Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.KADIN AİLE ÇOCUK.::. > Kadın-Aile-Çocuk > İslamda Kadın ve Erkek

Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi:  09 Temmuz 2012 (16:21), Konuya Son Cevap : 10 Temmuz 2012 (17:41). Konuya 10 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Temmuz 2012, 17:41   Mesaj No:11
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Hz. Peygamberden Anne ve Babaya 50 Nasihat

46. Nasihat

Çocuklarınızın yerli-yersiz birbirlerini şikâyet etmelerine fırsat vermeyiniz. İspiyonculuğu hoş görmeyiniz.


Allah Rasûlü nün (sav) sahabelere, onların şahsında bizlere yaptığı şu ikaza dikkat ediniz:

"Sahabelerimden biri bana bir başkası hakkında herhangi bir şey ulaştırmasın. Ben sizin yanınıza çıktığımda içim rahat, kalbim huzurlu olsun. Kalbimde hiç biriniz için menfî bir ön kanaat bulunmasın istiyorum. Bunu arzuluyor, bundan hoşlanıyorum." [1]

Bu ikaz, anne, baba, âmir, memur, büyük, küçük herkesin üzerinde durması, düşünmesi, ibret alması ve hayatına aksettirmesi gereken bir ikazdır. Biz dikkatlerimizi çocuklara doğru çeviriyoruz.

Çocukların birbirini şikâyeti güzel bir davranış değildir. Bu çocukları da tedirgin eder, kardeşleri birbirine düşürür.

Anne ve babalar çok defa çocuklarının bu şikâyetlerine değer vermez ve şikâyet eden çocuğu atlatma yolunu seçerler. Böylece şikâyetin savuşturulduğu kanaatini taşırlar. Ancak bu şikâyet, şikâyet edilen kardeşe tesir ettiği gibi şikâyet edenin ahlâkına ve şahsiyetine de tesir eder. Giderek müzmin bir hal alır. Şikâyet eden kardeşin diğer kardeşleri tarafından dışlanmasına sebep olur. Bu durum anne ve babayı da rahatsız eder, ailenin huzurunu bozar. Eğer çocuğun yersiz şikâyetleri ciddiye alınıyor ve şikâyetler karşısında şikâyet edilen kardeşler cezalandırılıyorsa tehlike daha da büyür. Hele de bu cezalandırma, şikâyet edeni memnun etme uğruna yapılıyorsa.

Çocuklar da bu huyun güzel olmadığını bilirler. Şikâyetçiyi çok defa "ispiyoncu", "ispikçi", "gammaz" gibi nefret ifade eden sıfatlarla anarlar, ona karşı da tavır alırlar.

Şikâyet, büyüklerde de güzel bir davranış değildir. Kendinden emin olmayan, adaleti ve hayrı hâkim kılmayan devlet otoriteleri halkın içine casuslar yerleştirerek onları baskı altına almaya ve sindirmeye çalışırlar. Halktan şikâyet beklerler. Baskı, korku ve tehditle varlıklarını sürdürmeye gayret ederler. Özellikle ihtilallerin arkasından şikâyet yağmurları başlar. Bunların çoğu tiksinti uyandıracak yapıdadır.

Halk arasında dedi-kodu yaymak, bir insanın kusurlarını sayarak onu gözden düşürmeye çalışmak da son derece çirkin bir davranıştır. Kusurları örtücü olmak, kusur işleyen insana tökezledikten sonra ayağa kalkma fırsatı tanımak, gerekiyorsa uygun bir üslupla onu ikaz etmek doğru olandır. Kusur işleyen ve ikaz edilen bir insana, kusuruna şahid olan ve onu gizleyen, başkalarına söylemeyen bir insanın sözleri daha tesirlidir. Üstelik ona karşı hürmet ve değer duygularının artmasına sebep olur. Allah Rasûlü(sav), mü min kardeşinin kusurunu görüp de onu örten insan için şöyle buyurmuştur:

"Kim, bir müslümanın kusurunu örter, ayıbını, sırrını saklarsa, Allah da dünya ve âhirette onun kusurunu örter, ayıbını saklar." [2]

Bu terbiye çocukluktan başlar. Eğer çocuklarınızın böyle bir alışkanlıkları varsa onlara şikâyetçiliğin doğru olmadığını anlatınız. Onların yersiz şikâyetlerine değer vermeyiniz. Değer vermediğinizi, bunun yanlış olduğunu onlara söyleyiniz. Örnekler veriniz. Dinimizin de bunu hoş görmediğini aktarınız. Çok şikâyette bulunursa, doğru ve yerli yerinde şikâyetlerine de değer verilmeyeceğini dile getiriniz.

Çocuklarınızı kendi kanaatinizle değerlendirin. Onları değerlendirirken hissî olmayın, adalet ve insafı elden bırakmayın. Bir çocuğunuz hakkında kanaatiniz menfî olsa bile bunu ona söylemeyin. O sizin çocuğunuzdur. Hastalığını tedavi etmeye, ahlâkını güzelleştirmeye çalışın. Şahsını kötülemeyin, onu aşağılamayın. Yaptığı hatanın nasıl bir hata olduğunu, nelere sebep olabileceğini, ne derece kötü olduğunu ona anlatın. Bunu ona yakıştıramadığınızı, ondan daha güzel şeyler beklediğinizi, hayırlı şeyler ümit ettiğiniz söyleyin.

Hatasını anlatırken de tedavi için gayret edin. Hatayı, hata ile tamir etmeye kalkmayın. Yapıcı olun, yıkıcı olmayın.

__________________________________________________ _
[1] Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/183), Sünen-i Tirmizî, Menakıb (5/ 710). Tirmizî Hadisin bu şekliyle garip olduğunu, isnadda bir adamın fazla olduğunu söyler.
[2] Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2074)









47. Nasihat

Eşinize ve çocuklarınıza îmâlı ve iğneleyici sözler kullanmayınız.


Âişe Vâlidemiz anlatıyor: Rasulullah a (sav); "Senin Safiyye şu kadarlık Safiyye değil mi?" dedim.

Hadisi nakledenlerden Müsedded; Vâlidemiz "şu kadarlık" sözüyle oyunun kısalığını kastediyordu, der. Tirmizî nin naklinde el işareti yaptığı zikredilir.

Allah Rasûlü (sav) Vâlidemizin bu sözleri ve davranışı üzerine şöyle buyuruyordu: "Öyle bir kelime söyledin ki denizin suyuna karıştırılsaydı bütününe yayılıp karışırdı." [1]

Vâlidemizin sözlerini, eliyle işaretini doğru bulmuyor, onun şahsında hepimizi ikaz ediyor, rıza göstermediği şeyi de açık ifadeyle dile getiriyordu.

Eşinizde veya çocuklarınızda düzeltilmesi gereken bir hata olduğu kanaatinde iseniz bunu iyi bir üslupla, yerinde ve zamanında, sade kelimelerle dile getirmeyi tercih ediniz. Kinayeli kelimeleri, ancak durumu hafifletecek, size ve karşınızdakine faydalı olacaksa seçiniz. İğneli sözleri ise hayatınız boyunca hiç kullanmamaya çalışınız. Alaycı ve küçümseyici kelimelerden daima uzak durunuz. Onlar size çok defa bir şey kazandırmayacak, kaybettirecektir.

Karşınızdakini tahrik edecek, karşılıklı iğneleme, aşağılama yarışı başlayacaktır. Eğer karşınızdaki eşiniz veya çocuğunuz ise bu onları yaralayacak, iyi duygularını sarsacaktır. Siz onlar olmadan saadet duyamaz, huzur ve sükun bulamazsınız.

Çocukların hatalarını imalı sözlerle dile getirmek, onları imalı veya iğneli sözlerle uyarmak özellikle babalarda daha çok görülen bir hatadır. Bu durum biraz da çocuklarla babalar arasında mesafe olması, yaşananları bir dost, bir arkadaşmışçasına karşılıklı konuşamamalarından kaynaklanır.

Çocukların babalara hürmet duyması, dolayısıyla arada belli bir hürmet mesafesinin olması tabiîdir. Ancak bu karşılıklı konuşmayı, sevgiyi ve güzel duyguları ifade edebilmeyi, karşılıklı istişareyi, fikir paylaşmayı önleyecek uzaklıkta olmamalıdır.

İğneli ve imalı sözler normal sözlerden daha yaralayıcıdır. Hatayı önlemekten çok hürmet duygularını sarsmaya sebep olur.

Oğlunuzun saçı sizi rahatsız edecek derecede uzunsa, kızınızın giyiminde kusur varsa, başkalarının yanında sizi mahcup edecek davranışlar yapıyorlarsa, istekleri ve kaprisleri sizi rahatsız ediyorsa bunları önlemenin yolu iğneli sözler değildir. Oturup bunları konuşmak, birkaç açıdan ele alıp değerlendirmek, onların düşünüş şekillerini öğrenmek, yanlış olan kanaatlerini, bakış açılarını doğrultmaktır.

Zikr-i Hakîm de el, kol, kaş, göz işaretleri ve arkadan iğneleyici, ayıplayıcı sözlerle alay etmek ağır tehdit taşıyan bir üslupla kınanmıştır:

"Vay! İnsanları arkadan çekiştirenlere, yanlarında iken kaş, göz oynatarak, baş eğerek, dudaklarını eğip bükerek, mırıltı şeklinde imalı kelimeler söyleyerek insanlarla alay edenlere…" (Hümeze 104/ 1) buyrulmuştur.

Âyet-i kerîmedeki "hümeze" kelimesi insanları daha çok arkadan çekiştirenler, onların neseplerine, soylarına onların yokluğunda dil uzatan, onları arkadan yaralamaya çalışanlar için kullanılır.[2]

Süvarilerin çizmelerin arkasına taktığı, atların bağrın dürtmek ve onları harekete geçirmek için kullanılan "mahmuz" bu kelimeyle aynı köktendir. Aradaki bağ açıktır. Mahmuz da sivridir ve can yakar. Üstelik en yakını tarafından ata karşı kullanılır.

"Lümeze" kelimesi ise bir insanların yanında iken kaş, göz işaretleriyle, baş oynatarak, dudak eğip büzerek, anlaşılır, anlaşılmaz kelimeler mırıldanarak onlarla veya onlardan birisiyle alay etmek, îmalı davranışlarla onları alaya almak demektir. [3]

Her ikisi de çirkin davranışlardandır. Allah katında da çirkindir, insanlar yanında da çirkindir. Bir mü mine asla yakışmayan davranışlardandır. Bunu alışkanlık haline getirmek ise çok daha çirkindir.

Bizim bu satırlarda dile getirmeye çalıştığımız hatalı davranış ise bunun kadar tehlikeli ve kötü niyete dayalı değildir. Ancak o da hatadır ve yaralayıcıdır. Yuva içinde meydana geldiği için yuva huzuruna, şefkat, merhamet, hürmet ve meveddet duygularına zarar verir.

İmalı veya iğneli sözler kullanan bir anne, baba veya eş bazen bunu kötü niyetle değil, gördüğü bir hatayı ikaz, karşısındaki kişinin sözlerinden, herhangi bir davranışından, kıyafetinden, serbest tavırlarından, fazla uykusundan, yemek veya namaz vakitlerine yeterli dikkati göstermeyişinden hoşlanmadığını ifade için kullanır. Ancak bunları imalı veya iğneli sözlerle, huysuz davranışlarla ifade etmek yerine muradı açık anlatan düz cümlelerle dile getirmek, ön ve arkasını faydalı kelimelerle doldurarak söylemek çok daha güzeldir.

İmalı ve iğneli sözlerin eşler arasında sevgi ve hürmet kaybına sebep oluşu ise daha kesin, açtığı yara daha derindir. Çünkü o karşılıklı sevgi, anlayış ve hoşgörünün yerini almıştır. Onları belli bir süre yok etmiş, onların tahtına kurulmuştur.

İğneli ve imanlı sözlerle sataşma zayıflığın işaretidir. Karşılıklı konuşamamanın, meramı açık sözlerle ifade edememenin alametidir. Karşılıklı konuşmak, dertleşmek, istişare edebilmek için var olması gereken âile bağlarındaki kopukluğun, zayıflığın işaretidi.

Yada ima yollu dile getirilmeye çalışılan hata, gerçekten hatadır ve güzel üsluplarla yapılan ikazlar fayda vermemiş, tesir etmemiş, dikkate alınmamış demektir. Şimdi iğneleme, huysuz tavırlarla karşıdakinin direncini yıpratmaya bölümü başlamıştır. Bu, her iki taraf için de ciddî bir hatadır.

Mücadele için iyi üslubun seçilmesi bir emr-i ilahîdir. Ne edip edip güzel üslup bulunmalı, sabır ve irade gücüyle engeller aşılmalıdır. Bu sizin için de, âileniz için de faydalı olandır. Bu ahlâkın âilenizde yerleşmesi ise âileniz için büyük bir kazançtır. Siz âilece kazananlardan olunuz.

______________________________________________
[1] Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/ 192), Sünen-i Tirmizî, Sıfetü l-Kıyâme (4/ 660). Tirmizî hadis için "hasen sahih" der.
[2] Lisanü l-Arab, İbn Manzûr (5/ 426), Safvetü t-Tefâsîr (3/ 602)
[3] Lisanü l-Arab, İbn Manzûr (5/ 406)





48. Nasihat

Çocuklarınıza yerine getiremeyeceğiniz vaatler vermeyiniz ve verdiğiniz sözleri yerine getiriniz. Onlara yalan söylemeyiniz.

Ebu Hureyre nin (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (sav) bizi şöyle buyurur: "Kim küçük bir çocuğa; - Gel! Bu senin, der, daha sonra vermezse bu bir nevî yalandır." [1]

Çocuklar genellikle yaşadıklarını, söylediklerini, kendilerine söylenenleri çabuk unuturlar. Bazen bakkaldan ekmek almaya giderken önce sokakta oynanan oyunu seyretmeye başlar, daha sonra oyuna dalıp gidebilirler. Bakkala varınca da kendilerinden ne istendiğini unutup sormak için tekrar eve dönebilirler. Onlar kendilerine yapılan tembihleri de çabuk unuturlar.

Ancak arzuladıkları, candan istedikleri bir şeyi, kendilerine verilen sözleri, vaatleri kolay kolay unutmazlar. Anne veya babalar çok defa onların bu sözleri de kısa zamanda unutacağını zanneder ve yapılamayacak birçok şey için çocuklarına kolayca söz verirler. Eve dönünce veya vakti gelince çocuklarının bu sözü hiç de unutmadığını, hatta verilen sözü bütün yönleriyle hatırladıklarını, yerine getirilmesini ümitle beklediklerini görürler.

Doğru olan, çocuklara yerine getirilemeyecek veya getirilmeyecek vaatlerin verilmemesi, verilmiş olan vaatlerin de yerine getirilmesidir. Ahde vefasızlık İslâm ahlâkından değildir. Zikr-i Hakîm, Allah Rasûlü’nün sünneti ve sîreti vefayı emreder, vefaya teşvik eder. Bu hakikati her kardeşimizin bildiğine inanıyoruz. Ancak doğru olduğuna inandıkları şeyleri yaşamalarının, kalplerinde var olanı hayata aksettirmelerinin gerektiğine de hatırlatıyoruz. Kendisine vaad verilen kişi çocuk olsa da hakikat budur.

"Çocuktur anlamaz" anlayışıyla çocukların kandırılması, belli bir süre oyalamak için onlara yalan söylenilmesi de doğru değildir.

Çocuklar sizde gördükleri tavır ve davranışlar, sizden duydukları sözlerle filizlenir, yetişirler. Bunları diğer öğrendikleri ile yoğurur ve kendi şahsiyetlerini geliştirirler. Onların sizden öğrendikleri, ana dilin üzerlerindeki tesiri kadar derin ve köklüdür. Şahsiyetlerinin ana temelini meydana getirir.

Onların şahsiyetlerinin sağlam, ahlâklarının güzel olmasını istiyorsanız, onları manevî olarak nelerle beslediğinize dikkat ediniz. Size olan güvenlerini sarsmayınız. Verilen vaat yerine getirilmese de olur anlayışına itmeyiniz. Karşınızdaki çocuk da olsa ahde vefa gösteriniz ve böyle tanınınız. Sizden yerine getirilemeyecek bir istenmişse, söz verip yapmamak veya unutmasını beklemek yerine çocuğu karşınıza alarak bunun neden olamayacağınızı onlara anlatınız.
__________________________________________________ ____
[1] Müsned, Ahmed İbn Hanbel (2/ 4562). Terbiyetü l-Etfâl (2/ 522).








49. Nasihat

Çalışan anne ve babalar, çocuklarınızı siz hayatta iken yetim bırakmayınız.


Allah Rasûlü (sav) Kureyşli kadınları çocuklara karşı duydukları şefkat sebebiyle övmüştür. Ebu Hureyre’nin (ra) rivâyet ettiği bu hadiste Efendimiz (sav) şöyle buyurur:

“Kureyşli kadınlar, deveye binen kadınlar arasında en hayırlılarıdır. Küçük çocuklara şefkat duyar, kendi rahatlarını onları yetiştirmek için fedâ eder ve onlar kocasının kendisine teslim ettiği eşyayı da en iyi koruyup gözetenlerdendir.”[1]

Çocukların şefkate ve korunmaya olan ihtiyacı tartışılmaz bir gerçektir. Bunu daha önce de dile getirmiştik. Bu satırlarda dile getirmek istediğimiz ise hayat akışı içinde onlara yeterli zamanın ayrılmasıdır. Özellikle de annenin hayatını çocuğuyla ve eviyle ilgilenecek şeklinde nizama sokması, geleceğe yönelik planların buna göre yapılmasıdır. Çünkü çocuğun ona ve şefkatine ihtiyacı daha büyüktür. Bir anne yavrusu ve evi için yaptığı fedakârlıklar sebebiyle zor ulaşılacak ecirler kazanır ve çocuğu üzerinde en çok onun hakkı vardır. Bu, hem âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerle, hem de hayatın bize öğrettiği gerçeklerle sabittir.

Bir annenin çocuğuyla yakından ilgilenmesi, sadece vazifesi olduğu için olmamalıdır. Anneler bunu arzulayarak, içten gelerek, haz duyarak yapmalıdır. Elbette hayatın iniş ve çıkışları, sarp yamaçları, düz ovaları, baharları, yazları ve fırtınalı kışları vardır. İnsanın ne dış dünyası, ne de içinde bulunduğu ruh hali her zaman aynı değildir. Ancak çocuğun içten gelen sevgi ve şefkate her zaman ihtiyacının olduğu bilinen bir hakikattir. Onu bazen kucaklayış şeklinde, bazen kendisine hitap eden ses tonunda, bazen avutmak veya uyutmak için sallayışta, bazen hoplatıp zıplatılışta bulacak, hissedecektir… Sevgi ve şefkat gönülden gelip davranışlara dökülünce anneye ecir kazandırır.

Bir annenin çocuklarını yetiştirmesi, koruyup gözetmesi, onları hayata hazırlaması, yuvasına sahip çıkması, yuvasının huzurunu sağlaması zannedildiğinden çok daha büyük ve çok daha takdir edilmesi gereken bir iştir.

Günümüzün ciddî yanılgılarından biri de, evde duran, evine, çocuklarına ve beylerine sahip çıkan kadınların fazla bir şey yapmadıklarının sanılması veya yaptıklarının yeterince takdir edilmemesidir. Dış dünyaya çıkan ve iş hayatına girerek evinin dışında çalışan kadınlara özellikle diğer kadınlar tarafından daha fazla değer verilmesi, onlara iş kadını gözüyle bakılmasıdır. Onlar mutlaka farklı tecrübeler yaşamışlar, farklı bilgiler edinmişlerdir, ufku daha geniş, bilgisi daha fazladır anlayışının hakim olmasıdır. Ev kadınları ile yan yana geldiklerinde de daha üst rütbede kabul edilmesidir.

İş hayatına giren, evinin dışında çalışan kadınların farklı tecrübeler ve bilgiler edildikleri doğrudur. Ancak belki daha fazlasıyla kaybettikleri de vardır. Bu kazanç ve kayıplar, çok yönlü bir incelemeyle değerlendirilmeye muhtaçtır. Böyle bir çalışmanın gözler önüne ibretlik neticeler sunacağına inanıyoruz.

"Kadınların evlerinin dışında çalışması bütünüyle doğru değildir" diyemeyiz. Cemiyet hayatında esasen mutlaka kadının çalışması gereken alanlar vardır. Bayanların doktorunun bayan olması, kız çocuklarının öğretmenlerinin ve ebelerin bayan olması elbetteki doğru olandır. Kadınların fıtratına ve İslâm ahlâkına uygun diğer alanlarda çalışmalarında da mahzur yoktur. Ancak nerede çalışırlarsa çalışsınlar evlerinden ve çocuklarından kopmalarında ciddî mahzurlar vardır.

Çalışmak zorunda olan annelerin durumu bu açıdan da ele alınmalı ve yuvalara zarar vermeden onlardan nasıl istifade edileceği üzerinde fikirler geliştirilmelidir. Mesela kadınların mesaisinin beş saate düşürülmesi, ücretlerinin ona göre ayarlanması, dolayısıyla daha fazla kadına iş sahsının açılması, böylece kadınların çocuklarına daha fazla zaman ayırma imkânını bulması, evinden kopmaması gibi.

Ayrıca kadınların ağır ve fıtratlarına uymayan işlerde, erkeklerle karışık çalışılan yerlerde çalışmaları da doğru değildir. Her ne kadar "kadın erkek ayırımı yapılmamalı", "eşitlik var" gibi ne ifade ettiği bütünüyle bilinmeyen, ucunun nerelere varacağı hesap edilmeyen kelimeler ve düşüncelerle durmadan saldırılar yapılıyor olsa bile yanlış daima yanlıştır. Görmek isteyenler için akan hayatın içinde, işlenen yanlışların yanlış olduğunu gözlere sokarcasına cereyan eden hadiseler var. Ancak onları görmeyenler, görülmemesi ve başkalarına gösterilmemesi için görenleri tehdit edenler de var.

Gerçek şudur ki dış hayatın boğuşmalarına erkeğin yapısı daha uygundur. Yuvaya ise anne. Bu eksiklik veya fazlalık değil, bir farklılıktır. Hayat bu farklılıklarla güzellik kazanır. Âile yuvaları da.

Kadın, ayın belirli günlerinde rahatsız ve her zamankinden daha hassas ve gergindir. Ona annelik görevi verilmiştir. Dolayısıyla belli bir süre hamiledir ve hamileliğin merhalelerini yaşar. Sonra dünyaya getirdiği yavrusunu bağrına basar; onu emzirir, bakar, besler, korur, gözetir. Ona gönlünü açar, sevgisini verir… Bütün bunlar erkeğin yapamayacağı ve asla küçümsenemeyecek şeylerdir.

Bütün bunlar, insaflıca düşünülüp incelendiğinde, kadın ve erkeğin yaratılışına bakıldığında söylenebilecek en insaflı sözlerden biri, her iki cinsi yaratılışına göre değerlendirmek, birbirlerini bütünleyici olduklarını anlayarak hareket etmektir.

Annesi ve babası çalışan çocukların uğradığı ihmal ise gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Onlar annesi ve babası hayatta olan yetimlerdir. Bu yetimlik, günümüzde diğer yetimlikten daha acı ve sayıca daha fazladır. Yetim olarak bilinmedikleri için de gözden ıraktırlar ve şefkat gösterenleri de azdır. Şair bunu dile getirerek şöyle der:

"Değildir yetim, anne ve babası, hayatın gam yükünden kurtulan

Terk edip dünyayı çocuğunu geride boynu bükük bırakan.

Odur gerçek yetim, annesi daima uzakta duran, onu başıboş hayata salan,

Ya da babası durmadan meşgul olan." [2]

Bu, her gün içimizde yaşanan gerçeklerin ifadesidir. Anne ve babası iş hayatının dışında da meşgul olanlar, gündüz yetimliğine ek olarak gece yetimliği yaşayanlar da var.

Üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta daha var. Annesi çalışan çocukların daha çok çocuk bakıcılarının eline kalışı, onların merhametine ve terbiyesine terk edilişi. Onların konuşma üsluplarını, dillerini alışı. Bir taraftan emrettiği, diğer taraftan büyüğü olduğu için itaat ettiği birinin yanında yetişişi.

Bu, varlıklı âilelerde de yıldan yıla artan bir derttir. Anneler, çalışıyor olmasa bile müreffeh hayatın özentilerini yaşar olmuşlardır. Ev işleri ve çocuk terbiyesi giderek hizmetçilere, dadılara terk edilmekte, değer ölçüleri yerli yerinden oynamakta, karmakarışık esen rüzgârlar, fırtınalar rengarenk eşya ile döşeli evlerde kol gezmektedir…

Ne yazık ki milletimiz, neyi, nerede ve nasıl bulacağını da şaşırmış durumdadır… Kah varlık şaşırtmıştır bizleri, kah yokluk ve çaresizlik. Bazen de yolunu ve yönünü bilmezlerin, ya da hedefi ve belli bir yolu olmayanların peşine düşüş. Kör taklidin sürüklediği karanlıklar, meçhuller.

Bu şaşkınlıklardan bir an önce sıyrılmak, başımızı kaldırıp ufuklara bakmak, hakka giden yolda nasıl ilerleyeceğimizi tayin zorundayız. Günlerin ırmaklardan çok daha hızlı aktığını fark etmek, ayların, yılların akışını durdurmanın mümkün olmadığını idrak etmek zorundayız.

Bazen çalışan aneler görüyoruz. Aldığı maaşın nerede ise bütününü bakıcılara, çocuk yuvalarına, çalışan bir anne olmasından kaynaklanan ek masraflara veriyor. Belki daha fazlasını da. "O halde niçin çalışıyorsunuz" diye sorulunca da emeklilik hayallerini dile getiriyor. Biliniz ki bu bekleyişlerle ömür bitiyor, yavrular büyüyor, sözler dinlenmez hale geliyor.

Anneler, çocuklarının aleyhine olsa da gerçekten çalışmak zorundalar mı? Âile saadetleri, geçimleri çalışmalarını mı gerektiriyor? Bunu çok iyi hesap etmeli, geç kalmadan yuvanın geleceği ile ilgili isabetli kararlar alınmalıdır. Âile içinde, gerekirse yakın dostlarla ve akraba ile bu konuda istişare etmelidirler.

Günlük, aylık küçük hesaplar, uzun yıllar için verilmesi gereken kararları ihmalin sisli dünyasına mahkum etmemelidir.

______________________________________________
[1] Sahih-i Buharî, Enbiyâ (13/ 78), Nikah ( 16/ 267), Sahih-i Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe (4/ 1958-1960).
[2] Terbiyetü l-Etfâl (2/ 571)







50. Nasihat

Çocuklarınıza hareketlilik, canlılık aşılayın, onlara Müslüman şahsiyetine yakışır sporları sevdirin.


Hadis-i şerifi Ebu Hureyre (ra) rivayet ediyor: "Güçlü bir mü min, zayıf bir mü minden daha hayırlı, Allah huzurunda daha sevimlidir. Elbette ki her mü’minde hayr vardır.

Sana faydası olan şeylerde azimli ve gayretli ol, tembellik gösterme, ihmalkâr olma. Allah a güven, ondan yardım iste, asla acizlik gösterme." [1]

Şüphesiz Rasûlullah (sav) yalnızca bir açıdan güçlülüğü kastetmiyordu. Ancak bedenî açıdan güçlülük de bunun içindeydi ve ilk sıralardaydı.

Beden olarak güçlü, zekâ olarak güçlü, irade olarak güçlü, sabır ve sebatta güçlü, duyguları, hassasiyeti, makamı, şuuru ve imanı güçlü mü’minlerin daha çok hayra vesile olacağında, hakka hizmetlerinin daha büyük ve devamlı olacağında şüphe yoktur.

Allah Rasûlü nün güreştiğini, at yarışlarına katıldığını, bir bağ evinde Âişe Vâlidemizle yarıştığını unutmayınız. O andaki neşesini, onunla yarışanların, özellikle Âişe Vâlidemizin ne duygular içinde olduğunu düşününüz. Ve şu gerçeği asla unutmayınız. Allah Rasûlü (sav) Medîne ye 53 yaşlarında iken hicret etmiş, yaklaşık on yıl sonra 63 yaşında bu dünyadan ayrılmıştır. 53 yaşı ile 63 yaşı arasında kaç cihada katılmış, kaç sefere çıkmış, bu yıllara neler neler sığdırmıştır…

Uhud Savaşı öncesi Semura nın arzusu üzerine onu Rafi ile güreştirmiş, yaşları küçük olduğu halde Rafi i çok iyi ok kullandığı, Semura yı da Rafi i güreşte yendiği için cihad meydanına kabul etmişti. [2] Şüphesiz onların büyükleri ateşleyici oluşlarına da dikkat etmişti.

Zübeyr İbn Avam (ra) Efendimizin halası Safiyye nin (ra) oğluydu. Cennetle müjdelenen on sahabeden biriydi. İslâm a ilk günlerde ve henüz çocuk denecek yaşlarda iken gönül vermişti. Hak dava uğruna Habeşistan a hicret edenlerdendi. Habeşistan da iken Cafer (ra) ve diğer mü minlerin de yanında yer aldığı Necaşî ordusunun düşmanları karşısındaki durumunu takip edebilmek, endişe içinde bekleyen kadın ve çocuklara savaşın neticesini haber verebilmek için gençliğin baharında iken Nil Nehri ni yüzerek karşıya geçmiş ve savaş zaferle sonuçlanınca Nil Nehri boyunca koşup gömlek sallayarak zaferin müjdesini o ulaştırmıştı.[3] Bir hayat boyu kendisine güvenen, inandığı davaya hizmet eden, zorluklar ve düşman karşısında yıkmayan biri olmuştu.

Medîneli genç sahabelerden Seleme İbn Ekva (ra) akıllara durgun veren bir koşuyla, Müslümanların zekat develerine baskın yapan, bakıcılarını öldürüp develeri kaçıran bir müşrik birliğinin peşine düşmüş,[4] mücadeleye girmiş, onlara dünyayı dar etmiş ve Allah Rasûlü (sav) süvarilerle yetişinceye kadar onların peşini bırakmamıştı. Daha sonraki yıllarda da koşma kabiliyetini hayranlık uyandıracak derecede geliştirmişti. Kaynaklar onun kısa mesafede atları bile geride bıraktığını kaydeder. Bu aziz sahebe arkasından hep hayırla yâd edilmiştir. [5]

İslâm tarihi bunun gibi örneklerle doludur. Onların varlığı ve yaptıkları şan ve şerefimiz olmuştur. Bu ruh canlı kalmalıdır.

Çocuklarımızın zekâsı da bedeni de gelişmeli ve güçlü olmalıdır. El ve beden kabiliyetleri onlara güven verecek derecede artmalıdır. Kısaca güçlü ve becerikli olmalıdırlar.

Hem beden, hem de zekâ insanlarda yaratılıştan farklıdır. Ancak her insan çalışıp gayret ederek, zamanını ve içinde bulunduğu şartları iyi kullanarak zekâsını da, bedenini de güçlendirebilir. Her ikisini de daha kıvrak, daha kabiliyetli, daha becerikli hale getirebilir. Okuyan, farklı bilgiler elde eden ve tecrübeler yaşayan, okuduklarını ve yaşadıklarını zihnine yerleştirmek, onları unutmamak, onlardan ibret almak, neticeler çıkartmak için gayret eden insanların zekâsı akranının zekâsından daha güçlü, düşünce ufku daha açıktır.

Aynı şekilde spor yapan, kaslarını güçlendirmek için prensipli ve belli bir nizam içinde çalışan insanların kasları da akranınkinden daha güçlü, bedeni daha kabiliyetlidir.

Mü’minlerin Emiri Ömer (ra), valilerine yazdığı bir mektupta şunu emrediyordu: "Çocuklarınıza atıcılığı ve yüzmeyi öğretin. Onlara, bir sıçrayışta atlara binecek hale gelmelerini emredin!" [6]

O, canlı, atik, güçlü, kabiliyetli, kendisine güvenli, cihad ruhlu bir gençlik istiyordu. Atıcılığı bilmeliydiler, yüzmeyi bilmeliydiler. Atın sırtına binerken ayağı önce üzengiye koyarak veya atı yüksek bir yere çekerek binmemeli, yerden bir sıçrayışta atın üstünde olmalı, göz açıp kapayıncaya kadar atını hedefine doğru sürmeyi başarmalıydılar. Bunu bir alışkanlık haline getirmeliydiler. O, Allah Rasûlü’nün yolunda yürüyordu.Allah Rasûlü, böyle bir nesil arzu ediyordu.

Beden kabiliyetindeki yükseklik, kasların güçlü oluşu, ellerin becerikliliği çocuklarımızın kendilerine güvenlerini artıracaktır. Yürüyüşlerine, davranışlarına, konuşmalarına tesir edecektir. Kendisine güvenen insanlar, daha girişken, daha atak, daha sebatkâr, daha azimli olurlar. Bunlar güzel hasletlerdir. Bu hasletler, alçak gönüllülük, cana yakınlık, güler yüzlülük, merhamet, mü minlere yardım, hakka hizmet duygusu gibi diğer güzel hasletlerle bir araya gelirse bunun ne kadar güzel olacağını iyi düşününüz. Böyle bir nesle olan ihtiyacımızı da.

Günümüzde şehirlerde yaşayan çocuklarımızın çoğu, evlerin arasına kısılmış, bilgisayarların başından, televizyonların karşısından kopmaz hale gelmiştir. Kasları erimekte veya hantallaşmakta, el ve beden kabiliyetleri kaybolmakta, dağlar, ovalar, denizler, dereler, ağaçlar, ormanlar, çimenler, çiçekler, onarlın arasında yaşayan canlılar, kısaca dış dünya ekranlardan seyredilmektedir.

Tabiatla iç içe olmak, onun dilinden anlamak, ağaçlara tırmanıp meyveleri dalından yemek, ağaçların, otların, çiçeklerin cinsini tanımak, kokularını ayırt etmek, hayvanlarla dost olmak, onların neden hoşlanıp neden hoşlanmadıklarını bilmek, çağıldayan dere boylarında koşmak, suların akışını seyrederek ve taştan taşa sekerek karşı kıyıya geçmek, kuş seslerini birbirinden ayırt etmek, arıların çiçeklerden bal alışını, yabanî arıların yuva yapışını seyretmek, toprağı yararak çıkan filizlerin her gün ne kadar büyüdüğünü, gülün tomurcuğunun giderek nasıl açıldığını görmek bir çoklarımız için artık hayal oldu. Ancak bunlar da kültürümüzün bir parçasıdır. İnanınız ki kitaptan veya ekranlardan bilgi öğrenmekten daha zevklidir ve bu yolla öğrenilen bilgiler, edinilen tecrübeler daha kalıcıdır. Onların ruhumuzda bıraktığı izler çok güzel ve derindir.

İnsan sadece et ve kemik yığını değildir. İradesi ve duyguları çökmüş bir insan, gerçekten yıkılmış, harap olmuş, acınacak insandır. Giderek böyle bir akıbete doğru sürüklendiğimiz de gözler önündedir.

Çocuklarınızı zaman zaman kırlara, köylere götürün. Onlarla koşup oynayın. Bedenleri gelişsin, ciğerleri temizlensin, dış dünyaları gibi iç dünyaları da canlansın. Ormanlara götürün ağaçların birbirini kucaklayan dallarını görsünler. Bir arada olmanın onlara nasıl güç verdiğini, dallarının nasıl semaya yükselme, ışığa ulaşma yarışı yaptığını, altlarındaki toprağın nasıl onları devamlı besleyecek kadar güçlü ve verimli olduğunu öğrensinler. Mevlâ nın bahşettiği nimetlerle iç içe olmanın hazzını yaşasınlar.

Siz canlı olun, çocuklarınız da canlı olsunlar. Gelecek günler de güzel olsun…
_________________________________________________
[1] Sahih-i Müslim, Kader (4/ 2052).
[2] Uhud Gazvesi ve bu gazvede yaşananlar için bak: Peygamber Dostları ÖRNEK NESİL (s. 325-362).
[3] El-Bidâye ve n-Nihâye, İbn Kesîr (3/ 72-73).
[4] Bu birlik, başlarında Abdurrahman İbn Uyeyne el-Fezârî nin bulunduğu, Gatafanlıların da içinde yer aldığı bir süvârî birliğidir.
[5] Seleme(ra) hakkında bilgi için: Sahih-i Buhârî, (12/ 106-108), Sahih-i Müslim, Cihad (3/ 1436-1440), El-İstî‘âb (2/ 87), El-İsâbe (2/ 66-67), Sîratü İbni Hişâm (2/ 281), El-Bidâye ve’n-Nihâye (4/ 151-157), Hayâtü’s-Sahâbe (1/ 544-548).
[6] Terbiyetü’l- Evlâd, Abdullah Nâsıh (1/ 310).
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Telli Babaya Noel Babayı Şikayet Kara Kartal Satır Arası Birkaç Kelam 1 31 Aralık 2021 15:42
çocuk eğitiminde anne-babaya öneriler AlimOğlu Çocuk Ve Gençlik Eğitimi 2 29 Mart 2016 01:17
ANA BABAYA İYİLİK VE SAYGI Yitiksevda Muhtelif Konular 3 15Haziran 2014 09:25
İsrâ Sûresi'nde, Anne Babaya 5 Mertebe Belgin Kur'ân-ı Kerim Genel 3 24 Aralık 2009 23:02
Yeni doğduktan sonra ölen bebek anne ve babaya şefaatçi olacakmış deniyor böyle birşe KuM TaNeSi Soru Cevap Arşivi 0 09 Nisan 2009 10:43

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.