Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 4.Sınıf Dersleri > İlitam 4.sınıf Genel Paylaşımlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  27 Aralık 2013 (14:12), Konuya Son Cevap : 27 Aralık 2013 (14:16). Konuya 10 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 27 Aralık 2013, 14:12   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

İSLAM TARİHİ III DERS NOTLARI


1. HAFTA 1. DERS
Türkler ve Müslümanlar Arasındaki İlk Münasebetler
a) Emeviler Döneminde Türkler:
Türkler ile Müslümanlar arasındaki ilk temaslar 642’de yapılan Nihavend savaşını müteakip
İran’ın fethinin tamamlanmasıyla başlamıştır.
Maveraunnehr’in fethi Kuteybe b. Müslim’in Horasan valiliği döneminde (705-715) gerçekleşmiştir.
Hişam’ın halifeliğinde (724-743) Horasan valisi Eşres b. Abdullah, Türkler arasında İslamiyetin
yayılması için Ebu’s-Seyda Salih b. Tarif ve Rebi b. İmran et-Temimi’yi görevlendirmiş ve onlar da
Semerkant ve civarında Türkler’i İslam’a kazandırmak için büyük gayret sarf etmişlerdir. Nitekim 742
yılında Belh şehrinde bir cami yapıldığı görülmektedir.
Emeviler’in son Horasan valisi Nasr b. Seyyar, Arap Hakimiyetine karşı mukavemet eden
Maveraunnehir halkını, Araplar ile aralarındaki farklılıkları ortadan kaldırarak onları teskin etmeye gayret etmiş; bunda da başarılı olarak halkın güvenini kazanmış ve dolayısıyla İslam’ın Türkler arasında yayılmasını hızlandıran bir etken olmuştur.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 29098 23 Mayıs 2015 21:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 3900 10 Mayıs 2015 16:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2562 10 Mayıs 2015 16:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 8194 30 Nisan 2015 14:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3033 19 Nisan 2015 15:45

Alt 27 Aralık 2013, 14:13   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

1. HAFTA 2. DERS
b) Abbasiler Döneminde Türkler
İlk Abbasi halifesi Ebu’l-Abbas, çıkardığı bir emirname ile Müslüman olanlardan asla
cizye alınmamasını isteyerek, adaletsizliği önlemeyi hedeflemiştir.
Çin hükümdarı-Hiuan-tsang (713-755)
Fakat Cinlilerin geçtikleri bölgelerdeki sert tutumları ve özellikle Taşkent beyi Bagatur Tudun’u öldürmeleri, Türkleri bu defa da Çinlilere karşı Müslümanlardan yardım istemeye sevk etmiştir. Bunu üzerine Horasan valisi Ebu Müslim, Ziyad b. Salih komutasında güçlü bir orduyu Çinlilere karşı göndermiştir. Çin ve Müslüman kuvvetleri 751 yılı Temmuz ayında Talas yakınlarında karşılaştılar. Beş gün devam eden savaş, muhtemelen son günde, Göktürklerin bir boyu olan Karlukların Çin birliklerine arkadan taarruz etmeleri sonucunda, Çinlilerin büyük bir hezimeti ile son bulmuştur. Yetmiş bin kişilik Çin birliklerinin büyük bir kısmı savaş meydanında yok edilmiş, yirmi bin kadarı da esir alınmıştır.

Siyasi sebeplerle başlayan savaşın, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel sonuçları ortaya
çıkmıştır. Bu sonuçlardan bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Türklerin tedricen İslam Devleti hizmetine girmeleri, Müslümanlığın kabulünün hızla artmasıdır. Bu savaş buna zemin hazırl
b) Bu savaş neticesinde, Çinliler, uzun bir zamandan beri var olan, bölge üzerinde hakimiyet
kurma emelinden vazgeçmişlerdir.
c) Bu savaş neticesinde, bölgede zayıflayan Türk hakimiyeti yeniden tesis edilmiştir.
d) Bu savaşın kültürel ve ekonomik sonuçları da söz konusudur. Nitekim bu tarihe kadar
yalnızca Cin’de, keten ve kenevirden imal edilen kağıt, bu savaşta Müslümanların eline esir
düşen Cinliler vasıtasıyla ilk defa Cin dışında bir yerde, Semerkant’da imal edilmiştir. Kısa
sure içerisinde kağıt, İslam dünyasının her yerinde yapılan ve gayet bol, ucuz fiyatlı bir
malzeme haline geldi. Bu zamana kadar Cin haricindeki bütün dünyada olduğu gibi, İslam
dünyasında da yazı malzemesi az, sağlıksız ve pahalı idi.
e) Talas Savaşı’nın İslam dünyasına kazandırdıklarından biri de daha sonra Avrupa’ya da
geçecek olan yel değirmenleridir.
f) Talas Savaşı’nın Çin’de de yansımaları olmuştur. Uzakdoğu’da İslam ve Türk kültürü ilk defa
bu savaş sonucunda açıkça hissedilmiştir. Bu savaştan dört sene sonra Çin’de kuzey
eyaletleri kumandanı isyan edince, İmparator Su-tsung (756-762) isyanı bastırmak için Arap
ve Uygurlardan yardım istemişti. Bunun üzerine önemli miktarda bir Müslüman ordusu
Çin’e gönderilmişti. İsyan bastırıldığında Müslüman askerlerden dileyenlerin Çin’de
kalmalarına müsaade edilmiş, giden askerlerden önemli bir kısmı orada kalarak, ticarette
ve devlet görevlisi olarak çalışmış ve dinlerini yaşamaya devam etmişlerdir.
İkinci Abbasi Halifesi Ebu Cafer el-Mansur, Türkleri ilk defa devlet hizmetinde görevlendirmekle tanınır. Bu donemde görev yapan Türklerden, Zuheyr et-Türki, Mubarek et-Türki ve Hammad et-Türki en fazla ismi bilinenlerdir. Halife Me’mun döneminde Maveraünnehr tam anlamıyla itaat altına alınmıştı.
Mesela Halife Me’mun zamanının ileri gelen komutanlarından Afşin, Aşnas, Boğa el-Kebir ve İtah gibi komutanların hepsi geldikleri bölgelerin yönetici sınıfına ve hükümdar ailesine mensup kimselerdi. Aynı siyaset, Halife Mutasım zamanında da aynen devam ettirilmiştir. Onun zamanında Halife ordusu saflarına alınan birliklerin çoğu, Fergana, Uşrusana, Şaş ve Soğd gibi Türklerin meskun olduğu bölgelerden sağlanmıştır.

Radi (934-940)'nin Kasım 936'da Basra ve Vasıt'ın güçlü valisi Hazar Türklerinden Muhammed b. Raik el-Hazari et-Türki’yi geniş yetkilerle Emini'l-Ümerâ tayin etmesiyle Türk nüfuzu, tekrar eski gücüne ulaşmıştır. İbn Raik el-Hazari’yi 11 Eylul 938'den itibaren Ebu'l-Huseyin Beckem et-Türki (o. 21 Nisan 941) ve Tuzun (943-945) takip edecektir. Bilindiği gibi bu dönem, ilk bağımsız Türk-İslam devletlerinin de tarih sahnesine çıktıkları bir devredir.

Ubeydullah b. Yahya b. Hakan et-Türkî (o. 876); Abbasi Hilafeti'nde alt seviyedeki memurluklardanbaşlayarak vezirlik makamına ulaşmış ilk Türk olup, Mütevekkil, Mustain (862-866) ve Mu'temid (870-892) dönemlerinde bu görevine uzun yıllar devam etmiştir. Onun oğlu ve torununun da Muktedir (908-932)döneminde vezirlik yaptıkları görülüyor.
İshak b. Kundacık el-Hazârî (o. 892); Halife Mu'temid, isyan ederek Basra ve civarını on dort senedir
hakimiyetleri altına almış bulunan Zencilere karşı Musa b. Boğa el-Kebir komutasında Turklerden oluşan bir ordu
gonderdiğinde, İshak b. Kundacık bu orduda asilerin erzak ve mu-himmat yollarını kesmekle gorevlendirilmiş bir
emirdi ve bu gorevini başarıyla yerine getirmişti. O daha sonra Kuzey Suriye'ye kısmen hakim olmuş, Abbasi
Hilafeti bunyesindeki muhtelif gelişmelerde onemli roller oynamıştır.

Sûl ailesi; Aileden İslam'ı ilk kabul eden Sul-Tekin (717)'dir. Aynı zamanda İbrahim,
döneminin en önde gelen şairlerinden biridir. Şiirlerini topladığı Divan'ı haricinde, farklı konularda dört kitapsahibidir. Meşhur tarihçi Ebu Bekir es-Suli ve şair Amr b. Mes'ade es-Suli de bu aileye mensup şahsiyetlerdir.
Hammâd et-Türkî , Züheyr et-Türkî, Mübarek et-Türkî, Yahya b. Da'ud el-Hursî, Ebû Süleym Ferec el-Hâdim et-Türkî, Afşin Haydar b. Kâvûs (o. 841), Eşnâs (o. 844), İnak (İtah) et-Türkî (o. 849), Boğa el-Kebîr et-Türkî (o. Ağustos 862), Boğa es-Sağir et-Türkî (o. 867), Vasîf et-Türkî (o. 30 Ekim 867), Yâzmân; Halife Mu'temid (870-892) devrinin sonlarına doğru Tarsus amili olarak görülüyor. Bu sırada en sonuncuları cereyan eden Bizans seferlerine katılmış, 882-891 arasında Tarsus'ta yarı bağımsız hareket etmiştir. İshak b. Kundacık el-Hazârî (o. 892) "Zü's-Seyfeyn”
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:13   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

2. HAFTA 1. DERS
İLK MUSLUMAN TURK DEVLETLERİ
TOLUNOĞULLARI (868-905)
a. Tolunoğulları'nın Menşei:
Tolunoğulları Devleti'ni kuran Ahmed b. Tolun'dur. Türkçe bilen İslam tarihcileri Tolun kelimesini el-
Bedru'1-Kamil (Dolunay) olarak izah ederler. Ahmed'in babası Tolun, aslen Dokuz Oğuz Turklerinden olup Samanoğullarından Buhara ve Horasan amili Nuh b. Esed'in kolesi idi. Nuh, her yıl Bağdat'a gönderdiği para, zahire, eşya ve kölelerle beraber Tolun'u da hediye olarak zamanın halifesi el-Me'mun (ol. 833)'a göndermiş (815–816) ve Tolun, zamanla askeri görevlerde yükselerek Bağdat'taki Türk beyleri arasına katılmıştı.

Ahmed b. Tolun'un Yetişmesi ve Şahsiyeti:
Tolunoğulları Devleti'nin kurucusu Ahmed, işte bu Tolun'un oğlu olarak 835 yılı Eylül ayında
Bağdat'ta doğdu. Annesi bir cariyedir. Öte yandan Ahmed'in, 829 yılında doğduğu, Bağdat'ta değil
Samerra'da dünyaya geldiği ve hatta Tolun'un oğlu değil, evlatlığı olduğu şeklinde rivayetler de vardır.

Türk beyleri ile birlikte el- Mustain'in huzuruna her çıkışında halife, ona gizlice selam verir ve hususi ihsanlarda bulunurdu. Ona Meyyas adında bir de cariye hediye etmişti ki, kendisinden sonra Tolunoğulları Devleti'nin tahtına geçecek olan oğlu Humaraveyh, bu cariyeden doğmuştur.

Tolunoğulları Devleti'nin Kuruluşu Sırasında Abbasi Hilafetinin Durumu:
Bu sıralarda artık Abbasi halifeleri, komutanların elinde birer oyuncak durumuna düşmüşlerdi.
Halifelerin, güç ve otoritelerini tamamıyla kaybettikleri ve her şeyin ümeranın elinde olduğu
görülmekteydi. Öyle ki, vilayetlere vali tayin edilen emirler; valilik yerlerine bizzat gitmiyorlar, oralara
kendi adlarına naipler gönderiyorlardı.

Ahmed'in Mısır Valisi Oluşu:
Ahmed, 15 Eylul 868 tarihinde Bayık Bey'in naibi olarak Mısır'ın idare merkezi Fustat'a vardı. Ancak
butun Mısır toprakları Ahmed'in idaresinde olmayıp yonetim, ceşitli kimseler arasında paylaştırılmıştı. Çünkü Mısır, tarihinin ceşitli devirlerinde olduğu gibi, Abbasi valileri idaresinde de ülkenin içinde
bulunduğu şartlar ve Bağdat'a olan uzaklıktan istifade ile valilerin mustakil devlet kurmalarını önlemek maksadıyla birtakım idari bölgelere ayrılmış ve ülkenin idaresi bir tek kişinin eline terk edilmemişti. Nitekim Ahmed, Mısır'a vardığı zaman İskenderiye'nin idaresi Ahmed b. Dinar'ın, Barka'nın idaresi Ahmed b. İsa es-Saidi'nin elinde olup Berid teşkilatının (posta ve haberleşme işleri) başında ise Halife el-Mutezz'in annesi Kabiha'nın kolesi Şukayr bulunuyordu. Mısır'ın mali idare teşkilatının başında da Ahmed b. el- Mudebbir bulunmakta idi ve doğrudan Bağdat halifesine bağlı idi. Ahmed b. Tolun, tek başına Mısır'ahakim olabilmek için, bir yandan Mısır'da bu rakipleri ile mücadele ederken diğer taraftan kenditaraftarları ve casusları vasıtasıyla Bağdat Sarayı ile de mücadele etmek mecburiyetinde idi.

Bağdat'ta vuku bulan olaylar sonucunda Bayık Bey, Mısır valiliğinden azledilerek kısa bir müddet sonra oldurulmuştu (869). Onun yerine Mısır valiliği Yarcuh et-Turki'ye verildi. Yarcuh, Ahmed'in kayınpederi idi. Ahmed onun kızı Hatun ile evlenmiş bulunuyordu. Bu evlilikten Ahmed'in en büyük oğlu el-Abbas dünyaya gelmişti (856). Yarcuh'un da Ahmed'i kendisinin naibi sıfatıyla Mısır valisi olarak tayin etmesiyle ayağını sağlam bir zemine basan Ahmed, artık gözü arkada olmaksızın
Mısır'daki olaylarla uğraşabilirdi.

Ne var ki Tolunoğlu Ahmed, uzun suren mücadele neticesinde elde ettiği istiklalin tadını pek
çıkaramadı. Tarsus Suguru'nda çıkan bir ayaklanma sebebiyle sefere çıkan Ahmed, burada hastalandı.
Antakya'dan mahfe içinde Mısır'a doğru yola cıktı. Ancak mahfede rahat edemediğinden deniz yolu ile Mısır'a dondu. Bir sure daha hasta yattıktan sonra, 10 Mayıs 884 tarihinde oldu. Olduğu zaman elli
yaşlarında idi. Mısır'daki hakimiyeti 16 yıldan biraz fazladır.

Humaraveyh b. Ahmed b. Tolun (884–896) :
Tolunoğlu Ahmed'in ölümünden sonra ikinci büyük oğlu Humaraveyh Mısır, Suriye ve Sugur
hükümdarı olarak ordunun kendisine biat etmesi üzerine 884 yılı Mayıs ayının 10'unda Mısır tahtına
oturdu. Tolunoğlu Ahmed, oğlu el-Abbas'ı isyanı sebebiyle hapsedip onu tahttan mahrum etmekle birlikte, kardeşi Humaraveyh'e biat etmesi şartı ile Suriye ve bütün Sugur valiliğinin ona verilmesini vasiyet etmişti. Ancak Humaraveyh, devletin bölünmesine ve ailenin parçalanmasına sebep olabileceği endişesi ile bunu kabul etmedi. En kudretli zamanında isyan eden ağabeyinin kendisine itaat etmesini beklemek de hayal idi. Ağabeyinin kendisine biat etmemesini de fırsat bilerek babasının katibi Ahmed b. Muhammed el- Vasıtinin de teşvikleri ile ilk işi ağabeyini öldürtmek oldu.
Dımaşk'ta hizmetcileri tarafından olduruldu (7 Ocak 896).

Ceyş b. Humaraveyh Devri (896) :
Humaraveyh'in ölümünden hemen sonra, kardeşlerinden birinin tahta çıkması, ordu komutanlarının
işine gelmediği icin daha on dört yaşını doldurmamış bulunan oğlu Ceyş'e biat ettiler (7 Ocak 896). İleri gelen komutanlardan bazıları Ceyş'e biat etmek istememişlerse de arkadaşlarının ısrarı ile rıza
göstermişlerdi. Böylece Ceyş tahttan indirilerek (25 Temmuz 896) hapse atıldı ve birkac gün sonra da hapiste olduruldu. Ceyş'in Mısır'daki hakimiyeti altı ay on iki gün sürmüştür.

Harun b. Humaraveyh Devri (896–904) :
Ceyş'i tasfiye ettikten sonra komutanlar hep birden kardeşi Harun'a biat ettiler. (25 Temmuz, 896).
Ancak Harun daha on dört yaşında bir çocuk olduğundan akıllı ve kurnaz bir kişi olan Ebu Cafer b. Ebba ona vasi tayin edildi. Bu andan itibaren devletin dizginlerini eline alan Ebu Cafer, fiili olarak Mısır'ı idare etmeye başladı.
Amcası Şeyban tarafından olduruldu (31 Aralık, 904). Harun oldurulduğu zaman yirmi iki yaşında bulunuyordu. Mısır'daki hakimiyeti sekiz yıl beş bucuk ay sürmüştür.

Şeyban b. Ahmed b. Tolun ve Tolunoğullarının Sonu:
El-Abbase'de Harun'un oldurulduğu gecenin sabahında Tolunoğulları Devleti'nin artık yıldızının
söndüğünü ve sonunun geldiğini göremeyen Şeyban, devleti iyi idare edip kendilerine güzellikle
muamelede bulunacağına dair askerlere teminat vererek kendisine biat edilmesini istedi ve böylece
Şeyban'a biat edildi (31 Aralık 904). Muhammed b. Suleyman el-Katibi, Fustat'a girdi (10 Ocak 905). Böylece Tolunoğulları Devleti de son bulmuş oldu. Tolunoğulları Devleti'nin son hükümdarı Şeyban'ın Mısır'daki hükmü, sadece dokuz gün sürmüştür.
Muhammed b. Suleyman el-Katibi, 9 Mayıs 905 tarihine kadar Fustat'ta kalıp Mısır'da Tolunoğulları
ailesine mensup yaklaşık yirmi kişiyi demir kafesler icinde Bağdat'a goturdu. Tolunoğullan, Mısır'da sadece otuz sekiz yıl hüküm sürmüşlerdir (868–905). Otuz sekiz yıllık bir zaman, milletlerin ve devletlerin tarihinde cok kısa ve ehemmiyetsiz görülebilir. Fakat Tolunoğulları'nın Mısır'da hüküm sürdüğü bu zaman Mısır tarihi icin fevkalade muhimdir. Cunku Mısır, fethinden beri (639) ilk defa olarak Tolunoğulları devrinde müstakil bir devlet olmuş ve yüksek bir iktisadi seviyeye ulaşarak mureffeh bir devir yaşamıştır. Bu refah ve saadeti idare edenler ve edilenler müştereken sağlamışlar ve paylaşmışlardır. Tolunoğulları'nın Mısır tarihinde askeri rejime dayalı, yabancı bir hakimiyeti temsil etmelerine rağmen, üzerlerinden bin yıldan fazla bir zaman geçtiği halde hala hayırla yad edilmeleri onların, Mısır'a sağladıkları bu siyasi bağımsızlık ve iktisadi refah ile alakalıdır. Tolun oğulları devrinde Mısır, idari, ictimai, iktisadi, askeri ve kültürel bakımlardan büyük gelişmelere sahne olmuş ve Tolunoğulları burada pek çok imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:14   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

2. HAFTA 2. DERS
SACOĞULLARI (890-929)
Sacoğulları ailesi aslen Uşrusana menşelidir. Aileden İslam devleti hizmetine giren ilk kişi Ebu’s-Sac
Divdad bin Yusuf Divdest’dir.
Mu’tasım (833-842) döneminde Babek isyanını bastırmakla görevlendirilen orduda ise küçük bir birlik komutanıdır. Ve savaş meydanından kaçan Babek’i takip ederek önce aile fertlerini, sonra bizzat Babek’i yakalayarak (15 Eylul 837) Afşin’e göndermiştir.
Mutevekkil (847-861)’in son yıllarına doğru kendisine Tarik Mekke Valiliği verilmiştir (242/856-857). Bu görev muhtemelen Irak’la Mekke arasındaki Hacc yolunun güvenliğini temin etmekle ilgilidir.
Ebu’s-Sac, Rebiulevvel 254/Mart 868’de Diyar-ı Mudar, Kinnesrin, Halep ve Avasım Valiliğine
getirildi. Daha sonra Saffariler safında yer alan Ebu’s-Sac, tekrar bbasilerin hizmetine girmek amacıyla Bağdat’a gelirken 879 yılının son aylarında Cundişapur’da oldu.
Bağdat’ta bir grup askeri birliğe ona nisbetle, Ecnadu’s- adiyye denilmişti.

Ebu Ubeydullah Muhammed el-Afşin (890-901) bu’s-Sac’ın Muhammed el-Afşin ve Yusuf adlı iki oğlu vardı. Babalarının olumu üzerine daha sonra Sacoğulları hanedanını kuracak olan Muhammed el-Afşin’e, Tarik Mekke Valiliği ile Harameyn Valiliği’nin rlikte verildiğini görüyoruz (266/880).
İşte bu cekilişle eski bölgelerini kaybeden Muhammed el-Afşin’e Halife Mu’temed’in kardeşi Ebu
Ahmed el-Muvaffak, Azerbaycan Valiliğini verdi (276/889-890). Bu tayin bolgede bir devletin, babalarının smine izafeten Sacoğulları diye adlandırılacak devletin kurulması sonucunu doğuracaktır.
Bilindiği gibi Ermeniye’nin güneydoğusuna Müslümanların ilk seferi 641 yılı başlarında
Mezopotamya fatihi Iyaz b. Ganem tarafından gerçekleştirilmiş, fakat bölgede fasılalı da olsa, fiili
hakimiyet Hz. Osman’ın hilafetinde 645 sonlarına doğru mümkün olabilmişti.

Bu sırada Ermeniler kendi kendilerini idare etmekte idiler. Hatta 862’de Aşot b. Simbat Ermeni naharar ve işhanlarının başı, İşhanlar İşhanı tayin edilerek kendisine hil’at giydirilmiştir. Düzenli idaresi ve vergiyi zamanında göndermesi sebebiyle 269/882-883’te aynı kişiye kral unvanının verildiği görülmektedir. Muhammed el-Afşin’in Azerbaycan valisi tayin edildiği sene, Ermeniye’de Kral Aşot olmuş yerine oğlu Simbat geçmişti (890).

Bilindiği uzere Muhammed el-Afşin’in Azerbaycan valisi olduğu donem, merkezi otoritenin iyice
zayıfladığı ve mahalli hanedanların mustakil hareket etmeye başladığı bir donemdir. Nitekim Mısır’da
Tolunoğulları, Musul, Halep, el-Cezire ve çevresinde Hamdaniler (905-1004), Maveraunnehir’de Samaniler (819-1005) ve ülkenin değişik bölgelerinde muhtelif hanedanlar hüküm sürmekte idi. Muhammed el- Afşin’in de bu gelişmelerden uzak kalmadığı tespit ediliyor. O bulunduğu bölgeyi, Tolunoğulları ve İhşidiler benzeri bir düzene kavuşturmuş, kısacası bir Türk-İslam Devleti kurmuş ve babasının ismine nispet edilen hanedanı oluşturmuştur.

Ebu’l-Kasım Yusuf (901-927)
Ancak onun arzusu hilafına yerine kardeşi Yusuf geçti. Donemin halifesinin bu değişikliğe müdahale etmemesini merkezi otoritenin zayıflığı yanında,Sacoğulları’nın oldukça bağımsız hareket ettiklerinin göstergesi şeklinde değerlendirmek mümkündür.Nitekim Yusuf, Azerbaycan’da iktidarı ele geçirmesinden kısa bir müddet sonra 289/902’de Erdebil’de adına gümüş dirhem bastırmıştır. Bu sikke üzerinde kendi ismi yanında Halife Mu’tezid’in isminin de bulunması, onun halifeye tam olarak bağımlı olduğunu göstermez. Zira benzer bir uygulamayı Halife ile savaş halinde iken Tolunoğlu Ahmet ve Humareveyh’te de görmekteyiz.
Vezir Ahmed el-Hasibi, Halife
Muktedir (908-932)’e, Karmatilere karşı Azerbaycan valisi Yusuf’un gonderilmesini tavsiye etti. Halife
Muktedir’in 314/926-927’de Yusuf’u, Azerbaycan ve Ermeniye valiliği de dahil olmak uzere geniş
selahiyetlerle butun doğu bolgelerinin valiliğine tayin ettiğini goruyoruz. İdaresine bırakılan yörelerin
vergilerini de merkeze göndermeyip, kendi birliklerinin ihtiyacı icin harcayacaktır. Bununla birlikte Halife ondan, Karmatilerle savaşmak üzere Irak’a gelmesini istemektedir. Fakat Kufe önündeki savaşta Yusuf, zaferin mutlak kendinde olduğunu duşunduğu bir sırada Ebu Tahir Suleyman el-Karmati’ye esir duştu (8Aralık 927) ve onun tarafından idam edildi.

Ebu’l-Musafir Feth b. Muhammed (928-929) ve Sacoğulları’nın Sonu
Yusuf b. Ebu’s-Sac’ın olumu üzerine yeğeni Ebu’l-Musafir Feth b. Muhammed, Halife Muktedir (908-
932) tarafından Zilhicce 315/Şubat 928’de Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine tayin edildi ise de, bunun iki seneye yakın valiliği esnasında hicbir siyasi ve askeri faaliyeti kaynaklara aksetmemiştir. Şaban 317/Eylul- Ekim 929’da Ebu’l-Feth’in olumu üzerine ise Sacoğulları’nın bölgedeki hakimiyeti son bulmuştur.Sacoğulları’nın Azerbaycan ve kısmen Ermeniye’deki hakimiyetleri 890’dan 929 yılı sonuna kadar surdu. Geniş İslam devleti sınırları içerisinde bulunmakla birlikte, iç ve dış siyasetlerinde tamamen mustakil hareket eden Sacoğulları, donem olarak Mısır’daki Tolunoğulları ile İhşidiler arasında yer alan ikinci Türk hanedanıdır. Hanedanın merkezinin Muhammed el-Afşin zamanında Meraga’da olduğu kaynaklarda belirtilmiş ise de, Yusuf döneminde Erdebil’in ülkeye merkezlik yaptığı anlaşılmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:14   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

3. HAFTA 1. DERS
İHŞİDÎLER (935-969)
İhşidilerin kurucusu Muhammed b. Toğac, iki nesilden beri Abbasilerin hizmetinde bulunan, Fergana kökenli askeri bir Türk aileden gelir. Muhammed'in ilk görevlerinden biri, Mısır Valisi Ebu Mansur Tekin’in verdiği Ahvaf Valiliğidir. Burada Fatımilere karşı çarpışmış, daha sonra hac yollarının emniyetini teminle görevlendirilmiştir. Bunlardan sonra Halife tarafından önce 928'de Remle, 930'da Şam, uc yıl sonra 933'te de Mısır Valisi tayin edilmiştir. Bu ilk Mısır Valiliği 32 gün surmuş (31 Ağustos-2 Ekim 933), fakat kendisi Şam'da bulunduğu için görevi fiilen başlayamamıştır. 935'te ikinci defa Mısır Valisi tayin edilen Muhammed b. Toğac 27 Ağustos'da görevine fiilen başlamıştır.

Halife Razi (934-940) tarafından kendisine, daha sonra kurduğu devletin de adıolacak "İhşid" unvanı verildi.
25 Temmuz 946'da vefat etti. O, Tolunoğullarından otuz sene sonra Mısır'da ikinci Türk-İslam devletinin kurucusuydu. Devletinin başında yaklaşık on bir sene bulunmuş, kendisinden sonra da Mısır'ın oğullarınca yönetimini sağlamıştı. Tarihler onun için cesur, dirayetli, tedbirli, harp sanatında mahir, askerlerine karşı çok cömert gibi sıfatları uygun buluyorlar. Adaletliydi ve fazladan vergi alınmasına asla müsaade etmezdi. Birçok haliyle Tolunoğlu Ahmed'e benzemekteydi. Kindar değildi, fakat yönetiminde oldukça sertti.
Muhammed'den sonra sırasıyla tahta gecen iki oğlu Ebul-Kasım Unucur (946-960) ve Ebu'l-Hasan Ali (960- 966)'nin dönemlerinde devletin gerçek hakimi hadım bir siyahi olan Kafur'dur. Muhammed b. Toğac'ın, bir yağ tüccarından 18 (veya Karizmatik Mısır altın lirasına almış olduğu Ebu'1-Misk Kafur, onun tarafından ordu komutanı olarak tayin edilmiş, ayrıca da ölümünden kısa sure önce çocukları için saltanat naibi olarak görevlendirilmişti. Bu durumdan faydalanmasını bilen Kafur, 20 sene sure ile onlar adına, müteakip iki sene (966-968) doğrudan kendi adına Mısır'da tek hakim olmuştur.

Kafur'un hakimiyet suresi içerisinde, içte ve dışta önemli bazı güçlüklerle uğraşması gerekmiştir. Nitekim içte İsmaili propagandası ve eksik tahıl üretiminin doğurduğu ekonomik güçlükler onu meşgul ederken; dışta Karmatilerin, Sudanlıların, Hamdanilerin ve özellikle de geciktirmeye, bir sure de olsa, muvaffak olduğu Fatımilerin artan baskılarına karşı durması gerekmiştir. Tarihçiler onun "Mahir bir siyasetçi, anlayışlı, zeki, akıllı ve dâhi bir idareci" özelliklerini sayarlar.
İhşidiler devletinin başında bulunan en son kişi ise Ebu'I-Fevaris Ahmed (968-969)'dir. Artık ulkede düzen bozulmuş ve Kuzey Afrika'da uzunca bir suredir nazarlarını buraya cevirmiş olan Şii Fatımilerin beklediği fırsat çıkmıştır. Mısır'dan Fatımilere davet mektupları gönderilmektedir. Onların başarılı komutanları Cevher, Fustat'a girerek buraları Fatımi Devleti hesabına zapt etmiştir (2 Temmuz 969).
Otuz dort senelik kısa ömre sahip olan İhşidiler Devleti'nin milli tarihimiz acısından önemi, Tolunoğulları örneğinde olduğu gibi, ırk itibarıyla yabancı bir ülkede, kuvvetli ve teşkilatçı bir Türk valinin devlet kurmuş olmasıdır.

İhşidîlerde İdari, Askeri, İçtimaî ve Kültürel Durum İdare:
Nitekim 329/940-41'de Muhammed b. Toğac, bastırdığı sikkelere halifenin adını yazdırmazken "el-Emiru'l-İhşid Muhammed b. Toğaç" ibaresini koydurtmuştu. Böylece kendisinin Bağdat Abbasi Hilafeti'ne çok zayıf bir bağla bağlı bulunduğunu göstermiş oluyordu.
Hükümet görevlileri içerisinde ise, önce Vezir gelirdi. Ona hizmet etmek üzere, başında liyakatli ve güvenilir bir kişi olması gereken Kâtib’in bulunduğu Divânu'l-İnşâ vardı. Mali işleri Âmilu'l-Harac düzenlerdi. Darphane Mütevellisi veya Kadı da para darbı gibi onemli bir gorev dolayısıyla Maliye teşkilatına yardımcı olurdu. Polis teşkilatının başkanı Sahibu'ş-Şurta, merkezde bulunduğu gibi, diğer vilayetlerde de aynı adı taşıyan görevliler bulunurdu. Vilayetlerin başında ise İhşidi ailesine mensup valiler görevlendirilmekte idiler. İhşid devlet teşkilatı icerisinde kendi alanlarına ait görevleri yapmak üzere Kaza (Kadı), Mezâlim (Divanu'l- Mezalim) ve Hisbe (Muhtesib) organizasyonlarının da bulunduğunu belirtelim.

Sosyal Durum:
İhşidiler döneminde toplumun en üst tabakasını idareciler olarak İhşidiler oluşturuyordu. Onlar da
kendilerine comertlikte Tolunoğullarını ornek almışlardı. İkinci tabakada, hususi bir statuye sahip bulunan ve kendi içlerinde Nakîbu 'l-Eşrâf tarafından yönetilen Eşraf (Şerifler) geliyordu. Bunları da zengin tüccarlar takip ediyordu. Mazerailer bu ailelerin başındaydı. En sonda ise zengin-fakir ayırımı yapılmadan halk bulunuyordu. Müslümanların bayramı olduğu gibi, Hıristiyanların da bayramları dikkate alınıyordu.

İlim ve Kültür:
İhşidiler donemi ilim ve fikir hayatının gelişme gösterdiği bir devirdir. Bu sırada Saray ve çevresi, alimleri ve edipleri maddi ve manevi yardımlarıyla teşvik etmişlerdir. Buralarda ilim meclisleri kurulmuştur. Eğitim-öğretimde başta Amr ve Tolunoğulları camileri olmak üzere camilerden faydalanılmış, ayrıca Fustat'ta bir Sûku'l-Varrakîn (kitapcılar carşısı) teşekkul etmiştir. Bu çarşı zaman zaman değişik konularda münazaraların düzenlenmiş olmasıyla da dikkat çekicidir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:14   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

3. HAFTA 2. DERS
İDİL (VOLGA) BULGAR HANLIĞI(X-XV. yy)
Yakın geçmişe kadar haklarında çok az bilgiye sahip bulunduğumuz Bulgarların, son araştırmalar sayesinde, Türk asıllı oldukları kesinleşmiş bulunmaktadır. Bunun sonucunda da, Mısır'daki Tolunoğulları (868-905) ve İhşidiler (935-969)'le, Azerbaycan ve kısmen İran'da kurulmuş bulunan Sacoğulları (890-929) gibi Türk valilerince Abbasi topraklarında oluşturulan yarı bağımsız Turk-İslam devletlerinden sonra, ilk bağımsız Türk-İslam devleti olma özelliğini İdil (Volga) Bulgar Hanlığı kazanmaktadır
Bu vesileyle hemen hatırlanması gereken İbn Fadlan'ın meşhur Rihle (Risale)'sini zikretmemiz yerinde olacaktır. Abbasi halifesi el- Muktedir (908-932)'in Bulgar Hanı Almış'a gönderdiği, İslam sefaret heyetinde görevli olarak yer almış bulunan İbn Fadlan, bu seyahatini içeren Rihle'sinde hem yol boyunca rastladığı topluluklar ve ülkeler hakkında bilgiler vermiş, hem de donemi Bulgarları konusunda en önemli malumatı eserine kaydetmiştir.
Bulgarlar çok sayıda kasaba ve şehir kurmuşlardı. Bunların en önemlisi başkent Bulgar'dı.
Ahmed İbn Fadlan; Bağdat'tan başlamak üzere, gidiş ve gelişlerinde takip ettikleri yol
güzergahında rastladıkları (Oğuzlar, Başkırtlar, Hazarlar, Slavlar) topluluklar ve Bulgarlar hakkındaki tespitlerini bir eserde topladı. Böylece Bulgarları daha iyi tanımamıza imkan verdi. Buna gore elcilik heyeti 11 Safer 309/21 Haziran 921 Perşembe günü Bağdat'tan hareket etmiştir. 12 Muharrem 310/12 Mayıs 922'de Bulgar'a ulaşan heyet, Bulgar Hanı'na Halife'nin mektubu ve hediyelerini takdim etmiştir. İbn Fadİan'ın ifadesinden de anlaşılan, daha önce kısmen İslamiyet'i kabul etmiş olan Bulgarlar arasında, İslamiyet'in hızla yayıldığıdır. Almış Han, ismini Emir Cafer b. Abdullah olarak değiştirmiştir. Böylece İdil (Volga) Bulgarları, ilk Turk-İslam Devleti olmaya hak kazanmışlardır.

Bulgarlar sathi değil, içtenlikle Müslüman olmuşlardır. Onların İslamiyet'i kabulü, diğer Türk boyları arasında da, İslamiyeti kabulü hızlandırmıştır. Bununla birlikte İslamiyet yanında eski dinlerini koruyan Bulgarlar olduğu gibi, devletin mühim bir kısım tebaasını oluşturan Fin-Ugorlar İslamiyet'e yabancı kalmışlardır. Bu durumu, Türklerde her zaman görülen dini toleransın ve farklı inançlara sahip topluluklarla bir arada yaşayabilme becerisinin bir göstergesi olarak değerlendirmek mümkündür.

Sonuç olarak İdil (Volga) Bulgarlarının, gerek esas kütleleri ve gerekse uzunca bir suredir bölgede bulunan çeşitli Türk ve yerli unsurları birleştirerek, dikkate değer bir devlet kurduklarını görüyoruz. İslam orduları ile doğrudan hiç temasları olmadan, özellikle ticari ilişkiler sonucunda öğrendikleri İslamiyet'i 900'ler dolayında kabul etmişler, 922'de resmen bir İslam devleti olmuşlardır. Bu halleriyle de ilk bağımsız Türk-İslam devleti olma vasfını kazanmışlardır. Onların İslamiyet'i kabulleri, gerek coğrafi mevkileri ve gerekse dönemleri nazarı itibara alındığında büyük önem arz eder. Çünkü bulundukları bölgede, Kuzey-Doğu Avrupa'da Türk-İslam kültürünün temsilcileri olmuşlardır. Onların İslamiyet'i kabul ettikleri ve Abbasi Hilafeti'yle temasa geçtikleri devre, İslam Devleti'nin parçalanma surecine girdiği, merkezin büyük ölçüde güç yitirdiği bir donemdir. Bu acıdan Abbasi idaresine en azından moral destek temin etmişlerdir. Ayrıca bu sırada varlıklarını koruyan diğer Türk ve İslam
devletleriyle ilişkiler içine girdikleri gibi, İslamiyet'in yayılması amacıyla da çalışmalarda bulunmuşlardır.
Bulgarların, kendilerine komşu ülkelerde İslamiyet'i yayma gayretleri bulunduğunu da bilmekteyiz. Nitekim bu cümleden olmak üzere 986'da Kief Knezi Vladimir'in Bulgarlar tarafından İslam'ı kabule davetini zikredebiliriz.

Devlet Teşkilatı
İslam kaynaklarında Bulgarların uc kavimden oluştukları belirtilmiştir. Bunlar Barsula, Asgıl ve Bulgar adını almışlardır. Bu uç topluluğun başında beyleri bulunmakta ve en üstteki Bulgar Hanı ile feodal bir idare tarzı oluşturmaktaydılar. Onuncu yüzyılın ilk yarısında eski Türk teşkilat ve unvanlarını (Ornek: Yıltavar, İlteber, Buyruk) korumaktaydılar. Bulgar ahalisinin tabiat olarak yumuşak ve yabancı tehlikesinin de her donemde fazla olmaması dolayısıyla, Bulgarların güçlü bir askeri organizasyona sahip bulunmadıkları anlaşılıyor.

İktisadi Hayat
İdil (Volga) Bulgarları, buyuk capta yerleşik hayata gecerek, verimli ve uygun iklimli bolgelere sahip olmaları
dolayısıyla usta ciftciler olmuştu. Yine topraklarının coğrafi konumundan azami olcude faydalanarak ticarete
onem vermişlerdi. Bulgarlar başlıca tahıl urunlerini iyi biliyorlar ve yetiştiriyorlardı. Bilhassa, buğday, arpa,
akdarı ekiyorlardı. Bahcıvanlık ve sulama işlerinde ileri seviyede idiler. Yuksek ziraat kulturleri sayesinde, kıtlık
senelerinde Ruslara da hububat veriyorlardı. İslam kaynaklarında ziraat sistemi ve aletleri konusunda bilgi
verilmemekte ise de, arkeolojik bulgular onların demir aletler kullandıklarını ortaya cıkarmıştır.
Turkistan, İran, Irak, Suriye, Mısır; Bulgar kurklerinin en
buyuk alıcısı idiler. Bulgarların ticaretine konu teşkil eden mallar arasında; ceşitli kurkler, at ve keci derileri,
ayakkabı, oklar, kılıclar, zırh, koyun, sığır, doğanlar, balık tutkalı, ceviz, balmumu, bal ve Slav esirler; ote yandan
İslam dunyasından aldıkları mallar arasında da; dokuma kumaş, silah, luks eşyalar, canak, comlek yer almaktaydı.
Bulgarlar yerleşik hayata diğer Türk toplumlardan daha önce geçtikleri için her türlü tarımsal ve ticari ürünlere sahiptirler.

Kultur ve Medeniyet
Kısmen yarı gocebe, buyuk capta yerleşik hayat yaşayan, gelişmiş bir ziraat yapan, bunun sonucunda
koyler şehirler kurmuş; ticaretleri gelişmiş, hem İslam hem diğer milletlerle sıkı ilişki icerisinde bulunan
Doğu Avrupa'da Turk-İslam kulturunun temsilcisi Bulgarların, yuksek bir kultur ve medeniyete sahip
oldukları anlaşılmaktadır.
Sonuc olarak İdil (Volga) Bulgarlarının, gerek esas kutleleri ve gerekse uzunca bir suredir bolgede bulunan
ceşitli Turk ve yerli unsurları birleştirerek, dikkate değer bir devlet kurduklarını goruyoruz. İslam orduları ile
doğrudan hic temasları olmadan, ozellikle ticari ilişkiler sonucunda oğrendikleri İslamiyet'i 900'ler dolayında kabul
etmişler, 922'de resmen bir İslam devleti olmuşlardır. Bu halleriyle de ilk bağımsız Turk-İslam devleti olma vasfını
kazanmışlardır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:14   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

4. HAFTA
KARAHANLILAR (840-1212)
Reşat Genç, Karahanlılar devletinin Yağmalar tarafından kurulmuş olduğunun kesinleşmiş bulunduğunu ifade etmektedir. R. Genc'e göre Yağmalar, Uygurların bir kolu veya onlara bağlı bir kavimdir.

Karahanların Siyasî Tarihi
Karahanlı sulalesinin bilinen ilk hükümdarı 819'dan beri Balasagun'da oturup bu cevrede hüküm suren Bilge Kul Kadir Han'dır. Devletin resmen kuruluşu (840) da onun zamanındadır.
Bilge Kul Kadir Han'ın iki oğlu: Bazir Arslan ve Oğulcak Kadir Han’dır
Batı Hanlığı; Devlet merkezi önceleri Ozkent, daha sonra Semerkant olmak üzere Hocend'e kadar Batı Fergana'yı ve Maveraunnehir'i ihtiva ediyordu. Doğu Hanlığı ise; Balasagun siyasi ve askeri, Kaşgar dini ve kültürel merkez olmak üzere Talaş, İsficab, Şaş, Doğu Fergana, Yedisu, Yarkend, Hotan bölgelerini ihtiva ediyordu.

Batı Karahanlıları Devleti
Karahanlılar Devleti'nin ikiye ayrılmasından sonra merkez Ozkent olmak üzere Batı'da I. Muhammed b. Nasr'ın bulunduğunu, asıl hakimiyetin ise onun adına Semerkant'ta Maveraunnehir'i idare eden I. İbrahim b. Nasr (Tamgac Buğra Karahan İbrahim)'in (1046-1067) elinde bulunduğunu görüyoruz. Muhammed'in 1052'de ölümünden sonra ise, İbrahim devletin tek hakimi olmuştur. Bu sebeple uzun sure "Büyük Tamgac Han" diye anılmıştır. Fakat o, Ozkent'e gelmemiş, devleti Semerkant'tan idare etmiştir.
İbrahim, Karahanlı hükümdarlarının en meşhurlarından biridir. Para işlerini düzenlemiş, kendi adıyla anılan “Tamgac Dirhemleri”ni bastırmıştır. Asayiş düzenli, halk müreffeh, adalet onun döneminde yaygındır. Semerkant çevresindeki bahçelerden, bir tek gülün bile, sahibinden habersiz koparılmasını yasaklamıştır. Yol kesici ve haydutlarla acımasız bicimde mücadele etmiştir. Onun bu yolda başarı için pek çok yöntemi kullanmaktan geri durmadığı görülüyor. Öte yandan fiyatlarda istikrarı sağlamıştır. Kendisi kahraman bir asker, vakur bir hükümdar ve aynı zamanda dindar bir kişi olarak bilinir. Onun tarafından kurulan medrese ve hastane de döneminin oncu kuruluşlarındandır.

Babası gibi adil bir hükümdar olarak şöhret kazanan Şemsu'1-Mülk, Karahanlı hükümdarları içerisinde imar faaliyetlerine en fazla önem veren kimse olarak bilinir.
Şemsu'l-Mülk’ten sonra Batı Karahanlılarm başına kardeşi Ebu Şuca Hızır b. İbrahim (1080-1081) geçti.
Batı Karahanlıların son hükümdarı Osman Han (1204-1212)'dır. Onun döneminde Harizmşahlar Devleti büyük bir güç oluşturmuştu. Osman Han'ın Karahıtaylar ve Harizmşahlar arasında önce biri, sonra öteki ile anlaşarak devletin devamını sağlamaya çalışmıştır. Fakat Harizmşah Muhammed'in müdahalesi ile Semerkant fethedilmiş ve Harizmşahlara başkent olmuştur. Osman Han idam edilmiş ve Batı Karahanlılar Devleti son bulmuştur (1212).

Doğu Karahanlıları Devleti
Şerefu'd-Devle Ebu Şuca lakabını taşıyan Suleyman Arslan Han b.Yusuf (1031-1056), Doğu Karahanlıların ilk hükümdarıdır. Kaynakların belirttiğine göre Süleyman Arslan Han, adil ve dindar bir hükümdardı. Alimlerin dostu ve koruyucusu olarak tanınmıştı. Bu sebeple her taraftan ilim adamları onun yanına geliyor, lutuf ve ihsanına nail oluyorlardı. Onun zamanında gayri muslim Türklere karşı çetin savaşlar oldu. Devletin sınırları genişledi. 1043'te Bulgar ile Balasagun şehirleri arasında yaşayan 10.000 çadırdan oluşan büyük bir Türk topluluğu Müslüman oldu.

1075'te Doğu Karahanlıların tahtında Büyük Kağan olarak Tavgac Buğra Kara Hakan Ebu Ali Hasan’ı görüyoruz. Onun zamanı da babası Süleyman Arslan Han gibi ilim ehli için müsait bir ortam olarak bilinir. Balasagunlu Yusuf Has Hacib, meşhur eseri Kutadgu Bilig'i 462/1069-1070 senesinde Kaşgar'da yazarak ona ithaf etmiştir. Donemin birnbaşka alimi de Ebu'I-Futuh Abdulgafir b. el-Huseyin el-Almai (o. 1093)’dir ve onun günümüze kadar ulaşmayan Tarih-i Kaşgar adlı eseri de bu sırada kaleme alınmıştır.

Fergana Hanlığı
Karahanlı Devleti'nin 1042'de ikiye ayrılmasından sonra Fergana bir sure Batı Karahanlılarda kaldı. Daha sonra Doğu Karahanlılara gecen Fergana'da 1141'de Karahıtayların Maveraunnehir'i istila etmelerinden sonra, merkezi Ozkent şehri olmak üzere bağımsız bir Karahanlı devleti daha kurulmuştur. Bunun hükümdarları genellikle "Tuğrul Kara Hakan" unvanını taşır.

Devlet Teşkilâtı
Bu devletin teşkilatı donemin hakimiyet anlayışından etkilenmiştir. Bu hakimiyet anlayışı ise uzun bir
zaman içinde gelişerek olgunlaşan Türk hakimiyet anlayışıdır. Buna göre hükümdarda Tanrı bağışı bazı
vasıflar vardır. İdare etme hakkı, Türk hükümdarına Tanrı tarafından ilahi bir lütuf olarak bağışlanmıştır. Bu bakımdan o, Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi gibidir. Bu anlayış, halifeyi yeryüzünde ALLAH'ın gölgesi olarak telakki eden ve Müslüman toplumlar arasında bilhassa Abbasiler döneminde gelişme gösteren anlayışa tamamen benzemektedir ve Türklerin İslam dinini benimsemelerinde de bu anlayışın büyük tesiri olmuştur.

Hükümdar:
Karahanlılarda hükümdarlık telakkisi, kaynağını Türk Tarihi'nin derinliklerinden alan esaslarla İslam
prensiplerinin mezcedilmesinden oluşuyordu. Karahanlı hükümdarları İslam dinine bütünüyle bağlı,
muttaki Müslümanlardı. Hükümdarda; cesaret ve kahramanlık, akıllılık ve bilgelik ile cömertlik, tok gözlülük, özü-sözü doğruluk, dürüstlük, sakinlik, metanetlilik, affedicilik yani iyi tabiatlı olmakla, sabırlı,ihtiyatlı, adalet, kanuna uyma, haya sahibi olmak, iz'an, şeref, dindarlık, kotu huylardan sakınma ve yüksek ahlaki değerler vasıfların bulunması gerekiyordu.

Hükümdarın başlıca vazifeleri
- Halkın refahını sağlamak. Hükümdarlık halk içindir ve devlet her şeyden önce idaresi altındakilerin
karınlarını doyurmak ve sırtlarını giydirmekle mükelleftir.
- Toru (Kanun)'yu düzenlemek, ülkenin dirlik ve düzenini sağlamak, adaleti temin etmek.
Muntazam bir savaş gücü bulundurmak ve fetihler yapmak. Tabiatıyla bu görev Karahanlıların
- İslamiyet'i kabul etmeleriyle hakiki bir cihad prensibi haline gelmiştir.
- Halk ile münasebetlerinin düzenlenmiş olması

Tebaanın hükümdar üzerinde üç temel hakkı bulunmaktadır:
-Paranın ayarını korumak.
-Adil bir idare tesis etmek. Zorbalığa ve tahakküme meydan vermemek.
-Yolların emniyetini sağlamak. Bizim ancak başlıklar halinde gösterebildiğimiz bu hususlardan cıkan
netice Karahanlılarda anlayışın: "devletin halk için" var olduğudur.

Buna karşılık hükümdarın halk üzerinde bazı temel hakları vardı ki, bunlar;
-Emre itaat.
-Vergileri vermek.
-Hükümdarın dostuna dost, düşmanına düşman olmak ve bunun gereğini yapmak.
Karahanlılar Devleti'nin başında kendisinin efsanevi destan kahramanı Alp Er Tonga (Afrasiyab)'nın
soyundan geldiğine inanan bir aile bulunmuştur. Bu sebeple de aileye Al-i Afrasiyab denilmiştir.

Kültür ve Medeniyet
Fakat bu ilk İslam donemi ile ilgili
daha yaygın destanlar da vardır. Bunlardan biri de Satuk Buğra Han Destanı'dır. Karahanlıların ilk
Müslüman hükümdarı Satuk Buğra Han'ın İslamiyet'i kabulü, yayma çalışmaları, ailesi ve onun
kerametlerinden bahseden destan, milli-dini bir karakter arzeder. Elde bulunan ve oldukça da geç bir
donemde istinsah edilmiş nushaları Tezkire-i Satuk Buğra Han adını taşır. Eser bu haliyle Türkçe mensur bir "Menakıb Mecmuası''dır. Karahanlılar donemi İslami Türk edebiyatının sözlü mahsullerinden, üzerinde durulabilecek bir diğeri de Manas Destanı'dır. Wilhelm Radloff'un çalışmaları ile toplanan ve daha sonra başka rivayetleri de tespit edilen Manas Destanı, XI-XII. yüzyıllarda gelişerek meydana çıkmıştır. 400.000 mısradan ibarettir.

Karahanlılar donemi söz konusu edildiğinde, bilinmesi gereken en önemli iki eser ise Kutadgu Bilig ve Divanu Lugati't-Türk’tür. İslami Turk Edebiyatının da günümüze intikal etmiş en eski örneği olan Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib tarafından manzum olarak Kaşgar-Hakaniye lehcesi ile yazılmıştır. Eser 462/1069-1070'de tamamlanarak Kaşgar hukumdarı Tavgac Buğra Kara Hakan Ebu Ali Hasan b. Süleyman Arslan'a sunulmuştur. 85 başlık altında 6654 beyitten müteşekkildir. Ayrıca esere sonradan ilave edilmiş biri nazım halinde (77 beyit), iki önsöz bulunmaktadır.

Kutadgu Bilig, İslami Türk Edebiyatı'nın ilk örneklerinden birisi olması dolayısıyla, ondaki eski Türk
kültürü izleri ile İslam'ın, Kur'an ve Hadis gibi iki önemli kaynağından intikal etmiş esaslarının, uyumlu bir bicimde kaynaştırılmış olduğu görülür. Kutadgu Bilig, klasik İslami eserlerde olduğu gibi Cenab-ı Hakk'a, Hz. Peygamber'e, Hulefa-i Raşidin'e hitaben yazılmış parçalardan sonra Buğra Han'a hitapta bulunur.
Kaşgarlı Mahmud'un eseri Divanu Lugati't-Turk ise 466/1074'te tamamlanmış, 470/1077'de bu sırada
Selçukluların korumasında bulunan Bağdat'ta Abbasi Halifesi Muktedi-Billah (1075-1094)'a takdim edilmiştir. Abbasi halifesine sunulmuş olmakla birlikte Doğu Karahanlı kültür urunu olan bir eserdir. Kaşgarlı sayesindedir ki,n bugün biz XI. yuzyıl Orta Asya'sının Karahanlılar sahasına ait Türk kültürünün gelişme ve merhaleleri hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz.

Divanu Lugati't-Turk, isminden de anlaşılacağı üzere, Türk lügatleri bir nevi Divanı olup, Türk şive ve ağız malzemesini içine alacak bir sözlük olarak düşünülmüştür. Fakat sonuçta eser, Türk dili ve kültürü için tam manasıyla bir hazine hüviyetini kazanmıştır. Zira eserde Türk dünya sının kültürü, dili, etnik yapısı, folkloru ve sair malzemesi eksiksiz yer almıştır. Müellif kelimelerin izahı sırasında Turk atasözlerinden, halk edebiyatından örnekler almıştır. Böylece Divanu Lugati't-Türk, Türk dünyasının tarihi coğrafyası, günlük hayatı, iktisadi vaziyeti; kültürü, dili, etnik yapısı, folklorunu eksiksiz aksettiren mükemmel bir ansiklopedi olmuştur.

Karahanlılar, diğer bir deyimle geçici İlhanlılar devrinde, meydana getirilen bazı dini-edebi eserleri de
burada zikredelim. Edib Ahmed'in Atebetu'l-Hakayık, Ahmed Yesevi'nin Divan-ı Hikmet, Rabguzinin
Kısasu'l-Enbiya isimli eserleri.

Tamgaç Buğra Karahan ibrahim'in Medrese ve Dâru'l-Merzâ'sı
Kurulan muessese; mescid, kutuphane ve Kur'an oğrenme/okuma, halkın eğitimi, inceleme/araştırma ve benzeri amaçlarla kullanılacak salon ve odalarla, yatılı kalacak öğrenciler için ayrılmış yurttan oluşmaktadır.
Daru'l-Merza; kimsesiz, yardıma muhtaç, garip, ümitsiz, yoksul ve aciz, yerli yabancı Müslümanların
tedavi edilerek şifa bulmaları ve kurucusunun da böylece ALLAH'ın rızasını dilemesi amacıyla kurulmuştur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:15   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

5. HAFTA
GAZNELİLER (963-1186)
Gazneliler Devleti, Türklerin M.O. II. yüzyıldan itibaren yurt tuttukları bir bölgede, Afganistan'da, kurulmuş bir devlettir.
Gazneliler Devleti ve hanedanı, Kabil’in 154 km. güney-batısındaki başkentleri Gazne dolayısıyla Gazneliler ismini almış, bununla birlikte Gazneli Mahmud'un lakabı dolayısıyla Yeminîler ve hanedanın kurucusu sebebiyle Sebükteğiniler olarak da adlandırılmışlardır.

Gaznelilerin Siyasî Tarihi
Bilindiği üzere daha Abbasilerin başlarından itibaren Türkler İslam Devleti'nin hizmetine girmeye
başlamışlardı. Aynı şekilde Türkler, İran'daki Müslüman hanedanların, Büveyhîlerin ve Sâmânîlerin de hizmetlerinde bulunmuşlardır. Samaniler (819-1005)'in devlet kadrolarında Türklerin, bilhassa 912'den itibaren vali ve komutan seviyesinde gorevler ustlenmekte olduklarını görüyoruz. Tabiatıyla devletin zayıfladığı dönemlerde bu Türkler, kendi kuvvetlerine dayanarak yarı bağımsız bir bicimde hareket etmekten de çekinmemişlerdir. Bu duruma örnek teşkil eden Türk komutanlarından biri de Gazneliler Devleti'nin temellerini atacak olan Alptegin'dir.

Tahminen 880-881 'de doğmuş olan Alptekin, önce Samani Emiri Ahmed b. İsmail (907-914)'e köle olarak satılmış, onun hassa askerleri arasına dahil olmuş bir Türk gulamıdır.
Nuh b. Nasr (943-954) döneminde yükselmeye devam eden Alptegin, once bazı birliklerin komutanlığına, daha sonra da çok önemli bir görev olan Hacibu'l-Huccablığa (hassa askerleri komutanlığına) getirilmiştir. Bundan sonra emir olan Abdulmelik (954-961) üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olmuş ve bu sırada Samani siyasetinde aktif bir rol oynamıştır.
Alptegin'in, Gazne'deki yerli hanedanı, Levikleri ortadan kaldırarak bağımsız bir beylik kurdu ve Gazneliler Devleti'nin temellerini attı (Ocak 963).

Ebu İshak İbrahim'in oğlu yoktu. Zaten onun zamanında gerçek hakim Bilgetegin ve Sebuktegin adlı komutanlardı. Nitekim İbrahim'in ölümünden sonra devlete önce Bilgetegin (o. 975), sonra Boritegin (PiriTegin), daha sonra da Alptegin'in en güvendiği komutanlardan olan Sebuktegin hakim olmuştu (Nisan 977).
Samanilerin hakimiyetini tanımaya devam etmiş olan Sebuktegin (977-997) Gazneliler hanedanının da
kurucusudur. Artık bundan sonra devletin başında daima onun soyundan gelen bir hükümdar bulunacaktır.

Gazneli Mahmud (998-1030)
Sebuktegin Ağustos 997'de oldu. Yerine oğlu İsmail (997-998)'i veliaht gostermişti. Fakat Mahmud bunu kabul etmeyerek kardeşine karşı mucadeleye başladı ve neticede Mart 998'de Gazne'de babasının tahtına gecti. Gazneli Mahmud 14 Kasım 970'de doğmuştu ye tahta gectiğinde ancak 28 yaşındaydı.

Gazneli Mahmud, Samaniler tarafından tanınmamış bulunan Abbasi Halifesi'ne elciler göndermiş,
onun adına hutbe okutmuştur. Halife Kadir-Billah (991-1031) da kendisine Yeminu'd-Devle ve Eminu’l- Mille lakabı ile birlikte hil'at, tac ve bayrak göndermiş, 1000 yılında bu münasebetle Gazne'de büyük bir tören yapılmıştı.
Gazneli Mahmud'un, başa geçişinden 1030'da ölünceye kadar bir savaş meydanından diğerine
koştuğu görülür. Sadece Hindistan'a onyedi sefer yapan ve Gazneli Devleti'ni donemin en büyük kuvveti haline getiren Mahmud, İslam devletleri içinde "sultan" unvanını ilk defa kullanan hükümdar olarak da bilinir.
Şüphesiz Gazneli Mahmud'un savaşları, seferleri arasında en önemli yeri, daha önce babası
döneminde tanıdığı Hindistan'a karşı muntazaman düzenlediği Hint seferleri tutar. Onun Hint seferlerinin iki önemli sebebe dayandığı tespit edilir. Birincisi bu zengin ülkenin imkânlarından faydalanmak, ikincisi İslâm dinini yaymaktır. Tabiatıyla büyük Gazneli ordusunu hareketsiz tutmanın tehlikelerini Mahmud'un iyi değerlendirmiş olmasının da, askerlerini cihada, özellikle Hindistan'a yöneltmesinde büyük etkisi vardır.

Gazneli Mahmud’un Hindistan Seferleri:
Birinci Hint Seferine Eylul 1000 tarihinde çıkmıştır. Bu seferinde Kabil'in doğusunda Lamgan
bölgesinde Hintlilere ait bazı kaleleri fethetmiştir
İkinci Hint Seferi Gazi unvanını da almıştı r (Nisan 1002)
Üçüncü Hint Seferi 1004'te Bhatiya üzerine yapılmış, buranın racası Beci Ray mağlup edilerek, bölge fethedilmiş, büyük çapta ganimet elde edilmiştir. Bölgede mescid ve minberler yaptıran Mahmud, ayrıca da İslam'ı öğretmeleri için buralara alimler göndermiştir.
Dördüncü Hint Seferi 1006 baharında Multan'a yapıldı. Sebebi daha önce buraya giden Karmatilerden Multan Emiri Ebu'I-Futuh Davud'un Sunnilikten ayrılarak Karmatilik mezhebine girmesi ve bunu yaymaya çalışmasıdır. "Esasen Gazneli Mahmud'un Hindistan seferlerinin ana gayesi putperestlikle mücadele ve İslâmiyet'i yaymak, aynı zamanda da Sünnîliği korumak şeklinde görülmektedir".
Dokuzuncu Hint Seferi ise 1014 yılındadır ve Mahmud Keşmir'e kadar uzanmıştır. Bu seferin Hindistan'daki yankıları büyük olmuş ve Hinduların bir kısmı Müslümanlığı kabul etmiştir. Mahmud bölgede camiler yaptırmış, hocalar tayin etmiştir. Bunun üzerine Abbasi Halifesi kendisine Nizâmeddin lakabını vermiştir.
Mahmud'un Hint seferlerinin önemlilerinden biri de 1014 sonu ile 1015 başlarında gerçekleştirdiği Onuncu Hint Seferidir. Bunda hedef Delhi'nin 150 km. kadar kuzeyinde, Hindularca mukaddes sayılan çok önemli bir putun bulunduğu Tanisar (Thanesar) şehri idi. Burası zapt edildi, put Gazne'ye getirildi.
1022'de On Beşinci Hint Seferine çıkan Mahmud, içinde yarım milyon insan, 20.000 hayvan ve 500 filin barındığı, sarplığı ve sağlamlığıyla meşhur Kalincar kalesini kuşattı. Raca 300 fil karşılığı barışı elde edebildi. Bazı yerler fethedildi.
On Altıncı ve en meşhur Hint seferine cıktı. Hindistan'ın batı sahilinde Katiavar yarımadasındaki Sıınınat şehrinde Mabud Siva'ya ait pek meşhur bir put vardı. Bu putun bulunduğu mabet de çok önemliydi ve zengin vakıflara sahipti. Kalabalık ziyaretçileri bulunuyordu. Hindu telakkisine göre Sumnat'taki put, Hint ülkesindeki diğer putların üstünde olup Müslümanların fethettikleri topraklardaki putların başlarına gelenler, Sumnat putunun onlara verdiği birer ceza idi.
Halife Kadir-Billah Mahmud'u hararetle tebrik etmişti. Halife mektubunda ona Kehfü'd-Devle ve'd-Din (Devlet ve dinin sığınağı) lakabını verdiğini bildiriyordu.
Gazneli Mahmud'un, her bakımdan Türk-İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük sultanlardan biri olduğuna şüphe yoktur. O, son derece cesur, aynı oranda da basiretli, ihtiyatlı ve zeki idi. Dini ilimlerde bilgi sahibi idi, alimlerin münazaralarını dikkatle dinler, sık sık onlara sorular sorardı. Samanilere bağlı bir beylik olarak devraldığı devletinin sınırlarını batıda Azerbaycan hudutlarından doğuda Hindistan'ın yukarı Ganj vadisine, Orta Asya'da Harizm'den Hint Okyanusu'na kadar ulaştırmıştı.

Sultan Mesud ve Sonrası
Gazneli Mahmud'un yerine vasiyeti üzerine küçük oğlu Muhammed bir sure için geçirildi ise de, ordunun desteğini elinde bulunduran ve babasının olumu sırasında İran'da futuhatta olan Mesud, kardeşlerini mağlup ederek Ekim 1030'da 32 yaşında Gazne tahtına oturdu. Halife Kadir-Billah ona Nâsıru Dinillah Hâfizu Ibadillah ve Zahir u Halifetillah unvanlarını verdi.

Gaznelilerin Selcuklularla ikinci karşılaşmasına sıra gelmişti ki, Serahs yakınında Hacib Subaşı komutasındaki Gazneli ordusuyla Selçuklu ordusu arasında, sabahtan öğleye kadar suren meydan muharebesini, Selçuklular kazanmıştı (Mayıs 1038) Bunun uzerine butun Horasan Selcukluların kontrolune gecmiş, Haziran ayında Nişabur'da hutbe Tuğrul Bey adına okunmuştu.

Sultan Mesud son karşılaşmadan önce Ulya-abad'da Cağrı Bey'in emrindeki Türkmenleri
bozguna uğratmış (14 Nisan 1039), fakat çöle kaçan Selçukluların takibini, tehlikesinden dolayı kabul etmemişti. Nihayet uzun hazırlıklardan sonra 7-9 Ramazan 431/22-24 Mayıs 1040'ta Dandanakan hisarı önünde gerçekleşen savaşta Gazne ordusu büyük bir hezimete uğradı. Artık Selçuklular geniş bir ülke ile beraber müstakil bir devlete de sahip olmuşlardı.

Gazneliler Devleti'nin bu duraklama devresinde Zâhirü'd-Devle unvanlı İbrahim (1059-1099) döneminde, uzun yıllardır devam eden Selçuklu-Gazneli mücadelesine son verilerek barış gerçekleştirildi (1059). Bu döneminde ülkede asayiş ve düzen sağlamlaştırılmıştır. Sultan İbrahim'in kırk yıl gibi uzun bir donemi iceren hükümdarlığı sırasında Gazneliler Devleti, Doğu Afganistan ve Kuzey Hindistan'da parlak gunler yaşamıştır. O adil ve cömertti. Dinin ve ilmin koruyucusu olarak cok sayıda medrese, cami ve benzeri mimari eserler meydana getirmişti.
Sultan İbrahim'i oğlu III. Mesud (1099-1115) takip etmiştir. Onun döneminde de adil bir idare var olmuş, halk kendisine Mesud-i Kerîm diye hitap etmiş, bu arada bazı Hint seferleri de gerçekleştirilmiştir.
Gaznelilerin son sultanı Husrev Melik (1160-1186)'tir. Fakat daha önce Husrevşah (1152-1160), başkenti Gurlulara bırakmak mecburiyetinde kaldığından, o artık Hindistan'da Pencap bölgesine hakimdir ve1186 ya kadar orada hüküm sürecektir. Husrev Melik, devleti yıkılmaktan kurtarabilecek karaktere sahip değildi. Çeşitli bölgelerdeki Türk ve yerli emirler ondan yüz çevirerek bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. Sonuçta Gazne'yi almış olan Gurlular 1181/82'de Lahor kapıları önlerinde göründüler. Birkaç sene devam eden bu harekat neticesinde Pencap bölgesi ve Lahor Gurluların eline geçti, Gazneliler Devleti son buldu (1186).

Devlet Teşkilâtı
Gaznelilerde devlet bürokrasisinin en üst noktasında kendisine Emir veya Sultan denilen hükümdar
Bulunurdu.
hukumdardan sonra devletin en yetkili kişisi Hâce-i Buzurk unvanını taşıyan vezirdi. Hükümdarın mührü onda bulunur ve butun konularla meşgul olma yetkisine sahip olurdu. Hükümdar gerektiğinde onunla ve diğer divan reisleriyle istişare ederdi. Bununla birlikte son kararı vermekte hükümdar tam serbestliğe sahip olduğu gibi, vezir tayini de zorunlu değildi.
Gazneli sultanlar, Abbasi halifeleri ile iyi ilişkiler icinde bulunurlar, hic değilse gorunuşte, onun vekili gibi hareket ederlerdi. Gaznelilerden özellikle Sultan Mahmud ve Mesud'un Abbasi halifeleri ile ilişkileri söz konusu edildiğinde, cift taraflı bir etkileşimi hatırlamamız yerinde olacaktır. Buna gore; Gazne sultanları halifenin manevi nüfuzundan faydalanarak fetihlerine bir nevi meşruiyet kazandırmaya çalışmışlar, buna karşılık halifeler ise onlara dayanmanın kendilerine temin ettiği güç sayesinde Buveyhilerin baskılarını hafifletmişlerdir.

Resuldar
Gazneli sarayının önde gelen görevlileri arasında yer alan resuldar, yabancı elcilerin gelişlerinden ülkeden ayrılışlarına kadar her turlu hizmetleriyle meşgul olur, ayrıca Sultan'ı ziyarete gelen vali veya devlet adamlarına verilecek hediyelerle ilgilenir, her hangi sebeple olursa olsun, kimse ile görüştürülmemesi istenen habercilere de nezaret ederdi.

Merkez Teşkilâtı
Devlet merkezinde beş büyük daire vardı. Bu daireler ve görevleri kısaca şu şekilde gösterilebilir.
Divân-ı Vezâret: Başında vezirin bulunduğu bu divan, mali ve genel idari işlerle ilgilenirdi.
Divân-ı Risâlet: Vezirin görevine eşit derecede önemli kabul edilen bu görevin başında Sahib-i Divân-ı Risâlet bulunur ve sultanın eyaletler ve diğer devletlerle haberleşmesini temin ederdi.
Divân-ı Arz: Başkanına Arız veya Sahib-i Divân-ı Arz denilen bu divan, asker toplama, techiz ve teşkilatlandırma, maaşlarını ödeme gibi günümüzde Milli Savunma Bakanlığı benzeri bir görev üstlenmişti.
Divân-ı İşrâf: Baş Müşrifin idaresinde çalışan ve ülke içinde çok sayıda muşrifle birlikte görev yapan bu divan, devletin iç haberleşmesi ve gizli haber alma işlevini üstlenmişti.
Divân-ı Vekâlet: Vekîl-i Has'ın yönetimindeki bu divan, hükümdara ait emlaki idare eder ve hükümdar ailesinin mali işlerini düzenlerdi.

Taşra Teşkilâtı
Her eyalette idari taksimatın mülkî, askerî ve adlî olmak üzere üç önemli şubesi bulunurdu. Mülki idarenin başında doğrudan vezire karşı sorumlu Sahib-i Divân bulunur; idari işleri yanında mali konularla da ilgilenir, askerlerin ihtiyaçlarını da karşılardı. Eyaletteki en yüksek askeri görevli ordu komutanı (sâlâr, sipehsâlâr); adli görevli ise Kâdi'l-Kudât'tır.
Gaznelilerde taşra teşkilatı içerisinde önemli yer tutan birimlerden biri de Berîd'di. Merkezin en güvenilir kişilerinin görev yaptığı birimin başında Sahib-i Berid bulunur ve gerek resmi görevlilerle ilgili ve gerekse halkı ilgilendiren bütün konuları raporlar halinde başkente ulaştırırdı. Nitekim Nişabur Tuğrul Bey'in eline geçtiğinde, buradaki berid görevlisi şehirdeki gelişmeleri uzun sure Gazne'ye muntazaman ulaştırmaya devam etmişti. Bu dönemde haraç amiline "Bündâr" adı verilirdi ve kendisine bağlı memurlarıyla birlikte bölgesindeki tahsilatı yapardı.

Şehirlerin İdaresi
Donemin her şehrinde görülen kalenin komutanına Kutval denirdi. Şehrin en önde gelen kişisi Şahne olup, düzeni koruma ve inzibat işeriyle meşgul olurdu. Emîr-i Hares; suçluların tutuklanması ve mahkemeye çıkıncaya kadar korunmasına bakardı. Merkezden uzak şehirlerde yerli halkın soylu ailelerinden seçilerek, merkez tarafından tayin edilen, hükümdar ile halk arasında bir vasıta oluşturan, aynı zamanda şehrin iç emniyetini temin eden Reisler bulunurdu. Bunlar genellikle irsi olarak bu makamı korurlardı. Medrese ve vakıf işlerine bakan daireye de İşraf-i Evkaf denirdi.

Gaznelilerde diğer Türk-İslam devletlerinde de varlığı bilinen Divân-ı Mezâlim de bulunmakta, buna bizzat hükümdar nezaret edebilmekteydi.

Ordu
Gazneli ordusunun başlıca unsurları; Gulâmân, muntazam birlikler, eyalet askerleri, ücretli askerler ve gönüllülerdir.
Sultan Mesud doneminde 4-6.000 civarında olan gulamların başında, yine aynı kökten gelen Salar-ı
Gulaman bulunurdu. Savaşlarda vurucu güç olarak kullanılan gulamlar, merasimlerde süslü üniformaları,murassa silahları ve arslanlı bayraklarıyla dikkat çeken özel bir birlik oluştururlardı. Sultan'ın; Gulaman-ı Saray, Gulaman-ı Hassa veya Gulaman-ı Sultani denilen şahsi muhafız kuvveti de bunlardan oluşturulmuştu.
Çeşitli gruplardan meydana gelen Gazneli ordusunda, cok sayıda fil yer alırdı. Ordudaki en yüksek fil
sayısı 1.700 olarak tespit edilmiş olup, Gazne'de 1.000 filin barınabileceği bir fil hane bulunurdu.

Gazneliler, Türk-İslam devlet teşkilatı sentezinin en iyi temsil edildiği ilk Türk devletlerinden biridir.
Nitekim Büyük Selçukluların veziri Nizamu'I-Mulk, Siyasetname'sinde sık sık onların devlet teşkilatından örnekler vermiştir. Bu özelliği ile de Gazneliler Devleti, hiç şüphesiz kendinden sonra kurulan Türk-İslam devletlerine örnek olmuştur.

Kültür ve Medeniyet
Gazneliler Devleti değişik unsurların yaşadığı bir ortamda kurulmuş olmasına rağmen, hükümdar
ailesi ve esas kütle Kalaç Türklerinden oluşmuştur.
Sultan Mesud da babasının yolunu takip etmiş, alim ve şairlere ilgi ve yakınlık göstermiş, bol bol ihsanlarda bulunmuştur. Nitekim Biruni, el-Kanunu'l-Mes'udi adlı Astronomi ansiklopedisi olan
eserini ona ithaf etmiştir.

Kitabu'l-Cevahir fi Ma'rifeti'l-Cevahir adlı içtimai, siyasi, kültürel, pedagojik,
ahlaki, tarihi, etnolojik, dini bilgilerden ve kendisinin hayat tecrubelerinden. Fizik, Kimya, Tıp, Metalurji-Madencilik gibi değişik konuları içeren kitabını da Sultan Mesud'un oğlu Mevdud'a ithaf etmiştir.
Gazneliler devri Tarih yazıcılığı bakımından da önemlidir. Ebu Nasr Utbi'nin Arapca eseri Tarihu
Yemini, Sebuktegin ve Mahmud devri için önemlidir.

Ebu'1-Fazl Muhammed b. Huseyin el-Beyhaki (o. 1077)'nin Farsca olarak yazdığı Tarih-i Beyhaki (veya Tarih-i Mesudi), aslının otuz cilt kadar olduğu söyleniyorsa da, günümüze ancak 1030-1041 yıllarını anlatan küçük bir kısmı ulaşabilmiştir. Bu bolümde Gaznelilerin Selçuklulara karşı Horasan harekatı günü gününe anlatılmış bulunmaktadır. Mesud donemi için başlıca kaynak durumundadır. Biruni'nin de Harizm Tarihi adlı bir eser yazdığı bilinmekteyse de, bu eser bize kadar gelememiştir.

Gazneliler devri söz konusu edildiğinde hiç unutmamamız gereken çok yönlü bir alim de Ebu Reyhan el-Biruni'dir. Değişik alanlarda eserler vermiş olan Türk-islam dünyasının bu büyük alimi; Gazne sarayının Harizm'den gelmiş en gözde kişileri arasında haklı olarak yer almıştır. Mahmud ile birlikte Hint seferlerine katılmış ve oralar hakkında son derece orijinal bilgiler vermiştir. Biruni'nin Hindistan'la ilgili eseri Kitabu't- Tahkik ma Ii'l-Hint adını taşır. Bu eser, Hint inanç ve adetlerini tarafsız olarak inceleyen ilk İslami eserdir. Biruni, Hint din, ilim ve coğrafyası hakkında geniş malumat vermektedir. Biruni'nin pek azı günümüze kadar gelebilmiş 180 kadar eser yazdığı belirtilmektedir. Bunlar Tarih, Dinler Tarihi, Matematik, Trigonometri, Astronomi, Jeoloji, Coğrafya, Botanik, Fizik, Astroloji ve Tıp sahasındadır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:15   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

7. HAFTA
SELÇUKLULAR: MÜESSESELER
a- Merkez Teşkilâtı
Hükümdar
Büyük Selçuklularda devlet üç temele dayanıyordu: Saray, Hükümet ve Ordu. Hükümdar devletin başı, aynı zamanda bu üç müessesenin de başıydı ve yetkisini doğrudan doğruya Tanrı'dan almakta idi. Bununla birlikte Hükümdar/Sultan'ın yetkileri hiçbir zaman Sasani, Bizans ve hatta Gazneli hükümdarınınki gibi sınırsız değildi.

Hükümdarlık Alâmetleri
Unvan ve lâkaplar, Hutbe, Sikke, Saray ve Taht,
Tevkî ve Tuğra: Hükümdarların emir ve fermanların üzerine koydurdukları işaret ve yazılı alametlere denir. Tevki, hükümdarın ismini havi tuğra ile birlikte kullanılan, onun irade ve muvafakatini gösteren imzaya eş değer bir alamettir.
Tac: Hükümdarlığın tahttan ayrılmayan, maddi hakimiyet sembollerindendi.
Nevbet: Hükümdarlık unsurlarından olan Saray ve Saltanat Çadırı ile yakından ilişkili bir maddi
unsurda, bando ve belirli mekanlarda günde beş defa bu devlet bandosu tarafından verilen konserin adıdır ki, hakimiyetin devamının göstergesidir.
Bayrak (sancak, liva, alem),
Çetr: Hükümdarların sefere çıktıklarında veya alayla bir yere gittiklerinde başlarında tutulan, onların renk ve sembollerini taşıyan özel şemsiyeye cetr denilirdi ve bir hakimiyet alameti idi. Büyük Selçukluların cetri üzerinde ok ve yaydan müteşekkil armaları yer alırdı.
Tırâz, Hil'at: Üzerinde kenar yazıları tarzında hükümdarın ismi, lakap ve özel işaretlerinin işlenmiş olduğu kumaş ve bundan yapılan elbiseye verilen isim olan Tırâz da hükümdarlığın maddi unsurlarından biriydi.

SARAY:

Selçuklularda Saray'a dergâh ve bârgâh da denir ve burada hükümdar, ailesi ve devlet teşkilatı içerisinde yer alan, özelliği dolayısıyla doğrudan hükümdara bağlı bir kısım görevliler bulunurdu
Hâcibler; başkanlarına Hacibu'l-Huccab veya Hacib-i Buzurg denilen hacibler, Saray'ın hükümdar haricindeki en yetkili kişileriydiler ve hükümdarla Divân arasındaki irtibatı sağlarlardı. Aynı zamanda da Hacibu'I-Huccab, Saray'ın bütün işlerinden sorumlu olup, bürokraside de Vezir'den sonra gelir ve tabiatıyla hükümdarın en güvendiği kişi durumunda bulunurdu.
Emir-i Hares; Sultan'ın verdiği cezaların uygulanmasıyla görevli idi.
Vekil-i Has ise hükümdarın dairesi halkının nazırı idi. Saray mutfağına, tavlasına ait işlere, hükümdarın maiyeti ve oğullarıyla ilgili konulara bakardı. Hemen her zaman hükümdarın
meclisinde bulunurdu.
Vekil-i Der; Sultan'ın veziri ile ilişkisini sağlar,
Emir-i Alem; "Râyet-i Devlet" denilen bayrağı koruyan ve taşıyan,
Emir-i Candar; Hükümdar ve Saray'ın muhafızı,
Emir-i Şikar; avla ilgili işleri yürütür,
Emir-i Ahur; Saray ahırlarıyla ilgilenirdi.

BÜYÜK DİVÂN (HÜKÜMET)
Selçuklularda merkez teşkilatının en üst organı olarak Saray'ın yanında Büyük Divân bulunurdu. Vezir'in başkanlık ettiği Büyük Divanda yönetimle ilgili bütün konular ele alınırdı. Özellikle berat ve resmi emirlerin çıkışı ve mali konularla ilgilenirdi.
Divan-ı İstifa: Devletin Maliye Bakanlığı konumunda idi ve ehemmiyeti itibarıyla Vezaret'ten sonra gelirdi.
Divan-ı Tuğra: En önemli görevi dışişlerini idare etmek olan bu divanda, Büyük Divan'dan gelen kararlar yazılır, hükümdarın berat, nişan, menşur ve fermanları hazırlanırdı.
Divan-ı İşraf: Devletin genel teftiş dairesi olup, ülke sınırlan içerisinde, askeri ve adli konular
haricindeki bütün faaliyetleri teftiş yetkisine sahipti.
Divan-ı Arzu'1-Ceyş: Bu divan, gerek merkezdeki ve gerekse taşradaki teşkilatıyla, ordu ile ilgili her
turlu işlerin yürütülmesini üstlenmişti.
Selçuklularda kadılar yönetimindeki adalet teşkilatı haricinde, diğer İslam devletlerinde de gorulen
Divan-ı Mezalim bulunuyordu. Divan-ı Mezalim'e çoğu defa diğer normal mahkemelerde haksızlığa
uğradığını düşünen kişiler müracaat etmekte idi.

b- Taşra Teşkilâtı
Büyük Selçuklularda ülkenin doğrudan merkeze bağlı bölümleri, zaman içerisinde sayıları değişiklikler
gösteren, eyaletlere veya vilayetlere ayrılmış bulunuyordu. Birer idari ünite teşkil eden eyaletlerde devlet otoritesini temsil eden, onun görev ve yetkilerini üstlenen, merkezin talimatı doğrultusunda hareket eden bir kısım idari birimler vardı.
Büyük Divan'a bağlı olan Amîd, eyalette sivil idarenin en büyük memuru idi. Hükümdarla doğrudan
görüşme imkanına sahip olanların (Vezir, Büyük Divan üyeleri, Ordu Komutanı) sonuncusu Amid'di. Onun en önemli meşguliyet sahasını mali meseleler oluşturuyordu.
Eyaletlerde sivil idarenin amirlerinden biri de amide bağlı olan Reis'di. Çoğunlukla yerli halkın soylu
ailelerinden tayin edilen reislerden sonra, yerlerine oğulları geçerdi. Onların görevleri arasında eyaletin iç idaresi, mali, adli, asayiş, belediye işleriyle, vakıfların kontrolü bulunuyordu.

c- Adalet Teşkilâtı
Bütün İslam devletlerinde adalet hizmetlerinin düzenli yürütülmesine özen gösterilmiştir. Adalet
teşkilatının en önemli unsuru kadılardır. Bağdat'ta Kâdı'l-Kudât, eyaletlerde de kadılar bulunurdu.

d- Ordu Teşkilâtı
Büyük Selçuklu İmparatorluğu ordusunu oluşturan başlıca unsurlar şunlardı;
Gulaman-ı Saray; Ordunun bir bölümünü Sultanı ve Sarayı korumakla görevli Gulaman-ı Saray oluşturmakta idi.
Hassa Ordusu: Selçuklu ordusunun daimi olarak muvazzaf gucunu, doğrudan Sultan'ın komuta ettiği 46.000 kişilik bu suvari kuvveti oluştururdu.
Türkmen Kuvvetleri: Bilindiği gibi Selçuklulara Türkmen de denilirdi ve Selçuklu Devleti'nin kurucuları Tuğrul ve Cağrı, Kutalmış, İbrahim Yınal ve diğerleri birer Türkmen beyi idiler. Selçuklu ülkesinde Yıva, Kayı, Bayındır, Cepni, Yureğir, Doğer gibi çeşitli kabilelere mensup olup, boy ve oymak reislerinin komutası altında hareket eden Türkmenler, Selçuklu ordusunun bir unsurunu teşkil ediyordu.
Tabi Hükümetlerin Kuvvetleri: Bu kuvvetler Selçuklu ordusunun en son kısmını oluşturuyordu. Vasal
devletler, doğrudan Sultan'a bağlı olduklarından, onun isteğiyle, antlaşmalarda belirtilen sayılardaki kuvvetlerle orduya katılmaya veya herhangi bir melike, valiye yardım etmeye mecburlardı.

e- İktisadı ve İçtimai Hayat
Büyük Selçuklularda toprak, geneli itibarıyla devlete ait yani mirî arazi idi. Ahalinin ekip biçtiği bağ, bahçe, koru veya otlak olarak değerlendirdiği bu toprağın vergileri hükümdara tahsis edildiğinde buna hâs arazi denirdi. Şu veya bu hizmet dolayısıyla, asker veya sivil bir kişiye belirli bir toprak parçası verildiyse, bu takdirde toprağı işleyenler vergilerini ona verirlerdi. Böylece devletin yapması gereken bazı hizmetler yerine getirilmiş, karşılığı da toprak gelirlerinden ödenmiş olurdu ki, buna iktâ sistemi, toprağın bu şekilde ayrılıp verilmesine ve bu toprağa da iktâ denirdi.

iktâ sistemi
İktalar, yalnızca hususi masraf ve maişetlerinin temini amacıyla, hanedan mensuplarına
da verilebilirdi. Bu iktaların devamı, hizmetin devamıyla birlikte, bunu veren hükümdarın hayatıyla da kaimdi. Yeni bir hükümdar başa geçtiğinde, bütün ikta sahiplerine (muktalar) yeni hükümdar adına beratlar verilirdi. Ayrıca ikta sahibi, ancak kendine tahsis edilen miktar vergiyi alabilir, hakkından fazlasını talep ederek halkı sıkıntıya sokamazdı.

Anadolu'nun kervan yolları üzerinde, birer menzillik mesafelerde, Türkiye Selçuklu sultanları veya devlet ileri gelenleri tarafından, vakıf eserler olarak inşa ettirilmiş, kervansaraylar ticaretin gelişmesindeki en önemli etkendir.
Kervansaraylar, Anadolu'da ticaret yolları güzergahında, büyük kervanları; taşıyıcı hayvanları, yükleri, kervan görevlileri ile birlikte bütünüyle içine alabilecek ve onların yeme-içme ve yatıp kalkmadan, tedavilerine, yırtılan ayakkabılarının tamirine, ibadetlerine, okuma ihtiyaçlarına ... v.b. cevap verebilecek komple tesislerdi. Kervanın üç gün sureyle bakımı, görüp gözetilmesi, yiyecek temini ücretsizdi. Buralarda zengin-fakir, hür-köle ve tabii olarak Müslüman-Hıristiyan ayırımı yapılmazdı. Bütün bu hizmetler için kervansaraylarda geniş birer görevli kadrosu bulunur ve tesislerin giderleri için önemli miktarda para getiren vakıflar kurulurdu.

Selçuklular döneminde sosyal hayatı doğrudan etkileyen, değişik amaçlı çok sayıda hayır müessesesi
oluşturulmuştu. Selçuklular döneminde Bîmâristûn, Bîmârhâne ve Dârüşşifâ adı altında çok sayıda hastane kurulmuştu. Bu alanda öncelik Nizamu'l-Mulk'un Nişabur'da yaptırdığı Bimaristan'a aittir.
Anadolu ilk hastane Kayseri'de 1205'te yapılmış Gevher Nesibe Dâruşşifâ'sıdır.
Selçuklu şehir ve kasabalarında, orta ve küçük tüccarla, esnaf ve çeşitli zanaatkarlar kendi aralarında ayrı ayrı loncalar şeklinde teşkilatlanmışlardı. Fütüvvet teşkilâtı diye isimlendirilen bu sosyo-ekonomik ve dini birlik, üyelerin haklarını korurken, aynı zamanda da onları disipline etmekte, ekonomik ve sosyal hayatın en önemli unsurlarından birini oluşturmakta idi.

İslam ülkelerinde manevi birliği sağlamak maksadıyla Abbasi Halifesi Nasır-Lidinillah (1180-1225) tarafından resmi bir hüviyete kavuşturulan fütüvvet kurumu, Anadolu'da Ahi Evran (1172-1262)'ın şekillendirmesi ile Ahilik olarak tezahür etmiş ve burada çok büyük bir gelişme göstermiştir. Bizzat Türkiye Selçuklu Sultanları I. Aaaddin Keykavus (1214) ve I. Alaaddin Keykubad fütüvvet teşkilatına girmişler ve Anadolu'da ahiliğin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Ahi birlikleri bir taraftan meslekleri ile ilgili sıkıntıları çözmekte, diğer taraftan da mensuplarının devletle olan ilişkilerini düzenlemekteydiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyatların belirlenmesi bunların görevleri arasındaydı. Fakat ahiler yalnızca kendi mesleki sıkıntıları ile uğraşmazlar, bulundukları şehrin toplumsal hayatının çok önemli bir unsurunu oluştururlardı.
Ahi zaviyelerinin birer kültür ocağı işlevini yerine getirdiklerini de belirtmemiz gerekir. Nihayet zaviyelerde şeyh/ahinin yönetiminde, çeşitli toplantılar düzenlenir ve teşkilatın gençleri teorik ve pratik olarak, mesleki bilgi ve kurallar acısından olduğu kadar, geçerli manevi değerleri öğrenmeleri acısından da eğitilirlerdi.

f- İlim ve Kültür Hayatı
Selçuklular donemi, devletin sınırları içerisindeki çeşitli etnik kökenli Müslüman ve kısmen gayri
Müslim alimlerin, kendilerinden sonrakileri, muhtelif alanlarda etkileyen çok sayıda eser ortaya
koydukları, verimli bir devreyi oluşturmuştur.
İslam Bilim Tarihi'nde en başlarda yer alan ulemanın buyuk coğunluğu Turklerin hakim oldukları
bölgelerde, özellikle de Selçukluların yönetmekte oldukları topraklarda yetişmişlerdir. Bunların Tefsir,
Hadis, Fıkıh, Kelam gibi İslami disiplinler alanında yetişen en önemlileri arasında şunları hatırlayabiliriz:
Risale-i Kuşeyriye muellifi buyuk sufi Ebu'l-Ka-sım Kuşeyri (o. 1072) ve oğlu, et-Teysir adlı tefsirin yazarı Ebu Nasr Abdurrahim, Şafıi fakihlerinden ve Bağdat Nizamiyesi hocalarından Ebu İshak Şirazi (o. 1083), çok sayıda eserin muellifi Ebu'l-Meali Cuveyni (o. 1085), meşhur İmam Gazali (o. 1111), büyük Hanefi fakihi ve kadi'l-kudat el-Hatibi (o. 1079), Hanbeli fakihi, hadisci ve unlu sufi Abdullah el-Ensari (o. 1108), Usul ve Nahiv'de geniş bilgi sahibi Ebu'l-Kasım Debbusi (o. 1089), el-Mebsut sahibi Serahsi (o. 1090), Sultan Sencer döneminde yaşamış, Mezhepler Tarihi alanında büyük mütehassıs Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal yazarı Şehristani (O. 1153), Envaru't-Tenzil muellifi Kadi el-Beyzavi (o. 1291), çok yönlü ve muteaddit eser sahibi Ebu'l-Kasım Carullah ez-Zemahşeri (o. 1144).
Selçuklular döneminde gelişme gösteren yalnızca dini ilimler olmadığı gibi, yetişen ilim adamları da
dini alana inhisar etmiş değillerdi. Bir fikir edinmek üzere bunların başlıcalarını, meşgul oldukları veya
tanındıkları yönleri ile şöylece gösterebiliriz: Meşhur Matematik ve Astronomi bilgini, aynı zamanda şair Ömer Hayyam (o. 1131), yine matematikçi ve "el-Feylesof namıyla tanınan Muhammed b. Ahmed el- Beyhaki (o. 1073'ten sonra), İsfahan Tarihi'nin yazarı Abdurrahman b. Muhammed el-İsfehani (o. 1077).
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2013, 14:15   Mesaj No:10
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

6. HAFTA
BÜYÜK SELÇUKLULAR(1040-1157)
Selçukluların Siyasî Tarihi
Selçuklu Ailesi ve Kuruluş
Selçuk ailesi Oğuzların Kınık boyuna mensuptur. Selçuk’un babası Dokak (Dukak) adını taşımakta ve önemli bir aileden gelerek Oğuz Yabgu Devleti'nde mühim bir mevki işgal etmekte idi.
Dokak'ın soyundan İslamiyet'i kabul eden ilk kişi ise Selçuk’tur.
Selçukluların Cend'e geldikleri sırada, bölge çevresinde ikisi Türk, Karahanlı ve Gazneliler ile biri İranlı hanedanların yönetiminde, Sâmânîler olmak üzere üç devlet vardı.
Selçuk’un Mikail, Arslan, Yusuf, Musa isimlerinde dört oğlu vardı. En büyük oğlu Mikail, daha babası hayatta iken (995'ten sonra) bir savaşta olmuş, onun iki oğlu Tuğrul ve Çağrı beyler bizzat dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmiştir.

Çağrı Bey'in Gaznelilere rağmen Horasan'ı geçerek Doğu Anadolu'ya gerçekleştirdiği akın (1016-1021)
önemlidir. Bu akınla Ermeni ve Gürcüler karşısında başarılı olunmuş, çok fazla ganimet elde edilmesi yanında, o bölgede, gelecek Türklere mukavemet edebilecek ciddi bir kuvvetin bulunmadığı da tespit edilmiştir.
Gazneli Selçuklu ilişkileri üç safhada devam edecektir. Bunun ilk safhası Nesa çevresinde geçer. Nitekim 1035 Haziranının son haftasında (29 Haziran) Nesa sahrasında karşılaşılan Hacib
Begtoğdı (Beydoğdu) komutasındaki fillerle takviyeli Gazne ordusu, Selçuklular tarafından büyük bir mağlubiyete uğratılmıştır.
Selçuklu-Gazneli münasebetlerinin ikinci merhalesinde, Serahs yakınlarında Talhab denilen yerde
1038 Mayısının üçüncü haftasında Hacib Subaşı komutasındaki Gazneli ordusu, ağır bir yenilgiye
uğratılmıştır.
Selçuklularla Gazneliler arasındaki üçüncü büyük savaş daha önemli sonuçlar doğuracaktır.

Dandanakan savaşı
Üç gün boyunca (22-24 Mayıs 1040) suren çarpışmalar sonunda Gazne ordusu büyük bir hezimete uğradı. Hazineleri ve külliyetli miktardaki savaş malzemesi Selçukluların ellerine geçti. Neticede Gazneliler Horasan'ı kesin olarak kaybederken, İran muhtemel hic bir direnci kalmayan acık bir ulke durumuna düşmüştü. Fakat savaşın esas önemli sonucu, Selçuklu Devleti'nin kesin olarak müstakil bir devlet tarzında kurulmuş olmasıdır. Nitekim muharebenin son günü Cuma namazından sonra Tuğrul Bey, Selçuklu Devleti'nin sultanı ilan edildi. Civar hükümdarlara fetihnameler gönderildi.

Dandanakan'dan bir ay sonra Selçuklu ileri gelenleri Merv'de, kurdukları devletin asıl teşkil ve tanzimini hedefleyen ve Tuğrul Bey'in konuşmasıyla acılan büyük bir kurultay düzenlediler.
Serahs ve Belh şehirlerinin dahil bulunduğu Ceyhun ve Gazne arasındaki bölge merkez Merv olmak üzere Meliku'l-Muluk Cağrı Bey'e; Herat merkez olmak üzere Bust ve Sistan havalisi Musa İnanç Yabgu'ya; Başkent Nişabur'da kalmak üzere Irak bölgesi bütün Selçukluların sultan sıfatıyla Tuğrul Bey'e verildi.

Tuğrul Bey (1040-1063)
Sultan Tuğrul Bey'in devletinin sınırlarını kuzey, güney ve doğu yönlerinde genişletmesi yanında, önemli icraatlarından biri de, Türkmen akınlarını Anadolu'ya kanalize etmek suretiyle, bu toprakların ebedi bir Türk yurdu olmasına katkısıdır.

İslam ülkelerine giren Türkmenler, isabetli bir biçimde Bizans ülkesine yönlendirildiler, böylece bölgenin Türkleşmesine önemli katkıları temin edildi. Futuhat bölgesine yakınlığı dolayısıyla Nişabur yerine buradaki Rey başkent yapılmıştır (1043).

Selçukluların her yöne doğru hızla fetihlerini sürdürdükleri sırada Abbasi Halifesi Şii Buveyhiler ve Fatımiler tarafından desteklenen Arslan Besasiri'nin baskısı altındaydı. Kaim-Biemrillah'ın daveti üzerine Tuğrul Bey Bağdat'a yöneldi. 18 Aralık 1055'te şehre girdi. Böylece 110 yıldan fazla surmuş olan Abbasi Hilafeti üzerindeki Buveyhi hakimiyetine son verildi.

Tuğrul Bey Ocak 1058'de Bağdat'a tekrar geldi. Bu sırada büyük törenler yapıldı. Halife Kaim-Biemrillah, Tuğrul Bey'e sancaklar, hil’atlar verdi, taç giydirdi, kılıç kuşattı. Onu Meliki'l-Meşrik ve'l-Mağrib ilan etti.
Bağdat'tan Tuğrul Bey'in ayrılmasını fırsat bilen Arslan Besasiri tekrar Bağdat'a girdi (Aralık 1058) ve el-Mansur Camiinde hutbeyi Mısır Fatımi Halifesi el- Mustansır (1036-1094) adına okuttu. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal meselesini hallettikten sonra Bağdat'a üçüncü defa gelerek (Aralık 1059) Halife'yi tekrar makamına oturttu.
Tuğrul Bey, 4 Eylul 1063'te öldu. Tahran'a 22 km. uzaklıkta bulunan Rey'deki türbesine (Kümbed-i
Tuğrulî) gömüldü. Adaleti ve dindarlığı bütün kaynaklarda belirtilen Tuğrul Bey, zekası ve siyasi
görüşlerindeki isabetiyle, Selçuklu ailesi içinde temayüz etmiş, bu sebeple Selçuklu Devleti"nin ilk sultanı olmuş ve 25 yıla yakın saltanatı esnasında temelini attığı Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu başarıyla yönetmiştir.
Tuğrul Bey'in dindar bir hükümdar idi. "Kendime saray yapıp yanında ALLAH 'in evini (cami) inşa etmezsem utanırım " sözü ona aittir. Kaynaklar Pazartesi ve Perşembe günleri daima oruçlu olduğunu da eklerler. Alimlere ve din adamlarına sevgi ve saygı onun tabiatıdır. Adaleti, şefkati, ihtiyatlılığı, sabrı, tahammülü ile göçebe bir teşkilatın reisliğinden imparatorluğun başına geçebilmiştir. Onun ölümünde devletin sınırları; Ceyhun'dan Fırat'a kadar ulaşmış, Türkmenleri Bizans'ın idaresinde bulunan Anadolu'ya sevk ederek burasının bir Türk yurdu haline gelmesine de yardımcı olmuştur.

Alp Arslan (1064-1072)
Alp Arslan 26 Nisan 1064'te Selçuklu tahtına oturdu. Bunun üzerine Abbasi Halifesi
Kaim-Biemrillah tarafından bir elcilik heyeti ile kutlanan Alp Arslan'a, Halife tarafından "Şehinşahü'l- Azam, Melikü'l-Arap ve'l-Acem" gibi birçok lakap ve unvanlar tevcih edilmiş, kılıç, hil'at, sancak ve çok sayıda değerli hediyeler de gönderilmiştir. Bu sırada o, otuz altı yaşındaydı. Önce ismi kendisi ve oğlu Melikşah'ınki ile birlikte yaşayacak olan Siyasetname sahibi Nizamu'l-Mülk’ü vezirliğe getirdi (29 Aralık 1064). Aile içi problemleri halledip üst düzey görevliler arasında değişiklikler yaptıktan sonra da fütuhata başladı.
Bizans'a bağlı olup çok iyi korunan ve "asla fethedilemez" şeklinde nitelenen, surlarıyla meşhur Ani fethedildi (16 Ağustos 1064). Buranın alınması İslam dünyasında çok olumlu yankılara neden oldu. Bu başarıyı bir beyanname ile kutlayan Halife, Alp Arslan'a Ebu'l-Feth unvanını vermiştir.

1065 yılında doğu seferine çıkan Alp Arslan, Ceyhun'u geçerek Türkistan’a girdi. Bu ilk Türkistan seferi
ile atalarının eski ülkesinin Maveraunnehir'e komşu kısımlarını Selçuklu Devleti'ne bağlamıştır.
1070'te Mekke Şerifi Muhammed b. Ebu Haşim Alp Arslan'ın huzuruna geldi ve Mekke'de hutbenin
Abbasi Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunduğunu bildirdi.

Malazgirt Meydan Muharebesi (26 Ağustos 1071)
Romanos Diogenes, Türkleri Anadolu'dan kesin olarak çıkarmak amacıyla, kalabalık ve değişik
topluluklardan oluşmuş bir ordunun başında 13 Mart 1071'de İstanbul'dan hareket etti.
200.000 civarında askere sahiptir.
Alp Arslan, birlikte kılınan Cuma namazından sonra beyazlar giyinmiş, kokular surunmuş olarak askerlerinin başına geçmiş, onlara yaptığı kısa hitabede; Şehit düşerse vurulduğu yere gömülmesini, kendisinden sonra oğlu Melikşah'a itaat edilmesini bildirmiştir.

Savaş, Bizans ordusunun hücumuyla başladı. R. Diogenes'in hücumuna Alp Arslan, sahte ricatla cevap verince, sonuçta ordugahından uzaklaşan İmparator, akşama doğru pusuların olduğu yere gelip dayandı. Türk çemberi içinde kalan Bizans ordusu çok kotu bicimde mağlup olmuştu (26 Ağustos 1071). Bizzat İmparator esir duştu, fakat hayatı bağışlandı ve 3 Eylül 1071'de ülkesine iade edildi.

Malazgirt zaferinin sonuçlan, değişik yönlerden geniş bicimde incelenebilir. Bununla birlikte milli
tarihimiz ve İslam Tarihi acısından en önemli sonucunun, Anadolu'nun bir daha değişmemek üzere ebedi olarak Türk ve Müslüman yurdu olması sureci bu zaferle başlamıştır.

Alp Arslan, 1072 yılının Eylül ayında bölgede bozulan nizamı düzeltmek ve Karahanlı hükümdarı Nasr Han’ı cezalandırmak üzere Türkistan seferine cıktı. Alp Arslan’ın 200.000 kişilik buyuk bir ordunun ile hareket ettiği kaynaklarda yer almaktadır. Bu sefer esnasında kuşatılan Barzam kalesi muhafızı Yusuf Harezmi’nin suikastı sonucunda aldığı yaralar dolayısıyla 25 Kasım 1072'de 43 yaşında vefat etti ve Merv'de defnedildi.

Melikşah (1072-1092)
Alp Arslan, muhtemel kardeş kavgalarını önlemek amacıyla, Melikşah'ı veliahd ilan etmiş ve bunu birçok kere teyit etmiş, hatta Abbasi Halifesi Kaim-Biemrillah'ın da onayını almıştı. Babasıyla birlikte veya ayrı olarak, değişik cephelerde kahramanlıklar göstermiş, tecrübe kazanmış olan Melikşah, başta vezir Nizamu'l-Mülk olmak üzere devlet erkanı, komutanlar ve ulemanın da tasvibiyle, Selçuklu tahtına oturdu (25 Kasım 1072)
Melikşah'ın batı bölgesinde olduğu gibi, devletin doğu sınırlarını da genişletme gayreti içinde olduğu görülür. Nitekim Batı Karahanlı Hükümdarı Ahmet Han (1081-1089)'ın halk ve ulema ile arasının açılması, bunun üzerine ulemanın kendisini davetini değerlendiren Melikşah, önce Buhara ve daha sonra da Semerkant'ı alarak, Karahanlıların batı kolunu Selçuklulara bağlamıştır (1088-89).

Büyük Selçuklu Devleti'ni Cin'den Boğaziçi’ne, Akdeniz'e Kafkaslardan ve Aral golünden Hint Denizi ve
Yemen'e kadar genişleterek dünyanın en büyük imparatorluklarından biri haline getirmiş olan Melikşah, otuz sekiz yaşında 20 Kasım 1092'de Bağdat'ta zehirlenme sonucu öldü.

Sultan Melikşah'ın zehirlenerek olumu, kendisinden bir ay kadar önce 14 Ekim 1092'de, devletin yaklaşık otuz senedir vezirliğini yapmış olan Siyasetname sahibi Nizamu'I-Mülk’ün de İsfahan-Bağdat yolunda Ebu Tahir Arrani adlı bir İsmaili fedaisi tarafından öldürülmesi, Selçuklu ailesi fertleri arasında bir turlu onu alınamayan iktidar mücadelelerine eklenince, sonucta Buyuk Selcuklu Devleti once durakladı, sonra da parçalanmaya yüz tuttu.
Büyük Selçuklu Devleti'nin duraklama döneminde Melikşah'ın dört oğlu, Mahmud, Berkyaruk, Muhammed ve Sencer devletin başına geçmişlerdir.

Diğer Selçuklu Devletleri:
Sultan Sencer'in ölümüyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun 1040'da başlayan varlığı 1157'de son
bulmuştur. Bu kadar geniş toprakları ve bu derece çok sayıda milleti sinesinde barındıran Büyük
Selçukluların esas gövdelerinin inkıraza uğramasından önce ve sonra, kaynağını aynı kökten alan diğer bir
kısım Selçuklu devletleri de kurulmuş ve değişik sureler halinde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunlar;
1 -Irak Selçukluları (1119-1194)
2-Kirman Selçukluları (1040-1187)
3-Suriye Selçukluları (1070-1117)
4-Türkiye Selçukluları (1075-1308)

Türkiye Selçukluları (1075-1308)
Turkiye Selcuklu Devleti, Selçuk’un oğlu Arslan Yabgu'nun torunu, Kutalmış oğlu Süleymanşah tarafından İznik merkez olmak uzere kurulmuştur. Selcuklu devletlerinin en uzun omurlusu olan Türkiye Selçuklu Devleti
(1075-1308) sayesinde, halen üzerinde yaşadığımız ve dünya durdukça bir Türk-İslam yurdu olarak kalacak olan bu ülke bizim olmuştur.
Birinci Haclı Seferinden sonra Türkler Anadolu'da yeni bir yapılanma içerisine girdiler, I. Kılıç Arslan başkentini Konya'ya nakletti.

Türkiye Selçuklularının başına önce Malatya'da tahta oturan Kılıç Arslan'ın oğlu Şehinşah (veya Melikşah) geçtiyse de (1110), küçük kardeşi Mesud ağabeyiyle giriştiği uzun sureli mücadeleyi kazanarak, Danişmentlilerin de yardımıyla Konya'ya girdi ve tahta oturdu (1116-1155). Sultan I. Mesud kırk yıla yakın bir saltanat ve mücadele devrinde çok sabırlı ve ihtiyatlı, fakat ısrarlı bir siyasetle Türkiye Selçuklu Devleti'ni önce yok olmaktan kurtarmış, sonra da Anadolu'da en önemli güç haline getirmişti.
Sultan I. Mesud hükümdarlığının ilk yıllarında, kayınpederi Danişmentli Emir Gazi (1105-1134)'nin nüfuz ve himayesinde kalmıştır.
Sultan II. Kılıç Arslan'ın başarıları Bizans İmparatoru I. Manuel'in gözünden kaçmıyordu.

Haçlı Seferleri:
Bu seferlere katılanlar, elbiselerinde haç işareti bulundurmaları dolayısıyla, bu şekilde isimlendirilmişlerdir.
Toplam dokuz buyuk ve bazı kucuk girişimleri iceren Haclı Seferleri, 1096'dan Latin Hıristiyanlarının Doğu'daki
son merkezleri Akka'dan cıkarıldıkları 1291'e kadar yaklaşık iki yuz yıllık bir devreyi icerir.
Papalığın onderliğinde duzenlenen Haclı Seferlerini doğuran farklı sebepler arasında, Batılı araştırmacılar, dini
unsurları one cıkarmaktaysalar da, Haclıları harekete geciren esas motiflerin siyasi, sosyal ve ekonomik olduğunda
şuphe yoktur. Din bu harekette sadece itici bir guc olmuştur. Nitekim bu seferlere katılanların
gunahlarının affı ve onlara uhrevi mukafaatlar vaat ederken Kilise, siyasi amacını gercekleştirme yolunda,
dini motiften faydalanmakta idi. 638 yılında Hz. Omer tarafından İslam toprağı haline getirilmiş Kudus icin,
aradan 650 seneden fazla bir sure gectikten sonra "Kutsal toprakları kurtarma" sloganı altında sefer
duzenlemenin başka bir acıklaması da yoktur. Nitekim Haclıların hedefleri arasında Kudus oncelikli
olmadığı icindir ki, orduları daha buraya ulaşmadan ve hatta ulaşabilecekleri de kesin değilken, Urfa ve
Antakya'da devletler kurmakla meşgul olabilmişlerdir. Butun bu ve diğer sebepler dolayısıyladır ki, Haclı
Seferlerinden Doğulu Hıristiyanlar faydadan cok zarar gormuşlerdir. Haclıların en buyuk kotulukleri ise
Bizans'a dokunmuştur. Dorduncu Haclı Seferi sonrasında Bizans İmparatorluğu ortadan kalkmış, tekrar
kurulduğunda da, bir daha asla eski kudretini kazanamamıştır. Haclı Seferlerinin Anadolu Turkluğune de
ciddi zararları dokunduğu muhakkaksa da, Turkiye Selcuklularının bu toprakları vatanlaştırmalarındaki
azimleri, bundan dolayı da Haclılara butun gucleriyle karşı durmaları, bu zararın kısa surede telafisini
mumkun kılmıştır.

Yükselme Dönemi:
I. Mesud vefatından bir sure once ulkeyi uc oğlu arasında taksim etmişti. Başkent Konya ve cevresini
alan Sultan II. Kılıc Arslan (1155-1192), gerek aile icinden ve gerekse dışarıdan muhalefetle karşılaştı. O
once ortanca kardeşi Devlet'i ortadan kaldırdı. Kucuk kardeşi Şehinşah Ankara-Cankın taraflarına kacarak
Danişmendli emiri Yağıbasan'la kendisine karşı işbirliği yapıyordu. Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos
(1143-1180) da Musul ve Halep Atabeği Nureddin Mahmud Zengi ile II. Kılıc Arslan'a karşı 1159'da ittifak
yapmıştı. Kilikya Ermeni Prensi II. Thosos da fırsattan faydalanarak Selcuklu topraklarına sızdı. Sultan,
butun bu gailelerin altından kalkma becerisini gosterdi. Bizans İmparatoru ile karşılıklı yardımlaşma ve
Turkmen akınlarını durdurma esası uzerine antlaşma yaptı (1162). Boylece batı sınırından emin olarak Anadolu'da
Turk birliğini gercekleştirmek uzere doğuya yoneldi. 1163'te Yağıbasan'ı mağlup ederek Elbistan, Darende,
Kayseri ve Malatya'yı; kardeşi Şehinşah'tan da Ankara ve Cankırı'yı aldı. 1178'de Dânişmendli Beyliği’ne son
verdi.

I. Alaaddin Keykubad donemi, Turkiye Selcuklularının siyasi, askeri ve iktisadi bakımlardan en parlak
devresidir. A. Keykubad, yaptığı seferlerle ticaret yollarının guvenliğini sağlarken, inşa ettirdiği kervansaraylar ve
geliştirdiği ticaret siyasetiyle de iktisadi kalkınmayı temin etmiştir. İlim ve kulturun gelişmesi tedbirlerini almış,
Moğollar onunden kacan Turkistanlı ve İranlı alim, şair ve sanatkarlara kucak acmış, onları korumuştur. Ulkeyi
baştan başa ceşitli eserlerle donatmıştır. Butun bu nedenlerle Abbasi Halifesi ona yazdığı mektup ve
menşurlarda "Sultamı'l-Azam" tarzında hitap etmiştir.

I. Gıyaseddin Keyhusrev (o. 1246)'den sonra Turkiye Selcuklu Devleti, tarihe karıştığı 1308'e kadar sozde
sultanların, şehzadelerin birbirleriyle mucadeleleri; devlet adamları ve ileri gelenlerin ihtirasları, tahrikleriyle;
suikastlar, isyanlar, Bizans'a ilticalar, Moğolların intikam seferleri, ekonomik cokuntu ve halkın perişanlığı
icerisinde omur surdu. Bu devrede sırasıyla; II. İzzeddin Keykavus (1246-1249), IV. Kılıc Arslan (1248-1249),
muteakiben II. İzzeddin Keykavus, IV. Kılıc Arslan ve II. Alaaddin Keykubad (o. 1254) (1249-1257
muştereken), II. İzzeddin Keykavus (1257-1262 ikinci defa) ile muştereken IV. Kılıc Arslan (1257-1266), III.
Gıyaseddin Keyhusrev (1266-1283), II. Gıyaseddin Mesud (1283-1296), III. Alaaddin Keykubad (1298-1302)
ve II. Gıyaseddin Mesud (1303-1308 ikinci defa) Turkiye Selcuklularının başında bulundular. Bununla
birlikte bu sayılanlar artık Moğolların elinde birer kukla idiler.

Anadolu Beylikleridir ve başlıcaları; Pervaneoğul-ları, Sahipatoğulları, Karesioğullan, Germiyanoğullaru
Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Hamidoğulları, Eşrefoğullan, İnançoğulları,
Candaroğulları, Karamanoğullarıdır. Turkiye Selcuklu Devleti'nin batı uclarında 1299'dan itibaren gelişen
Osmanlı Beyliği de bunlardan biridir ve bilindiği gibi altı asırdan fazla yaşayacak olan bir cihan devletini
sinesinden cıkaracak tohum mesabesindedir.


Miriyokefalon (Myriokephalon
İmparator I. Manuel Komnenos, Kılıç Arslan'ın barışın devamı yönündeki isteklerini reddettikten sonra, Bizans kuvvetleri yanında Frank, Sırp, Macar ve Peceneklerle takviyeli 100.000'i aşan bir ordu ile 1176 baharında başkentten ayrıldı. Onun hedefi Malazgirt öncesindeki Romanos Diogenes'in hedefiyle aynıydı ve hatta daha da ileri giderek "eski Roma İmparatorluğu'nu ihyayı" düşünüyordu. Türk gailesinden kesin olarak kurtulmayı, bunun için de Türkiye Selçuklu Devleti 'ni yıkmayı hedeflemişti. Fakat II. Kılıç Arslan'ın maharetle uyguladığı sahte ric'at sayesinde Bizans kuvvetlerini, Denizli civarında dar ve sarp Miriyokefalon (Myriokephalon) vadisine sokarak, imha etmesi (17 Eylul 1176), bütün hesapları alt üst etti.

Artık Anadolu'nun, o zamana kadar Hıristiyan dünyasında düşünüldüğü gibi; "Türklerin işgali altındaki memleket" olmadığı kesinleşmiş, hakiki bir Türk-Islam yurdu olduğu ispat edilmişti. Bu savaş Bizans ve Türkiye Selçukluları ilişkilerinin Malazgirt'ten sonraki ikinci önemli donum noktasını oluşturur.

II. Kılıc Arslan'dan sonra Anadolu Selçukluları tahtına, Uluborlu Meliki I. Gıyaseddin Keyhusrev, kardeşi Melikşah'ı yenerek Konya'ya sahip olduktan sonra oturduysa da, babalarının hayatında başlamış olan kardeş kavgası dolayısıyla sakin bir devir geciremedi.
G. Keyhusrev'den sonra Türkiye Selçukluları tahtına, devlet erkanının kararıyla büyük oğlu İzzeddin Keykavus (1211-1220) gecti. Kardeşi Alaaddin Keykubad bu durumu kabul etmediyse de başarılı olamadı. İzzeddin Keykavus, saltanatının son yıllarını Eyyubiler ve Artuklularla savaşla geçirdi, yine bir sefer sırasında 1220'de Malatya'da vefat etti.

Yerine devlet büyüklerinin ittifakıyla kardeşi Alaaddin Keykubad (1220-1237) geçti
I. Alaaddin Keykubad'ın önemli fetihlerinden biri, daha sonra kendi ismine nispetle Alâiye (Alanya)
adını alacak olan Kalonoros kalesinin fethidir (1223).
Bu fetih Anadolu ticaretinin gelişmesi yolunda önemli bir adım olduğu gibi, Türk denizciliğinin başlamasında da mühim bir donum noktasını oluşturur.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar) Medineweb MALATYA İNÖNÜ İlitam 14 12 Ocak 2019 14:49
sakarya ilitam Hadis Tarihi 1-14. Haftalar Medineweb SAKARYA İlitam 14 08 Nisan 2017 16:45
İslam Tarihi 9-14.haftalar(sakarya ilitam ) Medineweb SAKARYA İlitam 5 28 Aralık 2013 14:44
sakarya ilitam İslam Mezhepleri Tarihi 1-2-3-4-5-6. Haftalar Özet Medineweb SAKARYA İlitam 0 27 Aralık 2013 15:07
İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ-tüm haftalar- serpil İslam Mezhepler Tarihi 0 21 Aralık 2013 15:10

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.