Dünya hayatında herkese düşen bir vazife vardır;
hiçbir şeyin kararında kalmadığı, servetlerin payimal olup ümranların harabeye döndüğü ve insanlara ötede, ancak buradan gönderdiklerinin fayda vereceği şu dünyada herkes, kendi durumuna göre mutlaka bir şey yapmalı ve gitmeden ötelere bir şeyler göndermelidir.
Şu kat’iyen bilinmelidir ki, ölümle herkesin amel defteri kapanacak ve herkes,
yaptığıyla kalacak, ancak, dinine, milletine, ırzına namusuna ve diğer korunması gereken şeylere zarar gelmesin diye kendini Allah yoluna adayanların ve
her şeyleriyle yüce İslâm dâvâsına hizmet edenlerin defterleri asla kapanmayacaktır.
Bir hadis-i şerif bunu ne güzel izah eder:
"İnsanın ölmesiyle her ameli kesilir; ancak Allah yolunda mücahede edenin ameli,
bundan müstesnadır: Onun ameli, kıyamet gününe kadar nemalanır,
ve kabir fitnesinden de emin kılınır." [1]
Çünkü o bir çığır açmıştır ve dolayısıyla,
kendisinden sonra o yolu takip edenlerin hasenatının bir misli ona da yazılacaktır.
Hem o, kabrin fitnesinden ve dehşetinden de emin olacaktır;
zira o, gerçekten ölmemiştir ki kabir azabına düçar olsun.
Sadece cismaniyeti itibariyle yer değiştirmiş; geride bıraktıklarıyla da hâlâ insanların gönlünde yaşamaktadır.
Hz. Muhammed aleyhis salatu ves selam Raşid Halifeler’e ve sahabeye
"ölü" diyenin kendisi ölmüştür.
Onlar öyle bir çığır açmışlardır ki, uğradığımız yolun her girizgahında
onlara ait bir kısım eserler görürüz ve her görüşte yüzümüzü yerlere sürer ve
"Payidâr olun. Bu yolu açtınız ve bize rahat ve emniyet içinde yürüme imkânı hazırladınız" deriz. Bu sebeple, onların fazilet, meziyet ve hasenâtları üst üste yığılmakta ve
tâ Arş’a kadar yükselmektedir.
Zaten onlar kabir azabından da emindirler.
Çünkü kabir azabı ölü ruhlar, ceset insanları ve dini, hayata hayat yapmayanlar;
yani hakikat-ı Ahmediye’ye gönül vermeyenler ve Kur’ân’ı rehber edinmeyenler içindir.
Bu itibarla da, hayatını bunlarla donatmış,
mamur etmiş bir insanın kabir azabı çekmesi düşünülemez.
Yine cihadla alâkalı fahr-i kâinat Efendimiz, şöyle buyururlar:
مَنْ رَابَطَ لَيْلَةً فِى سَبِيلِ الله سُبْحَانَهُ كَانَتْ كَاَلْفِ لَيْلَةٍ صِيَامِهَا وَقِيَامِ
kişinin kendısını bır gece Allah’adaması, gündüzünde oruç tutulan, gecesinde de ibadet edilen bin günden daha hayırlıdır." [2]
Bir tarafta bin gün oruç tutacak ve bin geceyi ihya edeceksiniz;
beri tarafta ise, memleketi ve milletinizin içine sızmak ve
kötülük yapmak isteyen düşman karşısında silahınız omuzunuzda nöbet bekleyeceksiniz, işte bu, öncekinden daha hayırlı ve Allah katında daha makbuldür.
Bir kısım müminler, cihad vazifelerini doğrudan doğruya ve fiilen yerine getirir ve neticede, yukarıdan beri arzettiğimiz faziletlere ererler.
Bir kısım kimseler de vardır ki, onların cihada fiilen sahip çıkması söz konusu değildir. Fakat onlar da, yaptıklarının karşılığını Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu olarak diğerleri ölçüsünde alırlar.
Yani, imâna ve Kur’ân’a hizmet istikametinde, hatta sırtına bir kerpiç alıp taşıyan insanın dahi sa’yi heba olmaz. Meşveret planında meseleye sahip çıkandan, icraya,
ondan bu hizmette ayakçılık yapana kadar herkes niyetine göre mutlaka mükâfatını alır. Kalemiyle cihada iştirak eden yazardan, onun yazdığı şeyleri basıp dağıtan kimseye kadar herkes dolu dolu hissesini alır.
Öyle ise herkes, bu örfaneye Rabbin kendisine bahşettiği imkânlarla iştirak etmeli ve umum neticeye ortak olmaya çalışmalıdır.
Bir hadis-i şerifte Ebu Hureyre şu hususu naklediyor:
"Rasul-i Ekrem Mi’rac’a irtika buyururken,
(ubudiyetiyle, Allah’a kulluğuyla merdiven merdiven semalara doğru tırmanırken,
nâsut âleminden sıyrılıp lâhut âlemiyle hemhâl olurken)
çeşitli manzaraları müşahede etmiş, çeşitli vakalara muttali olmuştu.
Bu arada şunu da görmüşlerdi:
Bir günde toprağa tohum eken ve aynı günde mahsul alan bir kavim getiriliyor.
Yalnız mahsul alınır-alınmaz, tohumlar tekrar mahsul veriyor.
Bu acip manzara karşısında Allah Rasulü
, Cebrail’e: يَا جِبريلُ مَا هَذا "Ey Cibril! Bunlar kim?" diye soruyor.
Cebrail (a.s):
Bunlar, kendilerini Allah yoluna adamış mücahidlerdir.
Allah onlar için haseneyi yediyüz kere katlar. Ve ne infak etseler eksilmez;
Allah, onun yerine başkasını ihsan eder. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır" [3]
cevabını vermiştir.
Bu itibarla mümin, Allah yolunda bütün hayatını zevkini, rahatını ve gençliğini feda ederken, bunların heder olmadığı, fenaya gitmediği kanaat ve düşüncesini taşımalı ve öbür âleme giderken, hiçbir şeyin zayi olmadığı bir âleme intikal ettiği şuuruyla gitmelidir.
Evet, her şeyi koruyan, muhafaza eden Hz. Allah
onun feda ettiklerini de koruyacaktır. O kadar koruyacaktır ki,
eğer cennette secde söz konusu ise, mümin, orada,
Allah’ın lütuf ve ihsanları karşısında secdeye kapanacak ve başını kaldırmak istemeyecek. Öyle zannediyorum ki, eğer böyle birşey varsa, bu secdeden alınan zevk, diğer cennet nimetlerinden alınan zevkten geri kalmayacaktır.
Bu mevzu ile alâkalı Rasul-i Ekremin bir teyidini de şu şekilde görüyoruz:
مَنْ جَهَّزَ غَازِياً فِي سَبِيلِ الله فَقَدْ غَزَا وَمَنْ خَلَفَ غَازِياً في سَبِيلِ اللهِ بِخَيْرٍ فَقَدْ غَزَا
"Gaziyi techiz eden, aynen gazaya gitmiş gibidir
. Gazinin ehline bakıp gözeten de gaza yapmış gibidir." [4]
Bir insanın kendisi bizzat ve fiilen mücahedeye katılamıyor,
fakat mücahedede bulunana omuz veriyor..
kurduğu müesseseleriyle mücahidleri kucaklıyor ve onları koruyup kolluyorsa,
o da fiilen mücahedede bulunmuş gibidir.
Bedir’de kılıç çalanlarla onlara destek verenler; Uhud’da savaşanlarla,
onları techiz edenler, Tebük’e çıkanlarla, çıkamayıp servetiyle o yola koyulanlar;
Huzur-u Rabbü’l-Alemin’e beraber yürüyecek ve beraber haşr u neşr olacaklardır.
Zira Rasul-i Ekrem’in "Seferber olunuz!"
emrine onlar da icabet etmiş ve her ne kadar birtakım geçerli maniler sebebiyle
fiilen harbe iştirak edememişlerse de, harp için seferber olmaktan geri kalmamışlardır.
Evet, fiilen Tebük’e gidenler, ahirette kadınları, yaşlıları ve çocukları da
yanlarında göreceklerdir.
Çocuklar, bıçak veya kamalarını, harpte kullanılsın diye getirip,
Rasul-i Ekrem’in önüne atmış, gelinler kulağından küpeyi çıkarıp Allah Rasulü’ne vermiş.. bir başkası kolundan bileziğini sıyırıp cömertlik yarışına iştirak etmiş...
yaşlılar, koltuk değnekleriyle sürünerek gelmiş,
ellerindeki avuçlarındaki şeyleri oraya dökmüş ve "Benim de bir katkım bulunsun" demiş...[5] Evet, işte bütün bunlar, bizzat sefere iştirak etmiş gibi muamele göreceklerdir.
Bunu da Rasûl-i Ekrem, bir başka hadislerinde ifade buyuruyorlar.
Medine’de kalan öyle insanlar vardır ki, geçtiğiniz her vadi,
yürüdüğünüz her mesafede sizinle beraberdirler.
Hastalık onları Medine’de hapsetmiştir."
Bir diğer rivayette ise,
"Mükafatta sizin ortağınızdırlar." [6]
Demek ki, acizlik, fakirlik, yaşlılık ve kadın olma gibi mazeretler,
onların ayaklarına bağ olup, kendilerini fiilen sefere çıkmaktan alıkoymuşsa;
cihad sevabından mahrum kalmayacakları gibi,
mükafatından da mahrum bırakılmayacaklardır ve Cenab-ı Hakk, niyetleri sebebiyle onları aynen gazaya çıkanlar gibi kabul buyuracaktır.
Allah Rasulü’nün müjde yüklü bu ifadesinden anladığımız budur...
Bu inancımızı da hakkımızda bir dua ve niyaz kabul ediyoruz.
Bilhassa günümüzde, cihadın bütün bütün terke uğraması söz konusu olduğundan,
cüz’î-küllî bu işe iştirak edenlerin mutlaka cihad sevabından
hisselerini alıp payidâr olacaklarına yakinimiz var:
Ve kanaatimiz o ki,
inşaallah Cenab-ı Hakk bizi bu yakînimizde yalancı çıkarmayacaktır.