Ey Ebû Zer Tükettik, Tükendik!
Ey Ebû Zer Tükettik, Tükendik! Liberallerin taşkın özgürlükçü söylemlerine, komünistlerin merkezi paylaşımcı prensiplerine, kapitalistlerin tüketim çılgınlığına bir Ebû Zer isyanı gerekli.
Şavaşın haram olduğu aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfâr kabilesinden Ebû Zer’i çekip aldı İslam. Ebû Zer, atılgan, gözüpek bir yağmacıyken; paraya pula değer vermeyen, Bilal’in ayağının altına yanağını koyacak kadar mahviyetkâr, hizmetçisi ile aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemeği yiyecek kadar mütevazı bir kimse haline geldi. Öyle ki bu duruma Hz. Peygamber bile hayret etmişti; ileride Ebû Zer için “
Gökkubbenin altında ve yeryüzünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” diyecekti.
Ebû Zer, yaşadığı dönemde sadeliğin, israf karşıtlığının, lüks düşmanlığının, helalinden kazanmanın numûne şahsiyeti; otoritelerini sömürü aracı olarak kullananların, servet stokçularının korkulu rüyası oldu. Ebû Zer’e göre insan, helal rızık kazanmak ve ahireti elde etmek için yaşamalıydı. Peygamberimiz:
“Ebû Zer, yeryüzünde İsa b. Meryem’in zühdüyle yürür” buyuruyordu. Ondaki bu zühd anlayışı -kendilerinde olmasa bile- makam ve mal düşkünlüğüyle suçladığı Ebû Musa el-Eş’ari ve Ebû Hureyre’den uzaklaşmasına sebep olmuştu. Hz. Osman’ın yardım çağrısını “
Sizin dünyanızdan bir şey istemem” diyerek geri çevirdi. Kendisine Irak valiliği teklif edilince “
Dünyanızı üzerime asla salmayın” cevabını verdi. Suriye’de bulunduğu sıralarda Muaviye’nin bazı harcamalarını ve Müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını biriktirmelerini şiddetle eleştirdi.
Hz. Peygamberin “Dünya malı bir emanettir, kıyamet günü bir utançtır, pişmanlıktır. Ancak ondan hakkı olanı alan ve verilmesi gerekeni veren kurtulur.” mealindeki sözlerini hatırlatıyordu sürekli. İnsan ölmek için doğarken ve harabe olması için imar ederken ölüm, hastalık ve fakirlik ne güzeldi. Evinde yaşamasına yetecek kadar gıdası olmayan insanların zenginlere kılıçlarını çekip isyan etmemelerine şaşıyordu. Ancak O, Hz. Peygambere kılıç çekmemek için söz vermişti. Efendimiz kendisine “
Benimle buluşuncaya (ölünceye) kadar sabret” demişti. Bundan sonra sözleri ok, tavırları en büyük taarruz oldu onun için. Fakat onu Hz. Osman bile anlamadı. Sonunda çöle sürgün gitti. Yalnız yaşadı ve yalnız öldü.
Ebû Zer’in mücadele ettiği insan egosu aramızda, her birimizde farklı ölçülerde ve görünümlerde yaşıyor. Hatta daha da azıttık, günümüz insanı için iktisadî hayattan, tüketimden daha ciddi, kayda değer bir mesele yok gibi. Böyle bir dünya içinde Allah rızası, diğergamlık, hasbîlik, öte dünya endişesi kimseyi ilgilendirmiyor. Fakirler rızık kaygısında, zenginler haz peşinde koşuyor, yemediğimiz şeyleri topluyoruz. Modern dünyada gündelik hayatın nihai sonucu, ****laşma şeklinde tebarüz ediyor. Bu çerçevede teknolojinin bizatihi kendisi ve teknolojik imkânlar kullanılarak yapılan eşyalar, nüfuzu giderek genişleyen bir bağımlılık haline geliyor. Tüketim, bütün ekonomik faaliyetlerin asıl amacını teşkil ediyor. Tam da Ebû Zer gibi süper bir kahramana ihtiyaç duyduğumuz bir andayız. Ya içimizdeki Ebû Zer’i uyandıracağız ya da toplum mühendislerinden bir kaçı rüyasında Ebû Zer’i görecek.
Liberallerin taşkın özgürlükçü söylemlerine, komünistlerin merkezi paylaşımcı prensiplerine, kapitalistlerin tüketim çılgınlığına bir Ebû Zer isyanı gerekli. İktisat kitaplarında gevelenmemiş, salon adamı, kürsü başkanlarının aklının ucundan bile geçmemiş, içinde helal-haram, meşru-gayrimeşru değerlendirmelerinin yapıldığı, müdahaleci bir Ebû Zer çığlığı gerek bize.
Hayatı için hiç de zaruri olmayan madde ve eşyaları zaruret gibi telakki eden, ağır bir ekonomik yükün altına girmiş, meşru olmayan alışkanlıklara yönelmiş insanı, Ebû Zer’in vird edindiği “
Altın ve gümüş biriktirenleri ateşle kızdırılmış bir demirle müjdele” sözlerine kim muhatap kılacak? Günümüz insanında sıkça rastlanan huzursuzluk, gerginlik, can sıkıntısı, endişe, tatminsizlik, sürekli tüketme isteğinin bir sonucu. Devasa şirketler, sürekli daha fazlasını elde etmek için birbirleriyle mücadele eden egoist kimliklerden başka bir şey değil; insanlar, hatta kendi çalışanları muhasebe defterlerindeki rakamlardan ibaret. .****yı üreten kaynakların bu gayrimeşru, besmelesiz tavırları onları tüketen insanlarda “
ben”,
“benim”, “
daha fazlası”, “i
stiyorum”,
ihtiyacım var”, “
elde etmeliyim”, “
yetmez” gibi düşünce formlarına sebep oluyor. İnsan “
ahseni takvim” varlığını unutuyor. Kendini arızî sahip olduğu ,****larla tanımlıyor.
Arabası, evi, büyük ofisi, son model teknolojik gündelik eşyaları olmasa bir hiç günümüz insanı. Çekin alın ellerinden oyuncaklarını hepsi kalıverir ortada.
Ey Ebû Zer, hadi çal kapımızı, uyandır bizi bu gaflet uykusundan, kaldır gözlerimizdeki hubb-i riyaseti, kariyer derdini. Müjdele, korkut bizi, topladıklarımızın acısını tadacağımızı söyle. Bu baş döndürücü cazibe ve hoşluğun cehennem çukurlarından bir çukur olduğunu hatırlat. Nisap miktarını alt üst et, neyimiz varsa al kurtar bizi; biz tükete tükete tükendik Ebû Zer.
KAYNAK: GENÇ DERGİSİ SAYI 40 / OCAK 2010