Aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş kıyamete kadar sökülmezmiş...
Sevgili!..
Aşkın şiirini yazmak isterdim sana;
sana aşkı şiir ile yazmak isterdim...
Aşkı seninle tanımlamak ister aşkı sende tanımak isterdim.
Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak
Uhud’da dişini avcuma almak isterdim
Sevgili!..
Şimdi senden uzakta aşk şudur diyebilsem eğer
son defa kendimi ve ilk defa okuyucumu kandırmış olacağım. Bildim dediğim bir aldanıştır çünki
o duydum dediğim bir yanıştır.
Şimdi ayın şın ve kaf’ları çıkardılar elifbelerden de
sensizliğin mektebinde bir sabra mıhladılar bizi
elif’lerle he’lerden.
Sensizlikte hasretin hüzzamlarını öğrendik kucak kucak
ve aşkın nihavent saltanatını arar olduk köşe bucak.
Bildiğimizi sandıkça yandık da yolunda,
yolunda yandığımızı sandıkça bildik sonunda.
Aşkın gerçeği değildi bildiğimiz
ama aşkın ateşiydi yandığımız.
Artık şüphedeyiz canları yâre ulaştıran
bir sel miydi aşk şekeri güzele sunup ağuyu kalbe
bulaştıran bir el miydi!..
Sana varacak yolların çilesi miydi; tutkular ötesi
tutkunun zirvesi hasretle yanışların sesi miydi!..
Galiba varlığın çekim alanına giren en ulvi acıydı aşk;
ve maddeyi mânâya veren en cömert sancıydı.
Ruhların çeşitli varlıklar arasında bölüştürülen süsüydü belki; belki ötelere yazgılı yitirişlerin türküsüydü.
Kalp kalbe konan kelebek kanatlarında renk;
kudümlerde düşünüp neylerde ağlayan âhenkti aşk.
Şarkın bütün şiir macerasıydı belki
Yesribli sevgililer için tutulan bir Anadolu yasıydı.
Yağmur yağmur belaya başını tutmaklar
ve ateş ateş denizlere kendini atmaklardı.
Mansûr’u dâra takan da Halil’i oda yakan da oydu
ve oydu Eyyub’u derde bırakan da.
Tuz kadar mübarek ekmekçe aziz idi;
toprakleyin bereket su gibi temiz idi.
Aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş
kıyamete kadar sökülmez imiş.
Aşk ile insan elbet güneşe benzer;
ve aşksız gönül misâl–i taşa benzer.
Hayatı aşka bölünce hayat çoğalır;
bütün hayatları toplasan geriye aşk kalır.
Gelip kemiğe dayanınca dünya hayata atılan
kemend olur; göz kapaklarından vurulunca
kasırgalar annelerce deprem babalarca bend olur.
Aşksız bahar dallarını kuru bir ayaz boğar
aşksız rahmini yargılayan bebekler nâgehan doğar.
Mahrem düşüncelerle perdelenen odalarda
ya ezel ya ebet olur; aşk kayıp giderse dünyadan
ebet kıyamet olur;
sevgisizlik gelir dünya cehennem olur.
Aşk gelince burukluğun şiirinde hüzün dokur heceler;
ve azarlanmış kalpleri ısırır tam yarısında geceler.
Saban onunla sürerse toprağı koşarak ancak
o vakit yeşerir taze bir başak.
Atların nallarından yıldırımlar masallara dökülür
ve yollanamayan mektuplarda nice kalpler sökülür.
Kayan yıldızlar gibi büzülür elem dehlizlerine
diller ve melal süzülür gibi melek kanatlarında
döker yapraklarını güller.
Kaderin dehşetini yakan şamdanlar özge pervanelere
tesellikâr düşer şefkatli bir ekmek kırıntısıdır
kurutulmuş buselere yâr düşer.
Sevgili!..
Kapına geldik; aşkı öğret bize;
ve aşkını ver yüreklerimize.
Bir nihânîce gamzene gamzede âşıkların adına...
Hani uykuya dalınca kenti ve yalnız başına kalınca kendi...
Hani yalnız gecelerde konuşmadan kalınca dilleri ve
hâl üzre gönüller anlar olunca bütün dilleri...
Vicdan sesinden bîzâr kürek mahkumlarınca hani
âşıkların hasreti özlemle karınca...
Hani gurbetin ucunda gönlüme gömen de
seni hani seni gurbet gurbet gönlüme gömende...
Güneş ve ay nurunu aşkından alırken;
güneşin ışığı aya vurur gibi âşıkı aydınlatırken...
Gel ey Sevgili bir huzmecik bahş eyle âsî ve aciz üftadene
ve umut ver peykin olmaya teşne kem zerrene.
Aşkları unutan bendene aşkını unutturma!..
Her şey sen olsun şu dünyada
ve olmasın sen olmayan dünya da.
İSKENDER PALA