse onu alıp kabul ediniz. Sizlere neyi yasak ettiyse ondan vazgeçiniz” (Haşr Suresi, 7), “Peygamberler onlara temiz şeyleri helal kılıyor. Pis şeyleri haram edip yasaklıyordu” (Araf Suresi, 157) buyrulmaktadır. “Sıhhat ve afiyet üzere olmak, yüce Allah’ın kuluna vermiş olduğu en büyük nimetlerden biridir.” (İbn-i Kesir, 4/584) Çünkü sağlıklı olmayan insan istediği gibi hareket edemez. Allah’ın emirlerini gereği gibi yerine getiremez. İnsan bu nimete karşı şükret*me*li ve kıymetini bilmelidir. Davut Aleyhisselam, “Sağlık, gizli bir hazinedir. Bir saatlik üzüntü, insanı bir sene yaşlanmış gibi yıpratır. Dostlardan ayrı kalmak ise kişiyi hasta eder” demektedir. Peygamberimiz (a.s.m.) sağlığın önemini şöyle vurgular: “Sizlerden her kim vücut bakımından sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.” (Tirmizi, Zühal, hadis no: 2346) Tıbb-ı Nebevi'nin Sağlığa Bakışı “Sıhhat ve afiyet üzere olmak, yüce Allah’ın kuluna vermiş olduğu en büyük nimetlerden biridir.” (İbn-i Kesir, 4/584) Çünkü sağlıklı olmayan insan istediği gibi hareket edemez. Allah’ın emirlerini gereği gibi yerine getiremez. İnsan bu nimete karşı şükret*me*li ve kıymetini bilmelidir. Davut Aleyhisselam, “Sağlık, gizli bir hazinedir. Bir saatlik üzüntü, insanı bir sene yaşlanmış gibi yıpratır. Dostlardan ayrı kalmak ise kişiyi hasta eder” demektedir. Peygamberimiz (a.s.m.) sağlığın önemini şöyle vurgular: “Sizlerden her kim vücut bakımından sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.” (Tirmizi, Zühal, hadis no: 2346) “İki nimet vardır ki insanlardan pek çoğu bunların kıymetini bilmeyerek zarar etmiştir. Biri sağlık, diğeri ise boş vakittir.” (Buhari Rikak 7/170; İbn-i Mace, Zühd, hadis no: 4170) “Sağlıklı mü’min, hastalıklı mü’minden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.” (İbn-i Mace, Zühd, hadis no: 4168) Bu, sağlıklı olmanın gereklerini yerine getiren dikkatli ve nitelikli insanlar için söylenmiş bir hadistir. Doğumsal veya sonradan oluşmuş, insanın kendisinin elinde olmaksızın gelişen rahatsızlıklar için söy*lenmemiştir. Bu tarz bir ifade evrensel gerçeklerle bağdaşırken istisnai durumlar hep ayrıcalıklı olarak bulunmaktadır. Bu ayrıcalığın ifadesini başka bir hadislerinde Peygamberimiz şöyle dile getirir: “Allah kime hayır murat ederse ona musibet verir.” Burada musibetten birçok anlam çıkarılabileceği gibi bunların içinde de ağırlıklı olarak hastalıklar kabul edilebilir. “Ey insanlar! Şüphesiz ki dünyada insanlara, iman ve sağ*lıktan daha kıymetli bir şey verilmemiştir. Böyle olunca Yüce Allah’tan bunları isteyiniz.” (Müsned 1/8) “Rabb’inden dünya ve ahirette bağışlanmanı ve sağlıklı olmanı iste.” Peygamberimizi ziyaret eden bir kişi hangi duanın üstün olduğunu sormuştur. Bunun üzerine Peygamberimiz bu hadisi buyurmuştur. Bu hadisle sağlıklı olmada duanın önemine işaret etmekte ve bunu tavsiye etmektedir. Dengeli olmak, yaşamda olduğu gibi beslenmede de son derece önem taşır. Bu sebeple yemek yeme alışkanlıklarımızın gözden geçirilmesi gerekir. Yıllar öncesinden edindiğimiz yanlış alışkanlıklar kurtulmamız ve sağlığımıza tekrar kavuşmak için fedakârca ve sabırla davranış değişikliği yap*mamız gerekir. Örneğin yemek yeme sırasında sıcak olanları soğukla, tatlı olanları ekşi ile kabızlık yapanları yağlı gıdalar ile desteklemek yerinde olacaktır. İştah varken yemek yemeğe son verilmeli ve yemekler iyice çiğnenerek yavaş bir şekilde yenmelidir. Bir önceki öğün sindirilmeden kesinlikle tekrar yenilmemelidir. En önemli sağlık sorunu ihtiyacımızdan fazla miktarda yemek yememizden kaynaklanır. Fazla miktarda alınan kalori harcanmadığında bedenin farklı organlarında veya bölgelerinde yağlanmaya neden olur. Özellikle önemli organlarımızdan biri olan karaciğerdeki yağlanmanın ortaya çıkarmış olduğu sonuçlar son derece önemlidir. Böylelikle insan bedeninin sağlıklı çalışması bozulur. Yemekten önce hareket edilmesi çok faydalı; ama hemen sonrası hareket etmek ise çok zararlıdır. (Bağdadi, s. 11, 159; Zehebi, s. 188) Yemek öncesi yavaşlamış olan metabolizmanın canlanması amacıyla yapılan hareket çok faydalıdır. Sindirim sistemi boş olduğundan çevre organlarda bulunan kan dolaşımı yeterli seviyededir. Bu yüzden bedenin temizlenmesi açısından derin nefes alıp verme egzersizleriyle birlikte yürüyüş veya hareket yapılması elde edilecek faydayı maksimum hale getirir. Yemekten sonra çevredeki kan, merkeze çekilerek özellikle midemiz ve sindirim sistemimiz etrafında bulunan kan damarlarında birikir. Bunun amacı sindirim sisteminin daha güçlü bir şekilde çalışmaya başlamasını sağlamaktır. Sütle balığı, sirkeyle sütü, sarımsakla soğanı, et kurusuyla taze eti, sumakla sirkeyi, sirkeyle pirinci, narla keşkeği birlikte yememek gerekir. İki soğuk, iki sıcak veya iki gaz yapıcı gıda birlikte alınmamalıdır. Üzeri açık yiyecek ve içeceklerden kaçınılmalıdır. (Bağdadi, s. 12; Zehebi, s. 37-38) Bir hadislerinde Peygamberimiz “Sizlere yemeği soğutarak yemenizi tavsiye ederim, çünkü soğuk yemek faydalıdır, bereketlidir. Bilmiş olunuz ki fevkalade sıcak yemekte fayda ve bereket yoktur” (Camiü’s-Sağir, 1/4, 2/100, 179) buyurmuşlardır. Ayrıca Peygamberimiz oturarak yemek yemeyi, yemeklere ve içilen suya üflenilmemesi gerektiğini ifade etmiş, her yemek öncesi ve sonrasında mutlaka ellerin temizlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bunlar ve sayılabilecek birçok değişik örneklerle beslenmemizin ince ayarları düzene sokulmuştur. alıntı
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
Konu Sahibi Esma_Nur 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Fetolar bitmez ama! | Taziye-İlan-Selamlaşma | Kara Kartal | 5 | 105 | 21 Ekim 2024 10:49 |
Bulaşık makinasında turşu yapıyoruz | Turşular | Esma_Nur | 0 | 56 | 18 Ekim 2024 23:05 |
Tarifsiz Acımız | Taziye-İlan-Selamlaşma | Vasat | 11 | 316 | 05 Eylül 2024 09:33 |
Yasdayız😭 | Taziye-İlan-Selamlaşma | Vasat | 9 | 227 | 31 Temmuz 2024 13:05 |
TEPKİNİZ NE OLURDU? | Esmanur | Vasat | 3 | 156 | 27 Temmuz 2024 11:42 |
13 Aralık 2015, 10:51 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Yenilenlerin Karıştırılması Sağlığımızın bozulması, çok yememizle ve yediğimiz gıdaları aynı öğünde karıştırmamızla çok ilintilidir. Değişik şekillerde sindirim vardır. Nişastalı yiyecekler (pirinç, ekmek gibi) ağızda oluşan pityalin enzimiyle sindirilir ve bu enzim alkali bir ortam oluşturur. Proteinli yiyecekler ise (et, süt ürünleri gibi) hidroklorik asit ve pepsin enzimiyle sindirilir. İki değişik gıdanın aynı öğünde alınması enzimlerin birbirlerini nötralize etmesine sebep olur ve sindirim bozulur. Bu gıdaların karıştırılmasıyla midede mayalanma oluşur. Asit ortam ve mayalanmanın neticesinde alınan gıdalar kanın koyulaşmasına, dolaşımın bozulmasına yol açar. Bu tarz beslenme, uzun yıllar yapılmaya devam edildiğinde bedende birçok kronik hastalık kendiliğinden ortaya çıkar. İnsanlar, genellikle aynı öğünde birçok değişik gıdanın tadına bakmak isterler. Özellikle Ramazan ayında bu istek daha belirgindir. Gün boyu aç kalan insan, yemek zamanı geldiğinde sofrada her şeyin bulunmasını arzular. Bulunan tüm besinlerin tadına bakmak onun için neredeyse normal bir beslenme alışkanlığına dönüşmüştür. Oysaki sağlıklı beslenmek için en önemli şartlardan biri yemek sırasında çeşit miktarını olabildiğince az tutmaya çalışmaktır. Tek bir yemek çeşidi yenilerek kalkılan öğünlerde, insanlar, bir sonraki öğüne kadar çok rahat ederler. Mide ve hazım sorunu olanlara bu yönde beslenmeleri tavsiye edildiğinde hazımsızlıklarında, mide ve bağırsak şikâyetlerinde belirgin bir rahatlama olur. Bu yöntemi tavsiye ettiğim yüzlerce hasta bu uygulamanın faydasını belirgin derecede fark etti. Mide ağrısı çekenler, kabızlığı bulunanlar ve gaz sorunu olanlar kendilerini daha iyi hissettiler. Az Yemenin Önemi Peygamberimiz (a.s.m.) “İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir. Mutlaka yemesi gerekirse midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes alıp vermeye (havaya) bırakmalıdır” (Tirmizi, Zühd, hadis no: 2380) buyurmuşlardır. Yine hadislerinde “Birçok hastalığın gerçek sebebi çok yemedir” (Camiü’s-Sağir, 1/36) ve “Allah’a en sevgili olanınız az yiyenleriniz, vücut bakımından da hafif olanlarınızdır” (Kenzü’l-Ummal, 3/7084) buyurmuşlardır. Bu hadislerden anlaşılacağı gibi az yemenin beslenmemizdeki önemine dikkat çekilmiştir. Günümüzde de beslenme uzmanları, di*yetisyenler, hekimler ve konuyla ilgili ilgisiz herkesin ortak noktada buluştukları en önemli nokta az yenilmesi gerektiği fikridir. (Bu konu, dergimizin ilerleyen sayfalarında “Açlık” başlığı altında müstakilen işlenmiştir.) Kan Vermek Tıbb-ı Nebevi’de kan aldırma işlemi alınan kanın başka bir hastaya verilmesi ile değil, tamamen sağlık amaçlı olarak yapılmaktadır. Kan aldırma işlemine hacamat denir. Kan vücuttan çıktığında yerine plazma adı verilen bir vücut sıvısı geçecek ve kanın sulanması sağlanmış olacaktır. Akışkanlığı artan kanın aynı zamanda çevredeki, beyin ve karaciğerdeki dolaşımı da düzelmiş olacaktır. (bu konu hakkında ileride açıklama yapağız inşALLAH) Masaj El ve bazı yardımcı aletlerle vücudun değişik bölgelerinin basınca maruz bırakılmasıdır. Tıbbî açıdan masajın yararları oldukça fazladır. Dokularda birikmiş toksinlerin atılmasını kolaylaştırır. Kan ve lenf dolaşımının düzenlenmesini sağlar. Eklem ve adale ağrılarının giderilmesinde, zihnin ve ruhsal gücün durağanlaştığı dönemlerde çok faydalıdır. Peygamberimiz zaman zaman sahabilerinden kendisine masaj yapmalarını istemiştir. “Ey Ebu Zeyd! Yakın gel, sırtıma masaj yap” (İ. Sünni vr. 34 b; E. Nuaym vr. 74) buyurmuşlardır. Ayrıca yorgunluk ve bazı hastalık hallerinde masaj yaptırılmasını tavsiye etmişlerdir. Ortam Değişiminin Önemi Yaşamın değişik zamanlarında her insanın ortam değişimi yaparak rahatlamaya farklı bir ruhsal ve zihinsel arınmayı yaşamaya ihtiyacı vardır. Çalışanların senelik izinleri, mahkûmların ve askerlerin ev izinleri, hastaların senator*yum*lara alınarak orada bol oksijenli bir ortamda tedavi edilmelerinin temel mantığında hep ortam değişiminin faydalarından yararlanma düşüncesi vardır. Bu yüzden Peygamberimiz “Seyahat ediniz ki sıhhat bulasınız” (Müsned, 2/380; Camiü’s-Sağir, 2/25) buyurmuşlardır. Peygamberimiz “Yaylaya çıkınız! Mevsim rüzgârlarını (güzel havalarını) koklayıp teneffüs ediniz! Kuytu ve güzel yerlerinde konaklayınız!” (Müsned, 4/55, 3/361; Tabakat-ü İbn-i Sad, 4/306) buyurmuşlardır. Sahabilerinden hasta olanlara özellikle zaman zaman yaylalara çıkarak dinlenmelerini tavsiye etmişlerdir. Kendi uygulamalarında da yaşamının özellikle sıkıntılı dönemlerinde yalnız başına kalarak bu yöntemi tecrübe ettiğine dair birçok örnekle karşılaşmak mümkündür. Öğle Saati Uykusu Peygamberimizin öğle saatlerinde uyumayı bir alışkanlık haline getirdiği çok yaygın olarak bilinir. Bunun sağlığa faydaları olduğunu çoğumuz duymuşuzdur. Öğle saatlerinde bir saat kadar uyumanın veya hafifçe kestirmenin adına “kaylule uykusu” denilmiştir. Bu uykunun ne kadar değerli olduğunu modern tıp yeni anlamıştır. alıntı
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
18 Aralık 2015, 09:02 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
HACAMAT FIKHEN ‘MENDUP’ Tıbb-ı Nebevî’de yeri olan hacamat, Arapça hicame(t) yani ‘emmek’ anlamındaki hacm kökünden geliyor. Hacamat yaptırmaya ‘ihticam’, bu işi meslek edinen kişiye ‘haccam’, kullandığı fanus ve bardak gibi aletlere de ‘mihcem’ deniliyor. Hacamat, deri altındaki birikmiş, damarda dolaşmayan, atıl kalmış, vücuda zararlı ve biriktiği noktada ilgili organa zarar veren kanın vücuttan dışarıya atılması işlemi olarak tanımlanıyor. Bu yöntemde vücudun herhangi bir yeri hafifçe çizilip üzerine bardak oturtularak kan alınıyor. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Figen Es, hacamatla dinî platformda hakkıyla ilgilenilmediğini ve bu tedavi şeklinin faydalarının akademik çalışmalarla yeterince desteklenmediğini düşünüyor. Bu sebeple Es’e göre kupa terapisi, kişisel tavsiye bazında kalıyor ve çoğu zaman da ehil olmayan kişilerce uygulanıyor. Ehil olmayan kişilerin bu işlemi yapması ise birçok sağlık riski taşıyor. Uygulama esnasında tıbbî temizliğe ve belli şartlara dikkat edilmediğinde hepatit gibi kan yoluyla bulaşan hastalıklar kişiden kişiye geçebiliyor. İlahiyat Profesörü Suat Yıldırım, Müslümanların hacamat yaptırmasının fıkhen ‘mendup’ (müstehab) hükmünde olduğunu ifade ediyor. Yıldırım’a göre hacamat, koruyucu hekimlik kapsamında tedavi edici yönü olan bir uygulama. Fakat bu yöntem, dilenen her zamanda uygulanamıyor. Hacamat yaptırmanın yıl içinde belirli vakitleri bulunuyor. Hz. Enes’in (ra) aktardığı “Resûlullah buyurdular ki; ‘Kim hacamat olmak isterse, Hicrî ayın 17, 19 veya 21’ini arasın. Sakın, kan fazlalaşmak suretiyle birinize galebe çalıp onu öldürmesin.’” hadisinde de belirtildiği gibi hacamatın hicrî takvime göre ayın 17, 19 ve 21. günlerinde yapılması tavsiye ediliyor. Gün olarak da pazartesi ve perşembe günleri tercih ediliyor. Salı günü yapılmaması şeklinde rivayetler olduğu söyleniyor. Bilim adamları, kupa tedavisinin ay dolunay halindeyken yapılmasını öneriyor. Çünkü kişinin kan basıncı bu dönemde yükseliyor ve sinirleri gergin oluyor. Bu günlerde hacamatla kan hareketlendirilerek insanların gerginlikten kurtulması sağlanıyor. KİŞİNİN, ŞİFA BULACAĞINA İNANMASI GEREKİYOR Kişinin yaş ve sağlığının hacamata uygun olması, en önemlisi de bu tedaviyi uzmanına yaptırması hayatî önem taşıyor. Çünkü ehil olmayan kimse, tedaviye uygun olmayan hastanın kalp, şeker, tansiyon gibi başka rahatsızlıklarının nüksetmesine ya da rahatsızlığın daha da artmasına yol açabiliyor. Hacamatı 2 yaş altı ve 70 yaş üstü olanlar, hamileler, diyaliz, metastas kanseri ve hemofili hastaları, ileri derecede kansızlar ve yeni ameliyat olanlar yaptıramıyor. Büyük ameliyatlardan 1 yıl önce, katarakt ameliyatlarından sonra, lazer uygulamasından 1 yıl önce bu tedavi uygulanamıyor. Bunun yanı sıra hacamatın yapılacağı cilt üzerinde de problem olmaması gerekiyor. Ben, vitiligo, yara olan bölgelere kupa tedavisi uygulanamıyor. Ayrıca hacamat yaparken kişinin, Efendimiz’in bu yöndeki tavsiyesini hatırına getirmesi ve rahatsızlığının şifa bulacağına inanması gerekiyor. “Hacamat nasıl yapılıyor?” sorumuzun cevabını ise Dr. Cevdet Mirmahmutoğulları’ndan alıyoruz. Mirmahmutoğulları’na göre hacamat ile pıhtılaşmış, pelteleşmiş, çürümüş, toksik kan vakumlama sistemi ile alınıyor. İşlem öncesinde yapılacak bölge batikon ile temizleniyor. Bölgeye 1-3 dk vakum tutularak kanlanmasının artması sağlanıyor. Sonra o yere steril jilet uçları ile 1 mm derinlikte 0,5-1 cm uzunlukta ve 1’er cm aralıklarla kesik atılıyor. Vakumlama tekrar yapılarak özel steril kupalara kirli kan toplanıyor. Parlak kırmızı kan gelinceye kadar vücuttan toksin yüklü kan toplanıyor. Ardından bölge önce batikon, daha sonra kantaron (yoksa zeytinyağı) ile temizleniyor. Açık kalması ise yaranın iyileşmesini hızlandırıyor. Hacamat yaptırmadan önce ve sonra dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var. Yaptırmadan bir gün önce et, süt, yumurta, yoğurt, peynir, margarin gibi hayvansal gıdalardan kaçınmak şart. Kan sulandırıcı ilaçların alınmaması, kiraz yenilmemesi ve zaruri değilse ağrı kesici bile kullanılmaması lazım. Hacamata gitmeden önce en az 3 saat içerisinde yemek yememek ve abdestli olmak da gerekiyor. Hacamat sonrasında ise; en az 4 saat uyunmaması, en az 24 saat duş alınmaması ve sirke veya ballı şerbet içilmesi de önemli. Çünkü sirkenin, hacamattan sonra vücuttaki mikropları kırma özelliği bulunuyor. Ayrıca 3 gün boyunca hayvansal gıdalardan uzak durulması gerekiyor. Milattan önce 3. yüzyıllardan günümüze ulaşan kadim bir tedavi şekli hacamat. Sağlığını korumak ve şifa bulmak isteyenler, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) de tavsiye ettiği bu yönteme başvurabilir. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, “Sefer ediniz şifa bulunuz, oruç tutunuz şifa bulunuz, hacamat olunuz şifa bulunuz.” Büyü ve sihiri bile bozuyor! Hacamatın faydaları saymakla bitmiyor. Birkaçı şöyle: Kılcal damarlardaki tıkanıklığı açar. Kan ve dokulardaki kan ve toksinlerin atılmasını sağlar. Uygulanan bölgeye bağlı damarlardaki kan akımını canlandırır. Besin ve oksijenin dokulara rahat ulaşımını sağlar. Kaslardaki sertlik ve ödemi çözer. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, vücuda direnç kazandırır. Dalak/karaciğer ve sinirsel/psikolojik hastalıkların iyileşmesine yardımcı olur. Korku, kaygı bozukluğu, depresyonu tedavi eder. Tansiyonu dengeler. Büyü ve sihire karşı etkilidir. Ağrılı çıban, kist ve tümörlerde faydalıdır. Yaralanma ve incinmeleri tedavi eder. Vücuttaki enerji ve key (canlılık) yollarındaki akımı düzeltir. ALINTI
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
31 Aralık 2015, 15:02 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Hadisler ışığında diyet Kilolu olmak, günümüzde birçok insanın problemi. Bunun temelinde de sağlıksız beslenme, ölçüsüz yeme alışkanlıkları yatıyor. Kilosuna dikkat etmeyenler, çözümü diyetisyen önerilerinde, bitki kürlerinde, dost tavsiyelerinde arıyor. Peki, gerçekten çözüm nerede? … Efendimiz döneminde doktora ihtiyaç duyan çok az kişi varmış. ‘Tıbbi Nebevi’de bununla ilgili olay şöyle nakledilir: Asr-ı Saâdette, hükümdarlardan biri Peygamber Efendimize hizmet için bir doktor göndermiş. Bu doktor, Efendimizin yanında uzun süre kalmış ve hastaları tedavi etmek için beklemiş. Fakat tedaviye çok az kişinin ihtiyacı olduğunu görünce geri dönmek için izin istemiş. Peygamber Efendimiz de az hastalanmanın sebebinin, ‘ashabın iyice acıkmadıkça yemek yememesi ve yemekten tam doymadan kalkması’ olduğunu söylemiş. Şimdi bırakın az yemeyi günde 7-8 öğün yemek yediğimiz bile oluyor. Fakat bilimsel araştırmalar günde en fazla 3 öğün yenilmesini tavsiye ediyor. Diyetisyen Serkan Tutar, fazla sıklıkta yemek yemenin kilo alımına neden olacağını söylüyor. Yenilen her besinle kan şekerinin yükseldiğini ve insülin salgılandığını belirtiyor. İnsülinin sürekli salgılanması da besinlerin yağ olarak depolanmasına yol açıyor. Tutar, “Vücuttaki yağ kitlesinin artması obezite ile sonuçlanır. Bireyin obez kalması da kalp ve şeker hastası olma riskini artırır.” diyor. Yemekleri iyice çiğnemek kilo almayı engelliyor “Lokmaları ağzınıza göre alınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz.” hadisi bugünler için söylenmiş gibi. Koşuşturma ile geçen hayatımızda her şey için o kadar acele etmemiz gerekiyor ki; buna yemek yemek de dâhil. Acele ile fazla çiğnemeden yuttuğunuz yiyecekler kilo almanıza neden olabiliyor. Serkan Tutar, “Besinler ağızda ne kadar iyi çiğnenirse midedeki sindirim o kadar kolaylaşır. Çiğneme tam sağlanmadığında hazımsızlık, şişkinlik, gaz sancıları ve kabızlık meydana gelir. Sürekli az çiğneme ise ileriki safhalarda mide rahatsızlıklarına neden olabilir. Ayrıca çiğneme ile besinin içerisindeki vücudumuza yararlı öğelerini emilimi daha fazla gerçekleşir. Bunun yanında iyi çiğnemek çabuk doymayı sağlar.” diyor. Dolayısıyla besinleri iyi çiğneyerek kilo almayı da engelleyebilirsiniz. Yemek arasında su içmek tokluk hissi veriyor Peygamber Efendimiz “İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Bunu yapamıyorsa; karnının üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de teneffüs etmeye ayırsın.” buyurmuştur. Buna rağmen yemek arasında ya da sonrasında su içmek kilo aldırır gibi yanlış kanılar vardır. Fakat bilimsel araştırmalar yemek arasında su içmenin kilo aldırmayacağını; aksine doygunluk hissi vererek az yemeyi sağladığını ortaya koymuştur. Sıcak yemek mide kanserine neden oluyor Tüm bunların yanında Peygamber Efendimiz’in yemeklerin nasıl yenmesi gerektiği ile ilgili sözleri, sağlığımız açısından da ne kadar önemli olduğunu bize gösterir. “Yemekleri çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz.” hadisinin mide sağlığı açısından önemini belki hiç düşünmemişizdir. Serkan Tutar, yemeklerin ılık yenilmesinin mide sağlığı açısından en doğru tercih olduğunu belirtiyor. Tutar, “Yemeklerin çok sıcak olması mide kanserine sebep olabiliyor. Özellikle Japonya’da besinler çok sıcak tüketildiğinden mide kanseri oranı çok yüksektir.” diyor. Oturarak su içmek hastalıklardan koruyor Ayakta su içmenin yanlışlığı da birçok hadiste karşımıza çıkar ve oturarak içilmesi tavsiye edilir. Bunun sağlık açısından önemi ise şöyle: Herhangi bir sıvıyı ayakta içtiğimizde doğrudan onikiparmak bağırsağına, oturarak içtiğimizde ise önce mideye daha sonra onikiparmak bağırsağına gider. Sıvıların önce mideye gitmesi daha sağlıklı; çünkü mide asidi sayesinde sıvının içinde bulunan mikroplar ölüyor. Böylelikle birçok hastalıktan korunmuş oluyoruz. Suyun üç yudumda içilmesi ile ilgili hadisin hikmeti de; suyun yavaş içildiğinde vücudun ihtiyaç duyduğu yer tarafından emilmesinden kaynaklanıyor. Hızlı içildiğinde ise vücutta gereken vazifesini yapamıyor. İlahiyatçı Dr. Reşit Haylamaz: ’26 kilo verdim’ İlahiyatçı Reşit Haylamaz da konunun önemini şu şekilde açıklıyor: “Ben çok uzun zaman diyet yaptım. 8 yıl diyetisyene gittim ve 26 kilo verdim. Bunu tecrübe eden biri olarak o süreç zarfında gördüm ki işin temelinde Peygamber Efendimizin bir hadisi var. O, Ademoğlu’na midesinin yalnız üçte birini yemek ile doldurmasını söylüyor. Aslında sünnete uyunca insan zaten diyet yapmış oluyor. Demek ki biz sünnete uygun yaşamadığımızdan kilo almış oluyoruz. Hadisleri hayatımıza geçirebilsek kilo problemimiz kalmayacak.“ ALINTI
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
18 Ocak 2016, 16:32 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Peygamber’in (s.a.v.) kaybolmuş bir sağlık uygulaması: Açlık Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sağlıklı yaşam için en çok yeme-içmenin üzerinde durmuştur. Efendimizin hayatında oruç bir ibadet olarak önemli bir yer tutarken Efendimizin ve Sahabelerin günlerce aç kaldığını unutmamak gerekir. Öyle ki bu açlıklar sırasında hem Efendimiz hem de Sahabeler karınlarına taş bağlamak zorunda kalıyorlardı. Dindar Müslümanlar her konuda İslam’ın bakışını, hükümlerini, emirlerini gözettikleri halde sağlık söz konusu olunca seküler davranıyorlar. Şuurlu olarak düşünülmese de, insanlarda, “İslam ülkeleri bilimde geri kaldı, İslam’ın veya İslamî birikimin tıp alanında da geçerli bir söylemi, bir felsefesi, bir uygulaması yoktur” kanaati hakim. Burada, faydalı ilim nedir, bilimin günümüzde geldiği nokta ne kadar gerekli tartışması öne çıkıyor. Yıllarca teşhiste kullanılan teknoloji harikası görüntüleme cihazları, kansere yol açması sebebiyle Batı’da yasaklanmaya başlandı. Teknolojinin getirisi olan hava kirliliği ve bilimin son marifeti genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığına, hatta genetiğine verdiği zararlar artık herkes tarafından biliniyor. Bunun gibi büyük umutlarla sarıldığımız bütün bilimsel buluşların zaman içinde aleyhimize döndüğünü fark ediyoruz. İlim aslında “eşyanın hakikati”ni öğrenmektir, “eşyanın hakikati”ni öğrenmek ise eşyanın hakkını vermek için gereklidir; neye ne kadar önem vereceğiz, neyi nasıl koruyacağız… Biz Müslümanların hedefi dünyada eşyanın, yani canlı cansız her şeyin, dolayısıyla sağlığımızın, bedenimizin, organlarımız ve hücrelerimizin hakkını gözeterek doğru yaşamak, bu yaşantımızla Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bunun için bize rehberlik eden Resulullah (a.s.m.) neden hastalandığımız ve hastalandığımız zaman ne yapmamız gerektiği konusunda da rehberlik eder. Efendimiz (a.s.m.) “Hastalıklarınızın günahlarınız, şifanızın istiğfar olduğunu unutmayınız” buyurarak aslında hastalığı nasıl anlamamız gerektiğini bildirmiştir. Sahabenin hastalanmadığını ise Medine’de iki yıl kaldıktan sonra memleketine dönmek zorunda kalan hekimden biliyoruz. Halbuki biz bugün hastalıkların Allah’ın hediyesi olduğunu düşünüyor, hastalıklarımızla övünüyoruz. Bir yandan böyle derken bir yandan da nedense “Allah’ın gönderdiği hediye”den kurtulmaya çalışıyoruz. Beş vakit namaz mı, üç öğün yemek mi? Önceden insanlar yaşamak için yedikleri ve günlerini beş vakit namaza göre planladıkları için sağlıklıydılar. Bugün her yerde günlük program üç öğün yemeğe göre planlanıyor. Resulullah’ın (a.s.m.) sünnetinin tersine çeşidi bol sofralar, midenin hacminden fazla ve acıkmadan yemek, yemekten sonra yenen meyve ve tatlı gibi fıtrata aykırı alışkanlıklar hastalıkların temel sebepleri. “Günde iki defadan fazla yemek israftır ve hastalıktır.” “Ademoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Birkaç lokma belini dik tutmaya yeter. Daha fazla yemek istiyorsa midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye ve diğer üçte birini de havaya ayırmalıdır.” Bu ve benzeri hadis-i şerifler hastalık sebeplerini çok açık anlatıyor. Günde 250-500 gr’dan fazla yemek vücutta birikinti oluşturur ve hastalık yapar. Sık ve fazla yiyenlerde, bağışıklık sistemi hastalığa karşı direnç gösteremez. Bunlara günümüzde yoğun tüketilen ambalajlı, katkı maddeli, aslında şüpheli sınıfına giren ürünler (bunlara yiyecek-içecek diyemiyoruz), tarım ilaçlarıyla üretilen, genetiği değiştirilmiş sebze ve meyveleri de ekleyince hastalanmamak mümkün değil. Ayrıca farklı yollarla vücudumuza girip organlara, dokulara, hücrelere nüfuz eden kimyasal içerikli maddeler de hastalıkları derinleştiriyor. Bütün bu saydığımız sebeplerle vücudumuzda dışarı atılamayan birikintiler oluşur, hastalıklar birikintilerin yerleştiği yere göre isim alır; kaslarda miyalji, eklemlerde yoğunlaşıp ağrılara sebep oluyorsa romatizma, akciğerlerde birikip öksürmeye yol açıyorsa bronşit, zatürre gibi… Hastalığı bu şekilde tanımladığımızda kurtulmanın yolu, hastalık yapan birikintileri vücuttan atmak olmalıdır. Bunu sağlayacak en etkili yol oruçtur. Oruç ve açlık Sünnete uygun yaşayan insan Ramazan orucu ve tavsiye edilen günlerdeki diğer oruçları tuttuğu takdirde organlarını dinlendirir. Sağlığı korumak için bu yeterlidir. Ancak karışık, ölçüsüz ve gerçekte gıda olmayan şeyleri yiyen günümüz insanları için bu oruç yeterli olmuyor. Üstelik kimse gerçek anlamda oruç tutmuyor. Ramazan’da insanlar sahur ve iftarda diğer günlerden çok daha fazla ve karışık besleniyor, hatta beş öğünlük yemek yiyor. Efendimizin hayatında oruç bir ibadet olarak önemli bir yer tutarken Efendimizin ve sahabelerin günlerce aç kaldığını unutmamak gerekir. Öyle ki bu açlıklar sırasında hem Efendimiz hem de sahabeler karınlarına taş bağlamak zorunda kalıyorlardı. Peygamber Efendimizin, “Ben ve ümmetim hastalanmayız” deyişinin ardında mutlaka bu yaşam şeklinin de etkileri vardır. Açlık konusunu bilimsel olarak inceleyecek olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkar: Açlık, bir tedavi metodu olarak “açlık orucu”, “su orucu” gibi isimlerle bütün dünyada uygulanmaktadır. Yurtdışında bu amaçla klinikler kurulmuştur. Bazı ekoller 1-2 defa 20 gün, 25 gün, 30 güne kadar açlık orucu uygularken, Aidin Salih ekolünde genellikle 4 veya 7 günlük periyodik aralıklarla belli sayıda 3 günlük açlıkları önerilir. Bu ekolün uygulayıcıları olarak kişinin durumuna göre 36 saatle veya 48 saatle başlamayı, nadiren, beden alıştıktan sonra 10 gün açlığı tavsiye ediyoruz. Çünkü tedavide, devamlılık açlığın uzunluğundan daha önemlidir. Oruç tutarken, bağışıklık sistemi sindirimle uğraşmaktan kurtulur, bütün gücünü vücudu temizlemeye, tedavi etmeye yöneltir. Yıllarca kontrolsüz olarak vücudu dolduran besinlerin sindirilmesinde harcanan bağışıklık sisteminin gücü ve yaşam enerjisi açlıkta, önceden biriken atıkların, fazlalıkların dönüştürülerek atılmasında kullanılır. Dışarıdan besin gelmediği için bağışıklık sistemi iç beslenmeye geçer, bir zamanlar gıda olarak alınan ve depolanan birikintileri parçalar, kullanır ve/veya dışarı atar. Açlık sırasında bütün organlar gibi iç salgı bezleri, dolaşım sistemi, sindirim sistemi, boşaltım sistemi, solunum sistemi ve sinir sistemi de dinlenmeye geçer. Açlıkta kimsenin bedene bir müdahalesi yoktur, beden kendisi ve bağışıklık sistemi ile baş başa kalır. Açlık ile bütün vücutta, organlarda, dokularda ve hücrelerde hiçbir insan elinin gerçekleştiremeyeceği kadar hassas ve ince temizlik işlemleri gerçekleşir. Bloke olan, görev yapamayan, yani zikrini unutan hücreler yeniden canlanır. Aslında fıtratı bozulmayan organizmalarda, ihtiyaç halinde, açlık kendi kendine gerçekleşir. Hastalanan veya yaralanan hayvanlar sakin bir yere çekilir, iyileşene kadar hiçbir şey yemezler. Hasta insanın ağzının tadı olmaz, iştahı yoktur, bir şey yemek istemez. Resulullah (a.s.m.) “Hastalarınızı yiyip içmeye zorlamayın, Allah onları yedirir içirir” buyurur. Devamlı ve çok yiyen insan manevî beslenmeye kapalıdır. Kur’an, ibadet, hava, güneş, ağaçlar, çiçekler ve müspet insanlardan gelen enerjiden faydalanamaz; fiziksel ve ruhsal hastalıklara maruz kalır. Açlığın en önemli faydalarından biri de beynin, kalbin ve duyularının canlanması, algıların Rahmanî tarafa yönelmesi, basiretinin açılmasıdır. Kudsî hadiste Allah’ın (c.c.), “Ben ilmi açlıkta gizledim, insanlar onu toklukta arıyorlar” buyurması gibi insan açlık yaptığı zaman bizi yaşatanın yiyecekler değil, Allah olduğunu aynelyakin görür. Yaşamak için ne kadar az şeye ihtiyacı olduğunu ve dünyanın hakikatini anlar. Açlık, nasıl uygulanır Tamamen yanlış yaşam tarzından kaynaklanan hipoglisemi bugün pek çok insanı rahatsız etmektedir ve oruçtan korkar hale getirmiştir. Dikkatli bir takiple uygulandığında uzun zaman oruç tutmamış şeker hastaları dahi rahatlıkla, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan oruç tutabilirler. Diyabet veya hipoglisemi sebebiyle oruç tutamayanlar öncelikle beslenmesini düzeltmeli, katkı maddeli ürünleri, hidrojenize yağları hayatından çıkarmalı. Yediklerinin yüzde 60-70’ini salata, meyve, doğal kurutulmuş meyve kuruyemişler gibi canlı, çiğ besinler oluşturacak bir program yapmalı, zamanla öğünlerin arasını uzatmalı. 1-2 haftayı bu şekilde geçirdikten sonra pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmalı, fakat sahurda yalnız meyve yemeli, iftarda önce limon suyu-su karışımı veya greyfurt suyu içmeli, sonra tek çeşit bir tabak yemek yemeli. Daha sonra yine pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere 36 saatlik açlıklara geçilebilir. Açlıkta dikkat edilmesi gereken önemli kurallardan biri niyet etmek ve niyeti değiştirmemektir. Çünkü beyin, bütün organlar ve bağışıklık sistemi niyete göre program yapar ve böylece açlık kolay geçer. Diğer günlerde bir öğün atlayınca rahatsız olan, dayanamayan insanın Ramazan’da rahatlıkla oruç tutmasının sebebi Ramazan yaklaştıkça kendisini oruca hazırlamasıdır. 36 saatlik, iki günlük veya daha uzun oruçlarda bir gece önce bağırsak boşaltıcı bir müshil almak gerekir. Yemekten hemen sonra suyla yutulacak yarım çay kaşığı toz sinameki veya sahurda bir çay bardağı suda eritilip içilen İngiliz tuzu müshil görevi yapar. İngiliz tuzu içtikten sonra bir bardak su içmelidir. Toksinleri rahatlıkla organlardan çekebilmesi için bağırsakların açlık sırasında boş olması gerekir. Bir diğer önemli nokta, kuralları yerine getirdikten sonra açlıktan korkmamak, tam bir teslimiyet içinde ve sabırlı olmaktır. Çünkü açlıkta bedenimize, yalnız Allah’ın sağlığımızla vazifelendirdiği bağışıklık sistemi hakimdir, hatasız çalışır, içinde bulunduğumuz duruma göre en gerekli olan ne ise onu yerine getirir. Açlıkta hafif ağrılar, ateş, titreme, halsizlik, kusma, ishal, şeker ve tansiyon dengesizliği normaldir, iyileşme işaretidir ve ilk bir-iki açlıktan sonra vücut bu duruma alışır. Bu rahatsızlıkların sebebi açlık değil, kana karışan toksinlerin kanı ağırlaştırmasıdır. Çok az insanda bu tür rahatsızlıklar görülebildiği gibi çoğu insan 10 günlük açlıkta bile her gün normal çalışma hayatına devam edebilir, hatta daha hafif daha enerjiktir. Açlık esnasında herhangi bir rahatsızlık olduğunda duş almak, açık havada yürümek, Kur’an okumak yardımcı olur. Bunlarla geçmezse su lavmanı yapılabilir, lavman ile atılanlar çok miktarda ise lavman yapmaya devam edilir. Lavman için 5-6 su bardağı kaynamış soğumuş oda ısısında su veya papatya çayı kullanılabilir. Bir diğer önemli kural açlıkları periyodik aralarla, belli günlerde yapmaktır. Çünkü beden bu döngüye alıştığı için açlık günlerinde iştah azalır ve iyileşme süreci açlıklar arasında da devam eder. Açlık sırasında yerlerinden sökülen ve parçalanarak kana geçen birikintiler karaciğerin kanı süzmesiyle karaciğerde birikmeye başlar. Onun için bulaşık makinesinin süzgecini zaman zaman temizlemek gerektiği gibi her 6-7 açlıktan sonra karaciğeri temizlemek gerekir. Karaciğer temizlemesi bir günlük bir işlemdir. Temizleme sonrası vücuttan atılanları görmek ilginç bir deneyimdir. İnsan, yıllarca vücudunda nelerle gezdiğini görünce şaşırır, az yemenin, sünnete uygun yaşamanın ve açlığın önemini daha iyi anlar. Batı’da yapılan bir araştırmaya göre sıradan bir insan, yıllarca bağırsak duvarlarında veya bağırsaklarda oluşan ceplerde biriken ve hiç atılamayan 5 ila 43 kilo arası atık madde ile dolaşmaktadır. Manevî faydalar Maddî hastalıklarla manevî, psikolojik veya nörolojik hastalıkları birbirinden ayırmak mümkün değildir ve onların da sebebi aynıdır. Onun için açlığın maddî faydaları yanında manevî faydaları da sayılamayacak kadar çoktur. Açlıklar ve karaciğer temizlemesinden sonra insan kendini çok hafif hisseder, ağrılardan, fiziksel ve psikolojik birçok hastalıktan kurtulur, zihni ve algıları açılır, uykusu hafifler, kalbi yumuşar, huzur ve sakinlik kazanır, stresten, gerginlikten kurtulur, acizliğini görür, dolayısıyla Allah’a yaklaşır, kulluğunu idrak eder, eşyanın hakikatini anlar, doğru-yanlış arasında sağlıklı seçim yapar… Açlığın faydaları ne kadar anlatılsa da uygulamadıkça tam olarak anlamak mümkün değil. Bir kez açlık yapan ondaki manevî hazzı hiç unutmaz. “Oruç tut sıhhat bul” ve “Ben ilmi açlıkta sakladım” hadislerine dayanarak veya sağlık için 10 günlük açlık yapanlar hiç karınlarına taş bağlamak zorunda kalmadıklarını söylüyor. O zaman insan doğal olarak “Peygamber Efendimiz ve sahabi acaba kaç gün aç kalmışlardı?” diye düşünüyor. Sağlık için, denemek için veya Peygamber Efendimizin açlık sünnetini yerine getirmek için, hangi sebeple olursa olsun açlık yapmak çok önemli bir tecrübe olacaktır. ALINTI
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
31 Ocak 2016, 15:25 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri Misvak Kullanmanın Ehemmiyeti “Eğer ümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, her namaz için abdest almalarını ve her abdestte misvak kullanmalarını emrederdim.” (Buhari, Müslim) Ölümden başka her derde şifa olan misvağın ehemmiyeti hakkında hadis-i şerifler… Peygamber Efendimiz (asm), ağız temizliğine ve diş bakımına çok önem vermiş bu konuda ümmetine tavsiyelerde bulunmuşlardır: “Sizleri böyle dişleri sararmış mı göreyim sürekli misvak kullanınız. Ümmetime güçlük vereceğini bilmeseydim, her namaz (için abdest aldıklarında) misvak kullanmalarını emrederdim.” (El-Müsned) Misvak kullanmak Allah’ın rızasını kazandırır “Misvak ağzı temizler ve Allah’ın rızasını kazandırır.” (İmamı Şafii, İmam Suyuti) “Misvak ağız için temizlik, Allah’ın rızasına sebep ve gözlere de ciladır.” (İbn-i Abbas) Misvak kullanmak vaciptir “Misvak kullanmak ve cuma günü yıkanmak her Müslüman için vaciptir.” (Ebü Nüan, İmam Suyuti) Misvak ölümden başka her derde şifadır “Ölümün dışında, misvak her derdin devasıdır.” (İmam Suyuti) Misvak kullanmak nerdeyse farz kılınacaktı “Ben misvak kullanmak için o kadar emrolundum ki, hatta bana farz kılınacağını zannettim.” (İmam Ahmet, İmam Suyuti) “Cebrail (as) bana her geldiğinde misvak kullanmayı tavsiye ediyordu, ağzımın ön tarafının/diş etlerinin (misvak kullanmaktan dolayı) aşınmasından endişe etmeye başladım.” (Müsned) Misvak kullanmak her peygamberin sünnetidir “Şu dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Sünnet olmak, koku sürünmek, misvak kullanmak, evlenmek.” (Tirmizi) Misvak kullanmak melekleri sevindirir “Misvak; ağzı temizler, görmeyi keskinleştirir, diş etlerini güçlendirir, dişleri beyazlaştırır ve çürümeyi önler, hazmı kolaylaştırır, mideye sıhhat verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allah-ü Teâlâyı razı eder, melekleri sevindirir.” (Ebu Nuaym) Misvak kullanarak kılınan namaz yetmiş kat daha faziletlidir “Misvak kullanarak kılınan namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan yetmiş kat daha faziletlidir.” (El-Müsned) Kur’ân okuyan ağız misvakla temizlenmelidir “Ağzınız Kur’ân yoludur, misvakla temizleyin.” (Ebu Nuaym) “Gece namazı için kalkınca, ağzınızı misvakla temizleyin! Çünkü bir melek, namazda Kur’ân okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.” (Deylemi) “Şüphesiz ki ağızlarınız Kur’ân (okumanın) yollarıdır. O halde onu misvakla güzelleştirin!” (İbn-i Mace) Peygamber Efendimiz (asm) evine girdiğinde ilk olarak misvak kullanırlardı Şüreyh’den yapılan rivayette diyor ki: Hz. Aişe (ra) validemize; “Resûlüllah Efendimiz (asm) evine girince ilk ne gibi şeye başlardı?” diye sorduğumda şu cevabı verdi: “Misvak ile başlardı…” (Buhari ve Tirmizi) Oruçlu iken de misvak kullanılabilir Âmir İbn-i Rebia (ra) anlatıyor: “Resûlüllah’ı (asm) oruçlu iken sayamayacağım kadar misvak kullanır halde gördüm.” (Tirmizi) “Oruçlu, günün başında ve sonunda misvak kullanır.” (Buhari) Bu iki rivayet oruçlunun misvak kullanmasının caiz olduğunu gösterir. Hattabî, bazı alimlerin günün sonuna doğru misvak kullanmanın mekruh olduğuna hükmettiğini belirtir. Onların mekruh demedeki maksatları, oruçlunun haluf denen ağız kokusunun iftar anına kadar devamını temenni etmelerinden ileri gelmektedir. “Misvak erkeğin fesahatini arttırır.” (Hz. Ebû Hüreyre)
Alıntı
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
04 Şubat 2016, 01:03 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 15316 Üyelik T.:
18 Aralık 2011 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Esselamu aleyküm ve rahmetullah İnşaallah bir hadsizlik yapıp konu bütünlüğünü bozmayız uzun zaman sonra ilk kez girdim ve gözüme çarpan ilk konuya acizane bir ekleme yapmak istedim... Tıbbı Nebevi’de Bal ve Faydaları Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: “Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e gelip kardeşimin karnı ağrıyor dedi. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine bal şerbeti içir buyurdu. Ona bal şerbeti içirdikten sonra tekrar geldi ve Ey Allah’ın Rasûlü! Dedi; Bal şerbeti içirdim fakat karın ağrısı arttı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) tekrar bal şerbeti içir buyurdular. Adam içirdi sonra Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek balı içirdim fakat ağrı geçmedi arttı dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah’ın sözü hak ve doğrudur Allah hep doğruyu söyler kardeşinin karnı yalan söylemiştir. Bal şerbeti içir dedi o kimse de tekrar bal şerbeti içirdi ve iyileşti.”*(Buhârî, Tıp: 4) “Alman araştırmacı White; baldaki “glikoz oksidaz” enziminin bakteri öldürücü olduğunu tesbit etti. Arı sütü, pensilin ve klortetrasiklinin tesirine benzer tesir gösterir. Bal tabii asittir, bu durumuyla birçok bakteri için zararlıdır. Balın tifo, dizanteri gibi on çeşit hastalık mikrobunu öldürdüğü ispatlanmış bir gerçektir. Bal: Früktoz, glikoz ve suyun bileşiğidir; sindirimi gerektirmediği için kolayca kana geçer Prof. Dr. Akil M. Özden’in 'Farmakodinami' kitabında balın iyi bir müshil olduğu yazılıdır. Balın 40-50 gramı müshildir.* Balda inhibin denen bir madde vardır ve bu madde mikropların üremesini önlemektedir. Balın asiditesi de mikrop üreme ve gelişmesine menfi tesir yapar. 1960'da Lovie isimli bir araştırmacı da doktora tezinde balın hipertonik olusu ile mikrop öldürmesi arasında münasebet olduğunu ifade etmiştir. Bal mükemmel bir enerji kaynağı olduğu için doku yıkımının fazla olduğu durumlarda yara iyileşmesine yardım eder. Yine balın higroskobik vasfından dolayı ödem çözücü olduğunu, bu yönüyle de yara iyileşmesine yardımcı olduğunu açıklar. Baldaki katalaz enzimi de yara iyileşmesine tesir eder. Bundan başka bal, yaranın yayılmasını önleyici önemli bir barikat vazifesi de yapar. Bal sürmekle mikrop kolonilerinde önemli derecede azalma olduğunu görülmüştür. Yanıklara, mikroplu yaralara ve dekübitüs (hastaların kalçalarında oluşan ülser yaraları) yaralarına bal sürerek iyileşmesine vesile olunmuştur. Balın hususiyetlerine, Yüce Beyanda dikkat çekilmiş, Kudsî Rehber (s. a. v.) de birçok sahabesine tavsiye etmiştir. Hz. Ömer (r.a) ise onulmaz sanılan yaraları balla tedavi etmiştir. |
04 Şubat 2016, 09:15 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Aleyna aleyküm selam hoşgeldiniz...
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
01 Mart 2016, 19:23 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Haramla Tedavi Olunması Uygunmudur? Ebû Dâvûd Sünen’inde Ebü’d-Derdâ hadîsi olarak şöyle rivayet eder: “Ebû’d-Derdâ, Resulüllah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu söyler: ”Şüphesiz Allah, derdi de dermanını da indir*miş, her derdin dermanını yaratmıştır. O halde tedavi olunuz fakat haram şeylerle tedavi olmayınız.” Buhârî Sahîh’inde İbn-i Mes’ud’dan şöyle nakleder: “Allah şifanızı size haram kılınan şeylerde yaratmamıştır.” Sünenin’de Ebû Hureyre’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Resulüllah s.a.v., pis sayılan ilaçlarla tedaviyi yasaklamıştır. “Târik, Peygamber efendimize şarapla ilgili soru sordu, Peygam*ber efendimiz onu şaraptan nehiy etti. Yahut da onun şarap yapmasını hoş karşılamadı. Târik: “Ben şarabı ancak ilaç olarak yapıyorum” dedi. Peygamber efendimiz s.a.v. bu cevaba karşılık: “Şarap deva değildir, aksine derttir” buyurdu. Sünen’de hadisin şu şekliyle rivayeti vardır: “Peygamber Efendimize, ilaca karıştırılan şaraba ilişkin soru so*ruldu. Peygamber Efendimiz s.a.v. cevap olarak: -”Şarap derttir, deva de*ğildik buyurdu”. Hadisi Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Müslim’in Sahîh’inde Târik İbn-i Süveyde’l-Hadramî’den şöyle dediği rivayet edilir: Dedim ki: “Ey Allah’ın elçisi, bizim toprağımızda üzümler var, biz onları sıkıyoruz, ondan içelim mi? Peygamber efendimiz: “Hayır” buyurdular. Tekrar Peygambere danıştım ve dedim ki: “Biz hastayı tedavide kullanıyoruz” O da bana dedi ki: “Bu kullandığınız şifa değil, aksine derttir” Neseî’nin Sünen’inde rivayet edildiğine göre: “Bir doktor Peygamber’in yanında kurbağayla tedaviden söz et*ti, bunun üzerine Peygamber s.a.v., doktoru kurbağa öldürmekten menetti” Hadis, şarapla tedavinin haram olduğuna delildir. Peygamber onun bir deva değil, dert olduğu*nu en açık şekilde bildirmiştir. Şarap içenlerin durumu şarabın gerçekten birçok hastalıklara sebep olduğunu her zaman gözler önüne sermektedir (bkz. Müslim; Sahih: c.6, s. 206; içecek*ler kitabı. Hadis no: 12) Fıkıhçılar arasında pis ve haram maddeyle tedavinin bazı şartlarda caiz olabileceği hususunda geniş tartışmalar olmuştur. Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu zikredilir: “Kim şarapla tedavi olursa, Allah ona şifa vermez.” (Ebu Davut, Tirmizi). Haram şeylerle tedavi hem akıl, hem de din yönünden çirkin görülmüştür. Dinî yönden çirkinliği, zikrettiğimiz hadislerden ve diğer*lerinden anlaşılır. Akli yönden çirkinliğine gelince; Allah c.c., yasakladığı şeyleri pis*liklerinden ötürü yasaklamıştır, İsrail oğullarına ceza olsun diye temiz şeyleri: “Kendilerine yasaklanan faizi almaları ve haksız yere insanların mallarını yemeleri yüzünden önceden helal kılınmış temiz şeyleri on*lara haram kıldık” ayetiyle haram kıldığı gibi, bu ümmete temiz şey*leri haram kılmamış, ancak haram kıldığı şeyleri pisliklerinden dolayı haram kılmıştır. Allah-u Teâlâ’nın pis şeyleri haram kılması bu üm*mete acıdığı ve pis şeylere bulaşmaktan bu ümmeti koruduğu içindir. Haram şeylerle hastalıklardan kurtulmayı istemek uygun değildir. Ha*ram bir madde hastalığı gidermekte etkili olsa bile, kendisinde bulu*nan pisliğin gücüyle kalpte açtığı daha büyük bir hastalıkla sonuçla*nır. Böyle olunca onunla tedavi olan kimse vücut hastalığını kalp hastalığıyla gidermek için çaba harcamış olur. Ayrıca bir şeyin haram kılınması, ondan kaçınmayı ve her yolla ondan uzak olmayı gerekti*rir, onu ilaç olarak kullanmakta ise harama teşvik etmenin ve ona bulaşmanın payı vardır. Bu ise yüce Allah c.c.’in gayesine ters düşer. Yi*ne Peygamber Efendimizin de buyurduğu gibi, haram madde derttir, derdin deva kabul edilmesi caiz değildir. Aynı şekilde haram madde, bünyeye ve ruha pis olma niteliği kazandırır, çünkü bünye açık bir şekilde ilacın durumundan etkilenir, ilacın yapısı pis ise bünye ondan pislik kazanır, ilacın kendisi pis ise durum ne olur? İşte bu nedenle Allah, kullarına pis olan yiyecekleri, içecekler ve giyecekleri haram kılmıştır. Çünkü nefis bunlar aracılığıyla yapısı ve niteliği yönünden pisleşiyor. Bunun gibi, nefislerin ha*rama eğilim gösterdikleri sırada haramla tedavinin serbest bırakılma*sında, özellikle nefisler haramın kendilerine faydalı, hastalıklarını gi*derici ve hastalığın şifasını celbedici olduğunu bildikleri zaman, şeh*vet ve lezzetle harama yönelmeye yol açma vardır. Şehvet ve lezzet ise nefsin en çok sevdiği şeylerdir. Hâlbuki Cenab-ı Hak c.c., kötülüğe yol açan iş ve davranışları mümkün olan her şeyle engellemiştir. Kötülü*ğe giden yollan kapamakla açık bırakmak arasında şüphesiz bir çe*lişki ve çatışma vardır. Aynı zamanda haram maddeyle tedavide, fay*dalı olduğu sanılan, hastalığı artırıcı bir özellik de vardır. Sözün, Al*lah’ın bizim için kendisinde asla şifa yaratmadığı “kötülüklerin ana*sı” hakkında olduğu kabul edilirse, bu madde (şarap), doktorlara, fakihlerin çoğuna ve kelam bilginlerine göre, aklın merkezi sayılan di*mağa şiddetle zararlıdır. Hipokrat, azgın hastalıklar hakkında konu*şurken şöyle demiştir: “Şarabın başa verdiği zarar şiddetlidir, zarar hız*la başa doğru ilerler, bu sırada bedeni işgal eden salgılar da yükselir, şarabın zihne verdiği zarar bu yüzdendir.” Kâmir adlı eserin yazarı da şöyle der: “Şarabın özelliği, zekâ ve sinire zarar vermesidir.” Tedavide kullanılan haram maddelerden, şarabın dışındakilere gelince, bunlar iki türlüdür: Birincisi, nefsin üstün geldiği maddedir ki, bünye hastalığı atmak için onun desteğini beklemez. Zehirler, enge*rek etleri ve diğer tiksinti duyulan şeyler bu türdendir. Bu maddeler bünyede bitkinlik yaratarak bünyeyi ağırlaştırırlar, bu takdirde der*man değil de dert olurlar. İkinci tür maddeler de nefsin yenemediği maddelerdir. Taşıyıcıların örnek olarak kullandıkları şarap gibi, bunun zararı faydasından daha çoktur. Böyle olunca akıl, bu şarabın haram kılınmasını gerektirir. (Tiksinti ve zarar birleşince) akıl da fıtrat da ha*ram maddeyle tedavinin yasaklanması konusunda din ile uyum halindedir. Haram maddelerden şifa beklenmemesinde ince bir sır vardır. Hastanın ilaçtan fayda görmesinin şartı, ilacın iyi olduğunu kabul et*mesi ve faydasına inanmasıdır. Allah c.c. haram maddede şifa bereketini yaratmamıştır. Faydalı bir şey aynı zamanda bereketlidir. Eşyanın en faydalısı, en bereketli olanıdır. İnsanlardan mübarek olanlar da bulun*dukları yerde helal yollardan kendilerinden yararlanılan kişilerdir. Bi*lindiği gibi Müslüman’ın inancı, bu maddenin bereketine ve faydasına inanmakla, iyiliğine inanmak ve bünyesinin o maddeyi kabulle karşı*laması arasında dolaşan tereddütler haram olduğu yönündedir. Hatta Müslüman’ın inancı ne kadar büyük olursa, haramdan o derece iğre*nir, kötülüğüne o derece inanır, yapısı İtibarıyla haram, en çok tiksin*diği şey hâline gelir. Bu durumda hasta haram maddeyi aldığı zaman hasta için derman yerine dert olur. Ancak hastanın, maddenin pisliği*ne olan inancı, kötü zannı ve tiksintisi, sevgiyle yer değiştirirse o za*man faydalı olabilir. Haramı sevmek de inanca aykırıdır. Mü’min, tedavi maksadının dışında asla harama yönelmez. Allah her şeyi en iyi bilendir. İbn-i Kayyim El Cevziyye’nin Tıbbu’n Nebevi (s 190-195) adlı eserinden alınmıştır. Günümüzde alkol, domuz yağı, domuz deri veya kemiği veya helal kesim olup olmadığı tartışmalı sığırlardan elde edilen jelâtin gibi hayvansal maddeler birçok ilaç veya aşılarda kullanılmaktadır. Bu nedenle hastaların doktorlarından bu tür ilaçları yazmamalarını talep etmelidirler. ALINTI
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
07 Mart 2016, 01:18 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 15316 Üyelik T.:
18 Aralık 2011 | Cevap: Medineweb Tıbbı Nebevi tavsiyeleri
Tıbbı Nebevi’de Arpa ve Faydaları* Resûlullah (s.a.v) hastalara arpa unu çorbası tavsiye eder ve söyle derdi: "O, hastanın kalbini rahatlandırır ve üzüntüsünü giderir.“* Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in ev halkından biri sıtma hastalığına yakalandığında bulamaç yapılmasını emrederdi. Bulamaç yapılınca da ondan içmelerini emrederdi ve bu bulamaç yemeği hakkında şöyle buyururdu: “Kederli kimsenin kalbini güçlendirir. Hastanın kalbinden ağrıyı giderir sizden birinizin yüzünden kiri su ile giderdiği gibi…” (İbn Mâce, Tıp: 5) Hastalıklarda ve bilhassa enfeksiyonlarda (mikrobik olanlarda) katabolizma (yıkım) artar. Tamir için en mühim madde de proteinlerdir. Arpa unu çorbası ve ekmeği bunu kâfi miktarda ihtiva etmektedir. Hastalık esnasında vücut, aşırı bir faaliyet ve mikroplarla mücadele hâlinde olduğundan yüksek kaloriye ihtiyacı vardır. Arpa unu çorbası buna da cevap verebilir. Organizmada enerji temin eden sistemlerde ehemmiyetli rolleri olan B1, B2 ve niasin vitaminlerini bol miktarda ihtiva etmesi, arpa unu çorbası ve ekmeğinin hastalıklardaki aşırı ihtiyaca cevap vermesini mümkün kılar. Vitamin A, 100 gr. arpada 15 IU bulunmaktadır. Bu yiyeceğin alınması, vücut için kâfi A vitaminini sağlamaktadır. |
Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hayatı Kolaylaştırma Tavsiyeleri... | enderhafızım | Kişisel Gelişim ve Psikoloji | 2 | 07 Ağustos 2020 19:11 |
Tıbbi Nebevi ve İslam Tıbbı Konulu Güzel Bir Eser | Esadullah | Kitaplar/Kütüphane | 3 | 21 Mart 2019 12:53 |
Medineweb' le Mevlidi Nebevi | CaferTayar | Cuma-Bayram-Kandiller | 45 | 11 Aralık 2016 18:16 |
Tıbb-ı Nebevi ve sağlık tavsiyeleri... | Esma_Nur | Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp | 0 | 15 Mayıs 2012 17:49 |
Allah'ın emir ve tavsiyeleri | sevginin_bedeli | Kur'ân-ı Kerim Genel | 33 | 23 Ekim 2009 09:53 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|