Konu Başlıkları: Allah'a dost olmak
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 17 Kasım 2011, 14:09   Mesaj No:5

YaŞuHa

Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:31
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Rabb ile dostluk

RABB İLE DOSTLUK

Cenab-ı Hakkın Rahmeti ve Bereketi Üzerinize olsun.
Bilindiği üzere Cenab-ı Hakk’ın yaratılanların en üstünü olan insanı yaratmasının sebebi, kendisini bilmesi ve ona ibadet etmesidir.Bu nedenle insana kimi vazifeler vermesi ve kimi yasaklar koyması, insanları bir imtihandan geçirdiğini ispatlayan en büyük delildir.
Hiç şüphesiz ki bu imtihanı da başarıyla vermenin tek yolu İslam dinini açık bir şekilde anlatan Kur’an-ı Kerîm’in bize anlattığı yolda gitmek Serveri Alem efendimizin yaşayış tarzını kedimize prensip etmemizdir.
Yine hiç şüphesiz ki bu yolda gitmek ve yaşayış tarzını prensip edinmek bizi dönüşü olmayan hak yola götürecektir.
Peki biz yapamaz mıyız?
Belki onlar kadar olmaz ama onların geçtiği yolda gitmek, Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğünü hatırdan çıkarmamak, isyana dalmamak, Rahmet ve Bereketinden ümit kesmemek onun dostluğunu kazanmamıza neden olmaz mı?
Farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmak, iyilikte bulunmak, herkese hoşgörülü davranmak, takva sahibi insan olmak bizi Hakk’a yaklaştırmaz mı?
fiu an yeryüzünde yaşayan insanların çoğu isyana dalmakta, kimisi başka bir ilah tanımakta ve bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın azabına uğramaktadır.Bu ve bunun gibi insanların Cenab-ı Hakk’ın dostluğunu kazanması mümkün müdür? Yarın mahşerde nasıl hesap vereceğim diye düşünmeyen, zalim olan, farzları yapsa da Allah rızası için değil, gösteriş için yapanın, Rabb ile dostluk kurması mümkün müdür?
Bize bir görev verilmiş doğru yolda gidenin Allah’ın dostu olacağı açıkça bildirilmiş.Bence bunun daha açık bir anlatımı olamaz.
Nefsimize bir kere de “Dur” demek, Allah rızası için hayır yapmak, kadın ise, “Allah bana örtünmemi emretti.O halde örtüneyim demek vb. davanışlarda bulunmak. Allah’ın dostluğunu kazanmamıza neden olmaz mı?
Yaptığımız bir hata sonrası tevbe etmek ve O’nun affından ümit kesmeden affedilmeyi beklemek, onun bizden rızalı olmasına sebep değil midir?
Cenab-ı Hak zaten kimseye yapamayacağı iş yüklememiştir ki.İşlerimizi biraz dikkatle yaparsak, Cenab-ı Hakk’a gönülden bağlanırsak, Cenab-ı Allah bizi cennette yüksek derecelere yükseltmez mi?
Bana göre insanın “Dünya’ya ne için geldim, ama ne yapıyorum sorusunu kendisine sorması ve ona göre hareket etmesi, Allah’ın dostluğunu kazanmasında en etkili yoldur.
Ne dersiniz Allah’ın dostluğunu kazabildik mi?
Allah (c.c.) bize öyle büyük nimetler vermiş ki biz bunların farkında değiliz. İki insan tartışıyor, kavga büyüyor, birbirlerine saydıkları kötü sözlerden sonra arad büyük bir nefret başlıyor. Araya yıllar giriyor onlar birbirlerini affetmiyorlar.Düşünelim; Allah (c.c). bizim cennet nimetlerine erişebilmemiz için bize o kadar yol gösteriyor ki bunu anlayamıyoruz. Büyük bir günah işleyen bir insan tövbe istiğfar ediyor iyi olarak birçok ibadet yapıyor ve kitaptakine göre Allah (c.c.) affediyor onu. Allah (c.c.) ile dostluk kurmak isteyen bir insan herşeyden önce inancının tam olması gerekiyor. “İnancın yüreğindeyse damarlarında yürür” diyor bir yazarımız. Allah (c.c.) ile dostluk kurmak; her insanın yapabileceğini düşünüyorum.Dilimizde Allah (c.c.), kalbimizde, beynimizle bu sözü söylemek bambaşkadır.Bizim ona ihtiyacımız vardır.Nasıl ki bir çiçek için bahar kıymetliyse cennete gitmek için Rabbimizin emrettiği her şeyi yapmak bizim içinde kıymetlidir. Ahireti düşünüp yaşantısını ona göre yaşayan bir insanın Allah’la (c.c.) zaten büyük bir dostluğu vardır.
Allah (c.c.) ile dostluk kurmak; insanı maddi manevi olarak rahatlatan, verdiği acılara sabırla nasıl bakılacağını, kısacası güzel olan herşeyi içine alır.Hiç kimseye anlatamayacağımız düşüncelerimizi onunla paylaşırız, ona güvenimiz sonsuzdur.O’na ne söylesek de asla başkalarına söyler korkusu içimizde yoktur. Allah (c.c.) ile dostluk kurmak zor değildir.Çünkü insanlarla dostluk, onunla kurduğumuz dostluk arasında anlatılamayacak derecede büyük bir fark vardır.İnsanlara güvenip birşeyler anlatıyorsun.Ama hep bir düşüncen var; acaba yanlış mı yaptım ona anlattım diye. Allah (c.c.)ile ne konuşursan konuş içini kemiren başkasına söyler mi düşüncesi bulunmaz.Allah’a karşı en büyük güveni duyarsın.Doğruları doğru yerde aradığın için, hiç bir zaman Allah ile konuştuğun zaman başını eğmezsin.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dostu, herşeyi Allah (c.c.)’dır. Peygamberimizin Allah’la arasında o kadar büyük güzel bir dostluğu olmuş ki var olan güzel herşeyin en büyüğü dostluklarıdır.Yüce Rabbimizin bize verdiği nimetleri düşünürsek, güzel dostluğunu o zaman anlamamız gerekir.
Size bu satırları yazarken ve yazmadan önce cevabı hem çok zor, hem de kolay olan bu soruyu kendime hep sordum. Temizlik yaparken, otururken, yatarken...
Aslında bulacağım cevapları, yolları bu satırlara yazmak çok kolay olacaktır.Ama düşündükçe yazacağım şeylerin bana tekrar soru haline gelip ya sen ne yapıyorsun dedikçe kelimeler boğazımda düğümlenmeye başladı.Çünkü en çok üzüldüğüm ve ağırlığını hissettiğim şey, kitaplar okuyup, mübarek hocalarımızın sohbetini dinleyip ve aslında kalbimiz olan Kur’anımı okuyup, üstünden biraz zaman geçince tekrar eski yanlışlara az da olsa dönmemdi. fiu var ki bu soru ile karşılaşınca da, yüreğimin yandığını hissettim.
Siz bu soruyu neden bize sordunuz? Sırf yarışmaya katılıp birşeyler kazandırmak için mi? Yoksa bizi silkindirmek, kendine bak, uyan Allah’la dost musun,O’nu ne kadar tanıyorsun, ne kadar yakınsın diye soruları kendimize sormamız için mi?Eminim ki bu yarışma bizim Allah’a yakınlaşmamıza vesile olacaktır.
Dostluk çok güzel, çok sıcak ve insanı yaşama bağlayandır. Dostluk o kadar büyük ki sevgiyi, mutluluğu, huzuru içine alan ve gerçekten dostluk olan yerde, bütün bunların olması mutlaktır.Bütün bunları çok içten söylüyorum.Çünkü dostluğu yaşadım.Ama bu dost insandı. Allah bana güzel, temiz kalbli bir insanı dost olarak verdi.Onunla beraber büyüdük. Birgün geldi ki, yollarımız ayrıldı.O başka şehre gitti.Aslında gönül bağımız halen kopmuş değil.Tabii ki ilk başta dostumuz, sevdiğimiz olarak Allah geliyordu.Ama düşününce dostluğu ne kadar içleştirmiştim ki.
Allah’ seviyorum, yakın hissediyorum, ama doğrusu O’nunla dostluğum, gerçek anlamıyla dostluğum var olduğunu zannetmiyorum.Hem var desem bile bu nasıl bir dostluk olabilir ki.Herşeyi yarımyamalak yapmakla Allah’la dost olunabilir miydi ki.
Yalnız kalınca ve yanında kimseyi bulamayınca, daha da bir hissediyor insan gerçekten kimin daha dost olduğunu. Çünkü gerçek kelimesi bir tek Allah’a yakışıyor.
Bir yol var ki, upuzun ve sizi sonunda çok güzel birşey bekliyor.Siz o yolun sonundakinin kim veya ne olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz.Ve onu bilmediğiniz içinde nasıl yol olmak gerektiğini, yanımıza neler almamız gerektiğini, O’na nasıl daha çabuk ulaşacağınızı bilmiyoruz. Onu tanıtacak, bilgi verecek bir kılavuz lazım değil mi.İşte bu klavuz, Kur’an-ı Kerîm’dir.Kur’ân’ımızı ne kadar iyi anlarsak O’na o kadar yakın olacağız demektir. Aslında insan için, bakmayı bilirse herşey bir klavuzdur.
Dostlukta ben yoktur.Çünkü hep kendini düşünürsen, başka biri olamaz zaten ve böylece dostlukta olmaz.İnsan yaptığı her işte Rabbini düşünse, O’nun rızasını düşünse, kendi benliğinden sıyrılmış ve Yaratıcısına kavuşmuş olur.Dediğim dünyayı terketmek değil, tersi yaşamın içinde, insanların içinde olup Allah’a dost olabilmektir.Ahlarımızda, vahlarımızda dikkat edilirse hep Allah’a. Başımıza bir felaket gelse, felaketi bırak, birazcık canımız yansa ağzımızdan ilk çıkan söz Allah’tır. Aslında Allah’la sevincimizi de, üzüntümüzü de gerçek anlamıyla paylaşmalıyız.

Çocuklar her ne olsa anne der. Çünkü annesi ona yakın olan yediren, içirendir.Çünkü çocuğun sığınağı annesidir.Çocuk bile bunun farkındadır.Oysaki insanoğluna Allah herşeyi vermiş, aklımıza, hayalimize gelmeyecek şeyler yaratmıştır.O zaman Allah’ı her an, her adımımızda anıp, her işte onu hatırlamalıyız.İlle de yükselme ve inişler olmak zorunda mıdır?
İnsan bazen kendisine soruyor.Annemi, babamı, kardeşlerimi, arkadaşlarımı ve daha bir çok kişiyi seviyorum.Kalpte bir sevgi olabileceğine göre hem Allah’ı, hem de beşeriyeti aynı anda nasıl sevebilirim diye. Ki bu soru kafama hep takılırdı.Sonra iyice düşündüm ve okudum ki zaten Allah’ı sevmek,O’nu dost bilmek, O’nun yarattıklarını da, O’nun sevdiklerini de sevmektir. Çünkü insan sevdiğinin, sevdiği şeyleri de sever.
Allah insana öyle bir yapı oluşturmuş ki, her an Allah’ı hissetmek mümkün. Onun için Allah’ıma bana göz ve bu hisleri verdiği için çok şükretmeliyim.Bazen insan öyle bir hal alıyor ki her nereye baksa Allah’ın sanatını görüyor, insanın kalbi titriyor.Her yerin her canlının Allah dediğini duyabiliyor.En önemlisi de, bu duyarlılığı ölene dek devam ettirebilmektir.
Öyle birşey ki Yüce Allah’ımıza biraz yaklaşsak, O bize bizim ona yaklaştığımızdan daha fazla yaklaşacakken nasıl Allah’ımızdan uzaklaşabiliriz.O bizi böyle severken bize bizden daha yakınken hala aynı hizada durmamız mümkün mü?
Hayattaki acılar, mutsuzluklar insana bir bir herşeyi öğretiyor.Bir bakıyorsun mutlusun, bir bakıyorsun mutsuzsun, bir bakmışsın zaman geçmiş, herşey değişmiş.İnsan o zaman anlıyor ki bu kadar çabuk geçen zaman içinde birşey yapmak gerektiğini.İnsan beşer olan şeylere, insana, mala, şöhrete dayıyor sırtını, sonra hüsranlar, üzüntüler, hiç bitmeyecek sandığımız sıkıntılar başlıyor.Oysaki sırtını Allah’a dayadığımızda farklı farklı durumlarda bile başka türlü bakabiliyorsun hayata.Gözyaşımızda, üzüntülerimizde bir anlam kazanıyor.Ölümü bile seviyor insan.Çünkü ebedi olana dayandığımızdan ebedi olmamanın hiçbir yükü kalmıyor üzerimizde.
Ben sıralayamıyorum, şunu şunu yaparsan Allah’la dost olursun diye. Bu öyle birşey ki her varlık kendi kişiliğinde farklı yaşar bu durumu.
Dosta dost olabilmek için O’nu tanımak, bilmek, sevmek, istemek gerekir.Aslında O bize zaten dost, peki biz O’nun dostluğuna layık olabilmek için hep uğraş vermeliyiz.
Nice peygamberler, evliyalar ve güzel insanlar Allah’la dost oldular.Öyle dostlardı ki kâinat bile sevmişti onları.Çünkü onlarda sevmişti başta herşeyi.Cenneti düşünerek birşey yapmazdı.Onlar, sadece Allah rızası vardı: Bizim içinde saedce Allah olmalı. Sadece Allah demek bile o kadar sarsıyor ki insanı. Ne zaman, ne de mekân kalıyor O’nu düşününe.Hele de insan ellerini açınca Allah’ı daha iyi hissediyor,Allah’a ne kadar yakınlaşabileceğimizi.
Bence, sevmekle başlayacak ve gönül ipini bağlamakla sürecek bu dostluk.

Karanlıkların içinde kaybolduğunu, umutsuzluk tohumlarının etrafını sardığı, kendimi yapayalnız hissettiğim günlerimde bana benden yakın olan herşeye kadir Yüce Yaratıcım olmasaydı, şu anda bu satırları yazabilecek bir ben olur muydu bilmiyorum.Hayatın dolambaçlı yollarında bana yol gösterecek içimde varlığını hissedebildiğim bir ışık olduğu için çok şanslıydım.Bu ışık beni huzura taşıyan inancımın ışığıydı.İnancımın dayanağı bütün kainatı yoktan var eden, her şeyi en kuytulardakini bilen ve gören, kullarını affedilmekle müjdeleyen Yüce Allah’a (c.c.) karşı duyduğum minneti anlatmakta kelimelerin aciz kalacağını düşünüyorum.Ölüm acısını bütün şiddetiyle hissettiğim, anne özleminin doruk noktasına ulaştığı ağlamaklı zamanlarımda üzülme diyorum kendime senin yanında bütün annelerin yaratıcısı herşeyin sahibi bir dost var.Öyle bir dost ki sen onu yalnızca başın dara düştüğünde arasan, ardı arkası kesilmeyen günahlarına bir yenisini ekleyip pişman olsan ve ardından kalbinin kapılarını sonuna kadar açıp bütün samimiyetinle Rabbim bağışla ve yardım et dediğin an sana yardım elini uzatan, eşi benzeri olmayan En Yüce Dost Burada bir soru geliyor aklıma.Kuluna bu denli yakın olan, yüce sıfatının bile onu anlatmakta yetersiz kaldığı, birşeylerin gerçekleşmesi için sadece ol demesi gereken Yaratıcımıza layık mıyız? acaba. Bu soruya evet demeyi gerçekten çok isterdim.Ama Allah’a (c.c.) layık bir kul olmak için çok fazla yol katetmem gerektiğini düşünüyorum.Ondan dileğim beni ona ulaştıracak şu kısacık hayat yolunda ışığını üzerimden olmaması ve son nefeste şehadet getiren kullarından eylemesidir.Bu dileğimi bütün din kardeşlerim adına da istiyorum.İnşaallah hiç birimiz doğru olan iman yolundan ayrılmayız ve bu dünyadaki görevlerimizi iyi bir şekilde yerine getirip Azraille barışık bir biçimde bu dünyaya veda ederiz.
Zira Kur’an-ı Kerim’de “Allah İbrahim’i DostEdinmiştir.” şeklinde buyurmaktadır. (4/25) ve Hz. İbrahim de bir Peygamber olması nedeniyle Allah’ın bize örnek olarak gösterdiği kimseler içerisindedir.(60-4)
Bundan dolayı Hz.İbrahim’in hayatını bir gözden geçirelim. İlk olarak,Allah’ın emirlerini, gelirini, götürüsünü düşünmeden yani pazarlık yapmadan teslim olduğunu görüyoruz.(2/131). 2. olarak, İbrahim (a.s.)min babasına yapmış olduğu tebligat neticesinde babasının “Ey İbrahim sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun, eğer bu tutumuna bir son vermezsen Andolsunki Seni taşa tutarım.Uzun bir süre benden uzaklaş (bir yerlere) git.”
Demesi neticesinde Hz.İbrahim’in, babamı karşıma almayayım, rahat evimden, sıcak aşımdan olmayayım, yaşım daha genç, zaman ilerleyip kendime ait bir evim ve ekonomik özgürlüğüm olduğu zaman tevhidin tebliğini yaparım. fieklinde bir mantığa kapılmayıp, babasına “SELAM SANA” diyerek evinden ayrıldığını görüyoruz. (19/42-47).
3. olarak. fiirkin sembolleri olarak ve yaşadığı dönemdeki yönetimin dayandığı, putlara fiili bir müdahale bulunması neticesinde O günün yöteminin kendisini (Hz. İbrahim’i) ateşe atma kararlarına rağmen İslamın onurunu ayaklar altına aldırmayıp onurlu bir dava adamının duruşu gibi zalimlerin ve zulmun karşısında durduğunu görüyoruz. (21/57-70).
4. olarak. Hz. İbrahim evlendikten sonra karısının kısır olması neticesinde çocukları olmuyor fakat Allah onlara biyolojik kanunlarının üzerinde olduğunu gösteren bir ayet olarak İncildeki kayıta göre 90 yaşına kadar evlatsız özlemiyle yanan Hz.İbrahim’e evlat veriyor ve bu evlat koşma çağına erişince Allah onu kurban etmesini istiyor.Hz.İbrahim’de göz kırpmadan oğlunu bıçak altına alıyor. (37/102-107)
fiimdi buraya kadari Hz.İbrahim’in Allah ile dostluk kurabilmek için yakmış olduğu sinyalleri gördük.Allah’ın ise Hz.İbrahim’e karşı yakmış olduğu sinyallere baktığımızda bir, iki ve üçüncü maddelerde Hz.İbrahim’in Allah’a karşı kayıtsız şartsız teslim olması, İslamı herşeyin üstünde tutması, zalimlere ve zulme karşı onurlu bir duruş ile durmasının karşılığında, normalde fiziksel kurallara göre yakması gereken bir ateşin Hz.İbrahim’i yakmaması Allah’ın birinci sinyali iken, 4. madde de oğlunu bıçak altına alan Hz.İbrahim’in bir fidye olarak kurban gönderilmesi ise 2. sinyalidir.
Buraya kadar yazdıklarımızdan anladığımız kadarıyla demek ki Allah ile dost olabilmek Allah’ın gndermiş olduğu kitaba kayıtsız şartsız uymak demektir.
Allah ile dost olabilmek Peygamber’e tabi olmaktır. (3/31)
Allah ile dost olabilmek inandığımız değerler ile mevkimiz, kamamımız, kariyerimiz, rahatımız ve sevdiklerimiz arasında bir tercih yapmamız gerektiğinde bu terihimizi İslam yönünde yapmak demektir.
Allah ile dost olabilmek İbrahim (a.s.)’min ciğer paresini bıçak altına alması gibi bizimde yeri geldiğinde en değerli varlıklarımızı, en sevdiklerimizi, hayatımızda en önemlileri bıçak altına almak yani Allah uğrunda göz kırpmadan feda etmek demektir.
Hülasa, Allah ile dost olabilmek hayatı, ölümü Allah’a tahsis etmek demektir.
Sözümüzün Sonu
Alemlerin Rabbine Hamd Olsun.
Alıntı ile Cevapla