Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > ANKARA İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  21 Kasım 2013 (17:57), Konuya Son Cevap : 21 Kasım 2013 (18:02). Konuya 7 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 21 Kasım 2013, 17:57   Mesaj No:1
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

DİN BİLİMLERİ 2
ÜNİTE 1: DİN SOSYOLOJİSİ BİLİMİ

Dini tanımlamak zordur. Bu zorluğun birinci yönü, hem insan organizmasının, hem de din olgusunun karmaşıklığından ileri gelmektedir. İkinci yönü bu tanımları ortaya atanların, din olgusuna, kendi değer ve dünya görüşlerinin etkisi altında yaklaşmalarına bağlıdır. Din iki açıdan tanımlanabilir.

Müslüman bilginlere göre dinin tanımı; Aklı selim insanların, kendi ihtiyaçlarıyla, bu dünyada doğruluğa, salaha; öteki dünyada kurtuluşa götüren ve yüce Allah tarafından konan bir kanundur.

Batılı Bilginlerin din tanımında eksik olan nedir? Dini tecrübenin bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir tanım geliştirememektedir.

G.M.Vernon Dini: kültürün, bireyler tarafından paylaşılan inançlar ve pratiklerden oluşan bir bölümü olarak tanımlamaktadır. Ayrıca o bilinen dünya ile ilişkisini de kuran bir sistem olarak görmektedir.

Dini Tanımlama konusunda;
Durkheim- kolektif yönüne,
Pratt- tavır yönüne
Schleirmacher- duygu yönüne
Menzies- İbadet yönüne
Müler – İnanç yönüne vurgu yapmışlar kuşatıcı bir tanım geliştirememişlerdir
Substansif (özsel) tanımlar, onun insanlar için getirdiği değerleri, kutsallık, ilahilik ve aşkınlık özelliğini ön plana almaktadır.

** Bütün dinleri içine alacak şekilde ve bütün din adamlarına meydan okurcasına dini tanımlayan Alman İlahiyatçı R.OTTO’dur.Bu tanıma göre din “Kutsalın tecrübesidir”
Dinin İşlevsel tanımlarda dinin birey ve toplum hayatında gördüğü işlevlere önem verilir. Bu anlayışa göre eğer dinin bir işlevi varsa anlamı da vardır.

** Dini işlevsel olarak tanımlayan ilk sosyolog Durkheim’ dir. . Dini “kutsal şeylerle ilgili inanç ve ibadetler” olarak tanımlamıştır.

Wach: Dini sosyal sonuçlarının,dinin özünden ayrı olarak,din sosyolojisi tarafından incelenmesi gerektiğinin ileri sürmektedir.

Weber için de din: İnsanı anlamlandırmayla ilgili bir eylemdir. Dini-sosyal davranışın bireysel olarak inşa edildiğini savunur.

E.B.Tylor: Dini “ruhlara inanç” olarak tanımlamaktadır.

** Dini toplumsal işlevselliği açıdan tanımlayan Luckmann’dır, onu, insanı biyolojik bakımdan sınırlayan ve kuşatan anlamlar vasıtasıyla bazı şeyleri aşkınlaştırma kabiliyetine bağlar.

Bouman’a göre Din sosyolojisi: inancın mahiyetini tartışmaz, dinin toplum içindeki konumunu ve sosyal hayattaki somut tezahürleri ele alır.

Gablentz’e göre Dinin Muhtevası: yani insanın kutsal güçlerle ilişkisi, sosyolojik incelemenin dışındadır.

Yinger: din gerçekte nedir, veya ne olmalıdır, sorularını reddetmekte ve kendini, dinin işlevsel tanımıyla sınırlandırmaktadır. Yingere göre din,öleceğini bilme, ıstırap çekme,hayatı ve mutluluğu tehdit eden güçleri tanıma vs. gibi hayatın kaçınılmaz sorunlarıyla mücadelesinden insana yardım eden inanç ve uygulamalar sistemidir. Ayrıca din, kaçınılmaz zorunlulukların severek yapılması için insanı motive eder.

C.Y.Glocak: toplumsal bütünleşmenin dine indirgenemeyeceğini, aksine ona, başka bir çok faktörün katkıda bulunduğunu göstermiştir.

** Din sosyolojisi dinin mahiyetini tartışmaz, sosyal hayattaki tezahürlerini ele alır.

Özsel ve işlevsel tanımların yararlı ve yararsız olan yönleri: özsel tanımlar benimsenirse, dini olanla dini olmayanı birbirinden ayırmak kolaylaşır. İşlevsel tanımlar benimsenirse, insanın din adına yaptığı şeylerin dinin bir parçası gibi algılanması problemi ortaya çıkar. Her ikisinin de kullanışlı tarafları olduğunu kabul etmek uygun olur.

Dinler İşlevlerini üç planda görmektedir.
1-Kişisel plan
2-Kültür Plan; bir semboller sistemidir.
3-Toplumsal plan

ilk din sosyolojisi Batı’da yapılan ilk din sosyolojisi araştırmalarında din, sistematik bir metodoloji dahilinde değil, belirli bir gelişim çizgisine dayalı evrimci ve pozitivist açıklamalarla ele alınmıştır. Bu araştırmalar antropolojik niteliktedir. Din sosyolojisinde evrimci din kuramları olarak bilinen bu yaklaşımlar, A. Comte’un üç hal yasasına dayanmakta ve dinin kaynağını, büyüde, ruhta, totemde ve doğa güçlerinde aramaktadır.

** Din bilimlerini 19 yy da ilk kez bağımsız olarak M.Müller düşünmüştür. C.P.Tiele ve Soussaye de Din biliminin kuruluşuna katkı yapmıştır.

Din bilimleri hangi bilimlerden oluşur.
1-Dinler tarihi
2-Din fenomenolojisi
3-Din psikolojisi
4-Din sosyolojisi

WACHT’a göre; “İlahiyat biliminin amacı belli bir dinin amacı,incelenmesi, yorumu ve açıklamasıdır.Din Bilimi ise deiptif(betimleyici)dır. Onun gayesi yalnızca her dinin tabiatını anlamaktır.”
WACHT, ilahiyat, din felsefesi ve din Bilimlerini birbirinden ayırmış Din sosyolojisini Din Bilimlerinin bir kolu olarak görmüştür.

ilahi veya ****fizik Felsefenin bilime yardımı;
1-Disiplinin metodlarını denetler; doğruluk ve yanlışlıklarını araştırır,
2-Belli bir araştırmayı başka bir araştırmaya bağlayarak onun konusunu felsefi olarak belirler,
3-Bilimler bütünlüğü içinde olayları bir düzene koyar.

Etnolojiyle din sosyolojisi arasındaki temel fark:Etnoloji; bir zamanlar sadece yazısız kültürlerin dinleriyle ilgilenmiştir, buna karşılık din sosyolojisi, bilim olarak modern Batı toplumunun dinin problemlerine özel itina göstermiştir.

** Köyden kente göçler, hızlı kentleşme ve buna bağlı olarak toplumların hayatında meydana gelen büyük değişmeler,bilim adamlarının ilgisini sosyal konulara yönlendirmiştir. Bu gelişmeler, sosyoloji ile din sosyolojisinin, ilahiyat ve felsefeden ayrılarak bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.

** ilk din sosyolojisi araştırmaları antropolojik niteliklidir. Ve dinin kaynağını, Büyüde JFrazer, Ruhta A.Tylor, totemde Durkheim ve doğa güçlerinde M.Müller aramaktadır.

**Toplumu inceleyen bilime sosyoloji adını veren A.Comte’dir. Comte düşüncesindeki adı “üç hal yasasıdır”

1-Teolojik dönem: Devrin en belirgin özelliği olayların arkasındaki Tanrı iradesinin araştırılmasıdır. Olaylar değişmez yasalarla değil insan iradesine benzeyen iradeler tarafından yönetilir Bu dönem zorunlu olarak ****fizik döneme yol acar.

2-****fizik dönem: Bu dönemde ruhlar ve doğanın eğilimleri gibi soyutlamalar gerçek varlıklar olarak algılanmaktadır. Tanrı fikrinin yerine tabiat kuvveti. Niteliği belli olmayan güçler.

3-Pozitif dönem: İnsanlığın ulaştığı son aşama. Bilim ve pozitif düşünce hâkimdir. Gözlem ve deney yoksa bir şey yoktur. Comte ye göre bilimsel bilgi teolojik ve ****fizik unsurlardan arındırılmalıdır.

**Pozitif kelimesini ilk defa kullanarak pozitivist düşünce biçiminin bir taslağını ortaya koyan S.Simon’ dur.

** Comte ye göre aile, devlet ve din toplumun temel unsurlarıdır ama onun idealindeki toplumun dinide pozitif olmalıdır.Yeni bir din önerisidir.Determinisnt ilkelere göre işleyen bir tarih ve toplum anlayışını savunur,sosyolojiyi toplumların birliği ilkesine dayandırmaktadır.

** Din alanındaki temel tartışmaları ortaya çıkaran düşünürlerin başında Marx ve Freud gelir.
Feuerbach'a göre din, insanın kendi düşüncesinin, ilahi veya ****fizik plana aktarılışıdır.Algılanabilen şeylerin varlığı ispat edilir, algılanamayan şeylerin varlıkları ispat edilemez demektedir.

Tanrı inancı, insanın, kendi sınırlılığını ideal bir varlıkla karşılaştırma eğiliminden doğan bir fonksiyondur.(yansıtma). Din, insanın kendi düşüncesinin; ilahi veya ****fizik plana aktarılışıdır.

Marx'a göre din, bir tahakküm aracı değil, insanların güç yetiremediği ve anlam veremediği, olaylar karşısında kendini kurtarma aracıdır.Din, halkın afyonudur, İdeoloji ile din arasında çok güçlü bir bağ vardır.

Freud için din, insanın aynı şekilde oynadığı bir kurtuluş oyunudur. Fakat ona göre din, ferdin toplumsal problemlerinden önce bazı şahsiyet problemlerini halletme aracıdır.

Herbert Spencer’ in Sosyal evrim kuramı; Evrenin basitten karmaşığa, farklılaşmamış olandan farklılaşmış olana doğru seyreden bir evrim süreci.

** Sosyal gelişme ile dini gelişme arasında bir paralellik, hatta birlikte değişme olduğu düşüncesini savunan Spencer olmuştur. Spencer dinin sosyal hayatta en güçlü etkisinin ilkel toplumlarda, en zayıf etkisinin sanayi toplumlarında görüldüğünü vurgular.

Spencer, dinin belli başlı şu işlevlerini inceler:
1-Din, cenaze ve atalara kutsal saygı törenleri yoluyla aile bağlarını güçlendirir. Mezarlıkların kutsal önemi uyumsuzluğu önler ve grup olarak aileye yeniden birleştirir.
2-Din, dini meşrulaştırmalar yoluyla geleneksel olarak kuşaktan kuşağa aktarılan davranışı koruyarak, ona destek olur.
3-Din,milli birliği temellendirir ve güçlendirir.
4-Din, kutsal nesne ve mekanların tabulaştırılmasını sağlayarak,mülkiyeti korur.

Edward B.Tylor ve Animizm; Dinin kökeni sosyolojik olmaktan ziyade psikolojiktir. Dini fenomenlerin kaynağı “ ilkeller” in bilgi eksikliğidir. Din, atalardan kalma bir kült ve tapınmadır. Ona göre rüya olayları, uyku esnasında ruhun bedenden geçici olarak ayrılışıdır. Ölülerin ruhları, tıpkı yaşayan insanların kendi durumlarına uygun olarak saygı görmesi gibi memnun edilmelidir. Animizm adı verilen kurama göre dinin kökenleri; insanın entelektüel özelliğinde, benzerlikleri görme ve onlardan genellemeler yapma yeteneğinde aranmalıdır. İnsanın ilk dini inançları, şahsiyeti olmayan güçlere değil, şahsiyeti olan ruhlara yöneliktir. Çünkü insana hayat veren şey, onun ruhudur.Güneş, yağmur, nehirler, fırtınalar gibi hareket ve güç sahibi olan tabiat olayları ve varlıkların bir tür ruha sahip olduğunu savunmuştur. Uyku ve ölüm den hareketle ruhun kutsallığı düşüncesine varmıştır.

S. James Frazer’ da büyü ve din; Antropolojik din sosyolojisine en kalıcı etkiyi yapan eser “Büyü ve Din” başlıklı çalışmasıdır. İlk olarak gelişmiş her çeşit dinden önce bir sihir (büyü) aşamasının varlığıdır. Bunun, dini inançlar tarafından ortadan kaldırılmaktan ziyade, zamanla üstü örtülmüş olmasıdır. Frazer, ölümsüzlük inancının, bütün kültürlerde varlığını ispatlamaya çalışır.İlk dini objelerin temel özelliği, onların güçleridir. Frazer, büyüyü, teorik tarafıyla bilimin meşru olmayan kız kardeşi, uygulamalı tarafı ile ise sahte sanat olarak görür.

Emile Durkheim ve Fransız sosyoloji ekoli; Durkheim’e göre insanlar dine inanmak ve tapınmakla, aslında kendi kendilerine ve kendilerinin oluşturdukları topluma tapınmış olmaktadırlar. Din sosyolojisiyle ilgili en önemli eseri “Dini hayatın ikel biçimleri” dir. Din toplumun temel unsurlarındandır. Kutsal şeyler toplumun birliğinin sembolleridir.Dine bağlılıkla intiharların azlık-çokluk ilişkisinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Durkheim intiharların azlığı-çokluğu ile din arasında bir ilişki kurar. Protestanlığa bağlı olanların Katoliklerden daha çok intihar ettiklerini çünkü Katolikliliğin Protestanlıktan daha çok toplumu ve kişileri birbirine bağladığını öne sürmektedir.

Malinowski, Büyünün toplum içindeki işlevi üzerinde durur.Ona göre büyü bütün toplumlarda belirli zamanlarda sonuç elde etme yollarından biridir.

A.R.Racdliffe-Brown: Durkheim’in ayinlere verdiği önemi dikkate alarak, dinin bir davranış türü olarak incelenmesi için bir takım ana kurallar teklif etmiştir.

—Dinin etkileri incelenmelidir.
—Dini topluluğa katılma sonucu hangi duygular oluşur. İncelenmelidir.
—Kişisel ve toplumsal ayinler incelenmelidir.
Radcliffe-Browın çift yönlü bağımlılık duygusundan kastettiği, insanların kedi toplumlarını dini ayinlerinden hem bir şey beklemesi, hem de onlardan çekinmesidir.
Din ve Kişilik Dinin, insanın başa çıkamadığı veya çözümünü ve açıklamasını bulamadığı olaylar karşısında kendini avutmak için bulduğu hayali bir sistem olarak görülmesinden sonra günümüzde sosyal bilimlerdeki ilerlemeler, Weber'in de katkısıyla dinin, endişe azaltıcı ve kişiliği billurlaştırıcı sembolik bir süreç olarak kavranmasına imkan vermiştir.

Weber, Tarihi ve sistematik din sosyolojisinin kurucusu kabul edilir. Böylece o, din sosyolojisinde karşılaştırmalı, tipolojik ve sistematik araştırmaların ilk örneklerini vermiştir. Din-ekonomi üzerine inceleme yapmıştır. Din sosyolojisi, dini davranışlar yada dini karakterli sosyal davranışların ve gruplaşmaların incelenmesinin amaçlayan bir disiplin haline gelmiştir.Din sosyolojisinde öncelikle, kapitalizmin yükselişini, son derece derinden etkileyen “asketik Protestanlık” teziyle bilinir. Weber, Protestan ahlakının kapitalizmin doğuşuna etki eden faktörlerden biri olduğu sonucuna varır.
Weber’e göre farklı inanç tipleri farklı davranışlara yol açar. Ahlaki değerlerin doğruluğu sosyolojik analizin değil, öznel bilinç ve inancın konusudur.
Weber’in din sosyolojisi anlayışı, bilim hayatına Tipolojik alanda da yenilikler getirmiştir. Marx’ın sınıf toplumunun evrimi kuramını reddeden Weber; Dini davranışın öznel anlamını konu edinen bir sosyoloji anlayışı geliştirmiştir. Din sosyolojisinde bir ideal tip metodolojisinin temelini atmıştır. Büyücü, peygamber, kâhin tipleri, karizma, sıradanlaşma ve meşruiyet kavramları üzerinde durmuştur. Farklı kültürlerden elde edilen meteryallerin nasıl inceleneceği konusunda ilkeler ortaya koymuştur. Bu ilkeler onu Karşılaştırmalı din sosyolojisinin gerçek bir kurucusu yapmıştır.Weber, sosyoloğun ilk görevini sosyal davranışı açıklama olarak algılamaktadır. Weber’in araştırmaları, karşılaştırmalı tarihi araştırma olarak görülmektedir.

Weber’e göre Din Sosyolojisinin konusu Dinin mahiyeti ile değil, toplumsal davranışın belli bir tarzının etkileri ve şartları ile ilgilenmelidir.

WACH: tarihi, fenomenolojik, karşılaştırmalı ve tipolojik yöntemleri kullanarak, genel ve sistematik bir din sosyolojisine katkıda bulunmuştur. Wach, dini tecrübenin ifade biçimlerini, "teorik" (inanç), "pratik" (ibadet) ve "sosyolojik" (dini topluluk) olarak üçlü bir tipolojiyle açıklamıştır.Wacht, din ve toplum arasındaki karşılıklı etkileşimle ilgilenmiştir. Wacht’ın din sosyolojisi Tipolojiler üzerine kurulmuştur denilebilir.
Bu gün birçok araştırmada WACH tarafından ortaya konan ele alış tarzı korunmaktadır.
İslam dünyasında da sosyolojik değerlendirmelere ve din-toplum ilişkilerine yönelik fikirlere rastlanmaktadır.

Wach’ın dinlerin sınıflandırması:İnançlar tipolojisi;
“savaşçı dinler” Zen Budizm’i, Meksika dinleri
“tüccar dinler” Japonya ve Çin dinleri
“köylü dinleri” Bazı Asya dinleri
Kültler tipolojisi;
“Yerel, ırki, milli kültler” ve “aile kültleri”
Dini Otorite tipolojisi;
“Kurucu, reformcu, peygamber, elçi, kâhin, veli, rahip, büyücü. V.s”

Gustav Mensching; Dini Sosyoloji adıl eserin yazarıdır.Sosyo-Kültürel koşulların din üzerinde kesin bir etkiye sahip olmadığını iddia eder. Bireysel ve dini faktörler arasındaki ilişkiyi reddetmez.Özel bir din sosyolojisi yerine, çeşitli tarihi dinler içerisinde sosyal ilişkilerin temel ve evrensel karakterlerinin inceleyen genel bir din sosyolojisini savunur. Durkheim’in varsayımları ile Kuzey Amerika’daki işlevselci bakış açılarını çürütmeye çalışır.

** Kuranı özüne uygun olarak anlama ve yorumlama ihtiyacından dolayı Tefsir bilimi ortaya çıkmıştır

** Veda hutbesinde Müslümanlara önerdiği iki temel referansından biri olankendi söz ve uygulamalarının,özüne uygun ve sahih bir şekilde yazılı literatür haline getirilmesi ihtiyacından hadis ve hadis usulü bilimi ortaya çıkmıştır.

** Müslümanların, gerek Allahla ve diğer Müslümanlarla veya Müslüman olmayanlarla ilişkilerin düzenlenme ihtiyacından Fıkıh (İslam Hukuku) bilimi doğmuştur.

**İslam inanç esaslarının açıklanması, yabancı din ve felsefi akımlara karşı savunulması ihtiyacından Kelam bilimi doğmuştur.

** İslam bilimleri, bütün ilimleri içine alacak şekilde önce Fıkhul Ekber olarak isimlendirilmiştir.

** İslam dünyasında sosyoloji ve din sosyolojisi ile ilgili bilgiyi, daha ziyade Farabi, Gazali ve İbni Haldun’un eserlerinde buluruz.

FARABİ
İslam dünyasında sosyoloji ve din sosyolojisinin hazırlayıcısı ve öncüsü sayılır. Ahlakta Aristo’yu, siyasette Eflatun’u benimsemiştir.
Eserleri;
1-El Medinetül Fazıla 2-Füsus El hikem 3-İhsaul ulum 4-Tahsilüs Sade 5- es-Siyasetül medeniyye
Farabi;Toplumu Özgür bireylerden oluşan bir organizmaya benzetir. İnsanı Medeni varlık olarak tanımlar ve oluşturdukları topluluklara göre tasnif eder. Üç tür topluluk kategorisi vardır. Büyük, Orta, küçük.
Farabi, Toplumları Mükemmelliklerine göre 2 ye ayırır.
1-Erdemli toplum; İslam’ın evrensel değerleri üzerine kurulu toplum, İdeal Toplum
2-Erdemsiz Toplum; yeryüzünde yaşamakta olanlar. Gerçek toplum
Gerçek toplumun 4 şekli vardır.
1- Bilgisiz toplum 2-Kötü toplum 3-Değişmiş toplum 4- Bozulmuş Toplum
Erdemsiz toplumun şekli;
1-hırs, sefahat ve istibdadın hakim olduğu “bilgisiz toplum”
2-Erdem ilkelerini bilmeyen “kötü toplum”
3-başlangıçta iyi olup, sonradan “değişmiş toplum”
4-hiçbir hedefi olmayan “bozulmuş toplum”

Gazali, İslam dünyasında Din Sosyolojisinin gerçek öncüsü kabul edilir. toplumsal olayları, biyolojik kuramlarda olduğu gibi, canlıların organları ile karşılaştırmalar yaparak açıklar. Ona göre toplum bir canlıya benzer ve canlılarda bulunan çeşitli organlar, toplumun çeşitli mesleklerini karşılar. Ayrıca insan tek başına yaşayamaz ve daima başkalarına muhtaçtır. Gazali, gerçeğe yalnızca Allah’ın insanın kalbine atacağı “ilahi bir nur” ile ulaşılacağı fikrine varmıştır.
Eserleri;
1-el-Munkız mine’d-Dalal
2-Tehafütü’l-Felasiye
3-Kimyaü’s-Saade,
4-İhyaü Ulumü’d-Din
Gazalinin sosyolojik görüşleri:
- Yöntemi ve Toplumsal Kuramı
- İnsanın toplumsallığı
- İdeal toplum ve adalet
Gazali bilimleri ikiye ayırır;
1-Din ile ilgisi olan Bilimler: ****fizik, ahlak, siyaset, psikoloji
2-Dinle İlgisi olmayan Bilimler. Matematik, mantık, fizik ve tıp.
Gazali’nin yöntemi ve toplumsal Kuramı:
Çağdaşlarının çoğu gibi tarihi yöntemi kullanır. Toplumsal olayları, biyolojik kuramlarda olduğu gibi, canlıların organları ile karşılaştırmalar yaparak açıklar. İnsan tek başına yaşayamaz başkalarına muhtaçtır. Gazali’ye göre toplum hayatı için devlet ve din zorunludur.

İBNİ HALDUN
İbni Haldun’a göre tarih, insanı ve onun toplumsal hayatını anlatan, büyük ve geniş bir bilgi disiplinidir. Bu bilimin konusu, ‘insan medeniyeti’ ve ‘toplumsal hayat’tır. İbni Haldun’un tarih anlayışı, onu, “ümran” düşüncesine götürmektedir. Bu düşünce, günümüz sosyoloji literatüründe “kültür ve medeniyet” terimleriyle ifade edilmektedir. Tarih felsefesinin ve sosyolojisinin öncüsüdür. İbni Haldun, Aristo’dan beri bilinen, ‘insanın sosyal bir varlık olduğu, yalnız başına yaşayamayacağı’ fikrini ifade ederek, toplum halinde yaşamanın zorunluluğundan söz etmektedir. Ona göre coğrafi şartların, toplumların hayatı üzerinde büyük bir etkisi vardır. O, toplumların da, insanlar gibi, doğup, gelişip (büyüyüp), yok olduklarını savunmaktadır. İbni Haldun Sosyal olayların ve sosyal olguların ele alınması, bu olayların sosyal ve siyasi arka planının sistematik analizi İbn Haldun ile başlamıştır. İbn Haldun kendi metodolojisini oluşturmuştur.Din ile devlet işlerini birbirinden ayıran anlayışa da öncülük etmiştir.
Eserleri;Eserleri ve görüşlerinin temel dayanağı, onun keskin, iyi bir gözlemci olması ve farklı görev, ülke, toplum ve kültür tecrübeleridir. Kitabü’l-İber (Mukaddime)
İbni Haldun, iki tür toplumsal hayattan bahseder;
1-göçebe hayat, 2-yerleşik hayat.

AKLİ BİLİMLER:
1-Mantık
2-Doğal Bilimler(İnsan, hayvan, bitki)
3-İlahiyat
4-Ta’limi Bilimler(matematik, musiki, astronomi)

NAKLİ BİLİMLER:
1-Tefsir 2-Kıraat 3-Hadis 4-Ta’limi Bilimler 5-Fıkıh 6-Usulü fıkıh 7-kelam
8-Tasavvuf 9-Rüya Tabiri 10-Dil Bilimleri(lügat, nahiv ve beyan)
Asabiyet kuramı; medeni halk ile bunların yerine geçmeye çalışan bedevi halk arasında mücadele vardır. Bu mücadele üstünlüğü ele geçirmede rol oynayan güce asabiyet denir. Asabiyet, “sebep ve nesep” olarak ikiye ayırır. Nesep asabiyeti; aynı soya mensup olanlar, sebep asabiyeti; aynı kültür ortamında yaşamaktan doğan.
Tavırlar Kuramı: Toplumların da insanlar gibi doğup, gelişip, yok olduklarını savunmaktadır. Bu görüş tavırlar kuramına dayanmaktadır.
Sosyolojik yöntemi; sosyal olayların ve olguların ele alınması, bu olayların sosyal ve siyasi arka planının sistematik analizi ibni Haldun ile başlar.
Din sosyolojisinin konusu, insanların dine dayalı sosyal davranışıdır. Dine dayalı sosyal davranışın gerçekleşmesi için din, bir grup insanın karşılıklı ilişkilerinin temeli olmalıdır. Din Sosyolojisi, dinin, belli bir amaca yönelik cemaatlaşmalarıyla ve insanların din tarafından belirlenmiş, en azından etkilenmiş sosyal davranışlarıyla ilgilenir.

Din sosyolojisinin konu alanları;
-Dinlerin kökenini ve ortaya çıkışının sebeplerini göstermek: öncüleri; H.Spencer, E.Tylor, JFrazer, K.Marx, E.Durkheim’dır.
-Kilise gruplarının sosyal ve dini hayatı: E.Troeltsch, G.Le Bras
Din ile dünyevi toplum arasındaki karşılıklı ilişkiler; M.Weber, J.Wach, G.Mensching
Mensching’e göre din sosyolojisinin incelediği konular;
Din sosyolojisinin konusunu, dinin bünyesindeki sosyolojik olayların ve dini sosyolojik incelenmesi olarak sınırlandıran Mensching’dir.
1-Dinin aile, devlet, kabile gibi kutsal dışı cemaatler ile olan ilişkisi
2-Dinin kendine has özellikleri nedeniyle ortaya çıkardığı bazı gruplaşmalar vardır.(Tarikat, mezhep)
3-bir yandan kutsal cemaat ile dini cemaat arasında, diğer yandan da yaşayan din arasındaki ilişkiler.
4-Dini cemaatlerin kendi arasındaki ilişkiler.
Mensching’e göre Din sosyolojisinin konu;
-İnanç, ibadet ve cemaatin sosyolojik temelleri ve görevleri,
- dinin toplum üzerindeki sosyolojik etkileri ve toplum içindeki görevleri.
Dini karakterli sosyal tutum ve davranışların araştırılmasında birçok metot ve teknik kullanımı söz konusudur. Aynı şekilde, bir araştırmada birden çok metodolojik tercihin ve birçok tekniğin birlikte kullanımı da mümkündür.
Sosyolojik araştırmalarda kullanılacak metodoloji ve teknikler araştırmanın desenine göre belirlenir. Din sosyolojisinde açıklayıcı ve anlayıcı yaklaşımlar olarak nicel veya nitel metodolojik yaklaşımlar söz konusudur.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 190 30 Nisan 2023 16:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 148 29 Nisan 2023 18:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 924 27 Nisan 2020 21:40
T.B.Teknolojileri-2 Vize Konuları Ozet(2017) Temel Bilgi Teknolojileri 2 Medine-web 3 2585 06 Ekim 2017 20:31

Alt 21 Kasım 2013, 17:57   Mesaj No:2
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

DİN BİLİMLERİ 2
ÜNİTE 1: DİN SOSYOLOJİSİ BİLİMİ

Dini tanımlamak zordur. Bu zorluğun birinci yönü, hem insan organizmasının, hem de din olgusunun karmaşıklığından ileri gelmektedir. İkinci yönü bu tanımları ortaya atanların, din olgusuna, kendi değer ve dünya görüşlerinin etkisi altında yaklaşmalarına bağlıdır. Din iki açıdan tanımlanabilir.

Müslüman bilginlere göre dinin tanımı; Aklı selim insanların, kendi ihtiyaçlarıyla, bu dünyada doğruluğa, salaha; öteki dünyada kurtuluşa götüren ve yüce Allah tarafından konan bir kanundur.

Batılı Bilginlerin din tanımında eksik olan nedir? Dini tecrübenin bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir tanım geliştirememektedir.

G.M.Vernon Dini: kültürün, bireyler tarafından paylaşılan inançlar ve pratiklerden oluşan bir bölümü olarak tanımlamaktadır. Ayrıca o bilinen dünya ile ilişkisini de kuran bir sistem olarak görmektedir.

Dini Tanımlama konusunda;
Durkheim- kolektif yönüne,
Pratt- tavır yönüne
Schleirmacher- duygu yönüne
Menzies- İbadet yönüne
Müler – İnanç yönüne vurgu yapmışlar kuşatıcı bir tanım geliştirememişlerdir
Substansif (özsel) tanımlar, onun insanlar için getirdiği değerleri, kutsallık, ilahilik ve aşkınlık özelliğini ön plana almaktadır.

** Bütün dinleri içine alacak şekilde ve bütün din adamlarına meydan okurcasına dini tanımlayan Alman İlahiyatçı R.OTTO’dur.Bu tanıma göre din “Kutsalın tecrübesidir”
Dinin İşlevsel tanımlarda dinin birey ve toplum hayatında gördüğü işlevlere önem verilir. Bu anlayışa göre eğer dinin bir işlevi varsa anlamı da vardır.

** Dini işlevsel olarak tanımlayan ilk sosyolog Durkheim’ dir. . Dini “kutsal şeylerle ilgili inanç ve ibadetler” olarak tanımlamıştır.

Wach: Dini sosyal sonuçlarının,dinin özünden ayrı olarak,din sosyolojisi tarafından incelenmesi gerektiğinin ileri sürmektedir.

Weber için de din: İnsanı anlamlandırmayla ilgili bir eylemdir. Dini-sosyal davranışın bireysel olarak inşa edildiğini savunur.

E.B.Tylor: Dini “ruhlara inanç” olarak tanımlamaktadır.

** Dini toplumsal işlevselliği açıdan tanımlayan Luckmann’dır, onu, insanı biyolojik bakımdan sınırlayan ve kuşatan anlamlar vasıtasıyla bazı şeyleri aşkınlaştırma kabiliyetine bağlar.

Bouman’a göre Din sosyolojisi: inancın mahiyetini tartışmaz, dinin toplum içindeki konumunu ve sosyal hayattaki somut tezahürleri ele alır.

Gablentz’e göre Dinin Muhtevası: yani insanın kutsal güçlerle ilişkisi, sosyolojik incelemenin dışındadır.

Yinger: din gerçekte nedir, veya ne olmalıdır, sorularını reddetmekte ve kendini, dinin işlevsel tanımıyla sınırlandırmaktadır. Yingere göre din,öleceğini bilme, ıstırap çekme,hayatı ve mutluluğu tehdit eden güçleri tanıma vs. gibi hayatın kaçınılmaz sorunlarıyla mücadelesinden insana yardım eden inanç ve uygulamalar sistemidir. Ayrıca din, kaçınılmaz zorunlulukların severek yapılması için insanı motive eder.

C.Y.Glocak: toplumsal bütünleşmenin dine indirgenemeyeceğini, aksine ona, başka bir çok faktörün katkıda bulunduğunu göstermiştir.

** Din sosyolojisi dinin mahiyetini tartışmaz, sosyal hayattaki tezahürlerini ele alır.

Özsel ve işlevsel tanımların yararlı ve yararsız olan yönleri: özsel tanımlar benimsenirse, dini olanla dini olmayanı birbirinden ayırmak kolaylaşır. İşlevsel tanımlar benimsenirse, insanın din adına yaptığı şeylerin dinin bir parçası gibi algılanması problemi ortaya çıkar. Her ikisinin de kullanışlı tarafları olduğunu kabul etmek uygun olur.

Dinler İşlevlerini üç planda görmektedir.
1-Kişisel plan
2-Kültür Plan; bir semboller sistemidir.
3-Toplumsal plan

ilk din sosyolojisi Batı’da yapılan ilk din sosyolojisi araştırmalarında din, sistematik bir metodoloji dahilinde değil, belirli bir gelişim çizgisine dayalı evrimci ve pozitivist açıklamalarla ele alınmıştır. Bu araştırmalar antropolojik niteliktedir. Din sosyolojisinde evrimci din kuramları olarak bilinen bu yaklaşımlar, A. Comte’un üç hal yasasına dayanmakta ve dinin kaynağını, büyüde, ruhta, totemde ve doğa güçlerinde aramaktadır.

** Din bilimlerini 19 yy da ilk kez bağımsız olarak M.Müller düşünmüştür. C.P.Tiele ve Soussaye de Din biliminin kuruluşuna katkı yapmıştır.

Din bilimleri hangi bilimlerden oluşur.
1-Dinler tarihi
2-Din fenomenolojisi
3-Din psikolojisi
4-Din sosyolojisi

WACHT’a göre; “İlahiyat biliminin amacı belli bir dinin amacı,incelenmesi, yorumu ve açıklamasıdır.Din Bilimi ise deiptif(betimleyici)dır. Onun gayesi yalnızca her dinin tabiatını anlamaktır.”
WACHT, ilahiyat, din felsefesi ve din Bilimlerini birbirinden ayırmış Din sosyolojisini Din Bilimlerinin bir kolu olarak görmüştür.

ilahi veya ****fizik Felsefenin bilime yardımı;
1-Disiplinin metodlarını denetler; doğruluk ve yanlışlıklarını araştırır,
2-Belli bir araştırmayı başka bir araştırmaya bağlayarak onun konusunu felsefi olarak belirler,
3-Bilimler bütünlüğü içinde olayları bir düzene koyar.

Etnolojiyle din sosyolojisi arasındaki temel fark:Etnoloji; bir zamanlar sadece yazısız kültürlerin dinleriyle ilgilenmiştir, buna karşılık din sosyolojisi, bilim olarak modern Batı toplumunun dinin problemlerine özel itina göstermiştir.

** Köyden kente göçler, hızlı kentleşme ve buna bağlı olarak toplumların hayatında meydana gelen büyük değişmeler,bilim adamlarının ilgisini sosyal konulara yönlendirmiştir. Bu gelişmeler, sosyoloji ile din sosyolojisinin, ilahiyat ve felsefeden ayrılarak bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.

** ilk din sosyolojisi araştırmaları antropolojik niteliklidir. Ve dinin kaynağını, Büyüde JFrazer, Ruhta A.Tylor, totemde Durkheim ve doğa güçlerinde M.Müller aramaktadır.

**Toplumu inceleyen bilime sosyoloji adını veren A.Comte’dir. Comte düşüncesindeki adı “üç hal yasasıdır”

1-Teolojik dönem: Devrin en belirgin özelliği olayların arkasındaki Tanrı iradesinin araştırılmasıdır. Olaylar değişmez yasalarla değil insan iradesine benzeyen iradeler tarafından yönetilir Bu dönem zorunlu olarak ****fizik döneme yol acar.

2-****fizik dönem: Bu dönemde ruhlar ve doğanın eğilimleri gibi soyutlamalar gerçek varlıklar olarak algılanmaktadır. Tanrı fikrinin yerine tabiat kuvveti. Niteliği belli olmayan güçler.

3-Pozitif dönem: İnsanlığın ulaştığı son aşama. Bilim ve pozitif düşünce hâkimdir. Gözlem ve deney yoksa bir şey yoktur. Comte ye göre bilimsel bilgi teolojik ve ****fizik unsurlardan arındırılmalıdır.

**Pozitif kelimesini ilk defa kullanarak pozitivist düşünce biçiminin bir taslağını ortaya koyan S.Simon’ dur.

** Comte ye göre aile, devlet ve din toplumun temel unsurlarıdır ama onun idealindeki toplumun dinide pozitif olmalıdır.Yeni bir din önerisidir.Determinisnt ilkelere göre işleyen bir tarih ve toplum anlayışını savunur,sosyolojiyi toplumların birliği ilkesine dayandırmaktadır.

** Din alanındaki temel tartışmaları ortaya çıkaran düşünürlerin başında Marx ve Freud gelir.
Feuerbach'a göre din, insanın kendi düşüncesinin, ilahi veya ****fizik plana aktarılışıdır.Algılanabilen şeylerin varlığı ispat edilir, algılanamayan şeylerin varlıkları ispat edilemez demektedir.

Tanrı inancı, insanın, kendi sınırlılığını ideal bir varlıkla karşılaştırma eğiliminden doğan bir fonksiyondur.(yansıtma). Din, insanın kendi düşüncesinin; ilahi veya ****fizik plana aktarılışıdır.

Marx'a göre din, bir tahakküm aracı değil, insanların güç yetiremediği ve anlam veremediği, olaylar karşısında kendini kurtarma aracıdır.Din, halkın afyonudur, İdeoloji ile din arasında çok güçlü bir bağ vardır.

Freud için din, insanın aynı şekilde oynadığı bir kurtuluş oyunudur. Fakat ona göre din, ferdin toplumsal problemlerinden önce bazı şahsiyet problemlerini halletme aracıdır.

Herbert Spencer’ in Sosyal evrim kuramı; Evrenin basitten karmaşığa, farklılaşmamış olandan farklılaşmış olana doğru seyreden bir evrim süreci.

** Sosyal gelişme ile dini gelişme arasında bir paralellik, hatta birlikte değişme olduğu düşüncesini savunan Spencer olmuştur. Spencer dinin sosyal hayatta en güçlü etkisinin ilkel toplumlarda, en zayıf etkisinin sanayi toplumlarında görüldüğünü vurgular.

Spencer, dinin belli başlı şu işlevlerini inceler:
1-Din, cenaze ve atalara kutsal saygı törenleri yoluyla aile bağlarını güçlendirir. Mezarlıkların kutsal önemi uyumsuzluğu önler ve grup olarak aileye yeniden birleştirir.
2-Din, dini meşrulaştırmalar yoluyla geleneksel olarak kuşaktan kuşağa aktarılan davranışı koruyarak, ona destek olur.
3-Din,milli birliği temellendirir ve güçlendirir.
4-Din, kutsal nesne ve mekanların tabulaştırılmasını sağlayarak,mülkiyeti korur.

Edward B.Tylor ve Animizm; Dinin kökeni sosyolojik olmaktan ziyade psikolojiktir. Dini fenomenlerin kaynağı “ ilkeller” in bilgi eksikliğidir. Din, atalardan kalma bir kült ve tapınmadır. Ona göre rüya olayları, uyku esnasında ruhun bedenden geçici olarak ayrılışıdır. Ölülerin ruhları, tıpkı yaşayan insanların kendi durumlarına uygun olarak saygı görmesi gibi memnun edilmelidir. Animizm adı verilen kurama göre dinin kökenleri; insanın entelektüel özelliğinde, benzerlikleri görme ve onlardan genellemeler yapma yeteneğinde aranmalıdır. İnsanın ilk dini inançları, şahsiyeti olmayan güçlere değil, şahsiyeti olan ruhlara yöneliktir. Çünkü insana hayat veren şey, onun ruhudur.Güneş, yağmur, nehirler, fırtınalar gibi hareket ve güç sahibi olan tabiat olayları ve varlıkların bir tür ruha sahip olduğunu savunmuştur. Uyku ve ölüm den hareketle ruhun kutsallığı düşüncesine varmıştır.

S. James Frazer’ da büyü ve din; Antropolojik din sosyolojisine en kalıcı etkiyi yapan eser “Büyü ve Din” başlıklı çalışmasıdır. İlk olarak gelişmiş her çeşit dinden önce bir sihir (büyü) aşamasının varlığıdır. Bunun, dini inançlar tarafından ortadan kaldırılmaktan ziyade, zamanla üstü örtülmüş olmasıdır. Frazer, ölümsüzlük inancının, bütün kültürlerde varlığını ispatlamaya çalışır.İlk dini objelerin temel özelliği, onların güçleridir. Frazer, büyüyü, teorik tarafıyla bilimin meşru olmayan kız kardeşi, uygulamalı tarafı ile ise sahte sanat olarak görür.

Emile Durkheim ve Fransız sosyoloji ekoli; Durkheim’e göre insanlar dine inanmak ve tapınmakla, aslında kendi kendilerine ve kendilerinin oluşturdukları topluma tapınmış olmaktadırlar. Din sosyolojisiyle ilgili en önemli eseri “Dini hayatın ikel biçimleri” dir. Din toplumun temel unsurlarındandır. Kutsal şeyler toplumun birliğinin sembolleridir.Dine bağlılıkla intiharların azlık-çokluk ilişkisinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Durkheim intiharların azlığı-çokluğu ile din arasında bir ilişki kurar. Protestanlığa bağlı olanların Katoliklerden daha çok intihar ettiklerini çünkü Katolikliliğin Protestanlıktan daha çok toplumu ve kişileri birbirine bağladığını öne sürmektedir.

Malinowski, Büyünün toplum içindeki işlevi üzerinde durur.Ona göre büyü bütün toplumlarda belirli zamanlarda sonuç elde etme yollarından biridir.

A.R.Racdliffe-Brown: Durkheim’in ayinlere verdiği önemi dikkate alarak, dinin bir davranış türü olarak incelenmesi için bir takım ana kurallar teklif etmiştir.

—Dinin etkileri incelenmelidir.
—Dini topluluğa katılma sonucu hangi duygular oluşur. İncelenmelidir.
—Kişisel ve toplumsal ayinler incelenmelidir.
Radcliffe-Browın çift yönlü bağımlılık duygusundan kastettiği, insanların kedi toplumlarını dini ayinlerinden hem bir şey beklemesi, hem de onlardan çekinmesidir.
Din ve Kişilik Dinin, insanın başa çıkamadığı veya çözümünü ve açıklamasını bulamadığı olaylar karşısında kendini avutmak için bulduğu hayali bir sistem olarak görülmesinden sonra günümüzde sosyal bilimlerdeki ilerlemeler, Weber'in de katkısıyla dinin, endişe azaltıcı ve kişiliği billurlaştırıcı sembolik bir süreç olarak kavranmasına imkan vermiştir.

Weber, Tarihi ve sistematik din sosyolojisinin kurucusu kabul edilir. Böylece o, din sosyolojisinde karşılaştırmalı, tipolojik ve sistematik araştırmaların ilk örneklerini vermiştir. Din-ekonomi üzerine inceleme yapmıştır. Din sosyolojisi, dini davranışlar yada dini karakterli sosyal davranışların ve gruplaşmaların incelenmesinin amaçlayan bir disiplin haline gelmiştir.Din sosyolojisinde öncelikle, kapitalizmin yükselişini, son derece derinden etkileyen “asketik Protestanlık” teziyle bilinir. Weber, Protestan ahlakının kapitalizmin doğuşuna etki eden faktörlerden biri olduğu sonucuna varır.
Weber’e göre farklı inanç tipleri farklı davranışlara yol açar. Ahlaki değerlerin doğruluğu sosyolojik analizin değil, öznel bilinç ve inancın konusudur.
Weber’in din sosyolojisi anlayışı, bilim hayatına Tipolojik alanda da yenilikler getirmiştir. Marx’ın sınıf toplumunun evrimi kuramını reddeden Weber; Dini davranışın öznel anlamını konu edinen bir sosyoloji anlayışı geliştirmiştir. Din sosyolojisinde bir ideal tip metodolojisinin temelini atmıştır. Büyücü, peygamber, kâhin tipleri, karizma, sıradanlaşma ve meşruiyet kavramları üzerinde durmuştur. Farklı kültürlerden elde edilen meteryallerin nasıl inceleneceği konusunda ilkeler ortaya koymuştur. Bu ilkeler onu Karşılaştırmalı din sosyolojisinin gerçek bir kurucusu yapmıştır.Weber, sosyoloğun ilk görevini sosyal davranışı açıklama olarak algılamaktadır. Weber’in araştırmaları, karşılaştırmalı tarihi araştırma olarak görülmektedir.

Weber’e göre Din Sosyolojisinin konusu Dinin mahiyeti ile değil, toplumsal davranışın belli bir tarzının etkileri ve şartları ile ilgilenmelidir.

WACH: tarihi, fenomenolojik, karşılaştırmalı ve tipolojik yöntemleri kullanarak, genel ve sistematik bir din sosyolojisine katkıda bulunmuştur. Wach, dini tecrübenin ifade biçimlerini, "teorik" (inanç), "pratik" (ibadet) ve "sosyolojik" (dini topluluk) olarak üçlü bir tipolojiyle açıklamıştır.Wacht, din ve toplum arasındaki karşılıklı etkileşimle ilgilenmiştir. Wacht’ın din sosyolojisi Tipolojiler üzerine kurulmuştur denilebilir.
Bu gün birçok araştırmada WACH tarafından ortaya konan ele alış tarzı korunmaktadır.
İslam dünyasında da sosyolojik değerlendirmelere ve din-toplum ilişkilerine yönelik fikirlere rastlanmaktadır.

Wach’ın dinlerin sınıflandırması:İnançlar tipolojisi;
“savaşçı dinler” Zen Budizm’i, Meksika dinleri
“tüccar dinler” Japonya ve Çin dinleri
“köylü dinleri” Bazı Asya dinleri
Kültler tipolojisi;
“Yerel, ırki, milli kültler” ve “aile kültleri”
Dini Otorite tipolojisi;
“Kurucu, reformcu, peygamber, elçi, kâhin, veli, rahip, büyücü. V.s”

Gustav Mensching; Dini Sosyoloji adıl eserin yazarıdır.Sosyo-Kültürel koşulların din üzerinde kesin bir etkiye sahip olmadığını iddia eder. Bireysel ve dini faktörler arasındaki ilişkiyi reddetmez.Özel bir din sosyolojisi yerine, çeşitli tarihi dinler içerisinde sosyal ilişkilerin temel ve evrensel karakterlerinin inceleyen genel bir din sosyolojisini savunur. Durkheim’in varsayımları ile Kuzey Amerika’daki işlevselci bakış açılarını çürütmeye çalışır.

** Kuranı özüne uygun olarak anlama ve yorumlama ihtiyacından dolayı Tefsir bilimi ortaya çıkmıştır

** Veda hutbesinde Müslümanlara önerdiği iki temel referansından biri olankendi söz ve uygulamalarının,özüne uygun ve sahih bir şekilde yazılı literatür haline getirilmesi ihtiyacından hadis ve hadis usulü bilimi ortaya çıkmıştır.

** Müslümanların, gerek Allahla ve diğer Müslümanlarla veya Müslüman olmayanlarla ilişkilerin düzenlenme ihtiyacından Fıkıh (İslam Hukuku) bilimi doğmuştur.

**İslam inanç esaslarının açıklanması, yabancı din ve felsefi akımlara karşı savunulması ihtiyacından Kelam bilimi doğmuştur.

** İslam bilimleri, bütün ilimleri içine alacak şekilde önce Fıkhul Ekber olarak isimlendirilmiştir.

** İslam dünyasında sosyoloji ve din sosyolojisi ile ilgili bilgiyi, daha ziyade Farabi, Gazali ve İbni Haldun’un eserlerinde buluruz.

FARABİ
İslam dünyasında sosyoloji ve din sosyolojisinin hazırlayıcısı ve öncüsü sayılır. Ahlakta Aristo’yu, siyasette Eflatun’u benimsemiştir.
Eserleri;
1-El Medinetül Fazıla 2-Füsus El hikem 3-İhsaul ulum 4-Tahsilüs Sade 5- es-Siyasetül medeniyye
Farabi;Toplumu Özgür bireylerden oluşan bir organizmaya benzetir. İnsanı Medeni varlık olarak tanımlar ve oluşturdukları topluluklara göre tasnif eder. Üç tür topluluk kategorisi vardır. Büyük, Orta, küçük.
Farabi, Toplumları Mükemmelliklerine göre 2 ye ayırır.
1-Erdemli toplum; İslam’ın evrensel değerleri üzerine kurulu toplum, İdeal Toplum
2-Erdemsiz Toplum; yeryüzünde yaşamakta olanlar. Gerçek toplum
Gerçek toplumun 4 şekli vardır.
1- Bilgisiz toplum 2-Kötü toplum 3-Değişmiş toplum 4- Bozulmuş Toplum
Erdemsiz toplumun şekli;
1-hırs, sefahat ve istibdadın hakim olduğu “bilgisiz toplum”
2-Erdem ilkelerini bilmeyen “kötü toplum”
3-başlangıçta iyi olup, sonradan “değişmiş toplum”
4-hiçbir hedefi olmayan “bozulmuş toplum”

Gazali, İslam dünyasında Din Sosyolojisinin gerçek öncüsü kabul edilir. toplumsal olayları, biyolojik kuramlarda olduğu gibi, canlıların organları ile karşılaştırmalar yaparak açıklar. Ona göre toplum bir canlıya benzer ve canlılarda bulunan çeşitli organlar, toplumun çeşitli mesleklerini karşılar. Ayrıca insan tek başına yaşayamaz ve daima başkalarına muhtaçtır. Gazali, gerçeğe yalnızca Allah’ın insanın kalbine atacağı “ilahi bir nur” ile ulaşılacağı fikrine varmıştır.
Eserleri;
1-el-Munkız mine’d-Dalal
2-Tehafütü’l-Felasiye
3-Kimyaü’s-Saade,
4-İhyaü Ulumü’d-Din
Gazalinin sosyolojik görüşleri:
- Yöntemi ve Toplumsal Kuramı
- İnsanın toplumsallığı
- İdeal toplum ve adalet
Gazali bilimleri ikiye ayırır;
1-Din ile ilgisi olan Bilimler: ****fizik, ahlak, siyaset, psikoloji
2-Dinle İlgisi olmayan Bilimler. Matematik, mantık, fizik ve tıp.
Gazali’nin yöntemi ve toplumsal Kuramı:
Çağdaşlarının çoğu gibi tarihi yöntemi kullanır. Toplumsal olayları, biyolojik kuramlarda olduğu gibi, canlıların organları ile karşılaştırmalar yaparak açıklar. İnsan tek başına yaşayamaz başkalarına muhtaçtır. Gazali’ye göre toplum hayatı için devlet ve din zorunludur.

İBNİ HALDUN
İbni Haldun’a göre tarih, insanı ve onun toplumsal hayatını anlatan, büyük ve geniş bir bilgi disiplinidir. Bu bilimin konusu, ‘insan medeniyeti’ ve ‘toplumsal hayat’tır. İbni Haldun’un tarih anlayışı, onu, “ümran” düşüncesine götürmektedir. Bu düşünce, günümüz sosyoloji literatüründe “kültür ve medeniyet” terimleriyle ifade edilmektedir. Tarih felsefesinin ve sosyolojisinin öncüsüdür. İbni Haldun, Aristo’dan beri bilinen, ‘insanın sosyal bir varlık olduğu, yalnız başına yaşayamayacağı’ fikrini ifade ederek, toplum halinde yaşamanın zorunluluğundan söz etmektedir. Ona göre coğrafi şartların, toplumların hayatı üzerinde büyük bir etkisi vardır. O, toplumların da, insanlar gibi, doğup, gelişip (büyüyüp), yok olduklarını savunmaktadır. İbni Haldun Sosyal olayların ve sosyal olguların ele alınması, bu olayların sosyal ve siyasi arka planının sistematik analizi İbn Haldun ile başlamıştır. İbn Haldun kendi metodolojisini oluşturmuştur.Din ile devlet işlerini birbirinden ayıran anlayışa da öncülük etmiştir.
Eserleri;Eserleri ve görüşlerinin temel dayanağı, onun keskin, iyi bir gözlemci olması ve farklı görev, ülke, toplum ve kültür tecrübeleridir. Kitabü’l-İber (Mukaddime)
İbni Haldun, iki tür toplumsal hayattan bahseder;
1-göçebe hayat, 2-yerleşik hayat.

AKLİ BİLİMLER:
1-Mantık
2-Doğal Bilimler(İnsan, hayvan, bitki)
3-İlahiyat
4-Ta’limi Bilimler(matematik, musiki, astronomi)

NAKLİ BİLİMLER:
1-Tefsir 2-Kıraat 3-Hadis 4-Ta’limi Bilimler 5-Fıkıh 6-Usulü fıkıh 7-kelam
8-Tasavvuf 9-Rüya Tabiri 10-Dil Bilimleri(lügat, nahiv ve beyan)
Asabiyet kuramı; medeni halk ile bunların yerine geçmeye çalışan bedevi halk arasında mücadele vardır. Bu mücadele üstünlüğü ele geçirmede rol oynayan güce asabiyet denir. Asabiyet, “sebep ve nesep” olarak ikiye ayırır. Nesep asabiyeti; aynı soya mensup olanlar, sebep asabiyeti; aynı kültür ortamında yaşamaktan doğan.
Tavırlar Kuramı: Toplumların da insanlar gibi doğup, gelişip, yok olduklarını savunmaktadır. Bu görüş tavırlar kuramına dayanmaktadır.
Sosyolojik yöntemi; sosyal olayların ve olguların ele alınması, bu olayların sosyal ve siyasi arka planının sistematik analizi ibni Haldun ile başlar.
Din sosyolojisinin konusu, insanların dine dayalı sosyal davranışıdır. Dine dayalı sosyal davranışın gerçekleşmesi için din, bir grup insanın karşılıklı ilişkilerinin temeli olmalıdır. Din Sosyolojisi, dinin, belli bir amaca yönelik cemaatlaşmalarıyla ve insanların din tarafından belirlenmiş, en azından etkilenmiş sosyal davranışlarıyla ilgilenir.

Din sosyolojisinin konu alanları;
-Dinlerin kökenini ve ortaya çıkışının sebeplerini göstermek: öncüleri; H.Spencer, E.Tylor, JFrazer, K.Marx, E.Durkheim’dır.
-Kilise gruplarının sosyal ve dini hayatı: E.Troeltsch, G.Le Bras
Din ile dünyevi toplum arasındaki karşılıklı ilişkiler; M.Weber, J.Wach, G.Mensching
Mensching’e göre din sosyolojisinin incelediği konular;
Din sosyolojisinin konusunu, dinin bünyesindeki sosyolojik olayların ve dini sosyolojik incelenmesi olarak sınırlandıran Mensching’dir.
1-Dinin aile, devlet, kabile gibi kutsal dışı cemaatler ile olan ilişkisi
2-Dinin kendine has özellikleri nedeniyle ortaya çıkardığı bazı gruplaşmalar vardır.(Tarikat, mezhep)
3-bir yandan kutsal cemaat ile dini cemaat arasında, diğer yandan da yaşayan din arasındaki ilişkiler.
4-Dini cemaatlerin kendi arasındaki ilişkiler.
Mensching’e göre Din sosyolojisinin konu;
-İnanç, ibadet ve cemaatin sosyolojik temelleri ve görevleri,
- dinin toplum üzerindeki sosyolojik etkileri ve toplum içindeki görevleri.
Dini karakterli sosyal tutum ve davranışların araştırılmasında birçok metot ve teknik kullanımı söz konusudur. Aynı şekilde, bir araştırmada birden çok metodolojik tercihin ve birçok tekniğin birlikte kullanımı da mümkündür.
Sosyolojik araştırmalarda kullanılacak metodoloji ve teknikler araştırmanın desenine göre belirlenir. Din sosyolojisinde açıklayıcı ve anlayıcı yaklaşımlar olarak nicel veya nitel metodolojik yaklaşımlar söz konusudur.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Kasım 2013, 17:58   Mesaj No:3
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

ÜNİTE 2: DİN VE TOPLUM İLİŞKİSİ

İnsan ve din İnsan, tarih sahnesinde çıktığı andan beri varlığına bir anlam biçme arayışı içinde olmuştur.Toplumların yapısı ve mahalli şartları dolayısıyla onda dini inançlarının şiddeti, dini ibadetlere rağbet etmeleri, dini duygularının yoğunluğu, azlığı veya çokluğuna, insanların hayatının çeşitli faaliyet alanlarına olan etkileri bakımından derece farklılıkları bulunmasına rağmen, bu kültür formları içinde dinin ayrıcalıklı konumu hiç değişmemiştir. Bu sebeple insanlığın temel sorusu, hep dinle ilgili olmuştur.

Berger; insanın dünya kurma sürecinde çok önemli bir rol oynayan sübjektif bilincin, kurumlaşarak insanın kendi üzerine döndüğünü belirtmektedir. Bergere göre, her insan topluluğu, bir dünya kurma girişimidir.

Bireyin kimlik kazanma süreci; Her toplum, kendi nesnelleşmiş manalarını, değerlerini, davranış kalıplarını sonraki kuşaklara aktarır. Sosyalleşme denilen bu süreçte birey, nesnelleşmiş manaları öğrenmekle ve onlara sahip olmakla kalmaz, onları hem ifade, hem de temsil eden biri olur.
Birey ve toplum hayatında dinin işlevi; Din toplumsal dünyanın ve bireyin subjektif bilincinin anlama boşluklarını doldurabildiği zaman, kendi ilkelerini başarıyla hayata geçirebilir. İşte bu anlamda din, insanın, kendisine kutsal bir alem kurma girişimidir.

Dini tecrübenin ifade şekilleri (Otto)
A-Teorik ifadesi: İnançlar; düşünce ve doktrini ihtiva eden bir semboller sistemi şeklinde ortaya çıkar. İlk ilham ve sezgiden kaynağını alan bu ilk tecrübe, belirli ve tutarlı nazari tasdiklerde ifade edilir.
Wach, dini tecrübenin teoruk ifadesi olan inanç, yani doktrinin, medeniyet tarihi boyunca şekil bakımından üç safhaya incelenebileceğini belirtmiştir.
a-İlkel toplumların mitolojik hikaye ve rivayetlerinin sonsuz çeşitliliğiyle karakterize olur.
b-İkinci safhada kabilelerin efsane nakilleri değişmekte, efsaneler, merkezi bir şahıs etrafında organize edilir, şecere tabloları ortaya çıkar,
c-üçüncü safhada, ilahiyat başlamaktadır, yazılı rivayetler, kutsal metinler halinde sözlü rivayetlerin yerini alır.Kutsal kabul edilen metinler tarafından desteklenen normatif inanç sistemleri kurarlar.
Wach; inancın içeriğinin Tanrı, dünya ve insan olmak üzere üç konu etrafında döndüğünü belirtir.

B-Dini Tecrübenin Pratik ifadesi: İbadetler
Wach, ibadetlerin incelenmesinde en önemli katkıyı yapan Underhill’in bu eylemleri :
a-Mensekler (ayin usulleri modeli)
b-Semboller (imajlar)
c-Kutsama ayinleri
d-Kurbanlar diye ayırmaktadır.

C-Dini Tecrübenin Sosyolojik ifadesi: Dini Cemaat
Bütün dinlerde dinin teorik bildirisinde açıklanan inanç konuları, uygulanarak gerçekleşmektedir. Bu anlamda dini tecrübeden kaynağını alan her hareket, onun pratik ifadesi olarak değerlendirilir. İşte dini tecrübenin teorik ifadesiyle pratik ifadesi, onun üçüncü yani sosyolojik ifadesiyle tamamlanır.
Tektanrılı yüksek dinlerin ortaya çıkışıyla ilk defa doğrudan doğruya dinden doğan gruplara rastlanır, bu dinlerde cemaatin ilk teşekkülü, dinin kurucusu etrafında kenetlenen küçük bir grupla başlar.

Salikler grubu: yeni kurulmuş dinlerin tutunduğu ilk cemaatlerin oluşumunda köprü görevini görürler.

Dinin toplumu etkilemesi; Din, ilkel kültürlerden itibaren aile, kabile, boy, millet gibi tabi birliklerle yakın ilişki içindedir. Ayrıca din, gerek zihniyet, gerek örgütlenme açısından bu birlikleri etkiler.

Weber’e göre; her din ,bir ekonomik ve toplumsal ahlak yaratır ve geliştirir, bu ahlakın temelleri, dinin inanç esasları tarafından belirlenir. Böylece din toplumsal yapıyı belirlemede önemli bir rol üstlenir.

Toplumun dini etkilemesi; İlkel toplumlarda dini inançlar ve tanrı tasavvurlarında olduğu gibi dini bayramlar ve ayinler üzerinde de maddi hayat şartları, toplumsal ve ekonomik faktörlerin etkisi görülür. Fakat evrensel dinlerde ise durum farklıdır. Evrensel dinler yayılma eğiliminde olduğu için bütün insanlığa hitap eder ve onlara hitap ederken mesleklerine veya toplumsal tabakalarına göre sınıflandırmaz, onlara fert olarak hitap eder.

Dinin dünyaya karşı tutumu; olumlu, olumsuz ve bireyin dünyayla ilişkisinin tarzına göre hem olumlu hemde olumsuz (dengeli) tutum.

Hegel: Çin dinini ölçü, Süryani dinini acı çekme, Roma dinini fayda, Yunan dinini güzellik dini olarak tiplemektedir.

Dinlerin tutumları , Dinlerin genel olarak dünya karşısında olumlu, olumsuz ve ferdin dünyayla ilişkisinin tarzına göre hem olumlu hem de olumsuz olabilecek (dengeli) tutum olmak üzere üç türlü tutumu vardır.
1-Olumlu tutum: Her ne kadar alemde bir takım geçici güç ve eğilimler, iyiliği durmadan ortadan kaldırmaya çalışsalar da homerik ve Veda metinlerinde dünya, temelinde “iyi”dir.
Buna göre dünya ilahi bir varlık, Tanrı'nın bir eseri, ilahi vahy ve uluhiyetin "görünür" şekli olarak kabul edilir.
2-Olumsuz tutum: Farklılaşmış birtakım dinler, tamamen "olumsuz" ve "kötümser" bir tutum takınmaktadır. Bu dünyada "kötülük" ve "acı", bir "efendi" olarak hüküm sürmektedir.
Bu anlayışa göre bütün tabiat alemi, bir hayal, ilahi hakikati gizleyen bir “tül”den ibarettir. Dolayısıyla ferdin, ilahi hakikatlere ulaşabilmek için maddi alemden uzaklaşması, el etek çekmesi ve bir an önce dünyadan kurtulması gerekmektedir.
3-Dengeli tutum: İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik gibi yüksek dinlerde görülen, dünyayı yine Tanrı'nın eseri kabul eden, ama tabii olan her şeyin ne salt iyi, ne de salt kötü olarak kabul edildiği tutumdur. Bu tutumda din, dünyaya karşı pasif değil, aktif bir durumdadır. Bu anlayışa göre yeryüzünde günah ve kötülük de mevcuttur, ancak aslında dünya iyilik üzerine kurulmuştur.

Dini cemaatin teşkilatlanmasında etki eden faktörler;
1-Bir geleneğe duyulan ihtiyaç,
2-dinde objektifleşme ihtiyacı,
3-Dine koşan kitlelerin ihtiyaçlarının tatmini.

Dinlerin teşkilatlanması;
1-Azami (maksimum); Doktrin ve ibadetin tekamülü, hiyerarşik ilişki, alelade dindarlarla ruhban sınıfı arasındaki ayırım, ruhban sınıfının bir çok imtiyaza sahip oluşu ve diğerlirine olan üstünlüğü, bir şer’i hukuk ve bir disiplin mevcuttur.
2-Asgari (minimum): Teşkilat içinde disiplini, kanunu ve kuruluş düzenini kısmen veya tamamen reddeden,bütün mü’ minlerin eşitliği üzerinde ısrar ederek başlangıç idealine dönmeyi savunan manevi kardeşlik anlayışı.

Dini gruplar meselesini iki şekilde ele almak mümkündür.
Birinci şekli, dinin doğal grup içinde ortaya çıkmasıdır. Bunlara “doğal dini gruplar” diyoruz.
İkinci şekli ise dinin kendiliğinden bazı dini topluluklar yaratmasıdır. Evrensel dinlerde rastlanan bu tür dini gruplara “sırf dini gruplar” diyoruz.

Esasen evrensel dinleri karakterize eden önemli bir husus, onlarda dini kuran bir kişinin varlığıdır. Tarihte dinlerin gelişiminde önemli rol oynamış olan bu şahsiyetlerden bazıları düşünce, eylem ya da sosyal teşkilata yenilikler katmış; iman ve ibadette canlılık meydana getirmiş veya onları yeniden şekillendirmiş; vahiy ve ilhamları geleneksel kalıplarla yorumlamıştır.
Bu şahsiyetler, hayatlarının bir dönemindeki dini tecrübelerden sonra taraftar toplamaya başlamışlardır. Bunlardan bazılarının arasında hoca-talebe, bazılarının ise üstat-mürit, kurucu-taraftar ilişkisi vardı.

Tilmizler; Dini grupların ilk inananlarına Tilmiz denir, Weber, bu gurupların özelliklerini açıklamak için Karizma kavramını ortaya atmıştır.Toplumsal grupları geleneksel, yasal ve karizmatik olarak üçe ayırmaktadır.

İlk Dini cemaatin teşkilatlanmasında etki eden faktörler;
1-Bir geleneğe duyulan ihtiyaç,
2-dinde objektifleşme ihtiyacı,
3-Dine koşan kitlelerin ihtiyaçlarının tatmini.
halkası oldukça dar ve birbirine şahsen bağlı kimselerden oluşur. Onlar kurucuya şahsi fedakarlıkları, dostlukları ve sadakatleri yoluyla bağlı olup, onun arkadaşları da olabilirler.

İlk cemaatler bir dinin tarihinde ilk adımı teşkil ederler. Din kurucusunun ya da ilahi mesajın aracısının ölümü bu grupların hayatında bir dönüm noktası teşkil eder. Bu aşamada dini kuranın en yakını, en çok güvendiği, en samimi olduğu kişi veya kişiler, güçlüklerle karşılaşıldığında fedakarlık ve feragat gösterenler ortaya çıkar. Onlardan biri de din kurucusunun grupta yerine getirdiği fonksiyonu üstlenir.

Bütün evrensel dinlerde gevşek ya da sıkı bir teşkilat meydana getirilir. Dinin ve dini grubun varlığını sürdürebilmesi ve mesajını geniş kitlelere ulaştırabilmesi için bu şarttır. Böylece dinin bir kurum haline gelmesinin önü açılmış olur. Kurumlar toplumsal gerçekliğin devamında önemli rol oynar.

Bir toplumun uzun bir zaman, hiç değişmeden varlığını sürdürebilmesini sağlayan özellik, onların kurumlarını oluşturabilmeleridir.
Dinin teşkilatlanması, dinin kurumlaşması yolunda kat etmesi gereken bir aşamayı göstermektedir. Dinler, varlığını sürdürebilmek için kurumlaşmalıdır.

Dinin Kurumsallaşmanın hazırlayıcıları
1-Din nazariyesi, mensuplarının temel inançlarını ve dünyaya, din kardeşlerine, diğer insanlara, ilahi varlığa karşı alacakları tutum konusundaki temel esasları belirler.
2-Dini tören ve ibadetlerdir.
3-Dinin farklı kültür ve sosyal çevrelerde yayılırken dini cemaatin asli dini görevlerinin dışında bir çok sosyal görevleri de yerine getirme zorunluluğudur.utum
Dini gruplar, dini tecrübe (ya da ilahi varlık) onları kendi etrafında birleştirdiği için grup haline gelir. Bu sebeple dinde asıl olan birlik ve beraberliktir. Ama hiçbir din, gerek akide gerek ibadet ve törenlerin usulleri konusunda daha yoğun bir dini hayat yaşamak için yapılan itirazlar ve ana gruptan ayrılma teşebbüslerinden kendini kurtaramamıştır.

Mauss, dinlerde mezheplerin ortaya çıkışının kuvvetli bir eğilim olduğunu, özellikle farklı toplum ve kültürlere yayılmaya eğilimi olan evrensel dinlerin mezhepleşme gerçeğiyle karşı karşıya kaldığını ifade etmiştir.

Dini cemaat içerisinde itirazlar: 1-kişisel itirazlar 2-Kollektif itirazlar olarak iki şekilde gerçekleşir.

* islamda sufi hareketi ve tarikatlar, şii ve Harici mezhepleri Yahudilikte Kabalizm ve Hasidizm hareketleri Zen Budizimi Hıristiyanlıkta Püritanizm ve Revivalizm hareketleri bu itirazların örneğidir
Dini gruba İtirazlar, dini yaşayışın dört alanında ortaya çıkar: İlahiyat, ibadet, teşkilat ve ahlak.

Birincisi din nazariyesinden sapmalar konusundadır.
İkinci itiraz tören usulleri ve ibadet şekilleriyle ilgilidir.
Üçüncü itiraz teşkilat konusundadır.En şiddetli ve en inatçı mücadeleler teşkilat konusundaki ihtilaflardan dolayı ortaya çıkar.
Dördüncü itiraz dinin vaz ettiği bazı ahlaki kurallarda görülen gevşekliklerdir. Papazların evlenmeleri gibi.

* İslamda ise; Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Muhammed İkbal ve ülkemizde Mehmet Akifin temsil ettiği reformist hareketleri bu itirazlara örnek teşkil eder.

Teşkilatlanmış dini bir cemaati çeşitli sebeplerle eleştirenlere başkalarının katılması sonucunda itirazlar kolektif bir hale gelir veya bu hareketler, etrafına bir çok kimseyi toplamayabilir. Bu durumda ana dini grup içinde alt gruplar veya ana gruptan tamamen ayrılan yeni dini gruplar ortaya çıkabilir.

Dini Gruba itirazların sosyolojik sonuçları; Teşkilatlanmış dini bir cemaati çeşitli sebeplerle eleştiren bazı kişilere başkalarının katılması sonucunda itirazlar kolektif bir hale gelir ve ana dini grup içinde alt gruplar veya ana gruptan tamamen ayrılan yeni dini cemaatler teşekkül eder.

zahidane dindarlık Dini yaşayışa itirazlar sonucu ortaya çıkan farklı dini tecrübelerin somut hali, ne ideal cemaat ile özdeşleşen ne de cemaat içinde özel bir birlik oluşturmak isteyen, fakat çoğu zaman cemaatin tamamının hidayetini ve takvayı hedefleyen bir tutum ile karakterize olmaktadır. Bu zahidane dindarlıktır.
Kardeşlik Cemaati (İhvan Birlikleri Mevcut dini sisteme karşı bir protesto ile dini tecrübeyi şiddetlendirmek için duyulan arzuyla daha samimi bir cemaate doğru yönelen grupların mensupları arasında sıkı bir bağlılık meydana gelir. Bunlar Kardeşlik Cemaati (İhvan Birlikleri) dir.

Tarikat veya keşişlik ”Dinde ana gruba karşı ortaya çıkan, dini daha sıkı ve daha sert yaşama eğilimi ile karakterize olan cemaatlar “tarikat” ya da “keşişlik” olarak isimlendirilir.

* İslamda sufilik, çok sayıda tarikat oluşumuna giden yolu açmıştır.
* Tarikat cemaatleri, özellikle Roma Katolik kilisesinin büyümesinde bir rol oynamaktadır.

Tarikatlar; Ana dini gruptaki bazı gelişmelere karşı, dini daha sıkı ve yoğun yaşama isteğinden kaynaklanan itirazlar sonucu ortaya çıkar. Dinde ana gruba karşı ortaya çıkan, dini daha sıkı ve daha sert yaşama eğilimi ile karakterize olan cemaatler tarikat ya da keşişlik denir.

Bütün dinlerde görülen tarikatların evrensel özellikleri;
1.Kutsal dünya ile kutsal olmayan dünyayı birbirinden köklü bir şekilde ayırmak.
2.Müridi dünyaya bağlayan bağlardan kurtarma ile temsil edilen olumsuz hedefin yanında, bir güç elde etme gibi olumlu bir faaliyet ihtiva etme,
3. İradi faaliyet; Mürit dünyadan uzaklaşmaktadır.
4.Mürit hayatı bir murakebe hayatıdır.

*İslamdaki tasavvuf hareketlerinin, özellikle Gazali ile birlikte, ehlisünnet akide ve amelleri ile genel hayatlarıyla bağdaştığını da belirtmek gerekir.

*Anadoludaki tarikatların bir çığ gibi büyümesinin en büyük rolü, Moğol istilasıdır.
cemaattan ayrılma Dini itirazlar, itiraz edenlerin ana dini cemaattan ayrılmaları sonucuna da yol açabilir. Bu durum bütün büyük dinlerde görülebilir. Çoğunlukla başlangıçta, ana dini cemaattan bir ayrılma isteği bulunmamaktadır. Aksine dini cemaatta kalıp, onu ‘ıslah etmek’ fikri hakimdir.
Fakat zamanla bu problemlerle ilgili konularda bir ıslahatın mümkün olmadığını anladıkları anda ana dini cemaattan ayrılma veya ana dini cemaat tarafından kendilerinin sapmış telakki edilerek tard edilmeleri suretiyle ayrılık gerçekleşir.
Mezhepler,bu tür gruplaşmalara dahildir.Dinlerde iki farklı şekilde ortaya çıkabilir.
İlk olarak mezhebin, teşkilatlanmış büyük birlikten ayrılması; büyük cemaatin kavram birliğinden kopması ve farklı unsurları kısmen kendi kavramları olarak merkezine yerleştirmesini ifade etmektedir.
İkinci olarak da, kendisinden ayrılacağı bir dini teşkilat olmasa bile mezhebin, diğer mezheplerle bir bütün oluşturması anlamına gelmektedir.
Weber ve Troeltsch mezhebi, kurumlaşmış kiliseden farklı,sözleşmeli bir toplum olarak tanımlamaktadır.

** Mezhepçilik hakkında sosyolojik bir taslak sunan Faris, mezhebin bir itirazdan kaynaklandığını ve kendine has bir tutumu içinde barındırdığını ifade etmiş, dini teşkilatlardaki düşünce farklarının insanı mezhepçi bir cemaate doğru sürüklediğini vurgulamaktadır.Mezhepleri, her cemaatin yeniden bütünleşme gayreti olarak takdim eder.

Troeltsch, mezhebin seçici karakterleri ile diğer grup tiplerinden ayrıldığını, üyelerinden Tanrı, dünya ve insanlarla ilişkilerinde en yükseğe çıkarılmalarını istediğini ve radikal uyuşmazlık konularını korumaya yöneldiğini belirtmektedir.
Mensching,Mezhepleri iki büyük gruba ayıran Mensching,
“dogmatik (itikadi=kelami) mezhepler”in doktrin farklarına dayandığını,
“dini pratikli (fıkhi) mezheplerin” ise ibadet ve tören usulleri farklılıklarına dayandığını, fakat her ne kadar bu ikincilere mezhep denilse de,esasında onlara ekoller demenin daha uygun olacağını belirtmektedir. Bu anlamda Hindu mezheplerini, İslam’daki dört farklı hukuk mezhebini (Hanefi, Hanbeli, Maliki, Şafii) ekol olarak değerlendirmek gerekir.
** Zen ve Shin mezhepleri bu tür mezheplere örnektir. Zen mezhebi, bütün doktrinleri reddetmekte, öğrenecek ve öğretilecek hiçbir şey olmadığını, her şeyin sadece uygulama ve tecrübe ile kazanılacağını savunmaktadır.
Mezhep bütünlüğü Başka her gruptan daha fazla totaliter bir grup olan mezhep, kendine has karakterini ve bütünlüğünü korumak için dış etki ve müdahalelere karşı tedbir almak zorundadır.
Mutlak dini tecrübe etrafında kenetlenmiş olan ilk neslin, kendi yaşam düzeyi ve grubun geleneğini koruma işi, sonraki nesillerinkinden daha zordur. Bu açıdan sonraki nesiller, gençlerin dini eğitimlerinin, dini tecrübelerinin, mezhep prensiplerinin din dışı faktörler tarafından olumsuz etkilenmesini önlemek konusunda modern hayat şartlarından dolayı (şehirlerde temasların kolaylık ve çeşitliliği, iş ve sosyal hayatın zorunlulukları) birçok güçlükle karşı karşıyadır.
Şii doktrininin,gelişmesinde Gnostisizm, Yeni Eflatunculuk,Maniheizm,Zerdüştlük ve özellikle Mutezile den etkilendiği anlaşılmaktadır.
Gillin ve Niebuhr’un çalışmaları,gerek Doğu gerek batıda, özellikle Amerikada mezhepçi grupların çoğalmasının, daha çok sosyo-ekonomik faktörler, tarafından etkilendiğini ortaya koymuştur.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Kasım 2013, 17:59   Mesaj No:4
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

DİN BİLİMLERİ 2
ÜNİTE-3
SOSYAL DEĞİŞME VE DİN

SOSYAL DEĞİŞME KAVRAMI: bir durumdan yeni bir duruma geçişi ifade eder.
Maddi kültür;Bütün araç ve gereçleri kapsar
Manevi kültür;gelenekler, inançlar, düşünceler ve bütün değerlerden ibarettir.
Berelson ve steiner, sosyal değişmeyi; ailenin örgütlenişindeki, hayat kazanma yollarındaki,dinsel davranışlardaki, insanlar tarafından benimsenen değerlerdeki ve kullanılan teknolojideki değişmeler şeklinde ifade eder.
Moore’da toplumsal değişmeyi: toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları olan toplumsal yapının değişmesi olarak tanımlar.
Sosyal Değişme; Sosyal yapıda zamanla ortaya çıkan çeşitli farklılaşmalardır.
Sosyal değişmenin temel unsurları; İnsan, zaman ve mekandır.
** Sosyal değişme faktörlerinin toplumun farklı kesimlerindeki etki hızının aynı olmayışı “kültürel gecikme” kavramını ortaya çıkarmıştır.
Sosyal değişme modelleri;
A-Büyük boy Kuramlar;
1-Evrimci Modeller; İnsanlık tarihini, genelde kendi içinde ortaya çıkan birikimler sonunda varılan bir gelişme olarak görülür, insanlık tarihini kültürel açıdan inceleyen kuramların çoğu evrimci niteliğe sahiptir.
A.Comte’ un üç hal kanunu; 1. (Teolojik); Evrendeki olaylar değişmez kanunlarla değil, insanlarınkine benzeyen iradeler tarafından yönetilir. 2. (****fizik); Doğadaki olayları açıklamak için Tanrı fikrinin yerini niteleği belli olmayan kuvvetler almakta, ruhlar ve doğanın eğilimleri gibi soyutlamalar gerçek varlıklar gibi algılanmaktadır. 3. (pozitif dönem); İnsanlığın ulaştığı en son aşama olan bu dönemde bilim ve pozitif düşünce hakimdir.
Durkheim; ilkel toplumlardaki mekanik dayanışmadan karmaşık toplumların karakteristik özelliği olan organik dayanışmaya doğru bir gelişme.
Weber; toplumsal değişmeyi kültürel ve toplumsal olarak ikiye ayırır.
2-Organizmacı Modeller; Toplumlarında canlılar gibi doğup, büyüyüp, gelişip öldüklerini savunur.
İbni Haldun: Üç kuramla açıklamaktadır. 1. Ümran, 2. Asabiyet ve 3. Tavırlar.
Toynbee; Toplumlar ye da medeniyetler fiziki organizmalar gibi doğar, büyür, güçlenir ve verimleşirler.
3-Diyalektik Modeler; İnsanlık tarihini inceleyerek değişimin kanunlarını bulmaya çalışır. Zıtların etkileşimini savunur, İnsanlık tarihindeki her aşamanın, bir sonraki aşamanın tohumlarını taşıdığını ve bu yeni aşamanın, eski aşamanın zıddı olduğunu iddia eder. Evrimci modellerin özel bir şeklidir.
Karl Marx; Diyalektik modelin en ünlü temsilcisidir.Toplumun kendi içinde üretim biçimi ve güçlerine bağlı olarak meydana gelen çatışmalara bağlar.
Sorokin; Bütün üyelerin birbirine, dışarıdaki kişilere ve dış dünyaya karşı davranışlarını ve rollerini belirleyen kurallar olan, örgütlenmiş bir gruptur.
Üç kültürel sistem vardır; Duyumsal, düşünsel ve ülküsel kültür.
B-Orta boy kuramlar;
1-yapısal-işlevsel Model; Toplum, birbirine bağımlı olarak ve her biri, meydana getirdiği bütünün (toplumun) uyumunu daha fazla sağlamak amacıyla belli işlevlere sahip olan unsurlardan meydana gelir. Bu modeli ortaya atan ve geliştirenler; T.Parsons, R.K.Merton,R.Brown,B.Malinowski ve W.P.Ogburn sayılır.

Parsons: Ekonomistlerin rasyonellik ilkesini, pozitivistlerin determinist biyoloji yasalarını, idealistlerin kültürel değerler anlayışını uzlaştırmaya çalışır. Bir toplumda 3 türlü sistem vardır; 1. Kişilik, 2.Toplumsal, 3. Kültürel.
Ogburn; toplumsal değişme Dört unsura bağlıdır. İcatlar, yığılma, yayılma ve uyum süreci.
Pareto; Toplumsal olayları 3 unsur etkiler. Doğal olanlar, başka toplumdan gelenler ve toplum içindeki unsurlardır.
2-Çatışma Modeli; Toplumun ahenkli ve bütünleşmiş bir varlık olduğu görüşünün tam tersini ifade eden model çalışma molelidir. Toplum, birbiriyle çatışan birim ve unsurlardan meydana gelir. En önemli temsilcisi V.Paretodur.
Toplumsal olayları etkileyen iç unsurlar:
1-Tortular: bunlar, insanın mantıklı olmayan davranışlarının güdüleri ve onların değişmez eğilimleridir.
2-Türevler: Bunlar, davranışların ideolojik sebeplerdir
3-Ekonomik çıkarlar
4-Toplumsal farklılıklar 5-Toplumsal hareketlilik ve toplusal seçkinlerin dolaşımı
Grupsal modelin savunucusu J.L.Moreno,dur.Moreno, sosyometri adını verdiği model ile ırkı, inancı, dinin, ideolojisi ne olursa olsun her insana, yeryüzünde tutunmaları, kendiliğindenliklerinin ve yaratıcılıklarını kullanmaları için aynı derecede fırsat veren bir dünyanın kurulmasına yardımcı olmayı amaçladığını belirtmektedir.
Sosyal değişme faktörleri;
1-Nüfus; Toplumsal değişmede nüfusun rolü üzerende en çok duran Durkheim dır.
2-Teknoloji: sosyal değişme sürecinde teknolojinin önemi üzerinde en çok duran Riesman’dır. Ona göre tekniklerin evrimi toplumsal değişmeyi etkileyen en önemli faktördür.
3-Kültür; sosyal değişmeyi yönlendiren önemli bir faktördür.
4-Keşifler, icatlar ve Yayılma
5-Fiziki Çevre
6-Liderler ve Toplumsal hareketler
Weber’ in Protestan ahlaki tezi; Rasyonel (akılcı) olma, bireyselliği savunma ve bencilliği reddetme, çok çalışma,tükettiğinden fazla üretme.
** Dini değişim karşıtı olduğunu savunan Durkheim dır.
Nadel, dinin bütünleştirici bir güç ve dayanışma kaynağı olduğunu,
R.Firth ise; toplumsal ilişkileri düzenlediğini ve insanoğlunun evrendeki yerini belirlediğini ifade etmektedir.
Dinin sosyal değişmeyi engellemesi; Bir takım kutsal metinlere, sembollere ve geleneğe bağlılık, özellikle müesseseleşmiş bir dini eşyanın mevcut düzenini koruyan bir yapıya dönüştürülebilmekte ve bu durumda din, genellikle, yeni değerlerin yaratıcısı olmaktan ziyade eski değerlerin koruyucusu şeklinde algılanır. Savunucuları; Durkheim, Marx.

Dinin sosyal değişmeye etkisi;İnsanlara çevrelerindeki dünyayı özel gözlüklerle görmelerini sağlayacak kavramsal görüş imkanları sunmakla, onların kendilerini ve tabiatı daha iyi anlamalarına da katkıda bulunur.
Din, çatışma yoluyla da toplumsal değişmeyi sağlayabilir.

Sosyal değişmenin din üzerinde etkisi; Bütün dinler, toplumları göçebelikten yerleşikliğe, sitelerden imparatorluklara, kırsal kültürden sanayi toplumlarına geçiren köklü değişmelerden etkilenmiştir.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Kasım 2013, 17:59   Mesaj No:5
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

ÜNİTE 4: DİN ANTROPOLOJİSİ BİLİMİ

Antropoloji nasıl bir bilimdir?;Antropoloji, insanbilim demektir. İnsanı konu alan birçok bilim dalından biridir. Dünyadaki çeşitli insan topluluklarının tanımlanması ve yorumlanması ile uğraşır. İnsana çeşitli açılardan bütüncül bakar. Her bilimle ilişki halindedir. Antropoloji, insana çeşitli açılardan bütüncül bakan bir bilimdir.
Antropoloji kaç dala ayrılır
1-Arkeolojik Antropoloji : Yapılan kazılar sonucunda elde edilen bulgulardan hareket ederek eski insanların davranışlarını ve kültür yapılarını yeniden inşa eder, tanımlar ve yorumlar. İlgi alanı, tarih öncesi (yazının bulunmasından önceki dönem) insan topluluklarıdır,
2- Biyolojik antropoloji : İnsanın zaman ve mekân içindeki değişimini, yani fizyolojik evrimini inceler. İnsanın insan olabilmek için geçirdiği evreleri ele alır. Genel olarak insanın maymunlardan evrimleşerek bugünkü yapısını aldığını savunur. Bu konudaki en önemli isim Charles Darwin’dir.
Biyolojik antropolojinin ana ilgi alanı nelerdir?
Fosil kayıtlarının ortaya çıkardığı hominid evrimi, insanın genetiği, insanın biyolojik esnekliği, maymunların ve insana benzer kuyruksuz hominidlerin biyolojisi.
3- Linguistik Antropoloji : Dillerin yapısal özelliklerini, konuşma biçimlerini inceler,
4- Kültürel antropoloji : Toplumu ve kültürü inceler, aradaki benzerlikleri ve farklılıkları tanımlar. Bu disiplinin etnografi ve etnoloji olmak üzere iki boyutu vardır, Kültürel antropoloji alanında önemli Edward Burnett Tylor, L.Morgan,H.Maine ve J.Bachofen ciddi çalışmalar yaptılar.
Etnografi ne yapar? Belli bir antropolojik grubun, toplumun veya kültürün etnik tasvirini yapar.
Etnologlar,çeşitli kültürleri karşılaştırmaları sonucunda ortaya çıkan benzerlik ve farklılıkları tanımlayıp, açıklamaya, evrensel olanla yerel olanı ayırt etmeye çalışırlar.
Etnoloji ne yapar? Etnoloji, etnografların belli topluluklardan topladıkları verileri inceler ve karşılaştırır.
Tarihte, Kültürel antropoloji içerisinde hangi yaklaşımlar hakim oldu?
1-Evrimci yaklaşım, Darwin’in biyolojik evrim kuramından etkilenen antropologların kimileri kültürün de evrim geçirdiğini savunmuştur. Örneğin İngiliz antropolog Tylor’a (Primitive Culture-İlkel Kültür) göre, insanın biyolojik yapısında olduğu gibi kültüründe de vahşilik, barbarlık ve uygarlık şeklinde üç aşamalı basitten karmaşığa doğru bir evrim söz konusudur.(Edward Burnett Tylor,L.Morgan,H.Maine,J.Bachofen)Bu görüşe kim karşı çıkmıştır?
2-Tarihselci ya da tarihî-özgücü yaklaşım, Yahudi kökenli Amerikalı antropolog Franz Boas (1858–1942)on dokuzuncu yüzyıldaki evrimci kültür anlayışının temelsiz ve olgunlaşmamış bir anlayış olduğunu ileri sürmüştür. O, Avrupa’nın tek merkezci ve seçkinci kültür anlayışına karşı kültürel göreceliği ve kültürde çok merkezliliği savunmuştur. Boas, belli bir toplumu karakterize eden değerler, inançlar ve tutumlar olarak tanımladığı kültürün her toplumun tarihinde var olduğunu ve kendine özgü nitelik taşıdığını ileri sürmüştür. Boas’ın bu yaklaşımına Tarihselci ya da tarihî-özgücü yaklaşım, deniyor.
3-İşlevselci yaklaşım, Malinowski katı işlevselci bir yaklaşıma yönelmiştir. İşlevselciler, toplumsal olayların çözümlenmesindeki tek geçerli yöntemin, bu olayların toplumdaki işlevini tanımlamak olduğunu ileri sürdüler.
4- yapısal-işlevselci yaklaşımlar, Radcliffe-Brown ve Levi-Strauss yapısalcılığın temellerini atmıştır. Yapısalcılar, toplumsal olayların temelinde yatan sistemin ya da yapının önemli olduğunu belirtiyorlardı.
5-Yayılmacı (difüzyonist) yaklaşım, Kültürlerin bir veya birkaç merkezden yayılarak oluştuğunu varsayan yaklaşım. İngiliz ekolü kültürün bir merkezden diğer bölgelere yayıldığını savunur. Bu ekole göre bütün kültürlerin kaynağı ve merkezi Mısır’dır. Elliot Smith, W.H.R. Smith bu ekoldendir. Alman ekolü ise kültürün birkaç merkezden yayıldığını söyler. Wilhelm Schmidt, bu ekolün önemli isimlerinden biridir.. Franz
Kültürel antropoloji; Sosyoloji, psikoloji, tarih bilimleriyle ilişkilidir.
kültürel antropoloji ile sosyoloji arasında nasıl bir ilişki vardır?
Her iki bilimin incelediği toplumların farklılığı, kullanılan yöntem ve veri toplama tekniklerindeki farklılaşmayı da beraberinde getirdi. Sosyologlar; anket, örneklem, istatistik teknikler kullandılar. Antropoloji ise katılımcı gözlem yöntemini kullanır. Antropolog ve sosyologlar, modern uluslarda ırk, etnik aidiyet, toplumsal sınıf, cinsiyet rolleri ve kitle kültürü konularına ortak ilgi duymaktadırlar.
kültürel antropoloji ile psikoloji arasında nasıl bir ilişki vardır?
Kültürler arası veriler sağlamak suretiyle antropoloji bu alanda da katkılar sağlar. Bu katkı psikolojinin antropolojiye olan ihtiyacından doğmaktadır. Zira insan davranışındaki genellemeler tek bir toplum tipindeki davranışlar üzerinde temellendirilemez. Malinowski, Trobriand Adalarında yaptığı kültür aşırı çalışmalarda bu topluluklarda akrabalıkların anne soyunu takip ettiğini tespit etmiştir. Çocuğa disiplini veren baba değil, dayıdır.Buradaki baba oğul ilişkisi,sevgiye dayalı dostça bir ilişkidir.Bu araştırma S.Freud’un meşhur Oedipus kompleksinin evrenselliğine ilişkin kuramını çürütmüştür
kültürel antropoloji ile tarih arasında nasıl bir ilişki vardır?
-Antropolojinin tarihle çok yakın bir ilişkisi vardır.
-Farklı disiplinler olsalar da antropolojinin ve tarihin amaçları ve yöntemleri bir dereceye kadar örtüşür.
-Tarihçiler,( antropologların nadiren ulaşabildikleri) belgeleri kullanırken; antropologlar, (tarihçiler için pek mümkün olmayan)ilk elden gözleme başvururlar.
-Her ikisi de gerçek, yaşanmış insan durumlarının tasviri ve anlaşılmasıyla uğraşır ve bu amaca uygun metotları kullanır.
-İkisi de sömürgecilik ve modern dünya sisteminin gelişimi gibi konuların incelenmesinde işbirliği yapmaktadır
Din antropolojisi hangi alan içinde yer alır?
Din antropolojisi kültürel antropoloji içinde yer alan bir bilimdir. Bu disiplin, kültürün önemli bir unsuru olan dini yaşanılan yönüyle inceler. Başka bir ifadeyle, bu disiplinle uğraşan antropolog, dinin ****fizik boyutuna ilgi duymaz. Teolojik din, antropolojinin ilgi alanının dışındadır. Bir antropolog için din, insani bir olgudur. Onun işi, dinin insan davranışları üzerindeki etkisiyle, dinler arasındaki ya da dinlerle toplumsal olaylar arasındaki ilişkilerle uğraşmaktır. kullandığı yöntem katılımcı gözlemdir
Din antropolojisinde din nasıl tanımlanır? Doğaüstü varlıklar, güçler ve kuvvetlerle ilgili inanç ve ayin olarak tanımlanır. Fakat bu tanım, genel geçer bir tanım değildir. Din tanımları üzerinde ciddi tartışmalar yapılmıştır.
Antropologlardan en az eleştiri alan, 20yy.da dinin, en etkili antropolojik tanımı olarak kabul edilen din tanımını kim yapmıştır? Clifford Geertz dini, bir semboller sistemi olarak tanımlamıştır.
Din antropologları dini hangi yönleriyle inceleme konusu yaparlar?
Dini eylem, olay, süreç, bağlam, uygulayıcı, uzman ve örgütlenmeler açısından dini inceleme konusu yaparlar. . Dinî inançların, dualar, ilahiler, yakarmalar, mitoslar, fabllar, masallar, metinler, hukuk ve ahlak üzerine buyruklar gibi unsurlarına dikkat ederler.
Din antropolojisinin cevap aradığı sorular nelerdir?
• Din nasıl oluşmuştur, neye dayanmaktadır?
• Din, hangi sosyal ve psikolojik fonksiyonları yerine getirmektedir?
• Dinde değişim ve çoğulculuk, hangi tarihi süreçler sonucunda oluşur?
• Din, insanlık tarihinde hangi evrim sürecinden geçmiştir? İnsan evrimiyle din evrimi arasında hangi ilişkiler vardır?
• Din kültürü, kültür dini nasıl etkiler? Din ve kültür arasında nasıl, ne tür bir ilişki bulunmaktadır?
• Din, bir toplumdan diğer bir topluma nasıl aktarılır? Böyle bir aktarma için, hangi ön koşulların yerine gelmesi gereklidir? Aktarma sürecinde ve sonrasında neler olur?
• Din, nasıl yapılanmaktadır ve hangi yapılara sahiptir?
• Dinin içyapısı dikkate alındığında, dini davranışların altında hangi dinî nedenler yatmaktadır?
• Din, evrensel midir ya da dinin hangi özellikleri evrenseldir?
• Bireyin dinle nasıl bir ilişkisi vardır? Bu ilişki, dinde ne gibi bir rol oynar?
İslam dünyasında din antropolojisi çalışmaları var mıydı?
Antropoloji modern bir insan bilimi olarak her ne kadar Batı’da ortaya çıkmışsa da insanı, toplumu ve kültürü inceleme ve anlama çalışmaları İslâm dünyasında oldukça eskilere dayanmaktadır. İbni Haldun, el-Biruni, İbni Batuda ve el-Mes’udî gibi pek çok Müslüman bilgin bu alanda önemli çalışmalar yapmıştır.
Kuram ve yöntemleriyle günümüz sosyal bilimcilerini etkileyen Müslüman bilgin kimdir?
İbni Haldun .
O’nun etkisi ; K.marx,Weber,Pareto,Ernest Gellner’in çalışmalarında görülmektedir.
Günümüz standartlarında antropoloji çalışmaları yapan Müslüman bilgin Biruni’dir. O’nun Hindistan halkı hakkındaki çalışması Kitab Ma Li’l-Hind, Güney Asya üzerinde en önemli kaynak eserlerden birisidir.
Ülkemizden de bu alanda ismini duyuran antropologlar ; Nur Yalman, Hindistanlı İmtiyaz Ahmed, Talal Asad, Abdul Hamid el-Zeyn ve Akber S.Ahmed’dir.

İslami antropoloji nedir? İslam terimlerine göre toplumda insanı inceleyen ve İslamî değerlerden oluşan düşünceleri antropolojik açıdan açıklayan bir disiplindir. İslamî antropolojinin çalışma alanı sadece Müslüman topluluklardır. Görevi ise, bu toplulukların sosyokültürel yapılarını incelemek ve çağdaş sorunlarının anlaşılmasını sağlayacak karşılaştırmalı incelemeler yapmaktır.
İslamî antropoloji alanında dikkat çeken isimler ;İki isim dikkat çekmektedir. Bunlardan biri gelenekçi olarak nitelendirilen Ekber S. Ahmed, diğeri ise reformist Hasan Hanefi’dir. Gelenekçi kesimden Ekber S. Ahmed, İslâmî antropolojiyi, küçük köy ve kabile araştırmalarını İslam’ın tarihî ve ideolojik yapısı içinde değerlendiren bir bilim olarak tanımlar. Ona göre bu tanımdaki İslam,(teolojik İslam değil )sosyolojik islam’dır. Ona göre antropoloji, ilk önce kadının statüsü, yönetimdeki despotizm ve özellikle haramların toplumsal boyutuna açıklık getirmelidir.
Reformist Hasan Hanefi ise dini antropolojik bir olgu olarak görür. Teoloji, tasavvuf ve fıkıhtan ibaret teosentrik (Tanrı merkezli) İslamî kültürün; insan, toprak, hürriyet, eşitlik, demokrasi, kalkınma ve ilerleme gibi günümüz değerlerini içeren antroposantrik ( insan merkezli) kültüre çevrilmesini savunur ve dini, İslam toplumlarının kalkınmasını sağlayacak bir ideoloji olarak görür.Teolojiyi, insanı ihmal etmekle eleştirir.O dini bilimlerinden tasavvuf ve fıkhı antropolojiye yakın bulur.Fakat tasavvufu şu noktalardan eleştirir.
Ona göre tasavvuf; 1.ferdi özgürlüğü ortadan kaldırır.2.züht, çile, itaat, fakirlik gibi pasif değerleri telkin ederek insanı yozlaştırır.3.tasavvuf aklın yerine his ve sezgiyi koyarak insan aklını körleştirir. Onun din antropolojisi anlayışında ideolojik bir tutum söz konusudur.
Din antropolojisinin temel kavramları nelerdir? mana, animizm, fetiş ve fetişizm, totem ve totemizm ,natürizm, kutsal, tabu, mitos, sembol, şaman (şamanizm), büyü ve ayin kavramları oluşturur.
Mana; Tabiatüstü gizli bir gücü, saklı bir enerji kaynağını ifade eder, ilkel kabile dinlerine göre her varlığın bir manası vardır. Tabiat üstü gizli bir gücü, saklı bir enerji kaynağını ifade etmektedir.İlk defa İngiliz antropolog Codrington tarafından kullanılmıştır.
Animizm; Doğada insan ruhuna benzer ruhların bulunduğunu kabul eden dini düşünceye denir. E.Tylor dinin, ilk şeklinin animizm olduğunu ileri sürmüştür.
Fetiş; Manaya sahip olduğuna ve taşıyanlara güç verdiğine inanılan tuhaf şekilli kaba nesnelere, muskalara, maskotlara denir.
Totem ; Genellikle ilkel kabile üyelerinin kendilerine akraba saydıkları havyana verilen addır. Totemle ilgili inançlar totemiz olarak tanımlanır. Totem kabilenin atası sayılır.
Natürizm. (Doğacılık); Fiziksel evrendeki görülen, karşılaşılan olguların tanrılaştırılması anlamına gelen kavrama denir.Bu görüşün önde gelen temsilcisi Max Müller’dir.
Kutsal; Kendisinde özel güçler bulunduğuna inanılan, hayranlık ve korku uyandıran, niteliği tam olarak anlaşılamayan, kendini bazı nesnelerde, ayinlerde, ritüellerde gösteren güç olarak tanımlar.

- Kutsal denildiğinde sadece tanrılar ve ruhlar gibi soyut varlıklar anlaşılmaz. Herhangi bir somut nesne de kutsal olabilir(ağaç, taş, insan,nehir vb…)Kutsal varlıkları diğerinden ayıran güç ve değerlilik açısından üstün olmalarıdır.
Kutsal nasıl açığa çıkar? Kutsal semboller aracılığıyla ortaya çıkar.İnsan günlük hayatında tanıyamadığı,ulaşamadığı kutsalı semboller aracılığıyla anlamaya çalışır.Sembol herhangi bir nesne, mitos, ayin, peygamber, veli veya başka bir şey olabilir. Kutsallık atfedilen nesne doğaüstü veya gizemli bir güce sahiptir. Böyle bir şeye rasgele dokunmak o şeyin ya kutsallığına halel getirir veya dokunan için tehlike arz eder. Dini hayatta kutsal anlayışı çok önemli bir yer tuttuğu için Emile Durkheim dini kıtsal kavramıyla tanımlamıştır.
Tabu; mana gücü bakımından Dokunulması tehlikeli, yasak ve haram olan şeye denir. Tabu mana inanışının tabibi bir sonucudur.Bazı tabular;totem hayvan,özel halleri nedeniyle murdar kabul edilen insan(adet gören kadın),yeni doğmuş bebek,ölü vs…


Sembol; Bir imaj, bir deneyim, bir olgu ya da nesnenin somut temsiline sembol veya simge denir. Sembolün genellikle iki anlamı olur.1.doğrudan, ilk görünüşte fark edilir.Örn.haç işareti yapan Hıristiyan’ın bu hareketinin ilk anlamı duadır.2.Dolaylı anlamı ise, Hz İsa’nın haça gerilerek kendini feda etmesidir.
Mitos nedir? Mitoslar, gerçekten olmuş olayları insanların anlayabileceği etkili ve büyüleyici bir dille anlatan kutsal öykülerdir. Mitosların insan yaşamında ne gibi işlevi vardır? Bilimsel tespitlere göre,insan farkında olmasa da mitos onun hayatında vardır.Jung ‘a göre mitoslar evrensel gerçekliğe sahip yaşam kalıplarıdır.
Mitosların türleri nelerdir?
1-Köken mitosları; nesnelerin, olayların, bir adın, nasıl ortaya çıktığını simgeler.
2-kült mitosları: bir ibadetin, ayinin, bayramın ortaya çıkışını ve önemini açıklarak bunların sürdürülmesini de sağlar. Örn.Hz. İbrahim’in oğlu ismail’i kurban etmesi.
3-prestij mitosları; bir peygamberin, bir liderin veya bir halk kahramanının doğuşunu ve yaptığı işleri anlatan hikayelere denir. Örn. Mevlit.
4-kıyamet mitosları; dünyanın nasıl son bulacağını ve kıyamet alametlerini konu alan mitoslardır.
Şaman nedir? İlkel kabilelerde dini ayin ve törenlerle meşgul olan rahipler ve büyücüler vardır. Bunlardan başka, çoğu zaman kendinden geçerek ruhlar âlemine aracılık yapmaya yetenekli sayılan kimseler de bulunur. Bunlara şaman denir. Müslüman olmayan Türk kabilelerinde şamana ‘Kam’ denilmiştir.
Şamanizm bir din midir? Şamanizm ne bir din ne de büyünün bir şeklidir. Her iki alanı da içeren bir inanç ve tekniktir. Türklerin de Şamanizm diye bir dinleri olmamıştır.
Ayin nedir? Ayin, bir dinin pratiğiyle ilgili kurallar ve törenler birliğidir.Ayinler biçimseldir, yani klişeleşmiş belli bir şekli olup devamlı terkrar edilir. İnsanlar ayinleri kutsal sayılan özel yerlerde ve belirli zamanlarda uygularlar. Ayinler, belli litürjik düzen içerir.
Büyü nedir? Büyü, şeytan, cin gibi doğaüstü görünmeyen gizli güçleri denetim altına almak, onların kötülüklerinden korunmak veya onların yardımını sağlayarak belli bir amaca ulaşmak, bir durumu gerçekleştirmek için uygulanan işlem ve eylemdir.
Büyü ve din arasında işlevsel açıdan ne gibi bir benzerlik vardır?-büyü ve din şeylerin kökenini açıklar ,-her ikisi de insanların amaçlarını gerçekleştirmelerine yardımcı olur,- İkisinin de duygusal işlevleri vardır ve insanların ölü kaygılarını yenmede yardımcı olurlar.
Büyü ve din arasında en temel farklılık nedir?-büyünün cemaati yoktur, müdavim bir müşteri kitlesi vardır.-büyüde tanrıya yönelme yoktur,-dini, büyüden ayıran en önemli özellik; büyünün hayatın anlamına ve varoluşa ilişkin bir bakış açısı sunmamasıdır.- insan dinde manevi ihtiyacını karşılar, büyü de ise menfaat elde eder.
Din ne zaman başlamıştır? 18. yüzyıl akılcılığının etkisindeki ilk dönem din antropologları evrimci bir görüşü benimsemişlerdir. Onlar, ilkel kabile inançlarından hareket ederek dinin, animizm, animatizm, totemizm, büyü gibi bir takım batıl inançlardan evrim sonucu bugünkü haline geldiğini ileri sürmüşlerdir. Onların ürettiği kuramlara göre, insan tabiattan korktuğu veya cemaat şuurunu devam ettirmek istediği için dine yönelmişti. Onların bu kuramları, bazı bilim çevrelerinde geniş kabul görmüştü. Fakat kısa bir zaman sonra bu kuramlar önemini kaybetti. Çünkü bu kuramları ileri sürenlerin hiçbiri ilkel kabileler arasında yerinde gözlem ve inceleme yapmamıştı. Bunlar, seyyahların, tüccarların, gemicilerin, askerlerin notlarından ve Hıristiyan misyonerlerin hazırladığı raporlardan hareket ederek bu kuramları ileri sürmüşlerdi. Bu bilgilerin çoğu ise yanlıştı ve modern araştırma kurallarına göre yüzeyseldi.
Ünlü Kaşif Samuel Baker, 1866 da yaptığı konuşmada, Nilotiklerin hiçbir dini inanca sahip olmadıklarını söylemiştir. Fakat daha sonra Edward Evans-Pritchard bu iddiayı geçersiz kılmıştır.
Dinin kökeni ile ilgili hangi kuramlar ileri sunuldu? animizm, totemizm, büyü, çok tanrıcılık gibi kuramlar
Dinin kökenine ait ilk açıklamalar hangi kurama dayanıyordu? Naturizm (Fiziksel evrendeki görülen, karşılaşılan olguların tanrılaştırılması anlamına gelen kavram) Bu akımın en önemli temsilcisi Max Müler.
Max Müller’in en temel kuramı neydi? Müller, büyük doğal olgu ve olayların, insana sonsuzluk duygusu verdiğini ve sembol görevi yerine getirdiğini düşünüyordu. Yani bunlar insana tanrı düşüncesini çağrıştırıyordu.Fakat zamanla sembollerin mecazi işlevi kayboldu ve doğal olgu ve olaylar bağımsız tanrı haline dönüştüler.
Dinin kökenini ata ruhları inancına dayandıran antropolog kimdir?
Evrimin peygamberi olarak nitelenen Herbert Spencer.Bu konu ile ilgili görüşleri nelerdir?-Ölü ruhlarına olan inancın,en eski doğa üstü inançların temelini oluşturduğunu ileri sürdü.-Spencer,ruhlara inancın evrensel olduğunu ileri sürdü,-Dinin,çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa doğru evrim geçirdiğini savundu(Spencer’in bu kuramı psikolojik ve evrimseldir.)Evans-Pritchard, Spencer’in bu kuramının tamamen hayal ürünü ve düzmece olduğunu belirtir.
Dinin kökeni ile ilgili animist kuramı ilk kim ortaya attı?
Tylor,dini inancın ilk şeklinin ruhlara inanç olduğunu iddia etti.Ancak onun iddia ettiği ruhlar, sadece ata ruhları değil,ilkel insanın tabiattaki her varlıkta var olduğunu düşündüğü ruhlar ve manevi güçlerdi.Ona göre din,”ruhsal varlıklara inanç” tan ibaretti.O buna animizm(spiritüel bir varlığa inanma) adını verdi.
-Tylor, Spencer’in hangi görüşüne katılmadı?Tylor, Spencer gibi evrimci bir anlayışa sahip olmakla birlikte ruhlar ve manevi varlıklar inancını saçma olarak görmedi. Tarih öncesi dini inanç ve uygulamalar zannedildiği gibi saçmalıklar değildi; onlar tutarlı ve mantıklı olup, özde akli düşünce ve tecrübi bilgi temelinde ortaya çıkmıştı.
Animatizm kuramı nedir? Robert Marett,Tylor un animizm kuramını yeterli bulmamış,dinin kökeninin animizm öncesine dayandığını iddia etmiştir.Animatizm olarak isimlendirdiği bu kurama göre ,dinin kökeni;kişiselleştirilmiş bir doğaüstü güç düşüncesinden kaynaklanmıştır.
Dinin kökenini büyüye dayandıran kimdir? James Frazer. Frazer evrim sürecini ; büyü,din ve bilim olarak üç aşamaya ayırdı. Frazer ‘in bu evrim açıklaması, Comte nin evrimsel şemasına(teolojik,****fizik,pozitif) benzemekteydi.
Dinin bir yanılsama olduğunu iddia eden evrimci anlayışın başka bir temsilcisi kimdir? Sigmund Freud(Freud, Robertson Smith’den esinlenmiştir.)
Dini, toplumun kendine tapınması olarak açıklayan kimdir? Durkeim.
Dinin kökenine ilişkin evrimci kuramı savunanlar kimlerdir? Spencer, Frazer, Durkeim,Tylor…
Evrimci kuramlar kısa sürede etkisini niye yitirdi?
Bu kuramlar kısa sürede etkisini kaybetti çünkü bu kuramları ileri sürenlerin hiç biri ilkel kabileler arasında yerinde gözlem ve deney yapmamıştı. Bunlar, seyyahların, tüccarların, gemicilerin, askerlerin notlarından ve Hıristiyan misyonerlerin hazırladığı raporlardan hareket ederek bu kuramları ileri sürmüşlerdi. Bu bilgilerin çoğu ise yanlıştı ve modern araştırma kurallarına göre yüzeyseldi .Kültürel antropolojinin gelişmesi sonucunda dinin kökeniyle ilgili natürizm, animizm, totemizm, büyü, çok tanrıcılık gibi kuramlar önemini kaybetti. Artık hiçbir antropolog bugün bu kuramların geçerliliğini savunmamaktadır.
Modern din antropolojisi’nin gelişimi nasıl oldu?
1960’lı yıllara kadar din antropologları, modern dinleri anlamaya ve onların kökenlerini ortaya çıkarmaya yarayacağına inandıkları ilkel kabile dinlerini incelemişlerdi.1960’lardan sonra antropolojik araştırmanın ilgisi ilkel kabile dinlerinden modern dinlere yöneldi. Avrupa’da ve Amerika’da ciddi antropolojik araştırmalar yürütüldü. Din antropolojisinin önde gelen pek çok çağdaş temsilcisi – Geertz, Spiro, Grapanzano, Victor Turner, James W. Fernandez, Sherry Ortner, Mary Douglas, ilkel kabile dinleri yerine büyük dünya dinlerinin yaygın olduğu toplulukları incelediler.
Din antropolojisinin hala çözümleyemediği en önemli sorunu, dini inançların sorunudur. Bilim adamları arasında inançsız birinin başkalarının dini inançlarıyla ilgili kesin açıklamalar yapması hala tartışma konusudur.
Avrupanın tek merkezci ve seçkinci kültür anlayışına karşı kültürel göreceliği ve kültürde çok merkezliliği savunan antropolog kimdir?- Franz Boas
Din Antropolojisinin ilgi alanları nelerdir? -Dini Eylem -Cemaat -Dini Önderler -Dini Örgütlenmeler
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Kasım 2013, 18:00   Mesaj No:6
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

ÜNİTE 5: İNSAN ZİHNİNİN ORTAK DOĞASI VE DİN
İnsandaki Din duygusu: Arkeolojik antropolojinin ve kültürel antropolojinin verilerine göre tarihte dinsiz hiçbir topluma rastlanmamıştır. Bazı araştırmacıların Nilotiklerin hiçbir dini inanca sahip olmadıkları iddiaları, Nilotikler arasında yapılan katılımcı gözlem çalışmalarıyla geçersiz kılınmıştır.
Tarihte dinsiz bir topluma rastlanmadığına göre, insandaki din duygusunun kökeni ne olabilir? Bu konuda bazı bilimsel kuramlar ileri sürülmüştür. Fakat bunların hiçbiri genel kabul görmemiştir. Katolik antropolog Evans- Pritchard, insandaki bu duygunun kaynağını vahiy sezgisine, başka bir ifadeyle ilahî sezgiye dayandırmıştır.
Max Müler de aynı görüştedir. Evans-Pritchard’ın ve Max Müller’in bütün insanların doğasında var olduğunu söylediği ilahî sezgi veya vahiy sezgisi, İslamî terminolojide fıtrat olarak tanımlanmaktadır.
Fıtrat Nedir? Sözlükte ilk yaratılış, temiz ve asli tabiat anlamına gelen fıtrat, insan kişiliğinin çevre etkilerinden bağımsız olarak var olan özü, bütün insanlar için ortak ve genel olan yaratılıştaki gelişme ve oluşum kapasitesini ifade eder. Fıtratın başka bir anlamı da âdet ve sünnettir. Geçmiş bütün peygamberlerin ve ilahi dinlerin ittifakla doğru ve güzel bulup benimsedikleri ve Müslümanların da yapmaları gereken adet, alışkanlık ve uygulamalara fıtrat denir.
Biyolojideki bilime göre din: Dinin fıtri bir duygu olduğu biyoloji biliminin verileriyle de ortaya konmuştur. Yapılan incelemelere göre, beyindeki sinir sistemi dinin biyolojik temellerini oluşturmaktadır. Sinirsel faktörler, vecd gibi sıra dışı tecrübe ve davranışlara neden olmaktadır.
Beynin “temporal lop” olarak bilinen kısmı, dini tecrübelerin yaşanmasına neden olan nörolojik mekanizmaların yer aldığı bölge olarak tanımlanmaktadır. Bu açıklamaya göre, din, insanın yaşatılışında var olan nörolojik ve fizyolojik yapıların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Uluhiyet Düşüncesi
İnanç sistemleri Bütün toplumlarda pek çok insan, yukarıda, ötede, bir yerlerde doğadan üstün bir şeyin var olduğuna inanır. Bu genel bir tespit olmakla birlikte, doğaüstü var olan şeyin mahiyeti bitmek tükenmeyen bilmeyen bir tartışmanın konusunu oluşturur.
Doğaüstüyle ilgili her türlü inanç sisteminin din olup olmadığı tartışmalıdır. Geleneksel din antropolojisinin önde gelen isimleri doğaüstüyle ilgili bütün inançları din olarak görmüşlerdir. Hâlbuki daha önce din-büyü ilişkisinden bahsederken değinildiği gibi, inanç sistemlerinin bazıları din olmayıp, sadece büyüden ibarettir.
Bazı dinlerde doğaüstü, tüm hayatı düzenleyen ve her an her yerde hazır ve nazır olan, fakat bilinen varlık anlayışıyla kavranamayan, belirgin bir şahsiyeti bulunmadığı için de ulaşılamayan bir öz ya da ilke olarak tanımlanır. Geleneksel Çin düşüncesindeki Tao buna örnektir.
İnsan uluhiyetle niçin iletişim kurmak ister?
Tanrıyla iletişim: İnsanların geneli doğaüstüyle, yani Tanrıyla iletişim kurmak arzusundadır. İnsan, doğa karşısındaki sınırlılıklarını doğaüstüyle iletişim kurarak aşmak ister. Bunu da dua ve kurban gibi ibadet yollarıyla gerçekleştirir. Tanımlanıp kavranılamadığı için ulaşılması mümkün olmayan ilahî özler, yakarma ve ibadet hedefi olamaz. Onlar için bir şey kurban etmenin anlamı yoktur. Zira onlar insan için bir şey yapma gücüne ve iradesine sahip değildirler. Onlar insanları kutsamaz ve onlara yardım edemez. Çoğu zaman Tao gibi ilahî özler sadece meditasyonda zihnin odaklandığı bir nokta vazifesi görürler.
Halk dindarlığı ile elit dindarlığı arasında ne fark vardır?
Kavranan, tanımlanan ve ulaşılabilen Tanrıyı reddeden veya ona karşı kayıtsız kalan din anlayışları halk arasında kabul görmemiştir. Bu ise, ulaşılabilen ve iletişim kurulabilen Tanrı düşüncesinin dinde merkezî bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Hayatın anlamını, doğaüstünün nasıl bir şey olduğunu en iyi anlatan dindir. Tanrı, akıl sahibi bilinçli bir varlık olduğundan insan için en iyi iletişim ortağıdır. İnsan, Tanrıyla ilişkisinde istediği bir şeye ulaşabilmek için, karşılığında ona bir takım şeyler vermesinin gerektiği bilincindedir. Bunların neler olduğunu teoloji insana açıklar, bu konuda ona yol gösterir.
İnsanın Uluhiyetle İlişkisi
Uluhiyetle iletişim kurmanın en yaygın biçimi nedir?
Teoloji, Tanrının isteklerini netleştirebilmek için, hayatın temel anlamını, başka bir ifadeyle insanın bu dünyada niçin var olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini anlatır. İnsan bu teolojik açıklamalar çerçevesinde Tanrıyla ilişkisini sürdürmeye çalışır. Bunu da genellikle dua ve kurban yoluyla yapar.
Dua etmek, ulûhiyetle iletişim kurmanın en yaygın yollarından biridir. Dualar sesli, sessiz, içten geldiği şekilde veya belli bir düzende, zamanlı veya zamansız, zorunlu veya gönüllü yapılabilir. Dualarda bir ihtiyaç, şükür, umut, mutluluk ve hatta mutsuzluk dile getirilebilir. İnsanlar özel, küçük topluluklar içinde ya da daha geniş katılımlı cemaat halinde dua edebilirler. Dua edenlerin amacı, nerede ve nasıl olursa olsun dua makamına duygularını iletebilmektir.
-Bir beklenti için yapılan dualar hedefi bakımından kaça ayrılabilir?
-Bir beklenti için yapılan dualar hedefi bakımından ikiye ayrılabilir. BİRİNCİSİ; hemen bu dünyada elde edilmek istenen ödüllerdir. Bunlar, Tanrı’nın doğrudan müdahalesi olmadan elde edilemeyeceğine inanılan ödülleridir. Normal koşulların dışında Tanrı’nın doğrudan müdahalesiyle elde edilen bu ödüllere MUCİZE olarak bakılır. Bütün Tanrılı dinlerde mucizelere inanılır. Ancak mucizelerin gerçekleşmeme olasılığı da vardır. İnsanlar, Tanrı’nın istekleri gerçekleştirip gerçekleştirmeme konusunda tamamen özgür olduğuna inanırlar.
-Duanın birey üzerindeki etkisi nedir?
-Duanın Tanrı tarafından kabul edilip edilmeyeceği önceden kestirilemez, sadece beklenti içinde olunur. İnsanın Tanrı’yı razı ederek ödül elde etme veya bir musibetten kurtulma amacıyla yaptığı duanın işlevsellikten öte heyecansal bir etkisi söz konusudur. Dua, dua eden kişide bir heyecansal durum meydana getirir ve onu motive eder.
İnsanın Tanrı’dan beklediği ödüllerin İKİNCİSİ ise öbür dünya ile ilgilidir. İnsanın bu dünyaya ait beklentileri olduğu gibi öbür dünyaya ait de beklentileri vardır. İnsan öbür dünyadaki ödülleri elde etmek için de Tanrı’ya yakarır, ona dua eder.

Kurban: Ulûhiyetle iletişim kurmanın en yaygın yollarından bir diğeri kurbandır. Kurbanın tarihi, dinin tarihi kadar eskidir. Tarihte insanlar, inandıkları yüce varlıklar için çeşitli kurbanlar sunarlardı. Kurbanlıklar ve kurban etme şekilleri, toplumların inançlarına göre değişirdi. Bazı toplumlarda hayvanların yanında, başta tahıl olmak üzere bir kısım bitkiler veya herhangi bir mal kurban olarak sunulurdu. Bazı eski toplumlarda insanlar da kurban edilirdi. Özellikle ziraatçı toplumlarda insan kurbanı yaygındı.
Kurban, günümüzdeki dinlerde de yaygın olan bir ibadettir. Kudüsteki Mabet yakılmadan önce YAHUDİLİKte ibadetin özünü kurban oluştururdu. Kurban yakma hayvan kurbanı ve çeşitli eşyalardan sunulan kurban olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Fakat günümüzde Yahudiler, günahlardan arınmak için horoz veya tavuk kurban ederler ve kurbanın etini fakirlere dağıtırlar.
HRİSTİYANLIKtaki kurban anlayışı ise, eski toplumlardaki insan kurban anlayışına benzer. Hristiyanlığa göre, insanların günahlarının bağışlanması için Hz.İsa kurban edilmiştir. Bu yüzden Hristiyanların kurban kesmelerine gerek kalmamıştır. Pazar günleri ve Paskalya bayramında yapılan ekmek-şarap ayini kurbanın yerini almıştır. Hristiyanlar bu ayinle her defasında İsa’yı Tanrı’ya kurban sunmaktadırlar. Böylece Tanrı’ya teşekkür etmekte, onunla barışmakta ve günahlarını affettirmektedirler.
HİNDUİZMde kurban, ibadetin özüdür. Kurban sunma işi, bir Hindu’nun günlük hayatının bir parçasıdır. Çünkü kurban, onun Tanrılarla iyi geçinmesini sağlar. Hindu inancına göre, insanlar kurban sunmadıkları zaman Tanrılar yağmur yağdırmazlar, ekinleri yetiştirmezler, belli zamanlarda sabah ve akşamı yapmazlar. Eğer insanlar uzun süre kurban sunmayı terk ederse, o zaman da Tanrılar açlıktan ölürler.Çünkü kurban onların hayat kaynağıdır.Bundan dolayı Hindular, Tanrılara kurban sunmakla, onları kendilerine bağımlı kıldıklarına inanırlar.
BUDİZMde de Budistler, Buda’nın heykellerine çiçek ve buhur gibi şeylerle rahiplerin ihtiyacını karşılamaya yarayacak yiyecek ve içecek sunarlar. Buda’dan kendilerini Nirvana’ya ulaştırmalarını dilerler.
İSLAMda, kurban temel ibadetlerden biri değildir. İslam ulemasından hiçbiri bu ibadeti, namaz, oruç, hac ve zekat gibi temel ibadetlerden biri olarak görmemiştir. Hanefi mezhebinde bu ibadeti vacip, Maliki, Şafi ve Hanbeli mezheplerinde ise sünnet olarak nitelendirilmiştir.Bunun yanında İstek Kurbanı, Şükür Kurbanı, Adak Kurbanı, Kefaret Kurbanı, Akika Kurbanı ve Ölü için kesilen kurban türleri de vardır. Bunların dışında Anadolu’da yaygın olan başka kurban uygulamaları da bulunmaktadır. Resmi bayramlarda, bir yerin düşman işgalinden kurtulmasını kutlama törenlerinde, siyasi bir liderin veya yüksek rütbeli bir bürokratın bir yeri ziyareti sırasında kurban kesme uygulamaları bunlardandır.
-İnsandaki şiddet eğilimiyle kurban arasında ne gibi bir ilgi vardır?
Antropologlar, şiddet ilişkisi bağlamında da kurbanın işlevi hakkında önemli açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu açıklamaya göre kurban, insandaki şiddet eğilimini tatmin etmektedir. İnsanlar, kurban kesmek suretiyle içlerindeki şiddet eğilimini kurbanlık hayvana yöneltmekte ve böylece birbirlerine zarar vermekten kaçınmaktadırlar. Bu açıklamayı bir PSİKOLOJİZM hastalığı olarak gören GİRARD, kurban kesme ayinini, eşine veya patronuna öfkelenip de öfkesini köpeğine tekme vurarak yatıştırmaya çalışan kimsenin durumuna benzetilemeyeceğini söyler.

Büyücüler, peygamberler, rahipler veya Şamanların ilahî varlıklarla özel iletişim kurduklarına inanılır. Bunlar, ulûhiyetle insan arasında aracılık yaparlar.
ŞAMAN ; aracıların en ilkel tipini oluşturur ve gelişmemiş toplumlarda görülür. Şaman, doğuştan getirdiği farklı bir takım özellikleriyle kendini belli eder. Genelde sara (epilepsi) belirtisi davranışlar gösteren Şamanların ilahi varlıklar tarafından özel olarak seçildiğine inanılır. Farklı davranışları ve anormal halleriyle onların toplumun ulaşamadığı kutsal alanlara ulaştıkları kabul edilir. Bir bakıma Şaman, kutsalla, başka bir deyişle ilahi varlıklarla iletişim kurma kabiliyetine sahip olan uzman bir teknisyendir.
Hindistanda bu görevi BRAHMAN denilen rahipler yerine getirmektedir. İlahi varlıklarla iletişimin en yaygın biçimi olan kurban takdim etme işi onların yetki alanındadır. Bunun yanında Brahmanlar, ilahi varlıklarla iletişimin yolunu gösteren kutsal kitapları okumak ve yorumlamakla da görevlidirler. Onlar aynı zamanda sihir ve büyüde de uzmandırlar.
YAHUDİLİKTE peygamberlerin rahiplik görevleri de vardır. O dini hayatı sevk ve idare eder. Onun söz ve uygulamaları inanalar için örnektir. İlahi alemle iletişim kurma yetisine sahip olan peygamber, olayların arkasındaki sırları keşfeder ve bunlar hakkında insanları bilgilendirir. Ayrıca hastalara şifa, dertlilere deva verme gibi bazı özel güçlere sahip oldukları inanılır.
HRİSTİYANLIKta İsa, Allah ile insan arasında yegâne aracıdır. Gerçek anlamda Hıristiyanlıkta tek ve ebedi rahip İsa’dır. Allah’ın bedenleşmiş kelamı bir tanrı olarak kabul edilen İsa, Kilise’de manevi varlığını devam ettirir. Başka bir deyişle Kilise İsa’yı temsil eder. Kilise’nin bazı üyeleri İsa’nın rahiplik görevini devam ettirir.
Hıristiyanlıkta iletişim: Bunlar İsa adına faaliyette bulunurlar ve adeta onun gerçek temsilcisi gibi görev yaparlar. Rahipler tanrı adına günahları bağışlarlar. Ölümcül hastaların ahirete intikalinde aracılık ederler. Bunların yanında hastalara şifa, dertlilere deva bulma gibi bir takım mucizeler de gösterebilirler. Mucize gösterebilenler, Kilise’nin onayıyla azizlik mertebesine yükseltilir.
İSLAM’da Peygamber ve imamın aracılık görevi yoktur. Peygamber, Allah’ın vahyini insanlara ulaştıran, söz ve davranışlarıyla onlara örnek olan bir kişidir. İmam da bilgisi ve tecrübesi itibarıyla ibadete önderlik eden kimsedir. İmamın ruhanî hiçbir sıfatı olmadığı gibi ruhbanlık durumu da yoktur. Bilgi ve tecrübe sahibi herhangi bir kimse onun yerini alabilir. İslâm’ın temel öğretisi bu olmakla beraber, Peygamber Hz. Muhammed ve onu temsil ettiği kabul edilen veliler, âlimler ve şehitler zamanla aracılık konumuna yükseltilmişlerdir. Mutezile mezhebinin kabul etmediği şefaat, Ehli sünnete göre gerçekleşecektir. O gün peygamberler ve Allah’ın sevgili kulları Allah’ın izniyle, onun izin verdiği kullar hakkında şefaat edebileceklerdir.
-Kurtarıcı ve Mesih Düşüncesi
Mesih kavramının kökeni İbranice “Maşiah”tır. Maşiah, yağlanmış, kutsanmış kişi anlamına gelir. Yahudi kültüründe ilahi bir misyona sahip olduğuna inanılan başhaham ve kral göreve başlarken kutsal bir yağla yağlanırdı. Kutsal yağla yağlanıp kutsanan bu kişilere Maşiah denirdi. Maşiah kavramı Hz.Davut’un krallığı döneminde özel bir anlam kazandı.
-Mesih inancı Yahudilerde ne zaman ön plana çıktı?
-Romalılar döneminde…
Günümüz Yahudiliğinde ve Hristiyanlığında Mesih inancı merkezi bir öneme sahiptir.
Yahudilikte bu inanç, on üç maddelik iman esasları arasında yer almaktadır. Yahudilerde Mesih inancı, özellikle Ortadoks Yahudiler arasında yaygındır. Ortadoks Yahudilere göre, Yahudiliğin bir çok kurum ve kurallarının yeniden işlerlik kazanması Mesihin gelmesine bağlıdır. Hatta bazı dini gruplara göre devletin kurulması bile Mesihle bağlantılıdır. Bu gruplar, Mesih gelmeden kurulduğu için bugünkü İsrail devletini tanımazlar.
Hristiyanlığın havariler inanç sisteminde, İsa Mesihin döneceğine inanmak bir iman esası olarak yer alır. Bundan dolayı bütün Hristiyan mezheplerinde İsa Mesih’in ahir zamanda yeryüzüne ineceği kabul edilir. Protestan mezhebinde bu inanç Katoliklere göre daha çok ön plandadır.
Müslüman inancına göre Hz.İsa, Mesih olarak kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve Deccalı yok edecektir. Müslümanlarda Mesih inancının yanında bir de Mehdi inancı vardır. Özellikle Şii’lerde Mehdi inancı baskındır.
Mesih düşüncesi, en ilkelinden gelişmişine kadar bütün toplumlarda görülen bir düşüncedir. Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta bu düşünce dinde merkezî bir konum almıştır. Mehdi ve Mesih inancı, İslâm’ın inanç esaslarından biri değildir. Kur’an-ı Kerim’de her ne kadar Hz. İsa’dan “Meryem oğlu Mesih” diye bahsediliyorsa da bunun Hıristiyanlardaki Mesih inancıyla bir alakası yoktur. Kurtarıcı Mesih kavramı Kur’an’a ait bir kavram değildir. Bu kavram, Hıristiyanlığın apokaliptik inançlarından ve Müslümanlar arasında meydana gelen bir takım olumsuz hadiseler etrafında üretilen efsanelerden ortaya çıkmıştır.
-Mesih inancına başka hangi toplumlarda rastlanır?
- Aztekler-Qetzalcoatl
- Mayalar-Kukulkan
- Hinduizm-Kalki
- Budizm-Maitreya
-Zerdüştlük-Saoşyant
Ölüm, kıyamet ve ahiret düşüncesi bütün toplumlarda görülmektedir. Dinler, insanların korkunç bir olay olarak gördükleri ölümün hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu öğretmektedir. Bunu öğretmekle kalmayıp, ölümün korkunç yüzünü sevimli hale getirmektedir. Hemen hemen tüm dinler, ölümden sonra başka bir hayatın varlığını öğretmek suretiyle, insanlardaki yok olma korkusunu gidermektedir.
HİNDU inancına göre Tanrılar da dahil olmak üzere, her varlık, zamanı geldiğinde mutlaka ölümü tadar. Bu Hindu düşüncesinin “Tenasüh” anlayışıyla bağlantılı bir olaydır. Tenasüh anlayışına göre; insan ruhu, mutlak mükemmelliğe yani “insan-i kamil” liğe ulaşıncaya kadar bir bedenden ötekine ölüm vasıtasıyla gider gelir. Tanrısal bilgiye ve erdeme ulaşınca, Brahma’da yok olur.
BUDİZM de, insanın, ölüm gerçeğini tam kabullenmeden yaşadığında hayatının bir anlamının bulunmayacağı öğretilir.
- Ölüm konusunda Budist düşüncenin Hindu düşünceden farkı nedir?
- Budist öğretisi ölümü, hayat gücünün sona ermesi ya da fiziksel gövdenin ve zihnin bütün işlevlerinin durması olarak tanımlar. Gövdenin ölmesi, hayat gücünün tamamen yok olması anlamına gelmez. Ölüm, Hindu inancında olduğu gibi, bir bedenden başka bir bedene geçişin aracısıdır. Ancak bu geçiş, ruhla ilgili değildir. Hinduizm’den farklı olarak Budizm, ruhun varlığından söz etmez. Daha da önemlisi, cevherin varlığını inkâr eder. Bununla birlikte tekrar doğuşun varlığını kabullenir. Budist düşünceye göre, bir bedenden başka bir bedene geçiş ruhi bir olay değil, sebep-sonuç(karma) ilişkisine dayalı bir olaydır. Daha açık bir ifadeyle, Budizm’e göre tenasüh (ruhgöçü) yoktur, fakat tekrar doğuş vardır.
- Eski Türk inanışlarına göre ölümün sebepleri nelerdir?
- Bazılarına göre ölümün sebebi, Allahın emirlerine karşı gelmek, bir tabunun çiğnenmesi, hakarete uğramış hakim ruhların intikamı ve bunların sonucu olarak “Kut” un yitirilmesidir.
Yahudilik ölümü hayatın başka bir safhasına geçiş aracı olarak görür.(beth ha-hayim/dirilerin evi)
Hristiyanlığın kutsal kitabı İncillerde İsa, ölümü bir çeşit uykuya benzetir.
İsa’nın aksine Pavlus’a göre ölüm, Adem’in işlediği günah sebebiyle insanların başına gelmiştir. Yani ölümün sebebi günahtır. İsa’nın ölümüyle de bu günahın ortadan kaldırılması için bir yol açılmıştır. Ölüm, insanları günahtan temizlemektedir.
İslam’ın kutsal kitabı K.Kerim’de, ölümün insan için kaçınılmaz olduğu, varoluş sebebi, mahiyeti, ölmeden önce hazırlıklı olmak gibi konular üzerinde önemle durulmuştur.
- Kıyamet Düşüncesi
- İlkellerde gelecekle ilgili kıyamet düşüncesinin bulunmamasının nedeni ne olabilir?
- Gelecekle ilgili kıyamet tasavvurları ilkellerde pek yoktur. Lehman’ın görüşünü benimseyerek, bunun sebebini, etnografların bu konuda soruşturma yapmamış olmalarına bağlamaktadır. Bununla birlikte, ilkel kabilelerde dünyanın sonuyla ilgili inançların bulunduğu kesin olarak tespit edilmiştir. Ancak, bunların bazılarının geçmişle mi, yoksa gelecekle mi ilgili olduğu belirsizdir.
Bugün yaşayan dinlerin en eskisi olan Hinduizmde, birçok dinde ve inanç sisteminde olduğu gibi, dünyanın ömrü dört döneme ayrılmıştır. 1) Krita Dönemi 2) Treta Dönemi 3) Dvapara Dönemi 4) Kali Dönemi
Hinduizmden doğan Budizm ve Caynizm, Hinduizmin zaman tasavvurunu esasta benimsemektedir. Budizm, kozmik zaman devrelerinin her birini “kappa” olarak isimlendirmektedir.
Yahudilik, de dünyanın ömrünü dönemlere ayırmıştır. Talmud’a göre, dünyanın ömrü 6 bin yıldır. İlk ikibin yılı kaos (karışıklık), ikinci ikibin yılı Tora ( Tevrat), üçüncü ikibin yılı da Mesih yılıdır. Mesih yılından epey bir süre geçmiş olmasına rağmen, insanların günahları yüzünden Mesih’in gelmesi gecikmiştir.
Hristiyanlığın kıyamet anlayışı da Mesih anlayışına bağlantılıdır. İncillere göre kıyamet, İsa Mesih’in ikinci gelişinde gerçekleşecektir.
İslam’ın kutsal kikatı K.Kerim’de “es-sâ’at” kelimesiyle ifade edilen kıyametin imkânı ve nasıl gerçekleşeceği detaylı olarak tasvir edilmiştir.


- Ahiret Düşüncesi
Hinduizm’de ahiret anlayışı, tenasüh (samsara) ve karma anlayışına dayanır.
Öldükten sonra ruhun başka bir bedende canlanması demek olan tenasüh inancına göre insan, Tanrısal benliğe (atman) ulaşıncaya kadar bir hayattan ötekine gidip gelmektedir. Buna tekrar doğum da denir. Karma ise, insanın hayatında işlemiş olduğu amellerin karşılığını görmesidir. Bu bakımdan karma, bir sebep-sonuç kanunudur. İnsan, mükemmelliğe ulaşamamışsa, öldükten sonra bir müddet, amellerinin derecesine göre, cennette veya cehennemde kalır. Bir müddet sonra tekrar başka bir hayatta dünyaya gelir. Önceki hayatında işlemiş olduğu amellerine göre bu yeni hayatında ya dört kasttan birinde doğar ya da bir bitki veya hayvan olur. Arzularını yok eden ve Tanrısal benliğe ulaşmış kimseler, sonunda Brahma’ya döner ve Brahma’da eriyerek Tanrısallaşır.
Budistler’de, cennet ve cehennem hayatı ebedi değildir. Buralarda kalış süresini kişinin amellerine bağlıdır. Kişi, belirlenen sürenin dolmasından sonra yeniden yeryüzüne döner ve Nirvana’ya ulaşmak için çalışmalarına devam eder.
- Nirvana nedir?
- Budizm’de nihai amaç, Nirvanaya ulaşmaktır. Nirvanaya ulaşan kişi, dünyevi arzu ve ıstıraplardan kurtulmuş olur. Mükemmelliğe ulaşan Hindu Brahma’da yok olduğu gibi, Budist de Nirvana’da yok olur. Nirvana; havanın, toprağın, suyun olmadığı bir yerdir. Yani dünyasal mekandan farklı bir mekandır.
Zerdüştlükte de ahiret hayatı vardır ve ölümle başlar.
Yahudilikte ; ahiret inancı tarihi bir gelişim gösterir. Kutsal kitapta ahiretle ilgili açık ifadeler yer almamakla birlikte, Yahudi din bilgini rabbiler öldükten sonra dirilme ve ahiret hayatı ile ilgili tasvir ve tanımlamalarda bulunmuşlar ve ahretin varlığına inanmayı bir iman esası haline getirmişlerdir. Bununla birlikte bazı modern Yahudi mezheplerinde ahiret inancı yer almamaktadır.
Yahudilikte, cehennemin mahiyeti hakkında da değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bazı din adamları cehennemin varlığını reddetmiştir. Bazıları ise cehennemin varlığını kabul etmiş; Yahudilerin en fazla 12 ay cehennemde kalacağını belirtmiştir. Yahudilikte genel kabul gören bu anlayışa göre kişinin ruhu mezarda hesaba çekilir. Ruh, amellerinin durumuna göre bir süre cehennem hayatı yaşar. Bazıları bu süreyi bir günde bazıları ise 12 ayda tamamlar. Ölenin yakınları, sürenin 11 ayı geçmemesi için 11 ay boyunca KADİŞ adını verdikleri duayı okurlar.
Görüldüğü gibi, Yahudilikte açık bir ahiret anlayışı yoktur. Tevratta ahirete ilişkin bilgiler bulunmadığı için daha sonra Yahudi bilginlerin ortaya koyduğu ahiret anlayışı farklılıklar göstermektedir. Tevratta yer almadığından dolayı da birçok Yahudi mezhep ve grubu ahiretin varlığına inanmamaktadır.
Hristiyanlıktaki ahiret anlayışı, Mesih önderliğinde kurulacak Tanrı Krallığı inancına dayanır. İsa’nın İnciller yer alan sözlerine göre insan, amellerinin karşılığını, öldükten hemen sonra mezarda görmeye başlamaktadır. Dolayısıyla kabir azabından söz etmek mümkündür.
Hristiyanlık inancına göre kıyametin kopmasından sonra başlayacak ahiret hayatında insanları yargılayacak olan, İsa’nın kendisidir.
Ahiret hayatıyla ilgili bütün bu tanımlamalar erkekler içindir. İsa, kadınların ahiret hayatında “Gökteki Melekler” gibi olacağını, evliliğin olmayacağını belirtmektedir.
Kurman-ı Kerim’de ahiret hayatı tasvir edilmiştir. Dünya hayatına karşı ahiret hayatı övülmüş ve insanlara tavsiye edilmiştir. Sık sık, dünya hayatının geçici olduğu, asıl hayatın ahiret hayatı olduğu vurgulanmıştır. Bundan maksat, insanların dünyada iyi amellerde bulunmasıdır. Bunun yanında Kur’an’da kabir azabından bahsedilmemektedir.
- Dinin kaynağını insandaki Tanrı sezgisiyle açıklayan antropolog E.Evans-Pritchard
- Fıtrat konusunda neler söyleyebiliriz?
- Sözlükte temiz ve asli tabiat anlamlarına gelir.
- Bütün insanlar için ortak ve genel olan yaratılıştaki gelişme ve oluşum kapasitesidir.
- Fıtrat, eğitimle şekillenir.
- Fıtrat olumsuz çevre şartlarından etkilenir.
- İnsanın fıtratında inanma eğilimi vardır.
- Doğaüstü, tüm hayatı düzenleyen ve her an her yerde hazır ve nazır olan, fakat bilinen varlık anlayışıyla kavranamayan, belirgin bir şahsiyeti bulunmadığı için de, ulaşılamayan bir öz ya da ilke olarak tanımlanan Tao hangi bölgeye ait tanrısal bir kavramdır?
- Çin
- Dua hakkında neler söyleyebiliriz?
- Dua etmek uluhiyetle iletişim kurmanın en yaygın yollarından biridir
- Dualarda bir ihtiyaç, şükür, umut, mutluluk ve hatta mutsuzluk dile getirilebilir.
- Duaların dua edilen varlık üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur.
- Dua, kişide heyecansal bir durum yaratır.
- Dua, her şekilde dua edilen makama ulaşır.
- Maşiah kavramı kimin zamanında özel bir anlam kazandı? Hz.Davut
S-1: İnsanda Tanrı düşüncesinin doğuştan var olduğunu söyleyen antropologlar hangileridir? Evans-pitkard, Müller.
S-2: İlahi sezgi/vahiy sezgisi İslami Terminoloji de hangi kelime ile ifade edilir? Fıtrat.
S-3: Fıtrat kelimesi hangi manalara gelir?
C-3: İlk yaratılış, temiz ve asli tabiat, âdet, sünnet, alışkanlık, uygulama.
S-4: Dini tecrübelerin yaşanmasına neden olan, nörolojik mekanizmaların yeraldığı beyindeki bölgeye ne ad verilir?
C-4: Temporal lop.
S-5: İnsanın uluhiyetle (Tanrı ile) iletişim kurmasının, en yaygın iki yolu nelerdir?
C-5: Dua ve kurban.
S-6: Doğa üstü varlığı, belirli bir şahsiyeti olmadığı için, kendisine ulaşıla- mayan bir öz veya ilke olarak kabul eden felsefi inanç sistemi hangisidir?
C-6: Taoizm.
S-7: Uluhiyetle ilişki kurma bağlamında, hangi bölgelerde insan kurban edilirdi?
C-7: Yaygın olarak ziraatçı toplumlarda, Orta ve Kuzey Amerika’da, Mezopotamya ve Afrika’nın bazı bölgelerinde.
S-8: Tanrı Yehova’nın, yakılan kurbanın etinden çıkan sıcak buğulardan hoşlandığı hangi kutsal kitapta yer alır?
C-8: (Muharref) Tevrat.
S-9: Kurban ibadeti yerine, ekmek-şarap ayini ihdas eden din hangisidir?
C-9: Hıristiyanlık.
S-10: Yahudilerdeki canlı hayvanı kurban etme ayinleri hangi olaydan sonra önemini kaybetmiştir?
C-10: M.S. 70’de Romalıların Mabetlerini yıkması ile.
S-11: Hangi inanç sisteminde “kurban”, ibadetin özü kabul edilmiştir?
C-11: Hindu inancında.
S-12: Kurban ibadetini, heykellere çiçek ve buhur atarak, rahiplere de yiyecek-içecek vererek yerine getiren, böylece Nirvana’ya yükselmeyi arzulayan felsefi inanç sistemi hangisidir?
C-12: Budizm.
S-13: Kurban ibadetinin kökenini “totem” kavramı ile açıklayan antro-pologlar hangileridir?
C-13: R.Simit(ortaya atan), Durkheim, Freud, Frazer.
S-14: Kurban ibadetini doğa üstü güçlere hediye sunmak ile ilişkilendiren antropolog kimdir?
C-14: Tylor.
S-15: Kurbanı doğaüstü varlıklarla karşılıklı alışveriş ilişkisine dayandıran antropologlar hangileridir?
C-15: Hubert, Mauss.
S-16: Ölmüş kişilerin, dünyada yaşayanlara şefaat edebilecekleri düşüncesini kimler savunmuştur?
C-16: Şiiler ve sufiler.
S-17: Maşiah ne demektir, hangi dilde kullanılır?
C-17: Mesih demektir, aslı İbranice’dir.
S-18: Mesih inancı, hangi dinde inanç esasları arasında yer alır?
C-18: Yahudilik.
S-19: Hristiyanlığın hangi kolu, İsa Mesih’in her an geleceğine inanır ve buna göre hayatlarını düzenler?
C-19: Protestanlar.
S-20: Tanrıların da ölümlü olduğunu kabul eden inanç sistemi hangisidir?
C-20: Hindu inancı.
S-21: Tenasüh anlayışı ile bağlantılı olarak, ruhun Tanrısal bilgiye ve erdeme ulaşınca kaybolduğu makama Hindu inanç sisteminde ne denir?
C-21: Brahma.
S-22: Tanrının, dünyayı cisim ve ruh dünyası olarak, iki kategoride yarattığını söyleyen din hangisidir?
C-22: Yahudilik.
S-23: Aşağıdaki dinlerden hangisinde “kurban” temel ibadetlerden değildir?
a) İslam b) Hıristiyanlık c) Musevilik d) Taoizm e) Hindu dini
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Kasım 2013, 18:01   Mesaj No:7
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

ÜNİTE 6: KUTSAL VE KUTSAL OLMAYAN

Din insanı kendinden daha kapsamlı ve ebedi bir gerçeklikle (Hak) buluşturur. Bu buluşma, kutsal yoluyla gerçekleşir. Zira kutsal, dini tecrübenin özüdür. Kutsal kavramının geniş bir yelpazede kullanılması onun hem ne kadar önemli hem de ne kadar karmaşık olduğunu, içeriğindeki anlamı mükemmel bir şekilde yakalamanın mümkün olmadığını ortaya koymaktadır.

- Kutsalın dindeki yeri ve önemi nedir?
Kutsal ve kutsal olmayan kavramları, dini ve dindışını ifade etmek için kullanılır. Kutsal kavramı, bir din içerisindeki unsurları birbirine bağlayarak o dinin bütünlüğünü sağlayan veya kuşatan en temel eleman olup din bilimlerinin ana konularındandır.
Din bilimlerinin genel tanımına göre kutsal, politeizmden monoteizme kadar bütün din biçimlerinin özünü oluşturur. Herhangi bir dinde inançlı kabul edilen kişiyi Tanrıya, ritüele, cemaate, doktrine ve ahlaka bağlayan, onun din çerçevesinde kalmasına katkıda bulunan temel tecrübe kutsal duygusudur.

- Durkheim kutsalı nasıl tanımlamıştır?
Din antropolojisinde kutsal kavramı, ilkellerin inancıyla ilgili olarak mana gücünü ve tabuyu tanımlamak için de kullanılmıştır. Bu bakımdan din antropolojisinde kutsaldan söz edilirken totem, tabu ve mana kavramlarından da söz edilmiştir. Bu kavramları göz önünde bulundurarak kutsal ve kutsal olmayan ayırımı üzerinde detaylı olarak ilk defa duran da Fransız antropolog ve sosyolog Emile Durkheim olmuştur.
Durkheim’in düşüncesine göre kutsal, toplum tarafından, ortak ülkünün bireylerce yaşatılması amacıyla meydana getirilmiş, kolektif bilincin bir ürünüdür. Buna göre kutsalı meydana getiren toplumun kendisidir.

Ottoya göre kutsal Kutsal üzerine yazdığı Almanca “Das Heilige” (Kutsal) ile adından çok söz ettiren Rudolf Otto, sosyolojik veya antropolojik hiçbir şeye indirgenemeyecek “Kutsal” fikrinin dinî düşüncenin temelini oluşturduğunu savunmuştur.
Otto’nun temel tezi, dinin, yalnızca çok daha önceden beri var olan, akıldışı bir his ya da doğaüstünün içgörüsü olan kutsallık fikri aracılığıyla anlaşılabileceğidir.
Otto, kutsal fikrinin geçerliliğini kanıtlamak için rasyonel bir yöntem kullanmış, fakat kutsalın aklî ve ahlakî yönüne değil de, aklî olmayan hissî yönüne vurgu yapmıştır. Ona göre kutsal, saygı uyandıran bir korku ve gizem hissi, “bütünüyle öteki” olan bir şeyin tecrübe edilmesidir.

- Kutsalın Tanrı kavramını aşan bir şey olduğunu kim söylemiştir?
İsveçli teolog ve dinler tarihçisi Nathan Soderblom, dinin merkezi kavramının kutsallık olduğunu ve kutsal ile dindışı (profan) arasındaki ayrılığın tüm gerçek dinî hayatlarda temel teşkil ettiğini söylemiştir. Ona gore kutsallık, tanrı kavramını bile aşan bir boyuta sahiptir.
Kutsalı önemli bir yorumlayıcı terim olarak kullanan diğer bir bilim adamı Alman psikolojist-filozof Max Scheler’dir. Schler, kutsalın sınırlı bir varlığın tecrübesiyle sınırlanamayacağını iddia etmiştir.

- Kutsalın mahiyeti, yapısı, anlamı, tezahürleri ve çeşitleri konusunda en etkileyici açıklamayı kim yapmıştır?
-Kutsalın mahiyeti, yapısı, anlamı, tezahürleri ve çeşitleri konusunda en etkileyici açıklamayı Romanyalı Mircea Eliade yapmıştır.
Eliade, dini tanımlarken Otto ve Durkheim’in tanımlarını izler ve onları birleştirir. Otto’ya paralel olarak, dini kutsal bir tecrübe olarak görür. Fakat dini kutsala bağlarken Durkheim’in terminolojisini ve yaklaşımını benimser; kutsal ve dindışından “dünyada var olmanın iki biçimi” olarak söz eder.
Ona göre iki türlü varoluş vardır: kutsal varoluş ve dindışı varoluş. Kutsal varoluşun bilincine vararak yaşayan insan dindar insandır. Dindar insanın davranışları kutsalın tezahürleri çerçevesinde düzenlenir.

Eliade’ye göre kutsalın insan hayatındaki yeri ve önemi nedir?
Eliade'ye göre insan, kutsalı keşfederek yaşadığı dini tecrübeyle, doğal ve beşeri durumunu aşmaya çabalar. Böylece din insanı, olağan, izafi, tarihsel, fani dünyanın ötesine taşıyarak onun anlam arayışına bir cevap verir.

Kutsal nasıl bir yapıya sahiptir?
- Kutsal, karmaşık bir yapıya sahiptir. Hemen her yerde karşımıza çıkan kutsallar, çok uzun bir tarihsel evrim sürecinden geçmiş karmaşık dinî fenomenlerdir.
Bunlar; ayinler, mitoslar, tapılan nesneler, simgeler, mukaddes insanlar, hayvanlar, bitkiler, kutsal yerler ve benzerlerinden oluşuyor. Bunların her birinin son derece yoğun, karmaşık ve çok zengin bir yapısı vardır.
Kutsal, her zaman belli bir tarihsel dönem içinde kendini gösterir. En bireysel ve en aşkın mistik tecrübeler bile tarihsel koşulların etkisi altındadır. Yani bizim inceleme konusu yaptığımız kutsal, tarih içinde tezahür etmektedir.

Yerel, yani belli bir bölgeyle sınırlı kutsallar olduğu gibi evrensel değerleri olan ya da sonradan evrensellik kazanan kutsallar da vardır. Örneğin ; Hintliler “Aşvatta” denilen bir ağacı kutsal sayarlar. Öte yandan bu ağaç, bütün eski çağ kültürlerinde görülen kozmik Hayat Ağacıyla ilgili olması itibariyle de evrensel nitelik taşır.

- Kutsallar değişebilirmi?
-Kutsallar her zaman sabit ve tek yönlü olmayabilirler. Kutsal olgular (fenomenler), dinî içeriklerini olmasa bile biçimsel işlevlerini değiştirebilirler.(Hacer-i Esved taşı gibi…)

- Kutsal ne şekilde kendini belli eder?
Kutsalın ortaya çıkışı Kutsalın yapısal özelliklerinden bir diğeri, onun her zaman belirli şeyler aracılığıyla tecelli edip ortaya çıkmasıdır. Kutsalın tezahürüne aracılık eden bu şeyler, yaşadığımız dünyadan bir nesne, bir figür, bir simge, bir ahlak kuralı hatta bir düşünce olabilir.
Buna göre kutsal, her zaman kendisinden başka bir şey aracılığıyla ortaya çıkar; nesneler, mitoslar veya simgeler aracılığıyla tecelli edebilir. Ancak kendini, olduğu gibi doğrudan ortaya koymaz. Kutsal, her biçimde hatta en garip biçimlerde bile kendini ortaya koyabilir.

- Kutsal kendini her insana aynı şekilde mi belli eder?
Kutsal, kendini her insana aynı şekilde belli etmez. İnsanlar, zihinsel ve kültürel durumlarına göre onu farklı şekillerde algılarlar. Bazı durumlarda, kutsal olan bir şey, bu kutsallığı bir başka şeye nakledebilir.

- Kutsal, sirayet edicimidir?
- Bazı durumlarda, kutsal olan bir şey, bu kutsallığı bir başka şeye nakledebilir. Buna en klasik örnek, kutsal bir kişinin el temasıyla başkalarını kutsallaştırması işlemidir. Veya Kâbe’ye dokunan birinin elinin içinin öpülmesi…

- Kutsal, kutsal olmayanla birliktemi varolur?
- Kutsal, kutsal olmayanla birlikte var olur. Yani kutsalın değeri kutsal olmayan aracılığıyla ortaya çıkar. Tarihin herhangi bir döneminde hemen her şeyin kutsal olarak telakki edilmesi, kutsal olan-olmayan ayrımını ortadan kaldırmaz

- Kutsalın toplum için değeri nedir?
Kutsallın toplumsal boyutu: kutsal aynı zamanda toplumsal bir boyuta da sahiptir. Bu yönüyle kutsal, bir yaşam kalıbı oluşturur. Toplumun bireyleri, o toplumun değerlerini ifade eden kutsallara bağlılık gösterirler. Böylece kutsal, insanlara davranışları konusunda yön gösterici rol oynar. Bu bakımdan kutsal, toplumun yazılı olmayan kanun kurallarını oluşturur. Ahlak ve görgü kuralları, vatan sevgisi, bayrak sevgisi buna örnektir.

- Kutsal ve Tabu İlişkisi
Kutsal bir takım yasaklar ve sınırlamalar içerdiği için tabu kavramıyla da ilişkilendirilir.
Kutsal, kendisinde özel güçler bulunduğuna inanılan, hayranlık ve korku uyandıran, niteliği tam olarak anlaşılamayan, kendini bazı nesnelerde, ayinlerde gösteren güç olarak tanımlanır. Tabu ise dokunulması tehlikeli ve yasak olan şey demektir.Bu anlamda Tabu Haram kelimesiyle aynı anlama gelmektedir.
İskoçyalı antropolog Robert Smith’e göre tabu, doğaüstü cezalara çarptırılma korkusundan kaynaklanır.

- Kutsalla temasa geçmeden önce neler yapılır?
- Bir çok toplumda kutsala yaklaşmadan veya kutsal bir nesneye temas etmeden ya da kutsal bir mekana girmeden önce çeşitli törenler veya temizlenme ayinleri yapılır. Bunların yanında, kutsala yaklaşılırken veya kutsal bir mekana girerken bazı özel kıyafetler de giyilmektedir.

- Kutsalla ilgili tabular süreklimidir?
- Kutsalla ilgili bazı tabular geçicidir. Fakat tabu kutsalı da aşan bir şeydir. İnsanlar tarafından kutsal olarak nitelendirilmeyen bazı güçler de tabu sayılır. Kutsalla ilgili tabuların bazıları geçicidir, fakat kötü güçlerle ilgili tabular kalıcıdır. Bir takım tabular içermesi dolayısıyla kutsalla temasa geçmeden önce bazı hazırlıklar yapmak gerekir.
Bunun yanında kutsalla ilişkilendirildiği fakat gerçekte kutsal nitelik taşımayan tabular da bulunmaktadır. Cin, şeytan vb. gibi…
Yakın akrabalar arası evliliğin yasak oluşuyla ilgili en meşhur kuram Freud’a aittir.
Durkheim ve Freud’un görüşlerine karşı din, yakın akrabalar arası evliliğin yasaklanma nedeninin altında nesli koruma kaygısının yattığını belirtir.

- Domuzun haram oluşunu antropologlar nasıl açıklamıştır?
- Bu konudaki en meşhur kuram James Frazer’e aittir. Frazer’in bildirdiğine göre domuzlar, ilk zamanlar, pis sayılan bütün hayvanlar gibi kutsaldılar, onların yenmemesinin nedeni, kutsal olmalarıydı.
Durkheim, Freud ve Frazer gibi bazı antropologlar dini yasakları tabu kuramıyla açıklamaya çalışmışlardır. Marvin Harris gibi günümüz antropologlarından bazıları ise dini yasakların temelinde bazı korkular ve yanılsamalar aramanın anlamsız olduğunu savunur.

Bir şeyin kutsallığını belirleyen faktörler şunlardır:
1. Tanrının, bir mekânın, bir zamanın veya başka herhangi bir şeyin kutsal olduğunu bizzat belirtmesi.
2. Bir yerin ulûhiyete tahsis edilmiş olması.
3. Ulûhiyetin herhangi bir yerde tecelli etmesi (teofani)
4. Tanrının kelamının tecelli etmesi: Tanrının kelamının tecelli ettiği yazı karakterleri, yazı malzemeleri, yani Tevrat, İncil ve Kur’an gibi metinler kutsalın kaynağı olan Tanrıya ait olmaları nedeniyle kutsaldırlar.
5. Peygamber, din kurucusu, aziz, veli gibi dinde kutsallık atfedilen kişilerin yaşamları.
6. Bazı doğa varlıklarında doğaüstü gücün sezilmesi

Kutsalın türleri de şunlardan oluşmaktadır:
Kutsal mekan, kutsal zaman, kutsal varlık, kutsal nesne.

Kutsal mekan: Kutsalı belirleyen faktörlerin bir mekanda tezahür etmesi o mekanı kutsallaştırır. Kutsalın tezahür etmesiyle mekânda değişme ve farklılaşma gerçekleşir. Kutsalın tezahür etmesiyle bu mekân, artık önceki doğal ve olağan özelliklerinin ötesinde, bambaşka bir hakikate sahne olmaktadır.
Belirsiz, düzensiz ve emniyetsiz olan bir mekân, kutsalın belirmesiyle mutlak, düzenli, güvenli ve huzurlu bir yere dönüşmektedir. Dindar insanın Mekke’de, Medine’de, Kudüs’te ve diğer kutsal mekânlarda kendini farklı bir dünyada, huzurlu ve güvenli hissetmesi, kutsal mekâna yüklenen bu nitelikten kaynaklanmaktadır.
Kutsal yerleri diğer yerlerden ayıran bazı özellikler bulunmaktadır. Bu özelliklerin en önemlisi, kutsal yerlerin etrafının taş, ağaç, duvar vb. şeylerle çevrilerek kutsallık sınırlarının kesin olarak belirlenmiş olmasıdır. Mabet ve kutsal sular da kutsal mekanın özelliklerini oluşturmaktadır.

Kutsal mekanların en önemlisi Kudüs’tür.
Kudüs’ün kutsallığı Tanrı Yehova’ya dayanmaktadır. Yahudilerin Yeruşalayim, Hıristiyanların Jerusâlem, Müslümanların da Kudüs dediği kutsal kent, iki bin yıldan beri tevhidin tarihî ve ruhanî merkezidir.
Yehova'ya, İsa'ya veya Allah'a inanan ve kendilerini İbrahim oğulları olarak nitelendiren Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için Kudüs paylaşılamayan bir kutsallığa sahiptir. Bu yüzden Kudüs'ün dinler ve mezhepler açısından gerçek anlamda bir "Bâbil Kulesi" olduğu bile söylenmiştir.
- Dinlere göre Kudüs’ün önemi nedir?
Yahudiler için Kudüs vazgeçilmez kutsal bir mekandır. Çünkü onlarla bu mekân arasında Tanrı tarafından çözülmez bir bağ oluşturulmuştur. Tevratta 600 defadan fazla adı geçen Kudüs’ü unutmak Yahudiler için büyük bir onursuzluktur.
Üç büyük mescitten birini barındırması dolayısıyla Kudüs Müslümanlar için de vazgeçilmez bir kutsallığa sahiptir. Kudüs’deki Mescid-i Aksa aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesidir. Ayrıca Hz.Muhammed’in Mirac olayında gece yolculuğuna ve göğe yükselmesine sahne olan mekandır.

Hıristiyanların Kudüs’ün kutsallığı konusunda farklı görüşleri bulunmaktadır. Fakat siyasi nedenler ve binyılcı inançlar dolayısıyla bütün Hıristiyanlar Kudüs’e önem vermektedirler. Kudüs’ün Hristiyanlar açısından kutsal mekan olarak yeniden değer kazanması, Roma İmparatoru Konstantin’in Hristiyanlığı kabul etmesinden sonra 326 yılında başlamıştır. Hristiyanlar, Tanrı krallığındaki semavi Kudüs anlayışını benimsemiş olmakla birlikte, Filistindeki bugünkü Kudüs’e de sahip çıkmışlardır. Çünkü kilise, Kudüs’e yapılan hac ziyaretlerinin kendisinin gelişmesinde ve güçlenmesinde etkili olduğunu görmüştür. Bir diğer sebep de tamamen siyasi bir gaye taşımaktadır. Sonuç olarak Kudüs, Yahudiler ve Müslümanlar nazarında sahip oldukları kutsallığa Hristiyanlar nazarında sahip değildir. Hristiyanlar Kudüs’ü hiçbir zaman dini merkez olarak görmemişlerdir.

Kutsal Zaman: Mekân gibi zaman da dindar insan için tekdüze değildir. Dindar insan, iki türlü zaman tanımaktadır. Bunlardan biri, farklılıkları olan, tekrarlanabilen ve telafi edilebilen niteliklere sahip olan kutsal zamandır. Diğeri, dini anlamlardan yoksun, sıradan dindışı zamandır.

Genel olarak Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinine mensup olanlar ve günümüzün modern insanı, bir başlangıcın ve sonun olduğu doğru bir çizgi halinde devam eden zaman anlayışına sahiptir. Hint toplumlarında ise zaman dairevidir; zaman sürekli tekrar eder. Zamanın bir başlangıcı ve sonu yoktur. Bu toplumların zaman anlayışı gibi kutsal zaman, tekrarlanabilir bir niteliğe sahiptir.

Kutsal Zamana duyulan ihtiyaç: Dindar insan, kirletilemez ve tahrip edilemez kutsal bir zamana daima ihtiyaç duymaktadır. Dindar insan açısından tarih, dindışı zamanın varlığını sağlayan kutsal zamandan ibarettir. Örneğin; Yahudilerde kefaret günü Yom Kipur, Müslümanlarda da Beraat gecesi dindar insan için manevi açıdan yıllık yenilenmenin gerçekleştiği kutsal zamandır.

Dindar insanın ilk yaradılış zamanına ya da asr-ı saadete dönme tutkusunun temelinde, ilahi olarak tanımladığı varlıklara, şahsiyetlere, zamana ve çevreye olabildiğince yakın olmak yatmaktadır. Eliade, bunu cennet özlemi olarak tanımlar.Sonuç olarak, kutsal zaman deneyimi dindar insanlara dindışı zamanın getirdiği kirlenme ve tahribatı yok etme imkanını vermektedir. Yeni yıl ayinleri, kutsal bayramlar, günler ve geceler aracığıyla günahlarından ve kötülüklerden arınan insan, yeniden doğarak hayata başlamaktadır.

1-Kutsal Zaman Ölçüsü Olarak Ay
Güneş her zaman olduğu gibi aynı kalır ve asla değişmez. Halbuki ay, büyür, küçülür, kaybolur. Bu bakımdan, insanla ay arasında bir benzerlik söz konusudur.
Ayın bu hali, hayatın ritimlerini mükemmel bir biçimde temsil eden bir gök cismi olmasına neden olmuştur. Yahudiler için ay, bu özelliklerinden dolayı, Yahudilerin tarihini ve kaderini temsil eden bir simgedir.
Dinlerin çoğunda ay, kutsal zamanın ölçüsüdür. Zaman ölçüsü olarak ay takvimi kullanımının tarihi oldukça eskiye dayanır. Buz çağında bile insanlar ay takvimi kullanmış, ayın safhalarına göre hayatlarını tanzim etmişlerdir.
Ayın hareketlerinin bir takım olaylara neden olduğuna ve bu nedenle zamanı etkilediğine inanılır. Sebep olduğu olayların insan açısından olumlu olup olmamasına göre ayın hareketleri uğurlu ve uğursuz olarak iki kategoride değerlendirilir
2-Kutsal Günler, Geceler ve Bayramlar
Dindar insan için yılın bazı zamanları, kötü güçlerin etkisiz kaldığı, günahların bağışlandığı, ruhun huzur ve mutluluğa kavuştuğu, ilahî âleme kapıların açıldığı kutsal zamanlardır. Bu zamanlar; kutsal günler, geceler ve bayramlar şeklinde tasnif edilebilir.

Ayın hareketi: Kutsal günler, geceler ve bayramlar; tanrıların, peygamberlerin, din kurucularının veya dince kutsal sayılan kişilerin hayatlarının önemli anları ile ilgilidir.

Dinlerde bu varlıkların doğumları, ölümleri ve hayatlarında önemli dönüm noktalarını oluşturan olaylar kutsallaştırılmıştır. Her yıl, bu olayların yıldönümleri özel ibadetlerle ve dinî törenlerle kutlanmaktadır. İnsanlar, yıldönümü kutlamalarında bu olayları manevî bir şekilde yaşarlar ve mistik bir heyecan duyarlar.
- Müslümanların kutsal zamanları nelerdir?
- Mevlit Kandili
- Regaip Kandili
- Mirac Kandili
- Kadir Gecesi
- Beraat Gecesi (Bütün hikmetli işlerin ayrılmasına, bu gecede başlandığı, bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer zamanlara nazaran binlerce kat sevapla mükafatlandırıldığı, elli senelik bir ibadet hayatının sevabının bu gecede kazanılabildiği, Allah’ın rahmetinin bu gecede bütün alemi kuşattığı, bağışlanmanın bol olduğu, Hz.Muhammed’e tam bir şefaat verildiği gibi….)
- Cuma Günü
- Aşure Günü (Muharremin onuncu günü)
- Pazartesi ve Perşembe günleri
- Recep, Şaban ve Ramazan Ayları
- Şevval ayının inde tutulan 6 gün oruç vb…
- Yahudilerde kutsal gün ve geceler nelerdir?
- Yahudilikte, peygamberlere veya dince kutsal sayılan kişilere ait önemli kutsal günler ve geceler yoktur. Fakat bunlara benzer ;
- Yom Kipur ve Roş Aşana Günleri (Tövbe ve bağışlanma günleri)(Beraat Kandili)
- Şabat (Kutsal dinlenme ve ibadet günü.Cuma ikindiden cumartesi akşama kadar devam eder.Ateş yakmak, elektrikli alet, telefon, araba ve benzeri şeyleri kullanmak yasaktır. O gün hiçbir iş yapmaz ve sadece Tanrı’ya ibadet ederler.)
- Fısıh Bayramı (Yahudilerin Mısır’dan çıkışları anısına kutlanan bayramdır. Mart-Nisan aylarında 8 gün sürer.Mayalı yiyecek yemezler.)
- Şavuot Bayramı (Tevrat’ın Tanrı tarafından Yahudilere verilişini kutlama bayramıdır.Haziran-Temmuz aylarında kutlanır)
- Sukkot Bayramı (Yahudilerin Mısır’dan çıktıktan sonra 40 yıl çölde dolaşmaları anısına yapılan bir bayramdır.Eğlence yönü ağır olan bu bayramda, evlerinin bahçesine kurdukları çadırlarda milli oyunlar oynarlar)
-Fısıh, Şavuot ve Sukkot Yahudilikte aynı zamanda hac bayramlarıdır. Dini kurallara göre Yahudiler her sene bu bayramlarda Kudüs’e hacca gitmek zorundadırlar. Süleyman Mabedi yıkıldığı için günümüzde hac ibadeti sembolik olarak yapılmaktadır.
- Hristiyanlığın kutsal günleri, geceleri ve bayramları nelerdir?
- Noel Bayramı (Tanrı’nın oğlu olarak kabul edilen Hz.İsa’nın dünyaya gelişini anmak için kutlanır.)
- Paskalya Bayramı ( Hz.İsa’nın öldükten sonra dirilişi anısına kutlanan bayramdır.)

- Kutsal Emanetler
Peygamber, din kurucusu, aziz, veli gibi dince kutsal sayılan kişilere ait olduğuna inanılan kalıntılara kutsal emanetler denir. Bu türden kutsal emanetlere hemen her toplumda rastlanır. Bazı toplumlarda kutsal emanetlere özel önem verildiği için bunlar özel mekânlarda muhafaza edilir.
- Yahudilikte kutsal emanet kültü var mıdır?
- Yahudilerde, geçmişte yaşanan putperestlik tecrübelerine istinaden konan katı yasaklardan dolayı kutsal emanet kültü pek yer bulamamıştır.
- Hristiyanlıkta kutsal emanet kültü nasıldır?
- Kutsal emanet anlayışı Hristiyanlıkta, İsa’nın haçının parçalarından Meryem’in giysilerine, diğer azizlerin ve şehitlerin kemik parçalarına kadar uzanan geniş bir çeşitliliğe sahiptir.
- Müslümanlardaki kutsal emanet anlayışı nedir?
- Kutsal emanet olgusu Müslüman toplumlarda da bulunmaktadır. Başta Hz.Muhammed olmak üzere bazı peygamberlerden ve bir kısım İslam büyüklerinden intikal eden eşyalar kutsal sayılmakta ve bunlara saygı gösterilmektedir. Ancak Müslüman toplumlarda bu anlayış Budizm ve Hristiyanlıkta olduğu gibi külte dönüşmemiştir.
“Emanat-ı Mübareke” denilen kutsal emanetler;
Hz.Muhammede ait olanlar,
Diğer Peygamberlere ait olduğuna inanılanlar,
Bazı İslam büyüklerine nispet edilen emanetle,
Kâbe’ye ve Mescid- Nebi’ye ait emanetler, gibi gruplara ayrılmıştır.

Kutsal emanetler olgusu evrensel bir olgudur. Bu olgunun temeli, kutsal kişilerin kutsallığının onlara ait nesneler yoluyla da sirayet ettiği inancına dayanmaktadır.

Evliya kültünün egemen olduğu dindarlık kesiminde dindar insan, kutsala olan ihtiyacı çerçevesinde, kutsalın tezahür ettiğine inandığı bu tür nesnelere temas etmeyi veya onları ziyaret etmeyi kutsalla iletişimin yolu olarak görmektedir.

Dindar insan, bunlara dokunmak veya yakın olmak suretiyle, bu nesnelerin temsil ettiği kutsal zamana kendini katmakta ve böylece manevi bir huzur duymaktadır. Ayrıca, bir takım dünyevî beklentilerine ve sorunlarına cevap bulacağına da inanmaktadır. Zira bu tür emanetler dertlere deva, hastalıklara şifa gibi nitelikler de taşımaktadır. Kutsal emanet kültü, antropolojik bir temele dayanmaktadır.
- Yahudiler kutsalı hangi kelime ile ifade ederler?- Talmud
- Kutsal konusunda ne gibi ifadeler söylenebilir?
- İnsanın hakikatle buluşması kutsal yoluyla olur.
- Kutsal, dini tecrübenin özüdür.
- Kutsal değişkendir.
- Kutsal, karmaşık bir yapıya sahiptir.
- Kutsalı “toplum tarafından, ortak ülkünün bireylerce yaşatılması amacıyla meydana getirilmiş, kolektif bilincin bir ürünü” şeklinde tanımlayan din antropoloğu kimdir?
- Emile Durkheim
- Ayın evre ve hareketleri ile ilgili neler söylenebilir?
- Ay güneşden farklı olarak büyür, küçülür, kaybolur yani; değişir.
- Ayla insan arasında birtakım benzerlikler vardır.
- Yahudiler kendi kaderleriyle ay arasında bir bağlantı kurmuşlardır.
- Ayın evrelerinin insan kaderi üzerinde etkisinin olduğuna inanılır.
- Ay, bazı ibadet vakitlerinde zaman ölçüsü olarak kullanılır.
- Müslümanlardaki Berat gecesi Yahudilerdeki hangi kutsal zamanla benzerlik gösterir?
- Yom Kipur


S-1- Din insanı ne ile buluşturur? Ne ile gerçekleşir bu buluşma?
C-1-Din insanı kendinden daha kapsamlı ve edebi bir gerçeklikle (hakla) buluşturur, bu buluşma kutsal yolu ile gerçekleşir.
S-2-Din içindeki unsurları birbirine bağlayan ve o dinin bütünlüğünü sağlayan dinin en önemli ana konusu nedir?
C-2-Kutsal
S-3- Din antropolojisinde kutsaldan söz edilirken hangi kavramlar kullanılır?
C-3- Totem, tabu mana kavramları kullanılır.
S-4- Kutsal ve kutsal olmayan üzerinde ilk kez duran Fransız antropolog kimdir?C-4- Emile Durkheim ona göre bütün toplumlarda 2 farklı alan vardır. Kutsal alan ve kutsal olmayan alan yani din dışı alandır.
S-6- Kutsalın özellikleri nelerdir?
C-6-Kutsal bazen iyi bazen kötü bazen zarar verici ve korkutucu olabilir. Saygı sevgi ve kaygıda uyandır.
S-7-DURKHEİM din tanımı neye dayanır?
C-7- Kutsal ve din dışı ayrımına dayanır.
S-8-Durkheim göre kutsalı meydana getiren nedir?
C-8-Kutsalı meydana getiren toplumum kendisidir. Toplum sürekli olarak kutsal şeyler yaratır. Toplumsal kabul gören kutsak artık tartışılmaz ve inkâr edilmez.
S-9-Das heilige ( kutsal )adlı bir eser yazan Rudolf otto sosyolojik ve antropolojik hiçbir şeye indirgenemeyecek KUTSAL fikri hangi düşüncenin kaynağını oluşturur?
C-9-Dini düşüncenin kaynağını oluşturur.
S10-Ottu kutsalın hangi yönüne vurgu yapar?
C10-Akli olmayan hissi yününe vurgu yapar.
S11- Ottu kutsalı hangi terimle kullanır ve anlamı nedir ?
C11-NUMİNOUS Terimiyle kullanır. Kişinin yüksek ve üstün bir gücün huzurunda bir varlık olarak hissettiği duygudur.* Otunun kutsal ile ilgili yorumu ile DURKHEİM yaklaşımından farklı olarak tecrübî bir nitelik taşır.*
S12- KUTSALIN tanrı kavramını aştığını kim söylemiştir?
C-12-SÖDERBLOM söyler.
S-13-Kutsalın mahiyeti yapısı, tezahürleri ve çeşitleri konusunda en etkileyici açıklamayı kim yapar?
C-13-Romanyalı MİRCEA ELİADE yapmıştır.
S-14-ELİADE dini tanımlarken hangi 2 kişinin tanımını birleştirir?
C 14 Ottu ile Durkheim tanımlarını birleştirir.*Ottu ya paralel olarak dini kutsal tecrübe olarak görür,* Dini kutsala bağlarken de Durkheimin terminolojisini ve yaklaşımını benimser. Ona göre iki türlü varoluş vardır:Kutsal varoluş ve din dışı varoluş. Eliade tüm dinleri kutsalla ilişkilendirir. Kutsal ağaç taş kayada olabilir. Modern insan kutsalı olumsuzlayan insandır. Eliadenın kutsalı antropolojik ve etnolojik verilere dayanır. Dindar insan için kutsal hakikatin ta kendisidir.

KUTSALIN YAPISI
S -1 Kutsal nelerden oluşur?
C-1 Karmaşık dini fenomenlerdir. Bunlar ayinler mitoslar, tapılan nesneler, simgeler, mukaddes insanlar, hayvanlar, bitkiler, kutsal yerler ve benzerlerinden oluşur.
* KUTSAL tarih içinde tezahür eder.Bölgesel kutsallar olduğu gibi evrensel değeri olan kutsallar vardır ör:Hintlilerde aşvatta denilen ağaç kozmik hayat ağacıyla ilgili olması dolayısıyla evrensel kutsal sayılır.AŞVATTA yalnızca tarihsel değil hem yerel hem evrenseldir evrenselliğinin nedeni
Tüm mitolojilerde kozmik ağaçların temsil ettiği evreni simgelemesi evreni bir bicimde somutlaştırmasıdır. Kutsal her zaman sabit ve tek yönlü olmayabilir.
S-2Kutsalın en eski tezahür biçimi nedir? Örnek veriniz?
C-2 En eski tezahür bicimi putperestliktir. Hacer-i Esved ve Kabe örnek verilebilir, cahiliye Araplarınca Kabeye atfedilen Kutsallığın tezahür biçimi Müslümanlar tarafından putperestlik olarak görülmüş ve yeni vahiy ışığında tevhide uygun bir tezahür bicimi, olarak benimsenmiştir.
S-3 kutsal ne ile tecelli edebilir?
C-3 kutsal her zaman kendisinden başka bir şey aracılığıyla ortaya çıkar nesne. Figür veya simgeler aracılığıyla tecelli eder. Kutsal kendini her insana aynı şekilde belli etmez, insanlar kutsalı zihinsel kültürel durumlarına göre onu farklı şekillerde algılayabilirler. Her şey kutsalın tezahür etmiş olduğu bir araç olmuş olabilir.
S-4-kutsal sirayet edicimidir? Kutsal olanla olmayan birlikte var olabilir mi?
C-4 Kutsal olan başka şeye geçebilir, kutsal, kutsal olamayanla birlikte var olur yani kutsalın değeri kutsal olmayan aracılığıyla ortaya çıkar.* Kutsal toplumsal bir boyuta da sahiptir. Bu yönüyle kutsal bir yaşam kalıbı oluşturur. Böylece kutsal insanlara davranışları konusunda yol gösterici olur.

KUTSAL TABU İLİŞKİSİ
S-1- Kendisinde özel güçler bulunduğuna inanılan, hayranlık ve korku uyandıran, niteliği tam olarak bilinmeyen, kendini bazı nesnelerde ayinlerde gösteren güç nedir?
C-1- KUTSAL
S-2 Dokunulması tehlikeli ve yasak olan şey nedir?
C-2 Tabu *Tabu HARAM kelimesi ile aynı anlama gelir. Haram kutsalın bir takım yasaklar içerdiğine işaret eder.
S-3-Tabu hakkında ilk açıklamayı yapan kimdir? Tabuya yakalanan kişi ne ile kurtulur? Tabu nun özellikleri nelerdir?
C-3 İskoçyalı Robertson Smith tir.Tabu doğa üstü cezalara çarptırılma korkusundan kaynaklanır smith bu ilkel içgüdüye tabu adını verir. Tabuya yakalanan BÜYÜ ile kurtulur. Mana gücüne sahip olan nesneler tabu olarak kabul edilir. Ceset tabudur, tabu kutsal gibi sirayet edicidir, tabu ya yaklaşmak için uzun süreli ayinler yapılır. Tabuya dokunmadan önce temizlik yapılır.
S-4 KUTSALLA ilgili tabular süreklimidir? Geçici olmayan tabular hangileridir? Kutsalla ilgisi olmayan tabular var mı dır?
C-4 Kutsalla ilgili tabular geçicidir. geçici tabuların yanın da geçici olmayan tabularda vardır bunlar kral tarikat şeyhi gibi kutsal kişiler Yahudi tanrısı yehova bazı dağ göl nehir kozmik bölgeler daimi tabu kabul edilir. Cin ve şeytan kutsalla iğlisi olmayan tabulardır.
S-5DİNİN GETİRDİĞİ YASAKLARI TABU OLARAK GÖRENLER KİMLERDİR?
C-5Antropologlardır
S-6 Yakın akraba evliliğin yasak oluşuyla ilgili tabu kime aittir?
C-6FREUD aittir kabile içi evliliği yasaklayıp dışardan evlenme (ekzogami) yasasını benimser.
S-7 DOMUZLA İLĞİLİ EN MEŞHUR KURAM KİME AİTTİR? Bu kuramı eleştiren kimdir?
C-7 James Frazer e aittir.Bu kuramı eleştiren, MARVİN HARRİS TİR .
KUTSALIN BELİRLEYİCİ FAKTÖRLERİ
S-1 BİR şeyin kutsallık kazanabilmesi için ne gereklidir?
C-1 Bir yerin, nesnenin kişinin veya bir canlının kutsal olması doğaüstü ilahi bir gücün onunla temasının sonucudur.
S-2 Kutsalın belirleyici faktörleri nelerdir?
C-2 1 -Tanrının bir mekan bir zamanın veya başka herhangi bir şeyin kutsal olduğunu bizzat belirtmesi: kadir gecesi, ramazan ayı, haram aylar gibi
2-Bir yerin ulûhiyete tahsis edilmiş olması: mabetler örnektir
3-Ulûhiyetin herhangi bir yerde tecelli etmesi TEOFANİ) HZ Yakup YABBOK ırmağında ilahi güce muttali olmuştur.
4-Tanrının kelamının tecelli etmesi: Tevrat İncil kuran tanrıya ait olmaları nedeniyle kutsaldır.
5-Peygamber, din kurucusu, aziz veli dinde kutsallık atfedilen kişilerin yaşamları
6-Bazı doğa varlıklarında doğaüstü gücün sezilmesi: bazı dağ, bitki, hayvan ve benzeri doga varlıkları
KUTSALIN TÜRLERİ NELERDİR?
1-KUTSAL MEKÂNLAR: hac mekânları, mabetler
2-KUTSAL ZAMANLAR: bayramlar kutsal gün ve geceler Yahudilerde şabat
Soru: Yahudilik te ŞABAT nedir?
Cevap: Tanrının 6 günlük yaratma işinden sonra dinlenmesidir.
3-KUTSAL VARLIKLAR: Bitki ve hayvanlar
4-KUTSAL NESNELER: Taş, asa , sandık, giysi, yüzük, ilkel insan için çevresindeki her şey kutsal sayılır.
MEKÂNIN KUTSALLIGI
S-1 AXİS MUNDİ ( DÜNYANIN merkezi) hint inanışına göre (MERU DAĞI) Filistin de ( TOBAR DAĞI) Hıristiyanlıkta GOLGOTHA TEPESİ Müslüman inanışında KABE nin kutsal olma özellikleri nedir?
C-1 Bu yerler kutsal oldukları için evrenin merkezinde yer alırlar. Bu nedenle yüksektirler ve ilahi âleme yakındırlar. Kutsal mekân ayrıcalıklı bir mekândır. Kutsalın bu mekânlarda tezahür etmesi bu mekânlar da başkalaşım ve değişim meydana getirir. KUTSALIN tezahürüyle mekân artık düzenli, güvenli ve huzurlu bir yer halini alır.
S-2 Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kudüs kutsallığını nerden alır?
C-2 YAHUDİLİKTE tanrı yehovadan Hıristiyanlıkta Hz İsanın hatıraları dolayısıyla kutsal sayılır.
S-3-MEKKE kutsallığını nereden alır?
S-3 Bizzat ALLAH tarafından alır. Mekke mukaddes ve haram bir beldedir.
S-4- Hinduların ve Japonların kutsal mekanları hangileridir?
C-4 Hinduların BENARES tanrı şiva ile oğlu Skanda’nın kutsal şehridir. Diğer şehir ise ALLAHABAT TIR. Allahabat hatırında iken ölen kimse direk Brahma nın cennetine gider. BODHİ GAYA Budizm’in kurucusu Budanın hatıraları dolayısıyla kutsaldır.
JAPONLARDA ise HONSHU adasındaki hac yeri İSE nin kutsallığı olarak kabul edilir.

S-5 Kutsal yerleri diğer yerlerden ayıran özellikler nelerdir?
C-5 YAHUDİLERDE kutsal yerler duvarla çevrilidir, Arapçada Harem, sınırın da işaret taşları bulunan yerlere delalet eder. BARENES in çevresi dairevi yol bulunan 15 kmkarelik alanı diğer yerlerden daha kutsaldır. Japonlardaki kutsal yer İSE nin ise etrafı gür ormanlarla çevrilidir. Ayrıca KUTASAL yerler MABET- ŞEHİR olarak görülür. Yahudilerde kudüsteki mabet aynı zaman da kıbleleridir. KUTSAL YERLERİN DİGER ÖZELLİĞİ kutsal sularla çevrili olmasıdır.

PAYLAŞILAMAYAN KUTSAL MEKÂN: KUDÜS
S-1 Yahudiler Kudüs te hangi mabedi kurarlar?
C-1 Süleyman mabedi BET- HAMİKDAŞ OLARAK BİLİNİR.
S-2 hangi Yahudi peygamberi Kudüs ü milletlerin ortasına yerleştirilmiş bir şehir, İsrail oğullarını da toprağın göbeğinde oturan millet olarak görür?
C-2 HEZEKİEL
S-2 Hıristiyanlar Kudüs e ne kadar değer verirler.
C-2 İncil de İsa nın Kudüs e karşı olumsuz tavır takındığı yazılır, ve Kudüs kutsal bir ziyaret yeri değildir, isa İncil de Kudüs e sitem etmektedir.
S-3- PAVLUSA GÖRE HANGİ Kudüs önemlidir? Filistin’deki Kudüs mü semavi Kudüs mü?
C-3 SEMAVİ KUDÜS
S-4 Roma imp Konstantinin Hıristiyanlığı kabul etmesi ve annesinin Kudüs ve çevresine seyahat düzenlemesi ne ile sonuçlanır?
C-4 Hıristiyanlıkta Kudüs yeniden dini bir değer taşır
S-5 Hıristiyanların kudüsü ziyareti sadece dini nitelik mi taşır?
C-5 İlk zamanlar sadece dini nitelik taşırken daha sonraları dünyevi ve siyasi olayada sebebiyet vererek HACLI SEFERLERİNE sebep olur.
S-6 Hıristiyanlar Kudüssü dini bir merkez olarak görürler mi?
c-6 Hıristiyanlar kudusü hiçbir zaman dini bir merkez olarak görmezler

ZAMANIN KUTSALLIGI
S-1 Vakit öldürmek cinayet değil, intihardır diyen din hangisidir?C-1 Yahudilik
S-2 Yeni yıl neyi ifade eder? Yahudi ve Müslümanlarda yıllık yenilenme ne zaman gerçekleşir?
C-2 Yeni yıl evrenin yaradılışının güncelleştirilmesidir. Yahudilerde YOM KİPUR Müslümanlarda Beraat gecesinde insan için manevi acıdan yıllık yenilenme olur.
S-3 Dindar insan için kutsal zaman ne anlama gelir?
C-3 Kutsal zaman deyimi dindar insan için dindışı zamanın getirdiği kirlenme ve tahribatı yok etme imkanı verir.
KUTSAL ZAMAN ÖLCÜSÜ OLARAK AY
S-4- YAHUDİLER İÇİN AYIN ÖNEMİ NEDİR?
C-4 Yahudilere göre ay Yahudilerin tarihini ve kaderini temsil eden bir simgedir. Ayı kutsamakla kendilerini kutsamış olurlar. Yahudiler genel de ay takvimini kullanırlar. 1 yıl 364 değil 354 gündür.
S-5 Yahudilikte ay yılına göre belirlenen bayramlar hangileridir?
C-5Fısıh, Şevuot ( haftalar),Sukkot( çadırlar) bayramı ayın dolunay oldugu 15 gün de başlar.
S-6 Hıristiyanlardaki ay yılana göre belirlenen bayramlar hangileridir?
C-6 NOEL GECESİ, PASKALYA, PENTEKOST VE AZİZ YUHANNA GÜNÜ aya göre belirlenir.
S-7 Yahudilerde kutsal günler hangileridir?
C-7 ROŞ AŞANA VE YOM KİPUR Yahudiler de kutsal günler olarak kabul edilir.
S-8 ROŞ aşana Yahudilik te ne anlama gelir?
C-8 evrenin ve insanın kaderinin yeniden belirlenişi anlamına gelir.
S-9 Yahudiler şabatta neler yapmazlar?
C-9 Şabat vakti Cuma günü ikindi de başlar cumartesi akşamına kadar devam eder. Dindar Yahudiler bu vakitte elektrikli alet telefon araba ve benzeri şeyler kullanmazlar .
S-10 Yahudilerin bayramları hangileridir? Açıkla?
C-10 FISIH SUKKOT ŞAVUOT BAYRAMLARIDIR.
FISIH:Yahudilerin mısırdan çıkışı anısına kutlanan bayramdır.BAYRAM SÜRESİNCE MAYALI YİYECEKLER YEMEZLER.
SUKKOT:Yahudilerin mısırdan çıktıktan sonra 40 yıl çölde dolaşmaları anısına yapılır. Bu bayramda YAHUDİLER EVLERİNDE CADIR KURUP ONU AGAÇ DALLARIYLA SÜSLERLER.
ŞAVUOT: Tevrat’ın Tanrı tarafından Yahudilere verilişi kutlanır. Haziran temmuz aylarında kutlanır ve haftalar bayramı ismi de verilir.
S-11 Hıristiyanlıkta kutlanan paskalya bayramı neyi ifade eder?
C-11 Paskalya Hz İsa öldükten sonra dirilişi anısına kutlanan bir bayramdır.
S-12 Peygamber, din kurucusu, aziz, veli, gibi dince kabul sayılan kişilere ait olduğu inanılan kalıntılara ne isim verilir?
C-12 Kutsal emanetler
S-13 Budistler budanın kutsal emanetlerini nerde saklarlar?
C-13 STUPA DA SAKLARLAR BUNA kimi yerlerde PAGODA adı verilir.
S-14 Yahudilik te kutsal emanet kültü var mı dır?
C-14 Yahudilikte Hıristiyanlıktaki kadar kutsal emanet kültü olmamıştır.
S-15 MÜSLÜMAN toplumdaki kutsal emanetler Hıristiyanlık ve budizimde ki gibi bir külte dönüşmüş mü dür?
C-15 HAYIR DÖNÜŞMEMİŞTİR.
S-16 EMANET-I MÜBAREKE DİYE ANILAN kutsal emanetler nelerdir?
C-16 1) Hz Muhammed(s.a.v) ilgili olanlar
2)Diğer peygamberlerle ilgili olanlar
3) Bazı İslam büyüklerine nispet edilenler
4)Kâbe ye ve mescidi nebiye ait ola
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Kasım 2013, 18:02   Mesaj No:8
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri

ÜNİTE 7: DİN VE KÜLTÜR

Din ile kültür arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Bir taraftan din, içinde doğduğu kültürün temel unsurlarından etkilenirken diğer taraftan da içinde doğduğu ve geliştiği kültürü, hem getirmiş olduğu inanç, ibadet ve ahlak esasları hem de bu esaslara bağlı olarak ortaya çıkan hayat tarzı ile zenginleştirir ve şekillendirir. Ancak din ile kültür ilişkisinin mahiyeti, dinlere ve din anlayışlarına göre farklılık gösterir. Bu farklılık, Tanrı, vahiy, iman ve kutsal kitap gibi kavramlara, dinlerin yükledikleri farklı anlamdan kaynaklanır. Bu ünitede kültür ve din kavramları analiz edilerek, vahiy kavramından hareketle din – kültür ilişkisinin mahiyetinin nasıl değiştiği açıklığa kavuşturulacaktır.

DİN VE KÜLTÜR
En geniş anlamı içinde kültür, insan tarafından kazanılan bilgi, değer, inanç, san’at, gelenek, alışkanlık gibi kapasiteleri içeren kompleks bütünün adıdır. Tabiattan getirilmeyip, toplum tarafından zaman içinde üretilen ve o toplumun temel özelliklerini yansıtan, başka toplumlarda bulunmayan maddi ve manevi değerler bütününe kültür adı verilir. İnsanın ürettiği her şey “kültür” terimi ile ifade edilir. Dolayısıyla kültürü,“insanın tabiat üzerine empoze ettiği ‘sun’î, talî bir çevre’ olarak tarif etmek” mümkün hale gelir. Bundan dolayı kültür; dili, âdetleri, fikirleri, inançları, görenekleri, sosyal kurumları, miras olarak devralınan sanat eserlerini, teknik süreçleri ve değerleri içine alan bir anlama sahip olur.
İnsan, içinde yaşadığı dünyaya kendi değerleri çerçevesinde şekil verir; insan, adeta kendi değerlerini ‘tabiat’ üzerine işler. Bundan dolayı ‘tabiî dünya’ ile üzerinde yaşayan ‘insanın değerleri’ arasında birebir bir ilişki bulunur. Tabiat ile kültür arasında var olan bu ilişkiden dolayı milletler için vatan toprağı, kültürel değerlerden bağımsız düşünülemeyeceği için, kutsallık taşır.
Tabiî dünya ile kültür arasındaki bu ilişkiye oranla, değerler dünyası ile kültür arasında daha sıkı bir ilişki vardır. Mesela adalet, hürriyet ve insan hakları gibi kültürler için değişmeyen müşterek değerler olmakla birlikte adaletin, hürriyetin ve insan haklarının anlaşılma biçimi kültüre göre değişiklik gösterir.

Kültür unsurları şunlardan oluşur:
1. Din, 2. Felsefe, 3. Bilim, 4. San’at, 5. Gelenekten gelen düzensiz bilgi, 6. Büyüsel zihniyetin ürünü olan okkült bilgi.Bu altı bilgi türünün oluşturduğu kültür, aidiyeti yönüyle, milli kültür (özgü kültür) ve üniversel kültür (ortak kültür) diye ayrılır.
Aidiyet bakımından kültürün bir kısmı bir millete özgüdür, o milletin damgasını taşır.Milletlerin ayırımı kültürün bu yanı iledir. Kültürün bir kısmı dabütün insanlığa hastır, herhangi bir milletin damgasını taşımaz, milletlerin ortak malı gibidir. Birincisi sosyo-subjektif, ikincisi objektiftir. Kültüre ait bu iki kavram, çok defa, milli kültür ve evrensel kültür diye adlandırılır.

Din kavramı genel bir kavramdır. Bundan dolayı her din tanımı, belli bir noktaya kadar keyfilik taşır ve dinin ne olduğu meselesine, her dinin dindarını tatmin edecek şekilde bir din tarifi getirmek imkânsız denecek kadar zordur. Herkesi tatmin edecek türden bir din tanımı yapmanın zorluğundan (neredeyse imkânsızlığından) hareket eden düşünürler, dini tarif etme yerine onu karakterize eden temel özelliklerini belirleme yolunu tercih etmişlerdir. Kimileri dinin temel özelliği olarak Tanrıyı, kimileri vahyi, kimileri ahlaki ilkeleri, kimileri sosyal boyutu ön plana çıkarırken, Kierkegaard ve Whitehead gibi bazıları dinin “ferdî ve özel” karakterine dikkat çekmiştir. James Henry Leuba ise dinin belirleyici özelliğinin onun kurtuluş vaat etmesi olduğunu belirtmiştir. Nathan Söderblom ve Rudolf Otto’nun başını çektiği başka bir grup da kutsalı ön plana çıkarmıştır.

Bu düşünürlerin işaret ettikleri bu noktalara ilaveten Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi vahiy merkezli dinlerde dikkat çekilmesi gereken bir başka özellik de, dinin, getirmiş olduğu değerlerle insanın ilişkiler ağını düzenleme iddiasında bulunmasıdır. Buna göre din, insanın sadece Tanrı’yla değil, kendi hemcinsleriyle, doğal ve manevi çevresiyle olan ilişkilerini de düzenler. Saydığımız bu özelliklerin hepsi kitaplı veya vahiy merkezli dinlerde bulunur. Ancak bir inanç esasının din sayılabilmesi için dile getirdiğimiz bu özelliklerden iki veya üçünü kendinde bulundurması yeterli olabilmektedir.

İslam bilginleri arasında dini, ‘akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle kendinde iyi olan işlere sevk eden ilahi bir olgu’ şeklinde tanımlamak yaygındır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi teistik dinlerde inanç, ibadet ve ahlak olmak üzere birbirine bağlı üç yön bulunur. Sağlıklı bir tanımın dinin bu üç boyutuna hak ettiği önemi vermesi gerekir. Teistik dinler söz konusu olduğunda din, bireysel ve toplumsal yanı bulunan, fikir ve uygulama açısından sistemleşmiş olan, müminlerine bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurumdur. O, bir değer koyma, değer biçme ve yaşama tarzıdır.

İnsan yaşamının iki önemli kısmını oluşturması bakımından din ile kültür arasında birebir ilişki vardır. Din ve kültür ilişkisi, genellikle, aşağıdaki dört sorunun cevabı aranarak ele alınır. Bu sorular şunlardır:
1. Dinin kültürle nasıl bir ilişkisi vardır?
2. Kültür, dindarın dinini anlama tarzına nasıl tesir eder?
3. Din, kültür içinde kendisini nasıl ifade eder?
4. Dinî anlamada zaman içinde ortaya çıkan gelişmeler
arasında geçerli olanlar nasıl belirlenebilir?
Son üç sorunun cevabı, büyük ölçüde ilk soruya verilen cevaba bağlı olarak değişiklik gösterdiği için, burada bu sorulardan sadece birincisi üzerinde durulacaktır.
Din ile kültür arasında karşılıklı bir ilişki olduğu aşikârdır. Din, içinde doğduğu kültürün temel unsurlarından etkilenir. Mesela mabetlerin mimari yapısı, büyük çapta kültür tarafından şekillenir. Bu şekillendirmede söz konusu kültür ortamında hâkim olan bilgi birikiminin, iklim şartlarının, coğrafi yapının ve teknolojik imkânların etkisi büyüktür. İlk dönem İslam tarihindeki cami mimarisi ile günümüz cami mimarisi arasında farklılıklar olduğu gibi, Türk camii mimarisi ile herhangi bir Afrika ülkesindeki camii mimarisi arasında günümüzdeki farklılıklar da, kültürün din üzerindeki etkisini somut bir şekilde gösterir. Aynı durum, dinî giysilerdeki farklılık veya çeşitlilik açısından da geçerlidir.

Din-kültür ilişkisinde vahyin büyük bir yeri vardır. Dinin en temel kavramlarından birisi olan vahiy; Tanrı, iman, kutsal kitap ve teoloji anlayışlarının şekillenmesinde rol oynayan anahtar bir kavramdır. Sahip olunan vahiy anlayışı, din anlayışını da şekillendirir. Bu sebeple nasıl bir vahiy anlayışına sahip olduğu bilinmeyen bir dinin, kültür ile olan ilişkisini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek mümkün olmaz.
Dinler tarihçileri vahyin, en azından vahiy fikrinin, bütün kültürler ve bütün dinlerde mevcut olduğunda fikir birliği içindedirler. Vahyin öznesi ‘zât’ anlamıyla Tanrı’dır. Vahiy bir tecrübe türüdür. Vahiy tecrübesi, peygamberin kendi dışındaki bir Zât ile şuurlu ve bir dereceye kadar bilgi verici bir karşılaşmayı, yüz yüze gelmeyi gerektirir. Geleneksel anlayışa göre vahyin vasıtası, peygambere bildirilen sözler, teknik bir tabirle, önermelerdir. Batı’da Aydınlanma sonrası dönemde vahyin vasıtasının, söz, veya sözün ifade edildiği ‘önermeler’ değil de ‘olaylar’ olduğu kabul edilmiştir.
İlk dönem düşünürleri, Tanrı’nın bir dizi hakikat, önerme veya doktrin vahyettiğini savunurlarken, modern dönemin düşünürleri Tanrı’nın bizzat “kendisini” ifşa ederek vahyetmiş olduğunu savundular. Buna göre modern Batı düşüncesinde iki vahiy anlayışı ortaya çıkmış oldu. Bunların ilki, Tanrı’nın, belirli hakikatleri önerme formunda bildirmesi şeklinde anlaşılan ‘önerme merkezli model’dir. İkincisi de Tanrı’nın, Hz. İsa’ya hulûl ederek ‘kendisini’ ifşa etmesi şeklinde anlaşılan modeldir; buna, Tanrı bizzat kendi zâtını yani kişiliğini vahyettiği için, ‘kişi merkezli vahiy modeli’ denir.

Önerme merkezli vahiy, dinde müstakil bir bilgi kaynağıdır. Kişi merkezli vahiy anlayışının ise, müstakil bir bilgi kaynağı olma durumu yoktur. Sabit emir ve yasakları olan normatif karakterde bir dinin olabilmesi için, müstakil bir bilgi kaynağı olarak vahyin bulunması gerekir. Vahyin müstakil bir bilgi kaynağı kabul edilmediği yerde, değişmez kuralları olan normatif karakterli bir dinden bahsetmek mümkün olmaz. İslamiyet’in benimsemiş olduğu vahiy anlayışı “önerme merkezli” anlayıştır. Klasik vahiy anlayışında, önermeler vasıtasıyla önce “kitap” oluşur. Kitap sonradan kendisine inananlar vasıtasıyla bir toplum oluşturur. Yani vahiy, ‘kitap’ vasıtasıyla özel bir toplum oluşturur ve oluşturduğu toplumu şekillendirir. Bu durum, aynı zamanda, dinin vahiy ve kutsal kitap vasıtasıyla kültürü şekillendirdiği manasına da gelir. Hıristiyanlıkta olduğu gibi kişi merkezli vahiy anlayışında ise; önce hulûl olayı meydana gelir, sonra bazı insanlar bu olayı vahiy karakterli olarak anlayıp yorumlar, sonra da bu insanların oluşturduğu toplum, bu olaydan anladıklarını, yaşadıklarını yazarak kutsal kitabı oluşturur. Oluşan bu kitap özü itibariyle, vahiy karakterli olayların gerçekleştiğine dair tarihî birer vesika durumundadır. Dolayısıyla kitap merkezli olan din, kültür tarafından şekillendirilmiş olur.

Konuyu din ve kültür ilişkisi açısından değerlendirmemiz halinde, ortaya şöyle bir sonuç çıkar: En azından modern dönemde, hulûl olayı üzerine temellendirilmiş vahiy anlayışına sahip olan Hıristiyanlıkta, dinî olan her şey bir yorum meselesi halini aldığından, teoloji insan merkezli olmaktadır. Böylece Hıristiyanlık söz konusu olduğunda din ve teoloji, kültür tarafından üretilmekte veya şekillendirilmektedir. Klasik önermesel vahiy anlayışına sahip olan İslamiyet’te ise, Tanrı merkezli bir teoloji söz konusudur; iman ilkeleri önermeler halinde Allah tarafından lafzen bildirilmiş ve insanlardan bunlara iman etmeleri talep edilmiştir. Bu anlamda İslamiyet’te kültürün bir teoloji üretmesi söz konusu değildir. Kültür, bu önermelerin anlaşılması aşamasında yeni açılımlar sağlayabilir, ama bu teoloji üretme anlamına gelmez. İslamiyet söz konusu olduğunda, esas itibariyle kültür üreten veya kültürü şekillendiren bir din ile karşı karşıya bulunuruz. Bu nedenle, din-kültür ilişkisinin Hıristiyanlıkta “kültür içinde üretilen din”, İslamiyette ise “kültürü şekillendiren din” şeklinde ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

S-1 Birbirinden farklı gerçekliklere delalet edebilen şemsiye olarak tanımlanan kavram nedir? C-1 Din

S-2Din anlayışlarının kurumlaşmasıyla dinde ne ortaya çıkar? Örnek veriniz?
C-2 Dinde mezhepleşme ortaya çıkar. ör İslam adında kurumlaşmış bir din vardır, diğer taraftan da İslam dinin anlaşılma biçimleri demek olan Mutezile, Eşariye, Maturidilik vb. gibi birbirinden farklı mezhepler vardır.

S-3 Dinler arasında mezhepler konusunda benzerlik var mı dır? Örnek veriniz?
C-3 Mezhepler konusunda farklılık vardır. Hıristiyanlıktaki mezheplerin dini statüsü ile İslamiyet’teki mezheplerin dini statüleri aynı değildir. Ortodoksluk Protestanlık Katolik mezhepleri Hıristiyanlığın içinden cıkmış olmalarına rağmen her biri bir din konumun dadır. Bunlara din statüsünde mezhepler denir.

S-4 Dinlerde müşterek var olan kavramlar nelerdir?
C-4 Tanrı, nübüvvet, iman, vahiy, mucize, kutsal kitap, mabet vb kavramlardır.
Dinler bu kavramlara yükledikleri anlamlara göre birbirinden ayrılırlar.

S-1 İnsan tarafında kazanılan bilgi değer inanç sanat gelenek alışkanlık gibi kapasiteleri içeren kompleks bütünün adı nedir? C-1Kültür

S-2Tabiattan getirilmeyip, toplum tarafından zaman içinde üretilen ve o toplumun temel özelliklerini yansıtan, başka toplumlarda bulunmayan maddi ve manevi değerler bütününe ne isim verilir? C-2 Kültür

S-4 İNSANIN ÜRETTİĞİ HERŞEY NE İLE İFADE EDİLİR? C-4Kültür

S-5 Yahya Kemal ‘ MİLLETİ TOPRAKTA GÖRMEK ‘ ifadesi ile neyi anlatır?
C-5 Kültür ve tabiat arasındaki yakın ilişkiyi anlatır.

S-6 milletler için vatan toprağı kültürel değerlerden bağımsız düşünülemeyeceği için hangi özelliği taşır. C-6 KUTSALLIK ÖZELLİĞİNİ TAŞIR

S-7 İnsanın var olanlar hakkında hangi yolla olursa olsun edindiği bilgilere dayanılarak ortaya koyduğu eser ve davranışlar neyi oluşturur?c-7 KÜLTÜRÜ OLUŞTURUR.

S-8 Bilgi türleri başka ifadeyle kültür unsurları nelerdir?
C-8 din, felsefe, bilim, sanat, gelenekten gelen düzensiz bilgi, büyüsel zihniyetin ürünü olan OKKÜLT bilgi

S-9 Milli kültür ile evrensel kültür arasıdaki farklar nelerdir?
C-9 Milli kültür ( özgü kültür) sos yo sübjektiftir, evrensel kültür (ortak kültür) objektiftir.
Milli kültür milleti millet yapan bir toplumu kendisi yapan unsurdur.
Evrensel kültür insanlığın ortak kültürüdür.
*Milli kültür ile evrensel kültür arasında sürekli etkileşim vardır.*

S-10 Bilim ve teknoloji hangi kültür den dir? C-10 Ortak kültür

S-1 ANSELM ,HARSTSHORNE, TİLLİCH gibi düşünürlerin üzerinde durduğu din tanımı ve ortak kavramları nedir?
C-1Din varlık ve değerde nihai olan şey ile ilgilenmesiyle temayüz eder Bu düşünürlerin dinin tanımda ortak oldukları kavram TANRI fikridir.

S-2SCHLEİERMACHHER GÖRE DİN Tanrıya olan mutlak bağımlılık hissine duymak tan ibarettir tanımıyla kimleri eleştirir?
C-2 18 asrın sonun da dini mantıksız gören aydınlanmacıları tenkit etmek üzere bu tanımı yapar.

S-3 Dini hissediş meselesi olarak gören düşünür kimdir?
C-4 schleiermacher dir . insan nihai tatmini sadece tanrıda bulur.

S-5 John ellis ve Kral Barth bu ikisi için dinin en temel özelliği nedir?
C-5 Gerçek bilgiye sahip olacaksak bu ancak bize ilahi olan tarafından verilmelidir. Yani bu iki düşünür dinin en temel özelliği olarak VAHYİ görünür. Bunlara göre kendi hürriyeti içinde kendini anlaşılır kıldığı zaman, tanrı düşünülür ve bilinir.

S-6 KANT VE MATTHEW ARNOLD ‘E göre dinin en temel özelliği nedir?
C-6 Dini iman ve pratiğin ahlaki yönüne dikkat çekerler Dinin ahlaki bir mesele olarak anlaşılmasını dini en temel özelliği olarak görürler.

S-7 Dinin en temel özelliğini cemaat şuurunu devam ettirmek olarak görenler var mı dır?
c-7 vardır

S-8 KİERKEGAARD VE WHİTEHEAD dinin hangi özelliğine vurgu yapar?
C-8 DİNİN FERDİ VE ÖZEL karakterine dikkat çekerler.

S-9Din bireyin kendi başına yaptığı şeydir diyen düşünür kimdir? C-9 WHİTEHEAD dır

S-10 Dini kurtuluş yolu olarak gören kimdir? C-10 JAMES HENRY DİN kurtuluşa erdiren unsurdur.

S-11 Dinin bunlardan başka temel özellikleri nelerdir?
C-11 dinin kutsallık ifade etmesi ve değerlerimizi somutlaştırdığı şeklin de 2 özelliği de vardır. OTTU VE NATHAN SÖDERBLOM SAVUNUR

S-12 Dinin getirmiş olduğu değerlerle insani ilişkileri düzenleyen dinler hangileridir?
C-12 Vahiy merkezli dinlerdir

S-13 Din ne ilim ne sanattır fakat ilim ve sanatın hem başlangıcı hem de sonu olan fıtri bir prensiptir diyen düşünür kimdir? C-13 Hamdi yazır

S-14 Fıtri olmayan din nasıl bir din olur? C-14 Esik bir din olur.

S-15Akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle kendinde iyi olan işlere sevk eden Allahın koyduğu dine ne ad verilir? C -15 HAK DİN DENİR.

S-16Hak dini batıl dinden ayıran kaç özellik vardır?
C-16 2 özellik vardır.1 akıl sahibi insanı kendinde iyi eylemlere sevk etmesi,2)bizzat Allah tarafından konulmuş olması( vazı ilahi ) olması

S-17 Teistik dinlerde birbirine bağlı 3 yön nedir? C-17 İnaç ibadet ve ahlaktır.

DİN – KÜLTÜR İLİŞKİSİ
S-1Din, içinde doğduğu kültürün temel unsurlarından etkilenir mi?örnek veriniz?
C-1 evet etkilenir. örnek mabetlerin mimari yapısı büyük çapta kültür tarafından şekillenir. İklim şartları, coğrafi yapı, teknolojik imkânların etkisi büyüktür. Aynı durum giyisilerdede farklılık ve çeşitlilik gösterir.
S-2 Kültür dini etkiler mi? C-2 Din kültürü etkilediği gibi kültürde dini etkiler

DİN –KÜLTÜR İLİŞKİSİNDE VAHİYİN YERİ
S-1 İnsanların kendi yetileriyle keşfetme imkanları olmayan konularda tanrının bildirmiş olduğu önermelerin bütününe ne isim verilir? C-1 VAHİY DENİR.
S-2Vahiysiz din varmıdır?
C-2 din tarihçilerine göre vahiy fikri bütün kültür ve bütün dinlerde vardır. yoktur.
S-3 Vahyin öznesi kimdir? C-3 Zat anlamın da TANRIDIR
S-4 Vahiy hangi anlayışların şekillenmesin de rol oynayan anahtar bir kavramdır?
C-4 Vahiy: tanrı, iman , kutsal kitap,ve teoloji anlayışlarının şekillenmesin de rol oynayan anahtar bir kavramdır.
S-5 Vahyin vasıtası nedir?
C-5 Önermelerdir, YANİ SÖZLERDİR.
S-6 Kaç türlü vahiy anlayışı vardır?
C-6 İki türlü vahiy anlayışı vardır 1) Önerme merkezli vahiy anlayışı 2) Kişi merkezli vahiy anlayışı
S-7 Tanrının hz isaya hulul ederek kendisini ifşa etmesi hangi vahiy anlayışı ile ilgilidir?
C-7 Kişi merkezli vahiy anlayışı ile ilgilidir.
S-8 İslamiyet’in vahiy anlayışı nedir?
C-8 Önerme merkezli vahiy anlayışı ile ilgilidir.
S-9 Dinin müstakil bir bilgi kaynağı olması hangi vahiy için geçerlidir?
C-9 Önerme merkezli vahiy anlayışı için geçerlidir.
S-10 kutsal kitaptaki metinlerin tanrı kelamı olmasının en önemli özelliği nedir?
C-10 Kitaptaki önermelerin muhatabı olan insanların konuştuğu dil olmasıdır.
S-11 Hıristiyanlıkta Hz İsanın kendisi ne olarak kabul edilir?
C-11 BİZZAT VAHİY OLARAK KABUL EDİLİR.
S-12 Kişi merkezli vahiy anlayışı nasıl gerçekleşir? Kutsal kitaplarının özelliği nedir?
C-12 HULUL+ TOPLUM +KUTSAL KİTAP bu kitap özü itibariyle vahiy karakterli olayların gerçekleştiğine dair BİRER TARİHİ VESİKADIR.
S-13Hiristiyanlar yeni bir vahiy anlayışına niçin ihtiyaç duyar?
C-13 İnciller yunanca yazılmışlardır, oysa İsa ve en eski Hıristiyan toplum ARAMİCE konuşuyorlardı.Vahiy anlayışı ile ona tekabül eden kutsal kitap anlayışı arasında doldurulamayan bu boşluk sebebiyle yeni bir vahiy anlayışına ihtiyaç duyulur.
S-14 Hıristiyanlarda kilise nasıl bir otoritedir?
C-14 Dini bir otoritedir.
S-16 Önerme merkezli vahiy anlayışın da ve kişi merkezli vahiy anlayışında teolojinin merkezi nedir?
C-16 Önermede TANRI kişi merkezli de İNSAN bulunur.
S-17 Hıristiyanlık ta dini şekillendiren nedir?
C-17 KÜLTÜR DÜR
S-18 İslamda kültürü şekillendiren nedir?
C-18 Dindir.
S-19 Klasik vahiy nasıl oluşur?
C-19 VAHİY +KİTAP +TOPLUM
S-20 Hıristiyanlar isanın kitap getirdiğini savunurlarımı? İnciller Hz İsanın hangi özelliğine vurgu yaparlar?
C-20 Hz isa kitap getirmemiştir, İncillerin her biri İSAYA KİŞİSEL BİR TANIKLIK BELGESİDİR

KÜLTÜR İÇİNDE ÜRETİLEN DİN VE KÜLTÜRÜ ŞEKİLLENDİREN DİN
S-1 Hz İsa hakkında derli toplu bilgi hangi incilde bulunur?
C-1 MARKOS İNCİLİ
S-2 Hıristiyanlıkta hulul inancı nasıl gerçekleşti?
C-2 Tedrici ve karmaşık bir süreç içinde gerçekleşti bu inanç kültür ile ve kültürün ön kabulleri ile gerçekleşir.
S-3 İsa gurur tanımayan tanrı ve evrenin efendisidir, İsa insan suretine girmiş tanrısal logostur diyen İskenderiyeli düşünür kimdir?
C-3 Clemens dir.
S-4 İsanın baba ile aynı öz ve yapıdan olduğunu söyleyen düşünürler kimledir?
C-4 ALEKSANDROS VE ATHANAİSUS
S-5 20 NİSAN 325 TE İznik te toplanan konsülde alınan karar nedir?
C-5 Yoktan yaratılış ilk kez resmi Hıristiyanlık akidesi haline geldi. Bu akidede İsa ile ilgili olarak babanın özünden olan, tanrıdan çıkan tanrı, ışıktan çıkan ışık, baba ile aynı özden görüşü benimsendi.
S-6 Hıristiyanlık neden üzerinde ittifak edilebilir bir dini akideye sahip değildir?
C-6 VAHİY VE KUTSAL KİTAP ANLAYIŞIDAN DOLAYI
S-7 Bakire mey remin tanrının annesi olduğu mesihin gerçek bir tanrı ve iki tabiata sahip oldugu kararına varılan konsül hangisidir? kaç yılında olmuştur?
C-7 431 EFES KONSÜLÜ
S-8 Hıristiyanlıkta kesin bölünme ne zaman ve hangi tarihte cıktı?
C-8 1054 ROMA papası nın İstanbul patriğini aforoz etmesiyle kesin bölünme ortaya cıktı. Dogu kilisesi ORTADOKS batı kilisesi KATOLİK ismini aldı.
S-9 Hıristiyan dini metinlerinin eleştirilmesi için geliştirilen yöntem hangisidir?
C-9 HERMENUTİK tir bu dini metinlerin kültürel ön kabullerden arındırılması gerektiğini ileri sürülür.
S-10 İslam da ilk büyük ihtilaf hangi meselede çıkar?İslam da tartışmalar teorik midir siyasimidir?
C-10 İMAMET konusun da çıkar, siyasidir.
S-11 İsanın bir şahısta ayrı iki tabiatı bulunduğu bakire mey remin babası tarafından ilahi anası tarafından beşeri olduğu kararı hangi konsülde alınır?
C-11 KADIKÖY KONSÜLÜ 451
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
1. SINIF Mantık özetleri(ANKARA İLİTAM ) Medine-web ANKARA İlitam 0 22 Aralık 2013 21:19
ANKARA İLİTAM 1. SINIF Kuranı Kerim 1 özetleri Medine-web ANKARA İlitam 0 22 Aralık 2013 21:17
ANKARA İLİTAM 1. SINIF İslam Hukuku özetleri Medine-web ANKARA İlitam 0 22 Aralık 2013 21:15
ANKARA İLİTAM Din ve Ahlak Felsefesi Özetleri Medine-web ANKARA İlitam 9 20 Ekim 2013 13:02
ANKARA İLİTAM FELSEFE II.Dönem Özetleri Medine-web ANKARA İlitam 0 20 Ekim 2013 12:50

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.