Durumu: Medine No : 89 Üyelik T.:
21 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
555 Konular:
227 Beğenildi:15 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | nur külliyatından 23 üncü söz nur külliyatından 23 üncü söz Risale-i Nur Külliyatından (23. Sözden)
'Dua ediniz cevap vereyim' ayeti ne anlama gelir?
Eğer desen:
"Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor.
Hâlbuki ayet umumîdir; '
Her duaya cevap var' ifade ediyor."
Elcevap:
Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır.
Her dua için cevap vermek var.
Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek,
Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.
Meselâ,
Hasta bir çocuk çağırır:
"Ya hekim, bana bak.
Hekim;
" Lebbeyk," der. "Ne istersin?" cevap verir.
Çocuk; "Şu ilâcı ver bana" der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir,
Yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir,
Yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak,
Hazır, nazır olduğu için,
abdin duasına cevap verir.
Vahşet ve kimsesizlik dehşetini,
Huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir.
Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâ ne
Tahakkümüyle değil,
Belki hikmet-i Rabbanî yenin iktizasıyla,
Ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem dua bir ubudiyettir.
Ubudiyet ise, semerâtı uhreviyedir.
Dünyevî maksatlar ise,
O nevi dua ve ibadetin vakitleridir.
O maksatlar, gayeleri değil.
Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir.
Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir.
Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir.
Eğer sırf o niyetle olsa,
o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.
Nasıl ki, Güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir.
Hem Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları, "
Küsuf ve husuf namazları" denilen
İki ibadet-i mahsusanın vakitleridir.
Yani, gece ve gündüzün nuranî ayetlerinin
nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan,
Cenâb-ı Hak,
ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder.
Yoksa o namaz,
Açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla
Muayyen olan Ay ve Güneş'in husuf ve küsuflarının
İnkişafları için değildir.
Aynı onun gibi,
Yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir.
Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu,
Bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki,
İnsan o vakitlerde aczini anlar;
Dua ile niyaz ile Kadir-i Mutlakın dergâhına iltica eder.
Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def olunmazsa,
Denilmeyecek ki, "Dua kabul olmadı."
Belki denilecek ki, "
Duanın vakti kaza olmadı."
Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse,
Nurun ala nur, o vakit dua vakti biter, kazaolur.
Demek, dua bir sırr-ı ubudiyettir.
Ubudiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı.
Yalnız aczini izhar edip, dua ile O'na iltica etmeli,
Rububiyetine karışmamalı.
Tedbiri Ona bırakmalı,
Hikmetine itimad etmeli,
Rahmetini itham etmemeli.
Evet, hakikat-i halde,
Ayât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan budur ki:
Bütün mevcudat, her birisi
Birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet,
Birer has secde ettikleri gibi,
Bütün kâinattan
Dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır:
Ya istidat lisanıyladır;
Bütün nebatat ve hayvanatın duaları gibi ki,
Her biri lisan-ı istidadıyla
Feyyaz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar
Ve esmasına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.
Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır;
Bütün zihayatların, iktidarları dâhilinde olmayan
hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki,
herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan
İdame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde
Bazı metâlibi istiyorlar.
Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki,
Muztar kalan herbir zîruh,
kat'î bir iltica ile dua eder,
Bir hami-i meçhulüne iltica eder,
Belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.
Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.
Dördüncü nevi ki, en meşhurudur,
Bizim duamızdır.
Bu da iki kısımdır:
Biri fiilî ve hali, diğeri kalbî ve kàlîdir.
Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir.
Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil,
Belki lisan-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için
Bir vaziyet-i marziye almaktır.
Hatta çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır.
Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın
İsim ve ünvanına müteveccih olduğundan,
Kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.
İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir.
Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir.
Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi,
en tatlı meyvesi şudur ki:
Dua eden adam anlar ki, Birisi var,
onun hâtırât-ı kalbini işitir,
herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir,
aczine merhamet eder, fakrına medet eder.
İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer!
Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı
ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan
bir vesileyi elden bırakma.
Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık,
bir sultan gibi
bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al,
bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi de,
kâinatın güzel bir takvimi ol.
Risale-i Nur Külliyatından (23. Sözden) |