10 Aralık 2010, 00:00
|
Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 8150 Üyelik T.:
15 Mayıs 2009 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
120 Konular:
37 Beğenildi:6 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Dağınıklıkta hayat var Dağınıklıkta hayat var DAĞINIKLIKTA HAYAT VAR “Dağınıklıkta hayat var”, Burçak Çerezcioğlu’nun yıllar önce okuduğum ”Mavi Saçlı Kız” adlı kitabında geçen balık hafızama nispet edercesine aklıma mıh gibi çakılmış bir cümlesidir. Tertipli, titiz bir babanın, daha yirmisine varamadan lösemiden kaybettiği biricik kızının ardından sarf ettiği ifadelerdi bunlar: “Kızımın odası her zaman dağınıktı. Ne zaman toplaması yönünde onu ikaz etsem, o her seferinde bin bir çeşit bahaneyle beni bir şekilde atlatırdı. Ona bu yüzden kızdığım olurdu hatta. Onu kaybettikten sonra odasında ona ait olan her şeyi muhafaza ettik. Her şeyi öylece duruyor. Hiç dağılmadan hem de. Meğer dağınıklıkta hayat varmış.” İfadeler aşağı yukarı bu şekildeydi. Yazımın kalan kısmındaki dağınıklık için daha etkili bir savunma bulamadım desem, bahse girerim kimse kızmayacaktır bana. Nitekim yazarın kafası ve yazısı birbirine paralel doğrulardır. Kafa dağınıksa yazı da dağılır. Birbirine paralel doğrular ise ancak okuyucunun gözleri ile buluştuğunda kesişir. Bu durumda bu yazı sizi ne kadar keser bilemem. MEMLEKET NİRE? Hayatımın en radikal kararlarından birini daha alarak onca yıldır yaşadığım şehri terk edip, kendimi adeta bir mancınıkla binlerce kilometre öteye fırlattım. Yeni bir şehre gelmenin en güzel yanlarından biri de yeni insanlar keşfetmek. Burada işe başladığım ilk gün dünya tatlısı, şirinlik muskası, mutluluğu paçalarından akan bir genç kadıncağızdan aldığım hayat dersini, kırk sene etüt yapsalar bana öğretemezlerdi. Bu genç ve şirin hanım kızcağıza merak edip bir Türk klasiği sorusunu soruverdim: -- Memleket nire? Bana Amasyalı olduğunu söyledi. Ben de maksat muhabbet misali Amasya ile ilgili bildiğim bütün vikipedi ( vikipedi:Benim veledlerin son zamanlarda bana taktıkları ad) bilgilerimi sayıp dökmeye başlayınca bana aslında Ankaralı olduğunu, tüm ailesinin Ankara’ da yaşadığını, ama evlendikten sonra (son üç yıldır yani) ne zaman birileri kendilerine nereli olduklarını sorsa tam ağzını açıp “Ankaralıyım” diyecekken cevval kocasının kendinden evvel davranıp “Amasyalıyız biz” dediğini, bu amansız dejavudan kurtalamayacağını anladığı günden beri kendisinin de artık Amasyalı olduğunu, bunu söylemenin ona pek bir şey kaybettirmediğini, hatta huzuru ikiye katladığını, bunun diline bile yapışmadığını söylediğinde önce açık kalan ağzımı kapattığımı sonra mutluluğu yakalamanın aslında hiç de zor olmadığını, meselenin “bir ben var benden içeru” felsefesi ile kolayca hallolabileceğini bir kez daha gördüm. Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için cümleyi en başından tekrar okuma ihtiyacı duymanız gayet normaldir. Lütfen kendinizi kötü hissetmeyiniz, alıcılarınızın ve bilgisayarınızın ayarlarlarıyla da oynamayınız. Zira oynatan benim! Atıyorum benim kocam Rizeli olsa -atıyorum diyorum çünkü biz yazarların işi gücü atmaktır. Hatta ne kadar iyi atarsak, o denli sıkı yazar sayılırız.-. Ben de Mersinli olsam. Bakın farkındaysanız ısrarla atıyorum. Bana nerelisin diye sorduklarında ben de Mersinliyim diyecek yerde eşek arısı sokası dilim, Şemsi Paşa Pasajı’nda büzülesi sesim her seferinde sürçüverse ve “Elhamdülillah Rizeliyim” desem, dilime mi yapışır canım! Eminim ki bir çok insan bu asılsız iddiamdan dolayı mutlanacaktır. Demek ki neymiş; mutluyum, mutlusun mutlu. MUKADDERAT Dünyaca ünlü tıp doktorumuz Mehmet Öz sayesinde bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz ki olacakla öleceğin önüne geçilmez. Kanaatimce bundan sonra üzerime düşen görev; zararlı yinilecek ve içilecek ne varsa şu fani dünyada hepsinden nasibimi alma noktasında elimi çabuk tutmak. Özetle hayat fani, ölüm ani. Hadi dağılın şimdi. Gidin, mesela bir tencere patates kızartın önce. Üzerine bol mayonez, ketçap dökün, haa yanında asitli içecekler alın. Bayramda mangal yapın. Üstüne bol köpüklü bir Türk kahvesi için. Telvesini de yalayın. En lezzetli kısmı orasıdır çünkü. Terleyinceye kadar top oynayın. Teriniz sırtınızda kurusun bırakın. Üstüne buz gibi su için. Hatta gece yarısı kalkıp en sevdiğiniz tatlıyı dolaptan çıkarın, üstüne istediğiniz kadar dondurma koymayı da unutmayın. Sonra da afiyetle yiyin gari. YAKILACAK KİTAP Kişisel gelişim kitaplarından oldum olası haz etmem. Aşağı yukarı hepsi aynı şeyi söyler çünkü. Tekrarlar sıkıcıdır. Dayım. Çalıştığı demir-döküm fabrikasında ayağına düşen ağır bir demir parçasının bıraktığı darp etkisinin neticesinde yaklaşık olarak on yıl kadar tekerlekli sandalyede hayatını sürdürdü. Ve bir gün bir arkadaşı eline bir dua yazıp tutuşturmuş. Bu duayı bilmem şu kadar kez okursa dilediği şeyin gerçekleşeceğini telkin etmiş. Eline geçen duayı adeta inzivaya çekilip aylarca dilinden düşürmeden okuyup Yaradan’ından çoğumuz için sıradan bir eylem olan “yürümeyi” dilemiş. Ve eğer dileği gerçekleşirse ömrünün kalan kısmında nereye giderse gitsin asla vasıtaya binmeyeceğine dair söz vermiş kendine. Dualar bittikten kısa bir süre sonra dayımın yavaş yavaş yürümeye başladığına hepimiz şahit olduk. O günden sonra ömrünün son 15 yılında yağmur çamur demeden şehrin bir ucundan diğer ucuna yürüdüğünü asla unutamam. Yorucu yürüyüşlerinin ardından eve döndüğünde onun yüzünde gördüğümüz şükür ve minnet dolu tebessüm bir insana ancak bu kadar yakışabilirdi. Onu yürüten şey bir mucize miydi yoksa inanç ve enerjinin bileşke kuvvetimiydi hiç anlayamadık. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
| |