Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13 Kasım 2010, 21:30   Mesaj No:1

BİLAL HATTAB

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:BİLAL HATTAB isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 12646
Üyelik T.: 20Haziran 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 14
Konular: 12
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Mehdî Beklemek ya da Mehdî Olabilmek...

Mehdî Beklemek ya da Mehdî Olabilmek...

“Ortaçağ” diye bir kelime vardır, bilirsiniz. Hani karanlığı, geri kalmışlığı, taassubu, bağnazlığı ifade eder kimilerinin lugatlarında.

İşte; ortaçağ diye adlandırılan dönem, Avrupa tarihinde geleneksel olarak, son Batı Roma İmparatoru’nun düşüşü(476) ile, kimilerine göre İstanbul’un Türkler tarafından fethi(1453), kimilerine göre ise Amerika’nın keşfi(1492) arasına yerleştirilen dönemdir. (1)

İlkokul yıllarımızdan itibaren ders kitaplarımıza konularak, bizlere zorla dayatılan “ortaçağ” kavramı, Batı’nın en “karanlık çağ”ı olarak bilinir. Bu, bilinir bilinmesine de, bilmem dikkat ettiniz mi, derslerde hep “Ortaçağda Avrupa” işlendiği halde, “Ortaçağda Asya”dan hiç bahsedilmez nedense…

“Evet… Ortaçağ deyimi, Batı istediği için yaygın anlamıyla kullanılır. Doğu’da bu kavramın bir anlamı, ya hiç yoktur, ya da tam aksi bir anlamı vardır. Zira ortaçağlar, karanlığın, durgunluğun ve geri kalmışlığın Batı için söz konusu olduğu bir dönemdir. Bu dönemde doğu; medeniyetin, bilim ve teknolojinin, gücün zirvesindedir. Dolayısıyla bu kavram, Batı’nın kendisi için kullandığı bir kavramdır.” (2)


Ayrıca, bazı cenahların dillerinden düşürmeyip mütedeyyin insanlara yönelttikleri “gericilik” tabirine ne demeli? Bu tabir de Avrupa’dan ithal edildi bizlere. Zira, orda gericilik, dindarlıktı. Ve Hıristiyanlık, cidden gerici bir dindi. Çünkü kiliseler Allah adına konuşuyor ve kendi kanunlarına uymayan alimlerini asıp kesiyorlardı. Bu kavramı da çok güzel bir şekilde bizim kültürümüze pazarlayıp, fahiş fiyattan alıcılar buldular kendilerine…

Peki, 4. yüzyıldan 15. yüzyıla(Rönesans’a) kadar, Avrupa ortaçağı neden “karanlık çağ” olarak anıldı? Bunu da şu tek cümle ile özetlemek mümkün:

1. İznik(Nikaia) Konsili’nde(325), tek otoritenin Kilise olduğu kabul edildi, doğmatik inanç doğdu ve ilme kapı kapandı…

Peki, bu tek cümle, bize bir şeyler hatırlatıyor mu?

Hani, “Fıkhın Duraklama Çağı” olarak bilinen bir dönemi mesela anımsattı mı bizlere? Evet; Fıkhın duraklama çağı denilen Selçuklular Devri’ndeki muhtelif bağnazlıklar ve taassublar, netice olarak “İctihad”a karşı çıkılmasına ve bunun akabinde de “İctihad Kapısının Kapanması” görüşünün ortaya atılmasına ve hatta kabul edilmesine sebep olmuş ve bir kambur olarak günümüze kadar varlığını korumuştur. Buna rağmen, bundan sonraki dönemlerde, bu bağnazca “ictihad”a karşı durup cesaret gösterebilen alimlerin varlığı devam etmiş ve İslam’ın iktidar ve güç sahibi olmasının da etkisiyle, Avrupa’nın “Karanlık Çağı”nda, İslam’ın en “aydınlık çağ”ları yaşanmıştır. Ancak; gücün ve iktidarın, bu bağnaz ictihadı savunan cenahların eline geçmesi(ya da mevcut yönetimi etkileyecek bir kamuoyuna sahip olmaları) neticesinde, bu çalışmalar gün be gün azalmış, dolayısıyla İslam’ın iktidar ve gücü de aynı oranda zayıflamıştır.(3) Ve nihayetinde, “ictihad kapısının kapandığı” yönündeki hatalı “ictihad”, yüzyıllar sonrasının İslam dünyası için ekilmiş zehirli bir tohum olarak, günümüz İslam dünyasını bereketsiz ve ekinsiz bir tarlaya dönüştürmüş ve bir şeyler ekmek isteyenlerin ekinleri de, bu bağnaz düşünce sahipleri tarafından ifsad edilmiştir. İşte bu kambur, bugün varlığını oldukça çok hissettirmekte, ictihada düşman, taklide dost nesillerin yetişmesine ve “sürü mantığı”nın doğal sonucu olarak da, ilme kapının kapanmasına ve tek otoritenin bazı hocalar, tarikatler, cemaatler olması çıkmazına yol açmış ve günümüzü, “İslam’ın ortaçağı”na dönüştürmüştür.

Meymun İbn Mihran'dan(4) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
“Seleften (öncekilerden) bir adam sizin içinizde dirilmiş olsaydı şu kıbleden başka hiçbir şeyi tanıyamazdı.” (5) Hatta bir yabancı bile şu çığlığı atmak zorunda hissetmiştir kendini: “Eğer Allah’ın Rasulü(sas) şimdi mezarından kalkıp takipçilerinin kendi dini ile neler yaptıklarını görse, mutlaka çok kızar ve buna katılanları lanetlerdi.” (6)

Evet… Rasulullah’ın(sas) izini ve dinini takip ettiğini iddia eden ve hatta Rasulullah’ın(sas) varisi konumunda görülen günümüz alimleri(!)nin çoğunun, “Müslümanlar için tek geçerli kanunun, Allah(cc) ve Rasulünün(sas) vazettikleri” olduğunu gizleyip, fıkhî teferruatlarla hocacılık oynayıp alimin izzetine ve şerefine yakışmayan tavırlarıyla ve yine bazılarının devletin dinini “adalet”e indirgeyen inanışları ve birçok batıl itikadlarıyla; Rasulullah(sas) ve en hayırlı nesil olan ilk üç asırdaki İslam önderlerinin inanışları, itikadları, mücadeleleri ve mücahedelerini kıyaslayacak olursanız, -nerdeyse- “kıble”den başka ortak bir payda bulunamayacağına şahit olursunuz.


Şu bir gerçektir ki; İslamî iktidar olmadan İslamî toplum tamamlanmamış ve güçsüzdür. İslamî iktidar ise İslamî toplum olmaksızın ya ütopya veya zulümdür. Alternatif ise apaçıktır: Ya İslamî yenilenmeye(7) doğru hareket veya pasiflik ve gerileme… Müslüman halklar için üçüncü bir ihtimal yoktur.

Cümlelerimin sonuna yaklaşırken, üç şeye daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Birincisi;
“Taklitte ısrar, ictihada karşı aksülamel(reaksiyon); zamanla hukukun donmasına, yürüyen hayata ayak uyduramamasına sebep olmuş, İslam aleminin birçok yerlerinde şer’i hükümlerin ya toptan veya kısmen terkine, bunların yerine yabancı menşe’li sistemlerin kabul edilmesine yol açmıştır. İctihad, hukukun hayatı demektir. İctihadsız bir hukuk sisteminin ve bilhassa İslam hukukunun gelişmesi ve yaşaması mümkün değildir. Bizim, “bir hukuk sisteminin yaşamasından” maksadımız, onun cemiyet hayatına girmesi, yaşanması, tatbik edilmesi demektir.” (8)

İkincisi;
“İslam’da ümmet prensibi vardır; daha doğrusu İslam, dinî, kültürel ve siyasî olarak bütün Müslümanların tek bir birlikte birleşmelerini ister. İslam milliyet değildir; ancak bu toplumun üst milliyetidir. Gerek ülküsel ayrılıklar(cemaatler, mezhebler, siyasî partiler vb.), gerekse maddî ayrılıklar(toplumsal sınıflanmalar vs.) ve bu birlikte “ayırıcı” olarak ileri sürülen ne varsa bu birliğe aykırıdır ve böylece bunlar sınırlandırılarak ortadan kaldırılmak zorundadır.” (9)

Üçüncüsü ise;
“Bizim açık düşünce psikolojimizden iki şeyi ortadan kaldırmak gerekir: Mucizeye inanç ve başkalarının yardımı… İnsanların çalışma ve bilgi sonucunda ürettikleri mucizeler dışında mucize yoktur. (10) Düşmanları mucizevî yolla kovacak, fakirliği ortadan kaldıracak, refah ve aydınlığı ekecek herhangi bir mehdî yoktur.(11) Mehdi, bizim tembelliğimizin adıdır.” (12)

Yani kardeşlerim; bizler evvela vâiz, daha sonra asker olmak zorundayız. Vaat edilmiş bir ülke, mucize gerçekleştiren varlıklar ve mehdiler yoktur; sadece çalışma, mücadele ve uğruna kurban verilen yol vardır!



Dipnotlar:


(1)- Büyük Larousse, 14/8901
(2)- Dr. Ali Şeriatî, Rişe-i İktisadi-i Rönesans, 17
(3)- “4. asırdan önce hem farz, hem de çok şerefli bir ilim pâyesi telakkî edilen ictihad, nazarî bakımdan olmasa bile tatbikatta, 4. asırdan sonra garip ve münker bir iş gibi karşılanmış, dinî gayret ve medenî cesaret sahibi bazı müctehidler, bu sıfatlarıyla ortaya çıktıkları zaman kendilerine cephe alınmış ve hakaretlere maruz kalmışlardır. İbn Teymiyye, Suyûtî, Behâeddin Merânî, Şevkanî gibi alimleri burada örnek olarak hatırlayabiliriz.” (Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, Bl:4)
(4)- Ebu Eyyub, Meymun İbn Mihran el-Cezerî er-Rakî el-Fakih. Kûfe'de büyüdü, sonra Rakka'ya yerleşti. Amr, Zübeyr, Ebu Hureyre, Aişe ve İbn Abbas gibi sahabenin büyüklerinden hadis rivayet etmiştir. Zâhid, âbid, güvenilir, doğru ve âlim bir zâttır. Çok sayıda kişi kendisinden hadis rivayet etmiştir. Hicri 117'de vefat etmiştir. (Tehzibu't-Tehzib, 10/390; Şezeratü’z-Zeheb, 1/154)
(5)- Bkz: İmam Şatibî, el-İ’tisam, 1/32
(6)- Lothrop Stodard, 2. Dünya Savaşı arefesinde yayınlanan “İslam Dünyasının Bugünü” adlı eserden. Bkz: Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, 28

(7)- Yenilikten kasıt, dinde reform ve bid’at ictihadlarla ilk üç nesle muhalefet etmek değil; aksine bid’atleri terkle, günün ihtiyaçlarına uygun Kur’an ve Sünnet merkezli ictihadlarla sahih İslam’a doğru bir yeniliktir. Bizim dine sarılmamız, geçmişe dönmek demek değil, geçmişteki mücadeleyi devam ettirmek demektir.
(8)- Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslam Huk. Mezhebler, 17-19; Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, Bl:4
(9)- Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, 181-182
(10)- Rasulullah’ın(sas) mucizelerini inkar anlamı çıkarılmasın. Kastettiğimiz; hiçbir eylemde bulunmadan, mucizeler, mucizevî haller ya da kerametler beklenmemesi gerektiğidir.

(11)- Ehl-i Sünne inancına göre Mehdî’nin zuhuru haktır. Birçok sahih hadiste buna işaret edilmiştir. Ancak; hem fıkhî ve itikadî birçok yanlışa göz göre göre saplanıp, ilâ-i kelimetullah için hiçbir harekette bulunmayıp, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışında olup vs. hem de dünyanın ya da yaşadığımız beldenin daru’l-İslam(İslam yurdu) olmasını beklemek, bunun için sadece Mehdî’nin zuhurunun yeterli olacağını ve Mehdî’nin(as) zikirlerle, dualarla küffarı yeneceğini düşünmek abesle iştigaldir ve asla ehl-i Sünne itikadıyla bağdaşmamaktadır.
(12)- Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, 188


Bilal Hattab
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi BİLAL HATTAB 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Rasulullah ve Sahabe Dönemindeki Tefsir... Makale ve Köşe Yazıları YaŞuHa 3 3923 13 Mart 2011 21:14
Hadis Istılahları, Hadis Tedvini ve... Makale ve Köşe Yazıları BİLAL HATTAB 0 2558 11 Mart 2011 23:26
Tekfir Psikolojisi Makale ve Köşe Yazıları Zemahşeri 5 2434 11 Mart 2011 23:18
Ve Nihayet Olan Oldu: İleri Demokrasi(!) "LÂ"yı... Makale ve Köşe Yazıları kamer34 5 1872 07 Mart 2011 22:00
Ne Oldu Bize ??? Makale ve Köşe Yazıları BİLAL HATTAB 0 1523 26 Şubat 2011 21:16