Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Aralık 2010, 16:05   Mesaj No:1

BİLAL HATTAB

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:BİLAL HATTAB isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 12646
Üyelik T.: 20Haziran 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 14
Konular: 12
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Namazdaki bid’atler ve bid’at namazlar

Namazdaki bid’atler ve bid’at namazlar

“Bid’at iblise masiyetten daha sevimlidir. Çünkü masiyetten tevbe edilir; bid’atten ise tevbe edilmez.”[1]


Rabbimizi sürekli hatırımızda tutmanın, topluca Rabbe yönelmenin ve topluca O’na (c.c.) dua edebilmenin vesilesi; ruhumuzun en güzel gıdasıdır “Namaz”. Namaz zarafettir, namaz zalime başkaldırıdır, namaz Yaradan’a (c.c.) karşı tevazudur, namaz O’na (c.c.) karşı aczin göstergesidir. Namaz duaların en yücesi ve en faziletlisidir. Ve namaz, hidayettir. Bid’at ise dalâlet… Ve işte, hidayetle dalâlet bir araya gelemeyeceği için; dalâletin, yani bid’atin bulaştığı ameller ifsad oluyor, kabul olunmuyor.[2] Bu yüzden, bilhassa dinimizin amelî olarak ilk şartı olan Namazımızda, bid’atlere bulaşmamanın gerekliliği ortaya çıkmış oluyor.

Konumuza bakıp da, “namazın da bid’ati mi olur?” diye aklından geçirenler için, meseleyi en başından ele alalım ve yazımızın sonunda da takdiri okuyucularımıza bırakalım.


Bid’at Nedir?

Bu soruya verilecek en kısa ve ezbere cevap; “dinde sonradan ortaya çıkan şeylerdir” olur şüphesiz. Biraz tafsilata girecek olursak;

Bid’at kelimesinin aslı, geçmişte örneği bulunmaksızın bir şeyi bulup çıkarmak demektir. “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’tır”[3] ayetindeki -bedî’- kelimesi bundan türemiştir ki; “gökleri ve yeri, geçmişte bir örneği bulunmaksızın yaratan” demektir. Arapça’da, “önceden hiç kimsenin gitmediği bir yoldan gitti” anlamında, “ibtedea fulânun bid’aten” denilir. Kelimenin bu anlamından dolayı, şeraitte delili bulunmayan amellere de bid’at denilmektedir. [4]

Yazımızın “gelişme” bölümüne geçmeden önce, bid’at kelimesini “lugavî” ve “şer’î” anlam olmak üzere ikiye ayırmanın gerekliliği üzerinde durmamız gerekmektedir. Zira bu konudaki ihtilafların ana menbaı, bu ince noktadır. “Bid’atleri toptan reddedenler, neye dayanarak reddediyorlar; bid’ati kısımlara ayıranlar lugavî anlamını mı, şer’î anlamını mı kastediyorlar?” gibi soruların cevabı, bu ince noktanın farkına varılarak rahatlıkla bulunabilir.

Ulema arasındaki yöntem ve söylem farklılıklarından doğan bu karışıklık, bid’atlerini delillendirmeye uğraşan çevrelerce bir “ihtilaf” gibi sunulmakta ve bid’atlerin en azılı düşmanları olan İmam’ların sözleri kullanılarak bid’atlere kılıf bulunmaktadır. Rasulullah’ın (s.a.s.); “her bid’at sapıklıktır” sözüne karşı, bid’ati kısımlara ayırarak “iyi bid’at (bid’at-i hasene) -kötü bid’at (bid’at-i seyyie)” ayırımı yapanların ve buna aldananların bu dine verdikleri zararı, en azılı İslam düşmanları dahi verememiştir.


Bid’at-i Hasene Var mıdır?

Şer’î bir kavram olarak ele aldığımızda, bid’at-i hasene gibi bir kavramı kabul etmek asla mümkün görünmemektedir. Zira, iyi ve güzel, dinin iyi ve güzel gördüğüdür. Oysa, az önce de zikri geçtiği gibi, Allah’ın (c.c.) Rasulü (s.a.s.) hiçbir ayırım yapmadan bütün bid’atlerin sapıklık olduğunu beyan etmiştir. Bunun şer’î delilleri pek çoktur ki, yeri geldikçe sunacağız. Aklî delili ise şudur ki; şayet “iyi bid’at gibi bir kapıyı -açmayı bırakın- aralamaya dahi kalkışsanız, o aralıktan bu din içerisine, dahilî ve haricî düşmanlar ve onlara aldanan cahiller tarafından neler sokulabileceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Birisi çıkar, “şöyle hareketler ve şöyle ses ritimleriyle zikr, kendini dünyanın vesveselerinden koparıp Allah’ın (c.c.) muhabbetine ve zatına bağlar” gibi cümlelerle, Allah (c.c.) ve Rasulü’nün (s.a.s.) emir ve tavsiye etmediği zikir şekilleri uydurur.[5] Bir diğeri, “üstadının hayalini zihninde canlandır, nurunu kalbine akıt” gibi kurallar koyarak, bunu dinin emri gibi sunar.[6] Bir başkası, “şu şu günlerde toplanın, göğüslerinize vurun, o günlerin hatırasını her an canlı tutun” gibi İslam dışı eylemleri, mezheplerinin zaruriyatı yapar.[7] Rasulullah (s.a.s.) -bid’atin tarifini de yaptığı hadis-i şeriflerinde- “her” bid’atin sapıklık olduğunu boşuna mı beyan etmişti dersiniz? Boşa konuşmak, hevaya göre konuşmaktır. Şüphe yok ki; “O hevasına göre konuşmaz. O’nun bildirdikleri ancak vahiydir!” [8]


Bid’at-i Hasene Konusunda Bazı Şüpheler…

Yukarıda da değindiğimiz gibi, bid’atlerine kılıf arayanlar, bid’atlerini delillendirme gayretinde olanlar, ortaya bazı şüpheler atarlar ve ille de bid’atin de “iyi”si olacağını anlatmaya çalışırlar. Ki; kendi uydurdukları ya da atalarından devraldıkları asılsız eylemler berdevam olabilsin…

Bu konudaki ilk şüphe, Hz. Ömer’in (r.a.) teravih namazıyla alakalı olarak söylediği, “bu ne güzel bid’at” sözüdür. Buna birkaç açıdan yaklaşacağız.

Birincisi; yukarıda da özellikle üzerinde durduğumuz gibi, Ömer b. Hattab (r.a.) bu kelimeyi şer’î anlamıyla değil, lugavî anlamıyla kullanmıştır.[9] Yoksa bid’atler karşısında en katı tavra sahip olan böylesi bir önderin, dinde olmayan bir şeye “iyi-güzel” demesi düşünülebilir mi?

İkincisi; Ömer’in (r.a.) bu sözü söylemesine sebep teşkil eden teravih namazı, Sünnet’tir. Rasulullah (s.a.s.) bu namazı kılmış ve Ümmetine tavsiye etmiştir. Rasulullah (s.a.s.) zamanında da birkaç kere cemaatle kılınmasına karşın, Rasulullah’ın (s.a.s.) bu namazın ümmetine “farz” olacağı korkusuyla, cemaatle kılmayı terk ettiği bilinmektedir. Hz. Ömer (ra.) ise, Rasulullah’ın (s.a.s.) vefatı sonrası bu “illet”in ortadan kalktığı ve artık Allah (c.c.) tarafından herhangi bir farz vahyedilmeyeceği düşüncesiyle, zaten dinde olan bu ameli tekrar uygulamaya koymuştur.[10]

Üçüncüsü; teravih namazı, Rasulullah’ın (s.a.s.) uygulaması olmayıp, Hz. Ömer’in (r.a.) bir uygulaması olsa dahi -ki, sahih hadislerle Rasulullah’ın (s.a.s.) uygulaması olduğu sabittir – Rasulullah (s.a.s.) sadece kendi Sünnetlerine değil, raşid halifelerinin Sünnet’lerine de yapışmamızı bizlere tavsiye etmektedir.[11]

Bu konudaki ikinci şüphe, İmam eş-Şafiî, İzz b. Abdisselam gibi bazı âlimlerin, bid’ati sınıflandırmalarıdır. Bu sınıflandırma, başta dediğimiz gibi lugavî anlamıyla bir sınıflandırmadır; şer’î anlamıyla değil. Konuyu uzatmamak adına fazlaca ayrıntıya girmeye gerek görmüyoruz.

Birçok şüphe arasından sonuncu olarak zikredeceğimiz bir diğer şüphe ise, Rasulullah’ın (s.a.s.), “Kim İslam’da güzel bir çığır açarsa, kendisine onun ecri ve ecirlerinden hiçbir şey eksiltilmeden, kendisinden sonra onunla amel edenlerin ecri vardır…”[12] mealindeki hadisleridir.

Bu konuya da birkaç açıdan yaklaşmak mümkün; ancak Rasulullah’ın (s.a.s.) bu sözü söyleyiş sebebini aktarmamızın yeterli geleceği kanaatindeyiz. Hadisin sebeb-i vürûdu şöyledir:

“Cerîr b. Abdullah el-Becelî (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.) bize bir hutbe verdi ve insanları sadaka vermeye teşvik etti. Fakat insanlar ağır davrandılar. Öyle ki, O’nun yüzünde kızgınlık alameti belirdi. Sonra Ensar’dan biri bir kese getirdi. Bunun üzerine de insanlar peş peşe getirmeye başladılar. Nihayet Rasulullah’ın (s.a.s.) yüzünde sevinç alameti görüldü ve şöyle dedi: “Kim İslam’da güzel bir çığır açarsa…”[13]

Yani, Rasulullah’ın (s.a.s.) bu sözü; -söylenme sebebinden de anlaşıldığı gibi- dinde olmadığı halde yeni bir çığır açan kişilere değil; dinde olan fakat unutulan ya da ağırdan alınan amellerin uygulanmasına ön ayak olanlaradır. Hadisin söylenme sebebi, Sünnet’te aslı olan sadakaya teşvik içindir.

Meseleyi, makalenin formatına en uygun şekilde özetlemeye çalıştık. Şimdi de, bid’atlerin zayıf ve mevzû (uydurma) hadislerle olan ilişkisine ve bu şekilde dine sonradan sokulan amellerin birkaçına değinelim.

Bid’atçilerin en büyük dayanakları şüphesiz ki Rasulullah (s.a.s.) ve ashabından naklettikleri zayıf ve uydurma rivayetlerdir. Bu rivayetler neticesinde, bid’atlerine kılıf bulmakta ve cahil insanları aldatabilmektedirler. Çünkü insanların kutsala saygısı vardır. “Sened” ve “metin”in, “cerh” ve “ta’dil”in, “makbul” ve “merdud”un, “ruvat” ve “rical”in ne olduğunu bilmeyen, Hadis ilminden zerre miskal teneffüs etmemiş olan birisine bir söz söyleseniz, altına da “Hz. Muhammed” ya da “Hadis-i Şerif” yazsanız, bu, o kişinin o sözü “hadis” diye kabul etmesi için yeterlidir.[14]

Hal böyle olunca, Rabbânî alimler “zahir ehli” gibi nitelemelerle halkın gözünde farklı konumlara getirilince ve tabi ki avamın meyli bid’atlere olunca; Sünnet’lerin terk edildiğine ve her Sünnet’in yerini de bir bid’atin almaya başladığına şahid olursunuz. Bu yüzden, Rabbânî âlimler, bu gediği çok sağlam şekilde kapatmışlar ve bu kapının anahtarını da eserlerinde zikretmişlerdir.[15] Bize düşen biraz zahmet edip anahtarı almak ve kapıyı kilitlemekten ibaret olacaktır. Bunu dahi yapamayışımız, evvela bu ilim mirasını bizlere bırakan dağlar misali o ulemaya ihanettir!

Şimdi de; ne ayetlerde, ne de Rasulullah (s.a.s.) ve ashabından gelen rivayetlerde yer almayan, namazla alakalı birkaç bid’ati dile getirelim. Önümüzdeki sayılarda inşaAllah detaylarına gireceğimiz bu bid’atlerin en meşhuru, şüphesiz ki namazdan sonraki, İmam’ın cemaate dönerek yaptıkları toplu tesbihattır. Bu uygulama, Rasulullah (s.a.s.) ve ashabının, tabiîn ve tebe-i tabiîn’in bir uygulaması olmadığı halde, “her bid’atte olduğu gibi”, bazı maslahatlara binaen sonradan ortaya çıkan bir uygulamadır. Ve bid’atlerin nasıl Sünnet’lerin yerine geçip Sünnet’i ortadan kaldırdığına da en açık ve güncel örnektir. Öyle ki, namazdan sonraki bu toplu tesbihata katılmayıp ferdî olarak yapanlar, “Sünnet’i terk etmekle suçlanabilir olmuşlardır. Oysaki Sünnet olan, yani Rasulullah’ın (s.a.s.) uygulaması, bunu topluca değil, ferdî olarak yapmaktı… [16]

Verilebilecek birçok örnekten, bizim seçtiğimiz son örnek de; namaza başlarken ettiğimiz niyetin dil ile yapılmasıdır. Böyle bir niyet şekli, ne Rasulullah’tan (s.a.s.), ne de ashabından nakledilmiş değildir.[17] Öyle ki, İmam İbn Kayyım’ın (rh.a.) dediği gibi, Rasulullah’ın (s.a.s.) namazda ne yaptığı, ne okuduğu, nerde nasıl davrandığı ve hatta sureleri okurken sakalının oynayışı dahi bize aktarılmışken, dil ile “niyet ettim şu vaktin şu namazını kılmaya. Döndüm kıbleye. Uydum imama (ya da arkamdaki cemaate kıldırmaya)” gibi bir niyet, ne sahih ne de zayıf hiçbir şekilde nakledilmemiştir. Bu da yine bazı maslahatlara binaen tavsiye edilmiş; ancak sonradan dine sokulan her uygulama gibi, artık dinin bir gereği gibi algılanır olabilmiştir günümüzde. Oysaki niyet dilin değil, kalbin amelidir. Hangi namazı eda edeceğimizi kalben geçirip, aklen düşünmek yeterlidir ve Sünnet’e uygun olan da budur. Nitekim İmam Rabbanî (rh.a.), bu uygulamanın, bir Sünnet’i değil, bir farzı ortadan kaldırdığını dile getirmiştir ki, o da insanların ezbere olarak sadece dil ile niyet etmeleri, kalplerinden ise bunu geçirmeyerek farzı iptal etmeleridir.

Ayrıntılarını yine önümüzdeki sayılara bırakarak, bir de “bid’at namazlar”dan bahsedelim istiyorum. Namazdaki bid’atler bir kenara, ehl-i bid’a bir de Sünnet’te olmayan namazlar üretmişler ve maalesef eserlerimize de bunları -tabiri caizse- sokuşturabilmişlerdir. Bu namazların başlıcaları, kandil geceleri olarak addedilen gecelerde, o gecelere has olarak kılınan namazlardır. Bu namazları ayrı ayrı incelemeyi önümüzdeki sayılara bırakarak, bu yazımızda genel olarak zikretmekle yetineceğiz.

Bid’atçiler ve onlara uyan cahiller, bu konuda da ilmî olmayan duygusal savunmalarla amellerini meşrulaştırmaya çalışırlar. Bilhassa insanları hayra teşvik amacıyla hadis uyduranların çokluğu ve bu kişilerin bahisleri, rical ve mevzuat kitaplarında anlatılır. Mesela, İmam es-Suyutî (rh.a.) bir hadis uydurucusu hakkında şu bilgileri verir: “Süleyman b. Amr el-Bağdadî gece en çok ibadet eden, gündüzleri de en çok oruç tutan kişiydi. Bununla beraber hadis uyduruyordu.”[18]

Nitekim, İmam Müslim (rh.a.) de, “Sahih”in mukaddimesinde şunu rivayet eder: “Yahya b. Said el-Kattân şöyle demiştir: “Salihlerin, hadislerde olduğu kadar başka bir şeyde yalan söylediklerini görmedik.”

Görüldüğü gibi, özellikle “iyi niyet” ürünüdür bütün bid’atler. Ancak şu bir gerçektir ki, niyetin iyi olması tek başına yeterli değildir; o niyetin Kitab ve Sünnet’e uygunluğu elzemdir.[19] Birilerinin iyi niyeti, birilerinin de herhangi bir tahkik yapmadan eserlerine alması sonucu, günümüzde hem cefası çekilen, hem de hiçbir sevap alınmadığı gibi masiyet kazandıran amellerdendir, bu gecelerde kılınan namazlar. Bu gecelerde kılınması tavsiye edilen namazlar, İmam Gazzalî (rh.a.) gibi bir önderin dahi eserinde yerini alabilmiştir. Ancak; “emrolunduğu gibi dosdoğru ol”maya çabalayan bir mü’min için, “o dediyse vardır bir bildiği” gibi bir mantık geçerli değildir elbette. O meselenin araştırmasını, tahkikini yapmak zorundadır. İmam Gazzalî (rh.a.), hadis ilminde yetersiz olduğunu, naklettiği haberlerin hüsn-ü zanna binaen nakledildiklerini kendi beyanıyla itiraf etmektedir zaten. Hiç kimsenin kalkıp İmam Gazzalî (rh.a.) gibi bir dehayı ve İmam’ı bu yüzden suçlaması ya da -her insanın yapabileceği gibi- böyle hatalar yapmış olması sebebiyle O’na dil uzatması düşünülemez; kabul edilemez! Asıl suçlanması gerekenler, hiçbir araştırma zahmetine girmeden, kısa yoldan cennet hayali kuranlardır.

Belli gün ve gecelere has kılınmış bu namazların tümü bid’attir; sakınılması gerekir.[20] İmam Nevevî (rh.a.), “bu gibi namazların Gazzalî ve Ebu Talib el-Mekkî gibilerin eserlerinde yer alması sizi aldatmasın diyerek”, ilminin kendisine verdiği samimiyetle bizleri uyarmıştır. Yine İmam Nevevî (rh.a.) şöyle der: “Recep ve Şaban ayı namazı çirkin, kötülenmiş birer bid’attir.”[21] İmam el-Leknevî (rh.a.), İmam Nevevî’nin (rh.a.) bu konudaki sözlerini şu cümlelerle aktarır: “en-Nevevî’nin el-İydahu ve’l-Beyan adlı kitapta nakledilen bir fetvasında; Reğaib ve Beraat gecelerinin namazları hakkında söz etmiş ve bu iki gecede kılınan namazları zemmederek çirkin görüp inkar etmiştir. en-Nevevî şöyle der: “Reğaib namazı çirkin, kötü ve münker bir bid’at olduğu gibi, aynı zamanda da çok çeşitli münkerata şamil olan bir bid’attir. Bu namazın terk edilip, onu kılanların yaptıklarının inkâr edilmesi ve ondan yüz çevrilmesi gerekir. Müslümanların yöneticilerinin de, insanları bu namazdan men etmeleri gerekir. Birçok memlekette bu namazı kılanların varlığına adlanılmamalı. Kûtu’l Kulûb (Ebu Talib el-Mekkî) ve İhyâu’l-Ulûm (el-Gazzâlî)gibi kitaplarda zikredilmiş olmasına kimsenin aldanmaması gerekir. Zira o namaz bid’attir ve batıldır.”[22] “Şihâbuddin Ebu Şâme (İzz b Abdusselâm’ın öğrencilerinden), İzz b. Abdisselam’ın (rh.a.) bid’atlerle mücadelesinden bahsederken şunu da ilave eder: “…birçok bid’atı ortadan kaldırmış, Şaban’ın yarısında ve regâib gecesi kılınan namazları yasaklamıştır.” [23]

Sonuç olarak, bu gecelerde kılınması tavsiye edilen namazlara dair makbul bir hadis yoktur ve bu konuda gelen rivayetlerin hepsi, muhaddislerin ittifakıyla uydurmadır. Ve “bu konuda itibar edilecek olan, hadisin sübûtu için hadis âlimlerinin rivayet ve şahadetleridir; bazı kişilerin ‘keşf’leri değil. Muhaddislerin bu konuda şiddetli davranmaları gerçekten çok yerindedir. Çünkü onlar baktılar ki, bu namaz havas ve avam herkes arasında Rasulullah’tan (s.a.s.) rivayeti sabit olduğu zannıyla yayılmakta, onlar da bu namazlar hakkında açıklamada bulunup bu konudaki hadislerin uydurma ve çok çirkin olduğunu söylemeyi kendilerine görev bildiler. Eğer bunu yapmasalardı, avam bir tarafa, havasın çoğu bile muhterem tasavvuf ehli kimselerin din kitaplarında bu namazın zikri geçtiği için buna aldanacaklardı.” [24]

“Yazıklar olsun Allah’ın Rasulünden (s.a.s.) gelen sahih hadisleri terk edip, böyle gevşek hadislere sarılanlara!”[25]

Sözümüzün sonu, âlemlerin Rabbine hamd etmektir…


DİPNOTLAR:

1)Süfyan es-Sevrî’nin(rh.a) sözü. Bkz: Ebu Nuaym, Hilye, 7/26; İbnu’l-Cevzî, Telbis-i İblis, 22

2) Huzeyfe(ra), Rasulullah’ın(sas) şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Allah(cc) bid’at sahibinin ne orucunu, ne namazını, ne haccını, ne umresini, ne cihadını, ne kıldığı nafile ve de farzı kabul eder. O İslam’dan, kılın hamurdan çıkarıldığı gibi çıkar.” [el-Munzirî, et-Terğibu ve’t-Terhib, 1/85; İbn Mâce, es-Sünen, 49. Hadis, şahitleriyle “hasen”dir.(Mehmed Emin Akın)]

Enes b. Mâlik’in(ra) de, Rasulullah’tan(sas) şu sözü rivayet eder: “Allah(cc) her bid’at sahibinin tevbesinin önüne, bid’atini terk edinceye kadar bir perde çekmiştir.” [Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 1/188]

3)Bakara / 17

4)Bkz: eş-Şâtıbî, el-İ’tisâm, 1/45

5) Şeyh Muhammed Konevî, zikrin şöyle yapılmasını öğütlüyor: “ Nefes tutularak göbekten alna doğru giderken ‘Lâ’ kelimesi söylenir. ‘İlâhe’ kelimesi söylenirken sağ omuza kavisli bir şekilde inilir ve oradan kalbe inerken illAllah” denilerek bu “illAllah’ kelimesi kalbe vurur.



Bu zikir, kalbin amelidir. Bu yüzden kişi, kendisine verilen virdi devamlı yapmalı, zaruret olmadıkça terk etmemelidir. Virdini yaparken de, rükunlarına(!), şartlarına ve adaplarına riayet etmelidir.” [Muhammed Konevî, Ayet ve Hadislerle Kalbe Şifa Veren İslamî Hayat, 342-343] “Ayet ve hadislerle İslamî hayat” adlı bir eserde, ayet ve hadislerde asla bulunamayacak olan bir zikr ve adab şeklinin beyan edilmesin ne kadar tuhaf değil mi? Bu gibi zevatın, Allah’ın(cc) Kitab’ına Rasulü’nin(sas) Sünnet’ine ve ashabın ameline muhalif hareket tarzlarına “zikr” adını vermeleri, birçok insanı aldanmasına sebep olabilmektedir. Zira hiçbir Müslüman, fıtrat olarak “zikr”e karşı gelemez ve bunun hilafına bir söz söyleyemez. Oysa ayet ve hadisler, zikrin ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini fazlasıyla açıklamaktadır. Rabbimiz Kitab’ına “ez-Zikru’l-Hakîm” demiştir. Ayrıca, Muaz b. Cebel(ra) de, “ilim meclisleri”ne, “zikr meclisleri” demiştir. [İbn Abdilberr, Camiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlihî, 1/227]

6) Şeyh Hacı Ahmed-i Lütfü şöyle diyor: “Bir dervişin ‘mutlaka!’ kendi şeyhine rabıta etmesi gerekir. Bir derviş, kendi şeyhinden başkasını rabıta edecek olursa, gözünün önüne manevî bir perde çekilir; ne kadar çalışırsa çalışsın manen açılmaz(!). Derviş şeyhini rabıta ettiğinde, şeyhin bundan hemen haberi olur(!). Derviş 24 saat şeyhin gözetimi altındadır(!).” [Çok daha fazlası için: Şeyh Hacı Ahmed-i Lütfü, Tarikat, 89-90]

Sâliklerin genelinde ortak bir tavır vardır ki, şöyle derler: “Biz günahkar kullarız. Allah’tan(cc) bir şey isteyecek yüzümüz yok. Bu yüzden Şeyh’e tevessülle rabıtada bulunarak onun bizimle Allah(cc) arasında bir vesile(aracı) olmasını diliyoruz.” Dünyevî işlerimizde “aracılar”la iş görmeye alışmış olduğumuzdan olsa gerek, Rabbimizle ilişkilerimizi de bu mantıkla yürütme yanlışına düşebiliyoruz demek ki! Peki, sormak gerekir: Madem öyle, Rabbinizin huzuruna hangi yüzle çıkarak namaz kılabiliyorsunuz? Madem öyle, namazınızı da, şeyhlerinize teveccühle ona rabıtada bulunarak kılsanız ya! Huzuruna çıkmanı kabul etmeyen Allah(cc) –ki haşa, neuzu billah-, namaz kılmanızı nasıl kabul edecek? Bunu aklınız alıyor mu?

7) Ali Hamaney, Humeynî’nin kendilerine tavsiyelerinden bahsederek şöyle der:

“İnsanları Allah’a yaklaştıran, dinin öğretilerine bağlılıklarını artıran bazı şeyler vardır. Bunlardan biri de geleneksel olarak yapılan taziye merasimleridir. İmam Humeynî’nin, geleneksel taziye merasimlerinin gerçekleştirilmesi konusunda bize tavsiyesi; Hüseyniye meclislerine katılmak, İmam Hüseyin’in ölümünü anmak, bunun için ağlamak, taziye kortejlerinde göğüslere vurarak dövünmektir. Bunlar, ehl-i Beyt’e karşı coşkun hisleri güçlendiren etkenlerdendir. Bu merasimlerin en yücesi, başa ve göğse vurarak dövünmektir.” [Ali Hamaney, Felsefetu Aşûrâ, 8-9] Humeynî de şöyle diyor: “Şunu bilmelisiniz ki, bu halkın yaşamı bu merasimlere, mersiyelere, toplantılara ve kortejlere bağlıdır.” [Humeynî, Nahdatu Âşûrâ, 108]

“Cahillere filozofluk taslayan bu insanlar, ne yazık ki İslam dininin mübarek din alimleri, müctehid ve muhaddislerinin fevkine çıkarılarak dinde fitne ve dalalet olan düşünce ve batıl inançlarını “Tevhid”in önüne engel olarak koyuyorlar.” [Mehmed Emin Akın, Bir Tarikat Şeyhine Mektup, 108]

8) Necm / 3-4

9) Bkz: İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 2/515(Bakara/117 tefsirinde); İbn Teymiyye, İktidau’s-Sıratı’l-Mustaqîm, 350; eş-Şatıbî, el-İ’tisam, 2/220; İbn Recep, Camiu’l-Ulûm, 2/128(28 no’lu hadisin şerhi)

10) İmam Ebu Yusuf der ki: “Ebu Hanife’ye teravih namazını ve Hz. Ömer’in(ra) bu namazla ilgili uygulamasını sordum. Bana yanıt olarak dedi ki: “Teravih namazı Sünnet-i müekkededir. Ömer onu kendinden uydurup ortaya çıkarmış değildir.” [bkz: el-Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/139; İbn Abidin, Reddu’l-Muhtar, 3/89

11) Irbaz b. Sariye şöyle dedi:

“Birgün Rasûlullah(sas) bize namaz kıldırdı. Sonra bize dönüp çok te sirli bir va'z etti. Bu va'zdan dolayı gözler yaşarıp kalpler ürperdi. Der ken bir konuşmacı: “Ey Allah'ın Rasulü (senin) bu va'zın yolculuğa çıka cağı için kalanlara veda eden bir kimsenin va’zına benziyor. Binaenaleyh bize neyi tavsiye edersiniz?” dedi. Rasulullah(sas) da:

“Size Allah'tan korkmanızı (başınızdaki idareciler) Habeşli bir kö le olsa bile (onları) dinleyip, itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra sizden kim yaşarsa o, pek çok (dini) ihtilaflara şahid olacaktır. Binaenaleyh size gereken, sünnetime ve raşid halifelerimin sünnetine sarılınız. Bu sünnetlere (adeta) dişlerinizi (bir daha çıkmamak üzere iyice) batırınız. Sizi (din adına) sonradan ortaya atılan işlerden sakındırırım. Çünkü sonradan orta ya atılan her iş bid'attır ve her bid'at sapıklıktır” buyurdu.[Tirmîzî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 16; Ahmed b. Hanbel, IV, 126-127; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, 15/361-362]

12) Müslim, Zekat, 1017; İlim, 1017

13) Dârimî, 1/141(No:514); Müslim, Zekat, 1017

14) İmam es-Suyutî(rh.a), kendi zamanından şikayetlenerek şöyle der: “Hayret edilecek bir şeydir ki; bir kısım insanlar, hadisleri, sahabenin ve tabiinin sözlerini cehaletlerinden dolayı bilmeyip Rasulullah’tan(sas) gelen hadislerin hepsinin sahih olduğunu zannetmişlerdir. Bunun üzerine cehaletlerinden “cerh” ve ta’dil” ilmini toptan inkar etmişlerdir.” [es-Suyutî, Tahziru’l-Havas min Ekazibi’l-Kussas, 138

15) Selef-i salihînden olan ulemanın bu konudaki titizlikleri o dereceye varmıştır ki, örnek olması açısından şu rivayeti paylaşmayı uygun görüyorum: “Bir gün, Abdullah b. Ebi Ferve, İmam Zuhrî’nin(rh.a) de bulunduğu bir ortamda, “Allah’ın Rasulü şöyle dedi” diyerek bir söz söyledi. Bunun üzerine İmam ez-Zuhrî(rh.a) ona şöyle karşılık verdi: “Allah(cc) seni öldürsün!! Allah’a(cc) karşı ne kadar da cüretkarsın ! Anlattığın hadisin isnadını zikretmiyorsun. Bize ne burunluğu ve ne de ağızlığı olmayan hadislerden söz ediyorsun!” [Abulfettah Ebû Gudde, el-İsnadu mine’d-Dîn, 18]

İsnad, Rasulullah’ın(sas) ümmetinden önce hiçbir ümmete nasip olmayan bir ilim. Bu ilim sayesinde, hadisler tabakalara ayrılır ve Hakk batıldan ayrılır. Bu ilimden yoksun insanların hadis rivayet etmeleri dahi caiz değilken, günümüzde bu mesele maalesef iyice çığırından çıkmış, takvim yaprakları ya da internet üzerinde paylaşılıp altına “Hadis” yazılan sözleri insanlar “hayr” amacıyla yapmaya başlamış ve bu şekilde de bid’atler ve uydurma hadisler daha çok yayılma imkanı bulmuştur. Hadis hafızı Zeynuddin el-Irakî(rh.a) şöyle demektedir: “Kıssacılar naklettikleri hadisi sahih mi, sakim mi(hastalıklı) olduğunu bilmeden rivayet ederler. Böyle birisi, sahih bir hadis dahi rivayet etmiş olsa, ilmi olmayan şeyi rivayet etmeye yeltenmiş olmasından ötürü günahkar olmuştur.” [Aliyyu’l-Kârî, el-Esrar el-Merfua fi’l-Ahbar el-Mevdua, 74]

16) Bilgi için bkz: İmam Nevevî, el-Ezkar, 58; İmam İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Feteva, 22/519; İmam İbn Kayyım, Zadu’l-Mead, 1/257

17) Bilgi için bkz: İmam İbn Kayyîm, Zadu’l-Mead, 1/201; İmam İbnu’l-Cevzî, Telbis-i İblis, 184-186; İmam Rabbanî, 186. Mektup

18) es-Suyutî, Tedribu’r-Râvî, 185; Abdulfettah Ebû Gudde, Lemehat min Tarihi’s-Sunne ve Ulûmi’l-Hadis, 67

19) İmam Sufyan es-Sevrî(rh.a) şöyle der: “Söz ve amel ancak niyet ile istikamet bulur. Söz, amel ve niyet de, Sünnet’e muvafık olmadıkça istikamet bulmaz.” [İbn Batta, el-İbane, 1/333] Benzer bir söz Said b. Cubeyr’den(rh.a) de rivayet edilir. [İbn Teymiyye, el-İstikame, 2/309]

20) Bu gecelerle alakalı uydurma hadisler için bkz: eş-Şevkânî, el-Fevaid el-Mecmua fi’l-Ehadis el-Mevdua, 250 vd; İbn Kayyım, el-Menaru’l-Münîf fi’s-Sahih ve’z-Zaîf, 251 vd; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, 5/86 ve diğerleri...

21) en-Nevevî, Fetâvâ, 26; el-Halebî, İlmu Usûli’l-Bid’a, 117

22) el-Leknevî, el-Âsâr el-Merfua fi’l-Ahbâri’l-Mevdûa, 70

23) es-Sübkî, Tabakatu’ş-Şâfiiyye, 8/210. İzz b. Abdisselam, bu konudaki görüşlerini ve İbnu’s-Salâh’a yönelik eleştirilerini, “Risaletun fî Reddi Cevazi Salâti’r-Regâib” isimli eserinde sunar.

24) el-Leknevî, el-Âsâr el-Merfua fi’l-Ahbâri’l-Mevdûa, 76

25) İzz b. Abdisselam, Risaletun fî Reddi Cevazi Salâti’r-Regâib, 55-58



BİLAL HATTAB
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi BİLAL HATTAB 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Rasulullah ve Sahabe Dönemindeki Tefsir... Makale ve Köşe Yazıları YaŞuHa 3 3934 13 Mart 2011 21:14
Hadis Istılahları, Hadis Tedvini ve... Makale ve Köşe Yazıları BİLAL HATTAB 0 2568 11 Mart 2011 23:26
Tekfir Psikolojisi Makale ve Köşe Yazıları Zemahşeri 5 2444 11 Mart 2011 23:18
Ve Nihayet Olan Oldu: İleri Demokrasi(!) "LÂ"yı... Makale ve Köşe Yazıları kamer34 5 1889 07 Mart 2011 22:00
Ne Oldu Bize ??? Makale ve Köşe Yazıları BİLAL HATTAB 0 1534 26 Şubat 2011 21:16