Konu Başlıkları: Din Hizmeti ve Geri Dönüşümü
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Şubat 2013, 23:24   Mesaj No:1

iklimya

Medineweb Sadık Üyesi
iklimya - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:iklimya isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 90
Üyelik T.: 21 Ağustos 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Ankara
Mesaj: 513
Konular: 114
Beğenildi:31
Beğendi:0
Takdirleri:112
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Din Hizmeti ve Geri Dönüşümü

Din Hizmeti ve Geri Dönüşümü

Her toplum; yaptığı hizmetlerin halk üzerindeki etkisini, yankısını ve geri dönüşümünü bilmek ister. Ticaret için ayrılan bir sermaye; bir süre sonra gelir getirirse ancak anlam ifade eder. Bir fabrika veya iş yeri açıldığında yine belli oranda kazanç elde etmesi arzu edilir. Toprak, bağ ve bahçelere yapılan kısa vadeli yatırımların bile mevsim sonunda karşılığı beklenir. Fakat söz konusu emek ve hizmet insan için yapılıyorsa bunun sonucu kısa sürede alınamaz. Çünkü bir insanın kendisine, çevresine ve içinde yaşadığı topluma karşı, beklenen düzeyde hizmet vermesi zaman almaktadır. Dolayısıyla insanın eğitim, öğretim, kültür ve dinî değerlerini öğrenmek maksadıyla tabi olduğu süreç, daha uzun soluklu bir süreçtir.

Bu konuda yapılan çalışmaların ve harcamaların geri dönüşümünü hemen beklemek doğru olmaz. Dünyanın her yerinde görüldüğü gibi insan yetiştirilmesine dair düzenlenen bütçeler ve hazırlanan alt yapılar çok uzun zaman almaktadır. Örneğin; bir üniversitenin kaliteli insan gücü yetiştirmesi için ortalama çeyrek asır geçmesi gerekmektedir. Özellikle sosyal alanlardaki plân ve programların çevreye yansımasını somut olarak izlemek veya rakamsal olarak ifade etmek için çok daha sabırlı olmak gerekiyor. Bu nedenle milletleri yücelten eğitim, kültür, medeniyet ile dinî değerlerin ürünü olan itikat, ibadet, ahlâk barış, huzur, güven ve hoşgörü uzun bir birikimden sonra, sosyal hayata geri dönebilir.

Takdir edileceği üzere, din hizmetleri ve buna ilişkin hususlar da, sosyal konular arasında yer almaktadır. Yalnız başına bir ihtiyaç olan dinin sosyal hayatımızdaki konumu doğru tahlil edilmelidir. Hal böyle olunca kimi toplumlarda din, sosyal hayatın merkezinde yer almış kimi dönem ve yerlerde ise, ona temkinle yaklaşılmış tartışmalara bile neden olmuştur. Özellikle seküler düşünceyi benimseyen çevreler, dinin toplum üzerinde etkili olmaması gerektiğini savunmuşlardır. Günümüzde de benzer tartışmalar tamamen sona ermiş değildir. Bazıları daha da ileri giderek bu tür çalışmaların ve hizmetlerin, cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan lâiklik ilkesine aykırı olduğu görüşündedirler. Başkanlığımızı ziyaret eden bazı yurt dışı heyetleri ile ülkemizdeki bir kısım basın-yayın organlarının bile bu teze destek verir mahiyette açıklama yaptıklarına rastlanılmaktadır.

Oysa ki, 1982 Anayasası ile Diyanet İşleri Başkanlığına; milletimizin dayanışmasına ve bütünleşmesine katkıda bulunmak üzere, görev ve sorumluluk verilmiştir. Buna dair düzenlenen maddede; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunla kendisine verilen görevleri yerine getirir.” hükmü yer almıştır. Halen yürürlükte bulunan 633 Sayılı Teşkilât Kanununun giriş bölümünde ise; söz konusu görev ve sorumluluk;
"İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek”
şeklinde açıklanmıştır. Bu durumda yasal olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığını lâiklik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmek hem hukuk açısından hem bilimsel yönden mümkün değildir. Ayrıca sosyal ve kamu vicdanı açısından da konuya yaklaşıldığı zaman din duygusunun asırlar boyunca milletimizin kültürü, medeniyeti, düşüncesi ve yapısıyla bütünleştiği müşahede edilmektedir.

Nitekim Osmanlı devlet yapısında da din hizmetleri “Şeyhülislâmlık” makamı tarafından yürütülmüştür. Cumhuriyet yönetiminde ise bu görev ve yetki Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiştir. Böylece Cumhuriyeti kuran irade; din hizmetlerinin devletin himayesinde yürütülmesini ve denetlenmesini uygun görmüştür. Bu dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı, “Bir Cumhuriyet Projesi” olarak kamu alanı içinde yer almıştır. Buna göre; plân, program ve projeler çerçevesinde üretilen hizmetler, şüphesiz ki kamu hizmeti kapsamında değerlendirilmelidir.

Dinin şu tanımı, bize önemli ipuçları vermektedir: “Din; akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilâhî bir kanundur.” Buna göre dinin en önemli niteliği; ilâhî kaynaklı olması, Allah tarafından seçilmiş bir peygamber aracılığıyla gönderilmesi, akıl sahibi kimseleri muhatap kabul etmesi ve herhangi bir zorlama olmadan hür irade ile tercih edilmesidir. Görülüyor ki dinin en önemli amacı, mensuplarını doğru, hayırlı ve mutlu bir sonuca ulaştırmaktır. Bir kez daha hatırlatalım ki gerçek din; herhangi bir düşünürün veya filozofun söz ve telkini değildir. Tersine tanımından da anlaşıldığı gibi insanın doğuşuyla birlikte ortaya çıkan bir duygudur. Çünkü insan her zaman ve her yerde, sonsuz kudret sahibi bir varlığa sığınma, güvenme ve yardım dileme ihtiyacını hissetmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim de dinin fıtrî yani yaratılıştan geldiğine işaret etmektedir:

"Sen yüzünü bir hanif olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O, İnsanları bu fıtrat üzere yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez.” (Rum, 30)

Artık bedensel ihtiyaçları karşılamak hayatın bir gereği olduğu gibi manevî varlığın devamı da ruhî ihtiyaçların karşılanmasına bağlıdır. Onun bu ihtiyacını karşılayan en köklü müessese ise dindir.
Bu nedenle tarih boyunca akl-ı selim sahibi hiçbir toplum; dini sosyal hayatın dışında tutmayı veya kendi içinde bir problem şeklinde değerlendirmeyi göze alamamıştır. Çünkü insanların; sığınma, güvenme ve bağlanma duyguları doğuştan gelmektedir. Şu veya bu şekilde bir varlığa kutsallık ve yücelik nispet edip ona bağlanmak zorundadır. Kendisine boyun eğilecek, ibadet edilecek ve yalvarılacak en mükemmel varlık şüphesiz ki kâinatın yaratıcısı olan Allah’tır. Her şeyi var eden bu yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağlanma insanı güçlendirir. Hayata olumlu bakmasını sağlar. Böylece inanç ve sorumluluk, bir bakıma yaşama bilincini geliştirir. Unutmayalım ki inanç ve dinî temelleri olmayan fertleri bir arada tutmak, hayata bağlılıklarını sağlamak ve moral değerlerini korumak oldukça zordur.

Görülüyor ki inanç ve din duygusu; insanı içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir özelliğe sahiptir. Kişiyi yalnızlığa, tembelliğe ve ümitsizliğe karşı motive etmektedir. Bireyin psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı çaresizlik, korku, üzüntü, sarsıntı, hastalık, musibet ve felâketler için, ona teselli ve güven sağlayan en büyük güçtür. Dolayısıyla ön yargılara kapılarak insanları, bu değerlerden mahrum bırakma gibi bir haksızlık yapılmamalıdır. Diğer taraftan dinin getirdiği ahiret inancı; bir yandan insanı dünya hayatındaki davranışlarında duyarlı ve etkili kılmakta bir yandan da ebedi bir geleceğe hazırlanma sorumluluğunu hatırlatmaktadır.

Bu ahengi ön gören Yüce Allah inananların kendisine ibadet etmelerini, hep birlikte saygı, hoşgörü, barış, huzur ve güven içinde yaşamalarını emretmektedir. Çünkü hepsinin amacı birdir ve hedefleri O’nun rızasını kazanmaktır. Hal böyle olunca elbette Allah onların birbirlerine haksızlık etmelerinden, düşmanlık yapmalarından ve nefret etmelerinden hoşlanmaz. Ancak kardeşlik, barış, sevgi ve saygı içinde yaşamalarından razı olur. Zaten dini de insanları özgür kılmak, birbirine sevdirmek, dost yapmak ve mutlu kılmak için göndermiştir. Buna göre; insanlar inançlarını ve davranışlarını özgür bir ortamda tercih hakkına sahiptir.

Nitekim Hz. Ömer Kudüs’ü fethedince, önce Hz. Süleyman’ın mabedini ziyaret etmiş, sonra Hz. Davud’un makamına giderek namaz kılmıştır. Kudüs ve halkıyla ilgili bilgileri aldıktan sonra, onlara şu güvenceyi vermiştir: “Bu şehirde oturan halk; hangi inançtan olursa olsun şu andan itibaren canları malları, kiliseleri, haçları, kıbleleri, hastaları, sağlamları ve tüm bireyleri güvence içindedir. Hiç kimseye zarar verilmeyecektir.”
Aslında bu alanda hatırlatılabilecek daha çok deliller ve hükümler vardır. Fakat makalemizin hacmi, buna yeterli değildir. Amacımız; yazımızın başlığında ifade edildiği gibi ülkemiz ve Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetleri bağlamında sunulan din hizmetlerinin mahiyeti, çalışma hayatımıza katkısı, barışa etkisi ve söz konusu uygulamaların halkımıza yansımaları konusunda insanımızı bilgilendirmektir. Ne var ki günümüzde din konusunu bilen bilmeyen, ilgili ve ilgisiz kişiler her fırsatta eksik, sübjektif ve ön yargılı bilgilerini âdeta “yeni buluş” (!) gibi takdim ederek insanların saf ve temiz düşüncelerini etkilemektedirler. Dolayısıyla zihinler bilimsel temeli olmayan bu tür ham iddialarla meşgul edilmektedir.

Elbette Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilgi alanına giren işlerin tamamını burada detaylandırmak mümkün değildir. Ancak bunları ana başlıklarla ve öncelik sırasına göre ifade etmek gerekirse; halkımızı inanç esasları, ibadet çeşitleri, ahlâk prensipleri ve temel dinî bilgiler konularında doğru bilgilerle aydınlatmak olarak açıklanabilir. Bu faaliyetleri ifa ederken milletimizin tarih, kültür ve sosyal değerleriyle farklılıklarını bir zenginlik olarak algılamaktadır. Hizmetin sunumunda, insanlık onuru ile vatandaşlık bilinci esas alınmakta ve muhataplar arasında hiçbir ayırım yapılmamaktadır.

Bütün bu hizmetler cami Kur’an kursu, konferans, seminer ve basın-yayın ortamında; barış, huzur, güven ve hoşgörüyle yürütülmesine özen gösterilmektedir. Ne var ki söz konusu hizmetler çok geniş bir coğrafyada insan unsuru ile yerine getirilmektedir. Şüphesiz ki diğer kurumlarda olduğu gibi on binlerce görevlinin çeşitli zorluklarla hizmet verdiği bu büyük teşkilâtta da bazı eksiklikler veya hatalar olabilir. Önemli olan bu eksikliklerin sebep ve nedenlerini bir an önce tespit edip gidermektir. Her kademedeki personelin meslekî bilgi, görgü ve deneyimini yükseltmek için gerekli önlemleri almaktır. Düşünmek bile istemeyiz, ama bir an için bu alanlarda boşluklar yaşandığını varsayalım. Ortaya çıkabilecek bid’at, hurafe, cehalet, tefrika (ayrılık), istismar ve duygu sömürüsü gibi felâketler, nasıl kontrol altına alınabilir? Bir toplum; ayrı ezan, ayrı cami, ayrı cemaat, ayrı mezhep ve ayrı din görevlisine nasıl tahammül edebilir? Bunlar kime ve nasıl hizmet verecekler? Aralarındaki tartışmalara çekişmelere, karalamalara ve iftiralara kim son verecek? Gerçekten bu tür bir boşluğu, belirsizliği ve kargaşayı düşünmek bile yüreğimizi ağzımıza getirmektedir. İşte milletimiz bu endişeyi ve tehlikeyi yaşamasın diye Diyanet İşleri Başkanlığı ve çalışanları vardır.

Kişisel kanaatim odur ki, şayet tarih boyunca din hizmetlerinin geri dönüşümü olmasaydı bizim için millî mücadele yılları daha da zor olacaktı. Bir asra yaklaşan cumhuriyet döneminde ise; bu birikim, zenginlik ve değerler elde edilemeyecekti. Tarihte konu ile ilgili duygu yüklü birçok örnek verilebilir. Biz bunlardan 24 Mayıs 1919 tarihli İkdam gazetesinin Sultanahmet mitingiyle ilgili şu tasvirine bir göz atalım: “Yüz bin Müslüman, Sultanahmet meydanında muazzam bir miting akteyledi. İstanbul dün, heyecanlı demler geçirdi. Sabahleyin erkenden şehrimizin her tarafından kafilelerle on binlerce kişi toplandı. Caminin önünde hazırlanan kürsünün üzerinde konuşmalar yapıldı. Bu konuşmalardan birkaç ortak cümlenin altı çizilmeye değer: “Ruhu göklerde olan ecdadımız adeta minarelerimizden yedi yüz yılın şanlı tarihinin bugünkü faciasını seyrediyor. Milletlerin ilahi hakkı ilan edileceği güne kadar kalbimizde heyecanımız kalacak, eksilmeyecektir. Yedi yüz senenin asil ve büyük mirası olan vakarımızı, adalet ve terbiyemizi unutmayacağız. Bayrağımıza ve ecdadımızın manevî hatırasına asla hıyanet etmeyeceğiz…”

Aynı mitingin sonunda yapılan şu dua ise; hem gönül dünyamıza huzur ve heyecan vermekte hem de açıklamaya çalıştığımız dini düşünce ve heyecanın milletimizin ortak iradesini nasıl kuşattığını göstermektedir: “Müslüman ruhunu temsil eden camilerine haç diktirme Allah’
ım! Yedi yüz seneden beri minarelerinde okunan ezan sesine bizi hasret bırakma Allah’ım! Topraklar içinde millet için ölen şehitlerini mezarında ağlatma Yarabbi! Babaları için ağlayan bir milyon yetimin hıçkırıklarını işit, bizi o şehitlerin ruhu hürmetine siyanet eyle Yarabbi! Yedi yüz seneden beri denizlerin hakimi, şarkın hükümdarı olduk. Bizi düşmanlarımıza esir eyleme yarabbi!” (A. Kabaklı; Temellerin Duruşması, s. 84-86)

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
__________________
Bismillah diyerek...
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi iklimya 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Hicretle bütün insanlığı aydınlatan bir medeniyet... Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat iklimya 0 2336 04 Kasım 2013 11:00
Diyanet İşleri Başkanlığından Accra Furkan... Ezan-Kamet-Camii iklimya 0 2417 22Haziran 2013 01:39
Yaz Kur’an kurslarına kayıtları başlıyor Kur'ân Kursları iklimya 0 2369 22Haziran 2013 01:37
Aşere/Takrib Kursu”nu Dışardan Bitirenler İçin... Din Görevlileri iklimya 0 1973 09 Mayıs 2013 23:33
İslam Dünyasindaki Hüzün Ve Kutlu Doğum Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat iklimya 0 1940 11 Mart 2013 19:44