Yakın Tarih Araştırmaları
Tarih dendiğinde Müslümanların aklını hemen İslam’ın ilk yılları ve tabiine kadar olan dönem dile getirilir. Fakat tarih yaradılıştan günümüze değin yaşanmış ve halen yaşanmakta olan zaman dilimi içerisinde vukuu bulmuş olan olayların bütünüdür.
Yakın tarihi ele alan birçok tarihçi ve yazarın, nedense! Son yüzyılda yaşanmış olan bazı olayların iç yüzünü kendi anlayışlarına uygun bir biçimde yansıtmaları, insanların o tarih sürecinde yaşanmış olan olaylara bakışlarını da etkilemektedir.
Yakın tarihimizde 1900-2011 yılları arasında yaşanan birçok olay yasaklar ve yıldırma politikaları nedeni ile hemen-hemen hiç gündeme alınmaz. Gündemde tutarak hakikatleri söyleyebilecek güce sahip olanlar ise maddiyat putunun vermiş olduğu rahatlıktan olmamak adına konuşup yazmamaktadırlar.
Zalim güçler her daim karakterleri gereği bir beldeye girdikleri zaman, o beldenin düzenini bozarak halk arasında izzet ve onur sahibi kişileri yok etmek için var güçleriyle mücadele ederler, bu hakikati bile-bile onlar ile dostluk edenleri ve mücadele etmeyenleri Allah zalimlerden saymaktadır.
Allah, yalnızca, inanc(ınız)dan dolayı size karşı savaşan ve sizi anayurdunuzdan süren veya (başkalarının) sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar; ve (içinizden) onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler işte onlardır!
(Mümtehine-9)
Yakın tarihimizde sorgulanması gereken, resmi ideoloji ve egemen rejimin İnsanlara karşı yapmış oldukları soykırım, zulüm, asimile, yasaklamalar vb meseleleri yalnızca güvendiğimiz Allah’a dayanarak anlatmak ile mükellefiz eğer bizler bu hakikatleri dillendirmez isek Allah katında hakkı örtenlerden ve söylemeyenlerden oluruz.
Bu hakikate dayanarak resmi ideolojinin, Osmanlının çöküşü ile yapmış olduğu İnsanlık dışı muameleleri ve yasaları dayanakları ile sunmaya çalışacağız.
Yakın zaman içerisinde Allah’ın hükümlerini yok sayan rejime karşı durmak çok ağır bedeller ile ödeneceğini bilerek hakkı haykırmaktan geri durmayan izzetli Âlimler bedelini canları ile ödemekten geri durmamışlardır.
Ülkemizin emperyalist güçlerin, sistemleri ile yönetildiği, Müslümanların katledildiği âlimlerin cahil cahillerin âlim gösterildiği harf inkılâbı ile başlayan asimile süreci içerisinde neye uğradığını bilemeyen toplumu kendi amaçları için din kisvesi altında kullandıklarını şu vereceğim birkaç söylem ile örneklemeye çalışacağım:
Mustafa Kemal’in 15.9.1919 tarihinde Malatya’da Hacı Kaya ve Şehzade Mustafa’ya çektiği telgraf:
‘’Ülkenin müdafaası söz konusu olduğu zamanlarda. Kürtler, kardeş ve kurtarıcı. Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürt birbirinden ayrılmaz ve öz kardeş olarak yaşayacaklar ve makam-ı hilafet etrafında sarsılmaz bir vücut halinde iç ve dış düşmanlara karşı demirden bir kale halinde kalacaklardır:
20 Nisan 1920’de Mecliste 72 Kürt Milletvekili hazır bulunmuştur.
(Abdurrahman Kasım’la, Kürt ve Kürdistan 1965 program 5.20)
Aynı mecliste Erzurum mebusu olarak bulunan Hüseyin Avni Bey’in toplantıların birinde dile getirdiği ‘’Bu Kürsüde konuşma hakkı iki millete aittir. Kürtler ve Türkler’’ düşüncesi susturulmak yerince kuvvetli bir alkışla destek görmüştür.
10 Şubat 1922’de Mecliste çoğunluğun kararı ile Kürtlere özerklik verildi.64’e Karşı 373 milletvekilinin oyu ile kabul edilen ‘’Kürtlere Özerklik Yasası’’ Cumhuriyet tarihinin ilk ve son özerklik yasası oldu.
(T.B.M.M Gizli celse zabıtlarından 9 ve 11 Şubat 1991 günlerinin zabıtları olduğu halde, bu tasarının tartışıldığı 10 Şubat günü zabıtları olmadığı belirtiliyor.
(Yeni Ülke 23 Şubat 1991)
‘’Gazi Paşa: Kürt meselesi bizim yani Türklerin menfaatine olarak da katiyen mevzubahis olamaz. Çünkü Malumu âliniz bizim hududu milliyemiz dâhilindeki Kürt anasır, o surette tevattun etmiştir ki, pek mahdut yerlerde anasırının içine gire-gire öyle bir hudut hâsıl olmuştur ki, Kürtlük namına bir hudut çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden. Harput’a kadar giden bir hudut aramak lazımdır. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşairini de nazar-ı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Binaenaleyh başlı başına bir Kürt’lük tasavvur etmekten ise bizim Teşkilat’ı Esasiye kanununun mucibince zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi Liva’nın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir.
Bundan başka Türkiye’nin halkı mevzubahis olurken, onlarıda beraber ifade lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait mesele ihdas etmeleri daima vardır. Şimdi mecliste hem Türk’lerin ve hem de Kürtlerin sahibi salahiyet vekillerinden mürekkeptir. Ve bu iki unsur, bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını tevhit etmiştir. Yani onlar bilirlerki bu müşterek bir şeydir ayrı bir hudut çizmeye kalkışmak doğru olamaz.’’
(Mustafa Kemal’in 10 Ocak 1923 te İzmit Kasrında gazetecilerle yaptığı toplantıdaki konuşması. Yeryüzü dergisi 15 Nisan 1992 s 17 İstanbul)
1.Meclis döneminde yaşanan bu ve benzeri birçok söylem ile Müslümanları kendi amaçları uğrunda istedikleri gibi kullanmış ve 2. Meclis döneminde beyan etmiş olduklarını bir-bir reddetmiş karşı çıkanları ise yok etmişlerdir. Kendi ideolojilerine destek almak adına Meclisi Kuran ile açanlar daha sonrasında gerçek maksatlarını açıkça ortaya koymuşlardır.
Savaş döneminde yurt genelinde yaşayan insanların desteğine muhtaç olan emperyalist güç sahipleri mazlum halkı kullanabilecekleri yere kadar kullanmak ve işleri bitince de kendi çıkardıkları kanunlar ile saf dışı etmeyi çok koordineli bir şekilde yapmışlardır.
2: Meclis Döneminde Kendi amaçlarını şu beyanatlar ile açıklamışlardır:
CHP’li Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt Ödemiş’te şunları beyan ediyordu:
‘’Biz Türkiye denilen, dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bile.
(Milliyet Gazetesi 19 Eylül 1930)
Kürtlerle iyi geçinme ya da onları oyalama dönemi buraya kadardır.27 Haziran 1920 de Mustafa Kemal El Cezire Cephesi Kumandanı Nihat Paşa’ya T.B.M.M Başkanı sıfatıyla beş maddeden oluşan bir talimatname gönderir. Talimatnamede yer alan maddeler özetle şöyledir:
1:Kürtlerin oturduğu bölgelerde iç ve dış siyasetimiz açısından adım-adım mahalli idareler kurulması gerekir.
2:Milletlerin kendi kaderini kendilerinin tayin etmeleri hakkı, bütün dünyada kabul görmüş bir prensiptir. Kürtlerin bu zamana kadar mahalli idareye ait teşkilatlarını tamamlamış reisler ve ileri gelenleri bu amaç adına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini açıkladıkları zaman, kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını, T.B.M.M idaresi altında yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidirler. Kürdistan’daki bütün çalışmanın bu amaca dayanan siyasete yönelmesi El Cezire Cephesi Kumandanlığına aittir.
3: Kürtlerin birleşmesine engel olmak, adım-adım mahalli idareler kurulması sebeplerini açıklamak ve böylece bize yürekten bağlanmalarını sağlamak. Kürt reislerini mülki ve askeri makamlarla görevlendirerek bize bağlanmalarını sağlamlaştırmak gibi genel çizgiler kabul olunmuştur.
4: Kürdistan iç siyaseti El Cezire Cephesi Kumandanlığı tarafından birleştirilecek ve idare edilecektir.
5: Cephe kumandanlığı idari, milli, adli değişikliğe gerek gördükçe meclise önerir.
Talimatnamenin altına ‘’Kişiye Özeldir’’ ibaresi mevcuttur. Meclis bundan (talimatnameden) 22 Temmuz 1922 de haberdar edilir.
(2000 e doğru dergisi 20-26 Eylül 39. Sayı 1987)
İsmet İnönü Sivas demiryolunun açılışında şu demeci verir:
‘’Beş seneden beri doğu vilayetlerimizde vukua gelen ve kökü dışarıda entrikalarla körüklenen isyan, bugün gücünün yarısını kaybediyor. Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.
(Milliyet Gazetesi 31 ağustos 1930)
‘’Kürtler ufak-ufak kafilelere ayrılıp, silahlarından arındırılarak değişik bölgelere gönderilecek ve orada genel nüfusun % 5 ini geçmeyecektir. Kürt mülteciler yerlerine geri gönderilmeyecektir.
(Tehcir Kanunu Madde 12)
‘’…Kürtlük makamının kökünden sökülüp atılması, kaçak hainlerin İngiliz parası ile Kürtleri aldatarak padişaha ve askere karşı kışkırtmaya uğraştıkları, bunlara uyanların hiç bağışlanmadan acımasızca yok edileceğinin her yana hızla bildirilmesi.
(Mustafa Kemal’in Malatya 15. Alay Komutanı İlyas Bey’e Çektiği Telgraf)
Kemalistlerin de yaptığı… Kütüphanelerde Kürtlerle ilgili, onların tarihiyle ilgili ne varsa yok edildi. Kürt beylikleri zamanında yapılan tarihi yapılar yıkılıp yerlerine askeri kışlalar yapıldı. Tüm yöre adları değiştirildi.
(Paradigmanın İflası, Fikret Başkaya)
1925’te Belirlenen Şark ıslahat planının 14. Maddesinde şöyle deniliyor:
‘’Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısn-ı Mansur (Adıyaman) ,Besni, Arga Hekimhan, Birecik, Çermik vilayeti ve kaza merkezlerinde hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda çarşı ve pazarlar da TÜRK’ÇEDEN baş dil kullananlar hükümet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.
Planın 17. Maddesinde şöyle deniliyor.
‘’Fırat’ın batısındaki illerin batı bölümlerinde dağınık biçimlerde yerleşmiş olan Kürt’lerin Kürtçe konuşmaları mutlaka yasaklanacak ve kız okullarına önem verilecek, kadınların Türkçe konuşmaları sağlanacaktır.
1938’de Diyarbakır’da genel müfettiş olarak görev yapan Abidin Özmen’in Ankara’ya sunduğu tavsiye raporunda şunlar yer alıyor.
‘’Halkevlerinin, bütün memurları devlet daireleri, kurum ve kuruluşlarında memur ve hizmetlilerin Kürtçe konuşmalarına katiyen müsaade edilmemelidir. İşi olan köylü Türkçe bilmiyor ise köylü ile Kürtçe konuşulmamalı, memur olmayan bir tercüman getirmeye mecbur tutulmalıdır. Türk camiası içinde kaynatmak istediğimiz kimseleri Kürtçe yerine Türkçe diliyle konuşur hale getirmek icap eder.
1930’larda konuşulan her Kürtçe kelime için 1 kuruş ceza kesilirken. Bir koyunun 5 kuruşa satıldığı o günler de 5 kelimelik iki cümle ile meramını ifade etmek zorunda olan biri bir koyun değerinde ceza vermek zorunda bırakılıyordu.
Mecburi İskân Kanununun 11. Maddesinde şu ifadelere yer verilmekte:
‘’Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu kimselerin bir köyü, bir mahalleyi bir işi veya sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır.
13. Maddenin 3. Fırkasında ise şöyle deniliyor:
‘’Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya köye küme teşkil etmeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskânları mecburidir.
‘’Türk Milli kültürüne, ahlak kurallarına, örf ve adetlere uygun düşmediğini, kamuoyunu incittiği…’’gerekçesiyle 1587 sayılı yasa ile Türkçe olmayan Kürtçe ve Ermenice yer ve kişi adları değiştirildi.
‘’Devletimiz milli bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet Türk’ten başka millet tanımaz…’’
(1924 Anayasa gerekçe Metninden)
‘’Kürtler, Lozan antlaşması ile t.c sınırları içinde kalan Ermeni, Rum ve Yahudilerin yararlandığı haklardan mahrum bırakılarak. Yüz binden az nüfuslu azınlıklara kendi dillerinde okul açma ve eğitim özgürlüğü tanındığı halde,920 li yıllarda toplam nüfusun yaklaşık dörtte birini oluşturan Kürtler için böyle bir hak kesinlikle tanınmıyordu.
(1928-1929 Tarihli T.C yıllığına göre toplam nüfus 10.915.909.17 Şark vilayetinin nüfusu 2.738.267 kişi. Şark vilayetleri T.C nin toplam nüfusunun %24,7 si Paradigmanın iflası Fikret Başkaya)
Kürtler Rus cephesinde, Çanakkale’de Suriye cephesinden Fransızlara karşı kahraman kardeş! İken işleri bitince yok sayılmaya başlandı. Yasaklamalar ile inkâr edilmeye başlamaya öncelikle direnenleri yok etmek ile sürgün ederek mecburi iskâna tabi tuttular. Daha sonra bunların Türk ırkından oldukları Dillerinin bozuk Farsça olduğu. Türkler ile orta asyadan göç ederek İran’ın güneyinden Anadolu’ya yerleştikleri ‘’Dağ Türkleri’’ oldukları tezleri üretilerek Türk toplumu inandırılmaya çalışıldı. Bu amaçlarını doğrulamak adına Tarih kitapları, Coğrafya atlasları, ansiklopedi ve okul kitapları yazdırılıp hazırlatıldı.
Yapmış oldukları bu asimile, inkâr politikalarını desteklemek için Türk Tarih kurumu, Türk dili araştırmaları vb kurumların bünyesinde Cumhuriyet profesörleri! Çok sayıda kitap ve tezler yazmaya başlamıştır. Bu iddialarını haklı kılmak için Asker emeklisi veya Mit görevlilerince sivil görünümlü yayın evlerinde aynı kalemlerden çıkma birebir aynı önsözler ve kitaplar ile sözde milli bir gerçeği halka anlatmak için parasız kitaplar neşredip dağıtılmıştır.
(Kürt Meselesi, Kon Yayınları Ankara 1979 Kürt Sorunu belgelerle Türk Tarih Dergisi Yayınları 1970,s.3)