Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Tövbe Yegane Kurtuluş Çaremiz: Tövbe
[B] “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)
Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah, iman eden kimselerin sahibidir. İman edenler Allah’ın muhafazası altındadır. Kafirlerin (ise ne dünyada, ne ahirette muhafaza edecek) sahipleri yoktur.” (Muhammed, 11)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede, müminlere ne güzel müjde veriyor. Bunun yanında kâfirlere de, kendilerini nelerin beklediğini, dünya ve ahiret hayatlarının nasıl bir perişanlık içinde olduğunu haber veriyor.
Allah-u Zülcelal, iman edenlerin sahibi olduğunu ve onları hem dünyada hem de ahirette muhafaza edeceğini bize bildirmiştir. Bize düşen görev, bu mü’minlik sıfatını elde etmektir. Yeter ki, bu sıfatın sahibi olmak için az da olsa gayret gösterelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak ve bizi muhafaza edecektir.
Tabii ki, her şey Allah-u Zülcelal’e aittir. İnsan, O’nun himayesi, koruması altına girdimi, hiç bir şey ona zarar veremez.
Allah-u Zülcelal’in, insanlara sahip çıkmasına vesile olacak sıfatları elde etmek kolaydır. Çünkü, Allah-u Zülcelal kullarına çok büyük fırsatlar vermiştir. Mü’minlere hitap ettiği başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31) Diğer bir ayet-i kerime de ise: “Kim tövbe etmezse, zalimlerdendir.” (Hucurat,11) buyurmuştur.
İşte, aktarmış olduğumuz bu üç ayet-i kerime’de, bizim için büyük işaretler vardır. Bu ayet-i kerimelerden, kendi payımıza düşeni almalı ve bunların ışığında yolumuza devam etmeliyiz.
İnsan, yaratılış itibariyle hata ve günahlara karşı meyillidir. Nefsinin buyruklarına uyarak yaptığı hata ve günahlardan pişman olup, tövbeye sarıldığı zaman, Allah-u Zülcelal onu affederek sahip çıkar ve muhafazası altına alır. Ne yazık o kimselere ki, tövbeden imtina ederek, çekinerek bu muhafazadan mahrum kalmışlardır.
Şunu unutmamak gerekir ki, her insan hata yapar. Hata yapanların en hayırlısı da, tövbe edendir.
Evliyaullah’tan bir zat şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Basra sokaklarında yürürken, bir annenin kapıyı açarak çocuğunu kapının önüne koyup, kapıyı kapattığını gördüm. Çocuk bir müddet ağladı, dolaştı ve kendi kendine şöyle dedi: ‘Beni besleyecek ve muhafaza edecek, annemin evinden başka bir ev yok. Bu insanların hepsi yabancıdır. Öyleyse ben nereye gidiyorum?’ Bu şekilde, pişmanlık içerisinde geri döndü.
Akşam olunca, gelip evin kapısının eşiğine yüzünü koyarak uyudu. Annesi, gece yarısı kalkıp kapıyı açınca, çocuğunun yüzünü eşiğe koymuş bir halde uyuduğunu gördü. Kalbi öyle yandı ki, çocuğunun üzerine kapanarak ağlamaya başladı. Ve ona şöyle dedi:
‘Benim emirlerime karşı gelip, sana zulüm ve hakaret etmememe sebep olma. Çünkü Allah-u Zülcelal, beni sana karşı çok şefkatli yaratmıştır. Bana asi gelme.’ Ve çocuğunu oradan kaldırıp eve aldı.” İşte, bizim halimiz de bu şekildedir.
Allah-u Zülcelal, kullarına karşı, bir anneden daha fazla şefkat ve merhametlidir. Şeytanın yanında ise cehennemden başka bir şey yoktur. Şeytanın hilelerine aldanıp, onun ardına düştüğümüz zaman, aynen annesinin kovduğu o çocuk gibi pişman olup, Rabbimizin kapısının eşiğine yüz sürmemiz, pişman olup O’na yalvarmamız lazımdır.
Bir insan, günah işleyipte bu yaptığından pişman olur ve tövbe ederse, Allah-u Zülcelal şöyle hitap eder: “Kulumu bağışladım. Kulum, işlediği günahlardan pişman olduğu müddetçe, onu ona bağışlayacak bir kudretin sahibiyim.”
İnsan, şunu hiç bir zaman unutmamalıdır ki kurtuluş, Allah-u Zülcelal’in kapısına çöküp yalvarmaktan ve pişman olmaktan geçer. Yoksa, Şeytan’ın memleketinde, pişmanlık ve hezimetten başka bir şey yoktur.
Karşımızda, tövbe gibi büyük bir fırsat kapısı varken, gevşek davranıp, ondan faydalanmamak, çok büyük bir yanlıştır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhum) şöyle buyurmuşlardır:
“Biz, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda bulunduğumuz zamanlar; onun, yüz defa ‘Estağfirullah’il aliyy’ül azim ve etûbû ileyh’ dediğine şahit oluyorduk.”
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günahtan masum, tertemiz olduğu halde, Allah-u Zülcelal’e daima bu şekilde tövbe etmekteydi. Peygamberlerin kalpleri, daima Arş-ı Alânın etrafında, Allah-u Zülcelal’in Zat’ının nurlarının çevresinde dolaştığı için, onların tövbeleri, bir an bile olsa Allah-u Zülcelal’den gafil kalmamak içindi. Aynen, ateş böceklerinin, geceleri ışığın etrafında dönmesi gibi, onların kalpleri de daima Allah-u Zülcelal’in nurunun çevresinde dönmektedir.
Bizim ise çok çeşitli günahlarımız vardır. Kalbimiz, dünyaya meylettiğinde, yöneldiğinde, başka insanların kalbini kırdığımızda, ibadetlerimizden geri kaldığımızda, her an Allah-u Zülcelal’e karşı yaptığımız kusurlardan dolayı tövbe etmemiz, pişmanlığımızı dile getirmemiz lazımdır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), günde 100 defa tövbe ediyordu. Biz de hiç olmazsa, günde bir sefer tövbe edelim; ayda bir sefer tövbe edelim. Allah-u Zülcelal, denizden bir damla kadar da olsa, Peygamberine mutabaat etmeyi, sünnetine uymayı bizlere nasip etsin, inşaallah.
Sohbetimizin başında da söylediğimiz gibi, mü’min sıfatını elde edebilmek için biraz gayret göstermemiz lazımdır. Bu mü’minlik sıfatını kazandığımız zaman, Allah-u Zülcelal’e kendimizi teslim etmiş oluruz ki, o zaman bizi hata ve günahlardan, dünyada başımıza gelecek zararlardan muhafaza eder.
Allah-u Zülcelal’in sahip çıkmasının ve muhafaza etmesinin, ne kadar kıymetli ve kuvvetli olduğunu hepimiz biliyoruz.
‘Yardım Et, Ya Rahman!’
Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) yanında bir arkadaşı ile beraber, Mekke’den Taif’e gitmek için yola çıkmıştı. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’ın, arkadaşının münafık olduğundan haberi yoktu. Bir mevkiye geldiklerinde, istirahata çekildiler. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) uyuyunca, bu münafık, onu öldürmek için ayaklarını ve ellerini bağladı.
(Peygamber Efendimizin zamanında, dil ile şahadet getirdikleri halde, kalben ve ruhen kâfir olan, 300 kadar münafık vardı.)
Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) kendine gelince, el ve ayaklarının bağlı olduğunu gördü ve arkadaşının da o kimselerden olduğunu anladı.
Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) durumuna bakınca, kendisini bu halden, ancak Allah-u Zülcelal’in kurtarabileceğini idrak etti ve şöyle dedi. “Ya Rahman! E’inni.” (Bana yardım et, Ya Rahman!)
Böyle söylediği anda, bir duvarın arkasından, sert bir şekilde “Öldürme!” diye bir ses geldi. O anda, münafık ‘Ben bunu öldürürsem, o da beni öldürecek’ diye heyecanlandı. Dışarı çıkıp baktı, ancak kimseyi göremedi. Tekrar Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’i öldürmek için içeriye girince, yine aynı sesi duydu. Bu hal üç defa tekrar etti.
Üçüncü sefer dışarı çıktığında, ata binmiş, elinde kılıçla bir zat geldi, o münafığı öldürdü ve Zeyd bin Sabit’in el ve ayakların çözdü. Ona şöyle dedi:
“Sen ‘Ya Rahman! E’inni’ dediğin zaman, ben göklerin yedinci katında idim. Allah-u Zülcelal bana, ‘Ben müminlerin velisiyim (sahibiyim)’ dedi ve seni kurtarmak için gönderdi.”
İnsan, Allah-u Zülcelal’e hakiki iman sahibi olursa, Allah-u Zülcelal de onu işte böyle muhafaza eder.
Sonuç olarak, daima Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe etmek ve O’nun merhametine sığınmak, tek çıkar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir.
Hatta, her gün bir melek, günah işleyen insanlara “Yeter!”, hayır yapan insanlara da “Allah-u Zülcelal’e doğru gelin” diye nida etmektedir.
Yeter ki biz, günahlarımızdan yüz çevirmeye çalışıp Allah-u Zülcelal’e yönelelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak, çok şeyleri bize nasib edecektir.
Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasib etsin ve kendi fazl-ı keremi ile bizleri af ve mağfiret etsin. (Amin.)
Sallallahu ala Seyyidina Muhammedin Nebiyyü’l Ümmiyyi ve ala Alihi ve Sahbihi ve sellem. |