"Bismillahirrahmanirrahim"
Evet FECR HOCAM hakikaten özelikle namaz kılan oruç tutan kesimlerin yapmış oldukları akitlere bağlı kalmamaları kabul edilebilir birşey değildir.
Benim cağaloğlunda dini kitaplar ile uğraşan bazı arkadaşlarım onlarla bazen sohbet ederken anlatıyorlardı. Piyasadaki en çok sözünde durmayan akitlerini bozan senetlerini yatırmayan kesim olduklarını onlardan duyunca gerçekten insan ister istemez üzülmektedir.
Fakat bazı insabların akitlerini yerini getirmemeleri bizlere referans olmazlar inşallah.Küfür olan bir amelin alternatif yok diye işlenebilir kabul edilmesi islam dininin kabul edip etmemesi meselesinin iyice açıklığa kavuşabilmesi için öncelikle işlenen amelin küfür olup olmadığına bakmak gerekir. Şimdi sorulan soruya gelecek olursak öncelikle ayletlere bakalım.
“Elem tera ilellezine yez'umune ennehum amenu bi ma unzile ileyke ve ma unzile min kablike yuridune ey yetehakemu ilet tağutive kad umiru ey yekfuru bih, ve yuriduş şeytanu ey yudillehum dalalem beida.”
“(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” Nisa/60
Bu ayetin nuzul sebebi olarak açıklanmış değişik rivayetler olsada ayetin siyakında ve sibakından da anlaşıldığı üzere şöyledir..Münafıklardan biri ile bir yahudi arasında anlaşmazlık çıkmıştır bu anlaşmazlıkta yahudi haklıdır. Bunu bilen münafık Allah rasulunun hakemliğine baş vurulmasını istememektedir.
Çünkü Allah’ın rasulu (sav)in kim olursa olsun hakemlik yaptığınında adil bir yargılama yapacağını iyi biliyordu. Bu sebeple münafık bu anlaşmazlığın hakemliğini için yahudi olan Kab bin Eşrefe gitmeyi teklif etmiştir. İşte bu olay üzerine bu ayet ayet nazil olmuştur.
Nisa/60.Ayete bakılacak olunursa burdaki karekterin münafıklar olduğunu görmek mümkündür. Çünkü yahudiler ve hıristiyanlar peygember efendimiz (sav) iman etmezlerdi. Onlar Kur'an-ada inanmzlardı.
Oysa ayette Gerek sana ve gerekse senden öncekilere indirilen kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun? Kısmında zikir edilen karakterin münafıklar olduğunu çok kolay görebilmekteyiz.
Bir sonraki eyete bakalım.
“Onlara `Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e geliniz' dendiğinde o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.” Nisa/61-
Bu ayetde kimler kast edilmiş olursa olsun hükmü geneldir. Tüm zamanlara hitap eden evrensel hükme sahip genel hükümlerdir. Rivayetlere göre bu ayetler hicretin ilk yıllarında henüz yahudilerin medinedeki güçlerinin kırılmadan önceki bir durum ile alakalıdır.
Yoksa müslümanların tam olarak hakim oldukları bir beldede münafıkların böyle bir eyleme cesaret gösterebileceklerini düşünmüyorum. Ayetin genel hükmüne bakacak olursak.Nisa/60.ayeti tam olarak anlayabilmek için nisa/65. Ayete bakmak sanırım bizim yol haritamızı daha net bir şekilde belirleyecektir.
“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin karara, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar.”Nisa/65-
Bakara/.256.ayetteki tağutu red Allah’a iman gerçeğini unutan münafıklar kendi aralarında çıkan bir anlaşmazlığı tağutdan adalet beklemek,tauğutu meşrulaştırmak,tağutun varlığını kabul etmek,tağutlarında Allah’ın hükümleri gibi hüküm verebileceğine inanmak,tağut-u red etme gerçeğinin beyinde inkarıdr.
İster tağut-a fiili olarak müracaat etsin ister etmesin kişi böyle düşündüğü müdetçe Bakara/256. Ayetin tağut-u “la” hükmünü iptal eder. Tağutu red etmek islam şeriatına (Peygambere) muhakeme olmak kişinin imanın yinede tamamlandığı anlamına gelmez.
Bu kaide sadece Bakara/256.ayetin hükmünü tamamlar. Fakat Nisa/65 ayete göre iman eksik kalmış olur. Çünkü Nisa/65. ayette muhakeme kararını tam bir içtenlikle kabul etmek gerçeği vardır.
Kişi hem tağutu red edecek hem peygamberin hakemliğini kabul edecek hemde çıkan hükmü içtenlikle kabul edecek. İşte ozaman tağutu red Allah’a iman gerçekleşmiş olur. Ayetlere bakalım.
"Şüphesiz her ümmete: "Allah’a ibadet edip taguttan kaçınsınlar diye rasuller gönderdik. Onlardan kimisine Allah hidayet etti, kimisine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın!" (Nahl: 36)
"Kim tagutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Allah işitendir, bilendir."(Bakara: 256)
Bunu öğrendikten sonra, Allah-u Teala'dan başka ibadet edilenler terkedilmedikçe, tagutun reddedildiği iddiasının ne kadar yalan olduğunu veya şirk ve tağutu pratikte ve düşüncede terketmedikçe, sadece onun batıllığına inanmanın yeterli olmayacağını bu ayetlerden açıkça anlamaktayız.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız."(Mümtahine: 4)
Öncelikle kişinin düşüncede bu konuyu çözmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.Demekki bu ayetlere göre önce beyinde nasıl iman edilmesi gerçeği iyice yer etmeli ondan sonra eylem gerçekleşmelidir. İster isteyerek ister istemeyerek tağuta muhakeme olan kişi beyinde tuğyanın inkarını gerçekleştirmedikçe iman-ı gerçekeleşmiş olmaz.
1-Tağuta muhakeme olmak istemek
2-Tağutu tüm yönleriyle red etmemek
3-Tağutun Allahın hükümleri karşısında hüküm verebileceğine inanmak.
4-Tağuttan adalet beklemek
5-Peygamberin hakemliğini (sünnet) devre dışı bırakmak
6-Allah’ın indirdiğine gelin çağrısını hiçe saymak.
7-Bütün bunları yaptıktan sonrada iman iddiasında bulunmak.
Konuyu güncelleyecek olursak kişi yukarıda belirttiğim kaideleri düşüncesinde tam olark oturtuktan sonra şayet tağuta kendi isteği dışında olsa dahi tağutun karşsına çıkarıldığında tağut-a tağut-un yüzüne karşı kendisini red ettiğini sözlü olarak ifade etmesi gerekmektedir.
Şimdi günümüzde batıl bir dava mensupları Diyarbakır mahkemelerinde korkmadan kendi ana dillerini kullanarak savunma yapmaları ve mevcut mahkemeleri kabul etmemeleri ve direnişleri müslümanlık iddiasında bulunan bzilerin yapması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.O halde biz müslümanların düşüncede tağuta teslim olması düşünülemez. Tağutların muhakemeleri her yönüyle tanılmamalıdır.
Ayetlerden açıkça anlaşıldı üzere islam şeriatinin dışındaki tim beşeri muhakemeler tağut hükmündedir. Tağut-un reddi imanın varlığına bağlayan yüce Allah’ın emri gereği bu amel açıkça küfürdür. İman iddiasını iptal eder. “(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun?.
İslam dinine göre açıkça küfür olan bir amelim yada düşüncenin bir müslüman tarafından kabul edilmesi söz konusu değildir.
Örfün ve geleneğin dindeki yeri: İslam dini örf ve geleneğe karşı çıkmaz ancak Allah’ın şeriatine aykırı olan tüm örf ve geleneği kökünden kaldırır. Örneğin diyelimki bir toplumda şarap içmek yada domuz eti yemek örf yada gelenek olabilir bunlar örfte vardır diye islam bunları kabul edemez.
O halde bazı toplumların geleneğinde tağuta muhakeme vardır bu gelenektir bizde bunu yapabiliriz demek ayetlere muhalefettir.
Küfür olan bir amelin alternatif yoktur diyerek işlenebilirmi: Bu düşüncede islamın kabul edebileceği bir durum değildir. Diyelimki tağut-i rejimlerin karşısında islam devlet hukuku yoktur diye şirk küfür ameller işlenebilirmi? Tabiki hayır.
O halde kişi ister islam devletinde olsun ister darul-harpe olsun islama muhalif ameller işleyemez. İslamda ASL olan kişinin kimliğini korumasıdır. Kimliğini koruyamadığı takdirde hicret etmek zorundadır Nisa/97. Teslimiyetçi bir tavır takınmamak gerekmektedir.
Şimdi karşılklı akit meselesine gelince müslüman gayri müslimlerle akit yapabilir fakat herhangi bir mahkemenin selahiyetini peşinen kabullenerek senetteki boş yere isim beyan edemez. Ancak karşılıklı anlaşmazlıkta gayri müslim olan kişi müslüman kişiyi tağut-i muhakemeye şikayet ederse müslümanın durumu bu ayetlerin kapsamına girmez. Çünki şikayeti olan yani davacı karşı taraftır.
Sonuç: Müslüman herhangi bir meselenin çözümünü tağut-i bir muhakemeye götüremez gerek kağıt üzerinde gerek amelde tağutu red etmek zorunluluğu vardır. Kişinin kendisinin bu eylemin küfür olduğuna inanması yeterli değildir ayrıca bu eylemi gerçekleştireninde tağutu tanımayan onu red etmeyenide red etmesi tanımamsı gerekmektedir.
Yani küfür işleyene rıza göstermek onun işlemiş olduğu küfürün-ü meşrulaştırmak küfürdür.Allah-u Teala'nın şeriatine muhalif olan bütün kanun ve şeriatlerin her biri birer taguttur. Küfür,fesat ve sapıklıkta öncü olan herkes birer taguttur."Şimdi tağutlardan istifade etmek ayrı birşeydir tağuta muhakeme olmak ayır birşeydir.
Tağutların yasa organlarının koyduğu, İslam’a zıt olmayan, bunların uygulanması akideden taviz olmayacağı bazı kanunlardan istifade etmek, bunlardan faydalanmak caizdir. Zira bunun cevazlığına dair Sünnet’ten deliller vardır. Tağuta muhakeme olmak ile onun çıkardığı İslam’a zıt olmayan kanunlardan istifade etmek elbette farklı durumlardır. Bunlar arasında ki fark çok açıktır. Örenğin 18 yaş altı çocukların sağlıktan yararlanması gibi elektrik su telefon kimlik vs gibi.
İbn-i kesir Nisa/60.ayetin tefsirinde şöyle demektedir.
Allah teala bu ayeti kerimede rasulullaha vee daha evvel geçen peygamberlerlere inzal olunanlara (Allah’ın şeriatine) iman ettiğini iddia etmekle birlikte,ihtilafların çözümünde Allah’ın kitabıyla,rasulunun sünnetinetinden başka şeyleri hakem kılmak isteyenleri kötülümekte ve onların bu davranışları hoş karşılanmamaktadır. Rasulullah sav şöyle buyurmaktadır.
“Nefsim kudret elinde olan allaha yemin ederim ki: aezusu benim getirdiklerime tabi olmadıkça hiç biriniz gerçekten iman etmiş olmaz.”
Mevdudi Nisa/60.ayetin tefsirinde şöye demektedir
Bu ayette tağut kelimesi, ilahi olmayan hükümlere göre kararlar veren otorite anlamına gelir. Aynı zamanda ne Allah'ı tek Hakim ve ne de Rasûlü'nü (s.a) nihai otorite olarak tanımayan hüküm sistemini de kasteder. Yani bu ayet göstermektedir ki bir kimsenin, prensip itibariyle tağutî olan bir merciye kendi ile ilgili kararlar vermesi için başvurması, o kişinin imanına ters bir davranıştır. Allah'a ve Kitab'ına iman, bir kimsenin böyle bir mercii kabul etmemesini gerektirir. Kur'an'a göre Allah'a iman, tâğutu inkâr etmeyi gerektirir. O ikisini birden aynı anda kabul etmek münafıklığın ta kendisidir.
SEYYİD KUTUB şöyle demektedir.
Şu şaşkınların şaşkınlıklarına bak! Bunlar mümin olduklarını iddia ediyorlar, sonra da bir anda iddialarını yine kendileri çürütüveriyorlar. Bunlar bir yandan "Sana ve senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara inandıklarını ileri sürüyorlar" sonra da sana ve senden önceki peygamberlere indirilen kitapların hakemliğini benimsemiyorlar. Bunun yerine başka bir kaynağın, başka bir sistemin, başka bir hüküm merciinin hakemliğine başvurmak istiyorlar.
Tağut un hakemliğine başvurmak istiyorlar.
Sana ve senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara dayanmayan; ölçüsünü, kriterini sana ve senden önceki peygamberlere indirilen mesajlardan almayan bir hüküm kaynağının yargısına boyun eğiyorlar. Böyle bir hüküm kaynağı, hem ilâhlığın başta gelen yetkisini kendisine yakıştırdığı için ve hem de hiçbir değişmez kritere bağlı olmadığı için "tağut"tur, yani azgınlık ve taşkınlıktır.
İşte bu adamların, Tağut'un hakemliğine başvurmak istemelerinin ardında yatan sebep budur. Onların, Tağut'un hakemliğini istemelerini sağlayan ve bu yüzden imanın çerçevesinin ve İslâm'ın tanımının dışına düşmelerine yol açan faktör budur. Sebep, işte budur. Yüce Allah onlara bu sebebi açıklıyor. Belki uyanıp bu sapık yoldan dönerler diye. Bu sebebi müslüman cemaate de açıklıyor. Bu adamları kimin kışkırttığını, arkalarında kimin olduğunu bilsinler diye.
Kendimizi bir kere daha iman şartı ve İslâm'ın tanımı ile karşı karşıya buluyoruz. Bu şartı ve bu tanımı bizzat yüce Allah ortaya koyuyor ve onu yüce zatı üzerine yemin ederek perçinliyor. Artık bundan sonra imanın şartı ve İslâm'ın tanımı konusunda hiç kimsenin söyleyebileceği bir söz, hiç kimsenin getirebileceği bir yorum olamaz.
Bundan sonra ancak demogoji yapılabilir ki, ona da kulak asılmaz, değer verilmez. Bu konuda ortaya konabilecek bir demogoji örneği şudur: "Yüce Allah'ın bu sözü belirli bir zamana bağlıdır ve sadece belirli bir grup insan hakkında geçerlidir!"
Bu iddia, İslâm'ı hiç kavramamış olanların, Kur'an-ı Kerimin üslubu hakkında hiçbir şey bilmeyenlerin sözüdür. Bu yüzeysel yorumun tersine, yüce Allah'ın bu sözü İslâm'ın genel karakterli gerçeklerinden biridir, yeminle perçinlenerek ifade edilmiştir, hiç bir kayıtla sınırlı değildir. Peygamberimizi hakem tutma zorunluluğu, sadece sağlığında O'nun kendisini hakem tutma zorunluluğudur diye bir kuruntuya kapılma ya da bu kuruntuyu başkalarının zihinlerine aşılamak tamamen yersiz ve gerekçesizdir.
Söz konusu olan Peygamberimizin şeriatını ve sistemini hakem tutma zorunluluğudur. Yoksa öyle olsaydı Peygamberimizin ölümünden sonra Allah'ın şeriatine ve Resulullah'ın sünnetine hiç yer kalmazdı. Bu görüşü Hz. Ebu Bekir döneminde en sapık dönekler (mürtedler) ileri sürünce Hz. Ebu Bekir bu gerekçe ile onlara karşı savaş açmıştı. Hatta bundan çok daha azını yapanlara, yani Peygamberimiz ölünce zekât verme zorunluluğu konusunda Allah'a ve Peygambere itaat etmekten vazgeçmeye kalkışanlara, Peygamberimizin bu konudaki hükmüne karşı çıkanlara karşı savaş açmıştı.
"İslâm"ın varlığını kanıtlayabilmek için yüce Allah'ın şeriatının ve Peygamberimiz tarafından verilen hükmün hakemliğine başvurmak yeterlidir. Ama bu kadarı "iman"ın varlığını kanıtlamaya yetmez. İmanın varlığını kanıtlayabilmek için bu şartın beraberinde gönül hoşnutluğu, kalb teslimiyeti ve iç rahatlığı da bulunmalıdır.
İşte "İslâm" ve "İman" budur. Buna göre herhangi bir kimse müslüman ve mümin olduğunu iddia etmeden önce kendisi nerede, İslâm nerededir ve yine kendisi nerede, iman nerededir, buna iyi bakmalıdır. Şehit Seyyid Kutub
MAVERA adlı üyemiz umarım yeterince konu açıklanmıştır. Hiç bir alimimiz tağuta muhakeme olmayı meşru görmez bunun iman ile imansızlık arası olduğunu beyan ederler. Zaten konuyla ilgili ayetler muhkem ayetlerdir. Nuzül sebepleride bu görüşümüzü desteklemektedir.
Allaha emanet olunuz