Bakara suresi_giriş
Mushaf’taki sıralamaya göre ikinci, nüzûl sırasına göre 87, uzun sûreler bölümünün de ilk sûresidir. Âyetlerinin sayısı 286 olup Medine’de nâzil olmuştur.
“Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla” Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Salât ve selâm Allah’ın Ra-sûlüne, âline ve as*habına olsun. Rab-bimiz bizden kabul buyur. Çünkü Sen dualarımızı işiten ve her şeyi hakkıyla bilensin. Rasulullah Efendimizin Medine’ye hicretinden sonra ilk inmeye başlayan sûre Bakara sûresidir. Bununla beraber en son tamamlanan sûre de yine Bakara sûresidir. Az önce ifade ettiğimiz gibi Medine’de inmeye başlayan Bakara sûresi Mekke’de gelen Fâtiha sûresinin hemen arkasına yerleştirilmiştir. Fâtiha sûresi: "Ya Rabbi bizi doğru yola, sırat-ı müstakime ulaştır!" Diye bitiyordu. Bakara sûresi de:
"Bu bir kitaptır ve hidâyettir"
Diyerek söze başlıyor. Bizim Fâtiha’daki talebimizin cevabı olan bir ifadeyle başladığı için sûre buraya yerleştirilmiştir diyoruz Al-lahu âlem.
Sûreyle alâkalı meleğin Rasulullah’a şöyle dediği rivâyet edilir:
"Ey Muhammed müjdeler olsun! Sana iki nûr verildi ki onlar senden önce hiçbir peygambere verilmemiştir. Bunlardan biri Fâtihat’ül kitap diğeri de Bakara sûresinin son âyetleridir. (Müslim: Misafirîn, Nesâî: İftitah 25) Bundan ötürüdür ki bu sûrenin bir başka adı da "Âyet’el Kürsî" sûresidir. Biliyoruz ki Kur’an-ı Kerîmin sûreleri genellikle ya belli bir kıssanın, ya özel bir ismin, ya da sûrede kendisine dikkat çekilmek istenen özel bir konunun adıdır. Meselâ Âl-i İmrân sûresi, Nisâ sûresi, Kehf sûresi, İsrâ sûresi gibi sûreler başlıklarının sembolize ettiği konuları kapsamaktadır.
Bakara sûresinin adı da sûrenin 67,73 âyetlerinde geçen Hz. Mûsâ ile kavmi arasında cereyan eden bir diyaloga yer veren Bakara kıssasından alınmıştır. Fakat bu isim sûrenin konusunu, muhtevasını bildirmek amacıyla verilmiş bir isim değildir.
Ve bu isim, Bakara ismi nasıl ki Ali, Veli gibi isimler başka dillere tercüme edilemediği gibi inek veya buzağı şeklinde de tercüme edilemez. Belki de İsrâil oğullarının bu inek hadîsesi sadece bu sûrede anlatılmış olduğundan sûreye bu isim verilmiştir, diyoruz.
Sûrenin “Senâm ve Zehra” diye iki adı daha vardır. Allah’ın Rasûlü:
"Her şeyin bir senâmı (zirvesi) vardır. Kur’an’ın zirvesi de Bakaradır”
Buyurur. Yine başka bir hadislerinde de:
"İki zehrayı çok çok okuyun! Bunlardan biri Bakara, diğeri de Âl-i İmrân’dır."
Buyurur.
Demek ki eğer Kur’an’ı canlı bir cisme benzetirsek Fâtiha sûresi bunun başını, Bakara sûresi gövdesini, diğer sûreler de öteki uzuvlarını teşkil edecektir.
Sûrenin muhtevasına, şöyle genel olarak bir göz atacak olursak: Sûrenin ilk girişi Kur’an’ı bir kulluk ve hidâyet kitabı olarak ilan eder. Sanki Fâtiha sûresindeki bizim: "Ya Rabbi, ne olur bize sırat-ı müstakimini göster! Bizi hidâyet yoluna iletiver ya Rabbi!" (Fâtiha 6) Şeklindeki duamızın, talebimizin cevabı olarak Rabbimiz, karşımıza kitabını serip: “Kullarım! Gerçekten hidâyet, gerçekten doğru yol istiyorsanız, işte kitabım! İşte hidâyet! Haydi buyurun onunla beraber olun!” Buyurarak kitabını hidâyet ve kulluk kitabı olarak ilan eder. Ve ardından da hemen imanın temellerini ortaya koyar. Allah’a, peygambere, peygamberliğe, âhirete, öldükten sonra tekrar dirilmeye olan inancı belirler. Ve bu inançla alâkalı olarak, insanları kabul etme ve reddetme hususunda üç gruba ayırır: Müminler, kâfirler ve münâfıklar. Sonra Hz. Adem’in yeryüzünde Allah’ın halîfesi olarak tayin edilmesi, Hz. Adem’in cennetteki hayatı, şeytanın saptırmalarına kapılması, buna bağlı olarak cennetten çıkarılması, sonra tevbe edip Allah’a iltica etmesi, tevbesinin kabul ediliş olayı anlatılarak Adem soyunun hidâ*yette olabilme ve kalabilme yolları gösterilmiştir.
Daha sonra hidâyete dâvet, özellikle İsrâil oğullarına yöneltilir. Ve uzunca İsrâil oğulları kıssası söz konusu edilir.
Kur’an, Mekke’de genellikle İslâm’ı bilmeyen cahil Kureyş müşriklerine hitap ediyordu. Fakat Medine’de Allah’ın birliği, peygamberlik, âhiret, melekler gibi inançlara âşina olan yahudilerle de ilgilenmeye başladı. Bunlar Allah’ın Peygamberi Hz. Mûsâ’ya ve ona indirilen vahye inandıklarını söylüyorlardı. Ve ilke olarak onların yolu da Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın öğrettiği yolun, İslâm’ın aynısı idi. Fakat yüzyıllardan beri yollarını kaybetmişler, kitaplarını tahrif edip, dini birtakım âdetler manzumesi haline getirmişler, sapmışlar, sapıtmışlar ama, hayatlarından da memnun görünen insanlardı. Nitekim yıllar yılı kendilerini düzeltmek için gelen elçilerin hiç birisini kabule yanaşmamışlar ve üstelik onların baş düşmanı kesilmişlerdi. Bir de “Müslüman” adını bırakıp kendilerine “yahudi” adını takmışlar ve dini İsrâil oğullarının tekeline almışlardı.
İşte bakıyoruz ki; sûrenin üçte birine yakın bir bölümünün, İsrâil oğullarına hitap ettiğini görüyoruz. Sûrede onların ahlâken bozulmaları, dinden sapmaları ve sapıklık noktaları vurgulanır. Yahudilerin Rasûl-i Ekrem’e ve onun getirdiği hidâyete tabi olmalarının kendileri hakkında çok hayırlı olacağını anlatmak üzere, tarihte yaşanmış pek çok hadîseye değinilmiş, yahudilerin Kuran’ı kabul edenlerin ilki olmaları istenmiştir. Çünkü Hz. Muhammed’e indirilen kitabın Hz. Mû-sâ’ya indirilenin aynısı olduğu ısrarla beyan edilmiştir.
Yine Mekke’de genellikle İslâm’ın ana ilkelerini tebliğ etmek ve müminleri iman ve ahlâk yönünden eğitmeyi hedefleyen Kur’an’ın, Medine’de tüm Arabistan’dan toplanıp İslâm devletini kuran insanların kurdukları bu devletin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal ve hukukî problemlerine de değinmeye başladığını görüyoruz.
Bir de Medine’de, bu yeni dönemde, Mekke’de pek rastlanılmayan yeni bir insan tipi ortaya çıktı. Münâfikûn grubu zuhur etti. Münâfık, Medine toplumunda görülür. Mekke’de münâfık yoktur. İslâm’ın ve müslümanların zayıf olduğu bir toplumda münâfıklığa gerek de yoktur. Kâfir, böyle bir toplumda kâfirliğini gizleme zarureti duymaz. Ama Medine toplumunda, yâni İslâm’ın ve müslümanların güçlü olduğu toplumlarda kâfir, ya korkusundan, ya da menfaatlerini kaybetmemek için müslüman görünme zaruretini duyabilir.
Evet, Medine’de münâfıklar vardı. Bunlar:
a- Ya İslâm’ı içerden yıkmak için İslâm’a girmiş görünen kişilerdi.
b- Ya da çevreleri müslümanlar tarafından sarıldığı için ve dünyevî menfaatlerini kaybetmeme endişesiyle müslüman görünen insanlardı. Bunlar aslında düşmanlarla da münâsebetlerini sürdürüyorlardı. Gerek Medine’de için için İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık besleyen yahudilerle, gerek Mekke müşrikleriyle, gerekse dış dünyada başka din ve inanç mensuplarıyla diyalog halinde idiler.
c- Bazıları da İslâm’ın gerçekliğine tam kani olamamış, tam tatmin olamamış, ama kabileleriyle birlikte mecburen müslüman olmuş kimselerdi. İşte Bakara’nın nazil olduğu dönemde her türden münâfıklar da türemeye başlamıştı. Bu yüzden Cenab-ı Hak bu sûrenin içinde münâfıkların özelliklerine dikkat çekmekte ve onlarla ilgili tâlimatlar beyan etmektedir.
Daha sonra yahudiler ataları olarak çok değer verdikleri ve Peygamber olarak kabul ettikleri Hz. İbrahim’e verilen hidâyetin aynısını getiren ve onun torunu ve izleyicisi olan Hz. Muhammed Aley-hisselâm’a tabi olmaları konusunda tekrar tekrar uyarılır. Hz. İbrahim ve onun Kâbe’yi inşa edişi ve İslâm toplumunun kıblesi olarak Kâbe ve İbrahim ilişkisi anlatılır.
Daha sonra tüm bu uyarılara rağmen hakkı kabule yanaşmayan İsrâil oğullarından liderliğin alınıp müslümanlara verildiğini beyan edercesine kıblenin, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan alınıp Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrildiği ilan edilir. Daha sonra liderliği üzerine alan bu ümmetin, bu ağır sorumluluğu kaldırabilmesi için onlara pratik çözümler sunulur. İslâm ümmetini ahlâken eğitmek için namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi emirler farz kılınıyor.
Müminler Ulü’l emre itaat etme, âdil olma, verdikleri sözde durma, anlaşmalarına sâdık kalma, mallarını Allah yolunda harcama konularında teşvik ediliyor. Diğer taraftan ümmeti bozulup dağılmaktan korumak üzere içki, kumar, fâiz gibi pisliklerin de yasaklandığını görüyoruz.
Daha sonra sûrenin başında olduğu gibi son bölümlerinde de imanın temel ilkeleri bir daha tekrarlanıyor ve en son müslümanların İslâm’ı tebliğde çektikleri güçlükler sebebiyle, o sıralarda çok muhtaç oldukları bir dua ile sûre tamamlanıyor.