Varlık sizleri şımartmasın, yokluk sizleri sızlandırmasın.
Varlık sizleri şımartmasın, yokluk sizleri sızlandırmasın.
Ebu Hureyre(ra) Allah Rasûlü nün(sav) şu irşad ve ikazını bizlere aktarıyor: “Allah, sizin şekillerinize, ne kadar malınızın olduğuna bakmaz. Sizi bunlara bakarak değerlendirmez. O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[1]
Dünya hayatı fânîdir. Ne milyonlara hükmeden hükümdarlara, ne binlerce insana yetecek kadar malı, mülkü olanlara, ne dünya kadar bilgisi olan âlimlere, ne insanlara kan kusturan zâlimlere, ne bilmediğini bile bilmeyen cahillere, ne safahat içinde yüzenlere, çılgınlıklarına yeni çılgınlıklar ekleyenlere, ne de mazlumlara, çilekeşlere, ne de birçok kimsenin bilmediği uzak diyarlarda, yamaçlarda, ormanlarda ağaçlar, kayalar arasında sessizce yaşayanlara kalmamıştır. İnsan dünya hayatında bir yolcudur. İmtihan geiren bir yolcu.
Bu gerçeği herkes bilir, binlerce insan dillendirir. Ancak çok az insan hayatını bu gerçeğe göre tanzim ve tertip eder. Ömrün son demlerinde dahi bitmeyen hırslar, bile bile yanlış atılan adımlar, yenemeyecek, giyilemeyecek kadar biriktirmeler, her gün birbirini takip eden lüks ev eşyası ve arabalar… Dünya hayatının ötesine hazırlıktan uzaklık, ebedî dünyadaki evimizin nerede olması ve nasıl döşenmesi gerektiğine dair gösterilen gaflet ve daha nice boş oyalanışlar. Bütün bunlar düşünen beyinler için gerçekten ibret vericidir.
Herhalde dünyanın fanîliği gerçeğini sık sık birbirimize hatırlatmaya, değişik vesilelerle dile getirmeye ihtiyacımız var. Çünkü unutuluyor, unutulmak isteniyor, hatta hatırlanılması her şeyini dünya hayatına göre tanzim edenleri huzursuz ediyor. Zincirli Kuyu Kabristanı nın kapısının üstüne "Her nefis ölümü tadacaktır" meâlinin yazılması, hayatı çılgınca yaşayıp ölümü hatırlamak istemeyenleri rencide etmiş, yazının kaldırılmasını istemişlerdi.
Rabbimiz de; “Hatırlat, öğüt ver. Şüphesiz doğruları, hakkı hatırlatış, Allah için öğüt, mü’min gönüllere fayda verir,” (Zâriyât, 51/ 55) buyurarak mü min gönüllerin hatırlatışlardan, öğütlerden istifade edeceğini vurguluyordu.
Biz duyguları körelmeyenlerden, hayatın çılgın akışına şuursuzca kapılıp taştan taşa sekmeyenlerden olmak zorundayız. Rabbimizin dünya hayatını farklı açılardan değerlendirişinden ibretler almalıyız. Şu değerlendirişe ve ikaza dikkat ediyoruz:
"İyi bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda birbirinize karşı övünüp böbürlenme, mal ve evlad çokluğu yarışına girme alanıdır. Tıpkı çiftçilerin çok hoşuna giden ekinleri bitiren bir yağmura benzer. Sonra yeşilliği ve canlılığı söner, onu sararmış görürsün. Sonra da kurumuş çöplere dönüşür. (Dünya hayatı da böyle geçicidir.) Âhirette ise çok şiddetli bir azap vardır. Allah ın mağfireti ve rızası da vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir nimetlenişten başka bir şey değildir." (Hadîd 57/ 20)
Çevrenizdeki hayatın akışına bakınız. Şuursuz ve hedefsiz bir hayat, gerçekten ömür tüketmek için oyun ve eğlenceyle vakit geçirmekten, mal yarışına girme, mal ve makamla övünme yarışından ibaret değil midir? Aldanış içinde yüzüp, akıntıya kapılıp gitme gafleti değil midir?
Üstelik aynı gaflet girdabına başkalarını da çağırma, kiri onlara da sıçratma, çabaları da bu aldanışın bir başka çeşnisidir. Çünkü temiz ve şuurlu insanlara bakış, hayat akışı içinde onları görüş, kişilere kendi hatasını hatırlatmakta, çılgınca sürdürdüğü hayat içinde kalplerini rahatsız etmektedirler.
Abdü l-Fettah Ebu Ğudde Hoca Efendi den iki beyit dinlemiştim. Bir gerçeği hicivli bir üslupla vurguluyor ve şöyle diyordu:
"Köşk sahiplerini görüyorum; bitince dünya hayatları,
Mermer kabirler inşa ediyorlar mezarlar üstüne.
Ne edip edip hava atacaklar, övünecekler,
Fakir insanlara, garibanlara kendilerince,
Hatta kabirde, kabristanda bile"
Evet, dünyalık ve hava atma yarışının kabristanda bile hala devam ettiğini görüyoruz. Ancak dışarıdaki hava atışın içeridekine faydasının olmadığını da biliyoruz.
Tekrar bir başka ilahî hitaba dikkatlerini çekmek istiyoruz: "Ey İnsanlar! Allah ın vaadi haktır, mutlaka gerçekleşecektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. İşi gücü aldatmak olan şeytan da Allah hakkında sizi kandırmasın." (Fâtır 35/ 5)
Günümüzde insanlara şöyle bir soru sorsak: "Varlık sahibi olup varlığınızın şükrünü edâ etmeyi, günü gelince hesabını vermeyi mi, yoksa kıt kanat geçinip sabretmeyi, aza kanaat edip varlık imtihanından uzak durmayı mı tercih edersiniz?" İnsanların çoğunun, belki hepsinin tercihi birincisi olacaktır. Varlık sahibi olunca neler neler yapacaklarını anlatacaklar, akla gelmedik fedakârlık örnekleri sıralayacaklardır. Ancak görünen bir gerçek daha vardır. Varlığın, makam ve mevkiin imtihanında başarılı olanlar çok daha az, kaybedenleri, eski günlerini, hatta eski dostlarını, muhtaçları unutanları çok daha fazladır.
Her insan kendisine bahşedilen imkânlara göre hesaba çekilir. Dünya hayatında garipliklerle, tersliklerle karşılaşsak bile Allah katında gerçek değer kalplerde yer alan takvâya, işlenilen amellere göredir.
Hiçbir haksızlığın yapılmayacağı, mutlak adaletin gerçekleşeceği muhasebe gününde soyun, aşiretin, akraba ve hısım bağlarının fayda vermeyeceği gerçeği unutulmamalıdır. Allah Rasûlü nün(sav);
“Amellerinin yavaşlattığı bir kimseyi, nesebi hızlandıramaz. Amelleri ona yol aldıramıyorsa, soyu yol aldıramaz,”[2] buyruğu bu gerçeğin net bir ifadesidir. Dünya hayatında gördüklerimiz, yaşadıklarımız bizi aldatmamalıdır.
Hayatın iniş ve çıkışları vardır. Bunlardan biri de varlık ve yokluk anlarıdır. Varlık anında nasıl şükretmesini bilmeli, mütevâzî olmalı, muhtaca el uzatmalı, üzerimize düşenleri yapmalı, dünya hayatının akıntısında sürüklenmemeli, şuurumuzu kaybetmemeli isek, yokluk anlarında da sabretmeli, kendimizi içinde bulunduğumuz duruma göre ayarlamalı, imkânlarımızı tartarak hareket etmeli, sızlanmamalı, şikâyetçi olmamalı, karamsarlığa düşmemeli, ümitsizliğe kapılmamalıyız. Kendimizden daha zor durumda olan insanların hayata tutunuşuna, gayretlerine ve sabrına bakmalı, halimize şükretmeliyiz.
Tüketim çılgınlığı çevremizde sürüyor olsa bile adımlarımızı ihtiyatlı atmalı, her durumda izzet ve şerefimizi, alın açıklığımızı korumalı, dilimizden ve gönlümüzden daima güzel kelimeler gelip geçmeli, dünyayı kendimize ve çevremizdekiler için karanlık dehlizlere çevirmemeliyiz. Başkalarını, kaderi, yakınlarımızı, eşimizi, dostlarımızı suçlama, kalplerde yara açma gafletine düşmemeliyiz.
Şu gerçeği gözünüzün önünde uzak tutmayınız. Hatice Vâlidemiz(ra) Allah Rasûlü(sav) kendisine mukaddes vazifeyle vazifelendirildiğini söylediği ve kendisini hakka davet ettiği ilk günde tereddütsüz iman etti. İnandığı dava uğruna rahatını, varlığını feda etti. Dünya durdukça unutulmayacak fedakârlıklar sergiledi. Hep çileli yılları yaşadı. Sarsılmadı, geri adım atmadı, asla şikâyet etmedi ve İslâm ın zafer dolu günlerini göremeden, hicretten üç yıl önce hayata gözlerini kapadı…
Allah Rasûlü ve Vâlidelerimiz varlık içinde yaşamadılar. Evlerinde sıcak yemeyin piştiği, birden fazla yemek çeşidinin olduğu çok nadirdi. Ocaklarının yanmadığı, bacalarının tütmediği çok oldu.
Şimdi, renkli ve çeşnili sabah kahvaltıları iştah çekmez, çeşit çeşit öğle yemekleri, ikindi çayları, akşam yemekleri, ara pastaları, meyveleri fakir sayılan insanların sofralarında bile rahat bulunur oldu. Artık kimse tamir edilmiş, yamanmış elbise giymiyor.Yine de bir dizi şikâyet, sızlanma birbirini takip edip gidiyor.
Hayatımıza, içinde bulunduğumuz duruma biraz uzağa çekilerek bakmamız, pişmanlığın fayda vermeyeceği muhasebe günü gelmeden, hayat bitmeden kendimizi ciddî bir muhasebeden geçirmemiz, kusurlarımızı tamir etmemiz, yolumuzu, yönümüzü ve yürüyüş şeklimizi nizama sokmamız gerekir.
Unutmayınız, mü min için gerçek rahat ve huzur ebedî âlemdeki rahat ve huzurdur. Ancak o rahat ve huzur, dünya hayatında yapılan amellerle, sergilenen güzelliklerle, kalpte taşınan iman ve niyetle elde edilir. Bu açıdan bakıldığında dünya hayatı son derece kıymetlidir.
Ne mutlu kıymetini bilenlere, hakka doğru el ele, gönül gönüle yürüyenlere, girdaplarda kaybolup dünyada tükenmeyenlere, mü minler safında haşredilip ebedî saadete erenlere.
__________________________________________________ _______________________
[1] Sahih-i Müslim, Birr ve Sıla (4/ 1987) Ayrıca bak: Hucurât Sûresi (49), Âyet 13.
[2] Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2074)