Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16 Mart 2012, 20:24   Mesaj No:1

kamer34

Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:54
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

“İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

“İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

..Rahman ve Rahim O'lanın adıyla...

Sayın medineweb sakinleri....

Esedullah beyle yapmış olduğumuz bir mülaza sonucu kendisi diğer tarikatçılar gibi,gerek kendi dönemine ve gerekse daha birçok döneme damgasını vurmuş şehit

İbn-i Teymiyye’nin Tasavvuf dinine sıcak baktığını bu dini ve bu dinin kavramlarını kabul ettiğini,şehidin sadece ibn-i arabaiye çattığını dile getirmiş biz müslümanların onu yanlış anladığını ifade eder bir tavır içerisine girmişti..

Şimdi şehit İbn-i Teymiyyenin Tasavvuf Dininin tasavvufi terimleri hakkındaki görüşlerini kendi kitabından buraya zikir etmeye çalışacağım...Gerek şehidin akıcı uslübü gerek bu terimleri delilleri ile çürütmesi umarım bizler için faydalı olacak...Rabbimden duamdır...okuyoruz.)

İşte her kim dini hakikatlerdenayrı bir biçimde, sadece kevnî hakikatleri(varlıklar aleminde olanları) hesaba alır, onları istediği biçimde kullanmaya kalkışırsa, Allah (c.c) da onu, varlık alemini Allah (c.c)'ın dini üzere keşfedip kullanan gerçek anlamdaki kulundan ayrı tutar ve hakkı olan cezayı verir.

Çünkü varlık aleminde olanları kendi istediği biçimde kullananlar, onlara kendilerince bir değer biçenler, Allahu Teâla'nın aralarını son derece hassas bir şekilde tefrik ettiği bu çeşitli sınıfların hepsini eşit sayar; hatta bu kanaat sonuçta Allah (c.c) ile putları denk görmeye kadar gider (Allah (c.c) ile kendince güya varlığını ellerinde tutanlara kulluğa kadar varır iş).

(Şehit burada vahdet-i vucud görüşünü yermektedir...Hani Mev-alanaların dediği gibi “put put dediğin nedirki”put da “bir” put yapan da “bir”puta tapan da “bir” işte bu sapkın anlayışı anlatmaktadır...okuyoruz..)

Yüce Allah bu tür insanları şöyle haber veriyor:

"Allah'a andolsun, gerçekten biz apaçık bir sapıklık içindeydik. Çünkü biz dünya ****ı olan putlarla, kainatın haliki Allah'ı bir tutmaktaydık" (Şuara: 26/97-98)

Daha doğrusu bunlar, Allah ile bütün mahlukatı birbirinin aynı sayıyorlar; tabii ki bu sapıklık sonucu) yalnız Allah (c.c)'ın lâyık olduğu ibadet ve taata bütün varlıklar içinde hak tanıyorlar.Burada bahsi edilen sapıklık, yaratıcıyı yaratılanın içinde sanmak; yaratıcının yarattığı ile birlikte vücut bulması; Allah'ın, mahlukunun varlığında tecelli etmesi gibi; sonradan var edilmiş olanla var edeni bir görme sapıklığıdır.

Çünkü bunlar bütün mahlukatın vücudunu Allah (c.c)'ın bizzat kendisi olarak kabul ediyorlar. Bu ise alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)'a karşı en büyük küfür ve inkârdır.

(İşte tekfir... Şehit bu düşünce sahiplerini kafirlikle itham ediyor..Çünkü Rab’be karşı inkar küfürdür...İslam dinine göre küfür işleyen “Kafirdir” itirazı olan yada aksi yönde delili olan varsa buyursun yazsın.....okuyoruz..)

(Şu koca, uçsuz bucaksız kainatın yaratıcısına yapılacak bundan daha büyük küfür olabilir mi?)

(Ey şehit amcam.... sana aynen katılıyorum ...elbette yoktur...)

Bunların küfürleri o mertebeye, o boyutlara) çıkıyor ki; hem abd ve hem de mabud olmak üzere, Allah'ın kulu olduklarını inkâr eder duruma düşüyorlar. (bunlar kendilerini hem abd hem de mabut sayıyor; böylece Allah (c.c)'a kulluğu ortadan kaldırıyorlar.Zira kendi nefislerinin bizzat Hakk'ın kendisi olduğuna inanıyorlar. Bir kişi kendi nefsini halikten bir parça olduğuna inanıyorsa, O'nun kulluk görevlerini yerine getireceği mabut nerede kalıyor.?

( Ey şehit.... Onu bana değil Esedullah beye sor...)

Bu hususun, tağutları olan "Füsusu'l Hikem" yazarı Muhyiddîn-i Arabi ve İbni Seb'în gibi iftiracı mülhitler apaçık söylüyorlar; ve kendilerinin bizzat hem abidler ve hem de mabudlar olduklarını iddia ediyorlar.

(Şehit amcam...

Esedullah bey diyorki:Siz onun söylediklerinden anlamazsınız ..Oysaki yüce mevlamız anlamadığınız bilmediğiniz şeylerin peşine düşmeyin buyurmaktadır...Fakat dinleyen...kim...İbni Teymiyye bu cümlelerinde hem ibn-i arabaiyi ,hemde ibn-i sebi-yi net ve açık bir şekilde tekfir etmiştir...)

Bu telâkki, iddia ne kevnî ve ne de dînî bir hakikatin müşahedesi değildir. ne kevni varlıklar, sonradan yaratılmış olanlar ne de dini hiçbir hakikate dayanmamaktadır elbette.

Belki bu (tersine), Hâlık'ın vücudunu mahlûkun vücudu saydıkları ve her türlü güzel ve çirkin sıfatları Hâlık'ın ve mahlûkun sıfatı kabul ettikleri için, kevnî hakikatin müşahedesinden sapmak ve körleşmektir.

(Aynen öyledir..)

Çünkü bunlara göre; bir şeyin vücudu, aynı şekilde ayrı şeylerin de vücududur. Yani Allah (c.c)'ın vücudu aynı zamanda mahlûkun vücududur diyorlar.

(Tevbe yaRabbim Tevbe...Bu nasıl bir sapıklık..Amca işin acı olan tarafı bunları İslam dini adına yaparak milyonlarca insanı kendilerine kul köle yapmışlardır...Biz müslümanlar bu anlayışlarla siz şehitlerin bıraktığı yerden devam ediyoruz inşAllah..Bunu yaptığımız içinde inanılmaz saldırlara maruz kalıyoruz..okuyoruz...)

Yani, Allah (c.c)'ın vücudu aynı zamanda mahlukatın da vücududur demekle, varlık aleminin, yaratılmış alemin gerçeklerinden de bihaber oluyorlar.

Kevni varlığın, yaratılmış bütün mevcudun vücudu bir olunca, yani; İster Allah (c.c)'ı mahlûkun kendisi, ister mahlûku Allah (c.c)'ın aynısı olarak kabul ederek, varlığı bir adet kabul ettikleri için, İslâm dininin iman edilmesini emrettiği (bütün gerçekleri ve) Allah (c.c)'ı inkâr etmiş oluyorlar.

(Allah senden razı olsun şehit...Çok güzel özetlemişsin...)

Allah (c.c)'a ve Rasûlüne (s.a.v) iman edenlere gelince;

Bunların en basit ferdinden en üstün vasıflı olanına kadar herkes Kur'an ehlidir.

Allah'ın Rasûlü (s.a.v) buyurmaktadır:

"Şüphesiz insanlar içinde Allah (c.c) ehli olanlar vardır"dediğinde, etrafındakiler, "kimdir onlar?" diye sordular. Cevaben buyurdu ki:

"Allah (c.c) ehli, Allah (c.c)'ın has kulu olanlar sadece Kur'an ehli olanlardır"

Kur'an ehli olan bu müminler; Allah (c.c)'ı herşeyin Rabbi, halikı ve mâliki olarak bilirler. Hâlıkın mahlûkun zıddı olduğu hâlıkın mahlûka hulul etmiyeceğine (yerleşmeyeceğine) hâlık ile mahlûkun birleşmiyeceğine ve hâlıkın vücudunun aynı zamanda, mahlûkun vücudu olmayacağına kesinlikle (bilerek) inanırlar.

(İşittik ve iman ettik.... "Elhamdülillah"..)

Yüce Allah hıristiyanları, yalnızca Allah (c.c)'ın mahlûkta (hulul ettiğine) vücud bulduğuna ve İsa (a.s.) ile birleştiğine inandıkları için kafir saymıştır.

Allah (c.c)'ın bütün mahlûklara hulul ettiğini (vücud bulduğunu) ve her mahlûk ile birleştiğini iddia edenler nasıl olur da Müslüman olarak kabul edilebilirler? nasıl müslüman kalırlar?

(Ey şehit.... geçen gün aynı şeyi bende Medineweb forumda yazdım...)

O yegane kitap olan Kur'an'ın bağlıları (mü'minler), Allah (c.c)'ın, kendisine ve Rasûlüne itaati emrettiğini, gene kendisine ve Rasûlüne isyan edilmesini yasakladığını bilir ve inanırlar.

Gene bu müminler Yüce Allah'ın fesat çıkaranları sevmediğini, kullarının küfrüne razı olmadığını ve insanlara yalnız Allah (c.c)'a kulluk edip emirlerine itaat edilmesi lâzım geldiğini bilir ve böyle inanırlar.

Fatiha suresinde işaret buyurulduğu gibi, bütün bunları yapabilmek için:

"Ancak sana itaatla (ibadet) kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz" (Fatiha: 1/5) diyerek, yalnız Allah (c.c)'tan yardım istenmesi lâzım geldiğini idrak ederler.

Bir insanın kendi imkân ve gücü, kudreti oranında, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, başlıca kulluk görevleri arasındadır.

Allah (c.c)'a ve Rasulüne savaş açmış küfür ve nifak ehliyle, Allah (c.c)'ın emri galip gelsin diye cihad etmek (savaşmak), Allah (c.c)'a itaatla kulluk, ibadet görevlerinin en Önemlisidir.

(Kesinlike öyledir...Bizim dinimiz berrak temiz anlaşılır bir dindir ,öyle sırlardan uçtu kaçtılardan Marstan insan getirip dünyaya yerleştirenlerin dini gibi değildir...)

Müminler Allah (c.c)'ın dinini idame ettirmek (yaymak için) gayretle canla başla ve şevkle çalışır didinirler. Bunu yaparken de Allah (c.c)'ın kendilerine yardım etmesini niyaz eder yalvarırlar. Böylece ellerinde olmadan, bilmeden yapmış oldukları günahlarının affını temin etmeye hak kazanırlar. Elbette ki günahlarından ötürü başlarına gelecek felâketleri, belaları da defetmiş olurlar.

Nasıl ki, Allah'ın Rasûlüne (s.a.v) sordular:

"Ey Allah'ın Rasulü! Haber ver bize; birtakım ilaçlarla hastalıkları iyileştiriyoruz, bazı dualarla ve koruma usulleriyle kendimizi koruyoruz. Bu yaptıklarımız gerçekten Allah (c.c)'ın bizim için çizdiği kaderden herhangi birini önler mi?"

Allah'ın Rasulü cevap verdi:

"Bütün saydıklarınız da Allah (c.c)'ın yazmış olduğu kaderden cüzlerdir"
(Tirmizi, Kader: 12; Tıbb: 21.)

Bir hadisi şerifte Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Tedbir alınarak yapılmış olan dua ile başınıza gelecek bela yerle gök arasında karşılaşır ve biri diğerine ilaç olur, üstün gelir"
(Hakim.)

İşte bütün bunlar Allah (c.c)'a ve Rasûlüne (s.a.v) iman eden ve sadece Allah (c.c)'a itaatla kulluk eden müminlerin halidir ve saydıklarımızın hepsi de "ibadet" kelimesinin ifade ettiği mana içinde en önemli yerlere sahiptir.

Hıristiyanların yaptıkları gibi, bu sapık müşrikler de şeyhlerinin benzer müteşabih sözlerine sarılıyorlar. Bunlardan bir tanesi "Fena" kelimesidir.

(Esadullah bey bu cümlelere bak ,İbn-i Tyemiyye amcam tasavvufçulara sapık ve müşrik diyor........okuyoruz....)

Hiç kuşkusuz fena üç çeşittir:

1 - Enbiya ve kâmil evliyaların fenası.

2 - Enbiya ve salihlerden kasîdinin (bir kast taleb edenlerin) fenası.

3 - Münafık, mülhid, müfsid ve müşebbihlerin (Allah (c.c)'ı mahluka bezetenlerin) fenası

Birinci gruba girenlerin fenası:

Bunların fenası, Allah (c.c)'tan başka hiç bir şeyi istememektir. Başkalarını (irade etmekten) istemekten kurtulmaktır. O kadar ki, bunlar sadece Allah (c.c)'ı sever ve yalnız O'na kulluk eder. Sadece O'na tevekkül eder (O'nu kendine vekil tayin eder) ve güvenir. Allah (c.c)'tan başka hiçbir şeyden istimdat (yardım ve destek) dilemez. Bu, Ebu Yezid'in ifade ettiği ve kastettiği manadır. O şöyle ifade etmiştir bu manayı:

"O'nun irade ettiği şeyden başka hiçbir şeyi murad etmiyorum."

Yani, mahbubunrazı olduğu muradını (sevgili Allah (c.c)'ın) murad ettiğinden başka hiçbir isteği yok). Elbette ki, böyle bir murad, dinin emrettiği, istediği muraddır. (Bu da dînî iradeyi murad etmekten başka bir şey değildir) Böyle bir istek sahibi kimse, dinin istediklerini ister, istemediklerini ise reddeder.

(Anladık ey şehit..... Allah senden razı...)

Kulu yücelten, kemâle erdiren şey; Allah'ın irade ettiği, dilediği, istediği, razı olduğu ve sevdiği şeyden başkasını istememek, dilememek, sevmemek ve O'nun razı olduğundan başka hiçbir şeye razı olmamaktır.

Bu da Allah'ın farz ve müstehab olarak emrettiği şeylerden başkası değildir. Melekler, Rasuller ve salih kullar gibi, Allah (c.c)'ın sevdiklerinden başka hiçbir şeyi sevmez.

Böyle bir hal, Yüce Allah'ın anlattığı şu haldir:

"O gün ki ne mal bir fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalple gitmek müstesna" (Şuara: 26/88-89)

Diyorlar ki:

"Selim bir kalp Allah'tan başka şeylerden selim olan bir kalpdir".Yani, Allah'a kulluktan başka veya Allah'ın iradesinden başka her şeyden selim olmak, kurtulmuş olmak.

Mana birdir. Bu manaya, ister "Fena" ismi verilsin, isterse verilmesin. (Bu manayı "Fena" kelimesiyle izah et, istersen de başka başka kelimelerle), netice değişmez.

(Evet işte en güzel yorum ve dosdoğru yol budur...)

Çünkü, bu mana: İslam dininin hem evveli hem de sonu, hem bâtını ve hem de zahiridir.

--Fena hali dedikleri üçüncü şekil fenaya gelince--

Bu Allah (c.c)'tan başka hiçbir varlık müşahede etmemek, halikin vücudunu mahlûkun vücudu sanmaktır. Elbette ki böyle bir hal, Allah (c.c) ile kul arasındaki farkı olduğu gibi kaldırmaktadır. Allah (c.c) ile kulu birleştirmektedir.

Bu "hulûliye", yahut "Vahded-i Vücud" sapık telakkisine düşenler, zındıkların ve dinsizlerin en kötüsüdür.

(ESEDULLAH bey sanırım bu sözler sizlere...Hani bazen soruyorsunuz siz bizi tekfir mi ediyorsunuz..? Bakın sayın abim biz değil selef alimlerimizin hepsi sizleri tekfir ediyor.Biz müslümanlarda “ilet bizi ya rabbim nimet verdiklerinin yoluna” desturuna uygun olarak bu alim din kardeşlerimizin söylediklerini tasdik ediyoruz...

Sahabe ve hidayet kılavuzu (doğru yolun öncüleri) din imamları ve sünnetin hidayeti üzerine müstakim olan alimler bu çeşit fenadan beridirler.

(Bizde işittik ve iman ettik o sözlerden beri olduğumuz ifade ediyoruz..İnşAllah...)

Eğer bunlardan birisi:

"Allah (c.c)'tan başka hiçbir şey görmüyorum veya Allah (c.c)'tan başkasına bakmıyorum" ve benzeri şeyler söylerse; söylediği ispat edilebilirse, onların bu sözlerden muradı (kastı), söylemek istediği:

"Allah (c.c)'tan başka Rab, O'ndan başka müdebbir ve hâlık, O'ndan başka kendim için ilâh görmüyorum. Sevgi, korku ve ümid itibariyle Allah (c.c)'tann başkasına nazar etmiyorum O'ndan başka bir kudret kabul etmiyorum", demektir.

Çünkü göz, kalbin kapıldığı, takıldığı, şeye nazar eder ona bakar.

Bir kimse bir şeyi sever veya ümitlenir veya ondan korkarsa, ona iltifat eder ve elbette ona yönelir.

Kalbte ona sevgi, ondan ümitlenme ve korkma, o şeye nefret ve kalbe ait diğer hallerden her hangi bir ilgi olmadığı zaman, kalp ona iltifat etmeyi, ona bakmayı asla istemez ona nazar etmeyi kastetmez.

Sadece onu (muvafıkan) üstünkörü görür belki.

Kalbin meyletmediği şeylere bakan göz, sadece bir eşyaya bakar gibi bakar fakat aslında görmez. (Bu kalbinde ilgisi olamayan bir perde ve benzeri şeylere bakmış gibi haldir).

Büyük alimler ve salih Müslümanlar. Tevhid-i Rabbaniyi tecrit ve dinin tamamında ihlası gerçekleştirme konusunda öyle şeyler zikrediyorlar ki...

Kul Allah (c.c)'tan başka hiçbir şey en küçük bir iltifat göstermeyecek, nazar etmeyecek (bakmayacak), korkmayacak, ümitlenmeyecek.

O kadar ki, kalbi bütün yaratıklardan azade olacak, müstağni kalacak,

Böyle bir insan, mahlûka (yaratığa) Allah (c.c) nuru ile bakar,

Böylece hak ile (hakkın yardımı ile) işitir, görür, hak ile görür, hak ile tutar ve hak ile yürür,yaratıklardan Allah (c.c)'ın sevdiğini sever, sevmediğini de sevmez (kin ve nefret ettiğine kin ve nefret eder),

Allah (c.c)'ın dost (edindiğini) saydığını dost, düşman (edindiğini ) saydığını düşman (edinir) sayar.Yalnız Allah (c.c)'tan korkar ve Allah (c.c)'tan korktuğu için dünyada hiçbir şeyden korkmaz.

Dünyada bütün işlerinde Allah (c.c)'a ümit bağlar, Allah (c.c) için dünyaya ümid bağlamaz.(Yani Allah (c.c)'ı bırakıp dünyaya umut bağlamaz.)

İşte bu, kötülükten yüz çeviren, muvahhid, müslim, mü'min, enbiya ve Rasûllerin marifetini, hakikatini ve tevhidini gerçekleştirebilen, kalb-i selimin ta kendisidir.Gerçek tevhid budur.

(Rabbim senin yerini cennet kılsın ey şehit ...İnşAllah.. amin...)

Üçüncü gruba girenlerin tevhidi ise:

Yani, vücudda yok olmak, vahded-i vücud tevhidi ise, Firavun'un ve onun yolunda gidenlerin tevhididir.

(Esedullah bey sizin ekolden bahs ediyor.....)

Yahudi "karamita" teşkilatlarının ve bu teşkilatın yolunda giden, Hallaç, Muhyiddin Arabi, İbni Fariz, İbni Sebin ve Afif Telemasani'nin ileri sürdüğü vahded-i vücudu kendilerine din edinen ve kabul eden insanlar gibi...

(Mevlüd abim senin Hallaç’ta gitti....Şimdi birşey diyeceğim bu sefer beni tam ırkçı ilan edecekler,zaten ırkçı ilan ettiler...Sadece şunu söyleyeyim “Ey şehit” senin dininden ve ırkından olduğum için Rabbime ne kadar şükür etsem azdır....Muhsin hocam alim dediğin bu...Hani bazen diyorunuz ya o kafir bu kafir kim müslüman, işte müslüman bu...Muhsin hocam dikkat edilirse İbn-i Teymiyye amcamda ibn-i arabainin düşüncesini farklı bir”Din”olarak vurgulamıştır....okuyoruz...)

Allah (c.c)'ın Rasulü'ne tâbi (bağlı) olanların fenası ise:

Bu çeşit fena övülen, methedilen cinsden bir gerçektir. Böyle bir halle hallenen kişi, Allah (c.c)'ın övdüğü, sevdiği muttaki evliyalarından kurtuluşa eren cemaatından ve galib gelen, zafer kazanan askerlerinden olur.

Yukarıda geçen sözler ile meşayih (büyük alimler) ve salihler (hâşâ) "Allah (c.c)'ı mahlukattan görüyorum" demek istemiyorlar. Çünkü Allah (c.c) yer gök ve onun içinde olan herşeyin Rabbidir.

Böyle bir sözü ancak; dalâlet ve fesadın en son derecesine düşmüş insanlar söyleyebilir. Bu da, ya akıl bozukluğundan veya itikad bozukluğundan gelir. Böyle kimseler, ilhad (dinsizlik) ile delilik arasında bocalayan kimselerdir.

Din yolunda kendisine uyulan büyük alimler, ümmetin selefinin önde gelen imamlarının ittifak ettiği, birleştiği şeyler üzerinde ittifak etmiş, buluşmuşlardır.

Bu ittifak ettikleri (birleştikleri) şey, Yüce Allah'ın yaratıklardan ayrı olduğu gerçeğidir.

(İşte tüm mesele bu...)

O'nun zatından yaratıkların da hiç bir parça bile yoktur.

Yaratıklardan hiçbirisi de O'nun zatında mevcut değildir.

Ezeli olanı, kadim olanı sonradan var edilmiş olandan ayırd etmek, halikı mahlûktan, temyiz ve tefrik etmek ve haliki ait olduğu eşsiz ve benzersiz yere oturtmak her mümin insan için farzdır. Ve bu söz büyük din önderlerinin söylediği en büyük gerçektir.

Allah (c.c)'ın her şeyin Rabbi, maliki ve halikı olduğunu ve O'ndan başka ibadete layık ilâh bulunmadığını tahkiki olarak bilir ve buna inanır.

İşte bu şuhud; yani müşahede ve görüş, sağlam ve doğru görüşün ta kendisidir.

Ve bu görüş; kalbin ilminde, şehadetinde, zikri ve marifetinde, kalbin hal ve ibadetinde, kasd ve iradesinde, muhabbet, dostluk ve taatında vacibdir.

"Allah (c.c)'tan başka ibadete layık ilah yoktur", yani; "La ilahe illallah" gerçeğine şehadetin ta kendisidir. "Tevhidin" gerçekleşmesidir.

Zira bu şehadet; Kalbten, Hakk'dan başkasının ulûhiyetini (ilahlığını) "nefyedip" silmek, silkip atmaktır.Sadece Hakk'ın ulûhiyetini (ilahlığını) "isbat" tesbit etmektir. (Allah (c.c)'ı tek ilâh, tek hükmedici olarak kabul etmektir

(işte gerçek Tevhid anlayışı budur...)

(Şimdi konumuza tasavvuf dinindeki zikir kavramını ve”hu”hu”zikrinin islama uygun olup olmadığını amcamdan dinlemeye devam ediyoruz...) Muhsin hocam amcamın konuyu işleyiş tekniğine dikkat ettinizmi...?..İbn-i Teymiyye amcam görüşelerini ortaya koyarken hem Kuran’la hem sünnetle desteklemektedir..Fakat ariflerin menkibelerine yada mev-alana ların kitaplarına bakın ne ayet ne sünnet hep hurafe....hep bidat...okuyoruz...)

En Efdal (Geçerli) Zikir Beyan olunur ki, Tirmizi'nin de rivayet ettiği gibi; zikrin en gerçek ve efdali:"Lâ ilahe illallah" dır

Tirmizi'nin ve diğer muhaddislerin zikrettiği hadis-i şerif şöyledir:

"Zikrin en efdali "la ilahe illallah", duanın en faziletlisi ise "Elhamdülillah" dır"
(İbn Mace Edeb: 55; Tirmizi Deavat: 8.)

Muvatta ve diğer hadis kitaplarında Ubeydullah oğlu Talha'dan rivayet edildiğine göre, Allah'ın Rasulü şöyle (s.a.v) buyurmuştur:

"Benim ve benden evvel gelen Rasûllerin söylediklerinin en faziletlisi:"Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve huve alâ külli şey'in kadîr"dir." ("Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh yoktur. O (birdir) tektir ve (eşi) şeriki yoktur. Mülk ve hamd O'nundur. O her şeye kadirdir.")
(Malik, Muvatta, Kurlen: 20.)

Her kim zan ve iddia ederse ki bu, avam halkın zikridir, havasın ileri sûfilerin zikri müfred isimdir. Halbuki bu zamir ismidir. Yani, zikir yalnız "Allah" kelimesinden ibarettir derse, bunu söyleyenler, sapıtmış, fahiş bir hataya düşmüş ve yoldan çıkmış olurlar.

(Esedullah bey buyrun bu kısma siz cevap verin....Hani geçen gün İbn-i Teymiyye tasavvuf Dinine değil birkaç mutasavvufa çatmıştır demiştiniz hatırladınız mı....? İbn-i Teymiyyenin hayatı tasavvuf din mensuplarıyla mücadele etmekle geçmiştir...Ki Mısır valisi bir tasavvufçu (zındık) tarafından şehit edilmiştir..okuyoruz..)

Bazılarının, Allahu Teâlâ'nın:

"Sen, "Allah" (o kitabı indirdi) de, sonra onları bırak, bâtıl dedikodularında oynaya dursunlar" (En'am: 6/91) ayetini alıp da iddialarına delil getirmeleri, bunların en açık ve büyük yanılgılarıdır.

Çünkü ayetteki "Allah" ismi, istifhamın, yani sorunun ve acabanın cevabındaki emirde zikredilmiştir. Ki ayetin evveli:

"Musa'nın nur ve insanlara hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?"şeklindedir. Ayetin arka kısmında da "Allah de" denmektedir. Böylece yurakıdaki soruya cevap verilmiş olmaktadır. Yani, "Musa aleyhisselâmın getirdiği kitabı Allah indirdi de" denmektedir. Tek olarak "Allah" demek değildir bu. "Allah" ismi (müpteba) başlangıç, haberi de sorunun delalet ettiği cümledir. Mesela:Sana kim geldi? diye sorulduğu zaman, cevaben Zeyd denildiği gibi...

Sonra tek bir isim, ister şahıs zamiri, isterse gayb zamiri olsun, tam bir kelam ve mana ifade eden bir cümle değildir. Yani, "Allah Allah Allah", "hu hu hu" kelimeleri tam bir anlam ifade eden kelime değildir.

Bu çeşit tek kelime ne iman, ne küfür, ne emir, ne nehiy ifade etmez.Bu tarz (çeşit) zikri, selefden ve ashabdan hiç bir kimse yapmamış ve Allah'ın Rasû(s.a.v) de yapılmasını söylememiş, meşru kılmamıştır.

(Ey şehit bunlar ne ne Rasulu,ne sahabileri,nede selef alimlerini kaale alıyorlar...Bunlar da, Rasullerin de, senin de, benim de, bilmediğimiz sırlara vakıf yeni bir ileti (mesaj) getiren kuşları vardır...O yüzden yaptıkları işin dinde meşru olup olmadığı onlar için çokta önemli değildir...okuyoruz...)

Bir tek özel ya da sıfat isimini zikretmek, kalbde bir (marifet) bilgi meydana getirmez ve kişiyi faydalı biri yapacak hale sokmaz. Sadece kalbe mutlak bir tasavvur verir vebir kımıldama meydanagetirir ki, bu tasavvurun üzerine ne menfi ve ne de müspet hiçbir fikir bina edilmez.Yani, Allah, Allah, Hu, Hu, deyince, hiçbir mana kasdedilmiş olmaz.

Fakat, "Lâ ilahe illallah" deyince, "Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh olmadığı" ifade edilmiş olur.)

Bizatihi mana ifade etmez, kalbe bir bilgi ve marifet kazandırmaz ise, böyle bir zikir faydasız ve boşuna yapılmış olur.

Şeriat ise, bizatihi (tek başına) manalar ifade eden zikirleri meşru saymıştır. Başka kelimelerle destekli değil, (sadece) bizzat kendisi bir mana ifade etmesi lazımdır, fayda verecek zikirlerin.

Şüphesiz, bu çeşit tek isim, "Allah, Allah; Hu, Hu" zikrine devam edenlerin bazısı çeşitli "ilhada" (dinsizliğe), çeşitli "ittihada" (vahdet-i vücuda, Allah (c.c) ile mahlûkatı birleştiren, ikisini aynı şey sayan itikada) düştüler. Ki, bazı şeyhlerin söylediği rivayet edilen:

" Nefyi(yok) ile isbat arasında ölmekten korkuyorum" sözleri bu kabilden sözlerdir. Yani, "La ilahe illallah" derken, "la ilahe", ( (ibadete layık) hiçbir ilah yoktur) deyip, "illallah" (ancak (ibadete layık) Allah vardır) demeden ölürsem, kafir olarak ölüp giderim diye korkarım denmek istenmektedir. Bir başka deyimle işte bu korkudan dolayı, sadece "Allah" "Allah" derim denmeye getiriliyor.

İşte böyle bir te'vil sakattır. Zira bu sözün korkunç bir hata olduğu apaçıktır. Ve asla böyle bir söze iltifat ve itibar edilemez. Çünkü ameller, hareketler niyetlere göre olmaktadır.

Allah'ın Rasûlü (s.a.v) bir sahih hadisde can çekişmekte olan bir kişiye:

"Lâ ilahe illallah" kelâmı şerifini telkin etmeyi emretmiş ve:

"Bir kimsenin son sözü "La ilahe illallah" olursa, cennete girer" buyurmuştur.
(Müslim, İman: 53-154.)

Eğer bu mübarek cümle zikredilmesi mahzurlu bir cümle olsaydı; o, söylerken her an ölmesi beklenen bir kimseye telkin edilmez, kötü bir şekilde ölmesine meydan verilmez ve bu kelâmın yerine müfred bir isim telkin edilirdi.

Özetle:yalnızca (münferid) tek isim olarak, "Allah, Allah; Hu, Hu; Hay, Hay, diye zikretmek sünnetten çok uzak, bid'atın en içinde ve şeytanın dalâletine (sapıklığına) en yakın düşen bir faaliyettir:

(Allah senden razı olsun....)

Çünkü bir kimse, "ya hu, ya hu"; veya "hu, hu" (Ey O, Ey O; veya O, O,) dediği zaman, bu zamir (O zamiri) ancak kalpten geçen anlama, manaya göre şekil alır. Yani kalbinde tasavvur ettiği şeye ait (uygun) olur. Kalp ise, bazen iyi düşünür, bazen ise kötü...

Füsus sahibi Muhyiddin-i Arabî bir kitap yazarak adını "Kitabu'l-Hu" koymuştur!...

(Amcam döndü dolaştı yine Arabaiye geldi...okuyouz...)

Bunlardan bazısı Âli İmran süresindeki yedinci ayet olan "Ve mâ yâ'lemu te'vilehu illallah"ın manasını "Lehu" isminin tevilini Allah (c.c)'tan başka kimse bilmez şeklinde tefsir etmiştir. Halbuki ayetteki "hu", yukarıda geçen müteşabih ayetlere ait olan zamirdir.

Ayetin manası ise, "O müteşabih ayetlerin tevilini(gerçek manasını) Allah (c.c)'tan başka kimse bilmez" şeklindedir. Her ne kadar bütün müslümanlar, hatta aklı başında bütün insanlar böyle bir iddianın apaçık bir bâtıl olduğunda ittifak etmiş iseler de, yine de bunlardan birisine şöyle dedim:

(Ne dedin....)

"Eğer bu, sizin dediğiniz gibi olsaydı,ayeti kerimede "Te'vilehu" diye bitişik yazılmaz da; "Te'vile-hu" diye münferid (ayrı) yazılırdı.

Kur'an'da Allah Teala şöyle buyurmaktadır mealen:

"Hem Rabbinin ismini zikret, hem de yalnız O'nu yücelt"
(Müzemmil: 73/8)

"Yüce Rabbinin ismini tesbih (tenzih) et."
(A'la: 87/1)

""Temizlenen (zekat vererek malını temizleyen) ve rabbinin ismini zikredip de namaz kılan şüphesiz felaha ermiştir."
(A'la: 87/14)

"Azim olan Rabbinin ismini tesbih et"
(Vakıa: 56/74)

Bunların benzeri ayeti kerimelerde emredilen zikirlerin tek isim olarak (Allah, Allah) gibi yapılması iktiza etmez (gerekmez). Çünkü, Allah Rasulü'nün sünnetinde sabit olmuştur ki:

"Azim olan Rabbinin ismini tesbih et"
(Vakıa: 7) ayeti kerimesi nazil olduğu zaman, Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Bunu secdenizde yapınız"(Ebu Davud ve Ahmed) diye emir buyurmuştur.

Bunun üzerine müslümanlar için rükuda:

"Sübhane rabbiye'l-azim" (azim olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim) secdede:

"Sübhane rabbiye'l-a'lâ" (Yüce olan Rabbimi tesbih ederim.) diye zikir ve tesbih eylemek sünnet kılınmıştır.

Sahih olan rivayete göre Allah'ın Rasû(s.a.v)rükûunda aynen (yukarda zikrettiğimiz tesbihi söylüyordu) "sübhane rabbiye'l-a'lâ" diyordu. Bunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir.

(Allah senden razı olsun...anladık.. "Elhamdülillah"..)

Hülâsa;(Demek ki), yüce olan Rabbin ismini tesbih etmek ve Allah (c.c)'ın ismini zikretmek emri tek isim olarak, "Allah Allah" şeklinde değil de, tam bir mana ifade eden cümle halinde (yüce rabbimin ismini tesbih ederim) şeklinde tatbik olunmuş ve sünnet kılınmıştır.

Nasıl ki bir sahih hadis-i şerifde de Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmaktadır:

"Kur'an-ı Kerimden sonra en faziletli kelâm:

"Sübhanallah, vel-hamdülülah ve lâilahe illallahu vallahu ekber (Allah'ı tesbih ve tenzih ederim. Hamd Allah'a mahsustur. Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh yoktur. Allah her şeyden büyüktür) kelâmıdır."
(Buhari, iman: 19; Müslim, Edeb: 12; Tirmizi, Deavat: 127; İbn Mace, Edeb: 56; Ahmed: 5/10-11-20-21.)

Diğer bir sahih hadis-i şerifde şöyle buyrulmaktadır:

"İki kelime vardır ki, dilde hafif, fakat mizanda, keyfiyette ağır ve Rahman'a göre sevgilidir. Bunlar: Sübhanallahu ve bihamdihi, sübhanallahilazim"
(Buhari, Deavat: 65; Tevhid: 58; Müslim, Deavat: 31; Tirmizi, Deavat: 59; İbn Mace, Edeb: 56; Ahmed: 2/232.)

Başka bir sahih hadisde şöyle buyurulmuştur:

"Her kim ki hergün”

"Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehü'l-mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir" (Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh yoktur, O birdir, şeriki yoktur; mülk O'nun, hamd O'nundur; O herşeye kadirdir.) derse;

Allah o kimseyi o gün şeytanın şerrinden emin kılar, ta akşamlayıncaya kadar, kendi gibi veya kendinden fazla söyleyenden başka hiç kimse o adamdan daha faziletli olamaz."
(Buhari, Deavat: 54; Bedil-Halk: 10; Müslim, Zikir: 28; Tirmizi, Deavat: 61.)

Malik'in(Allah (c.c) ondan razı olsun) "Muvatta" isimli hadis kitabında rivayet edilen bir hadisi şerifde Allah'ın Resulü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

"Ben ve benden önceki nebilerin söylediği en faziletli kelâm:

Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehü'l-mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir" kelamıdır"

İbni Mace'nin ve diğerlerinin sahih hadis kitaplarında Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Zikrin en efdali ve faziletlisi "lâ ilahe illallah"; duanın en faziletlisi "Elhamdülillah" dır."

Zikir ve dua konusunda bunlara benzer hadis-i şerifler çoktur.

Kur'an-ı Kerim'de de birçok ayet-i kerime zikir ve duayı talim ve beyan buyurur. Fakat hiç birinde bir tek ismin zikredilmesi gerektiği söylenmemiş böyle bir şey emredilmemiştir. Emredilen bütün zikirler ya cümle halinde, veya tek başına bir anlam taşıyan (mana ifade eden) kelâmlardır.

Müslümanlara namazlarında, ezanlarında, bayramlarında bir tek ismin zikredilmesi emredilmemiştir. Hepsi, söylenmesi gerek bütün kelamlar, (ancak ve ancak tam mana ifade eden cümlelerdir) mutlaka bir anlamı tam olarak ifade etmelidir.

Mesela müezzin;"Allahu ekber Allahu ekber, eşhedü enlâ lâ ilahe illallahu ve eşhedu enne Muhammeden Rasûlüllah" demektedir.

Namazda ise;"Allahu ekber, sübhane rabbiye'l-azîm, sübhane rabbiye'l-alâ, semiallahu li-menhamide, rabbena leke'l-hamd, ettehiyyatü lillahi",ve hac yapmakta olanın;"lebbeyk Allahumme lebbeyk" ve diğer ibadetlerimizdeki bütün zikirler hep bir mana ifade eden cümleler halindedir. Allah (c.c) böyle emretmiştir. Hiçbirinde, tek bir ismin veya zamirin zikredilmesi emredilmemiştir.

Hülâsa, maksadımız, anlatmak istediğimiz şudur:

Allah (c.c)'ı zikretmede şüphesiz meşru kılman kelimeler tam mana ifade eden kelimelerdir. Buna kelam ismi verilir. (Kelâm, en az iki kelimeden ibaret cümlelerdir.)

Bu çeşit zikir;(kalpleri takviye eder ve kalbin sahibine iyi işler yaptırır). Kalblere fayda verir, onunla sevab ve ecir hasıl olur. (Böylece insana sevap ve mükafat kazandırır). Kalbleri Allah (c.c)'a, marifetine, muhabbetine ve haşyetine çeker,cezbeder. (büyüklüğü karşısında boyun eğmeye zorlar).

Bu çeşit zikir ile daha nice yüksek arzular ve büyük maksatlar hasıl olur. (Bu çeşit zikirde burada sayıp dökmeye imkan bulamadığımız nice faydalar vardır.)

Bu isterse "Allah, Allah" gibi tek isim, isterse "hu, hu" gibi zamir olsun, (üstün önderlerin) hassların ve ariflerin zikri olduğu şöyle dursun, bu çeşit (tek isim veya zamirle yapılan) zikirlerinhiçbir aslı esası yoktur.

(Yani tasavvuf dinin esaslarıdır islam dini ile bir alakası yokturmu diyorsun...? Rabbim razı kullarından eylesin anladık ... "Elhamdülillah")

Ama aksine bu çeşit zikir, çeşitli dalâlet ve bid'atlara vesile ve vahdet-i vücud ve ilhâd (zındık) ehlinin fasit hallerine ve tasavvurlarına, niyetlerine bir vasıtadır. Bunlar hakkındaki fikirlerimiz başka yerlerde beyan edilmiştir. (bu kitabın başka satırlarında ifade edilmiştir.)

Bütün dinler iki büyük esas getirmiştir:

1 - Allah (c.c)'tan başka hiç kimseye kulluk ve ibadet etmemek.

2 - Allah (c.c)'a kulluğu ancak (meşru şekilde) dinin kaynağından öğrenip yapmak, kendi kafamızın, hevai hevesimizin bize telkin ettiği bid'atlara dayalı olarak ibadet yapmamak...

(Ey şehit bu din mensuplarının kaynağı Kuran ve sünnet değildirki..Bu iki kaynağı onlar tanımaz...Onlar ancak kabak hikaylerini bilirler...)

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır mealen:

"Bir kimse Rabbinin rızasına kavuşmak arzusu taşıyorsa, salih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette kimseyi O'na şerik(ortak) koşmasın"
(Kehf: 18/110)

Ettiğimiz şu şehadete göre; Üzerimize farz olan şey;Rasûlün (s.a.v) tebliğ ettiği, haberini getirdiklerini, tasdik ve emirlerine itaat etmemizdir.Hiç şüphe yok ki Allah'ın Rasû (s.a.v) bize, Allah (c.c)'a ne ile (nasıl) ibadet edeceğimizi bildirmiş ve bid'atler ile ibadet etmeyi menetmiş ve onların birer dalâlet ve sapıklık olduğunu haber vermiştir.

Allahu Teâla şöyle buyuruyor mealen:

"Hayır, onların dediği gibi değil. Her kim itaat ve amelinde muvahhid bir mümin olarak kendini tamamen Allah'a teslim ederse, onun için Rabbi katında amelinin mükafatı olarak cennet vardır. Onlar için hiç bir korku da yoktur ve onlar mahzun da olmazlar"
(Bakara: 2/112)

İbadet ve kulluğun gerçeği sadece bu dinde bulunmaktadır. (Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)'a kulluğun (ibadetin) hakikatidir bu).Yüce Allah (c.c)'tan, bizi bu dinin üzerinde sebatkar kılmasını, ve bizi yine bu dinle yüceltmesini niyaz ederiz.

Bizi ve diğer Müslüman kardeşlerimizi bu dinin gereklerini yerine getirirken dünyadan (ukbaya) göçürmesini, intikal ettirmesini (dua) niyaz ederiz.

Yalnız Allah (c.c)'a hamdolsun ve Allah (c.c)'ın selât ve selamı efendimiz Muhammed Mustafa'nın ve onun Âli ve ashabının üzerine olsun..

“Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki;ben cennetimi ve gülistanımı yüreğimde taşıyorum,nereye gitsem sürekli benimle birliktedir;benden bir an olsun ayrılmaz.Benim hapsedilmem halvet,öldürülmem şehadet,sürgün edilmemse seyahattir”

Şehit İbn-i Teymiyye “Kulluk risalesi”

Allah’a emanet olunuz...

__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi kamer34 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
“..Allah’ın velileri kimlerdir..?” Allah(c.c) Kara Kartal 14 6781 17 Mart 2012 02:37
“İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “ Tevhid Ve Şirk Konuları Esadullah 6 3372 16 Mart 2012 20:24
""Velayet..Şirki"" Tevhid Ve Şirk Konuları kamer34 0 1912 06 Mart 2012 19:05
"Seyyid Kutub kimidir...?" Alimler(Rh) bilinmez 42 16824 20 Şubat 2012 23:31
""Tasavvuf/Büyüklerinin/Şirkleri""... Tasavvuf-Tarikat hiranur86 52 21695 08 Şubat 2012 21:11