Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Aralık 2011, 23:40   Mesaj No:1

Yitiksevda

Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Kur'an'ı anlamak ve yaşamak zorundayız

Kur'an'ı anlamak ve yaşamak zorundayız

Kur’an’ı Anlamak ve Yaşamak

Kur’ani kerimde Z-K-R Kelimesi 74 hal ve 292 hal anlamı ile… Zikretmek, söylemek, bahsetmek, konuşmak, hatırlamak, anmak, tefekkür ile birlikte hatıra getirmek kadrini bilmek, mükâfatlandırmak, övmek anlamlarına gelen Zikir…

Kur’anın vaadi insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır.

Allah inanç sahiplerine yakındır, onları koyu karanlıktan aydınlığa çıkarır; oysa hakikati inkara şartlanmış olanlara yakınlık gösterenler onları aydınlıktan çıkarıp derin karanlığa iten şeytani güçlerdir: İçinde yaşayıp kalmak üzere ateşe mahkum olanlar da işte böyleleridir. (Bakara-257)

"Allah katında hak din İslam'dır" (Al-i İmran-19) ve "Sizin için din olarak İslam'ı seçtim ve ondan razı oldum" (Maide-3)

Allah ve Elçisi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestîsi yoktur; (bu, hakkı kendinde görerek) Allah'a ve Elçisi'ne isyan eden kimse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur.
(Ahzab-36)


‘’SÜNNET’’ kavramının tanımı:

Allah resulü Muhammedin, kendi döneminde, İslam toplumunun,’’Akide’’ ‘‘İbadet’’ ‘’Tebliğ’’ ‘’Eğitim’’ ‘’Ahlak’’ ‘’Hukuk’’ ‘’Siyaset’’ ‘’Ekonomi’’ gibi Toplumu ilgilendiren alanlarda Bireysel-Toplumsal ve Evrensel olmak üzere, hayatın her alanında, yönlendirip, yönetmede ‘’KURAN ‘’ temel kaynak alınarak, bu esaslar ve prensipler dâhilinde, yapılmış olan uygulamaların oluşturduğu, ‘’ZİHNİYET veya DÜNYA GÖRÜŞÜDÜR’’

‘’Ve mey yutiillahe ve rasulehu’’ ‘’Ve eti'ullahe ver rasule’’ ‘’İnnemel mu'minunellezine amenu billahi ve rasulihi ‘’ ‘’Aminu billahi ve resulihi’’ ‘’ minkunne lillahi ve rasulihi ‘’...

Ya eyyuhellezine amenu eti'ullahe ve eti'ur rasule ve ulil emri minkum, fe in tenaze'tum fi şey'in fe rudduhu ilellahi ver rasuli in kuntum tu'minune billahi vel yevmil ahir, zalike hayruv ve ahsenu te'vila.

Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha, Peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allaha ve Peygambere götürün, eğer Allaha ve Ahiret Gününe (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.
(Nisa-59)


Allah'a ve Elçisi'ne iman edenler...
(Hucurat 15 )

Allah'a ve Peygambere itaat edenler…
(Nur-52)

… Allah'a ve O'nun Resulü’ne yürekten inanırlar…
(Nur-62)

Allah'a ve Elçisi'ne inanın…
(Hadid-7)

…Allah'a ve Elçisi'ne inancınızı ispat etmeniz için (gerekli)dir…
(Mücadele-4)

Allah'a ve Elçisi'ne tabi olun ki rahmete nail olabilesiniz...
(Al’i İmran-132)

Kim Allah'a ve Elçisi'ne tabi olursa…
(Nisa-13)

Allaha ve Peygambere itaat edenler…
(Nisa-69)

…Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse…
(Fetih-17)

… Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse…
(Ahzab-71)

‘’Ey İman edenler! Allah’a itaat Elçiye itaat ve sizden! Olan otorite sahiplerine, eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah’a ve elçisine arz edin.’’

Şimdi yaşadığımız zaman dilimi içerisinde anlaşmazlıklarımız nasıl Allah’a ve Elçisine arz edeceğiz onun üzerinde durmaya çalışalım:

Eminim ki bu konuda itiraz edecek kişilerin cevabı ‘’Kuran’a arz edin ‘’ olacaktır. Tamam, arz edelim karşımıza hemen Elçisine itaat gelmekte ona itaati nasıl açıklayacaksınız?

Allah resulünün hayatı Kur’an idi ama kişilerin işine gelmeyince neden onun hayatının Kur’ani özeti olan ‘’Sünnet’’ devre dışı bırakılmata? Hani onun hayatı Kur’an idi diyorsunuz ama işinize gelmeyince onun hayatının eseri olan sünnete dahi kılıf bulabilmektesiniz bu nasıl bir mantık eseri oluyor?

İşte çarpık mantık anlayışı olan günümüz Müçtehitleri! Hiçbir bedel ödemeden rahat yaşamlarının vermiş olduğu rehavetten sıkılmışçasına İslam’ın değerlerini bir kelime ile yok sayabilmektedirler. Bu güne kadar bedelini canları ile ödemiş olan ‘’Âlimler Şehidler ve Sadıklar’’ darağaçlarında sallandırılır iken (hâşâ) geri zekâlı idi de sizmi akıllısınız?

Allah’ın yolu için asılan, zulüm gören, hicret eden binlerce Otorite sahibi bunu yaparken boş yere ömürlerini tüketmişler de çarpık anlayışları kendilerine kalkan edinenler nelerine feda etmişler bize bir gösterseler…

Günümüz İslam âlemi özellikle, zikir evratları, zikir meclisleri gibi yerinde oturup hareketsiz bireyler olma çağı değildir. Bu tür yaşamlar tembellik ürünleridirler. Hayat yaşam şartlarına göre bu tür şeyleri önemsiz kılmaktadır.

Feodalizm ortaçağ ürünü olan tarihin birçok evresinde rastlanan toplumsal, siyasal ve ekonomik örgütleniş biçimidir. Siyasi yapılanması bir piramit gibidir. En üstte Kral vb, altında soylular, bunların altında başka soylular olur. Piramit’in en üst kısmında bulunan kişide mutlak bir egemenlik yoktur. Feodal düzende en üstte bulunan kişinin yetkisi sınırlıdır. Temel üretim aracı olarak toprak, birçok feodal kişi arasında paylaşılmıştır. Ekonomik gücü ellerinde bulunduranlar gerektiğinde en üst kişiye karşı zor kullanarak kabul ettirme gücüne sahiptirler.

Günümüz Feodal yapısını incelediğimizde üst tabaka denen Şeyhler, Dervişler, Hoca efendiler, Vekiller alt tabaka denen Sofu ve Müritler üzerinde yönetici kesim olarak otururlar. Bu sınıf feodal düzende yaşayan nüfusun onda birini oluşturur iken. Üretim yapmaz alt tabakanın yaptığı üretimden pay alarak geçinirler, emeksiz ücret, işsiz gelir alırlar.

Ortaçağda Üst tabaka olmadığı halde nüfuz ve güç sahibi olan kesim Ruhban din sınıfı Keşiş, Papaz ve diğer isimler idi. Günümüz İslam dünyasında aynı nüfuz ve güce sahip olan kesim yine Ruhban din sınıfı oluşumunu sağlayan Şeyhler, Dervişler, Hoca Efendiler, Vekillerdir.

Cemaatsel yapılarını feodal sistem üzere kuran, Ruhban sınıf feodal yapının şekillenmesinde en önemli rolü almıştır. Tekke, Medrese ve Cemaatsel yapı sahipleri hâlihazırda en büyük gelirlere sahiptirler. Çünkü sömürüldüklerini bilmeyen fedakâr karakter sahipleri ölmeden önce servetlerini bırakacakları çocuklarının olmayışı veya onlara en büyük hayrın yapılacağı yerlerin cemaatler, tekke ve medreseler olarak tanıtmaları sayesinde servetlerini o kurumlara bağışlamaktadırlar.

Feodal sistem çarkı içerisinde yer alan bireyler, efendilerinin toprağında veya başka iş alanlarında üretim yapar ve tükettiklerinin haricindeki bütün gelirlerini efendilerine verirler. Bununla da yetinmeyen üst tabaka cennet vaatleri, himmet, şefaat, vesile yalanları ile onları kendi şahsi hizmetlerinde kullanmaktan geri durmazlar.

Çünkü cemaatten kopmayı onlara, dini terk etmek gibi lanse ediyorlar. Bizim cemaate gelen başka cemaate gitmemeli kafası karışır maazallah küfre girer gibi sahtekârlıklar ile saf beyinleri hizmetlerine almaktadırlar. Kendi kutsadıkları kitaplar dışındaki İslam’a aykırı aklınızı karıştırır söylemleri ile saf dışı eden beyler Kur’an’ı anlayamazsınız anlayışı ile onları istedikleri gibi tekellerine almakta büyük hüner sahibidirler. Aman ha Kur’an bizim babamızın malı sizin onunla yaşama hakkınız yok!

Kur’an’ı anlayamayız anlayışı onlara az gelmiş olacak ki, size okuduğumuz kitaplarıda siz bizim kadar anlamazsınız bizim gözetimimizde okumanız lazım!

Velhasıl avare dervişleri, miskin şeyhleri yedirip içiren onlara tahakküm gücü veren anlayış feodalitedir. Çünkü yoksulluk ve hırsızlığın had safhada olduğu toplumlarda halkın aldatılması ve sömürülmesi için en güze araçtır. Lakin bu araca/Feodalizme savaş açan İslam insanların sömürülmesine karşı bu düzenleri meşru kılan anlayışları çalışmaya ve adam olmaya yöneltmektedir.

İslam’ın özü toplum inşaasını esas alır, güçlüden/zenginden alır, mazlum/yoksul/miskin olan çaresizlere verir, İnfak ya da diğer insani değerle ile toplumun ihtiyacı olanı hakkı olanı adil bir çerçevede alır aldığını da toplumun inşaası için kullanır. Güç odaklarının tekelleşmesine meydan okuyarak mazlum kesimin öne alındığı bir harcama şekline dönüştürür.

Bu şekil bir düzenleme esas alındığında, üst tabaka olmaya alış(tırıl)mış olanlar toplumun efendiliğine soyunamayacaklar, aksine adam gibi adam olmaya karar kılıp suistimaller ile elde ettikleri haksız kazanç usullerini değiştirerek toplum fertleri gibi çalışmazlar ise toplumun en aşağılık en değersiz en iğrenç insanları durumuna düşeceklerdir.

‘’KURAN’’ inancına göre Mehdi denen bir olgu yoktur. Hurafe ve zulümlerin yaygınlaştığı bir dönem neticesinde, birer umut olarak kurtarıcı bekleme anlayışının uydurmalarından başka bir şey değildir. Çünkü 1400 yıl önce Allah tarafından Hatemül Enbiya’nın Zuhuru ile Nasıl tüm İnsanlık esas duruşa geçip teslim olmamış ve kendi inançlarından kopmamış iseler. Günümüzde, Mehdi ile Dünyanın Adaletle dolacağını iddia edenler, Mehdiyi Allah Resulünün üstünde gördüklerinin farkına varmalıdırlar.

Çünkü O Mümtaz Rehber Canlı Kuran Örneği Olan, Allah Resulünün (MUHAMMED) (s.a.a)’in Tebliğ esası önce yaşa sonra anlat idi.Bu kadar üstün bir mevkie sahip iken, çektiği çile, ızdırab, zulümlere karşı insanların çoğunluğu Hakk dine İslama girmemiş iken. Bir ‘’MEHDİ ve MESİH’’ inancı ile Her Tarafın Adaletle dolacağını iddia etmek, Mehdi denen yanlış inancı Allah Resulünün üstünde görmek olur.

Hurafe ve Bidatlerin kökeni, her zaman İslam’ın özüne zarar veremeyen, Kur’an’a ilişemeyen kesimler tarafından, İslam’ın içine serpiştirilerek insanları uyuşturma ve kurtarıcı bekleme siyasetleri ile Halis Dinden uzaklaştırmaktır.

Mürşit Rabıtası:
‘’Üstadı gayet azametli ve heybetli olarak hayal etmek gerekir. Sofi şeyhin kendisini reddetme korkusu ve kabul etme ümidi ile medet isteyen bir kalple mürşit’ini rabıta eder. Kendisini Mürşit’inin huzurunda tasavvur eder. Mürşidin şeklini (Ruhaniyetini) hayalen göz önüne getirir. Hayâlında canlandırdığı mürşit’inin iki kaşı arasından çıkan çok beyaz şeffaf süt gibi nurun ve feyzin kalbine veya ağzına aktığını sonra genişleyerek o nurun ve feyzin bütün vücudunu kapladığını düşünür’’...

İBADET VE İTAAT'IMIZ ALLAH'A MI ! YOKSA ?


De ki: "Ben, dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum."
(Zümer 11)


Öncelikle ibadet kavramının ne olduğunu ele alalım:


İbadet kişilerin İnançları doğrultusunda, inandıkları değer yargıları uğrunda yaptıkları, İtaat ettikleri her şeyi kapsamaktadır. Lakin günümüzde özünde bütün bir hayatı kapsayan, İbadet kavramı daraltılmış ve sınırlandırılmış belli başlı şeyler için kullanılmaya başlanmıştır.


Namaz, Oruç, Hac, Zekat vs kavramlar etrafında şekillendirilmeye başlanmıştır. Bu anlayış ile İbadet kavramı belli kesimlerin inancı haline dönüştürülmüştür, Bizler Mümin’ler olarak İbadet kavramının gerçek değerini anlamadıkça, İslam’ın bir bütün olarak yaşanmasını beklememiz hayalden ibaret olur. İbadet’i Allah’ın kulları olarak her şeyimizi borçlu olduğumuz Allah’a has kılmadıkça ve gerçek manada yönelmedikçe yanlış yoldayız demektir.



Bu yönelişimizde yaşamımıza ait ne varsa, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyi ilke edindiğimiz vakit, Müslüman’lar olarak yaptığımız her şey İbadet kavramı içine girer. Bu temel ilkeler doğrultusunda Allah’ın razı olacağı her şey ibadet’tir. İslami emir ve yasakları hayat biçimine dönüştürmeyen, İslam’ın yeryüzüne hakimiyeti doğrultusunda hareket etmeyen, yaşam tarzını gelenekler atalar vs inancı üzere inşa edenlerin İbadet’lerinin hiçbir değeri olamaz.



Yaptığımız şeylerin İbadet hükmünde sayılabilmesi için, Ana hedefimiz Yeryüzünden fitnenin kalkması ve Dinin yalnızca Allah’a ait olması hedefini taşımalıdır. Yani gayesiz yapılan bir işin karşılığını ne kadar bekleyebiliriz. Yaptığımız işlerin iyi veya kötü olması bu sonucu değiştirmez. İbadetlerimiz de en hassas noktalardan biri olan RİYA’DAN uzak durmak vazifemizdir, Çünkü RİYA ibadeti öldürmekle beraber, Şirke sapmaya dahi yol açar, İbadetlerimizde Şirk’ten ve Riya’dan uzak durabilmeliyiz.



Müslüman'lar sırf Dindar görünmek için İbadeti Atadan, babadan, geleneklerden efendilerinden aldıkları bir anlayış ile yapmaları boş bir uğraştan başka bir şey değildir. Günümüz İslam dünyasında belli başlı yapılan şeyleri İbadet olarak görmek, Allah’ın bizden istemiş olduğu Kulluk tanımını anlayamamışlığı ortaya çıkarır. Bu aynı zaman da ibadettin de çemberini daraltıp belli başlı bazı hareketlere indirgemek olur ki bu büyük bir kavram katliamıdır. Kulluğu anlayabilmek için her anlayışımızda olduğu gibi İbadette de Tevhidi inancımızı korumak ile mükellefiz. İbadeti Yalnız ve Yalnız Allah’a has kılmak için Allah’ın dışında hiç bir şeye boyun eğmememiz gerekir.



Allah c.c bizden istemiş olduğu kulluk hususunda şöyle buyurmaktadır.


(Rabbimiz!) yalnız sana kulluk etiğimiz için. Yalnız senden yardım isteriz! (Fatiha /4 )



Siz Ey iman edenler! Sadece (Allah’ın huzurunda)eğilin! Onun sizin için koyduğu yasaya tabi olun ve yalnızca Rabbinize kulluk edin! Birde hayırlı işler yapın ki ebedi kurtuluşa nail olasınız!
(Hac Suresi/ 77)




Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile elbette biz indirdik; öyleyse sadece zatına hasredilmiş saf ve samimi bir borçluluk bilinci ile Allah’a kulluk et!
(Zümer Suresi, 2)



Söz konusu edilen itaat sadece ve sadece Allah’a has kılınmış bir ibadet olgusudur ve bu ibadet olgusunun çerçevesi tüm hayatı kuşatmıştır.

Ancak Günümüzde İbadet kavramı belli başlı davranışlarımızın karşılığında kullanılmaya ve algılanmaya başlanması ile Allah’ın emir ve yasaklarını Heva ve hevesleri uğrunda kullananlar başgöstermiştir.

Zahir’de Allah’a yöneldiklerini gösterseler de gerçekte Atalar dininin temsilcisi oldukları aşikardır. İbadeti sadece sakal, tespih, takke, cüppe, tövbe alıp verme rabıta, tevessül, sözde Salihler ile beraber olma gibi vb şekilselciliğe hasredilen bir ibadet anlayışı ile ibadet kavramını katleden zihniyetler kuranı asıl amacından saptırıp kendilerince oluşturdukları atalar yolu din anlayışları ile sadece kendilerini değil masumane yaklaşımlar ile dini öğrenmek isteyen insanların da islamın özünden uzaklaşmalarına sebep olmaktadırlar.



Bu geleneksel atalar yolu yaklaşımı sadece ibadeti ifsat etmekle kalmayıp. ekonomik, Kültürel, Sosyal, Hukuksal, Toplumsal, Evrensel vb İslamın emrettiği ne varsa kendi yaşamlarında dejenere ederek ortaya koydukları şekilci yaklaşımları ile dini yaşanmaz hale getirerek dini ibadethanelere hapseden ruhban din sınıfı oluşturmuşlardır.



İbadetin kime yapıldığı hususunda soracağımız soru karşısında. Müslüman’ların şüphesiz olarak söyleyeceği Allah’a yapmaktayız, eylemsel olarak hayat biçimlerine baktığımızda Allah ile birlikte birçok şeye İbadet edildiği görülmektedir. Şunu da belirteyim bilinçli olarak hiç bir Müslüman Allah dışında birine İbadet etmeyi kabul etmez.



Mesela (onlar hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler ) ayeti inince buna adiy bin hatem itiraz eder ve der ki. Ey Allah’ın resulü biz onlara tapmıyorduk. Efendimiz ise ey adiy siz onların her dediklerine şüphesiz itaat etmiyor muydunuz? Oda evet ya Resulullah dedi efendimiz ise işte tapınmak budur diyerek. Her halukar da sorgusuz ve sualsiz itaatin tapmak olduğunu ifade etmişlerdir.



Cehaletleri sebebiyle İbadet kavramını iyice anlayamamış kişilikler, Şu hususu kavrayabildiklerinde İtaatin Allah’a ibadet olduğunu benimsediklerin de doğru yolu bulmuş olurlar. Allah’ın emir ve yasaklarını Her şeyin üstünde gören Müminler Hükümleri tereddütsüz bir İman ile uydukları vakit İbadeti Allah’a has kılmış olurlar.


Tevhidi bir inancı özümsemiş olan Müminlerin inançlarında Hüküm ve İtaatin Yalnızca Allah’a yapılması gerektiği hususunda yapılması gerekenleri kur’anın bak dediği yerden bakarak öğrenmek zorundadırlar,


Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, Allah onları içerisinde yerleşip kalacakları tabanından ırmaklar çağlayan cennetlere koyar; işte muhteşem kazançta budur.(Nisa Suresi, 13)



Gerek dini kaynaklarda ve gerekse tarih ile sabit olan hakikat şu ki: Her dönem dine karşı duranların yine din ehli olduğu, Kuran’ın beyanı ile Bela’m-Samiri- İncilin beyanı ile Ferisi Papazlar, Tevrat’ın beyanı ile Hahamlar gibi din ehli olupta insanları kendi heva hevesleri ve dünyevi çıkarları uğrunda yanlışa sevk eden anlayış sahipleri, her daim Hakkın tezahürüne karşı kendi mevcut olan dini statükolarını ve vurgunculuklarını korumak adına Hakk adına Hakk ile mücadele etmişlerdir.



Batıl olarak zuhur eden din anlayışları asla dinsizlik değildir, Hakk olan dinin temel kavramlarından yararlanma sureti ile dini motifler ile süslenerek sunulan zehir şerbetleridirler. Dinlerin ortaya çıkışı mevcut olan bir dine karşı olmuştur. Bu çıkışa ilk itiraz eden taife statükocu din anlayışı üzere saltanat kuranlar olmuştur. Bunlara örnek verecek olursak İlahi kaynakların tümünde ve Peygamberlerin hayatlarında bu güruhlara karşı amansız mücadele ettikleri görülecektir.




MEVLÜT HÖNÜL
MALAZGİRT
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Yitiksevda 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Akılsız Bedenler Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 1 2267 20Haziran 2017 01:11
Kibir hastalığı / mevlüt hönül Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 0 2195 24 Mayıs 2016 17:24
Hainler! – Dokuzlu Çete ve Karakter(siz)leri /... Makale ve Köşe Yazıları İslaminesil 1 1977 19 Mayıs 2016 23:06
Çocuk İstismarı ve Ensest – Modern Lût Toplumu /... Makale ve Köşe Yazıları İslaminesil 1 1992 19 Mayıs 2016 23:02
Vicdanla Cüzdan Arasında / MEVLÜT HÖNÜL Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 0 1938 19 Mayıs 2016 22:59