Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 Arkadaşları:6 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
1.005 Konular:
399 Beğenildi:30 Beğendi:5 Takdirleri:53 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Namazda Uyanık Olmak Namazda Uyanık Olmak Namazda Uyanık Olmak
NAMAZı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' NAMAZı dosdoğru kılın. Çünkü NAMAZ, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103) Namazda Uyanık Olmak Bilgi ve bilinç, imanın ve dolayısıyla İslam’ın temel şartlarındandır. İslam; zannın, gerçekten yana bir şey ifade etmeyeceğini bildirmekte, insanları bilgi ve bilincin aydınlığına davet etmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onların çoğu sadece zanna uyarlar. Gerçekte ise zan, haktan yana bir şey ifade etmez.” (Yunus 10/36) “...Deki: ‘Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” (En’am 6/148) “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17/36) Ne yaptığını bilmek, ne dediğini bilmek, neyi niçin yaptığını bilmek, neye niçin inandığını bilmek... Bunlar İslam’ın insandan istediği temel bilinç emareleridir. Bunun tersi ise, adeta afyonlanmış, uyuşturulmuş, efsunlanmış ve hipnotize edilmiş bir halde bilgisiz ve bilinçsiz, sürüklenen bir hayat yaşamaktır. Bilgi ve bilinçten mahrum insan, hayatın öznesi olmaktan çıkıp sürekli yönlendirilen, herkesin ve her şeyin etkisine açık, hayatı kuran değil kendisi başkaları tarafından kurgulanan bir nesne haline gelir. Önemli olduğu için tekrarlayalım: Neye niçin inandığının ve neyi niçin yaptığının bilincinde olmayan insan, sürüklenenlerle birlikte sürüklenir gider. Oysa Yüce Allah, insandan hakkında bilgisi olmayan şeyin ardına düşmemesini, zanna uymamasını, aklını ve kalbini bilgi ve bilince açık tutmasını istemektedir. Evet, bilgi ve bilinç, imanın temel şartlarıdır. Onlarsız bir iman içeriksiz, etkisiz ve iddiasızdır. Aslında iman kendisi bilincin ta kendisidir/kendisi olmalıdır. İslam; ilim (bilgi), iman (bilinç) ve amel temelleri üzerine bina edilmiştir. Yüce Allah, iman iddiasında bulunanlardan, “iman etmelerini” istemektedir. Yani onları bilince ve teyakkuza davet etmektedir. Müslümanlardan, yapıp ettikleri her şeyi uyanıklık ve teyakkuz halinde, bilgi ve bilinç düzeyinde gerçekleştirmelerini istemektedir. Müslümanın ibadeti, ticareti, sevgisi, buğzu... hep bilgi ve bilince dayalı olmalıdır. Müslüman, ibadetinde de, ticaretinde de teyakkuzu, bilgiyi ve bilinci terk etmemelidir. Sevgisinin de, buğzunun da gerekçesini, nedenini bilmelidir. Yüce Rabbimiz, kendisine körükörüne bir kulluğu kabul etmemektedir. Çünkü kendisinin insanların ibadetine ve kulluğuna ihtiyacı yoktur. İnsanlar O’na kendi yararlarına olduğu için kulluk yapmaktadırlar/yapmalıdırlar. Yoksa O, Ğaniyy olandır. Yani kendi kendine yeterli olan ve hiçbir şeye ve hiçbir kimseye muhtaç olmayandır. İbadet ve kulluk insana lazımdır. Din, ibadet ve kulluk insanda fıtri bir ihtiyaçtır. İşte insanın bu ihtiyacının doğru olarak karşılanabilmesi için, bilgi ve bilinç düzeyinde Alemlerin Rabbi ve yaratıcısı Yüce Allah’a kulluk yapması şarttır. Aksi halde bu boşluğu, maddeye, çıkara ve kula kulluk zilleti dolduracaktır. İşte insanın bu zillete düşmemek ve yaratıcısına hakkıyla kulluk yapabilmek için, O’nun gönderdiği dini, bilgi ve bilinç düzeyinde öğrenip yaşaması gerekmektedir. Yüce Allah, iman edenlere içki ve kumarı yasaklamış ve bunun gerekçesini de bildirmiştir: “Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide 5/90) Bu örnekte de görüldüğü gibi Yüce Allah, mü’minlere neyi niçin yapmaları gerektiğini açıklamaktadır. Onları körükörüne bir itaate değil bilinçli bir tercihe çağırmaktadır. Hz. Peygamber, namazı, dinin direği olarak nitelendirmiştir. Gerçekten de namaz, çok temel ve hayati bir ibadettir. Namaz, hayatı kuşatan, insanı kontrol eden, insana günün belli aralıklarında muhasebe yapma, kendine çeki düzen verme ve Rabbiyle buluşma imkânı veren, dinin temel esaslarından biridir. Bu sebepledir ki, Kur’an’da mü’minlerin vasıfları bildirilirken namaza özel bir vurgu yapılmaktadır. Mü’minun Suresi’nin ilk onbir ayetinde mü’minlerin vasıfları arasında namaz iki defa zikredilmiştir. Yüce Rabbimiz, namazın ikame edilmesinde uyanıklık ve teyakkuz halinde olmayı, namazda ne dendiğini bilmeyi şart koşmaktadır. Yani namazda ne dediğini bilmek, namazın temel şartlarındandır. Bu şartı bildiren ayet-i kerime (Nisa Suresi 43. ayet), Maide Suresi 90. ayet nazil olmadan, yani içki henüz haram edilmemişken inzal olmuş ve sarhoşken namaza yaklaşmayı yasaklamış, bunun sebebini de, namazı uyanıkken kılın ki onda ne dediğinizi bilesiniz, mealinde belirtilmiştir. Yani buradaki hükmün illeti (konulan hükmün gerekçesi), “namazda ne dendiğinin bilinmesi”dir. Dolayısıyla namaz kılanın namazda ne dediğini bilmesi şarttır. Bir düşünelim: Bugün Müslümanların yüzde kaçı namazda her rekatta okuduğu Fatiha Suresi’nin anlamını bilmektedir? Ya da ne kadar insan rüku ve secdede dile getirdiği tesbihatların mânâsını biliyor? Ne yazık ki bu konuda tablo çok iç açıcı değil. Esasında bu hal çok da şaşılacak bir durum değil. Çünkü İslam alemi asırlardır taklitçiliğin ve bilinçsizliğin hüküm sürdüğü bir ölü ozanlar toprağı haline geldi/getirildi ne yazık ki. Kur’an’ın ısrarla zandan ve mukallitlikten sakındırdığı ve bilgi ve bilincin aydınlığına, akletmenin bereketine çağırdığı Müslümanlar, zamanla mukallitliğin esiri haline geldiler. İslam’a inanan insanların önemli bir kesimi namazda ne dediğini bilmeyen, daha da ötesi ne dediğini merak etmeyen bir konuma düştü/düşürüldü ne yazık ki. Oysa insana koskoca bir ömür verilmiş değil mi? Bir kimse, her gün bir kısa surenin anlamını öğrense, olmadı her hafta, hatta her ay bir kısa surenin anlamını öğrense Kur’an’ın anlamının hafızı olur. Fakat buna insanları sevk edecek merak ve ihtiyaç hisleri yok edilmiş insanların. Müslümanların yaşadığı bu halin ızdırabını yüreğinde hisseden Mehmed Akif’in dediği gibi “Böyle gördük dedemizden” sesleri her tarafta hükümran olmuş. Her gün defalarca okuduğu bir kısa surenin, yüzlerce defa tekrarladığı tesbihatların anlamını merak bile etmeyen insanların İslam’ı insanlığa taşıması mümkün mü? Dinine ilgi göstermeyen insanlardan, başka insanlarda bu dine yönelik bir ilgi uyandırması beklenebilir mi? Peki bu durumun çözümü nedir? Türkçe, Kürtçe, Farsça ibadet midir bunun çözümü? Tabii ki hayır. Çünkü bu anlayış, her şeyden önce “Dine tabi olmak yerine dini kendine tabi kılmak, dine uymak yerine dini kendine uydurmak ve Kitab’a uymak yerine kitabına uydurmak” kolaylığının ta kendisidir. Cenneti elde etmek kolay mı? Peygamberler niçin çile üstüne çile çekti? Kalemin ve kâğıdın olmadığı, elektriğin keşfedilmediği zamanlarda, nice zorluklar içinde ciltlerce eserler veren alimler, o büyük bedelleri niçin ödedi? Dinini öğrenmek için çaba göstermeyeceksin; camileri ilim, ibadet ve hayat merkezi olmaktan çıkarıp, yaşamdan kopuk, cenaze, bayram ve cuma namazlarında hatırlanan işlevsiz bir mekân haline getireceksin; dini haftada bir veya yılda birkaç defa hatırlayacaksın, belli zamanlarda camiye gidip bir anlamda günah çıkarmayı din zannedeceksin; sonra da cennet hayalleri göreceksin... Oysa böyle yağma olmadığını, Kur’an defalarca bildiriyor. Din, dünyanın en ciddi mefhumudur. Onu ciddiye almak, onu anlamaya ve yaşamaya emek sarfetmek, onun için; rahatlıktan, ticaretten, zamandan, uykudan, maldan, candan fedakârlık yapmak gerekir. “Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden - karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere - canlarını ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe 9/111) “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara 2/214) Sonuçta din, yolunda bedel ödemeyi, çile çekmeyi gerektirir. Her gün namazda okuduğu surelerin anlamını öğrenmek için bile zaman ayırıp çaba göstermeyen insanların, bu ayetleri dikkatli bir şekilde okumasında yarar vardır. Şükrü Hüseyinoğlu |