Dünya oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir
“Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise ahiret yurdudur.” Ankebut Suresi, 29:64.
Ey ihtiyarsız sür’atle kabre, haşre, ebede giden Said-i şaki! Bil ki:
Uzun ve kısalığı nisbetinde iki hayatın levazımatını tahsil etmek için, Malik-i Kerim sana bir sermaye-i ömür verdiği halde, sen o sermayenin kısm-ı azamını hayat-ı bakiyeye nispeti bir bahrin bir katre seraba nispeti gibi olan şu hayat-ı faniye katresinde zayi ettin. Eğer aklın varsa, elde kalan kısmının yarısını veya üçte birini, veya laakal onda birisini deniz gibi hayat-ı bakiyeye sarf et. Yoksa, “Eyvahlar olsun” diyeceğin bir zaman gelecek. Acaiptendir ki, senin gibi ahmaklara akıl ve zifünun deniliyor. Şu temsili dinle:
Mesela, şu bir hizmetçi kuldan daha ahmak görünüyorsun ki, onun seyyid-i kerimi, ona yirmi dört altın veriyor. Onu Burdur’dan Antalya’ya, oradan da Şam’a ve Yemen’e gönderiyor. Ve emrediyor ki:
“O altınları, levazım-ı seferinde sarf et. Lakin Antalya’ya kadar, cebren iki gün yayan gideceksin. Hem, bir nev’i ihtiyarın var. O altınları birşeyde sarf etsen de, etmesen de yine gideceğin yere yetişebilirsin. Lakin Antalya’dan sonraki sair menzillere gitmekte, bir cihette ihtiyar senin elindedir. Eğer bir vesika veya bir bilet alabilir ve bir vapura veya bir trene veya bir tayyareye binebilirsen, bir aylık mesafeyi bir günde kat edebilirsin. Yoksa, hem yayan, hem yalnız, hem mütehayyir, hem matrud bir surette yoluna devam edeceksin.”
Halbuki, o ebleh, ahmak yolcu, yirmi üç altınını iki günlük mesafede sarf etti. Ona denildi ki:
“Şu baki kalan bir altını, o uzun yolun için, bir zad ve bir bilete ver. Ümit edilir ki, seyyidin sana merhamet eder, rahatla gidersin.”
O dedi ki:
“Yok, lezzet-i hazıramı terk etmem. Bir ihtimal var ki, fayda vermez.”
Ona denildi:
“Acaba bu derece belahet olur mu ki, senin aklın sana nasıl fetva veriyor? Yarı malını, bin adam iştirak eden bir piyango kumarına atarsın. Halbuki o kumarda, bin ihtimalden bir ihtimalle, belki bin lirayı kazanabilirsin.
“Hem nasıl oluyor ki, şu menfaatperest aklın sana fetva vermiyor ki, yirmi dört parça malından tek bir cüz’ünü verirsen, binde dokuz yüz doksan dokuz ihtimalle, tükenmez hazinelere zafer bulacağın, milyonlar ehl-i hibre ve ehl-i ihtisasın şehadatıyla kat’iyet kesb etmiştir? Halbuki, böyle cesim menfaatler için, birtek aminin ihbarı dahi nazar-ı itibara alınır. Halbuki, muhbirler, nev-i beşerin şumus ve nücumu hükmünde mütevatir ehl-i şuhuddurlar ki; o müsbitlerden ikisi, binler ehl-i nefiy ve münkirlere tercih edilir. Çünkü, hilal-i Ramazanın rüyetini dava eden iki şahit, binler nafi fikirlerin hükmünü ıskat eder. Şöyle ehl-i şuhudun ihbaratı, nasıl oluyor ki, sana tesir etmiyor? Cehalet ve gafletin ne kadar kalınlaşmış?”
Ey tariküssalat! Misali anladınsa, hakikati dinle:
O abd-i misafir sensin. Burdur, dünyadır; Antalya, kabir. Şam, berzah ve haşirdir. Yemen, maba’de’l-haşirdir. Yirmi dört lira da, yirmi dört saattir. Sen, o yirmi dört saatin yirmi üçünü, şu hayat-ı faniyeye bilatereddüt ve bilaperva sarf ediyorsun. Pek uzun seferin için elzem-i zad olan beş vakit namazın edasına, bir saatin sarfında tehavün gösteriyorsun. Yani, ağır davranıyorsun. Hatta sarf ettiğin vakitte bir hisse de dünyaya çıkarıyorsun ki, namaz içinde dünyanı da düşünüyorsun.
Hallak-ı Kerimin bu kadar az birşeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığınla Cehennem sana layık olmaz mı ve sen ona müstehak olmaz mısın, ey gafil ve ey tariküssalat?
Vakti çıkmadan namaz kılmakta; ölüm gelmeden tevbe etmekte acele edin!
(
Said NURSİ / Risale-i Nur Külliyatı )