Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Ocak 2012, 13:45   Mesaj No:1

MusabBinumeyr

Medineweb Sadık Üyesi
MusabBinumeyr - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:MusabBinumeyr isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13855
Üyelik T.: 22 Mayıs 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:
Memleket:Güneşin Doğduğu YerdeN..
Yaş:37
Mesaj: 745
Konular: 254
Beğenildi:52
Beğendi:0
Takdirleri:160
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Müslümanların Kalbini Öldüren 5 Afet!

Müslümanların Kalbini Öldüren 5 Afet!

Ehl-i iman arasında hissedilen ve benim âfet-i hamse (beş âfet) olarak nitelendirdiğim beş sinsi hastalığa temas etmek istiyorum.

Bu âfetlerin her biri ruha tuzak ve kalbi öldüren amansız marazlardır.
Bütün müminlerde hatta tarikat ve tasavvuf gibi kudsî müesseselerin nurani havasını ve tertemiz meltemlerini vicdanlarında, ruhlarında duyan kardeşlerimizde de gördüğümüz birinci afet şudur:

*Bir kısım büyüklere ait meziyetleri ve faziletleri anlatmakla iktifa edip, başkalarının kahramanlıklarını destanlaştırıp, öyle olma duygu, düşünce, hamle ve gayretinden mahrum yaşamaktır. Yani evliya menkıbeleriyle müteselli olup evliya olma duygu ve düşüncesinden mahrum olmaktır ki, aslında bu maraz, zelil olmuş milletlerin maruz kaldığı bir aşağılık duygusu hastalığıdır.

Evet, bir millet geçmişine ait değerleri kaybetmiş ve dilencilik durumuna düşmüşse, sadece “Kahramanlar yaratan bir ırkın ahfadıyız” diyerek atalarıyla övünür. İşin doğrusu onlar övünülecek kimselerdir ama yalnız onlar ile övünüp onlar gibi olmaya çalışmamak çok ciddi bir aldanmışlıktır. Rica ederim, böyle olanlar kendilerinin ne olduklarını ve onlar gibi ne tür hizmetlere imza attıklarını hiç düşünmezler mi?

Tekrar ifade etmekte fayda var; bu durum, zelil olan millet ve toplulukların aşağılık duygusu adına mahkûmiyetlerini itirafın ifadesidir. Bu husus, hem bizi hem de başkalarını ilgilendiren bir afettir. Zühd, takva, ihlâs ve samimiyetle gece ve gündüz çırpınan her fert mutlaka hayran olduğu, hayranlıkla destanlarını anlattığı insanların durumunu kazanmaya çalışmalıdır.

Binaenaleyh sadece Hz. Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi zatlarla müteselli olup da dünya muvazenesinde onlar gibi yerlerini alma cehd ve gayretinden mahrum olmak, sefil nesillerin kırık tesellilerinden ibarettir.


*İkinci bir afet de, büyüklerin büyüklüğünü teslim etmeme hastalığıdır. Hatta bu maraz bazen öyle bir raddeye ulaşır ki, insan kendisini o büyüklerin seviyesinde görmeye başlar.

Evet, gururun ve kendini beğenmişliğin bir ifadesi olarak kendisini tıpkı o büyükler gibi görme marazı da bugün ayrı bir âfet olarak müminleri tehdit etmektedir. Mesela, Allah’ın veli kullarını ve âlimleri kendisi gibi görme ve “ihtimal ki Şâh-ı Geylânî de, Nakşibendî de, Ebû Hanîfe de benim gibi adamlardı” deme cüretinde bulunmanın ifadesi olan sözler bu tür bir hastalığın sözlere yansımış ifadeleridir. -Hafizan- kendisini beğenme hastalığı, birinci âfetin diğer ucunda olan, ona tam olarak ters ama öldürücü diğer bir hastalıktır. Böyle düşünen kimse, büyüklerin füyûzâtından ebediyyen mahrum kalır ve bir adım ileriye gidemez.

Evet, biz katiyen Ebû Hanife, Şâfiî, Mâlikî veya Hanbelî olamadığımız gibi, Şâzelî, Bedevî, Ahmed Rufâî, Şâh-ı Geylânî, Nakşibendî ve İmam Rabbanî de değiliz ve olamayız. Bunların içinden Şâh-ı Geylânî, İmam Kerhî ve İmâdî gibi bazı büyük müceddidlerin tasarrufları vefat ettikten sonra dahi, Allah’ın izniyle Efendimiz’in vesâyâsı altında hâlâ devam etmektedir. İhtimal mana âleminin bu sultanları ruhaniyetleriyle bizim başımızı okşamakta, bize dayanak olarak ellerini sırtımıza vurmakta ve bir dest-i teşvikle bizi hep hizmete doğru teşvik etmektedirler. Binaenaleyh bir insan için, kendini, tasarrufları -
Allah’ın inayet ve izniyle- asırlarca devam eden kimselerle müsavi görmesi kadar büyük bir gaflet ve dalâlet olamaz. Herkes burada da haddini bilmeli ve “onlar başka bir iklimin adamları, biz başka bir iklimin adamlarıyız” demelidir.


*Bir diğer afet de şudur: İnsanlar her hizmete, her yüce davaya, her kudsî mefkûreye önce şevkle sahip çıkarlar, onu tahakkuk ettirmek için çeşitli vesilelere başvururlar. Mesela, yüce duygu ve düşünceleri gönüllere yerleştirmek ve hâkim kılmak için durmadan çalışır ve bu uğurda müesseseler açarlar. Hazırladıkları mekânlarda iman adına halkın imdadına koşarlar, bir itfaiye memuru gibi nerede bir yangın varsa onu söndürmek için durmadan didinir dururlar; derken, gayet ulvî, hasbî ve diğergâmlık içinde başlatılan bu hizmet ve gayretler, bir müddet bu şekilde devam ettikten sonra, O’na giden yolda kullanılan sebeplerin vesileliği unutulur, bunlara ‘maksûdun bizzât’ olarak bakılmaya başlanır ve onlar birer esas olarak ele alınır; böylece insanlar hedeften ve gayeden saptırılmış olurlar. Şöyle ki, dinî duygu ve düşüncenin serpilip gelişmesi için açılan müesseselerde o vazifenin yapılamamasına, o kudsî ve ulvî vazife gerektiği şekilde eda edilmemesine karşılık, hâlâ bir kısım müesseseler açılmakta ise, hayatî fonksiyonlarını yitirdiğinden dolayı bu müesseselerin vesile olmaları unutulmuş ve bu vesileler birer gaye yerine konulmuş demektir.
*Vesilelere gaye diye tapmak da mü’mini bitiren bu beş âfetten biridir. Bu âfet de Allah yolunda koşturan kardeşlerimizi daha evvel başkalarını yaraladığı gibi yaralamış, adeta bir hançer gibi sinelerine saplanmış sayılır. Bu afete karşı da ciddi bir teyakkuza ihtiyaç vardır.

*Bir diğer âfet de, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için hizmet eden mü’minlerin kendi ilim, idrak ve bilgilerine güvenip müstakilen hareket etmeleridir. Kendisinden başka ilim, irfan ve düşünce kaynaklarına müracaat etmeden, hususiyle de ihtisasa saygılı olmadan, ‘ben, bana yeterim’ düşüncesi ile hareket etmek öyle bir âfet ve gaflettir ki, hele bu insan, birkaç insanın da uhrevî hayatını temsil ediyorsa, hem kendini zarara sokar, hem de onlara zararlı olur. Yani hem kendisinin mahvına ve kaybetmesine, hem de onların dalâlete sürüklenmesine sebep olmuş olur.

*
Beş hastalıktan bir diğeri de, mü’min kardeşlerimizin iman ve Kur’an aşkının sönmesidir. Bu husus da diğerleri gibi çok önemli hususlardan biridir.
Bu marazı, insanda yavaş yavaş İslâmî aşk ve heyecanın, dinî duygu ve düşüncenin, daha geniş bir ifadeyle cihad azminin sönmesi ve ferdin ****fizik gerilimini kaybetmesi şeklinde de ele alabiliriz. Zira ****fizik gerilimin korunması ve cihad ruhunun daima canlı tutulması, bir milletin ebediyen yaşayabilmesinin en büyük garantisidir. ****fizik gerilim, iç coşkunluğu, aşk, heyecan ve şevk potansiyeli, mânevî duygularımızın daima aktif hâlde bulunması, bizi dine ve ibadetlere sevk edip koşturacak bir güç kaynağıdır. Kalb merkezimizin daima enerjik bulunması, aksiyon ve hamle ruhuyla şahlanmış, canlanmış bir ruh hâlinin kesintisiz oluşu demektir. Ne var ki, zamanla bu canlılık da ülfet ve ünsiyet tozu-toprağıyla perdelenebilir; korlar küllenip, duygu ve latîfeler sönebilir. Ve neticede de tamamen sönme, pörsüme, hatta kokuşma devresine girilebilir. Bin aşk ve şevkle çıktıkları yolda, yola ve yolun güzelliklerine bağlanıp kalmak ve hedefi unutmak olarak da tarif edebileceğimiz bu afetin ne kadar büyük bir hastalık olduğuna tarih bütün canlılığıyla şahittir. İsterseniz kendi ecdadımızdan misal verelim. Osmanoğulları serhat boylarında azm-u ikdamda bulunduklarında cihanları fethetmişlerdi. Osman Gazi’nin, Orhan Gazi’nin, Hüdavendigâr’ın, Yıldırım Beyazıt Han’ın, Mehmet Çelebi’nin, Hz. Fatih Sultan Mehmed’in ve İkinci Murad’ın en büyük aşk ve iştiyakları cephede ölmek idi. Murad Hüdavendigâr, Balkanlar’da şehit olurken yaralı ve kanlar içinde etrafındakilere şu tavsiyede bulunuyordu: “Sakın atın üzerinden inmeyesüz!” Yıldırım Beyazıt da aynı şeyi tavsiye etmekteydi. Ne zaman ki padişahlar ordularıyla sefere gitmemeye, saraya gömülmeye, zevceleriyle beraber olmaya başladılar, işte o zaman çürüme ve kokma baş gösterdi. Bu dönemde artık serhat türkülerinin yerini, yaşama arzusu ile ilgili türküler almıştı ve o aşk u şevk de sönmüştü. Aşk u şevkin sönmesi, diğer bir tabirle, kendilerinde hayat şevkinin, yaşama arzusunun ve çoluk çocuk içinde bulunmanın, daha başka bir ifadeyle de, hâneperestliğin, evlâd ü iyâl-perestliğin ruhlarına hâkim olması, maksadının aksiyle onların suratına öyle bir tokat halinde inmiştir ki, neticede evlâd u iyâllerini de, hanelerini de koruyamamışlardı. Buna mukabil hayatını iman ve Kur’an’a hizmet aşkıyla geçirip izzetle yaşayan kimseler ise hem kendileri, hem aileleri, hem haneleri, hem de milletleri ile beraber izzet içinde yaşamışlardı. Endişe edip titrediğim, korktuğum meselelerden biri de işte budur!
Rabb’im, din kardeşlerimizin iman ve Kuran’a olan bağlılıklarını ve şevklerini söndürmeden devam ettirsin!

1- Şeytan, insanlara hep benzer yollarla gelmiş ve onların ayaklarını kaydırmıştır. Buna tarih, bütün canlılığıyla şahittir.

2- Günümüz hakikat erleri şeytanın bu tuzaklarını iyi bilmeli ve bunlara karşı tedbirlerini çok öncesinden almalıdır.

3- Birinci ve belki de en büyük afetimiz; geçmişlerin menkıbelerini nakletmekle yetinip, onlar gibi olmaya çalışmayışımızdır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MusabBinumeyr 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Bİr fİrakın ardından Makale ve Köşe Yazıları YaŞuHa 1 2649 09 Aralık 2013 22:01
Hikaye okumakta fayda var Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler GÖKCEN_AZRA 2 2495 25 Kasım 2013 14:27
Köle Olabilmek Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler mehmet akif2 2 2573 17 Kasım 2013 13:01
Nereye atıyorsun adımlarını /medineweb Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler su damlası 3 2664 17 Kasım 2013 12:50
Suriyeli Kardeşimizin Feryadı Videolar/Slaytlar YaŞuHa 1 1972 10 Kasım 2013 13:57