Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Genel Konular > İslami Haberler

Konu Kimliği: Konu Sahibi Esadullah,Açılış Tarihi:  17 Mart 2013 (11:10), Konuya Son Cevap : 19 Mart 2014 (12:50). Konuya 24 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 18 Mart 2013, 15:59   Mesaj No:11
Medineweb Sadık Üyesi
muuskem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:muuskem isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21263
Üyelik T.: 02 Kasım 2012
Arkadaşları:9
Cinsiyet:-
Memleket:-
Mesaj: 676
Konular: 38
Beğenildi:32
Beğendi:6
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben



günün anısına içimi sızlattı...

Rabbim mekanlarını cennet etsin...

bizleride oraya gitmeyi nasip etsin...
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2013, 16:04   Mesaj No:12
Medineweb Usta Üyesi
"Tebessüm" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:"Tebessüm" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 24494
Üyelik T.: 05 Ocak 2013
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Mesaj: 297
Konular: 1
Beğenildi:7
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben



Allah ecdadımızdan razı olsun bir kere ziyarete gidebildim ama çok etkilendim Mevlam tekrarını nasip eder inşallah.

Gitmeyenlere de en yakın zamanda görme fırsatı yaratır inşallah.

Dün vizyonda olan Çanakkale filmini izledim. Film bile bu denli duygulandırken gerçeği nasıl da zor nasılda acıdır. Kim kuru ekmekle günlerce durabilir ki! bizim rahat içinde yaşamamız için canlarını feda eden atalarımıza bizler ne kadar duyarsız ne kadar nankör kaldık böyle uzgn
Alıntı ile Cevapla
Alt 26 Ekim 2013, 10:59   Mesaj No:13
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Kadınları bile birer Erkek olan bu ruha selam olsun......


[YT]7RwaIg7P5zk[/YT]
Alıntı ile Cevapla
Alt 26 Ekim 2013, 11:02   Mesaj No:14
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Fatma Seher Erden




Takma adı Kara Fatma
Doğum 1888 Erzurum
Ölüm 2 Temmuz 1955
Bağlılığı Türkiye Cumhuriyeti
Hizmet yılları 1919-1922
Rütbesi Üsteğmen
Savaşları/Çatışmaları Kurtuluş Savaşı
Madalyaları İstiklal Madalyası
Sonraki işi Emekli

1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Derviş bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Derviş Bey’inSarıkamış’ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum’a döndü.

1919′daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal’le bizzat görüşebilmek için Sivas’a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul’a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir’in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir’e geçerek kurtuluşu için savaştı.
300 kişiyi aşkın birliği ile I., II. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde çarpıştı. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde General Trikopis‘in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçti; Bursa’nın Yunan işgalinden kurtuluşunda rol oynadı. Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralıranda bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.[1]

Savaştan Sonra [değiştir]

Fatma Seher Hanım, çavuşluk rütbesiyle başladığı askerlikten üsteğmen rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.
Savaştan sonra, kendisi ile birlikte savaşa katılan ve bir çatışmada elini ve akli dengesini yitiren kızı Fatma’nın çocuğunu sahiplendi. Torunuyla beraber İstanbul’da bir Rus manastırında yaşamakta iken tanınmış gazeteci Mekki Sait Esen kendisini buldu. Sait Esen’in kendisiyle yaptığı röportaj 1933 yılında Yedigün Dergisi’nde yayımlandı.
Kars mebusu Tezer Taşkıran ve Rize mebusu Yusuf İzzet Akçal tarafından verilen önerge üzerine 1954 yılında TBMM kendisine yeni aylık tespit etti. Fatma Seher Hanım, 2 Temmuz 1955 günü İstanbul’da hayatını kaybetti, Kasımpaşa’daki Kulaksız mezarlığına defnedildi.[2],
Milli Mücadele’nin Bayraklaşan Kahramanı
Kara Fatma namı ile temayüz etmiş kadın kahramanımızın ilkine 93 Harbi’nde Osmanlı–Rus Savaşı sırasında rastlıyoruz. Kara Fatma, genç yaşında kendisi gibi vatansever ve mücadeleci kadınları etrafına toplayarak âdetâ gönüllü bir alay teşkil eder. Kâh cepheye lojistik destek veriyor, kâh cephe gerisi emniyeti sağlamak için manevra yapıyor kâh bizatihi disiplinli bir ordu efrâdı gibi hareket ederek cephede düşmanla boğuşuyordu Kara Fatma.
“Kadınlar Dünyası” isimli gazetenin 20 Temmuz 1913 tarihli nüshasında bu muhterem Kuva-yı Milliyeci validemizden şu şekilde bahsedilir:
“Kara Fatma, Malatya’ya bağlı Aladağlı’dır. Zayıf, orta boylu ve esmer, gözleri ve kaşları siyahtır. Elbisesi, erkek elbiselerinin aynıdır. Entari yerine geniş bir şalvar, ceket yerine ise ‘sarka’ tâbir olunan bir tür cepken giyerdi. Sesi erkek sesi gibi gür ve sertti. Yüzünü örtmez fakat, saçlarını boynuna dolar; başının, yüz kısmı dışında bütün kısımlarını ‘Leçel’denilen beyaz bir bezle kat kat sararak örterdi. Maiyeti üzerinde son derece etkiye ve güce olup, İbrahim nâmındaki hizmetlisi dahi Kara Fatma’nın hışım ve heybetinden ürperirdi. Cengâver olduğu kadar da yumuşaktı lakin, şefkati lüzumundan fazla değildi. Kara Fatma, tarihen sâbit olan en mühim ve parlak zaferlerini Rusya
Muhârebesi dönemlerinde göstermiştir”
Yunan’ın Korkulu Rüyası
Kuva-yı Milliye’nin “Kara Fatma” namlı kadın kahramanlarından bir diğeri de Batı Anadolu’da ortaya çıkmıştır. Bu bölgede milletin ve memleketin kurtuluşu için kahramanca çarpışan Kara Fatma, Yunanlılara karşı gösterdiği mücadeleleriyle Mustafa Kemal Atatürk’ün de liyakatini kazanmıştır. Ülkenin o kara günlerinde, Müslüman Türk kimliğine sahip Anadolu kadınını gönülden temsil eden; vatan için, namus için, bayrak için, istiklâl için, varlık için, şeref için dövüşen ve adı sık sık gündeme gelen bu muhterem validemiz, nesiller boyunca iftihar ile hatırlayacağımız kahraman Türk kadınlarımızın önderlerindendir… Muhârebe zamanlarında giydiği elbisesini ölünceye kadar sırtından çıkarmayan Kara Fatma’nın yakın zamanda “İstiklâl Madalyası” ile çoğu kez basında haberi çıkmış, cadde ve sokaklarda gelip geçenlerin dikkatini çekmiştir.
Muharebe Bana Düğün Gelir
Memlekette can ve namus emniyetinin tehlikede olduğunu gören bu eli öpülesi validemiz, kadınlığın o ince yapılı karakterini hiç düşünmeden, “Kadın isem de, Türk değil miyim?” diyerek işgal kuvvetlerinin zulüm ve cinayetlerine karşı Kuva-yı Milliye hareketine katılmıştır. O da, isimleri tarih boyunca şan ve şerefle yad edilecek diğer kadın kahramanlarımız gibi vatanın bağımızlığı, milletin selameti için canı pahasına hizmet etmiştir. Kara Fatma, işgalcilerin zulümlerini artırdığı ve dayanılmaz olduğu bir dönem İstanbul’dan yola çıkarak dolu dizgin, gençlik ve memleket aşkının verdiği cesâretle Sivas’a gelir ve Mustafa Kemâl Paşa’nın huzuruna çıkar:
– “Bütün millet, vatanın kurtarılmasını bekliyor, işte ben de kadın halimle geldim, iş göster, emret Paşam!” der…
Samimi ve içten gelen bu sözler Mustafa Kemal’in gözünden kaçmaz…
– “Peki ama, sen ne iş görebilirsin ki? Silah kullanır mısın? Ata biner misin? Harpten ateşten korkmaz mısın?..”
Kara Fatma’dan beklenilen cevap gelir:
– “Ata binerim, silah kullanırım, muharebe bana düğün gelir Paşam, düğün…!”
Bu Müslüman Türk kadınına hayran kalan Mustafa Kemal Paşa:
– “Şu dakikada bütün kadınlarımız senin gibi olsalardı Kara Fatma”
Diyor ve bu sûretle “Fatma Hanım”, “Kara Fatma” lâkabını almış oluyor.
Bir Kurşun Yarası Ve Kırmızı Kurdelalı Bir Harp Madalyası
Mustafa Kemal’den aldığı emir ve tavsiyelerle İstanbul’a gelen Kara Fatma 15 kişilik vatansever genci etrafına toplamıştır ve buradan Kocaeli’ne geçmektedir. Köylerde vaziyeti asla belli etmeden tam bir teşkilat kurmayı başararak Geyve’de cephe tutar. Halid Bey Kumandası’nda bir yıl vatanî görevde bulunur Kara Fatma ve bu sırada ilk defa yaralanır. Teşkilat lağvedilince orduya çavuş olarak katılır. Birçok korkulu savaşlarda orduya, istiklâle büyük hizmetler eden Kara Fatma’nın bu zaferlerden tek nişânesi aldığı bir yara ile kırmızı kurdelalı bir harp madalyasıdır. Bu gururu ve iftiharı ömrü boyunca taşımıştır.
Kuva-yı Milliye’nin Yorulmaz Hizmetçisi
Kara Fatma, bir basın mensubuna, Kuva–yı Milliye dönemindeki hizmet ve faaliyetlerinden şu şekilde bahsetmiştir:
– “İzmit, Adapazarı, Düzce ve civarına Yunanlılar sık sık baskınlar yapıyordu. Bir gün kumandan Halid Bey beni çağırdı ve dedi ki:
– ‘Fatma Hanım, senin bugüne kadar yaptıklarından çok memnunum, sana kaymakamlık vereceğim’.
Halid Bey’in bu sözlerinden anlamıştım ki, bana gene mühim bir iş verecek.
Şu emri verdi.
– ‘Şimdi adamlarını alıp İznik’e gideceksin!’.
– ‘Ama ben on beş gün önce orada idim’.
– ‘Gene gideceksin, orada bulun, işlerin var’.
Emir, emirdi. Derhal hazırlandım, atlarımıza atladık, dağlardan bayırlardan dolu dizgin koşturuyorduk.
Yolda nefes nefese iki köylüye rastladık. Bizi görünce:
– ‘Aman’ dediler, ‘İmdada gelin, köyümüzü bastılar, hepimizi öldürecekler’.
– ‘Kimler bastı köyünüzü?’.
– Kimler olacak, Yunan gâvuru’.
Öyle günler yaşıyorduk ki; kimseye inanmak caiz de değildi hani. Bu, düşmanın bir oyunu da olabilirdi, nitekim bu gibi hadiselerle çok karşılaşmıştık.
– ‘Hangi köydensiniz?’.
– ‘Elmacık Köyü’nden’.
Hemen atlardan indik, kıyafetlerimizi değiştirdik. Ben eski püskü bir elbise giymiştim. Köye girdiğimiz zaman, manzara tüyler ürpertici idi. Meydanda bir papaz oturuyordu. Etrafında onbeş, onaltı kadar silâhlı vardı. Türkleri bir araya getirmişlerdi. Papaz, Yunanlılara sordu:
– ‘Nasıl ceza verelim?’.
Yunanlılardan biri:
– ‘Onları iyice bağladıktan sonra bize teslim edin, intikamımızı biz alırız’. Dediler.
Benden şüphe edilmediği için yanlarına kadar yaklaşmıştım.
Papaz, üç köylünün bir ağaca bağlanmasını emretti.
Kardeşime yaklaştım:
– ‘Hali görüyor musunuz?’ dedim; ‘İyi ki gelmişiz, şimdi tabancamı adamların üzerine boşaltacağım’.
Kardeşim sert bir ifade ile yüzüme baktı ve yavaş sesle:
– ‘Acele etme, sonra işi bozarız’
Cevabını kulağıma fısıldadı. Ben bekleyecek halde değildim. Heyecanımdan tir tir titriyordum. Oğlum da benim halimden şüphelenmişti. Yanıma yaklaştı o da fısıldadı:
– ‘Acele etme anne’.
Düşmanın rengi küle döndü…
Ağaçlara bağlananların az sonra can vereceklerini anlayan köylüler ağlaşmaya, feryad etmeye başlamışlardı.
Ne olursa olsun fazla sabredemeyecektim. Tabancamı çektim ve:
– ‘Teslim olun!’ diye haykırdım.
Tabiî, adamlarım da silahlarını çekmişlerdi. Bu beklenmeyen hâl, düşmanı öylesine şaşırtmıştı ki… Hemen ağaçlara bağlananların iplerini çözdürdüm ve silahlı düşmanların silahlarını aldırdıktan sonra onları bağlattım. Papaza dönerek:
– ‘Haydi’ dedim, ‘Şimdi siz ölümlerden ölüm beğenin’.
Hepsinin de rengi kül gibi olmuştu. Titriyorlardı. Oracıkta düşüp öleceklerdi.
Adamlarıma döndüm:
– ‘Hepsini Halid Bey’e götürünüz’ dedim, ‘Cezalarını o verecektir’.
İzmit’e döndüğümüz zaman Süvari Livası Hacı Arif Bey bu muvaffakiyetimizden dolayı bizim için büyük bir merasim hazırlamıştı. Köylüler, coşkun tezahürat yapıyordu. Fakat bu muvaffakiyet ile birlikte beni sükûtu hayale gark eden bir mesele hasıl oldu. Meğer ‘Kara Fatma tehlikeden sakınmıyor, başımıza bir iş açar’ diye beni, geri hizmetlere almaya karar vermişler. Kıyameti kopardım. Halid Bey:
– ‘Bilmiyorum Fatma Hanım’ dedi, ‘Ölümden korkmuyorsun, fakat ya şehid olmaz da esir düşersen ne olur?.. Bizimkilerin maneviyatı bozulur, düşmanın maneviyatı kuvvetlenir. Sen hiçbir tehlikeden kaçmıyorsun. Ya, Elmacık Köyü’ndeki düşman kuvvetli olsaydı da sizi esir etseydi ?…
Tabii, o zaman kim tehlikeyi düşünüyordu. Lakin, bundan sonra daha ihtiyatlı davranacağımı vadederek vazifeme devam ettim”…
Allah mübarek şefaatlerine nail eylesin…

alıntı
Alıntı ile Cevapla
Alt 26 Ekim 2013, 11:10   Mesaj No:15
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Çanakkale Savaşı Şerife Bacı 1921 yılında deniz yoluyla İnebolu'ya gelen cephanelerin, karadan cephede savaşan askerlere ulaştırılması gerekiyordu. *Bu görevi çevredeki yaşlı erkekler ve kadınlarımız üstlenmişti. 1921 yılının Şubat ayında,soğuk,tipili bir günde erkenden İnebolu'da cephaneler arabalara yüklendi ve yola çıkarıldı. Kağnı kafilesinin sonunda,sırtına sardığı çocuğu ile Şerife Bacı da bu sefere çıkmıştı. Seydiler'in Satı Köyü'nden olan Şerife Bacı kafileyi izliyor,onlarla beraber cephaneyi bir an önce varacağı yere ulaştırmaya gayret ediyordu. Hava iyice kararmıştı.Kar biraz fazlalaştı.,tipiye dönüştü.Şerife Bacı kağnıdaki cephaneyi çocuğunun yorganı ile iyice örttü. Çocuğunu mermi sandıkları arasına gizleyerek üzerini kapattı. Tipi o kadar fazlalaşmıştı ki, ilerleyemez oldular. Durmak ölümdü.

*Cephede askerler cephane bekliyorlardı. Şerife Bacı elinin,ayağının uyuşmaya başladığını hissediyordu. Durmadan ilerlemeye çalışıyordu. Kastamonu Kışlası önüne vardığında donmuştu. Sabaha karşı Kastamonu'nun kapısı sayılan kışlada, kule nöbetçileri, alaca beyaz karanlıkta belli belirsiz bir kağnı gördüler. Kimdi bu gelen ve ne zaman kara saplanmıştı? Hemen haberdar edilen Osman Bey, Devrekanili Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat Çavuşları gönderdi. Kağnının yanına ulaşan Cemil ve Rıfat Çavuş dehşetle ürperdiler.Kağnının arkasında bir kadın vardı. Genç bir kadın.Cephanenin üstüne örttüğü yorganı kucaklamak ister gibiydi.Ama çoktan donmuş kaskatı kesilmişti. Kucaklayıp karlar üzerine yatırdılar. Bu sırada bir ses,bir hırıltı. Kulaklarına inanamadılar. Ses ve hırıltı yorganın altından geliyordu. Hemen yorganı kaldırdılar. Bir kundak bebeğiydi oradaki. Bebeği ve kadını kışlaya götürdüler.Genç kadının hüviyeti tespit edilerek köyü olan Seydiler'e gönderilerek burada toprağa verildi.


*Bebek ise (kız çocuğu) kışlaya yakın bir eve gönderildi. 1970'li yıllarda yapılan araştırma sonucu kızın Eskişehir'de ikamet ettiği ili ilgili bilgiler elde edilmesine rağmen kendisine ulaşılamadı. Günümüzde Şehit Şerife Bacının Mezar yerinin tespit edilememesine rağmen O, Seydiler'lilerin ve bütün Türk halkının gönlünde yatmaktadır.


*Şehit Şerife Bacı,Milli Mücadelede mermi taşıyan Türk kadınını temsil eden bir semboldür.Seydiler'liler bu kahraman Türk anasını unutmayıp Cumhuriyetin 50.yılında Belediye binası önüne Atatürk anıtı yanına Rölyefini yaptırdılar.1984 yılında ülkemizde yılın annesi seçildi.


alıntı



ÇANAKKALE SAVAŞINDA KESKİN NİŞANCI TÜRK KADINLARI



Avusturalya ve Yeni Zelanda arşivlerindeki asker mektupları, Çanakkale Savaşı'nda pusuya yatıp çarpışan, attığını vuran Keskin Nişancı Türk kadınlarından bahsediyor.




EMETİ SARUHAN
Avusturalya ve Yeni Zelanda arşivlerinde yapılan araştırmalar Çanakkale Savaşı'nda kadınların sadece geri planda kalmayıp, keskin nişancı olarak bizzat savaştıklarını ortaya koydu. Yarımada Yayınları'ndan çıkan ve Zümrüt Sönmez'in hazırladığı derleme kitap "Savaşın Kadınları"nda, pek bilinmeyen keskin nişancı Türk kadınları anlatılıyor. Prof. Mete Tunçoku'nun araştırmaları sonucu doğru olduğu düşünülen "Keskin Nişancı Kadın Savaşçılar"ın kimler olduğu bilinmiyor.



ANZAKLAR HAYAL ZANNETTİ
Anzak askerlerinin mektup ve hatıralarında yer alan kadın savaşçılar tartışma konusu olmuş, kimileri tarafından da zorlu savaş koşullarında ruhsal çöküntü içinde olan birkaç yabancı askerin hayal ürünü olarak değerlendirilmiş. Bu konuda çalışan ve "Çanakkale 915 Buzdağının Altı" kitabında değinen Prof. Mete Tunçoku, yabancı asker mektupları ve günlüklerini "yer, zaman, olay" boyutuyla karşılaştırmış ve anlatılanların doğru olduğuna dair kanaatinin güçlendiğini belirtmiş. Mısır'da yayınlanan "The Egyptian Gazete" adlı gazetede yer alan ve bir askerin İskenderiye'den ailesine yazdığı mektupta, kendilerini yeşile boyayarak kamuflaj yapan kadın savaşçılardan bahsediliyor. "... şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı kadın savaşçıların ateşi altında, adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada, pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız. Kendilerini yeşile boyayıp ağaçlar ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar."



52 KURŞUN YARASIYLA ÇARPIŞTI
Tunçoku'nun araştırmalarına göre kadın savaşçılar, gizlendikleri yerden vurulup ölene kadar durmadan ateş ediyor ve attıklarını vuruyorlardı. Bu kadın savaşçıların kim olduğu, bireysel mi yoksa bir grup halinde mi hareket ettikleri tam olarak bilinemiyor. Avusturalyalı piyade er J. C. Davies, annesine yazdığı mektupta, kendilerine karşı çarpışan bir kadın savaşçıyla ilgili şunları anlatıyor: "Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalya'lı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19- 21 yaşlarında genç bir kızdı. Bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı."



ANNESİ VE ÇOCUĞU YANINDAYDI
Times Gazetesi'nde yayınlanan bir başka askerin hatıralarında da yaşlı annesi ve çocuğu ile savaşan keskin nişancı bir kadın anlatılıyor. "O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyor, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da vardı. Yakalanana kadar, bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurbanlarını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesiyle, oldukça yüklü miktarda yabancı para bulduk"



ADANMIŞ BİR ÖMÜR
"Savaşın Kadınları"nda savaş devam ederken geri planda kahramanca direnen kadınların öyküleri de anlatılıyor. İlk hemşiremiz Safiye Hüseyin Elbi, savaş sırasında ön saflarda hemşirelik yapmış. Elbi parmaklarını göstererek "şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım" diyor. Şemsi Nine ise geride kalanlardan, erini askere gönderip yol gözleyenlerden. 16 yaşında evlenen Şemsi Nine'nin kocası evlendikten üç gün sonra gönüllü olarak Çanakkale'ye gitmiş. Giderken "Gençsin, güzelsin. Ne olur, ben gelinceye kadar sokağa çıkma! Gözüm arkada kalmasın" diyen ve savaşta şehit olan kocasının arzusunu yerine getirmek için ömrü boyunca hiç dışarı çıkmamış. Yıllar sonra evinden ancak cenazesi çıkmış..

(Kaynak: yenisafak.com.tr)
Alıntı ile Cevapla
Alt 26 Ekim 2013, 20:02   Mesaj No:16
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Hım çok güsel bir yazı olmuş.Ellerinise saglık
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Mart 2014, 16:45   Mesaj No:17
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Cepheden Yazılan Mektuplar



Mektup insanların duygularını birbirlerine samimi olarak aktardığı bir iletişim vasıtasıdır. İnsan şahsiyetinin aynası olan mektuplarda yazanın iç dünyasının resmini görürüz. Şimdilerde ucu yakılan ya da sonuna maniler yazılan, buram buram hasret kokan mektupları özlüyoruz. Sıla kokulu satırlarla en içten ifadelerin yer aldığı bol selamlı mektuplar da artık yok denecek kadar az. Bu gidişle "Yine yar yakmış mektubun ucunu, askerlikte sevda çekmek zor diyor" ifadeleri bir müddet sonra tamamen yabancılaşacak, anlamı zor kavranılır birer cümle haline dönüşecektir.

Mektup türleri arasında asker mektuplarının ayrı bir yeri vardır. Hayatlarının en deli çağlarında askere giden gençlerimiz memleket özlemi ve aile hasretini satırlara dökerler ve sevdiklerinden gelen mektuplarla moral bulurlar. Geçmişte bir çok cephede savaşan Türk askerlerinin cepheden gönderdikleri mektupların da ayrı bir tarihi ve kültürel değeri vardır. Bazen cepheden yazılan ama bir türlü gönderilmeye fırsat bulunamayan şehit askerlerin ceplerinden çıkan mektup örneklerine de rastlanmıştır. Bunlar içinde elde en çok bulunan örnekler Çanakkale cephesinden yazılan mektuplardır. Bir vasiyet hükmünde de olan bu mektuplar, şehit askerlerin yakınlarına son seslenişleridir. Bu mektuplarda hep ümit, hep asker olmanın vatan için savaşmanın haklı gururu vardır. Seçtiğimiz mektup örneklerinde de görüleceği gibi, bu içten satırlar aslında vatan için çarpışan Mehmetçiklerimizin duygularına tercüman olan vesikalardır. En samimi duygularla ifadesini bulan bu satırlarda bütün bir aileyle helalleşme ve şehitliğe duyulan özlem öne çıkmaktadır. Mektuplardaki edebi ifadeler de o dönemdeki halkımızın kültür seviyesini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Vatan için savaşmaya çağrıldığında tereddüt etmeden cepheye koşan fedakar Türk askerlerinin anneleri de onları uğurlarken aynı samimi hisler içindeydiler. Bunlara bir örnek Bilecik istasyonunda oğlunu askere uğurlayan "elinde bir değnekcik, sırtında bağlı bir torba başındaki ıslak örtüsü ile Söğüt'ün Akgünlü köyünden Mahmud oğlu Hüseyin'in annesidir. Ciğerparesini koklayan anne oğluna o gün son nasihat olarak şunları söylemekteydi:

"Hüseyin'im Dayını Şibka'da kaybettik. Baban Dimetoka'da şehid düştü. Ağabeylerin de sekiz aydan beri Çanakkale'de yatıyorlar. Bak yavrum son yongam sensin. Minarede ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme! Yolun Şibka'ya uğrarsa dayının ruhuna fatiha okumayı unutma. Haydi oğul Allah yolunu açık etsin!" 1 Şefkat kahramanı bir anneye bu sözleri söyleten şuur ile cephede bu nasihatin hakkını veren şuur aynı inancın şuuruydu. İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif de bu fedakar Anadolu kadınının hislerine tercüman olarak Türk milletine sesleniyordu:
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli!


Bu şuurlu vatan evlatlarından biri olan Edirne komutanı Şükrü Paşa, Edirne düşmezden evvel hükümet yetkilerine gönderdiği mektupta şunları söylüyordu:

"Edirne gibi Dünya'nın en müstahkem yerinde kurulmuş bu kutsi şehri, rezil kan içici bir düşmana teslim edecek alçak bir komutan şanlı Osmanlı tarihinde görülmemiştir. Ben de bu cinayeti işlemeyecek ve son askerimi kendi tabancama kendimi de son kurşunuma tevdi edeceğim. Şehirde savunma imkanı kalmadığını görünce, kuşatmayı sürdüren kırk bin kadar Bulgar'ı bir araya toplayıp kadın ve çocukları konsolosların ellerine birer beyaz çarşaf vererek onların korumasında şehirden çıkaracağım. Şimdiye kadar yaptıkları gibi bunları da onların medeniyet gözleri önünde isterlerse öldürsünler. Ondan sonra toplarımı o dünyaca ünlü tarihi yapılar ve kutsi yerlerimiz ile Bulgarlar üzerine çevirecek ve şehri de ateşlere boğarak harabeye döndüreceğim. İçeride ateş dışarıda ölüm içinde kalacak kahraman askerim işte o zaman kuşatma kuvvetleri bir milyon kişi de olsa onu yaracak ve bu şekilde ya kahramanca ölecek ya da atalarının kutsi başşehrini şanla terk edecektir."
Kefenini çantasında taşıyan civanmert Şükrü Paşa vasiyet olarak da şunları söylemiştir: " Düşman hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehid olarak kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafa hattımız bozulmadan şehid olursam kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni bu mahalle gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikeceklerdir."


Bugün Edirne'de abidesi dikilen bu asil vatan paşası, asker olmanın hakkını vererek gelecek nesiller için bir ibret ve örnek şahsiyet olarak tarihin altın sayfalarında yerini almıştır.
2 Haziran 1915 günü yaralanmış ve Çanakkale Askeri Hastanesi'nde şehitlik rütbesine ulaşmış Kolağası (Ön Yüzbaşı) Bölük Komutanı İstanbul'dan Mehmet Tevfik'in anne babası ve eşine hitaben yazdığı mektupta, vatan için asker olmanın kutsiliği ve haklı gururu ile şehitliğe özlem vardır. Bir vasiyet hükmünde olan bu mektupta ayrıca şehit olması durumunda borçlarının ödenmesi hususundaki hassasiyeti de dikkat çekicidir:

"Sebebi hayatım, feyz ü refikim,
Sevgili babacığım, valideciğim,
Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.
Hamd ü senalar olsun Cenab-ı Hakk'a beni bu rütbeye kadar eriştirdi. Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkürler ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamanıdır. Vazife-i mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i şehadete erersem Cenab-ı Hakk'ın sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum için bu, her zaman bana pek yakındır.

Sevgili babacığım ve valideciğim,
Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih'ciğimi evvele Cenab-ı Hakk'ın saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.

Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sa'yediniz. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü izale edecek vechile veriniz. Ağlayacak üzülecek tabi teselli ediniz. Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş. Malumat ve düyunatım hakkında refikam mektubumda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz. Münevver'in hafızasında ve yahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur. Münevver'e yazdığım mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.
Sevgili baba ve valideciğim,

Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz, hakkınızı helal ediniz, ruhumu şad ediniz, işlerimizi tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.
Sevgili Hemşirem Lütfiyeciğim,

Bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için vesayemin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni affet, mukadderatı ilahiye böyle imiş hakkını helal et ruhumu şadet, yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et, sizi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf
ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba, dostlar ve yakınlar, cümlenize elveda, cümleniz hakkınızı helal ediniz.Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda, elveda. Cümlenizi Cenâb-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum.
Ebediyen Allah'a ısmarladım. Sevgili Babacığım ve Valideciğim....
Oğlunuz Mehmet Tevfik


Bazen bu kadar uzun mektup yazmaya fırsat bulamayan bu asil vatan evlatları alelacele yazabildikleri üç beş satırla duygularını özetlemişlerdir. Askerler genel olarak ailelerinden dua ve helallik istemekteydiler:
Velinimetim sebeb-i hayatım pederim Mehmet Ağa,

İlk önce saygılarımı sunar ellerinden öperek hatır şeriflerini sual eylerim. Eğer ki oğlunuzdan zerre miktar sual ederseniz Allah'a şükür sağlığım yerinde olup siz pederciğimin de sağlıklı ve afiyetli olmasını Cenâb-ı Mevlâ'ya niyaz eylerim. Elleri havada gözleri yolda dilleri duada olan validelerimin ellerinden öperek mahsus selam edip beş vakitte hayır dualarını isterim… Oğlunuz Kadir

Cepheden yazılan son mektuplara bir örnek de mektubunu yazdıktan iki gün sonra Maydos (Eceabad)'da şehit olan ihtiyat zabit (yedek subay) namzedi Hasan Etem'in mektubudur. Düşmanın Çanakkale'ye dayandığını işittiğinde birçok fedakar Türk genci gibi o da vatan için gözünü kırpmadan cepheye koşmuş, gönüllü yazılmıştır. Kendisi İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Bayezit Numune Mektebi'nde öğretmen olarak vazife yapmaktaydı.

Hasan Etem'in validesine son mektubunda duygularını samimi ve edebi bir şekilde aktarırken askerlerin moral ve motivasyonlarını sağlayan manevi hayatlarından tablolar sunmaktadır.
Valideciğim, Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi,

Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası (Niğde) gibi, güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.

Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu ...

Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala dedim, aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın,
dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya
aldım.

Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi"

Şevket merak etmesin o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat, valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi (kardeşleri) de senin sayende görecekler.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah'ım , bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi.Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık.. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:

"Ey benim Rabbim !
Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle! "diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Oğlun Hasan Etem


Bir başka hisli mektup da 9 Ocak 1916'da şehit olan Üsteğmen Zahid'in eşine hitaben yazdığı mektuptur. Şehit düşeceğini hisseden üsteğmenin bu mektubu da bir vasiyet tarzındadır:
"Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin, her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde, elbette, ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var:
Birincisi benim için kat'iyyen ağlama...
İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan "mihr-i muaccel " ve "mihr-i müeccel " ini al, üst tarafı ile bana bir mevlid okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma..."
Ayrıca mektubun içinden kırmızı kordelaya bağlı bir de saç demeti çıkar. Saçın tazeliği bunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir. İşte o zaman herkes Zahid'in evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir. Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlâd ü iyâl düşüncesini de bırakmıştır. Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.


Gümüşhane'nin Şiran ilçesinden olan Üsteğmen Zahid, Aziziye ilçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi'nin kızı, eşi Hanife Hanım'a yazdığı ve vasiyetini bildirdiği mektubunu şu cümle ile bitirir:
"Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim."

Bu mektupların dışında esir düşmüş askerlerimizin yazdığı ve ailelerinin olara hitaben yazdığı mektup çeşitleri de vardır. Bu mektuplarda da yine aynı tema aynı hasret vardır. Hindistan'dan Rusya'ya Sina çöllerine kadar sayısız birçok cephede yedi düvelle din ve vatan uğrunda çarpışan askerlerimizden esir düşenlerin yakınlarına durumlarını bildirmek için tek umutları yazabildikleri mektuplardı. Bu mektuplar da maalesef zaman zaman ellerine ulaşamamıştır. Her şeye rağmen ümitlerini tazeleyen askerlerimiz yeni mektuplar kaleme almışlar duygularını hasretlerini satırlara dökmüşlerdir. Bazen o meşhur Yemen türküsündeki gibi "gidenler dönmemiş" ne kendilerinden bir haber alınmış ne de mektupları gelmiştir. Bu meçhul kahramanlara Mehmet Akif'in söyleyişiyle Peygamber kucak açmıştır:

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.



Sonuç olarak bütün bu mektuplar tarihe altın harflerle yazılan sahiplerinin şahsında cepheden cepheye gözünü kırpmadan koşan bütün şanlı Türk askerlerinin duygularına tercüman olan vesikalardır. Bugünün nesillerinin ecdatlarının bu asil davranış ve bakış açılarından alacağı birçok ibretler bulunmaktadır.

alıntı
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2014, 01:10   Mesaj No:18
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Çanakkale Şavaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Ramazan bayramına bir gün kalmıştı.Cephe kumandanı Vehip paşa 9'uncu Tümenin genç imamını çağırarak istemiyerekte olsa şunları söyledi. Hafız yarın Ramazan Bayramını idrak edeceğiz inşallah! askerler toplu olarak namaz kılmak istiyorlar. Fakat ne dediysem vazgeçiremedim Böyle birşey çok tehlikeli, düşman bu fırsatı kaçırmayıp toplu bir imha yapacaktır. Münasip bir dille bunu erlere sen anlatıver! İmam efendi Paşa'nın yanından henüz ayrılmıştı ki! karşısına nur yüzlü bir zat çıktı ve; 'Evladım sakın ola askerlere birşey söyleme! Gün ola hayır ola; Allahü Teala, nasıl dilerse öyle olur. Ertesi sabah , herkesi hayrette bırakan ilahi bir tecelli yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Mevla'ya kulluk aşkıyla dolup taşan mü'min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetliyen düşman kuvvetleri , artık bembeyaz bulutlardan başka birşey göremez oldular. O sabah manevi heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga etrafa yayılıyor, semaya yükseliyordu. Nur yüzlü ihtiyar zat, Fetih suresinden bir kısım ayeti kerime tilavet ederken, askerlerin gönlünden taşan kelime_i tevhid sesleri ,iman sayhası halinde düşman safhalarında duyulmaktaydı. İşte tam bu esnada İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Muhtelif İngiliz memleketlerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan bir kısım Müslüman gençler, yine kendileri gibi Müslüman bir milletle savaştıklarını işittikleri tekbir, tehlil ve tehvid seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyan etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizerek şehit etmişler, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kalmışlardı. Güneş balçıkla sıvanmıyordu. Ne yaparlarsa yapsınlar Çanakkale'yi geçemeyeceklerdi vegeçemediler de!...
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2014, 06:43   Mesaj No:19
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Çanakkale bi oyundu.

Oyunu kuranlar o kadar etraflıca düşünmüşlerdiki,bu oyunun sonunda bu toplumu islamdan kurtarıp ,kurtardıkları bu günede KURTULUŞ SAVAŞI ismini verip,bu toplumu islam ile ne kadar bağıları varsa tarumar edip yakıp yıkıp yok edeceklerdi ve çoğunuda yaptılar.

1.Halifeliği kaldırdılar,yani islamı başsız bıraktılar

2.donu olmayan topluma,şapka adı altında mecburi bi kılık kıyafet dayattılar

3.kuranı yasakladılar

4.camileri kapattılar bi çoğunu

5.ezanı türkçe okuttular

7.harf inkılabı adaı altında toplumun alimlerini bi gecede yeni getirilen harflere göre cahil yaptılar

7.Her yıl cumhuriyet bayaramı adı altında bunları kutlattırdılar

8..daha sayayım mı, SİZLER DAHA ÇANAKKALEDE NEYİN ZAFERİNDEN BAHSEDİYORSUNUZ
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2014, 11:38   Mesaj No:20
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Çanakkaleye Hitaben

Alıntı:
bilinmez Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Çanakkale bi oyundu.

Oyunu kuranlar o kadar etraflıca düşünmüşlerdiki,bu oyunun sonunda bu toplumu islamdan kurtarıp ,kurtardıkları bu günede KURTULUŞ SAVAŞI ismini verip,bu toplumu islam ile ne kadar bağıları varsa tarumar edip yakıp yıkıp yok edeceklerdi ve çoğunuda yaptılar.

1.Halifeliği kaldırdılar,yani islamı başsız bıraktılar

2.donu olmayan topluma,şapka adı altında mecburi bi kılık kıyafet dayattılar

3.kuranı yasakladılar

4.camileri kapattılar bi çoğunu

5.ezanı türkçe okuttular

7.harf inkılabı adaı altında toplumun alimlerini bi gecede yeni getirilen harflere göre cahil yaptılar

7.Her yıl cumhuriyet bayaramı adı altında bunları kutlattırdılar

8..daha sayayım mı, SİZLER DAHA ÇANAKKALEDE NEYİN ZAFERİNDEN BAHSEDİYORSUNUZ
Sen yerinde saymaya devam et bilinmez sadece yerinde sayabilirsin bundan bir adım ileriyede gidemezsin, sen naptın bu ülke bu vatan bu din için ya işin gücün Alimleri Velileri Müslümanları Şehitleri lekelemek İnsanları tekfir etmekten öte neyin var senin ya daha savunduğun dinden birhabersin iki kitap okuyup iki sohbet dinleyince muvahhid olunmuyor ya sizler yüzünden müslümanların ittihatı gerçekleşmiyor Allah size hidayet etsin nedir bu ya bu ne gaflettir bu ne hırstır bu ne bencilliktir....
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mektubu Molla Hüseyin’e hitaben yazmıştır. Allahın kulu_ Serbest Kürsü 0 03 Ocak 2015 23:11
Günahsız Bir Dilden, Efendimize Hitaben... enderhafızım Şiirler ve Şairler 4 03 Mart 2014 00:32
Soru Cevaplayan Hocalara Hitaben enderhafızım Serbest Kürsü 0 07 Temmuz 2012 01:33

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.