Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.PEYGAMBERLER-ASHAB-I KİRAM-ALİMLER.::. > Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler > Hz.Muhammed(s.a.v)

Konu Kimliği: Konu Sahibi KalbinNûru,Açılış Tarihi:  15 Temmuz 2007 (20:43), Konuya Son Cevap : 25 Ekim 2023 (07:54). Konuya 41 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı4Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 14 Ocak 2008, 22:05   Mesaj No:31
Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:41
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz

Hz. Peygamber'de -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Âdâb-ı Muâşeret[/SIZE][/COLOR]
Edep, sözlükte “iyi terbiye, naziklik, usluluk, zariflik” manasına gelir. “Adâb” bunun çoğuludur. Muaşeret ise, “birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi” demektir. Buna göre âdâb-ı muaşeret deyince: “Topluluk hâlinde bir arada yaşayan insanların iyi ilişkiler içinde başarılı olmalarını sağlayan bilgiler” akla gelmektedir. Buna halk arasında “görgü kuralları” denmektedir. (Fr. savoir vivre) Eskiler bu konuda hüsn-i muaşeret yani “iyi geçinme” deyimini de kullanmışlardır.

Hiç şüphesiz âdâb-ı muaşeret deyimi geniş olarak ele alındığında insan hayatının bütün yönlerini kapsar: “Doğum, ad koyma, çocuk yetiştirme, öksüz çocukların durumu, yeme içme (sofra âdabı), eğitim öğretim, ilim, iş ahlâkı ve çalışıp kazanma âdabı, düğün, bayram, ev düzeni, aile fertleri arasında ilişkiler; beden, elbise ve sokakların temizliği, cömertlik, tevazu, dostluk, anne babaya ve yaşlılara karşı davranış usülleri, kadınlara saygı, ölüm,cenaze vs...”

Demek ki, âdâb-ı muâşeret’in uygulama sahası insan hayatıdır, toplumdur. İnsanlar bir arada yaşamaya mecburdurlar. Hiçbir insan, “Ben bütün ihtiyaçlarımı ölünceye kadar tek başına karşılarım, benim kimseye, kimsenin de bana ihtiyacı yoktur!” diye düşünemez. Çünkü kişinin yediği ekmekte, içtiği çayda, giydiği elbisede ve bindiği arabada yüz binlerce, belki milyonlarca insanın emeği ve alın teri söz konusudur

O hâlde önce İslâm’ın, insana bakışına temas etmekte yarar vardır
İslâm, insanı saygıdeğer bir varlık olarak görür. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’inde şöyle buyurur: “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin,95/4) “Andolsun ki biz, insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”(İsra, 17/70)


Âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, insan, gerek şekil ve beden yapısı bakımından, gerekse şerefi yani mânevi yapısı bakımından en güzel bir şekilde yaratılmış ve yaratıkların hepsine üstün kılınmıştır. Bu, öyle bir üstünlüktür ki, Cenâb-ı Hak, her şeyi onun emir ve hizmetine vermiştir. Bununla alâkalı bir âyet şöyledir
[/COLOR]

“Yüce Allah göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir.” (Câsiye, 15/13)Gerçekten de güneş bizi aydınlatmakta, ısıtmakta; yıldızlar geceleyin yol göstermekte, atmosfer teneffüs imkânı vermekte, yağmurlar yağmakta, yeryüzünde bereket fışkırmakta, koyun bizim için süt vermekte, arı bal üretmekte, milyonlarca yılda yeraltında oluşan kömür ve petrol, biz insanların yararına çıkarılmakta, işletilmektedir,[/SIZE]

İnsanoğlunun hizmetine verilen şeyler sadece, bu tür maddî imkânlar değildir. İnsan; aklıyla, düşüncesiyle, konuşmasıyla, bilgisiyle, çalışarak ilerleyebilmesiyle yani mânevi yönüyle de üstün kılınmıştır. Allah insana mânevî yüceliklere erişebilme kabiliyetini vermiş, ona düşünce plânında en güzel rengi ihsan etmiştir. Bununla alâkalı olarak Yüce Kitab’ımızda şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın verdiği renkten daha güzel renk var mıdır?”(Bakara, 2/138). Âlimlere göre bu âyetteki renkten maksat: “Yaratılışıyla insana verilen fıtrat, hak dine yöneliş ve insan ruhuna verilmiş iyi eğilimlerdir.” [/SIZE]

İşte insan, Yüce Allah’ın, doğuştan kendisine verdiği bu iyi eğilimleri geliştirmek ve bu suretle hem Allah’ına, hem kendisine, hem de diğer insanlara karşı vazifelerini yapmak durumundadır. Şayet bunu yaparsa; insan olarak, diğer varlıklara karşı, yaratılıştan üstün kılınan özelliklerini geliştirmiş olacaktır. Bunun aksi, bu özelliklerin giderek zayıflamasına ve yok olmasına yol açacaktır. İslâm dini; kuvvetli bir iman, gerçeği aydınlatacak bilgi, yararlı işler ve güzel ahlâk ile kişinin saygıdeğer olma vasfını koru*yabileceğini göstermiş; insanları kan dökmekten, ırzı namusu çiğnemekten, soyu bozulmaktan, vicdanı baskılardan alıkoyarak doğuştan verilen iyi eğilimlerin olumlu yönde gelişmesine ortam hazırlamıştır. Bu münasebetle İslâm dini: “Can, mal, soy, akıl ve din”i, dokunulmazlığı olan ve titizlikle korunması gereken esaslar olarak görmüştür.Eskiler bunlara:Zarurât-ı hamse: Korunması gereken beş esas” derlerdi.

İslâm’a göre Allah katında insanlar, bir tarağın dişleri gibi eşittirler. Mânevî üstünlük ancak takva iledir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler hâline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızda: Allah bilendir, haberdardır.”(Hucurât, 49/13)
[COLOR=#a0a0a0][SIZE=3]Kişi; yaptığı iyi işleri, güzel davranışları ve güzel ahlâkı ile özel bir değere sahip olacaktır. Nitekim: “İşlediklerine karşılık her birinin dereceleri vardır.” (En’am, 6/132) âyetinden herkesin, yaptığına uygun bir dereceye getirileceği ve mükâfatlandırılacağı anlaşılmaktadır
İslâm dini, insanı toplum içinde değer kazanan, hizmetleriyle toplumu yararlandıran ve topumun hizmetlerinden de nasibini alan bir varlık olarak görür; dil, soy, renk, zenginlik, yoksulluk, gibi şeyleri üstünlük ve farklılık vasıtası saymaz. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “İnsanlar Âdem’in oğullarıdır. Âdem’i de Allah, topraktan yaratmıştır.”

“Ey insanlar! İyi biliniz ki Rabbiniz birdir; babanız birdir. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab’a; beyazın siyaha, siyahın da beyaza Allah korkusu dışında hiçbir üstünlüğü yoktur.”


İslâm dininin yayılmaya başladığı yıllarda yeryüzünde haksızlıklar, zulümler, yersiz kavgalar, cinayetler, kol geziyordu; asiller, köylüler, beyazlar, siyahlar, hürler, köleler, zenginler, yoksullar, erkekler, kadınlar ayırımı acımasız bir şekilde varlığını hissettiriyordu

[COLOR=#7f7f7f][SIZE=3]İslâmiyet bunları insanlığın kafasına ve yüreğine vurul*muş zincirler olarak gördü. İnsanın üstünlük niteliklerini zedeleyen ve mânevî gelişmesine, iyi eğilimlerini geliştirmesine engel teşkil eden bu zincirleri kırdı. Yerine; dürüstlük, çalışkanlık, Allah korkusu, iyilikseverlik ve benzeri ölçüler koydu. Yani Allah katında, çalışkan tembelden, iyi kötüden, cömert cimriden, edepli edepsizden, Allah’tan korkan korkmayandan, bilgili bilgisizden üstündü Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadisine göre: “Yüce Allah, insanların şekillerine ve mallarına değil, kalblerine ve davranışlarına” bakıyordu. Öyle ise zengin yoksul, siyah beyaz, asil köylü ayrımı yapılamazdı. Bunlar peşin olarak üstünlük ya da gerilik sebebi sayılamazdı
Buna dair misalleri tetkik edecek olursak İslâmiyet’in bu husustaki görüşünün teoriden pratiğe nasıl geçtiğini de görmüş oluruz
[COLOR=#31859b][SIZE=3]Bir defasında her nasılsa Ebu Zerr-i Gıfârî Hazretleri; Bilâl-i Habeşî Hazretlerine: “Kara kadının oğlu!” deyivermişti. Bu söz Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ulaşınca, Ebu Zerr’i: “Ey Ebu Zerr! Sen onu anasından dolayı ayıplıyorsun öyle mi? Demek ki, sen, içinde hâlâ câhiliye ahlâkı kalmış bir kişi imişsin!” diye azarladı. Ebu Zer (r.a) söylediği o sözden o kadar pişman oldu ki, yanağını yere koyarak: “Bilâl yanağıma ayağıyla basmadıkça, yanağımı yerden kaldırmayacağım!” diyerek özür diledi. Hz. Bilâl -radıyallâhu anh- bunu yapmadan da özrünü kabul edeceğini söylemişse de Ebu Zerr’in -radıyallâhu anh- ısrarı karşısında yanağına basmak zorunda kaldı.

[COLOR=#31859b][SIZE=3]Hz. Osman -radıyallâhu anh-’ın halifeliği sırasında bir sahâbi yine aynı şahsı yani Ebu Zer Hazretlerini -radıyallâhu anh- Rebeze’de görmüştü. Burası Medine’ye yakın bir köydü. Ebu Zerr -radıyallâhu anh-’in ve hizmetçisinin üstünde aynı kumaştan birer gömlek vardı. Ona: “İkisini birleştirip de takım elbise yapsaydın ya!” deyince Hz. Ebu Zerr -radıyallâhu anh-, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den işittiği şu hadisi nakletti: “...Hizmetçileriniz, Allah’ın, iradenize emanet ettiği kardeşlerinizdir. Kimin yanında hizmetçi bulunursa kardeşine yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara zahmetli bir iş yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, kendilerine yardım ediniz.”

[COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3]Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âzâd ederek hürriyetine kavuşturduğu Zeyd b. Hârise’ -radıyallâhu anh- ve bu zâtın oğlu Üsâme -radıyallâhu anh-’yi ordu kumandanlığına getirmişti. Siyah derili bir zât olan Bilâl-i Habeşî’yi -radıyallâhu anh- de camiin müezzinliğine getirmiş, aynı zamanda önemli memuriyetlerde vazifelendirmişti. Bir de Ümmü Eymen vardır. Bu kadın, “câriye-hizmetçi” statüsünde olup hürriyetine kavuşturulmuştur. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dadısı olarak da bilinen bu kadına Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Anneciğim, anneciğim!” diye hitap ediyordu. Köle ve hizmetçilerin değersiz sayıldığı bir zamanda, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, Ümmü Eymen -radıyallâhu anh-’e: “Anneciğim!” demesi köklü bir düşünce değişikliğini müjdeliyordu. Bu düşüncenin esasını da: “Ne olursa olsun insanı insan olarak sevip saymak” oluşturuyordu

Bu konuda son bir misâl daha nakledelim: Amr b. As -radıyallâhu anh- Mısır valisi iken oğlu Abdullah, bir Mısırlıyı dövmüştü. Dövülen kişi Hz. Ömer -radıyallâhu anh-’e şikâyette bulundu. O da hem Abdullah’ı hem de babasını çağırdı. Mısırlıya sopa verip Abdullah’a vurdurdu. Neredeyse Amr -radıyallâhu anh- da cezalandıracaktı. Ancak o: “Bu işte benim herhangi bir rolüm yok” diyerek yakasını kurtardı. Abdullah’ın, vali olan babasına güvenerek buna yeltendiğini fark eden Hz. Ömer -radıyallâhu anh-, Amr b. As -radıyallâhu anh-’a şu meşhur sözünü söylemiştir: “Ey Amr! Analarından hür doğan insanları nasıl köle yaparsınız?”
Bu misallerden de anlaşılıyor ki, İslâm dini, “İnsana saygı esasını” getirmiştir. Irk ayrımını yasaklamıştır. Hatta yayıldığı zamandaki geleneklerin aksine, hizmetçiler de ev sahipleriyle aynı sofrada yemek yemeye ve aynı elbiseler*den giyinmeye başlamışlardır...




Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Ocak 2008, 22:16   Mesaj No:32
Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:41
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz

Şimdi Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âdâb-ı muâşeretiyle alâkalı bilgileri vermeye geçebiliriz. Bu konuda şunları söylemek mümkündür:
Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elbisesinin temiz ve tertipli olmasına özen gösterirdi. Giydiği bir elbisenin kendisine mümkün olan en uzun süre temiz olarak hizmet etmesine ve ihtiyacını karşılamasına dikkat eder, yeni bir elbise sahibi olduğunda Allah’a hamdeder. “Rengi hafif değişti, boyasını hafif attı” diye herhangi bir elbiseyi giymemezlik etmezdi. Kumaşta; alacasız, desensiz olanı beğenir, göze batıcı, rahatsız edici çiğ renkleri tercih etmezdi. Bundan, estetiğe önem verdiğini anlıyoruz. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu mevzuda lüks ve israfa yönelmeyi, bu yolla büyüklenmeyi doğru bulmazdı. Buna göre, O’nun, giyecekle alâkalı düşüncesini: “Temizlik, tertiplilik, estetiği gözetme, kendine yakıştırma, sadelik ve ihtiyacı karşılama” olarak ifade edebiliriz.
Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yiyecek ve içeceklerle alâkalı tutumunu da şöyle özetleyebiliriz:
O, hiç bir zaman bir yemeği beğenmemezlik etmezdi. Arzu ederse yerdi, etmezse bırakırdı. Yemekten önce ellerini, yemekten sonra hem ellerini hem de ağzını yıkardı; yemeğe başlarken besmele çekerdi. Tabağındaki yemeği mümkün mertebe bitirmeye çalışırdı. Ekmeği yiyeceği kadar alırdı, yani ekmeği ve yemeği artırarak çöpe atmayı doğru bulmazdı. Sofraya oturduğunda daha önce doymuş bile olsa herkesin yemeğini yemesini beklerdi; yemek devam ederken müsaade almaksızın herkesten önce kalkılıp gidilmesini doğru bulmazdı. Yemeğin temiz olmasına, yemeye elverişliliğine ve helâlinden kazanılmış olmasına özen gösterir, yemek bittikten sonra “elhamdülillah” derdi. Önemli bir mazereti yoksa yemek davetlerine katılırdı. Davet sahibi her ne hazırlamış ise -hatta hazırlanan sade bir tirit bile olsa- memnuniyetle, tebessümle ve iştahla yerdi. Davet sahibini incitmezdi. Suyu, dibi görünen bir kaptan içerdi.

Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, rengi görünmeyen ve başkalarını rahatsız edecek derecede ağır olmayan güzel kokuları, ikram edilince severek kullanır, reyhan çiçeği gibi güzel kokulu çiçekler ikram edilince de geri çevirmezdi. Yavaş yavaş konuşur, her sözün arasını ayırt ederdi; hatta dinleyen konuşulanları ezberleyebilirdi. İyi anlaşılması gereken sözleri birkaç kere tekrarlardı, konuşurken muhatabının akıl ve anlayış seviyesini gözetirdi

Gülmesi tebessüm şeklindeydi. Görgü tanıklarına göre tebessüm edince dişleri inci tanesi gibi görünürdü. Dişleri çok bakımlı idi, sürekli fırçalardı. Bunu, içinde belli miktarda florin maddesi ihtiva eden misvakla yapıyordu. Bu­na, o günün diş fırçası denilebilir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, ölümünden önce en son yaptığı işlerden birinin, dişlerini fırçalamak olması da fevkalâde düşündürücüdür
Gönülde sıkıntı doğuran; kindarlık, çekememezlik gibi kötülüklerin doğmasına sebep olan, vakar ve ağırbaşlılığı gideren zararlı şakaları doğru bulmaz, bu tür sakıncalar taşımayan şakaları yapar ve çevresindeki Müslümanların da yapmasına engel olmazdı. Bilhassa kendisi çocuklara çok şaka yapardı...
geri kalanına sonra devam edeceğiz inşâallâh


Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Ocak 2008, 17:44   Mesaj No:33
Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:41
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz




Ev döşemesinde de Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sade bir yol takip etmiştir. O, bu konuda örfe uymuş, gelenekte olan sedir, divan, hasır, yatak, leğen, ibrik ve diğer ev eşyasını kullanmıştır. Yalnız bunların en lüksü, en pahalısı olsun diye hususî bir gayreti yoktu, temiz ve tertipli olmasına özen gösterirdi
[COLOR=#4f6128][SIZE=3]Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yakınlarla ilgilenmeye, komşularla ve diğer insanlarla iyi ilişkiler kurmaya, herkese imkânlar elverdikçe yardımcı olmaya, bilhassa yoksulları gözetmeye önem veriyordu. Bilhassa anne babalara karşı hâl hatır sormanın ve ihtiyaçlarını gidermenin en kutsî vazifeler arasında olduğunu ısrarla belirtiyordu. O, küçük yaşlarda iken annesini kaybetmişti, bu sebeple onu daima hasretle anardı. Süt annesi Halime’ye özel yer gösterip oturtarak saygıda kusur etmediği gibi, maddî ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Yine bunun gibi kendisine süt emziren Süveybe ile ölünceye kadar alâkadar olmuş, daima mektup, selâm ve para göndererek gönlünü almıştı. Kendisine süt emzirdiği sanılan Ümmü Süleym ve Ümmü Haram’a da çok saygı göstermişti. Süt kardeşi Şeyma ile yakinen ilgilenmiş, çocukluk yıllarının bir bölümünü evinde geçirdiği Ebu Talib’in eşi Fatma hanıma da “Anneciğim! Anneciğim!” diyerek yakın bir ilgi göstermişti. -Daha önce geçtiği gibi- dadısı Ümmü Eymen’e de “Anneciğim!” diye hitap etmişti. Bütün bunlardan Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, annelere, anne mevkiindeki kadınlara ve genel olarak hanımlara nezaket ve saygı ile davrandığı anlaşılmaktadır Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ev, sokak, yiyecek ve giyeceklerin temizliğine önem verdiği gibi kalb ve ruh temizliğine de önem veriyordu. Bunun için O: “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği kişidir.” buyurmuştur. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hadisiyle toplumda, Müslümanlara, “itibarlı ve güvenilir insan olmaları gerektiğini” işaret ediyordu. Ayrıca Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Söz söylerken yalancılık edeni, söz verdiği zaman sözünde durmayanı, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet edeni” ikiyüzlülükle nitelemiştir. Çünkü, bu eksiklik ve yanlışlıkları yapan Müslümanlar, güvenilir insan olmaktan uzaklaşırlar. Kalb hakkında da şöyle buyurmuştur: “Dikkatli ve uyanık olunuz! Bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki; iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o et parçası kalbdir!”

[SIZE=14][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3][COLOR=#4f6128]Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çok cömertti, insanlara da cömertliği tavsiye ediyordu. Ashab’dan Câbir b. Abdullah -radıyallâhu anh- diyor ki: “Rasûl-i Ekrem Hazretlerinden dünya ile alâkalı bir şey istenilince asla reddetmez, istenilen şey varsa verir, yoksa vâdederdi.” Hz. Aişe -radıyallâhu anh- ise şöyle diyor. “Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine bir hediye geldiği zaman onu getiren kişiye daha fazla ve değerlisiyle karşılık verirdi.”
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daima “büyüklere saygı, küçüklere şefkat” gösterilmesini isterdi. Kendi çocuklarına, öteki Müslüman çocuklarına ve hatta müşrik çocuklarına karşı çok şefkatli idi. Yolda rastladığı çocukları devesine bindirir, gezdirir, onlarla ilgilenirdi.[SIZE=14][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3]Adaletli idi; iltiması, maksatlı olarak taraf tutmayı, adam kayırmayı yasaklıyordu. Ne kimsenin hakkını yerdi, ne de kimseye hakkını yedirirdi. Çirkin sözler söylemezdi; haya, terbiye ve nezakete aykırı hiçbir davranışta bulunmazdı. Umumî yerlerde gürültü yapmaz, bağırıp çağırmaz, kimseyi rahatsız etmezdi; hoşlanmadığı bir şey, yüzünden anlaşılırdı. Bir kişide gördüğü kötü davranışı giderirken, o kişinin şahsiyetini incitmemeye özen gösterirdi; dolayısıyla sırf o kişiyi kastetmeksizin, öyle bir davranışın kötü olduğunu umuma duyururdu. O, bütün mü’minlere karşı çok merhametliydi. Tevbe Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır ve güç gelir, üstünüze çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır O.” (Tevbe-9/128). Bu âyette Yüce Allah: “Rauf-rahim: Çok şefkatli çok merhametli” mânâsına gelen iki ismini peygamberleri arasında sadece Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hakkında anmıştır. İşte bunun içindir ki, düşmanları tel’in etmesini isteyen birine: “Ben lânet okumak için değil, âlemlere rahmet olmak için gönderildim!” cevabını vermiştir.Her müşkili olan, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna endişe duymaksızın gider, dileğini rahatça iletirdi. Hastalarla ilgilenir, onlara geçmiş olsun der, ağır ise telkinde bulunur, cenazeye gider, yakınlarına başsağlığı diler, teselli eder, cenaze sahiplerine teselli verilmesini, yardımcı ve destek olunmasını isterdi.

Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ilme çok önem verirdi, onun en mühim bir özelliği öğretmenlikti; Müslümanlar bir hurma ağacının gölgesinde, bir evin kenarında ya da camide toplanarak O’nun öğrettiklerini öğreniyorlardı. Bir de daha ziyade bekâr ve kimsesizlerin barındığı yatılı bir okul vardı ki, buna Suffe Okulu deniliyordu. Bu okulun talebeleri sayı olarak 70-400 arasında değişiyordu. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine getirilen hediyelerin hemen çoğunu bu okulun talebelerine gönderirdi, zekât ve sadaka yardımlarını ise onlara aktarırdı. Çünkü Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Ehl-i Beyt’i bu tür yardımlardan yararlanamazlardı. Şu hâdise; Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, talebelerine verdiği önemi göstermesi bakımından enteresandır: Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Fâtıma, yoksul bir hayat sürüyordu. Eliyle çektiği değirmenden yorgun düşer, su taşımaktan elleri yaralanırdı, birgün babasından bir hizmetçi istedi. O sırada bir savaş sonunda Medine’ye ganimet malları gelmişti. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Fâtıma’nın isteğini: “Suffe talebeleri böyle yoksul yaşarken size nasıl hizmetçi verebilirim?” diyerek geri çevirdi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Ocak 2008, 17:51   Mesaj No:34
Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:41
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz



Hz. Peygamber çok mütevazı idi. Nakledeceğim şu sözü bu açıdan mühimdir: “Hrıstiyanların İsa hakkında ‘Allah’ın oğlu’ dedikleri gibi beni övgüde aşırı gitmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum, siz de benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisi deyin.”
Birgün Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna bir kadın geldi:“Yâ Rasûlullâh! Benim size arz edecek bir ihtiyacım var!” dedi. Bu, yaşlı bir kadındı, belki de bunamıştı. Buna rağmen Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her insana verdiği değeri ona da verdi: “Ey kadın! Medine’nin herhangi bir yerinde, nerede istersen geleyim, ihtiyacını söyle, halletmeye çalışayım!” dedi. Kadın, istediği bir yere gitti. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onu takip etti ve ihtiyacını gidererek hoşnut etti.

Yine birgün adamın biri Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ziyarete gelmiş, huzuruna girince titremeye başlamıştı. Bunu gören Peygamberimiz-sallâllâhu aleyhi ve sellem- o kişiye şöyle dedi: “Arkadaş, titreme! Ben bir kral değilim, Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.”
[SIZE=14][COLOR=#a0a0a0]Ev içindeki davranışları da O’nun ne kadar mütevazi olduğunu gösteriyor. Hz. Aişe -radıyallâhu anh-’den, ev içinde Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in davranışlarından sorulduğunda şu bilgiyi verdi: “Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, evinin içine girdiği zaman herhangi bir fevkalâdelik ve inziva göstermeden insanlardan herhangi biri gibi tevazu ile davranırdı. Kendi elbisesinin söküğü ile meşgul olur, koyunlarını eli ile sağar, ailelerine ev işlerinde gerekli olan kısımlarda yardımcı olurdu. Çarşıya pazara gider, bizzat alışveriş yapar ve yükünü kendisi taşırdı. Ashâb-ı Kiram: “Müsaade buyurunuz da biz taşıyalım.” derlerse de: “Herkes kendi yükünü kendi taşısın!” buyururdu.

[SIZE=14][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3]Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vefakâr bir insandı; ahdinde dururdu, vadinde sadıktı. Sözünden caymazdı. Kendisine ve çevresindeki ashabına yardımı dokunanları unutmaz, dostlarını sık sık arar, hâl hatırlarını sorardı. Müslümanlara da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Buna dair çeşitli misâllerden birkaçını nakledelim:
Abdullah b. Ebi’l-Hamsa, -radıyallâhu anh- anlatır: Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile bir alış veriş yapmıştım. Kendisine: “Biraz bekle gelirim.” dedim. Ancak O’na verdiğim sözü unutmuştum. Aradan üç gün geçmişti, hatırlayıp gittiğimde O, aynı yerde hâlâ beni bekliyordu...
[SIZE=14]Bir kere Habeşistan Necaşi’sinin elçileri, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna gelmişlerdi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunlarla yakından ilgilendi. Ashab-ı Kiram’dan bazıları: “Ey Allah’ın Rasûlu! Biz hizmete yetişiriz, siz istirahat buyurunuz” dediler. Fakat bunlara Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle dedi: “Bunlar Habeşistan’a göç etmiş olan ashabıma yer göstermiş, ikram etmişlerdi. Şimdi bunlara karşılık ben de hizmet etmek isterim.”
Kendisini tanımak üzere taşradan gelen kabile temsilcilerini misafirhanelerde ağırlar, onlara yakınlık gösterir, onlara öğretmenler tayin eder, maddî ihtiyaçlarını karşılamak için memurlar vazifelendirir, kabilelerine döneceklerinde de azık hazırlatır, kendisine ve İslâm dinine alâka duyarak ziyarete gelen bu insanları unutamayacakları bir vefa duygusuyla uğurlardı. Mut’im b, Adiy Kureyşli inkârcıların ileri gelenlerindendi. Vaktiyle Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Taif yolculuğundan şehre dönerken düşmanları O’nu şehre almak istememişlerdi; Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istedi, fakat hepsi reddettiler; ancak Mut’im kabul etti. Oğullarını silâhlandırarak Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şehre aldı. Aradan yıllar geçti, Bedir Savaşı’nda Mut’im, diğer Kureyşlilerle birlikte Müslümanlara karşı savaştı ve öldürüldü. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şâiri Hassan, bu zâtın ölümünün ardından manâlı bir mersiye yazmış, şiirinde onun vaktiyle Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i himaye ettiğinden söz ederek iyilikle anmıştı. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisi adına gösterilen bu vefakârlıktan son derece hoşnut oluyordu. Düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in söylemiş olduğu şu söz de onun vefakârlığının hangi derecelere vardığını göstermesi bakımından çok manâlıdır: “Şayet Mut’im b. Adiy sağ olup da benden esirleri isteseydi fidye (kurtulmalık akçesi) istemeden hepsini serbest bırakırdım.”
Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ittifaklarına bağlılıkta da vefalı idi. Hudeybiye’de Müslümanların yanında antlaşmaya katılan Huzâe kabilesi, Kureyş’in yanında antlaşmaya giren Benu Bekir’in saldırısına uğramıştı. Kureyşliler de bunları destekliyorlardı. Huzâeliler durumu Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ilettiklerinde o, derhâl ordusunu hazırladı ve yola koyuldu. Bu hâdise Mekke fethinin sebebi olarak tarihe geçti.
Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âdâb-ı muaşereti ile alâkalı özet incelememizi şöyle sonuçlandıralım:

“O; insanların iyi niyetli, gayretli, çalışkan, şefkatli, yardımsever, temiz, tertipli, dürüst, mütevazı, vefalı olmalarını istiyor; onları dağınık, pis, kötü niyetli, tembel, acımasız, yalancı ve gururlu olmaktan sakındırıyordu. İnsanların birbirlerini sevip saymalarını, birbirlerine destek olmalarını, sorumluluk duygusuna ve üstün vazife şuuruna sahip bulunmalarını arzu ediyordu.”
Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Ocak 2008, 21:25   Mesaj No:35
Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:41
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz

Örnek Alalım Örnek Olalım
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gerek suret yani beden yapısı, gerekse siret yani ahlâk, âdâb ve davranış bakımından mükemmel bir insandır. Cenâb-ı Hak, O’nun bu istikametteki bir duasını kabul etmiş ve İslâm ahlâkını en kâmil bir şekilde yaşadığı için O’nu ümmeti için üsve-i hasene (uyulması gereken en güzel misal) kılmıştır
Bu ise, insanlık için, Ümmet-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için ilâhi bir rahmettir. Zaten Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyrulduğuna göre, O, âlemlere rahmet olarak gön*derilmiştir
Nedir bu rahmet? Yani Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in, Ümmeti için üsve-i hasane olarak gösterilmesindeki rahmet nedir? Bunun izahından dil ve kalem âcizdir. Bununla beraber ehemmiyetine binâen birkaç cümle ile işaret etmemiz faydalı olur.
Bilindiği gibi, tarihte yaşanmış güzel örnekler; insanlara, hayrı, doğruluğu, temiz inancı, ahlâk ve âdabı kazandırmak hususunda en tesirli öğretim vasıtalarıdır
Keza, Cenâb-ı Hak tarafından Peygamber Aleyhisselâma vayh ile indirilen prensiplerin, O’nun ve ashabının şahsında en belirgin şekliyle yaşandığını hepimiz biliyoruz. İşte, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in ve Ashâb-ı Kiramın İslâmî esasları nasıl yaşadıklarını; şahıslarında, ailelerinde ve cemiyette bunu nasıl tatbik ve temsil ettiklerini bilmek, bizim için en büyük ilâhî rahmettir, lütuftur, saadet kaynağıdır. Hatta bu kaynak bu kadarla da kalmıyor, müteakip asırlara doğru arı ve duru bir şekilde akıyor, akıyor... İşte biz akıp giden bu kaynak içinde, tarih boyunca Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in İslâm’ı anlama ve yaşama ile, Ashâb-ı Kiramın İslâm’ı anlama cehdi ve yaşama gayretini misâl alarak ruhen yükselen, insanlık ufkunda ilerleyen değerli şahsiyetleri de tanıma şansına sahibiz. Bu da bizim için bir rahmettir. Bize genişlik ve kolaylık sağlayan bir rahmettir. Şayet bu imkânlara sahip bulunmasaydık İslâm’ı asıl şekliyle anlamakta binbir müşkilâtla karşılaşabilirdik.
O hâlde bize düşen nedir? Bize düşen, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’den günümüze uzanan çizgide İslâm nokta-i nazarından örnek şahsiyet olarak tarihe geçen muhterem simalardan feyz almak ve onlardan aldığımız mânevî ışıkla yolumuzu aydınlatmaktır.

Bu takdirde hiçbir Müslüman “Ben kâmil bir ahlâk sahibi olmak isterdim, ama buna imkân bulamadım” diyemez, böyle bir mazeret ileri süremez. Çünkü bu, en açık bir şekilde gözlerimiz önüne serilmiş vaziyettedir.
Geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, asr-ı saadet toplumu kâmil imân sahibidir, imânını muhafaza için ibâdetlerini muntazam bir şekilde ifâ etmektedir, ibâdetin gereği olarak iyi ahlâk sahibidir, iyi ahlâkın gereği olarak da muamelâtında, alışverişinde dürüsttür, vazifesinde üstün bir sorumluluk duygusuna sahiptir. Güler yüzlüdür, tatlı dillidir, komşularıyla ilgilenmektedir ve onlar için ümit ve güven kaynağıdır. Adaletli olup, zulme düşmandır. Mü’minlere karşı merhametli, kâfirlere, münafıklara ve mürâilere karşı ise tavır ve tedbir sahibidir. Yetime, yoksula acımakta, muhtaçlara yardım elini daima uzat*maktadır. İslâmiyet’i canı ile, malı ile yayma gayretlerine iştirak etmekte, hakkı tavsiye etmekte, hakkın tebliğinde herhangi bir sıkıntı ile karşılaşırsa da sabretmekte, herkese de sabrı tavsiye etmektedir. Çevresinde bir münker (aklen ve dinen kötü bir şey) görünce bizzat alâkadar olarak bu kötülüğü önlemeyi en mühim bir iş saymakta, bütün çabalarına rağmen önleyemiyorsa hiç değilse buna sebebiyet verenlere kalben buğzetmektedir. Fert plânında müsamahakâr, mütebessim, yumuşak; cemiyet plânında ise ağırbaşlıdır. Toplumda din kardeşlerinin sıkıntılarını kendi sıkıntıları, sevinçlerini kendi sevinci bilmektedir...



Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Ocak 2008, 21:27   Mesaj No:36
Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:41
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz

Bu durum muvacehesinde, bugünkü Müslümanlar bu üstün vasıflı asr-ı saadet devri toplumunu ve bu toplumu oluşturan fertleri iyi bilmek durumundadırlar. Çünkü bilmeden örnek alınamaz. Ama bilme, öğrenme yolları farklı olabilir. Kimi bu alanda yazılmış bir kitabı okur, kimi bu konuları iyi bilenlerden dinler; kimi hâzık bir vaizin nasihatine kulak verir, kimi gönülleri teshir eden bir âlim ve fâzılın sohbetine katılır.
Hâl böyle iken günümüzde bir Müslüman; imân, ibadet, ahlâk ve muamelat konularına gereken ehemmiyeti vermiyorsa, alışverişte helâle harama riâyet etmiyorsa, İslâmî emirlerin bazılarını yapıyor bazılarını yapmıyorsa, ilâhî yasakların kimilerini gözetiyor kimilerini ise kaâle almıyorsa o zaman üstün bir İslâmî şahsiyete sahip olamaz. Böyle bir Müslüman Kur’ân-ı da Sünneti de yeterince anlamamış, üsve-i hasene olarak gösterilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’i de gereğince örnek almamış demektir. O’nu ve ashabını örnek alabilseydi dinî şahsiyetinde belirli ve net bir ilerleme olacaktı

Şimdi şu hususa dikkat etmek lâzımdır: Şayet biz örnek birer Müslüman olamazsak bu durumda bizden sonrakilere örnek olma vazifemizi de yerine getirememiş oluruz. Bu ise büyük vebaldir. Biz geçmişe baktığımızda asr-ı saadet neslini ve onların peşinden giden bahtiyarları nasıl örnek alarak yolumuzu aydınlatıyorsak, bizden sonrakilere de geriye dönüp baktıklarında kendilerine rahatlık verecek mânevî ışıklar hazırlayabilmeliyiz.
Şunu da iyi bilmeliyiz ki, İslâmiyet, samimîyetle yaşandığı zaman bütün güzellikleriyle ortaya çıkan bir dindir. Bugün bir Müslüman tembelse, gayretsizse, plânsız inti*zamsızsa, temizliğe riâyet etmiyorsa, ibadetlerinde ihmalkârsa; ticaretinde doğruluğu gözetmiyor, zekâtını iyice hesaplayıp vermiyorsa; hayır hasenatta bulunmuyorsa, har*camasında helâle harama dikkat etmiyorsa; komşularını incitiyor, cami ve cemaatla alâkalanmıyorsa, Müslümanların dertleriyle dertlenmiyorsa, içtimâi tesanüdü sarsacak eksik ve yanlış tutumlar içine giriyorsa... Bu taktirde Kur’ân’a Sünnete, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in örnek alınması gereken hayatına yeterince bağlanmamış, gerektiğince dü*şünmemiş demektir. Allah’ın ipine yeterince sarılmamış demektir. Burada Müslüman’ın ihmali, gafleti, vurdumduymazlığı ve şuursuzluğu söz konusudur. Böyle olunca İslâmî güzellikleri görememekte, yakalayamamakta, bu güzelliklerin insan yüreğinde oluşturduğu sımsıcak sevgiyi hissedememektedir.
İşte her kusurlu Müslüman, Kur’ân’a Sünnete ve Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile O’nu örnek alabilen salihlere dönerek eksiklerini telâfi etmek durumundadır
Bu vesile ile şunu da ifade etmeliyiz ki, Peygamber Efendimiz ’e ve ashâb-ı kirama olan muhabbetimizde ne derece samimî olduğumuz, onların yaşayışını ne derece örnek aldığımıza bağlıdır. Onları örnek alabildiğimiz nisbette bizden sonraki nesillere örnek olabileceğiz demektir.

Arkadaşlar kitabın sonuna gelinmiştir. Allâh Teâlâ bu kitap husûsunda emeği geçenlerden Râzı olsun.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Kasım 2008, 16:54   Mesaj No:37
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Seyyid isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2834
Üyelik T.: 29 Temmuz 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 350
Konular: 67
Beğenildi:7
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz

Zuhur-ı kainatın madenisin ya Resulallah
Rumuz-ı küntü kenz' in mahzenisin ya Resulallah
Beşer denen bu alem ki senin suretle şahsındır
Hakikatte hüviyette değilsin ya Resulallah
Vücudun cümle mevcudatı nice cami' olduysa
Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya Resulallah
Dehanın menba-ı esrar ilm-i min ledünnidir
Hakayık ilminin sen mahremisin ya Resulallah
Ne kim geldi cihana hem dahi her kim gelisedir
İçinde cümlenin ser-askerisin ya Resulallah
Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak
Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya Resulallah
Şefaat kılmasan varlık Niyazi' yi yoğ ederdi
Vücudun zahmının sen merhemisin ya Resulallah
Alıntı ile Cevapla
Alt 06 Kasım 2018, 20:43   Mesaj No:38
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Alt 08 Kasım 2019, 21:44   Mesaj No:39
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Mihrinaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:68
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:43
Mesaj: 12.398
Konular: 1269
Beğenildi:11839
Beğendi:8986
Takdirleri:26241
Takdir Et:
Standart

Dedin ki:

“Birbirinize sırt çevirmeyiniz.
Birbirinize kin tutmayınız.
Birbirinizi kıskanmayınız.
Birbirinizle dostluğunuzu kesmeyiniz.
Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”

hiç uğruna hepsini yaptık Yâ Rasulallah.
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 23 Kasım 2019, 16:00   Mesaj No:40
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

Peygamberimizin Evlilikleri


Bu konu hakkında bilen de bilmeyen de fikir yürütüp yorumlarda bulunabiliyor. Aslında ülkemizdeki en büyük sıkıntılardan birisi budur. Her konuda bilse de bilmese de herkes ahkám kesecek kadar kendisini yetkin kabul ediyor.
Uzmanlığa saygı duyulmuyor. Kutsallar hafife alınıyor. Bilimsellikten uzaklaşılıp alternatif ve ama aynı zamanda uyduruk olan çözümlerde çıkış yolları aranabiliyor. Din konusunda da, tıp konusunda da, mühendislik konusunda da durum bu. Peygamberimiz çok evlenmiştir, doğrudur. Ama çok evlilik Hz. Peygamber’den önce gelen bir gelenekti. Eski Çin, Mabie, antik Mısır’da yaygın bir alışkanlıktı bu. Tevrat’ta, Hz. Davut’un -Dawid, David- yüz kadınla evlendiği yazılıdır. Hz. Süleyman’ın -Selome, Salamone- yaklaşık bin kadınla evliliği anlatılır. Hz. İbrahim’in de en az iki eşinin olduğunu biliyoruz.
Yahudilikteki sınırsız evlilik kavramı Hıristiyanlığa da aynen geçmiş kabul edilir. Bilindiği gibi İncil bu konuda bir sınır getirmemiş, bir anlamda Yahudilikteki geleneği -teorik anlamda- devam ettirmiştir. Hıristiyanlar ahkám konusunda Tevrat’ın bağlıları sayılabilir. Nitekim Katoliklerin zıddına Marunilerde çok evlilik vardır.
Hz. Peygamber henüz 25 yaşındayken kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice (40 yaş) ile evlenir. Yaklaşık 25 yıllık gençlik döneminin tümünü tek hanımla geçirir. Bu arada Mekkeliler Peygamberimize, İslam’ı tebliği bırakma karşılığında tekliflerle gelirken para, liderlik, makamın yanında genç ve güzel kızlarını da eş olarak teklif ederler. Peygamberimiz bunun karşılığında "Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bile ben bu davadan -İslam’dan- vazgeçmem. Ya başarırım ya da başı veririm. Teklifleriniz size kalsın" buyurur. Peygamberimiz, eşi Hatice vefat ettikten sonra dul bir kadın olan 55 yaşındaki Hz. Sevde ile evlenir. Peygamberimizin o dönemde yaşı 52 civarındaydı. Peygamberimizin çok evlilikleri Medine dönemine rastlar. 53-63 yaşları arasındaki döneme. Bu dönemde aldığı bütün eşler -Hz. Aişe hariç- dul ve çok çocuklu kadınlardır. Örnekleme sadedinde bir kısmının yaşını belirtelim: Hz. Zeynep B. Huzeyme, dul ve 60 yaşındadır, iki yıl sonra vefat eder. Ümmi Seleme, yaşı 65 civarında, dört çocuklu. Hz. Meymune, dul ve yaşı 60 civarında. Ümmi Habibe, 55 yaşında.
Bu evlilikler, cinsel taleplerle olan evlilikler değil, siyasi, insani ve coğrafi şartların oluşturduğu stratejik evliliklerdir. Zira Peygamberimiz, cinsel ihtiyacın daha güçlü olduğu 25-53 yaşları arasında tek ve yaşlı bir kadınla evli kalmıştır.
Eğer istese bu dönemde genç birçok kadın alabilirdi. Daha sonraki yaşlarda yaptığı evliliklerde genç hanımlar yerine daha çok dul, yaşlı ve çocuklu kadınlar almıştır. Nitekim bir Yahudi liderin kızını alınca koca bir kabile İslam’a girmiş ve sulh imzalanmıştır.
Peygamberimizin arkadaşlarına, dul ve çok çocuklu kadınlarla evliliği teşvik ettiğini biliyoruz. Zira o dönemde ekonomik imkánı olmayan birçok kadın gayri meşru şartların kurbanı olabiliyordu. Nitekim Mümtehine Suresi’nin 12. ayetinde de belirtildiği gibi, Peygamberimiz kendisinden biat alan Medine kadınlarından özellikle "zina etmemek, çocukları öldürmemek" üzerine söz alıyordu. Demek ki böyle bir problem ve sıkıntı vardı. Bu nedenle de koruma amaçlı çok evliliğe sıcak baktı.
Peygamberimiz, evlilikleriyle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le akrabalık bağı kurdu, bu vesileyle de Hz. Ali ile kızı Hz. Fatıma’yı evlendirdi. O dönemlerde evlilik, sıcak ilişki kurmanın en güçlü yoluydu.
Medineli erkekler, günlerinin en az 18 saatini Peygamberimizle paylaşır, dinlerini kendisinden bire bir öğrenirlerdi. Kadınlar bu konuda o çağdaki iletişim araçlarının yokluğu da düşünülecek olursa şanssızlardı. Bütün bilgileri kulaktan dolmaydı. Bu amaçla Peygamberimiz, kadınlar için haftada bir gün özel sohbet sözü verdi. İşte bu bağlamda Peygamberimizin eşleri, o dönemde kadınlar için birer öğretmenlik vazifesini yüklendiler.
Kadınlarla ilgili özel fıkhın tümünü kadın sahabilerin rivayetine dayandırırız. Hz. Ayşe bu konuda 2210 hadisle başı çeker. Peygamberimizin bazı eşleri, yetim kızların, düşkün ailelerin koruyucusu oldular. Bir kısmı yün örerek ailelerine katkıda bulundu. Hz. Aişe’nin Cemel olayından sonra 70 kadını himayesine alıp yetiştirdiğini biliyoruz. Hz. Aişe’nin öğrencileri müçtehit imamların öğretmeni olmuşlardır.
Daha sonraki yıllarda, diğer dinlerden veraseten gelen sınırsız evlilik sınırlanınca, Hz. Peygamber hanımlarının bir kısmından uzaklaştı. Karı-koca irtibatını kesti ama boşanmadı. Zira O’nun eşleri müminlerin anneleri sayıldığı için (Ahzab Suresi, 6, 53) başkasıyla evlenemezlerdi. Onları ortada bırakamazdı. Onların bakımlarını Hz. Peygamber hayatının sonuna kadar yüklenmeye devam etti. O ayetten sonra asla bir daha evlenmedi. Müslüman bir kişi defalarca boşanıp evlenebilme imkánına sahip olsa da bu seçenek Peygamberimize verilmemiştir. (Ahzab, 52)
Bu yazımızla Peygamberimizi savunmayı hedeflemedik. Zira O’nun böyle bir savunmaya ihtiyacı yoktur. Ancak çok evliliğin tarihi şartları içerisinde değerlendirilmesinin gerektiğini anlatmak istedim. Çünkü o dönemde bu öylesine yaygın bir gelenekti ki Medine’de veya Mekke’de bu hususta en küçük bir sızlanma göremeyiz.
Mihrinaz ve Nebevi Sevda beğendiler.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Peygamber Efendimiz (sav) Ramazan Günlüğü.Medineweb Allahın kulu_ Hz.Muhammed(s.a.v) 0 29Haziran 2015 17:58
Ahlakta Mükemmel Örnek Hz.Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz KalbinNûru Hz.Muhammed(s.a.v) 4 13 Aralık 2012 21:53
MUHAMMED MUSTAFÂ'SIN İmamHüseyin Şiirler ve Şairler 1 09 Mayıs 2009 14:15
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.A) İmamHüseyin Hz.Muhammed(s.a.v) 0 10 Nisan 2009 00:50
En Sevgili Hz. Muhammed Mustafa ( s.a.v ) cennet36 Hz.Muhammed(s.a.v) 2 08 Ekim 2008 23:13

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.