ihlas
İHLÂS
Sözlükte; temiz ve katışıksız yapmak, seçmek, samimiyet, içtenlik, gönülden bağlılık, hulûs-i kalp ile yapılan iş ve eylem, iyi niyetli olmak, içten pazarlıklı olmamak anlamlarına gelir.(1)
İhlâs kelimesi ile birlikte anılan diğer kavramlar, ‘muhlis’ ve ‘muhlas’tır. Muhlis, kendi iradesi ve gayreti ile ihlâsa kavuşandır. Muhlas ise, muhlisliğe ilaveten Allah tarafından kendisine ihlâs bahşolunan zat demektir.(2)
Terim olarak ise; tutum ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme, özün söze, sözün öze uyması, riyakâr ve ikiyüzlü olmama anlamlarına gelmektedir.(3) Bundan başka, amellerin riya ve gösterişten arındırılması, ibadet ve davranışları yalnız Allah’a has kılarak yapmak, başka düşüncelerden temizlenmek şeklinde de tanımlanmaktadır.(4)
Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerimede; “Dikkat edin! Hâlis din yalnız Allah’ındır.”(5) buyurmaktadır. Allah Rasûlü (s.a.v.) de bir hadîs-i şeriflerinde buyurmuşlardır ki: “Şu üç hususta bir müslümanın kalbi hıyanet ve hasette bulunmaz. Allah için ihlâs ile amel yapmak, devlet adamlarına samimi surette tavsiye ve nasihatte bulunmak ve her halükarda İslâm cemaati ile olmak.”(6)
İslâm’da, itikadî konuların ruhu tevhit, ibadetlerin ruhu ihlâs, dünyevî işlerin ruhu ise adalettir.(7) Yani ihlâs tevhit inancının özünü oluşturmaktadır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ’nın birliğini en güzel ve özlü bir biçimde anlatan sûreye “İhlâs sûresi” denilmiştir.
İhlâs, ancak ibadet ve itaatle sadece Allah Teâlâ’ya yaklaşmayı (takarrub) irade etmek suretiyle gerçekleşmektedir. Bir amelin Allah Teâlâ’dan başkası için, gösteriş amacıyla, halk tarafından sevilme ve meth-ü sena edilme gayesiyle ve Allah’a yaklaşma niyeti dışında herhangi bir maksatla yapılması ihlâsa mani olmaktadır.
İhlâs, riyanın zıddı olup kalbi, temizliğini bozacak düşüncelerden uzak tutmaktır. İhlâs, sahibini yine ihlâsa götüren bir ahlakî vasıftır. Bu yüzden Allah Teâlâ, “Kendilerine; dini yalnız Allah’a hâlis kılarak, O’na ibadet etmeleri emrolundu.”(8) buyurmaktadır. Yine ihlâs, salih amelin temel şartlarından biri olduğundan Allah Teâlâ, “Her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, yararlı bir iş yapsın ve Rabbine yaptığı ibadete kimseyi ortak etmesin.”(9) buyurarak ibadetlerde riya kapısının kapatılmasını emretmektedir.(10)
Sehl b. Abdullah Tüsterî, riyanın bilinebilmesini ihlâs sahibi olma şartına bağlayarak “İhlâs sahibi olmayandan başkası riyayı tanımaz” demiştir.(11) Seriyyü’s-Sakatî ise bunu Allah’ın rızası açısından değerlendirerek, “Kim kendisinde bulunmayan bir şey ile halka süslü görünürse Allah Teâlâ’nın gözünden düşer.”(12) demiştir.
Öyleyse ihlâs için şu tanımı yapmak da doğrudur: “İhlâs; fiillerin insanların mülahaza ve takdirlerinden arındırılması ve korunmasıdır.”
Ebû Ali Dekkâk, ihlâsı sıdk ile birlikte değerlendirerek bu konuda şunları söyler: “İhlâs, halkın mülahaza ve ameli takdir etme arzusundan sakınmaktır. Sıdk ise, nefsin mütalaasından ve ameli görüp kendini beğenmişlik haline kapılmasında arınmaktır. İhlâs sahibi olan muhliste riya yoktur. Sıdk sahibi olan sâdıkta ise kendini beğenmişlik hali yoktur.”(13) Yani salik ihlâsla riya (başkalarına kendini beğendirme) halinden, sıdk ile de ucub (kendini beğenme) halinden kurtulmuş olmaktadır.
İhlâs ahlâkına sahip olabilmek için riya’nın yanı sıra, riyanın gizlisi ve kolay kolay anlaşılamayanı olarak kabul edilen ucub ahlâkından da sakınmak gerekmektedir. Bunu Ebû Yakup Sûsî şu sözüyle çok güzel ifade etmişlerdir: “İnsanlar, ihlâslarında ihlâs gördükleri zaman ihlâsları ihlâsa muhtaç olur.”(14)
Burada hemen kulun fiillerinin zahirde ve batında müsavi (eşit) olması demek olan ihlâsın alametlerini sıralamak faydalı olacaktır. Zinnûn-u Mısrî, şöyle bir sıralama yapar: “Şu üç şey ihlâsın alametleridir: Kişinin nezdinde halkın övmesi ve yermesi eşit olmak, amelde ameli görmeyi unutmak, âhirette sevap getireceğini hatırdan çıkarmak.” Ebû Ali Dekkâk ise “Her insanın ihlâsındaki eksikliği amelinde ihlâsı görmesidir.” der.
Devamında ise şunları söyler: “Allah Teâlâ, bir kulun ihlâsını riya ve kendini beğenmeden halis kılmayı murat ettiği zaman ihlâsından ‘ihlâsı görme’ keyfiyetini çıkarır. O zaman kul, muhlis (ihlâsa sahip olan) değil; muhlas (ihlâsa sahip kılınan) olur.”(15) Durum böyle olunca da ihlâsın neticesinde Mekhûl’ün dediği gibi, “Kırk gün ihlâs üzere bulunan hiçbir kul yoktur ki, kalbinden zuhur eden hikmet membaları dilinden dökülmüş olmasın.” tecellisi gerçekleşmiş olmaktadır.
Öyleyse ihlâsı sözde, fiilde, ibadette, hal ve hareketlerde gerçekleşmek üzere kısımlara ayırmak mümkündür. Ayrıca ihlâs, kulların dereceleri açısından da avam ve havasın ihlâsı şeklinde kısımlara ayrılmaktadır.
Ebû Abdurrahman Sülemî şöyle der: “İşlenen amelde hiçbir şekilde nefsin hazzı ve nasibi olmazsa bu, halkın (avamın) ihlâsı adını alır. Havasın ihlâsına gelince bu, Rableri tarafından üzerlerine tatbik edilen bir şeydir. Yani havas amel işler, fakat daima o ameli lütfedene önem verirler. İyi amelleri kendilerinden değil, Rablerinden bilirler.”(16)
Sehl b. Abdullah Tüsterî’nin “İnsanlara en ağır gelen amel!” olarak tanımladığı ihlâsın zorluğunun sebebi, nefse ait bir pay taşımamasındandır. Bu konuda Cüneyd-i Bağdadî şöyle der: “İhlâs, kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilmez ki sevap yazsın. Şeytan ona muttali olmaz ki ifsat etsin. Heva ve heves onu fark edemez ki kendisine meylettirsin.” Zinnûn-u Mısrî de, “İhlâs, düşmanın (şeytanın) ifsat etmesinden muhafaza edilen ameldir.”(17) der. Yapılan bu tanımından ihlâsla yapılan her bir amelin hem meleklere hem de şeytana kapalı olduğu, sevabının sadece Allah’a ait olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi amellerin değeri niyetlere göredir. Niyet de ihlâsla değer kazanmaktadır. İhlâs ve samimiyet duyulmayan bir niyete dayalı olarak yapılan amellerden bir fayda beklenmesi düşünülemez.(18) Öyleyse salikin en önemli görevlerinden biri de bütün davranışlarında ihlâsı gözetmek, ihlâsı ortadan kaldıran riya ve gösterişten uzak durmak olmalıdır.
İhlâs sahibi olmak isteyen bir salik bilmelidir ki, bütün güç ve kudret Hz. Allah’a aittir. Yapılan ibadet ve itaatler ancak O’nun yardımı ile gerçekleşmektedir. Hal böyle olunca kişinin amelleri sebebiyle benlik davasında bulunması yersizdir. Bu nedenle salik yaptığı ameller karşılığında bir ücret beklememeli, elde edebildiği karşılıkları, ulaşabildiği makam ve mertebeleri Allah’ın lütuf ve kereminin, fazl ve ihsanının neticesi olarak görmelidir.(19)
Kaynakça:
1. Gazâlî, İhyâ, c. IV, s. 350.
2. Kur’ân-ı Kerim’de her iki tabir de kullanılmaktadır. Bkz. el-Ğafir, 40/14; es-Sâd, 38/83.
3. Serrâc, Lum’a, 289.
4. Kuşeyrî, Risâle, 353.
5. ez-Zümer, 39/3.
6. İbn-i Mâce, Mukaddime, 18.
7. ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 446.
8. el-Beyyine, 98/9.
9. el-Kehf, 18/110.
10. YILMAZ H. Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 178.
11. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
12. Kuşeyrî, a.g.e., 355.
13. Kuşeyrî, a.g.e., 353.
14. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
15. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
16. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
17. Kuşeyrî, a.g.e., 354-355. Riya ve ihlâs konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Hâris b. Esed Muhâsibî, er-Riâye li-Hukûkillah.
18. YETİK Erhan, İsmail-i Ankarâvî Hayatı Eserleri, 196.
19. Ankarâvî, Minhâcü’l-Fukarâ, 172
.